31 Ağustos 2022 Çarşamba

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 30

 


ETÜGEN



Yeryüzü tanrıçası. Toprağı ve yeryüzünü, ayrıca toprağa dayalı üretimi, tarımı ve hasadı temsil eder. Devleti, egemenliği ve ayrıca mecazen emeği ve helal kazancı simgeler. Toprağı ve toprakla ilgili tüm unsurları, bitkileri ve hayvanları korur. Konur (kahverengiye çalan kızıl) saçları vardır. İnsanların bilmediği bir yerde topraktan (kerpiçten) yapılmış evinde yaşar. Son derece alçakgönüllüdür.

Onun yaşadığı Ötügen (Ötüken) şehri Türklerin yeryüzünde ilk var olduğu ve oradan dünyaya dağıldığı yerin adı olarak da kabul edilmektedir. Orhun Irmağı kaynaklarını bu bölgeden alır ve Göktürk Devleti'nin başkenti de yine burada kurulmuştur. inanca göre bütün büyük devletlerin başkenti burada kurulmalıdır ki devletler uzun ömürlü, bereketli olabilsin. Bazı kaynaklarda oğlunun adının Kılan olduğundan bahsedilir.



EV iYESi


Evin koruyucu ruhu. "Ev Bekçisi" olarak da bilinir. Her evin kendi iyesi vardır. insanlarla birlikte aynı evde yaşar ve kimi zaman aileyi de korur. Bazen gözleri kor gibi yanan bir yılan olarak betimlenir. Bu nedenle evde görülen yılanın bereket getireceğine inanılır. Onu öldürmeden dışarı çıkarmak gerekir, aksi takdirde evin bereketi kaçar. İnsan biçimine girebilir ve ocak başında oturur. Bazen eşyaların yerini değiştirir. Ara sıra bağırarak insanları korkutur. Orta boylu, dağınık saçlı, esmer vücutlu ihtiyar bir erkek şeklinde betimlenir. Eve girildiğinde ona selam vermek gerekir. Yoksa küsüp gider ve evin bereketini de götürür, ev de bir süre sonra örene döner. Evi kara ruhlardan ve hastalıklardan koruduğuna inanılır. Ona kaz, tavuk, horoz, ördek gibi evcil kuş kurban edilir. Bir evden başka bir eve taşınılınca bir veda töreni yapılır ve bu tören sırasında Ev İyesi'ni yeni eve davet ederler. Bazen de onun için özel at koşulur ve onu eski evden yeni eve götürürler. Böylece onun gönlünü hoş ederek yeni mekanına alışması sağlanmış olur. Çuvaş kültüründe Ev İyesi'nin iki yardımcısı vardır:

1) Kilti Tura: Dam/Tam (ev) bekçisidir. Bu varlık genellikle karayılan olarak betimlenir.

2) Karta Tura: Damız/Tamız (ahır) bekçisidir. Genelde beyaz tavşan veya beyaz köpek kılığındadır.



GAL HAN


Ateş tanrısı. Ateşin ve ocağın devamlılığını sağlar.  Moğol  kökenli bir kavramdır. Al/Hal inancıyla bağlantılıdır. Türklerdeki Al (Hal) Ana'nın eril karşılığı olarak düşünülebilir.  Tehlikeli  bir varlıktır ve zaman zaman kızıp yangınlar  çıkarır.  Bu  kelimeden  türeyen ve ocak tanrısı olan Golomto Han adlı bir karaktere yine Moğol Mitolojisi'nde rastlamak mümkündür. Sibirya inançlarında ölüm ve hastalık getiren Kala adlı varlıklardan bahsedilir. Kala'lar yeraltında yaşarlar ve özellikle kalp hastalıklarına neden olurlar. Kaldaz denen ateş ciniyle de etimolojik bağlantısı bulunur.



GESER HAN


Abay Geser olarak da anılır.  Türk, Moğol,  Tunguz ve Tibet efsane kahramanı hakandır. Büke Beligte asıl adıdır. Moğol ve Tibet yönü ağır basar. Avrupalı araştırmacılar tarafından Sezar, Kayzer isimleriyle benzerliği dikkat çekmiştir. Moğol ve Tibet geleneğinde, gerçekleştirdiği akınlar ve yaptığı kahramanlıklar uzun destanlarda işlenmiştir. Tarihsel bir kişilik olduğu iddia edilmiş fakat ispatlanamamıştır. Mucizevi bir biçimde babasız doğmuştur. Tibet, Buryat, Bhutan, Moğol versiyonlarının hepsinde ortak motif olarak Geser olağanüstü bir doğumla dünyaya gelir. Bu yönüyle Moğolların Alankova adlı soy anası ve Hz. Meryem'in babasız çocuk doğurmalarını akla getirir. Hor görülen çocukluk yıllarından sonra hükümdar olur. Gökyüzünden tanrılar tarafından  yeryüzüne  gönderildiğine  inanılır. Bir olağanüstü kahramanlık yaptıktan sonra ilk eşini elde eder.

Sonraki bölümlerde kavmini, insan kaynaklı ve insanüstü çeşitli tehlikelere karşı savunur. Halkını kurtarmak için gizli bir aleme yolculuk yapar. Türk destanlarındaki gibi yeraltına iner. Geri dönmeyi başarır. Bu durum destanda ölüp dirilme şeklinde görünür. Moğol, Tibet ve Ladakh halkları arasında bilinen bu kahramanlık destanın Türki desenlere pek çok açıdan uygun düştüğü ve Türk kaylarıyla (destanlarıyla) benzer yönleri olduğu açıkça görülür. Bu benzerliklerin ortaya çıktığı noktalar aynı zamanda hikayenin de ana hatlarını oluşturur. Örneğin Kırgız kahramanları gibi çocukken yeraltına iner. Yeraltı geçidine kayalık dağlardaki bir delik veya oyuktan girer. Tıpkı Türk Şamanı Karaçak (Karaşah) gibi dişi bir ruh aracılığıyla yönlendirilir. Bu koruyucu ruh, yeraltındaki korkunç düşmanlara karşı ona yardımcı olur. Kırgız efsane kahramanı Bolot gibi, o da ölümsüzlük yiyeceği ve yaşam suyu taşıyarak dünyaya geri döner ve kavmini iyileştireceği otu elde etmek için cennete giden bir kuşun sırtına biner.



GEYİK ANA


Geyik tanrıça. Bedenindeki lekeler yıldızların işaretleridir. Bazı Türk boylarına yol göstericilik yapar. Ak Deniz'den çıkarak Göktürklerin atasıyla birleşmiş ve soyları türemiştir. Efsaneye göre her gün güneş batınca bir Ak-Geyik (Ak-Buğu) kılığında sulardan çıkıp gelen "Su Ruhu': mağarada yaşamakta olan Türklerin atasıyla buluşarak onu deniz altına götürür ve sabah olunca da geri getirir. Görkemli çatal boynuzları ve kanatları vardır. İnsan biçimindeyken çok güzeldir. Masal veya söylence kahramanları bir geyiği kovalarken peşinden bir mağaraya girer. Burada rastladığı güzel kızın aslında geyik kılığına girdiğini (veya biraz daha gerçekçi versiyonlarda geyikler ile birlikte yaşadığını) anlar. Cengiz Aytmatov bir kitabında Yenisey kıyılarındaki kabilelerin bir savaşta katledildiğini ve sağ kalan küçük bir kızla erkek çocuğun ölmek üzereyken bir "Buğu" (geyik) tarafından kurtarıldığını anlatır. Büyüyünce evlenen bu iki gençten türeyen kabileye bu nedenle Buğu adı verilir ve onlar için "Maral Ana" kutsal bir varlıktır.



GEYİK ATA


Geyik tanrı. Bazı Türk ve Moğol boyları geyikten türediklerine inanırlar. Çoğu zaman soyun bir kolu Gökkurt'tan, diğer koluysa Gökgeyik'den gelmektedir. Kubamaral dokuz boynuzlu, boynuzları dokuz hudaklı olarak betimlenir. Geyikli Baba gibi erenler halk kültüründe sıklıkla yer alır ve bunlar daha eski çağlardaki Geyik Ata anlayışının farklı bir yansıması olarak ortaya çıkmış inançlardır. Anlatılanlara göre bir bey avlanırken güzel bir maral (geyik) görerek peşine düşer ve bir süre kovaladıktan sonra geyiği bacağından okla vurarak yaralar. Fakat maral kaçarak yakınlardaki Abdal Musa'nın tekkesinden içeri girip kaybolur. Bey geyiğini geri istediğinde postunun üzerinde oturan Abdal Musa cüppesini yukarı kaldırır ve bedenine saplanmış oku gösterir. Bazen kutlu bir hayvan olarak erenlerin veya ozanların yanında yer alırlar:  "Yaramı sarsınlar şehitler ile/Kırk yıl dağda gezdim geyikler ile." (Pir Sultan Abdal.)



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

İznik Gölü / Bursa

 


30 Ağustos 2022 Salı

Tekirdağ

 


DÎNİ SÖZLÜK “B”

 BEDR GAZVESİ:

 

Peygamber efendimizin Mekkeli müşriklerle yaptığı ilk savaş. Bu muhârebede müslümanlar üç yüz on üç, müşrikler bin kişiydi.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

Bedr muhârebesinde düşmana nisbetle daha az ve zayıf olduğunuz hâlde, Allahü teâlâ size yardım etti, kesin zafer verdi. Allah'tan korkun ki, şükretmiş olasınız. (Âl-i İmrân

 

sûresi: 123)

 

Bedr harbinde Eshâb-ı kirâm güç durumda kaldıkları sırada sevgili Peygamberimiz; "Yâ Rabbî! Bana vâdettiğin yardımı lütfet!"diye duâ ettiğinde, Enfâl sûresinin 9. âyet-i kerîmesi nâzil olup (inip), meleklerin müslümanlara yardım için gönderildikleri şöyle bildirilmiştir: "O vakit Rabbinizden yardım ve zafer istiyordunuz da O size; "Gerçekten ben arka arkaya bin melâike ile (meleklerle) imdâd ediyorum" diye duânızı kabûl buyurmuştu. (İbni Abbâs, Taberî, Kurtubî)

 

Cebrâil(aleyhisselâm) bana gelip dedi ki: "Bedr Gazvesi'nde bulunanları nasıl sayarsınız?" Ben; "Onlar ümmetimin en hayırlıları (üstünleri)" dedim. Cebrâil (aleyhisselâm); "Meleklerden (o muhârebede) hazır bulunanlar da bizim yanımızda aynen böyle olup, meleklerin en hayırlılarıdır" dedi.(Hadîs-i şerîf-Buhârî)

 

Bedr Gazvesi'nde her birimiz bir müşrikin başına kılıcımızı salladığımız zaman, daha kılıç hedefine varmadan, kâfirin kellesinin bedeninden ayrılıp yere yuvarlandığını görüyorduk. (Sehl radıyallahü anh)

 

BEHÂÎLİK:

 

Müslüman görünüp İslâmiyet'i içerden yıkmak için çalışan El-Bâb Ali Muhammed ismindeki bir acemin talebesi olan Behâullah'ın, kurduğu bozuk yol.

 

Behâîlere göre namaz, Hayfa'ya karşı durup, Allah'ı düşünmektir. Namaz ferdî olup duâdan ibârettir. Oruç, 2 Mart-21 Mart arası on dokuz gün tutulur. 21 Mart günü Oruç bayramı olup, Behâî yılının ilk günüdür. Hacları, El-Bâb Ali Muhammed'in Şirâz'daki evini veya Behâullah'ın Bağdâd'daki evini gidip görmektir. On dokuz sayısını kutsal sayan Behâîleri umûmî adâlet evi dedikleri, yüksek meclislerine seçilen on dokuz kişi idâre eder. Her Behâî, senelik kazancının beşte birini bu hey'ete vermeye mecbur tutulur. (Muhammed Ebû Zühre)

 

BEKÂ:

 

1. Allahü teâlânın sıfatlarından. Allahü teâlânın varlığının sonsuz olması, hiç yok olmaması.

 

2. Bekâ-billah.

 

Fenâ ve bekâdan ilk bahs eden Ebû Saîd Harrâz'dır. (Molla Câmî)

 

Bekâ-Billah:

 

Dâimâ Allahü teâlâyı anma ve hatırlama hâli üzere olma. Hakîkî kulluk derecesi. Fenâ fillah'tan sonraki makam.

 

Hakk'ul-yakîn bilgisi (hakîkate kavuşmak) bekâ-billah makâmında hâsıl olur. (Ahmed Fârûkî)

 

Bekâ-billaha kavuşmadan önce huzûrun, yâni her an Allahü teâlâ ile olma hâlinin devam


etmesi mümkün değildir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Tasavvufta fenâ ve bekâ'dan ilk bahs eden Ebû Saîd-i Harrâz'dır. (Molla Câmî)

 

BEKARA (Bakara) SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin ikinci ve en uzun sûresi.

 

Bekara sûresi, Medîne-i münevverede nâzil olmuştur (inmiştir). İki yüz seksen altı âyettir. İçerisinde Allahü teâlânın varlığını, kudretini, büyüklüğünü, peygamberlere itâatin lâzım olduğunu gösteren bekara (sığır) kesme hâdisesi bildirildiği için bu sûreye Bekara sûresi ismi verilmiştir. Bekara kelimesi, sûrenin altmış yedi, altmış sekiz, altmış dokuz ve yetmiş birinci âyet-i kerîmelerinde geçmektedir. Sûre ayrıca, binlerce meseleleri, hakîkatleri ihtivâ etmektedir. (Muhammed bin Hamza ve Hüseyin Vâiz-i Kâşifî, İbn-i Abbâs)

 

Bekara sûresinde buyruldu ki:

 

Kulumuza gönderdiğimiz Kur'ân-ı kerîmde şüphe ediyorsanız, siz de ona benzer bir sûre söyleyiniz! Bunu yapabilmek için güvendiklerinizden yardım isteyiniz. Buna benzer bir sûre söyleyemezsiniz. (Âyet: 23)

 

Bekara sûresi okunan evden şeytan kaçar. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

 

BEKTÂŞÎLİK:

 

Evliyânın büyüklerinden Hacı Bektâş-ı Velî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.

 

Bektâşîlik; Hacı Bektâş-ı Velî, Lokman-ı Horasânî, Hâce Ahmed Yesevî, Yûsuf-i Hemedânî ve Ebû Alî Fârmedî, Ebü'l-Hasan-ı Harkânî vâsıtası ile Bâyezîd-i Bistâmî'ye, ondan Ebû Bekr-i Sıddîk hazretlerine ulaşır. Bektâşîler, Resûlullah efendimizi ve Ehl-i beytini çok sever ve birbirlerini kardeş bilirlerdi. (A. Rıfkı Efendi)

 

Müslümanları aldatmak için kendilerine kıymetli bir isim takan yalancılardan biri de, Bektâşî tarîkatı adı altında toplanan hurûfîlerdir. Hakîkî Bektâşîlik, bir kaç asırdan sonra bütün tekkeleriyle berâber sapık hurûfîlerin eline geçerek bozulmuştur... (Tokatlı İshak Efendi)

 

BELÂ:

 

Allahü teâlânın insanları imtihan etmek, denemek için verdiği maddî ve mânevî üzüntü, sıkıntı, musîbet, âfet.


 

Kulumu bir belâ ile ibtilâ (imtihân) ettiğim vakit sabreder şikâyette bulunmazsa, ona etinden iyi et, kanından iyi kan veririm. olarak iyileşir. Onu öldürürsem rahmetime yâni Cennet'ime gider.


ve ziyâretçilerine beni İyileştiği vakit günahsız (Hadîs-i kudsî-Muvattâ)


 

Şüphe edilen altını, ateşle muâyene ettikleri gibi, Allahü teâlâ insanları, dertle, belâ ile imtihan eder. Bâzısı belâ ateşinden hâlis olarak çıkar. Bâzısı da bozuk olarak çıkar. (Hadîs-i şerîf-Kimyâ-ı Seâdet)

 

Mü'mine; dert, belâ, üzüntü, hastalık, eziyet gibi sıkıntı verici şeylerden biri gelirse, Allahü teâlâ bunu günâhlarına keffâret (bedel) eyler. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

 

Peygamberler (aleyhimüsselâm) hep dert ve belâ içinde yaşadı. Hattâ "Belâlar, mihnetler (sıkıntılar) en çok peygamberlere, sonra evliyâya, sonra bunlara benziyenlere gelir" buyruldu. (Ahmed Fârûkî)

 

Dert ve belâ gelince Allahü teâlâya sığınmalı , âfiyet vermesi, kurtarması için duâ etmeli, yalvarmalıdır. Allahü teâlâ duâ edenleri, sıhhat, selâmet ve âfiyet istiyenleri sever. (Ahmed Fârûkî)

 

Birinize dert ve belâ gelince Yûnus Peygamberin duâsını  okusun. Allahü teâlâ onu


muhakkak kurtarır. Duâ şudur: "Lâ ilâhe illâ ente sübhâneke innî küntü minezzâlimîn." (Senâullah Dehlevî)

 

Bir kimse sıkıntı ve belâya uğrarsa; "Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil-aliyyil'azîm" desin. (Ca'fer-i Sâdık)

 

Kazâ gelmez Hak yazmasa

 

Belâ gelmez Kul azmasa

 

(Atasözü)

 

BELÂGAT:

 

1. Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesi.

 

Kur'ân-ı kerîm gibi ilâhî belâgat ve îcâza (az sözle çok mânâ ifâde etme özelliğine) sâhip bir kitap, yalnız Türkçeye değil, hiç bir dile hakkıyla çevrilemez. (H. Hüsnü Erdem)

 

Kur'ân-ı kerîmin aslındaki îcâz ve belâgatini muhâfaza ederek tercüme etmek mümkün değildir. Fakat meâl (geniş açıklamalı) olarak tercümesi mümkündür. (H. Hüsnü Erdem)

 

2.Sözün düzgün, kusursuz ve yerinde söylenmesini öğreten edebî ilmin adı.

 

BELÂDET:

 

İyiyi kötüden, faydalıyı zararlıdan ayıramama; ahmaklık.

 

BELED SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin doksanıncı sûresi.

 

Beled sûresi Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Yirmi âyettir. Şehir mânâsına olan beled'e yemin ile başladığı için bu ismi almıştır. Bahsedilen şehir, Mekke-i mükerremedir. Sûrede, insanın yaratılışından, tabîatından, kendi kuvveti ile gururlanmasından bahsedilmekte, Allahü teâlânın insanlara ihsân ettiği nîmetlerden, sıkıntı ve darlıkta olanlara yardım etmenin üstünlüğünden, seâdet ehli ile böyle olmayanlardan bahsedilmektedir. (İbn-i Abbâs, Taberî)

 

BELKIS:

 

Süleymân aleyhisselâm zamânında Yemen'de Sebe' şehrinde hüküm süren Himyerîlerden bir kadın sultan.

 

Süleymân aleyhisselâm babası Dâvûd aleyhisselâmın yerine geçti. Sultan ve sonra peygamber oldu. Mescid-i Aksâyı yaptı. Yedi senede tamamladı. Sonra hükümet sarayını yaptı. Bundan sonra Belkıs'ı Filistin'e çağırdı. Belkıs geldi. Görüştüler ve Belkıs îmân etti. Süleymân aleyhisselâm Belkıs ile evlendi. Belkıs'ın Süleymân aleyhisselâm ile mektuplaşması ve Kudüs'e gelmesi Kur'ân-ı kerîmde Neml sûresinde uzun bildirilmektedir. (M. Sıddık bin Saîd)

 

BELVÂ-YI ÂM:

 

Umûmî sıkıntı, meşakkat, kaçınılması mümkün olmayan zorluk.

 

BENÎ ÂDEM (Âdemoğlu):

 

İnsanoğlu.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Ey Benî Âdem! Yiyin, için, isrâf etmeyin. Çünkü Allahü teâlâ, isrâf edenleri sevmez. (A'râf sûresi: 31)

 

(Ey Benî Âdem!) Şeytana itâat etmeyin, o size ap-açık bir düşmandır diye size Kur'ân-ı kerîmde bildirmedim mi? (Yâsîn sûresi: 60)


Allah katında Benî Âdem'den daha şerefli bir varlık yoktur. (Hadîs-i şerîf-Şa'bul-Îmân)

 

Ey Benî Âdem! Benim malım, benim malım dersin. O maldan senin olan; yiyerek yok ettiğin, giyerek eskittiğin ve Allah için vererek sonsuz yaşattığındır. (Hadîs-i şerîf-Sahîh-i

 

Müslim)

 

Mağrûr olma Benî Âdem!

 

Ölmemeğe çâren mi var?

Yakası yok ak gömleği,

 

Giymemeğe çâren mi var?

 

(Yûnus Emre)

 

BENÎ HÂŞİM (Hâşimoğulları):

 

Peygamber efendimizin dedesi Hâşim bin Abdi Menâf'ın soyundan gelenler.


 

Allahü teâlâ, İsmâil (aleyhisselâm) sülâlesinden, Kureyş adlı zâtı beğenip, Onlardan da, beni beğenip seçti.(Hadîs-i


evlâdından Kinâne ismindeki kimseyi ve onun  seçti. Kureyş evlâdından da, Benî Hâşim'i seçti. şerîf-İmâm-ı Müslim)


 

...Ey Benî Hâşim! Nefslerinizi ateşten (Cehennem'den) koruyunuz. Ey kızım Fâtıma, nefsini ateşten kurtar. Çünkü sizleri kurtarmak için Allahü teâlânın sizinle ilgili irâdesini önleyecek hiçbir şeye sâhib değilim. (Hadîs-i şerîf-Mişkât)

 

Kureyş kabîlesi; Hâşimî, Emevî, Nevfel, Abdüddâr, Esed, Teym, Mahzûm, Adiy, Cumah ve Sehm adında on kola ayrılmıştı. Zemzem dağıtmak ve Kâbe'yi tâmir ve tezyîn (süsleme) işi, Benî Hâşim'e verilmişti... (Muhammed Nişancı)

 

BENÎ İSRÂİL (İsrâiloğulları):

 

Ya'kûb aleyhisselâmın, on iki oğlundan gelen evladı ve torunları. Ya'kûb aleyhisselâmın diğer adı İsrâîl olduğu için, soyundan gelenler bu isimle anılmışlardır.

 

Allahü teâlâ, Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Îsâ bin Meryem de bir zamanlar şöyle demişti: "Ey Benî İsrâil! Ben size Allahü teâlâ tarafından gönderilmiş bir peygamberim. Benden evvel(gönderilmiş olan) Tevrât'ın tasdîkçisi, benden sonra gelecek bir peygamberi de müjdeleyici olarak geldim, ki o peygamberin ismi Ahmed'dir(Muhammed'dir). (Saf sûresi: 6)

 

Benî İsrâil yetmiş bir fırkaya ayrılmıştı. Bunlardan yetmişi Cehennem'e gidip, ancak bir fırkası kurtulmuştur... (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizi-Milel-Nihâl Tercümesi)

 

Ümmetimin âlimleri, Benî İsrâil'in peygamberleri gibidir. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)

 

Benî İsrâil Yûsuf aleyhisselâmdan sonra Mısır'da çoğaldı. Fakat burada zulüm ve hakâret gördüler. Bu durum Mûsâ aleyhisselâm zamânına kadar devâm etti. Mûsâ aleyhisselâm onları Mısır'dan alıp Şeria vâdisinin doğusundaki bölgeye yerleştirdi. Zamanla hazret-i Mûsâ'nın dînine uyanlar azaldı. Hazret -i Îsâ gelince, Mûsâ aleyhisselâma verilen Tevrat'ın hükmünü kaldırdı. Benî İsrâile, hazret-i Îsâ'nın dînine uymak lâzım oldu. Fakat onlar, Îsâ aleyhisselâma îmân etmeyip, Tevrat'a uymakta inad ettiler. Sevgili Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm son peygamber olarak gelince de Îsâ aleyhisselâmın dîninin hükmü kalktı. Herkesin İslâmiyete uyması lâzım oldu. Fakat Benî İsrâil Peygamber efendimizi kıskandıklarından O'nun peygamberliğine ve İslâmiyete inanmadılar. (Harputlu İshak Efendi, Nişancızâde, Rahmetullah Efendi)

 

BENCİLLİK:

 

Kendini beğenmek, kendini büyük görmek, enâniyet.


BENÛL-AHYÂF:

 

İslâm mîrâs hukûkunda Eshâb-ı ferâiz adı verilen (Allahü teâlânın Kur'ân-ı kerîmde hisselerini, paylarını bildirdiği) kimselerden ana bir erkek ve kız kardeşler.

 

Benûl-Ahyâf tek kişi olduğunda hissesi mîrâsın altıda biridir. Birden fazla oldukları zaman mîrâsın üçte birini alıp aralarında paylaşırlar. Erkek ve kadın aynı miktârda alır. Ölenin çocuğu veya oğlunun çocuğu, yâhut babası, dedesi varsa, Benûl-Ahyâf mîrâs alamaz. (Abdürreşîd Secâvendî)

 

BENÛL-ALLÂT:

 

İslâm mîrâs hukûkunda baba bir, ana ayrı kardeşler.

 

Benül-a'yân (ana-baba bir erkek ve kız kardeşler) ve Benûl-allât; oğul, oğlun oğlu, baba, dededen biri bulunduğu zaman vâris, mîrasçı olamazlar. (Secâvendî)

 

BENÛL-A'YÂN:

 

İslâm mîrâs hukûkunda; ölenin aynı ana ve babadan olan erkek ve kız kardeşlerinden her biri.

 

Benül-A'yân; oğul, oğlun oğlu, baba ve dededen biri bulunduğu zaman vâris olamaz. (Abdürreşîd Secâvendî)

 

BERÂÂT SATIŞI:

 

Zekât toplayan âmillerin (memurların), köylüden alacakları zekât ve uşrun cins ve miktârını gösteren ve berâât adı verilen senedlerin satışı.

 

Berâât satışı câiz değildir. Zîrâ verilen senetlerdeki yazılı mal mevcûd değildir. (İbn-i Âbidîn).

 

BERÂE SÛRESİ:

 

Kur'ân-ı kerîmin dokuzuncu sûresi. Tevbe sûresi de denir.

 

BERÂET (Berât):

 

1. Temize çıkarmak. Bir şahsın, hakkında iddia edilen suçtan uzak olduğunun veyâ işlediği söylenilen suçun gerçekte suç olmadığının anlaşılması.

 

Allahü teâlâ dört kimseyi dört şeyle töhmetten (iftiradan) berât ettirmiştir. Yusuf aleyhisselâmı şâhitle, Mûsâ aleyhisselâmı elbisesini taşıyan taşla, hazret-i Meryem'i çocuğunu konuşturmakla, hazret-i Âişe'yi Nur sûresi 26. âyet-i kerîmesiyle berât ettirmiştir. Hazret-i Âişe'nin berâeti için birçok âyet-i kerîme nâzil olmuştur. (Muhammed bin Hamza)

 

2. Kurtuluş vesîkası.

 

Abdullah bin Ömer radıyallahü anhümâ bir gün Resûlullah'ın sallallahü aleyhi ve sellem huzûruna geldi. Peygamber efendimiz ona çok iltifat ederek; "Kıyâmet günü herkesin berâeti, her işi ölçüldükten sonra verilir. Abdullah'ın berâeti ise dünyâda verilmiştir"buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Tezkiye-i Ehl-i Beyt)

 

Âhirette pek çok kimse, hesâba çekilmeden Cennet'e girerler. Onlar için mîzân (terâzi) kurulmaz. Onlara verilen sayfalar üzerine; "Lâ ilâhe illallah, Muhammedün resûlullah. Bu filânın oğlu filânın Cennet'e girmesinin ve Cehennem'den kurtulmasının berâetidir" yazılır. (İmâm-ı Gazâlî)

 

Berâet-i Zimmet:

 

Aksine bir delil bulunmadığı müddetçe şahsın suçsuz ve borçsuz olması.

 

Berâet -i zimmet asıldır. Meselâ bir kimse başka bir kişi üzerinde şu kadar alacağım vardır diye iddiâ etse, borçlu olduğu iddiâ edilen kimse borcunu inkâr etse ve borcu olmadığına dâir


yemin etse onun sözüne bakılır. Çünkü her şahıs zimmetten yâni borcdan ârî (uzak) olarak yaratılmış olduğu için, Berâet-i zimmet asıldır. (İbni Nüceym-i Mısrî)

 

BERÂT GECESİ:

 

Şâban ayının on beşinci gecesi.

 

Berât gecesini büyük nîmet, fırsat biliniz! Çünkü belli bir gecedir. Şâban'ın on beşinci gecesidir. Kadr gecesi, çok büyük ise de, hangi gece olduğu belli değildir. Bu gece, çok ibâdet yapınız. Yoksa kıyâmet günü pişmân olursunuz! (Hadîs-i şerîf-Riyâd-un-Nâsihîn)

 

Berât gecesinde çok duâ etmeli, kötü sondan, îmânsız ölmekten Allahü teâlâya sığınmalı, Cehennem ateşinden kurtuluş berâtı, bereket, rahmet, mağfiret ve âfiyet dilemelidir. (Muhammed Rebhâmî)

 

BEREKÂT:

 

Bereketler, hayırlar, iyilikler, bolluklar. Bereket'in çokluk şekli.

 

BEREKET:

 

1. Allahü teâlânın bol nîmet vermesi.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

Böylece İbrâhim'i ve (kardeşi oğlu) Lût'u (Irak'daki Nemrûd'dan) kurtarıp, içinde âlemlere (ağaçlar, tatlı meyveler, ırmaklar vb. şeylerle veya pek çok peygamber çıkarmak sûretiyle) bereketler verdiğimiz arza (Şam diyârına) çıkardık. (Enbiyâ sûresi: 71)

 

Bir kadın, Resûlullah'a hediye olarak bal göndermişti. Resûlullah efendimiz balı kabûl edip boş kabı geri gönderdi. Kab bal ile dolu olarak geri geldi. Kadın gelerek; "Yâ Resûlallah! Hediyemi niçin kabûl etmediniz. Acaba günahım nedir?" deyince, Resûlullah efendimiz; "Senin hediyeni kabûl ettik. Gördüğün bal, Allahü teâlânın hediyene verdiği berekettir" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ı Kâinât)

 

Senenin bereketi, bahârından belli olur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

2. Hayır, fayda.

 

Şeytan her işinizde sizinle berâber bulunur. Hattâ yemekte bile. Birinizin lokması düşerse, onu alıp tozunu temizleyip yesin. O lokmayı şeytanlara bırakmasın. Çünkü bereketin hangi lokmada olduğu bilinmez. (Hadîs-i şerîf-Müslim)

 

Ticârete hiyânet karışınca bereket gider. (Hadîs-i şerîf-Tergîb vet-Terhîb)

 

Bir kimse Allahü teâlâ emr ettiği için çalışır, rızkını helâl yoldan ararsa, ezelde belli olan rızkına kavuşur. Bu rızık ona bereketli olur. (Seâdet-i Ebediyye)

 

Az bir mal, bereketli olunca, çok kimsenin rahat etmesine, çok iyi işlerin yapılmasına vesîle olur. Bereketli olmayan çok mal vardır ki, sâhibinin dünyâda ve âhirette felâketine sebeb olur. O halde malın çok olması değil, bereketli olmasını istemelidir. (İmâm-ı Gazâlî)

 

3. Rahmet.

 

Kur'ân-ı kerîm okunan eve bereket gelir. Melekler oraya toplanır. Şeytanlar oradan kaçar. (Ebû Hüreyre)

 

Kur'ân-ı kerîm okunan eve bereket iner. Bu zaman yapılan duânın kabûl olması umulur. (Abdülhakîm-i Arvâsî)

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak