9 Mayıs 2022 Pazartesi
Gündelik Hayatımızda Ev ve Çevresi - 9
Boya, Badana
Tarih öncesi çağlardan beri bilinen fakat 1880’lerden itibaren sanayi dalı haline gelerek günlük kullanıma girebilen maddelerin bir örneği de boyalardır. Kumaş ve halı boyaları yanında mozaik, fresk, çinilerin renklendirilmesiyle boyama ve boya üretme teknikleri gelişmiştir, fakat kamusal yapılar dışında sıradan evlerin boyanması çok daha yenidir. Evlerin iç ve dışlarının boyanması toplumsal zorunluluk haline geldiğinde, hazır boyaların satışa çıkarılması insanlara kendi evlerini istedikleri renkte boyama olanağını sağlamıştır.
Eski edebiyatımızda hep geçen, fakat ahşap evleri kararmış tahtalarıyla gördüğümüz için İnebolu, Safranbolu’yu görmeden gözümüzde canlandıramadığımız aşı boyası, tabii mineral pigmentidir. Hidratlı demir oksidin, hidratlı alüminyum oksit ve silisle etkimesinden oluşur. Ham veya kireç halinde sarı veya kırmızı renkte bulunur ve demir oksidin oranına göre manganez oksidin karıştırılmasıyla kahverengi ve daha koyu tonlar elde edilir. Atmosfer etkilerine karşı çok dayanıklı olduğu gibi, başka renkleri örtücü gücü de yüksektir. Kırmızı renk sarı pigmentlerin 250 dereceye kadar ısıtılması ile hazırlanır ve boya inceliğine göre altı sınıfa ayrılarak su ve tutkalla uygulanır.
1870’de Henry Alden Shenvin ortaklarına hazır boya üretimine geçmelerini önerdiğinde, herkesin istediği karışımla evini boyadığını öne süren ortaklarından destek görmedi. Edward Williams’la yeni bir ortaklık oluşturularak uzun denemelerden sonra piyasaya ancak 1880’de hazır boya sürülebildi.
Yaşar Holding 1945’te kuruldu, DYO 1954’de üretime başladı. 1954’de Marshall, 1956’da Polisan, 1969’da Ç BS faaliyete geçti.
Eskiden kireç inşaatlarda açılan kuyularda söndürülür ve mükemmel oyun alanı oluştururdu. Kireç sözcüğünün kökünün Girit adasının Latincesi Creta’dan gelen creteus veya Farsça giraç olduğu ileri sürülmektedir. Sözcük Balkan dillerine yayılmış olduğu gibi, Ermenicesi de kir’dir. Ancak Batı’da görülmez (Almanca Kalk, İtalyanca calce, Fransızca chaux, İngilizce lime). Badana söndürülmüş kireç, şap, terebentin veya içyağıyla hazırlanır ve Fransızcada 1676’dan beri kullanıldığı saptanmış olan badigeon sözcüğünden gelir, ancak kökeni bilinmemektedir. Bugün boyalar, yağlıboya, plastik, saten türleri ve bin bir renkleriyle kimya sanayiinin dalı haline gelmiştir.
Süpürge, Gırgır
Süpürge kir ve tozla birlikte kötülükleri de süpürür. Loğusa bekleme âdetinde yeni annenin yanına Kuran, bıçakla birlikte süpürge de konur. Konuğa süpürge değerse tükürmek gerektiği gibi, evden seyahate çıkan olursa hemen süpürmeyip evle ilişkisini kesmemek gerekir. Evde cenaze olduğunda da ölü çıkarılana kadar süpürmemek gerekir. Süpürge Avrupa cadılarından Çin’deki bilgelik ve zekâ simgeselliğine kadar büyüsel nitelikler taşır.
Süpürgenin yoldaşı faraş Arapçadan gelir. Ferraş Arapça yayıcı, döşeyin, hizmetçi anlamındadır, cami, imaret gibi yerleri süpürme ve halı kilim düzeltmekle görevli kişilere denir; Yeniçeri Ocağı’nda da Kâbe’yi süpürmekle görevli olanlara ferraş denirdi.
Süpürge önce mekanik sonra elektrikli teknoloji ile görev alanını daralttı. 1699’da Londra sokaklarını temizlemek için bir makinenin patenti verilmişse de, evde kullanılan gırgırın üreticileri, toza karşı alerjileri olan Anna ve Melville Bissell’dir. 1876’da üretilen makine 1890’larda İngilizcede ‘halı hissellemek’ diye fiil haline gelecek kadar yaygınlaşmıştı. Mekanik süpürme aracının adı olarak Türkçeye yerleşen ‘gırgır’ sözcüğü de üretici firmanın adından kaynaklanıyor. Sürekli, usanç verici ses, hafife alarak alay etme anlamlarına da gelen sözcük yansıma kökenlidir ama, niteleyici özelliği ve elektrikli süpürgenin evlere girmesiyle önemini yitirmesi sonucu, artık herhalde adı değişmeyecektir.
Elektrikli Süpürge
1898 yılında Londra’da bir sanayi sergisine katılan H. Cecil Booth, burada sergilenen ve halılara hava üfleyerek tozu ve kiri uçurup üstündeki metal kutuda toplamayı amaçlayan toz kaldırma makinesini görünce, böyle bir makine üzerine çalışmaya başladı. Tozu emme ve filtre etme esası üstüne kurduğu makinesinin patentini 1901 yılında aldı. İlk ticari elektrikli süpürge bugünün buzdolabı büyüklüğündeydi ve iki kişi tarafından kullanılıyordu. İşyerleri değil evler için yapılan daha küçük modelleri bile önceleri tek başına kullanmak mümkün değildi.
James Murray Spangler’in 1908 yılında patentini aldığı elektrikli pervane ve torbalı makinenin yaygınlaşması üretim hakkını deri eşya ve otomobil aksesuarı üreticisi William Hoover’in aynı yıl satın almasıyla başladı. Hoover müşterilerine on günlük deneme süresi tanıyan geniş bir kampanya başlattı.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
8 Mayıs 2022 Pazar
TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 12
ALBASTI
Albıs'ın neden olduğu ruh hastalığı, boğucu sıkıntı. Loğusa humması denilen ve yüksek ateşle ortaya çıkan bir hastalık ve bunlara bağlı baygınlık, sara nöbeti. Bir çeşit korku halidir. Gebe kadın hastalanıp kan kaybettiğinde gözüne değişik varlıklar görünmeye başlar, nefesi daralır, yemeden içmeden kesilir. En çok korktuğu şeyler zihninde ortaya çıkar ve bazen bayılır. Albıs'ın o esnada göğsüne dizleriyle çökerek soluğunu kestiğine inanılır. Albastı'ya tutulan kişiye Albıstar denir ve kurtulması için "Al Ocağı"na götürülür. Bu yer genelde kutlu bir mekandır veya bir evliya mezarıdır. Ayrıca Udmurt ve Mari dillerinde de Alvasta ve Alvastı olarak yer almaktadır. Aleybanı (Alyabani) varlığı da akla getirir.
ALBIS
Albastı'ya neden olan kızıl renkli kötü varlık. Çirkin, saçları darmadağınık, gözleri kanlı, uzun tırnaklı, uzun boylu, çok kuvvetli olarak betimlenir. Develerle güreşebilecek kadar uzun ve güçlü olduğu anlatılır. Kızıl elbiseler giyer. Kimi anlatılarda bir küpün içine girerek
orada yaşar. Bazen de ırmak kenarlarındaki ıssız bölgelerde veya içi boş ağaç kovuklarında yaşadığı söylenir. İri gözlüdür. Çok fazla sayıda ağır, demirden yapılmış takıları vardır. En sevdiği şey atların yelesini örmektir. Albıs'ı yakalamak için elbisesine veya kendisine iri bir iğne saplamak gerekir. Demirden ve demircilerden korkar. Lohusalara musallat olur ve ölümlerine sebebiyet verir. Korunmak için lohusaların odalarında demir eşya bulundurulur. Kötülük yapmaktan zevk alır. Ayakları ters olarak betimlenir. Kendisiyle konuşan Kam (Şaman) ne derse, söylenenin tersini yapar. Başı sıkışınca bir kuyuya girerek kaybolur. Bazen de iğne batırılınca su olup bir kuyuya doğru akar. Ayrıca genel özellikleri itibariyle Kızıl Albıs olarak da bilinen bu varlığın iki türü daha vardır: Sarı Albıs ve Kara Albıs.
1. Kızıl Albıs: "Kızılsaç" olarak da bilinir. Al renkli giysiler giyer. Kızıl hummaya neden olur. Yaptığı kötülükler "albasmak" fiiliyle anlatılır. Kızıl saçlı bir kadın olarak betimlenir. Uzun boylu, uzun parmaklı ve sivri tırnaklı, dağınık saçlı, yağlı vücutlu, dişlek, çıplak gezen, göğüslerinden birini geriye atmış, tepesinde gözü olan çok çirkin bir yaratıktır. Irmaktan veya denizden çıkan ve yalnız oynayan çocukları çalarak suyun dibindeki evine götüren bir kadın olarak da anlatılır. "Gökçe Munçuk"tan (Mavi Boncuk) çok korkar, ki "nazar boncuğu" kavramının kökeninde bu anlayış yatar. Küplerin içinde saklandığı da düşünülür. Ağzında sihirli bir taş olan bir kuş kılığına girebilir. Öleceğini anladığında kendini yaralar ve akan kanından bir süre sonra yeni bir Albıs doğar. 'Alkarısı" olarak da bilinir.
2. Sarı Albıs: "Sarısaç" olarak da bilinir. Sarı giysiler giyer. Sarıhummaya neden olur. Oluşturduğu hastalık "sarı basmak" tabiriyle ifade edilir. Sarışın bir kadın görünümündedir. Kötülükte Kızıl Albıs'a göre biraz daha düşük seviyededir. Ölümcül değildir. Keçi veya tilki donuna (kılığına) bürünebilir. Şımarık yönü ağır basar, hoppa ve oynaktır. Kandıracağı kişiyi cilvelerle kendisine çeker. Dünyadaki en güzel kadından daha güzel bir görünüşe sahip olabilir. Şehvetli ve açgözlüdür.
3. Kara Albıs: "Karasaç" olarak da bilinir. Kara giysiler giyer. Karahummaya neden olur. "Kara basmak" tabiri yaptığı kötülükler için kullanılır ve kabuslarla da ilgilidir. Esmer, koyu tenli bir kadındır. Diğer Albıslara göre daha ağırbaşlı ve ciddi görünümlüdür. Ancak daha aldatıcı ve baştan çıkarıcıdır. Albıslar içinde nadiren rastlanır ve en ölümcül olandır. Çakal veya sırtlan kılığına girebilir.
Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Gündelik Hayatımızda Ev ve Çevresi - 8
Yatak
Yatak odası ilk kez Sümer saraylarında IÖ 3500’lerde görülür. Fakat yatak odası ve yatak evin reisine aittir, karısı, çocukları, hizmetçiler, evde buldukları yerde, divan, set veya yerde yatarlar, yastıktan başka eşya yoktur. Eski Mısırlılarda efendinin yatağının çevresinde küçük hollere, eş ve çocuklar için daha küçük yataklar yerleştirilir.
Avrupa dillerinde yaygın olan ve Türkçeye de girmiş olan kanepe, Yunanca sivrisinek anlamındaki konops sözcüğünden gelir; haklı olarak insanlar uyuyabilmek için yataktan önce cibinliğe önem vermişlerdir. Roma’nın yıkılışından sonra yatak odası da ortadan kalkar. İnsanlar bir odada yatarlar, yere serdikleri yatakları da içi saman doldurulmuş bezlerdir.
Haşarattan korunmak için samanların sık sık boşaltılması ve havalandırılması gerekir. Litvanya ve Eski Prusya dillerinde yatak sözcüğü bu dönemi anlatır biçimde düz yer, zemin sözcüğünden gelmektedir. Elbette insanların bu dönemde gece kıyafetleri de yoktur, sabah akşam aynı elbiselerle yatar kalkarlar. İskoç kralı Edgar (1075-1107), maddi gücü olan soylulara da yatakta yatmayı ve zırhları dışında elbiselerini çıkarmayı, gevşemesinler diye yasaklamıştır.
Yaylı yataklar 18. yüzyılda İngiltere’de üretilmeye başlanmışsa da, silindir biçiminde yaylar sorun yarattığı gibi, el yapımı bu yataklar pahalı olduğu için, belirli oteller dışında 1920’lere kadar yaygınlaşamadı. İngilizcede yatak bugün spring mattress yaylı yatak olarak yerleşmiştir. Mutrress sözcüğünün kökeni eski Fransızca materas, Arapça matrah’dan gelmektedir. Muhasebecilerin bileceği gibi matrah’ın kökü olan tarh, Arapça atma, koyma, bırakma, kurma, tertipleme, matrah da tarh olunan nesne, bir şey atılan yer anlamlarındadır. Latince uyku hali, tembellik, hareketsizlik anlatan somnus kökünden türetilen ve 17. yüzyıldan beri bugünkü anlamını kazanan Fransızca sommier Türkçeye somya olarak girmiş, sağlamlıkları ile Bulgar somyaları ün yapmıştır.
Kerevet sözcüğü Yunancadan gelmektedir; kökü belirsizdir. Karyola ise İtalyanca carriola'dan gelir, el arabası demektir, adını gemicilerin taşınır yataklarından alır. Baş ve ayak uçları işlemeli, aynalı pirinç karyolaların yerini bugün mobilya şirketlerinin ahşap yatak odası takımları almış, karyolalar alçalmış, baş ve ayak kısımları ise çoğu modelde ortadan kalkmıştır. Yelkenli dönemde gemicilerin yatağı olan hamak Amazon ve Orta Amerika adalarında Kızılderililerin yatağıdır, Ispanyollar (hamaca) aracılı ğıyla yayılmıştır.
Yorganın varlığı Uygurcadan (yogurkan) beri Türkçede izlenebilmektedir. Türkçede ilgili sözcüklerin etimolojisinden, yatgak’la döşek arasında işlevsel farklılık olduğu hissedildiği gibi, yorganın da eskiden sarınılan üstlük olduğu anlaşılmaktadır. İstanbul Kapalı Çarşı’dan başlayarak bütün Anadolu’ya yayılmış olan yorgancılar Trabzon Maçka kökenli, yorgancı ve hallaç esnafının piri ise Zahidil Katan’dır. Eskiden yorgan çarşafı teğellenerek tutturulur ve her evde de yorgan iğnesi bulunurdu, sonra çengelli iğneler, daha sonra da düğmeli çarşaflar çıktı. Çarşafın asıl anlamı Farsça çaderşeb biçimindeki aslının gösterdiği gibi, gece örtüsüdür.
Yatak odaları ortaya çıkana kadar yer yatakları ve yüklükler vardı. Bugün misafir odasından misafirler için ayrılmış dayalı döşeli aynı yatak odası değil, misafirlerin kabul edildiği salon anlaşılıyor. Misafir odasının teşrifatı değiştiği gibi, misafirler de yatıya kalırlarsa gündüz oturdukları çekyatlarda yatıyorlar. Çekyatlar yüklük görevi gördüğü gibi, mobilya yerine de geçiyor.
Plastik
Plastik fildişini ikame etmek üzere üretilmişti. 1868’de fildişi bilardo topu üreten bir Amerikan firması, fildişi darlığı çekince onu ikame edecek bir ürün için on bin dolar ödül koydu. John Wesley Fiyatt ödülü kazandı ve selüloid adını verdiği ürününün patentini 1872’de aldı. Hyatt, patenti Alexander Parkes’tan almıştı. Ingiltere’de Birmingham kentinde profesör olan Parkes 1850’de nitroselülozla kafuru karıştırdığında saydam, esnek ve dayanıklı bir madde elde edildiğini görmüş ve buna ‘Parkesin’ adını vermişti. Dr. Parkes piyasada rağbet görmeyen ürününün patent haklarını Hyatt’a satmakta sakınca görmemişti.
Hyatt aldığı ödül parasıyla bilardo topu üretmeye başladı ama kısa sürede bu maddeyle birçok ürün yapılabileceğini anladı. 1890’larda selüloid birçok ürünle evlere girdi. Yaka, manşet, tarak, ayna, oyuncak ve birçok eşya ‘selüloid’den yapılıyordu.
1889’da Amerikalı mucit George Eastman’ın fotoğraf filmini ve Thomas Edison’un film şeridini icat etmesiyle plastik, fotoğraf ve sinema gibi iki yeni dünyanın kapılarını açtı.
Organik kimyanın geliştirdiği son teknikler hakkında Ghent Üniversitesi’nde öğrenim gören Belçikalı Leo Handrik Baekeland (1863-1944), plastiğin olanaklarını keşfeden mucizeler mucidi oldu, ilk buluşlarından biri Kodak - Eastman’a sattığı fotoğraf kâğıdıydı; böylece fotoğrafın güneş ışığında çekilmesi zorunluluğu ortadan kalmıştı. Baekeland, bakalit adını verdiği, ısıya dayanıklı, asit ve elektriğe dirençli, sert ve biçim verilebilir, tencere, bıçak saplarından elektrikli birçok alet akşamına kadar kullanılabilen sentetik bir madde üretmişti. Böylece termoset plastik adı verilen bir dizi türevin yolu açıldı. Üretim yıllarına göre plastik türevleri şöyle: 1912 selefon, 1927 asetat, 1928 vinil, 1930 pleksiglas, 1936 akrilik,
1937 melmac, 1938 naylon, styrene, formika, 1940 polyester.
Türkiye’de plastik üretimi 1970’de başladı.
Kudret Emiroğlu’nun
GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ
kitabından alıntılanmıştır.
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...