7 Kasım 2021 Pazar

İndus Medeniyeti

 


Dünyanın en gelişmiş kent topluluklarından biri, yaklaşık  olarak M.Ö. 2500 yılında, günümüzde Pakistan sınırları içerisinde bulunan indus Nehri'nin aşağı vadisinde ortaya çıktı. Bu topluluk pek çok açıdan Antik Mısır'dan daha ileriydi. 500.000 kilometrekarelik bir alanı kaplıyordu. Bu haliyle toprakları 63.000 kilometrekarelik bir alana yayılmış olan Mısır' dan çok daha genişti. Güney Asya' nın ilk medeniyeti olarak, gelişimini indus Vadisi' nin bereketine borçluydu.

Arkeologlar   tarafından  günümüze  kadar  indus  Medeniyeti   ile ilişkili 100 yerleşim yeri açığa çıkarılmıştı. Bu bölgelerde yapılan kazılar halen devam etmektedir. Söz konusu yerleşimlerin en büyükleri her biri 30-40.000 civarı bir nüfusa sahip olan Harappa, Mohenjo-daro ve Dholavira'dır.  Fırınlanmış tuğladan  yapılmış binalar belirgin bir sokak planı içerisinde sıralanmıştır. Bu durum indus Medeniyeti ' nde yerleşim  bölgeleri  inşa edilirken, planlamaya ve tekbiçimliliğe dikkat edildiğini göstermektedir. Bölgedeki şehir ve kasabalarda belirgin bir uyum vardır. İndus  yerleşimleri  aynı zamanda döneminin en ileri sulama kanallarına ve su tesisatı sistemlerine sahiptir. Mohenjo-daro' da neredeyse her evde bulunan tuğla kanal formundaki tuvaletler sokakların altından akan bir kanalizasyon sistemine bağlanmaktadır.

Yaklaşık 400 farklı simgeden oluşan ve genellikle sabuntaşından damga  mühürlerinin üzerinde bulunan indus yazısı halen deşifre  edilmeyi beklemektedir. Bu nedenle, indus Medeniyeti ' ne ilişkin pek çok soruya halen yanıt verilememiştir. Bölgede ciddi bir silahlanma ya   da   organize   dinin   varlığına   dair   herhangi    bir   kanıta

ulaşılamamıştır.  Henüz  indus  Medeniyeti 'nin  M.Ö. 1500' lerde  son derece ani bir biçimde çökmesiyle ilgili ikna edici bir açıklama ortaya konulamamıştır. Nüfus artışı, seller, topraktaki tuz miktarının artışı ya da şehirlerinin Aryan işgalcileri tarafından yağmalanması bu çöküşe neden olmuş olabilir.


Selimiye Camii / Edirne





 

6 Kasım 2021 Cumartesi

Selimiye Camii / Edirne






 

Kara Kedi

 



Kedinin evcilleştirilmesi Mısır’da IO 3000 yıl öncesinde başlıyor. Eski Mısır’da kedi kutsallaştırılmış, firavunlarla birlikte gömülmüş, yasalara girmişti. Mısır’da yurtdışına kedi çıkarma yasağı konulmasına karşın, kediyle birlikte kediye gösterilen sevgi de yayıldı. İO 2000 yıl öncenin Hindistan'ından, İO 500’ün Çin’inden kediye verilen önemi gösteren belgeler kalmıştır. Konfüçyüs’ün kedi sevgisi bilindiği gibi, Japonlar da pagodalarda kutsal metinleri korumak için kedi besliyorlardı. Hz. Muhammed’in cübbesinin eteğinde uyuyan kediyi uyandırmamak için eteğini kestiği hikâyesini de herkes bilir.


Buna rağmen Eski Yunanlılar kediyi bilmiyorlardı. Yunan mitolojisinde kediye dönüştürülerek Hekate rahibesi olan Kalenthias’ın Avrupa’da kedinin, özellikle kara kedinin büyücülerle ilişkisinin kurulmasının başlangıcını oluşturduğu kabul edilir. Oysa mitosun orijinal biçiminde söz konusu olan hayvan kedi değil, bir tür gelinciktir. Kedi, tahıl depolarını sıçan ve yılanlardan koruduğu için bütün tarım toplumlarında kutsallaştırılmış ve ortaçağ Avrupa’sında kilise bunu pagan bir inanç olarak gördüğü için kedilere savaş açmıştır. Eski Yunan mitosundaki, bütün dünyada köylülerin düşman olduğu gelinciğin kilisenin düşmanı kediye dönüşmesi de bu sürecin sonucudur. Avrupa’da şeytanın girmekten en çok zevk aldığı biçimin kedi olduğu inancı yayılmıştır. Voltaire 1764’de güzelliğin tanımının kişiye göre değiştiğini anlatırken, “Şeytana sorunuz; size güzelin bir çift boynuz, dört cırnakla bir kuyruk olduğunu söyleyecektir,” der.


Kedi korkusu Avrupa’da özellikle Ingiltere’de başladı. Büyük şehirlerde kedi nüfusunun artmasıyla hayvanın ‘nankörlüğü göze batmaya başlarken, çoğunlukla fakir ve yalnız kadınlarca beslendiklerinden, cadı avının başlamasıyla birlikte, bu ‘cadı’ kadınlarla birlikte yoldaşları kedilerin özellikle kara kedilerin de suçlanmasını getirdi. 1630’larda Fransa kralı XIII. Louis yasaklayana kadar binlerce kedi yakıldı. Çin’de de kedi, fare tutmakla sağladığı yarar göz ardı edilebilecek kadar şeytani bir yaratık olarak kabul edilirdi; karanlıkta ruhları görebilir, cesetleri diriltebilir, yoksulluk getirirdi.


Kadının yedi nefsi varsa kedinin de dokuz canı vardır. “Fareli Köyün Kavalcısı” masalı ve deyimi dışında, kedi bilmeyen toplumla ilgili bir masalın, Ingiltere ve Anadolu’da, en azından Sürmene’de ortak olduğunu biliyoruz: Gurbette bir köye konuk olan kahraman, sofranın başında elinde sopalarla üç beş kişinin bekleştiğini görür. Korkulanın canavar dedikleri sıçan olduğunu öğrenir. Onları bu dertten kurtaracağına söz vererek evinden kedisini getirir. Kedinin sıçanlara göz açtırmadığını gören köylüler kahramana istediği parayı verip yolcularlar. Kediyle baş başa kalan köylüler kedinin kendilerini yiyeceğinden korkarak kaçıp köyü terk ederler. Sonunda kedinin insan yemediğini öğrenir, birkaç kedi daha edinerek köylerine dönerler.


Not: Kudret Emiroğlu'nun Gündelik hayatımızın tarihi kitabından alıntılanmıştır.


#SİPER Testi Başarıyla Geçti!

Selimiye Camii / Edirne






 

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak