1 Mart 2022 Salı

Gılgamış Destanı I. Bölüm

 




(Gılgamış kibirli ve bencil tavırlarıyla halkım kızdırır. Tanrılar, ona alçakgönüllülüğü öğretmesi için Enkidu'yu yaratırlar.)


Kentimiz Uruk'un güçlü surlarına dikkat et! Bu duvarlar eski zamanlarda ülkemize büyük bilgi getiren yedi akıllı adam tarafından ahlan bir temelin üstüne Gılgamış tarafından inşa edilmiştir. Dış surlarımızın üstü pişmiş tuğladan yapılmasına rağmen bakırın parlaklığıyla ışıldamaktadır.

Şimdi bir de kentin iç surlarını incele! Tuğlalardaki ustalığa bak. Bu duvarlar da bütün ötekilerden üstündür. Hiçbir insan, hatta bir kral bile asla Gılgamış'ın kentimiz Uruk'un çevresinde inşa ettiklerinden daha etkileyici surlar yapamaz.


Şimdi görkemli Anu ve iştar tapınağına yaklaş. Hiçbir ölümlü, hatta bir kral bile Gılgamış'ın yarattığı kadar güzel bir yapı inşa edemez. Uruk'un surlarının üzerine çık ve orada yürü. ince tuğla işçiliğini incele. Anu ve Iştar'ın görkemli tapınağına hayran ol. Bir insanın üstün başarısını seyret.


Bu kadar kalıcı üne sahip bu surları, bu en görkemli tapınağı inşa eden Gılgamış kimdi? Gılgamış Uruk kentinin ünlü kralıydı, Halkı içinse Gılgamış, sonradan büyük bir kahraman olsa da zalim bir hükümdardı.


Gılgamış, Ölümden nasıl kaçabileceğini öğrenmek için kentten ayrıldı ve nasıl yaşanacağını öğrenerek geri döndü. Yolculuğu sırasında toprak üzerindeki her şeyi gördü. Gördükleri hakkında düşünüp kafa yorduğu için, bir insanı bilge yapan her şeyi öğrendi.


Gılgamış döndüğünde yolculuğunu ve düşüncelerini taş tabletler üzerine yazdı ve bu tabletleri Uruk'un sağlam surları üzerine yerleştirdi. Büyük tufandan önceki ve tufan sırasındaki zamanı betimledi. Sonsuza dek sürecek yaşam arayışının uzun ve yorucu yolculuğunu anlattı. Yaşama ve ölüme dair keşfettiği gizli sırları açıkladı. Bilgisinin, insanlarına yaşamlarını daha iyiye götürmelerinde yardımcı olmasını istedi.


Gılgamış'ın, Uruk'un güçlü surları üzerindeki kayalara yazdıklarını oku ki, sen de bilgelik kazanabilesin.

Gılgamış üçte iki tanrı ve üçte bir insandı. Annesi, bilge tanrıça Ninsun; babası, aynı zamanda Uruk'un krallığını da yapmış bir ölümlü olan soylu Lugalbanda İdi.


Gılgamış, öylesine tanrısal bir insandı ki, halkı onun tanrılar tarafından desteklendiğini biliyordu. Gılgamış'ı da, ilk insanı çamurdan yaratan ulu Ana Tanrıça Nintu yaratmıştı. Işık saçan güneş tanrısı Şamaş, ona büyük bir güzellik; fırtınalar tanrısı Adad, büyük bir cesaret; bilgelik tanrısı Ea, deneyimlerinden bir şeyler öğrenme ve insanların en akıllısı olma yeteneği vermişti. Ancak tanrıça annesine ve bütün ilahi bağışlara karşın Gılgamış, bir tanrı değil bir insandı. Bunun için, onun sonu da bütün insanların ortak kaderi olan ölümü paylaşmaktı.


Gılgamış genç bir kralken, vahşi bir boğa kadar hırslı ve korku saçan bir kişiydi. Üstün bir güreşçi ve savaşçıydı. Korku nedir bilmezdi. Geleneklere saygısı yoktu. Kutsal davulu istediği gibi kullanırdı. Başkalarına zarar verip onları incitse de her istediğini yapardı. Davranışlarının arkadaşlarını rahatsız etmesi onu engellemezdi.


Sonunda Uruk'taki soylular, Gılgamış'ın davranışlarından son derece rahatsız oldular. Birbirlerine şikâyette bulundular, "Gılgamış gece gündüz inanılmaz derecede kibirli. Bizim kralımız böyle mi davranmalıydı? Güçlü surları olan kentimizin çobanının gözüpek olması gerektiği doğru olabilir. Ama bir kral ayrıca haşmetli ve akıllı olmalıdır. Gılgamış, bir kral olarak hakkı olmadan uyruklarının yaşamlarına karışıyor. Soyluların ve savaşçıların ailelerinde bile karı-koca arasına, anne ile kızı arasına ve baba ile oğul arasına giriyor."


Gökteki tanrılar Uruk soylularının şikâyetlerini duydular ve Gılgamış'ın davranışlarını tartışmak İçin mecliste toplandılar. Tanrıların babası Anu, Ana Tanrıça'yı meclisin huzuruna çağırdı ve şöyle dedi: "Kahraman Gılgamış'ı güçlü ve vahşi boğa gibi bir insan olarak yarattın. Şimdi de eşit Ölçüde güçlü ve cesur bir insan olan Enkidu'yu tıpkı Gılgamış gibi olacak şekilde yarat. Enkidu'nun kalbindeki ruhu, savaşçı tanrı Ninur-ta'nınki gibi yap ki Gılgamış'm kalbindeki vahşi ruha denk olsun."


"Sonra Enkidu'yu Uruk'a yolla. Bu iki insan-devin birbirleriyle savaşmalarını sağla. Enkidu Gılgamış'a dünyada bulunması gereken yeri öğretecektir. Gılgamış'm bir tanrı değil, tanrısal bir insan olduğunu öğrenmeye zorlanması gerekiyor. Her insan gibi bazı sınırlarının olduğunu öğrenince, güçlü surlara sahip Uruk kentinde yaşayan insanlar huzurlu bir yaşam sürebileceklerdir."


Bu sözleri üzerine Nintu, kafasında ikinci bir kahraman insan tasarladı ve onu Tanrı Anu biçiminde yarattı. Ellerini yıkadı ve bir tutam çamur aldı, düşündüğü gibi şekil verdi. Uruk'tan üç günlük mesafeye, geniş ve yeşil bir düzlüğe fırlattı. 

Enkidu tamamen yetişmiş bir insan olarak doğdu. Gövdesi, birbirine karışmış uzun tüylerle kaplı olduğundan, bir insan olduğu kadar bazı yönlerden bir hayvan gibi de görünüyordu. Kafasının üzerinden tıpkı buğday tarlaları gibi uzun ve gür saçlar fışkırıyordu. Sığırların tanrısı gibi kendini hayvan derileriyle sardı. İnsan topluluklarından uzakta, kırlardaki hayvanlar arasında vahşi bir yaratık gibi yaşadı. Ne insanlardan ne de ülkeden haberi vardı. Arkadaşı ceylanlar gibi düzlükteki otlakla beslendi. Su alanındaki vahşi hayvanlar gibi, su içme sırası için itişip mücadele etti.


Bir gün, vahşi hayvan avlayarak geçinen bir avcı, vahşi hayvanlarla birlikte su içen Enkidu'yu keşfetti. Avcı böylesine ilginç bir insanı görmekten şaşkınlığa düşmüş bir halde, sonraki üç gün boyunca su içilen yere geri geldi. Her defasında Enkidu'yu vahşi hayvanlar arasında görüyor ve büyülenmiş bir şekilde seyrediyordu. Her defasında güçlü, vahşi yaratık onu öylesine korkutuyordu ki avcı, köpeklerini alıyor ve eve dönüyor, vahşi adamdan dehşete düşmüş şekilde sessizlik içinde oturuyordu.


Sonunda avcı babasına şöyle dedi: "Üç gündür hayvanların su içtiği yerde tepelerden çıkıp geldiği sanılan vahşi bir adam görüyorum. O kadar iri ki, eminim ülkedeki en güçlü insan odur. Gerçekten de gök tanrılarının babası Anu'nun ruhu onun gövdesinde yaşıyor olmalı! Davranışlarından gözleyebildiğim kadarıyla tepelerde amaçsızca dolaşıyor. Orada ceylanlar gibi otla besleniyor ve su içilen yerde toplanan vahşi hayvanlarla birlikte su içiyor."


"Ona yaklaşmaya çok korkuyorum" diye itiraf etti avcı; "ama o benim geçim kaynağımı elimden alıyor. Kazdığım çukurları toprakla dolduruyor ve kurduğum tuzakları parçalıyor. Ne zaman düzeneklerim onları yakalasa çayırdaki hayvanları ve daha küçük yaratıkları serbest bırakıyor ve artık hiçbirini yakalayamıyorum."


Babası yanıt verdi: "Oğlum, kahraman kral Gılgamış buradan sadece üç günlük uzaklıktaki, sağlam surları olan Uruk kentinde yaşıyor. Kimse onun kadar güçlü değildir. Bu söz ettiğin vahşi adam bile büyük olasılıkla onun gücüyle boy ölçüşemeyecektir! Gılgamış öylesine güçlüdür ki Anu'nun ruhu onun gövdesinde yaşıyor olmalı."

"Bunun için sağlam surları olan Uruk kentine gitmeli ve Gılgamış'a bu güçlü vahşi adamdan söz etmelisin. Oradaki tapınaktan bir rahibe getir ve onun bu vahşi adamı bir insan gibi eğitmesini, su içilen yerde görmesini sağla. Rahibenin güzelliği onu çekecektir. Ona bir kez sarıldı mı, ovadaki hayvanlar onu bir yabancı olarak görecek ve onunla bir araya gelmeyeceklerdir. Bir insan olmak zorunda kalacaktır."


Ava, babasının sözünü dinledi. Sağlam surlu Uruk kentine doğru yola çıktı. Kral, avanın öyküsünü duyar duymaz vahşi adama nasıl bir insan gibi davranılacağını öğretmesi için tapınaktan bir rahibe yolladı.


Üç günlük bir yolculuktan sonra avcı ve rahibe, avcının evine ulaştılar. Bütün günü su içilen yerde oturarak geçirdiler. Fakat Enkidu'yu hayvanların arasında göremediler. İkinci gün erken vakitte, avcı ve arkadaşı su içilen yere geri döndü. Vahşi hayvanların ve sürüngen yaratıkların oraya su içmek için gelmelerini izlediler. Sonunda ceylanlar gibi ovada otla beslenmeye, su içilen yere gelip, vahşi hayvanlarla birlikte su içmeye alışmış olan güçlü vahşi Enkidu geldi.


Avcı "işte orada!" diye bağırdı. "Görmen için seni getirmeme neden olan vahşi adam işte o! Seni görür görmez yanına yaklaşacaktır. Sakın korkma, çünkü eminim sana bir zarar vermeyecektir. Seni tanımasına izin ver ve bir insan olmanın ne demek olduğunu öğret ona."

Enkidu, kadından büyülenmişti ve onunla altı gün yedi gece geçirdi. Doğmuş olduğu ovayı, başıboş bir şekilde dolaşıp durduğu tepeleri ve arkadaşı olan vahşi hayvanları unuttu. Daha sonra tekrar onların arasına katılmak istediğinde, onlar Enkidu'nun artık bir insan olduğunu hissettiler. Ceylanlar bile ondan korkup kaçtılar.

Enkidu hayvanların davranışlarındaki değişme karşısında öylesine şaşırmıştı ki, önce tamamen hareketsiz bir şekilde öylece kalakaldı. Onlara katılmayı denediğinde artık bir ceylan kadar hızlı koşamayacağını anladı. Artık o eski vahşi adam değildi. Ama kaybettiği hıza karşılık daha fazla anlayış ve bilgelik kazanmıştı. Kadına geri döndü, yanına oturdu ve dikkatlice yüzüne baktı.


Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Kuşca / Cihanbeyli / Konya

 


Çin'in Altın Çağı

 



Çin'deki Tang Hanedanlığı (618-907) ve kısa ömürlü Sui Hanedanlığı (589-618) neredeyse 400 yıl süren bir iç savaşın ardından ortaya çıkmışlardır. iç savaş sırasında Hunlar ve Türkler ülkenin kuzeyini işgal etmiş (317-589) ve ülkedeki çeşitli krallıklara Budizm yayılmıştı.

Tang Hanedanlığı döneminde ülkede  nispeten  istikrar  hakimdi.

Yöneticiler asiller yerine eğitimli memurlara dayanan bir yönetim sistemi geliştirdiler.   Başkent   Ch'ang-an' da   ( şimdiki   adı   X-ian) yaklaşık 1 milyon kişi yaşıyordu. Bu rakam dünyanın diğer yerlerindeki kent nüfuslarını fazlasıyla aşıyordu. Çin'in 50 milyon civarındaki nüfusundan çıkan büyük ordular, Orta Asya'nın göçebelerini hakimiyetleri altına alıp, çevre krallıkları fethettiler. Böylece Tang Hanedanlığı'nın Kore, Japonya, Tibet ve Güney Asya üzerinde çok büyük bir etkisi ortaya çıkmış oldu.

Tang aynı zamanda Çin'e iran, Ortadoğu, Hindistan ve Orta Asya'ya direkt geçiş imkanı veren ipek Yolu'nu yeniden kullanıma açtı. Ch'ang-an başta olmak üzere kent merkezleri yabancı etkisine açık bölgelerdi. Kozmopolit ticaret ve zanaat merkezleri haline geldiler. Sanat ve edebiyat alanında önemli bir gelişme  yaşadılar. Lirik şiirler, çeşitli seramik eserler ve heykel bu dönemde çok gelişti. Hareketli matbaa ile yapılan baskı işlemi gibi, ağaç-blok baskı tekniği de ilk olarak Tang Hanedanlığı döneminde geliştirildi. Bu teknik dünyanın diğer yerlerinden yüzlerce yıl önce çin'de kitap basımının gelişmesini sağladı.

8. yüzyıldan itibaren imparatorluk zayıflamaya   başladı   (Bu dönemin başlangıcı 751 yılında çin ordularının Araplar tarafından yenilgiye uğratılmasıydı. 763 yılında Tibet güçleri Ch'ang-an'ı işgal ettiler). 10. yüzyılın başlarında çin yeniden küçük devletlere bölündü. 960 yılında Song Hanedanlığı ortaya çıktı ve 13. yüzyıla kadar ayakta kalmayı başardı.


GENETİK ÇEŞİTLİLİK

 




Belki iki erkek kardeşin, akraba olduklarına inanmakta güçlük çekecek kadar neden birbirine benzemediğini merak etmişsinizdir.


Kardeşler birbirinden görünüşte farklı olabilir, çünkü cinsel üretimin matematiği aile içinde bile çeşitlilik sağlamaktadır.


Yumurtanın ve sperm hücresinin oluşumu sırasında, yirmi üç kromozom çiftinden her birinin oluşan iki yumurta ya da spermden birine gittiği özel bir hücre bölünme türü yani meyosis yer alır. Özgün hücrede yirmi üç farklı kromozom çifti olduğu ve hücre iki yumurtaya ya da sperme bölüneceği için, kromozomların 8 milyondan fazla değişik olası bileşimi vardır.


Ayrıca, meyosis sırasında kestirme bağ adı verilen şey de olabilir: Hücre iki yumurtayı ya da sperme bölünmeden önce kromozom çiftleri genleri ya da gen gruplarını değiş-tokuş edebilirler.


Böylece yeni gen bileşimleri yumurtaya ya da sperm hücrelerine geçen kromozomları bir araya toplar. Genlerin farklı bileşimlerinin sayısı çok fazladır. Sonuç olarak, aynı aile üyeleri için bile -özdeş ikizler dışında- aynı genetik yapıya sahip olmak hemen hemen olanaksız hale gelmektedir. Özdeş ikizler özdeş genetik yapılara sahiptir, çünkü aynı zigottan meydana gelirler, tek yumurta ikizleri adını almaları bu nedenledir.


Aşağı yukarı aynı anda döllenen ayrı yumurtalardan gelişen çift yumurta ikizleri genetik olarak birbirlerine diğer kardeşlerden daha fazla benzemezler.


Alıntıdır.

Gılgamış Destanı: Tarihsel Arkaplan

 


Gılgamış Destanı, Homeros'un İlyada ve Odysseia'yı yazmasından en az bin üç yüz yıl önce çivi yazısıyla kil tabletler üzerine yazılmıştır. Bununla birlikte ilk tablet, Asur'un son büyük kralı olan ve MÖ 668 ile MÖ 627 yılları arasında hüküm süren Asur-banibal'ın kitaplığının bulunduğu Ninova'da 1845'te kazılar başlayana kadar bulunamamıştır. Yirmi beş bin tablet arasında Gılgamış'ın Asur versiyonunun da olması gerekiyordu.

Tufan öyküsünün Asurcasının bir parçasıyla birlikte Gılgamış destanlarının bir özetinin de çivi yazısı uzmanları tarafından yayımlanmasıyla destan, 1862'de uluslararası bir önem kazanmıştır. Gılgamış Destanı'ndaki tufan öyküsü ile Incil'deki Tufan betimlemeleri arasındaki benzerlik, arkeologları daha çok çivi yazısı tablet bulmak için araştırmalarına hız vermeye yöneltmiştir.

Bugün bilim adamlan MÖ 2100'den MÖ 627 yılına kadar olan döneme ait, Ortadoğu'nun pek çok eski Gılgamış Destanı'nın parçalarını içeren tabletlere sahiptirler. Bunlar arasında geçen yıllarda keşfedilen en son krallık olan Ebla'nın kütüphanesinde bulunan bazı parçalarda vardır. Bilim adamları, sözlü Sümer geleneğinde var olan ve Gılgamış'ın maceralarını anlatan öykülerin ilk kez yaklaşık MÖ 2100'lerde yazıya geçirilmiş olduğunu tahmin etmektedir.
MÖ 1600 ve MÖ 1000 yılları arasında destan, bazıları Sümer versiyonlarını izleyen, bazıları daha geniş versiyonlara doğru kollara ayrılan, ama hepsi de Sümerli kahramanların ve tanrıların adlarını koruyan Akad, Hitit ve Hurri çevirileriyle yazıya geçirilmiştir. Sinlegi-unninni adında ve muhtemelen bu dönemde yaşamış olan bir rahibin, destanın son Akad (Babil) versiyonunu yazdığına inanılmaktadır. Bilim adamları rahibin bilinen Sümer öykülerini aldığını ve birbirinden ayrı bir dizi macerayı, Gılgamış'ın ölümsüzlüğü aramasının dramatik öyküsünü, oluşturacak şekilde tek bir bakış açısıyla düzenlediğini düşünmektedirler. Rahip, Sümer Tufan öyküsünü destana göre şekillendirip her ikisini birleştirmiş ve Gılgamış ile Enkidu arasında bir dostluk yaratmıştır.

Anlaşıldığına göre MÖ 2700 ve MÖ 2500 yılları arasında, yani Sümer'de kent devletleri, sulama, yasalar ve değişik edebiyat türlerinin bulunduğu bir dönemde, Gılgamış Uruk'ta gerçek bir kraldır. O zamanın yazıları insanların adalet, özgürlük ve merhamet gibi değerleri olduğunu ortaya koymaktadır. Uruk'un güçlü surları, Gılgamış'a yakıştırılmıştır; Güney Mezopotamya'ya o bölgede bulunmayan çok değerli bir yapı malzemesi olan keresteyi getirmek için el değmemiş bölgelere girmeye cesaret etmiş olması mümkündür.

Sümerlerin, tanrılar konusundaki "bilinmezlik ve dolayısıyla korku" diye özetlenebilecek bakış açısı, gerçekten içinde yaşadıkları dünyanın bilinmezlerle dolu rahatsız edici doğasını da yansıtır, örneğin, Dicle ve Fırat nehirlerinin yataklarında mevsimden mevsime sık sık değişmeler olur; bu da bölgedeki kentlerde ve çiftliklerde zarara yol açmış olsa gerektir. Bilim adamlarının Mezopotamya'nın güneyinde MÖ yaklaşık 2900 yılında meydana geldiğini tahmin ettikleri, Gılgamış Destanı'ndaki tufan da, işte böyle belirli, kendine özgü bir felakettir. O dönemin edebiyatında popüler bir konu haline gelmiştir.
Babil yaratılış destanı Enuma E!iş'te olduğu gibi Gılgamış'ta da hâlâ eski anaerkil dinin izleri vardır. Örneğin Anu ve İştar'ın tapınağı sadece İştar'a aittir. Enkidu'yu uygarlaştırmak için tapınaktan seçilen rahibe toplumda oldukça fazla saygı görür. Tapınaktaki görevi, onu Ulu Tanrıça veya Ana Tanrıça ile sıkı bağlantı içine sokmakta ve cinsel yaşamını kutsallaştırmaktır.

Buna ek olarak Gılgamış, İştar'ı anaerkil dinin Ulu Tanrıçası olarak betimler. Gılgamış'ın kendisiyle evlenmesini istediğinde, Gılgamış reddeder, çünkü Ulu Tanrıça ile evliliğin kesinlikle Ölüm getireceğini bilir. Üstüne üstlük daha Önceki eşlerini öldürüş biçimlerini sıralayarak İştar'ı aşağılar. İştar Gılgamış'a çok kızar ve ölümüne neden olarak intikam almaya çalışır. Ancak onun yerine, Gılgamış'a, bilmeden, geçici kutsal kral olarak hizmet eden arkadaşı Enkidu ölür.

En Eski Kahraman

Gılgamış alışılmadık bir kahramandır, çünkü aradığı en önemli şeyin entelektüel bir amacı vardır: Bilgiyi elde etmek. Cesaret kadar, kaderine ulaşmak için büyük bir azim, sabır ve tahammüle de sahip olması gerekmektedir. Son olarak fiziksel tehlikelere katlanarak ölümsüz olamayacağını öğrendiğinde duyduğu üzüntü ve umutsuzluğa karşı mücadeleyi sürdürmek zorundadır. Hayatı yaşanmaya değer kılan deneyimleri ve adını ebedileştirmenin yollarını bulmalıdır. Ondan sonraki kahramanlar Gılgamış'ın sorunlarını kabul etmekle başlarlar. Onlar, bir insanın ün ve ölümsüz bir ada sahip olmak için gerekli olan yolların belirlenmiş olduğu toplumlarda doğmuşlardır.

Çekiciliği ve Değeri

Gılgamış Destanı en eski, en büyük edebiyat eseridir ve Gılgamış, edebiyattaki ilk insan kahramandır. Destan, Batı kültürlerinin hepsinde çok ilgi uyandırmıştır. Çünkü zaman ve mekân içinde insan doğası ve insani değerler arasındaki benzerlikleri doğrulamaktadır. Destan, arkadaşlık ve sevginin, gurur ve onurun, macera ve başarının, bunun yanında ölümden korkunun ve ölümsüzlük isteğinin önemini ortaya koyduğundan, yazıldığı zaman, yani bundan neredeyse dört bin yıl önce yaşayan insanlara olduğu kadar, açık bir şekilde bize de seslenmektedir.
Gılgamış, kendisi veya başka bir ölümlü için ölümsüzlüğün tek yolunun büyük işler yaparak ve kalıcı anıtlar inşa ederek sonsuz bir üne ulaşmak olduğunu gösterir. Ayrıca öğrendiği bir şey de, yaşamın değerli olduğu ve sonuna kadar zevkine varılması gerektiğidir. Gılgamış'ın uzun ve çetin yolculuğu boyunca keşfettiği şeyleri biz de kendi yaşamlarımız boyunca öğrenmeliyiz. Gılgamış gibi, başarısızlık ve ölümün umutsuzluğuyla savaşmalıyız. Gılgamış gibi, yaşamda nelere değer vereceğimizi seçmeli ve bu tercihleri yaparken özgür olmalıyız.

Başlıca Karakterler

Gılgamış: Ölümsüzlüğü arayan Uruk kralı.

Lugalbanda: Gılgamış'ın kahraman babası; Uruk'un eski kralı

Nin sun: Gılgamış'ın tanrıça annesi; Şamaş rahibesi

Enkidu: Gılgamış'ın en yakın arkadaşı

Humbaba: Lübnan'ın sedir ormanlarını koruyan dev

Siduri: Gılgamış'ın seyahetinde gördüğü balıkçı kadın

Utanapiştim: Şurippak'ın kralı; Sümer afetinden kurtulan­lardan

ürşanabi: Utanapiştim'ın kayıkçısı

Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Amasra / Bartın

 


SICAKLIK KUŞAKLARI VE BÖLGELERİ

 



Yeryüzü üzerinde sıcaklık kuşaklarının uzanışı ve sıcaklık bölgelerinin belirgin hale gelmesindeki en önemli etken güneş ve güneşten gelen enerjidir. Ancak, dünyanın şekli, yani enlem etkisi ile karasallık ve yükselti gibi özelliklerle sıcaklıkların yeryüzündeki dağılımı matematik iklim hatlarından bir takım farklılık içermektedir.


Bununla birlikte sıcaklık kuşakları, iklim bölgeleri ile uyumlu bir dağılım göstermektedir. Bu anlamda sıcaklık kuşaklarının bilinmesi, iklim bölgelerinin ayırt edilmesi için de bir ip ucu olmaktadır.





Sıcaklık Kuşakları


Yeryüzünün iklim özellikleri herşeyden önce göneşten gelen enerji ile ilişkili bir durumdur. Güneş radyasyonu yeryüzüne ulaştığında çeşitli proseslerden geçerek yeryüzünün başta sıcaklık olmak üzere, yağış, basınç, rüzgar gibi tüm meteorlojik elemanlarını denetlemektedir. Bu açıdan sıcaklık kuşakları ve bölgeleri de güneşten gelen radyasyon ile tamanen ilişkili bir şekilde oluşmaktadır. Ancak öte yandan sürecin temelinde güneş radyasyonu olmakla birlikte, yerin şekli ve hareketleri, enlem derecesi, karasallık ve yükselti gibi faktörler de sıcaklık şartlarının belirlenmesinde ve sıcaklık kuşakları/bölgeleri olarak ayrılmasında önemli bir etkendir. Bunun dışında yer sistemlerinin önemli bir parçası olan okyanus akıntıları, genel atmosfer sirkülasyonu, rüzgar sistemlerinin de sürece dahil olması ile “çok bilinmeyenli” bir denklemin oluşturduğu sıcaklık dağılımı ortaya çıkmaktadır.


Çok bilinmeyenlilik tek tek bu süreci etkileyen etmenlerin bilinmemesi ile ilgili bir durum değildir. Zira yukarıda ifade edilen her etmen, ayrı ayrı bilgi sahibi olduğumuz kavramlardır. Ancak doğada yada iklim sisteminde bu etmenler daima ve sürekli olarak birlikte hareket etmektedirler. Böylece ortaya bu etmenlerin de karşılıklı etkileriminden oluşan bir “denklem” çıkmaktadır.


Bu denklemin çözümünde temel kavramların doğru anlaşılması önemlidir. Sıcaklık ve ısı kavramlarının farklı anlamlar ifade etmesi, iklim ile hava durumunun aynı anlamlar ifade etmediği, küresel ısınma ile küresel iklim değişikliğinin aynı anlamda kullanılmaması, atmosferin ısınma süreçleri gibi, bugün de üzerinde çok konuşulan konularda oluşacak ortak ve doğru tanımlar, iklimi ve iklim sürecini anlamada da yardımcı olacaktır.


İklimin belki de en önemli bileşeni sıcaklıktır. Çünkü sıcaklık, buharlaşma ve nemden yağışa, basınç dağılışından rüzgar oluşumuna biocoğrafik özelliklerden morfoklimatik oluşumlara, bir çok konuda belirleyici etmendir. Buna göre sıcaklık rejimleri ve sıcaklık kuşakları ile bölgeleri de yer küre üzerinde biocoğrafik özelliklerin dağılışını ortaya koymak açısından temel faktördür.


Sıcaklık kuşaklarına ve bölgelerine geçmeden önce dünya üzerinde sıcaklıkla ilgili genel bilgilere ve sıcaklık rejimi kavramına yer vermekte fayda görülmektedir.


Günümüzde yeryüzünün sıcaklık değerleri ve genel sıcaklık ortalamaları ile ilgili her yıl yeni gelişmeler olmaktadır. Küresel iklim değişikliği sürecinin konuşulduğu günümüzde sıcaklık değerleri peş peşe rekorlar kırmaktadır. BM Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin 2013’de açıkladığı rakama göre 1880 – 2012 arasında küresel ortalama sıcaklıklar ortalama olarak 0.85 oC artmıştır (0.65 – 1.06 oC). Bu rakam Avrupa ortalaması için 1 oC kadardır. Yine aynı rapora göre 1982 – 2012 arasındaki 30 yılın her 10 yılı, yeryüzünde 1850’den beri kaydedilen küresel sıcaklık verileri için hesaplanan tüm on yıllık dönemlerden ardışık bir biçimde daha sıcak olmuştur. Kuzey Yarım Küre’de 1983 – 2012 döneminin olasılıkla son 1400 yılın en sıcak 30 yıllık dönemi olduğunu göstermektedir. Bununla birlikte 1951 – 1980 arası küresel ortalama sıcaklıklar 14 oC iken, bu değerdeki artış 2015 yılı itibariyle 1.8 oC olmuştur. Yani küresel yıllık ortalama sıcaklık değerleri yaklaşık olarak 16 oC’ye ulaşmıştır ki bu Türkiye ortalaması olan 13.1 oC’den oldukça yüksek bir değerdir.


Kara ve denizlerin oranları ve dağılışı nedeniyle Kuzey yarım kürenin dünyanın sıcaklık bilançosu üzerine katkısı yada payı daha büyüktür. Kuzey yarım kürenin yıllık ortalama sıcaklığı 15.2 oC iken, bu değer Güney yarım küresi için 13.3 oC’dir. Diğer bir ifade ile Kuzey yarım küresinin yıllık ortalama sıcaklık değerleri Güney yarım küreye göre 2.1 oC daha fazladır. Bu fark yaz mevsimi için daha yüksek olup, Kuzey yarım kürenin yaz sıcaklık ortalaması 22.4 oC iken, Güney yarım küresinin sıcaklık ortalaması 17.0 oC olarak görülmektedir. Aradaki fark ise 5.4 oC’dir. Ancak kış mevsimi için durum farklı olup Kuzey yarım kürede kış mevsimi ortalama sıcaklığı 8.1 oC iken, Güney yarım küresinde bu değer 9.7 oC’dir. Buna göre, bu sefer Güney yarım küresi Kuzey yarım küreye göre 1.6 oC daha sıcaktır. Bu rakamlara göre dikkat çeken bir diğer durum ise Kuzey yarım kürede yaz ve kış mevsimi arasındaki fark 14.3 oC iken Güney yarım kürede bu fark 7.3 oC’dir. Her iki yarım küre arasında mevsimler arasındaki sıcaklık farkı hemen hemen iki kata ulaşmaktadır. Bu durum aynı zamanda her iki yarım küre arasındaki kara ve deniz dağılışının etkisine tipik bir örnektir. Deniz/okyanus oranı fazla olan Güney yarım küresinde yazlar fazla ısınmazken, kışlar da Kuzey yarım küreye göre fazla soğumamaktadır.


Bu anlamda rekor sıcaklık farkı ise Rusya’nın doğusundaki Verkhoyansk’da kırılmıştır. Verkhoyansk’da ölçülen en yüksek sıcaklık 37 oC, en düşük sıcaklık – 68 oC’dir. Buna göre sıcaklık farkı 108 oC’dir.


Kara ve denizlerin dağılışının ortaya çıkardığı bu durum ile, yukarıda ifade edilen diğer gezegensel ve yerel etkenlere bağlı olarak yeryüzünde enlemlere göre oluşan matematik iklim kuşakları yerini sıcaklık kuşaklarına bırakmıştır. Buna göre yeryüzü üzerinde sıcaklık bölgeleri oluşmuştur. Bu sıcaklık bölgeleri aynı zamanda nem şartlarının da yer aldığı iklim bölgelerine benzerlik göstermektedir.


Buna göre bir alanda yada bölgede sıcaklık ve dolayısıyla iklim özelliklerini belirleyen 5 unsur bulunmaktadır.


  1. Enlem. Sıcaklıklar enlem derecesine göre Ekvator’dan kutuplara doğru azalmaktadır. Aynı zamanda max. ve min. sıcaklıklar arasındaki farklar da Ekvator’dan kutuplara doğru çoğalmaktadır. Bu farklılığın temel nedeni ise güneş ışınlarının atmosferde katettiği yolun Ekvator’da daha az, kutuplara doğru giderek artması, aynı zamanda Ekvator’un daha dik açı ile güneş ışığı almasıdır.


    2. Yükselti. Sıcaklıklar yükselti ile birlikte azalmaktadır. Çünkü atmosfer büyük ölçüde yerden geriye yansıyan ışınlarla ısınmasının yanında, atmosferin üst katında atmosfer yoğunluğunun daha az olması bu sonuçta etkilidir.


    3.Genel atmosfer sirkülasyonu ve rüzgarlar. Genel dolaşıma bağlı rüzgarlar bir yerden bir yere sıcak yada daha soğuk havayı taşıyabilmektedirler.


  1. Karasallık. Deniz ve karaların ısınma soğuma süreçleri farklıdır. Denizler karalara göre daha geç ısınıp daha geç soğuyarak, kıyı ve iç kesimler arasındaki sıcaklık farkının artmasına neden olmaktadırlar. Denizler aynı zaman bulundukları alandaki iklimi daha ılımanlaştırmaktadır.


    5.Bakı. Güneşe bakan yamaçlar diğer yamaca göre her zaman daha fazla güneş ışığına maruz kalırlar. Bu nedenle Kuzey yarım kürede dağların güneye bakan yamaçları yamaçları daha sıcak ve kuraktırlar. Bu durum Güney yarım kürede ise kuzeye bakan yamaçlar için geçerlidir.


Bu şartlar altında yeryüzü üzerinde sıcaklık ve iklim bölgeleri belirlenmiştir. Bu bölgeler matematik iklim kuşaklarından farklı bir uzanım göstermektedir. Temel olarak bu sıcaklık kuşakları Ekvator’a paralel olarak uzansa da iklim bölgeleri ile tamamen uyumlu değildir.


Sıcaklıkların yerküre üzerindeki dağılışı şu şekilde gruplandırılabilir:


  1. Soğuk Kuşak. Kutupsal bölgeler olan Arktik ve Antartik, sıcaklıkların çoğu zaman


0 oC’nin altında olduğu alanlardır. Buralarda temel olarak iki dönem (mevsim) hakimdir. Dünyanın yıllık haeketine bağlı olarak dönemsel bir şekilde gece gündüz koşulları yaşanır. Yaklaşık olarak Mart – Eylül arasında polar gündüzü yaşayan Kuzey kutup bölgesinde


sıcaklıklar yer yer 0 oC’nin üstüne çıkabilmektedir. Kuzey Kutup Dairesinin üzerinde kalan yerlerde sıcaklıklar polar gündüzü sırasında tarım dahil çeşitli faaliyetlere izin vermektedir. Güney Kutup Dairesinde ise polar gündüzü Eylül – Mart


arasında rastlamaktadır. Bu dönemde benzer kuzeydekine benzer koşullar yaşanmakla birlikte Antartikanın geniş buzullarla kaplı alanlarında faaliyetler çok kısıtlıdır. Yıllık sıcaklık farkları 20 – 30 oC’yi aşmaz.


  1. Ilıman kuşak yada orta enlemler. Bu alanlar kabaca her iki yarım kürede kutup


daireleri ile dönenceler arasında uzanan yerlerdir. Yaz sıcaklıkları 40 oC’yi pek aşmaz. Ortalama sıcaklıklar ise 10 – 20 oC arasında değişmektedir.Güneşin hareketlerine bağlı olarak mevsimsel ayırımlar görülmektedir. Bu anlamda 4 mevsimin belirdiği alanlardır. Ekinoks ve solstis zamanları mevsimler için birer ayraç gibidir. Atmosferdeki nem sıcaklıkların şiddetli değişim göstermesine engel olsa da bu durum bu kuşağın her yerine aynı şekilde yayılmamıştır. Ilıman kuşak bu anlamda iki alt bölgede değerlendirilebilir. Ilıman kuşak okyanusal tip, daha çok denizel şartlara sahip bölgelerde görülen bir özelliktir. Sıcaklık farklılıkları 5 -15 oC arasında gerçekleşmektedir. Denizel şartların ılımanlaştırıcı etkisi kıyı bölgelerinde sıcaklık koşullarını daha olumlu hale getirmiştir. Ayrıca bazı bölgelerde okyanus akıntıları da bu ılıman etkiye katkı yapmaktadır. Örneğin kuzeybatı Avrupa ve İngiltere’de Golf Stream sıcak su akıntısı, bu kıyılarda ılıman özellikler açısından hayati öneme sahiptir. Ağustos en sıcak ay iken Şubat, bazen de Mart ayı en soğuk ay olabilmektedir. Ilıman kuşağın bir diğer alt tipi ise karasal tiptir. Karasallık koşulların ağırlığı altındaki karaların iç ve yüksek kesimlerinde görülen bu alt tipte sıcaklık farklılıkları 15 – 30 oC’ler arasındadır. Yaz sıcaklıkları daha yüksek, kış soğukları da daha güçlüdür. En sıcak ay Temmuz olup, en soğuk ay Ocak ayına karşılık gelmektedir. Bu kuşak kuvvetli barı rüzgarlarının etkisi altında olup, yıl içinde farklı hava tipleri ile karşı karşıya kalmaktadır.


  1. Sıcak kuşak. Ekvator’un her iki tarafında, dönenceler arasına rastlayan bu kuşakta da mevsimler yada sıcaklık dönemleri iki bölüme ayrılmıştır. Yıl, nemli ve kurak dönem olarak


iki bölümdedir. Ortalama sıcaklılar 20 oC’nin üzerinde görülebilmektedir. Subtropikal yüksek basınç kuşağının etkisi altında olan çöllerde ise gün içindeki sıcaklık değeri 50 oC’ye kadar ulaşabilmektedir. Bu kuşata yer alan Ekvator, en sıcak yer olmayıp, en sıcak bölgeler bu subtropikal yüksek basınç alanlarına yakın yerlerde görülmektedir. Çünkü Ekvator sürekli konvektif hareketlerle sıcaklığın üst atmosfere taşındığı, gün içerisinde artan bulutlanma ile konveksiyonel yağışların görüldüğü bir bölge olup, bu hadiseler sıcaklığın çok yükselmesine engel olmaktadır. Bu anlamda sıcak kuşak, Ekvatoral bölge ve dönenceler bölgesi olarak iki alt


gruba ayrılabilir. Ekvatoral bölgede sıcaklık farklılıkları 5 oC’nin altındadır. Dönenceler bölgesinde de sıcaklıklar yüksek olmakla birlikte sıcaklık farklılıkları 5 oC’nin hemen üzerindedir.


İklim Bölgeleri

Sıcaklığın yerküre üzerinde yayılışı, ya da dağılışı yukarıda da ifade edildiği gibi gezegensel koşullar ile birlikte yerel coğrafi faktörlerin de etkisi altında gelişmektedir. Bu çerçevede sıcaklık değerleri, özellikle nem özellikleri ile birlikte genel iklim sınıflamalarını ya da iklim bölgelerini oluşturmaktadırlar. İklim bölgelerine bakıldığında da sıcaklık kuşakları ile paralellikler taşıdığı görülmektedir.


Yeryüzünü temel iklim bölgelerine bakıldığında , sıcaklık kuşakları ile uyumlu bir şekilde dağıldığı görülebilmektedir.

1.Kutupsal (Polar) İklim: Tüm yıl çok soğuk ve kurak koşulların olduğu bir iklim tipini temsil etmektedir. Bu çerçevede Arktik ve Antartik sıcaklık kuşakları ile uyumlu bir şekilde uzanırlar.

2.Ilıman İklim. Bu iklim tipi de orta enlem sıcaklık kuşağı içinde yer alan bir bölgede gelişen iklim tipidir. Nispeten soğuk kışlar ile ılıman yazlar söz konusudur. Baharlar ise geçiş mevsimleri olarak yaşanmaktadır. Ilıman iklimin görüldüğü bazı alanlar karasal özelliklere sahipken, kıyı bölgeler denizel şartlara sahip alanlardır.

3.Kurak iklimler. Bu iklim tipi gerek orta enlemler ve gerekse tropikler arasında, karasallık ve hakişm basınç koşukları ile ortaya çıkan kurak alanları temsil etmektedir.

  1. Tropikal iklim. Bu iklim bölgesi de tropikler arasındaki sıcak kuşağın içerisinde yer almaktadır. Tüm yıl sıcak ve nemli koşullar nedeniyle daha çok Ekvatora yakın bölgelerde hakim iklim tipi olarak ayırt edilir.

  2. Akdeniz iklimi. Bu iklim bölgesi de ılıman kuşağın sıcaklık şartlarına sahip olup, nemli ve ılıman kışlar ile kurak-sıcak yazlarla temsil edilmektedir.


    6.Dağ iklimi. Bu iklim tipi farklı sıcaklık kuşakları altında, ancak yüksek dağlık alanlarda görülmektedir. Tüm yılın soğuk geçtiği bu bölgeler aynı zamanda karasal özelliklere sahiptirler.



Alıntıdır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak