7 Nisan 2022 Perşembe

Göz Kapakları

 


Gözler vücudun dış dünyaya açılan pencereleridir. Bu pencerelerin korunması ve bakımı özel bir sistem sayesinde sağlanır. Göz kapakları, mükemmel bir şekilde işleyen bu sistemin en önemli parçalarından birisidir. Göz kapaklarının görevi, göz küresini korumakla birlikte "konjonktiva" ve "kornea"yı her an belli bir nem oranında tutmaktır. Göz kapaklarının iç kısmında bulunan konjonktiva adlı katmanın damarları, uykuda oksijen alamayan gözün dış tabakasını besler.

Gerektiği zaman göz yuvasının üstünü tamamen ve sıkıca örtebilen göz kapağının derisi, vücudun diğer kısımlarına göre çok daha incedir. Göz kapağı derisinin alt tabakası yağsız ve çok gevşektir, kan bu bölgede kolay toplanır. Eğer göz kapağının derisi kalın ve yağlı bir yapıya sahip olsaydı, gözlerin açılıp kapanması oldukça zor bir işlem olurdu.

Herkes gün içinde hiç farkında olmadan binlerce kez gözlerini kırpar. Bu hareket istem dışı olarak yapılır ve bu sayede gözler yoğun ışık temasından ve yabancı maddelerden korunur. İşlemin otomatik olarak yapılması da çoğu insanın farkında olmadığı bir nimettir. 

Bu temizlenme otomatik olarak yapılmasaydı ne olurdu? Böyle bir durumda insan göz kırpmayı yalnızca gözünün içinde rahatsız edici miktarda pislik biriktiğinde hatırlardı. Bu da gözün mikrop kapmasına neden olurdu. Gözler tamamen temizlenemediğinden puslu, bulanık bir görüntü meydana gelirdi. Göz kırpmak büyük bir külfet olur, insan gün boyunca sürekli göz kırpmayı unutmamaya konsantre olmak zorunda kalırdı.

Her birkaç saniyede bir göz kırpıldığında göz kapakları tıpkı araba camı silecekleri gibi gözleri sulandırır, pislikleri temizler. Uyku sırasında ise göz kapakları kapalı olduğu için gözler kurumaya karşı otomatik olarak korunur.

Göz kapağı, kavisli göz yapısının üstüne kusursuz olarak oturan bir mekanizmadır. Bu mükemmel uyum sayesinde, göz kapağının açılıp kapanması esnasında gözün ön yüzeyinde temas edilmeyen hiçbir nokta kalmaz. Göz kapağı, gözü bu şekilde kusursuz olarak sarmasaydı, kalan boşluklardaki yabancı maddelerin temizlenmesi mümkün olmayacaktı. 

Açılıp kapanma esnasında, göz kapağının içinde bulunan özel bir bezden (meibomius bezi) salgılanan yağlı bir salgı kapakların birbirlerine yapışmalarını engeller ve göz kapaklarının kaymasını kolaylaştırır.

Göz kapağının uyurken kapalı durması da çok önemlidir. Eğer göz kapağı uyurken kapanmasaydı, uyumak insan için son derece zor bir işlem haline gelecekti. Uyuyabilmek için karanlık bir odaya ihtiyaç olacak, gündüzleri hiç uyunamayacaktı. Uyku esnasında açık kalan gözler ise her türlü dış etkiye karşı savunmasız kalacaklardı.

Göz kapaklarının önemini daha iyi anlamak için mevcut durumun tam tersini düşünelim. Eğer göz kapağı diye bir şey olmasaydı yeryüzündeki insanların tamamı çok kısa bir süre içinde kör olurdu. Gözün üst tabakasını oluşturan kornea kuruyacak, göz kısa bir süre sonra görevini yapamamaya başlayacaktı. Göze girecek en küçük bir toz tanesi bile zamanla büyük problemler yaratacak, göz hemen mikrop kapacaktı. En küçük darbelere karşı korumasız kalan göz her an kör olma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaktı. 

Örneğin lagoftalmi adlı hastalıkta göz kapakları ya tamamen kapanamaz veya çok zor kapanır. Bu durumda korneanın nemlenmesi tehlikeye gireceğinden, korneada kurumaya bağlı olarak iltihaplanma görülür. Bu hastalığın uzun süre devam etmesi durumunda ise kalıcı göz bozuklukları oluşabilir. Göz kapakları kapanamadığı ve göz sıvısı da bulunmadığı için göz sürekli temizlenmeli ve mikrop kapmayacak hale getirilmelidir. Sabaha kadar sürekli açık kalan göz, sabah uyanıldığında, her türlü toz, kir ve pislikle dolmuş bir hale gelir.



Erken Uyarı Sistemi


Göz, mevcut bir erken uyarı sistemi sayesinde tehlikelerden korunur. Bu sistemin temel prensibi; göze yönelik bir tehdit karşısında, gözün etrafında ya da üzerinde bulunan sinirlerin göz kapağını devreye sokmasıdır. Bu sinirler göz kapağını çalıştıran kasları uyarırlar.

Göz kapaklarının kapanıp açılmasından sorumlu farklı kas çeşitleri vardır. Bu kaslara bağımlı olarak göz kapaklarının hareketi üç şekilde olur:

- Göz kırpma,

- Refleks olarak kapanma,

- İsteğe bağlı olarak kapanma.


- Göz kırpma:

Göz kırpma hava ile temas halinde yaşayan ve göz kapağı bulunan omurgalılara ait bir özelliktir. Dakikada yaklaşık 10-20 kere istemsiz olarak kapanır. Sürekli okuma, dikkat yoğunlaştırma ya da havadaki nemin artması gibi etmenler göz kırpmayı azaltır. Üzüntüler, sıcaklığın veya ışığın artması gibi etkenler ise göz kırpmayı artırıcı rol oynar. Bu sayede gözün temizliği, insanı meşgul etmeyen otomatik bir sistemle sağlanmış olur. 


- Refleks olarak kapanma:

Refleksler insanın çeşitli dış uyaranlara, irade dışında ve çok kısa bir süre içinde verdiği tepkilerdir. Gerekli durumlarda göz kapağını da harekete geçiren bu refleks mekanizması, tehlikelere karşı bir sigorta görevi görür. Korneaya, kirpiklere, hızlıca kaşların ortasına ya da alna dokunma göz kapağını uyaran refleksin oluşmasına neden olur. 

Eğer göz kırpma refleksini meydana getiren sinir ağı incelenirse, bu ağın ne kadar incelikle planlanmış bir yapıya sahip olduğu açıkça görülür. Çünkü yukarıda belirtilen her refleks için göz kapağına taşınan uyarılar farklı sinir yollarından geçmektedir. Yani gözün etrafı çok sayıda erken uyarı sistemiyle donatılmıştır.

Beyin, çok kısa sürede gelen bu uyarıları değerlendirir ve ilgili kaslara sinir uyarılarının gitmesini sağlar. Bu işlemler sırasında sinir uyarıları yollarını hiç şaşırmadan saniyenin binde biri kadar kısa bir süre içinde beyne ulaşırlar. Beyinden gelen emir sonucunda göz kapağı, gözü yabancı maddelerden korumak veya silecek görevini yerine getirebilmek için tam zamanında kapanır. Mevcut tehlikenin anında tanınması, farklı durumlara ait reflekslerin ayrı sinir yollarından, birbirine karıştırılmadan sinyal olarak ulaştırılması son derece karmaşık işlemlerdir.



Alıntıdır.


Hattuşaş'ın güçlü kralları...

 


“Kenti fırtınalı bir gecede aldım; ancak burada elime geçen sadece yaban otlar oldu. Benden sonra kral olacaklardan her kim, Hattusas’ı yeniden canlandırırsa onu göklerin fırtına tanrısına havale ettim.” 

“Küçük Hattusas kalesinin beyini yenip kenti yerle bir eden Kussara Kralı Anittas’ın bir tabletinde böyle yazılı. Bu lanet, eski Hitit dilinde uzun bir tapınak yazısının içinde bir parçadır. 

Ne var ki, aldırış eden olmamış bu lanete; M.Ö.1800’lerde Hattusas eskisinden daha büyük ve daha güzel olarak yeniden kurulmuş. 

O zamanlar Küçük Asya, Suriye ve Mezopotamya’da ulusların nasıl dalgalanmalar meydana getirdikleri konusunda bilgimiz çok az. Sargon’un imparatorluğu (M.Ö.2300 yılları) yıkılalı hayli zaman olmuştur; Asurlular’ın Küçük Asya’ya sokulmaları giderek güçlenmektedir (başlıca yerleşme merkezleri Kültepe’dir). 

Şehir devletleri ve küçük krallıklar birbirleriyle sonu gelmez savaşları sürdürmekte, savaş ortaklıkları yapılmakta, arada sırada kısa ömürlü antlaşmalar ortaya çıkmakta, ama asla sürekli, güçlü ve siyasal bakımdan etkili bir büyük güç oluşamamaktadır. 

Bu durum Hititler kuzeyden akıp gelince birden değişiveriyor. Hititler, kuzeydoğudan mı yoksa kuzeybatıdan mı gelmişlerdi? Bunu henüz kesinlikle öğrenemediğimiz gibi, geldikleri zaman asıl adlarının ne olduğunu da bilmiyoruz. Fakat bildiğimiz bir şey varsa, bunların Hint-Avrupa kökenli bir ulus olduklarıdır. 

Kuşkusuz birkaç bin kişiden fazla değildiler, fakat buranın yerli halkı Proto-Hattiler’den daha gelişmiş ve daha becerikli oldukları hemen anlaşılıyor. Meydana çıktıkları andan itibaren siyasal yönetim ile askeri güç arasında çok ender dengesizlik gösteriyorlar. 

Başka bir deyişle, öylesine güçlü oluyorlar ki, yayılmalarına karşı çıkmayı kimse göze alamıyor. Ayrıca siyasal açıdan büyük yetenek sahibi oldukları besbelli. Öyle ki, çiğneyip geçtikleri ulusları köle yapmıyor, aksine onları bir sadakat ilişkisi içinde eritmeyi başarıyorlar. 

Gariptir, ilk Hitit kralları soylarını Kussara hanedanına dayandırmaya önem vermişler, ataları olarak da Hattusas’ı yıkmış ve burayı yeniden kurmaya kalkışacak olanı lanetlemiş bulunan Kral Anittas’ı benimsemişlerdir. 

Devletin kuruluşundan 150 yıl kadar sonra bir hükümdar, fermanlarının birinde, ülke çapında giriştiği yeni eylemlerin zorunluluğunu açıklamak için tarihsel bir giriş yapmamış olsaydı,bugün Hititler’in ilk gerçek kralları hakkında pek az şey bilecektik. Bu hükümdar Telipinus’du ve devletin babaları olarak fermanında üç hükümdarın adını veriyordu: 

Labarnas, I.Hattusilis, I.Mursilis. 

Labarnas adı daha sonra kral’la eşit anlam kazanıyor –tıpkı Sezar, Kayzer, Çar gibi_. Bunlardan öncekiler, I.Tudhaliyas ile Pusarrumas, tarih öncesinin sisleri altında kaybolmuş gibidirler, egemenlik tarihleri kesinlikle bilinmiyor. Bilgiler yetersiz de olsa Hitit devletinin kurucusu olarak Labarnas’ı kabul ediyoruz. 

‘Ve ülke çok küçüktü... Ne yana sefer açsa, hemen güçlü ordusuyla düşman bir ülke yolunu kesiyordu.’ 

Buna rağmen Labarnas, şehir devletleri ve küçük krallıkları daha büyük yeni bir siyasal birlik içinde toplamayı başarıyor, sınırlarını batıya doğru genişletiyor, etki alanını kuzeye ve güneye yayıyor, belki de denizlere kadar uzanıyor. 

Bazı kaynaklar ilk kez onun, kendi soyundan geleceklere bir ölçüde tahta çıkmak güvencesi sağlayacak biçimde krallık töresi kurduğunu bildiriyor. Bu güvence, kralın yerine geçecek olanı ataması hakkıydı. 

Bu bakımdan oğlu I.Hattusilis (M.Ö.1650-1620), kendisinden sonra tahta çıkabilmiş ve bazı hamleler yapmasına elverişli bir siyasal ortam bulabilmiştir. Güney sınırında bir tampon devlet yaratabilmek için Halep üstüne yürüyor. Fakat düşmanı önünde değil, ardında, kendi sarayındadır. 

Halep seferinden hasta olarak dönünce, aynı zamanda siyasal vasiyetnamesi de diyebileceğimiz ve ilkçağ dünya edebiyatında eşine ender rastlanır düzeyde kişisel şikayetnamesini yazdırıyor. 

Bu son sözlerinde şiirsel nitelikte bir yakınış vardır: 

‘Büyük kral Labarnas, kurultaya ve soylulara şöyle seslendi: 

Bundan böyle ben hasta biriyim artık. Sizlere ‘tahta çıksın diye’ genç Labarnas’ı takdim ettiğim zaman, onu oğlum bilmiş, kucaklamış, yüceltmiş, hatta şımartmıştım. 

Ama bu delikanlının hastalığım sırasında öyle davranışları oldu ki, anlatılır gibi değil. 

Ne gözünden yaş geldi, ne de en ufak bir acıma belirtisi gösterdi. 

Soğuk ve katı yürekliydi. 

O zaman ben, kral, kendisini son bir kez daha sınamak istedim ve hasta yatağıma çağırttım. 

Böyle bir durumda bir yeğenin bile öz oğulmuş gibi yakınlık göstermesi gerekmez mi? 

Ama ne gezer! 

Delikanlı, kralın sözüne aldırış bile etmedi. 

Ama anasının sözlerini, o yılanın sözlerini can kulağıyla dinliyordu. 

Zaman zaman kardeşleriyle hemşireleri de ona kötü laflar taşıyıp duruyorlardı. Ben kral, bunların hepsini öğrendim. 

Madem ki öyle, o halde dişe diş, dedim. 

Artık bu iş bitsin! O benim oğlum değil artık! Bu sefer de anası bir inek gibi bağırmaya başladı: 

‘Vay benim tosunumun başına gelenler! Mahvettin bizi, anlaşıldı, niyetin onu öldürmek senin!’ 

Peki ama, ben kral, ona hiç kötülük yapmış mıydım? Onu rahipliğe yükselten ben değil miyim? 

Hep onun iyiliğini istemiştim, hep buna yol göstermiştim. Fakat o hiçbir zaman kralın dileklerine karşılık vermedi. 

Sadece hep kendi isteklerini kolladı; böyle yalnızca kendini düşünen biri, Hattusas’ı sevebilir mi?’ 

Kral ölmek üzereyken, yerine geçmesi için hemen başka birini önerir ve yeteneksiz bulduğu oğlunun yerine torunu Mursilis’i aday gösterir. Daha önce de asıl oğluyla kızını cezalandırmayı unutmaz, gelirlerini azaltır, belirli bir yerde oturmak üzere sürgüne yollar. Sonra da bir prensin doğru eğitimi üzerine görüşlerini sıralar. 

Yeni seçilen halefine öğütler verir. İstedikleri şunlardır: Sürekli sarayın içinde yaşayacaksın, ama yine de hep alçakgönüllü davranacaksın; yiyeceğin ekmek, içeceğin su olmalı; şarap içmeyi ancak çok yaşlandığın zaman düşüneceksin; ‘o zaman iç içebildiğin kadar!’ 

M.Ö.1620 yıllarına ait bu şikayetname ve vasiyetname karışımı yazı, eskiçağ biliminin bir muammasıdır. Dildeki bu duruluk, yakınışla yol gösterici öğütlerin, hikaye ile diyaloğun büyük bir sanat gücüyle kaynaştırılması öyle birdenbire doğmuş olabilir mi? 

... 

I.Mursilis M.Ö. 1620-1590 yılları arasında hükümdarlık etti. Sağlam bağlardan yoksun şehir devletler federasyonunu yeniden örgütleyerek Hitit İmparatorluğu’nun asıl kurucusu oldu. Böylece firavunlar imparatorluğunun kuzeydoğusunda, Mezopotamya İmparatorluğu’nun kuzeybatısında ilk kez doğunun üçüncü büyük siyasal gücü ortaya çıktı. 

Halep’i ele geçiriyor, Babil üzerine yürüyerek burayı da fethediyor. Böylece Hatti adını herkesin korktuğu bir söz haline getiriyor. Ama, bu sefer, tıpkı Büyük İskender’in Hindistan’ı Alman İmparatorunun İtalya’yı ve Kudüs’ü, İsveç Kralı 12.Karl’ın ve Napolyon’un Rusya’yı fethe kalkışması gibi hem kahramanca, hem de akılsızca bir hareketti, çünkü Hattusas’tan 2000 km. uzaktaki Babil’i elinde tutamayacağı besbelliydi, nerede kaldı imparatorluğuna katması!.. 

1590’da yurduna döndükten kısa bir süre sonra eniştesi tarafından öldürüldü. Bu tarih Hitit tarihindeki ender sağlam noktalardan biridir; ilk Babil hanedanının yıkılışı hakkında Babil kaynaklarının verdiği bilgiye tıpatıp uymaktadır. 

Ondan sonra tahta çıkmış Hantilis, Zidantas, Ammunas, Huzziyas gibi kulağa yabancı gelen adların etrafında sadece saray entrikaları, kansoylular ve rahiplerin kralla yaptıkları iktidar kavgaları vardır... 

Tahta çıkmayı tayin eden etmen, artık baba ve kardeş katilliği olmuştur; siyasal hayatı ise ikbal düşkünü dullar, iktidar hastası prensler, yaşı küçük hükümdarların arkasında dolaplar çeviren kral naipleri düzenlemektedir. Krallığın gelecek için duraksamalar uyandıran böylesine bir döneminde kurtuluş çaresi ancak hükümdarlık haklarını ve tahta çıkmayı sağlam ilkelere bağlayacak bir düzenin kurulmasıydı. 

Böyle bir girişim için zorunlu seçkin anlayışı ve beceriyi gösteren, bu sayede, yeni bir düzen kurmayı başaran Telipinus oldu. Onun gerçekleştirdiği tipik bir meşruti monarşiydi. Hanedanın erkekleri için sırayla tahta çıkmak güvencesi sağlanmıştı, ama yargı hakkı soylular meclisine bırakılmıştı. 

Bu hak gerektiğinde kralı bile yargılayacak derecede genişti. Eğer hanedandan biri öldürülür ve bu cinayette kralın parmağı olduğu şüphesi belirirse kendisine uyarıda bulunabiliyor; eğer cinayeti onun işlettiği kanıtlanırsa kral hakkında ölüm cezası verebiliyordu. 

Telipinus, kral haklarına geçerlilik sağlama gücünü elde edince, hükümdar sarayında öylesine sağlam bir düzen gerçekleştirdi ki, krala karşı meclisin olanakları azaldı, ancak apaçık bir cinayet olayında yetkisini kullanabilir hale geldi. 

Öte yandan Hitit krallık kavramının, Doğu ülkelerinde çok yaygın ve hatta bazı Hint-Avrupa uluslarında bile görülen tanrıya benzerlik, ya da tanrıyı yeryüzünde temsil etme gibi öğelerden uzak oluşu da başka bir ilginç özelliktir. 

(Kurt W.Marek. Tanrıların Vatanı Anadolu, S.91-97) 


Yeşil Irmak / Amasya

 


İskandinav Mitolojisinin Diğer Ögeleri ve Olası Türk Mitolojisi Kökenleri

 İskandinav Mitolojisi'nde Jormungand, kıyamet Ragnarök zamanında Thor tarafından öldürülecek fakat aynı zamanda onu ısıracak olan yılandır. "Jormungand" kelimesi Türkçede yılan için de kullanılan sürüngen sözcüğüne etimolojik olarak oldukça benzemektedir. Altay Mitolojisi'nde "Yelbegen" adlı bir yılan da bulunmaktadır. Yine "Yelbegen", "J(Y)ormungand"a fazlasıyla benzemektedir. Ayrıca Türkçe "yorungan" (Yorgan) kelimesi de "örten'' anlamına gelir. İskandinav Mitolojisi'nde Jormungand dünyayı saran, onu örten yılandır.

İskandinav Mitolojisi'nde Slepnir, Odin'in sekiz ayaklı atıdır ve Odin bu atıyla yeraltı dünyasına Türk şamanları gibi yolculuk yapar. İlginçtir, Türk kamları da göksel veya ruhsal yolculuklarında Tulpar adında bir attan yardım alırlar. Kamlar ata biner ve göğün katlarını bu şekilde geçebilirler. Sleipnir'in diğer adı Slipper'dir. Sleipnir ve Slipper de etimolojik olarak Tulpar'a oldukça benzemektedir. İskandinav Mitolojisi'nde Surtr ilk canlı varlıktır ve bir alev devidir. Altay destanlarındaysa ilk yaşayan varlıklar birer dev olan Sartakbaylardır. Bu devlere Sartlar da denilir. Görüldüğü üzere Surtr ve Sartlar birbirine epey benzemektedir. Türk efsanelerine göre Ülgen'in yarattığı Sartlar dev cüsseli, ölümsüz insanlardı.

İskandinav Mitolojisi'nin yaratılış bölümünde ilksel ve sonsuz boşluğa Ginnungagap adı verilir. Sondaki "gap" eki İsveççede ve İngilizcede "boşluk" anlamına gelir. Ginnungagap büyük, sonsuz boşluk demektir. Tatareada ve bazı Türk lehçelerinde de "gap, qap, kap" yine "boşluk, açıklık" anlamlarına gelir. Öyle ki "kapı, kapka” "boşluğu örten" anlamındadır. Türkçede "sonsuz" kelimesinin karşılığı "bengü" veya "bengi'dir. O halde "sonsuz boşluk': Türkçe "Bengi-gap" diye birleştirilebilir. Hatta Türk Mitolojisi'nde "sonsuz su” "ölümsüzlük suyu"nun karşılığı "bengi-sub"dur. İskandinav Mitolojisi'nde 'Angrboda': "kötülük, felaket, bela getiren kişi" anlamındadır. "Angr': "bela'' vb. anlamlarda kullanılmıştır. Eski Türkçe "bela'' ne demek diye baktığımızda karşılığını "mungur" olarak buluruz. "Budun" ise "boy, kavim" gibi anlamlara gelir. Bu durumda "mungurbudun': "bela getiren kavim" anlamına gelir ki, hem etimolojik, hem de anlam olarak "angrboda"ya benzer. İlginçtir Başkurt 

Türklerinin "Kongur Buga'' adlı bir destanı vardır.

İskandinav Mitolojisi'nde Baldr ya da Balder, ışık ve saflık tanrısı olarak bilinir. Türk mitolojisinde de Kayış Baldır adlı bir varlık bulunur. Fakat bizim Baldır, İskandinavların Balder'i kadar iyi ve saf değil. Tam tersi, Baldır insanları aldatan bir varlıktır. İskandinav Mitolojisi'nde "Ragnarok'' kıyametin adıdır, kıyameti temsil eder. Kıyamet zamanı güneş ve ay, Skoll ve Hati tarafından yutulacak, Jormungand ve Fenris özgür kalacak, Thor Jormungand'ı öldürecek fakat onun tarafından sokulacak, Fenrir Odin'i öldürecek, Loki ve Heimdall birbirlerinin hayatlarına son verecek, dünya ateşler içinde kalacaktır. Tanrıların birçoğu ölürken bir kısmı yeniden doğacaktır. Görüldüğü üzere İskandinav Mitolojisi'nin kıyameti Ragnarok kesin 


bir kıyamet değil bir dönemin sonu, bir diğerinin başlangıcı olacak şekilde gerçekleşiyor. Ragnarok'a "Ragnarök" de deniyor. Bu kelimeyi "ragnar-ök" diye böldüğümüzde ilginç bir anlam çıkarıyoruz. Çünkü "ök': Türklerde "gök" anlamına geliyor ve eski Türkler gök için aynen "ök" sözcüğünü kullanıyorlar. Türk mitolojisinde kıyamet gününe "Kalganan Gün': "Kalgançı Çak" deniyor. Bunlar "kalan son zaman" ya da "Kalkılan, dirilinen gün" gibi anlamlara geliyor. "Kal-. gan" sözcüğü "ragnar" sözcüğüne benziyor. Yalnızca söyleniş değil anlam bakımından da. Altay Türklerinde Kalgançı Çak 'kalan son zaman' tabiriyle, dünyanın çökmesi tasavvurları anlatılmış olsa gerek. Rudolf Simek'e göre "ragnarök': "tanrıların son zamanı, tanrıların son yazgısı" gibi bir anlama gelir ki bu da Türk Mitolojisi'nin "son zaman" kavramına birebir uymaktadır.

Görüldüğü üzere İskandinavya mitolojisinin kökeninde Türk Mitolojisi'nin ögelerini bulabilmekteyiz. Gerek Odin'in Türk kökeni hakkında vurgulananlar, gerek İskandinav Mitolojisi'nin yaşam ağacı Yggdrasil'in kökenindeki Yaşam Ağacı hakkında aktarılanlar, gerekse Jormungand, Surtr, Ginnungagap, Angerboda, Ragnarok, Baldr, Sleipnir gibi mitolojik ögelerin Türkçe kökeni hakkındaki olasılıklar bize dönem dönem Türk kültürünün İskandinavya kültürünü etkilemiş olduğunu kanıtlar. İleride yapılacak değerli araştırmalarla bu iki kültür ve dolayısıyla mitoloji arasındaki eşlik ve benzerlikler bu tezi destekler biçimde ortaya çıkarılabilecektir. 


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

6 Nisan 2022 Çarşamba

Fırat Nehri / Bağıştaş Barajı / İliç / Erzincan

 


TÜRKÇE DERSİ KONULARINDA GEÇEN TERİMLER SÖZLÜĞÜ

  

A

 

Abartma (Mübalağa) : Bir durumu olduğundan çok ya da az göstermektir. Örnek :

Bütün gün çalışmaktan iğne ipliğe döndü.

Alem sele gitti gözüm yaşından

Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?

Gömelim gel seni tarihe desem sığmazsın.

 

AD : Varlıkların ve kavramların dilde var olan karşılığına, sözcük türü yönünden ad denir.

 

Ad Aktarması (Mürsel Mecaz) : Bir sözü benzetme amacı gütmeden bir başka söz yerine kullanmaktır.

Sözcüklerin yeni anlamlar yüklenmesinde bir etken de ad aktarmasıdır. Örnek :

"Sinema" için "beyaz perde"

"seçime katılmak" yerine "sandık başına gitmek"

 

Ad Aktarması : Bir sözcük ya da sözün, benzetme amacı güdülmeden, anlamca ilgili olduğu başka bir sözcük ya da söz yerine kullanılmasıdır. Bu mecaz türüne, "düz değişmece" de denir. Örnek :

Beyaz Saray bu olaya sıcak bakmıyor. (Amerika Birleşik Devletleri Başkanlığı)

Soba yandı                           (İçindeki odun - kömür)

Çankaya bu yasayı onaylamaz          (Cumhurbaşkanlığı)

Okul geziye gitti.                   (Okuldaki öğrenciler)

Mozart'ı severim.                    (Mozart'ın bestelerini)

Doğu kan ağlıyor.                    (Doğu yönündeki bölgeler)

 

Ad (isim) Cümlesi : Yüklemi ekeylemle çekimlenmiş bir ad ya da ad soylu sözcüğün bulunduğu cümlelerdir. Örnek :       Bu yaşlı kadın, olayın tek tanığıymış.

 

Ad Tamlamaları : En az iki adın, aralarında anlam bağlantısı kurarak oluşturduğu, bir nesnenin parçası olduğunu ya da bir nesnenin başka bir nesneyle tamamlandığını gösteren ad takımıdır. Ad tamlamalarında kullanılan tamamlayıcı öğeye tamlayan, birinci nesnenin parçası durumunda olan ikinci öğeye ise tamlanan denir. Örnek :

Denizin sesi bir melodi gibi geliyordu kulağıma.

Kış ayları burada oldukça ılıman geçiyor.

Ona hediye olarak yün gömlek aldım.

 

Anlam Daralması : Sözcükler, anlamda daralma ya da genişleme yoluyla başka bir anlama geçerek yan anlamlar kazanabilir.

Sözcüğün eskiden anlattığı şeyin ancak bir bölümünü, bir türünü anlatır duruma gelmesine anlam daralması denir.

Sözgelimi "oğul" sözcüğü başlangıçta kız ve erkek anlamlarını içerirken sonradan yalnızca erkek çocukları için kullanılarak anlam daralmasına uğramıştır.

"Erik" sözcüğü, şeftali, kayısı, zerdali anlamını içerirken, sonradan bir tür meyve için kullanılarak anlam daralmasına uğramıştır.

 

Anlam Genişlemesi : Bir varlığın bir türünü ya da tekini anlatan, kullanım alanları dar olan şeyleri gösteren sözcüklerin zamanla o varlığın bütün türlerini birden anlatır duruma gelmesine anlam genişlemesi denir. Örneğin ; "alan" sözcüğü, "düz ve açık yer" anlamını içerirken anlam genişlemesine uğrayarak "iş, meslek, araştırma-inceleme" anlamlarını da kazanmıştır.

 

Anlam Kayması : Bakınız : Başka Anlama Geçiş.

 

Argo : Genel dilin sözcüklerine yan anlamlar kazandırarak genel dilden ayrılan, bir meslek ya da topluluk arasında kullanılan özel dile argo denir. Argo, tek sözcükten oluşabileceği gibi söz öbekleri ve deyimlerden de oluşabilir. Örnek :

Okutmak    (elden çıkarıp - satmak)

racon          (adet - usül)

şabanlık      (aptallık - sersemlik)

keklemek    (kandırmak - aldatmak)

 

Atasözleri :Uzun deneyimler ve gözlemler sonucu oluşmuş, yol gösterici, genel kural biçiminde kalıplaşan, toplumca benimsenen ve anonim bir nitelik taşıyan özlü sözlerdir.

 

B

 

Basit Sözcükler : Herhangi bir yapım eki almamış ya da bir sözcükle birleşmemiş olan sözcüklere yapıları yönünden basit sözcük denir.

Örnek :             Kuşların kanadına yazdım aşkımı.

 

Başka Anlama Geçiş (Anlam Kayması) : Sözcüğün eskiden yansıttığı kavramdan bütünüyle farklı, yeni bir kavramı karşılar duruma gelmesine başka anlama geçiş denir. Örneğin :

 "sakınmak" sözcüğü Eski Türkçe de "düşünmek, üzerinde durmak, yaslanmak, kederlenmek" anlamını içerirken sonraları "tehlikeden uzak durmak" anlamına geçmiştir.

Başka anlama geçişin bir türü de anlam iyileşmesi ya da anlam kötülenmesidir. Kötü anlamı olan bir sözcüğün zamanla iyi bir anlam kazanmasına anlam-kötülenmesi denir.

 

Belirteç Tümleci : Bakınız : Zarf Tümleci.

 

Betimleme Paragrafı : Bir olayı, bir varlığı, durumu, çevreyi ya da bir kavramı göz önünde canlandıracak biçimde anlatan paragraflara betimleme paragrafı denir. Gözlemlenen her varlığın, tasarlanan her kavramın duyu organlarımız ve duygularımız üzerinde bıraktığı iz betimlenebilir. Bu tür paragraflar çoğunlukla roman, öykü, gezi ve anı gibi yazı türlerinde kullanılır.

Örnek : Akçakavakların, dişbudakların arasından geçerek yeşil çam ormanına giriyorum. Yoğun bir reçine kokusu duyuyorum. Çevrem yeşilin değişik tonlarıyla donanmış. Az ileride kalın gövdeli, yaşlı bir çam ağacı görüyorum. Altına oturuyorum. Kekik kokuları geliyor burnuma.

 

Bileşik Sözcükler : İki ya da daha çok sözcüğün birleşip kaynaşmasından oluşan sözcükler yapıca bileşiktir.

 

Buyruk Cümlesi : Bakınız : Emir Cümlesi.

 

Büyük Ünlü Uyumu : Ünlü harflerin, kalınlık-incelik yönünden uyumudur.

 

C

 

Cümle : Bir duygu, düşünce veya isteği kısaca bir yargıyı bildiren sözcük dizisine cümle denir.

Çalıştım.

Ders çalıştım.

Sabaha kadar durmadan ders çalıştım

 

Cümle Tamamlama : Kimi zaman bir yargı bütünlüğünden bir sözcük yada sözcük öbeği çıkarılmış olabilir. Yargının anlamsal ve anlatımsal bütünlüğü göz önünde bulundurularak bu eksik tamamlanır.

Tamamlanacak ve tamamlayacak cümleler ya da sözler arasında;

Anlamsal ilişki doğru kurulmalıdır.

Zaman ve kişi yönünden uyum olmalıdır.

Cümleleri anlamca bağlamak için uygun bağlaçlar kullanılmalıdır.

Örnek : İnsanlar bilerek ya da bilmeyerek doğanın dengesini bozuyorlar, sonra aynı doğayı korumak için sempozyumlar düzenleyip, dernekler kuruyorlar; çünkü...

Doğanın kendileri için yaşamsal değerini biliyorlar.

Yanlış yaptıklarının bilincindeler.

Kendilerini affettirmek istiyorlar.

Doğayı taklit etmek istiyorlar.

 

Ç

 

Çekim Eki :Eklendiği sözcüğün anlamını değiştirmeyip, yalnızca cümle içindeki görevini belirleyen eklerdir. Çekim ekleri, sözcükleri birbirine çeşitli görev ve anlam ilgisiyle bağlar ve cümleyi oluşturur. Örnek : Kardeş   kitap   kitapçı   al.

 

D

 

Deyim :Belli bir durumu, belli bir kavramı göstermek için kullanılan öz anlamından az çok ayrı bir anlam taşıyan, kalıplaşmış, halkın ortak dil ürünü olan sözlere deyim denir. Örnek :

İçine ateş düşmek

Pabucu dama atılmak

Yüreği ağzına gelmek

İki gözü iki çeşme

 

 

Dilek (istek) Cümlesi : Bir dileği, bir isteği, bir arzuyu, bir temenniyi bildiren cümlelere, anlamları yönünden dilek veya istek cümlesi denir. Örnek :

Yarın bizde toplanıp bir güzel yemek yiyelim.

Çocuk tek kazansın da neresi olursa olsun.

Umarım işleriniz yolunda gidiyordur.

Ah şu bahar bir gelse, çocuklar neşe içinde koşup oynasa.

İnşallah bütün düşlerin bir gün gerçek olur.

Allah sana uyuz versin de tırnak vermesin.

Gözün kör olsun.

 

Dolaylı Anlatım: Bir sözün kişi, zaman, anlatıcı değişiklikleriyle aktarılan biçimidir. Bu anlatım biçimiyle kurulan cümlelere daha çok roman, öykü gibi anlatımsal türlerde, olayların yazar tarafından anlatılmasında rastlanır. Örnek :

En iyi romanlar, bir bunalım döneminde yazılır, der Dostoyevski.                      (Doğrudan)

En iyi romanların bir bunalım döneminde yazılacağını söylüyor Dostoyevski      (Dolaylı)

Turgut Uyar : "Nobel Ödülünü kazanan bu yazarı, en içten dileklerimle kutlarım."  Diyor. (Doğrudan)

Turgut Uyar, bir yazısında , Nobel Ödülü kazanan bu yazarı en içten dilekleriyle kutladığını belirtiyor. (Dolaylı)

 

Dolaylı Söz Söyleme : Bakınız : Kinaye.

 

Duygu Paragrafı : Olayı anlatan kişinin iç dünyasının, duygularının öne çıktığı bir paragraf çeşididir. Yazar duygularını, kimi zaman öyküleyici, kimi zaman da betimleyici anlatım biçimlerini kullanarak okura ulaştırır. Bu tip paragraflarda kişinin iç dünyasına yönelik özellikler, tutkular, davranışlar, ağırlık kazanır.

Örnek : Daha elli yaşına gelmemiştim; zengindim, ünlüydüm; sağlığım yerindeydi, aklı başında çocuklarım vardı. Birdenbire hayatım duruverdi. Soluk alabiliyor, yiyip içiyor, uyuyordum. Ama yaşamak değildi bu. Hiçbir şey istemiyordum artık. İstenecek bir şey olmadığını biliyordum. Hayat, birinin yaptığı saçma bir şaka gibi geliyordu bana. Kırk yıl boyunca çalış didin, ilerle; sonra da ortada hiçbir şey olmadığını gör.

 

Düşünce Paragrafı : Belli bir konu üzerinde belli bir bakış açısı olan, bu bakış açısını ortaya koyan, bunu savunan ve tartışan bir paragraf türüdür. Kısaca, bir düşüncenin başkalarına ulaştırılması amacıyla oluşturulan paragraflara düşünce paragrafı denir. Daha çok makale, fıkra, deneme gibi yazı türlerinde düşünce paragrafları kullanılır. Düşünce paragrafları, genellikle açıklayıcı ve tartışmacı anlatım biçimleriyle kurulur. Bu paragraflarda bir ana düşünce ve bu ana düşünceyi destekleyen yardımcı düşünceler yer alır.

Örnek : Kişisel gözlemlerin öne çıktığı yazıların getirdiğini, bilimsel araştırmalar getiremez. Aydınlar için çok önemli olan bilimsek araştırmalar, yazarlara yetmez; onlar için kişisel saptamalar çok daha önemlidir. İnsanın insandan alabildiğini; deneylerin sayıların alması olanaksızdır.

 

Düz Tümleç : Bakınız : Nesne.

 

E

 

Edat Tümleci :  Cümleye amaç - sonuç, özgürlük, benzerlik, eşitlik, birliktelik, araç anlamı katan ya da sözcük öbekleri cümle içinde edat tümleci görevi yapar. Örnek : Gemiler, güneye doğru yöneldi. (Nereye doğru?)  (yön)

 

Eğretileme (İstiare) : Arapça bir sözcük olup "bir şeyi iğreti, ödünç alma" anlamındadır. Ya benzeyenle ya da benzetilenle yapılan benzetmedir. Örnek :

Aslan gibi güçlü bir adamdı.                (benzetme)

Soruyu doğru yanıtlayınca "Aslan be!" dedi. (eğretileme)

 

Ek :Sözcük kök ve gövdelerine getirildiğinde onların anlamlarını değiştiren, kimi zaman anlamlarıyla birlikte türlerini değiştiren ya da sözcüklerin cümle içindeki görevini belirleyen hece ve seslerdir.

 

Emir (Buyruk) Cümlesi : Emir kipiyle kurulan ya da gelecek zaman kipinin emir anlamıyla kullanıldığı cümlelere, anlamları yönünden emir cümlesi denir. Örnek :

Sandalyeyi çek, sessizce oturup bekle.

Öğretmeniniz izinli, gürültü etmeden ders çalışın.

Herkes ödevlerini önümüzdeki hafta getirecek, not alacak.

Şuraya da bir halı ser, ortalığı topla.

Sen de çalış ve para kazan artık.

 

Eş Sesli Sözcükler : Bakınız : Sesteş Sözcükler.

 

Eylemler (Fiiller) : İş, oluş, hareket, durum ve kılış bildiren; zaman ve kişi eklerine göre çekimlenebilen; zaman ve kişi ekleriyle çekimlenmesi halinde cümle içinde yüklem görevi üstlenen sözcüklere eylem (fiil) denir.

Örnek :   bak-, sus-, büyü-, ağla-, koş-

Gel-di-m                           kopar-ı-yor-uz

Gel (eylem kökü)               kopar (eylem gövdesi)

-di  (zaman eki)                 -yor    (zaman eki)

-m  (1. Tekil kişi eki)          -uz     (1. Çoğul kişi eki)

 

Eylem (Fiil) Cümlesi : Yüklemi çekimli bir eylem ya da eylem grubu olan cümlelerdir. Her türlü hareket iş, oluş eylem cümleleriyle karşılanır. Bu nedenle eylem cümleleri, ad cümlelerine oranla daha fazla kullanılır. Örnek :     Bir adım daha yaklaşınca tanıdım.

 

F

 

Fiil Cümlesi : Bakınız : Eylem Cümlesi

 

Fiiller :Bakınız : Eylemler.

 

G

 

H

 

I

 

İ

 

İkilemeler :Anlamı ve anlatımı güçlendirip pekiştirmek amacıyla aynı ya da sesleri  birbirine benzeyen sözcüklerin art arda yinelenmesiyle oluşan söz gruplarına ikileme denir.

Örnek :

Güzel mi güzel kız

Demet demet çiçek

Çuval çuval fındık

Çıtır çıtır simit

Ağlaya sızlaya bir hal olmak

Güle güle ölmek

Varını yoğunu ortaya çıkartmak

 

İyi kötü (bilmek)

Aşağı yukarı (anlamak)

Hemen hemen (bitirmek)

 

İsim Cümlesi : Bakınız : Ad Cümlesi

 

İstek Cümlesi : Bakınız : Dilek Cümlesi.

 

İstiare :Bakınız : Eğretileme.

 

J

 

K

 

Kinaye (Dolaylı Söz Söyleme) : Sözcüklerin çok anlamlı olarak kullanılmasında kinayenin de büyük bir önemi vardır. Kinaye bir sözün hem gerçek hem de mecaz anlamını düşündürecek bir biçimde kullanılmasıdır. Kinayede gerçek anlam verilir, mecaz anlam kastedilir. Örnek :

Bu çocuğun elinden tutsan ne kaybedersin?

Bulmadım dünyada gönüle mekan

Nerde gül bitse etrafı diken

Şu karşıma göğüs geren

Taş bağırlı dağlar mısın?

 

Kişileştirme - Konuşturma : Bakınız : Teşhis – İntak.

 

Kök :Bir sözcüğün üzerinde bulunan bütün ekler atıldığında anlamlı olarak kalabilen en küçük parçadır. Örnek :   Bal, kaş, göz, el

 

Küçük Ünlü Uyumu : Bir sözcükteki ünlülerin düzlük-yuvarlaklık yönünden uyumudur. Türkçe bir sözcüğün ilk hecesinde düz ünlülerden (a,e,ı,i) biri bulunuyorsa, diğer hecelerdeki ünlülerde düz olur.

Örnek : bilge, ıslak, azgın, incirler

Türkçe bir sözcüğün ilk hecesinde yuvarlak ünlülerden (o,ö,u,ü) biri bulunursa ikinci ve diğer hecelerde ya düz-geniş (a,e) ya da dar-yuvarlak (u,ü) ünlüler yer alır.

Örnek : oduncu, gülümsemek, kömürlük, öğrenci

 

L

 

M

 

Mecaz Anlam :Sözcüklerin cümle, dize veya deyim içine girdiklerinde, gerçek anlamlarından tamamen sıyrılarak başka bir sözcük ya da kavram yerine kullanılmasıyla kazandığı anlama mecaz (değişmece) anlam denir. Mecaz anlam, Sözcüğün sürekli olmayan, kullanım içinde geçici olarak üstlendiği anlamdır. Örnek :

Müşteriden para sızdırmak için elinden geleni yapardı.

Satıcının o ince ve tiz sesi kulaklarımızda patlıyordu.

Bugünlerde havasından yanına varılmıyor.

Bu hayırsız evlat için insan kendisini ateşe atar mı?

 

Mübalağa : Bakınız Abartma.

 

Mürsel Mecaz : Bakınız : Ad aktarması

 

N

 

Nesne (Düz Tümleç): Öznenin yaptığı eylemden etkilenen varlık ya da nesnedir.

 

O

 

Olay Paragrafı : Olmuş ya da olabilecek türdeki olayları, kişi, yer ve zaman göstererek anlatan cümlelerden oluşmuş paragraflardır. Bu paragraflarda belli bir olay yer alır. Olay paragraflarına, roman, öykü, masal gibi edebiyat türlerinde rastlanır. Bu paragraflarda temel amaç okuru olay içine çekmek, olay içinde yaşatmaktır. Olay paragrafları genellikle öyküleyici anlatım biçimi kullanılarak kurulur.

Örnek : İlk dinlediğim konserdi bu. Çalgıcıları yönetenin müzik öğretmenimiz Suat Bey olduğunu görmeyeyim mi? Hem de smokin giymişti. Penguen gibi bir görünüşü vardı. Elindeki şef değneği ile sahnedeki çalgıcıları değil de, sanki dünyayı yönetiyormuş gibiydi. Nasıl oluyor da böyle bir adam, bizim gibi bacaksızlara müzik dersi vermeye geliyor. Biz de onunla alay etmeye kalkıyorduk.

 

Olumlu Cümle : Yüklemin bildirdiği anlam, eylemin yapılması doğrultusundaysa bu tür cümlelere olumlu cümle denir. Örnek :

Ne kadar geriye bakarsanız, o kadar ileriyi görürsünüz.                (Olumlu eylem cümlesi)

Özü gerçek yaşam dayalı tiyatro yapıtları, doğrudur ve güzeldir.       (Olumlu ad cümlesi)

Sattığınız malların dökümünü çıkarıp karı hesaplayalım.                (Olumlu eylem cümlesi)

 

Olumsuz Cümle : Bir eylemin gerçekleşmediğini, gerçekleşmeyeceğini ya da bir şeyin yokluğunu bildiren cümlelerdir. Örnek :

Aradığınız kişi burada yok.                             (Olumsuz ad cümlesi)

Dünkü davranışlarınızı hiç tasvip etmedim.              (Olumsuz eylem cümlesi)

Kimse olayın nedenini bilmiyor.                         (Olumsuz eylem cümlesi)

 

Ö

 

Öneri Bildiren Cümleler : Bir sorunu çözmek, herhangi bir konuda yol gösterip bilgi ve fikir vermek amacıyla, öne sürülen görüşü, düşünceyi ve teklifi içeren cümlelere öneri bildiren cümleler denir. Örnek :

Kitabın sonuna bir de kaynakça konsa iyi olur.

Konuyu iyice anlamak istiyorsan, önce tekrar et, sonra da bol bol soru çöz.

Oyunda günlük yaşamın derinliğine fazlaca girilmeseydi, oyun daha derli toplu olurdu.

Siyah eteğin üstüne mavi desenli gömleğini giyersen sana daha çok yakışır.

 

Önyargı Bildiren Cümleler : Bir eylem henüz sonuçlanmadan, o eylemin nasıl sonuçlanacağı konusunda fikir yürüten cümlelerdir. Örnek :

Bizi görür görmez yine bağırıp çağıracak.

Ben zaten onun suçlu olduğunu baştan biliyordum.

Göreceksiniz, son şiirlerinde de ayrılık ve ölüm üzerine konuşup bizleri hayal kırıklığına uğratacak.

Bu çocuğun bir baltaya sap olamayacağı baştan belliydi.

 

Özne : Cümlede, yüklemin bildirdiği eylemi ya da yargıyı gerçekleştiren ve üstlenen öğe özne adını alır.  Özne bir kişi ya da birkaç kişiden oluşuyorsa yükleme “Kim? Kimler?” soruları; kişi dışında bir varlık, nesne ya da kavram ise yükleme "Ne? Neler?" soruları yöneltilir.

 

P

 

R

 

S

 

Ses Daralması : "a,e" geniş ünlüsüyle biten sözcüklere "-yor" şimdiki zaman eki getirildiğinde, bu geniş ünlüler daralıp değişerek "ı,i,u,ü" olur.

Örnek :             bekle-yor          bekliyor

                    Oyna-yor           oynuyor

 

Ses Düşmesi :Kimi sözcüklerin çekimlenişinde veya türeyişinde, bir sesin düştüğü görülür.

a) Ünlü Düşmesi : İki heceli olan kimi sözcükler ünlüyle başlayan bir ek aldıklarında ikinci hecelerinde bulunan ünlüyü düşürürler. Buna orta hece düşmesi de denir.

Omuz  um         omzum             oğul  u              oğlu

Kahır ol         kahrol            seyir et             seyret

Ayır  ıntı       ayrıntı           sıyır  ık            sıyrık

Yalın ız         yalnız            yanıl ış             yanlış  

b) Ünsüz Düşmesi : Bazı sözcükler, çeşitli etkilerle birleşirken sözcüğün sonundaki ünsüz harf düşebilir. Bu olaya ünsüz düşmesi adı verilir.

Yumuşak cık                yumuşacık             sıcak cık        sıcacık

Yüksek                     yüksel                küçük            küçül

Rast gelmek                rasgelmek             ast teğmen       asteğmen

Bazı bileşik sözcüklerin oluşumunda bir hece veya ses düşmesi meydana gelir.

 

Sessizler :Bakınız : Ünsüzler.

 

Sesteş (Eş Sesli) Sözcükler : Yazılışları ve okunuşları aynı olduğu halde, anlamları tamamen farklı olan sözcüklere "sesteş" sözcükler denir. Örnek :

Yüzünde kan lekesi vardı.   -  Sen hala onun söylediklerine kan. 

Ay'a bu ay yeni bir uzay aracı gönderilecekmiş.   -  Yüzünü asma, öbür sınavda yüz alırsın.

Gül sen, gülün olayım.  -  Köyün ortasından geçen çay, çay bahçelerini suluyor.

 

Ses Türemesi : Sözcükler kimi eklerle birleşirken zaman zaman araya başka yeni sesler girer. Türkçe'de ses türemesi olayına fazla rastlanmaz.

 

Sözcük :Bir kavram birimidir. Bir varlığın, bir nesnenin ya da bir durumun zihinde canlanabilmesi için onu karşılayan bir gösterimdir.

 

Ş

 

T

 

Tariz (Taşlama) : Bir kimseyi iğnelemek, onunla alay etmek amacıyla bir sözü gerçek anlamının tam karşıtı bir anlamda kullanmaktır. Örnek :

Randevuna sadıkmışsın, beklemekten kök saldık.

O kadar çok konuştu ki söylediklerinden hiçbir şey anlamadık.

Biraz daha hızlı yürürsen karıncalar bile bizi geçecek.

 

Temel Anlam :İlk Anlam (Temel Anlam)

Bir sözcük söylendiğinde aklımıza ilk gelen, kavrayışımızda ilk uyandırdığı anlamdır. Kısacası, bir sözcüğün biçimlenmesinde, kuruluşunda esas olan anlamdır. Örnek :

Boğazımda bir yanma var. (Temel Anlam)

Şişenin boğazı kırılmış.

Çanakkale Boğazı'nda müthiş bir tipiye yakalandık.

Babam yedi boğaza bakmaya çalışıyordu.

Ali, boğazına düşkün bir çocuktur.

 

Terim :Bilim, Sanat, Meslek ve bir spor dalıyla ilgili kesin anlamı olan özel bir kavramı gösteren gerçek anlamlı sözcüklere terim denir. Örnek :

Bu sınıfa yirmi sıra yerleştirelim

Toplumsal sınıflar arasındaki çelişkileri inceliyor.

Bu çiçeğin kökü tamamen kurumuş.

Sözcük köklerini ve gövdelerini tanıyalım.

 

Teşhis - İntak (Kişileştirme - Konuşturma) : İnsana özgü nitelikleri insan dışındaki varlıklara aktarmaya kişileştirme denirken, bu varlıkların insan gibi konuşturulmasına da konuşturma denir. Örnek :

Güneş ışığında yağmurunu döken bulutlar sanki gülüyordu. (Teşhis)

Ufukta günün boynu büküldü.                              (Teşhis)

Dal, bir gün dedi ki tomurcuğuna :

Tenimde bir yara işler gibisin.                           (İntak)

 

Türemiş Sözcükler : Yapım ekleri alarak yeni bir anlam ve biçim kazanmış olan sözcüklere yapıları yönünden türemiş sözcük denir.

Örnek :                        Ölümün anlamı değişti birden.

 

U

 

Ulama : Ünsüz harfle biten sözcüğün son ünsüz harfinin kendisinden sonra gelen ve ünlü harfle başlayan sözcüğün ilk hecesiyle birleştirilerek okunmasıdır. Örnek :

Dönülmez akşamın ufkundayız vakit çok geç

Bu son fasıldır ey ömrüm nasıl geçersen geç

 

Ü

 

Ünlem Cümlesi : Korku, acıma, şaşırma, sevinme, kızma gibi ansızın beliren duyguları anlatmaya yarayan cümlelere, anlamları yönünden ünlem cümlesi denir. Örnek :

Ah, elim yandı!

Kapıyı açtım ki bir de ne göreyim!

Oh, okul bitti, rahat bir nefes alalım!

O... kimler gelmiş, kimleri görüyorum!

Elimi cebime attım ki cüzdan yok!

 

Ünsüzler (Sessizler) : Tek başlarına söylenemeyen, ancak bir ünlünün yardımıyla söylenebilen seslere ünsüz denir. Türkçe'de 21 ünsüz vardır.

 

V

 

Y

 

Yan Anlam :Sözcüklerin ilk konuluş anlamına bağlı olarak zaman içinde kazandıkları yeni anlamlardır. Bu anlama, kullanılış anlamı ya da yan anlam adı verilir. Örnek :

Çocuk kapıyı sessizce açtı. (açmak : Bir şeyi kapalı durumdan kurtarmak.)

Gömleğinin düğmelerini yarıya kadar açtı. (açmak : Sarılmış, katlanmış, örtülmüş, buruşmuş veya iliklenmiş olan şeyleri bu durumdan kurtarmak.)

Okulun karşısına bir büfe daha açtı.(açmak : Bir kuruluş, bir işyerini işler duruma getirmek.)

Annem çok güzel baklava açar.       (açmak : Kalın bir nesneyi yayarak ince duruma getirmek.)

Komşumuz tıkanan lavaboyu açtı.   (açmak : Tıkalı bir şeyi, bu durumdan kurtarmak.)

 

Yapım Eki :Eklendiği sözcüğün kök anlamıyla bağlantılı bir biçimde yeni anlamda bir sözcük türetmeye yarayan eklerdir. Yapım ekleri eklendiği sözcüğün anlamıyla birlikte kimi zaman türünü de değiştirir. Örnek:

balık                     örtü

bal ık                    ört ü

balık bal                 ört  örtü     

 

Yüklem : Cümlede iş, oluş, hareket, kısaca yargı bildiren sözcük veya söz grubudur. Bu tanıma dayalı olarak yüklemin iki şekilde karşımıza çıkabileceğine dikkat edelim.

 

Z

 

Zarf (Belirteç) Tümleci : Yüklemi zaman, durum, miktar, ölçü, yer yön ve soru yönünden gösteren sözcük ya da sözcük öbekleri cümle içinde zarf tümleci görevi yapar.

Yükleme yöneltilen "Nasıl?" sorusu durum zarfı tümleciyle ilgilidir.

 

Alıntıdır.

Munzur Dağları / Kemah / Erzincan

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak