4 Nisan 2025 Cuma

ÛLU'L-AZM OLAN PEYGAMBERLER-1

 HZ. NUH (A.S)


"Andolsun ki Biz Nuh'u kavmine (Peygamber olarak) gönderdik (kavmine Peygamber olarak gönderilişinden itibaren onların) aralarında elli yıl müstesna olmak üzere bin yıl kaldı." (Ankebût: 29/14) 


Hz. Nûh (a.s)'ın Soyu:


Tarihçilerin belirttiğine göre; Hz. Nûh (a.s)'ın soyu şu şekildedir:

Nûh İbn Lâmek b. Mettuşalah ibn Ahnûh yani İdrîs'dir. Buna göre Hz. İdrîs (a.s), Hz. Nûh (a.s)'ın büyük atası yani dedesinin babası olmaktadır.

Hz. Nûh (a.s)'ın soyu, Şîd ibn -Ebu'l-Beşer olan- Hz. Adem (a.s) ile sona ermektedir. 

Hz. Nûh ile Hz. Adem'in arası 1000 seneden fazla bir zaman vardır. Tevrat'ın rivayetine göre ise ikisinin arasında geçen zaman, 1056 yıl olarak belirtilmektedir.

Buhari'nin rivayetine gelince ise; Buhârî, İbn Abbas (r.a)'ın şöyle söylediğini rivayet etmiştir: "Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında on nesil vardı, (bu on neslin) hepsi de İslam dini üzereydiler."  îbn Kesir, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı kitabında bu hadis ile ilgili olarak şöyle der:

"Hadisi şerifin metninde geçen "Karn" yani "nesil" kelimesinden maksat, 100 sene ise -nitekim insanların çoğu bu kelimeyi işittiklerinde ilk olarak ona 100 sene anlamını verirler- demek ki Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında (100x10=) 1000 sene geçmiştir. Ama bu, İbn Abbas'ın koymuş olduğu "(Bu neslin) hepside İslam dini üzereydiler" kaydına ters düşmemektedir. Çünkü bu durumda ikisinin arasında Müslüman olmayan başka nesiller geçmiş olabilir. Fakat Ebu Ümâme'nin hadisi ise, ikisinin arasında sadece on neslin geçmiş olduğuna delâlet etmektedir. İbn Abbas'ın rivayet ettiği hadis ise, ikisi arasında geçen nesillerin Müslüman oldukları kaydını eklemiştir ki bu da, tarihçilerin ve diğer Ehl-i Kitab'ın ortaya attıkları "Kabil ve oğulları ateşe tapmışlardır” iddiasını çürütmektedir.

Ebu Ümâme'nin hadisini ise İbn Hibbân, "Sahili" adlı kitabında ondan şöyle rivayet etmiştir:

"Adamın birisi Resulullah (sav)'e:.

Ey Allah'ın resulü! Adem (a.s) Peygamber miydi?" diye sordu, Resulullah (s.a.v)'de:

Evet! O, Allah ile konuşan (yani Allah'ın kelamına muhatap olan) bir peygamberdi, diye cevap verdi. Bunun üzerine o adam:

Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında ne kadar zaman geçti?" Diye tekrar sordu. Resulullah (s.a.v)'de:

On nesil, diye cevap verdi."


Hz. Nûh (a.s)'ın Kur'an'da Zikredilmesi:


Hz. Nûh (a.s)'ın Kur'ân-ı Kerîm'in 43 yerinde zikredilmiştir. Hz. Nûh (a.s)'ın kıssası ise Kur'an'da detaylı bir şekilde birçok surelerde anlatılmıştır. Bunlardan bazıları şunlardır: A'raf Sûresi (59 ile 64 arası), Hûd Sûresi (25 ile 48 arası), Müminûn Sûresi (23 ile 30 arası), Şuara Sûresi (105 ile 122 arası), Kamer Sûresi (9 ile 17 arası) vb. sureler. 

Ayrıca Kur'ân-ı Kerîm'de "Nûh Sûresi" diye isimlendirilen bir sure ise Hz. Nûh (a.s)'ın ismine mahsus olarak zikredilmiştir.

Kısacası bu surelerin hepsi, Hz. Nûh (a.s)'ın Peygamber olarak gönderilişine, peygamberliğine, davet metodunu kavminin bile bile inkarına ve isyanına, onların eziyetlerine karşı göstermiş olduğu uzun bir müddet sabredişini, yalanlayıcıların üzerine yapmayı gerekli kıldığı azap -ki oda boğulmadır- ve ona iman edenlerin kurtuluşunu anlatmaktadır. Hz. Nûh (a.s)'ın kıssası ise geniş olarak birazdan anlatılacaktır.


Hz.Nûh (a.s)'ın Yeryüzüne Gönderilen Resullerin İlki Oluşu:


Tarihçilerin naklettiğine göre; Hz. Nûh (a.s) Cenab-ı Allah'ın yeryüzü halkına Peygamber olarak gönderdiği resullerin ilkidir. Bundan dolayı da Rabbi ona, kavmini uyarmasını ve onlara Allah'ın azabından sakındırmasını emretmiştir. Buna göre Hz. Nuh (a.s) uyarıcı nebilerin ve resullerin ilki olmaktadır. Bunun delilleri ise şunlardır:

a. Nitekim Yüce Allah da bu konuyu şöyle anlatmaktadır:

"Kavmine elem verici bir azap gelmezden önce onları "uyar" diye Nuh'u, kavmine (Peygamber olarak) gönderdik." 

b. Buna başka bir delil ise Buhârî ve Müslim'in Sahîh'lerinde rivayet edilmiş olan şefaat hadisidir.

Hz. Peygamber(sav) bunu şöyle anlatmaktadır:

"Allah kıyamet günü, öncekileri ve sonrakileri tek bir düzlükte toplar. Bakan onları görür, çağıran onları işitir, güneş onlara yaklaşır. Gam ve sıkıntı insanların tahammül edemeyecekleri ve güç yetiremeyecekleri dereceye ulaşır. Öyle ki insanlar:

Babanız Adem var! Derler. Ona gelerek:

Ey Adem! Sen insanların atasısın. Allah seni kendi eliyle yarattı. Kendi ruhundan sana üfledi, (bütün isimleri sana öğretti) meleklerini senin önünde secde ettirdi. Seni cennete yerleştirdi. (Bunlardan dolayı Allah katında itibarın ve makamın var) Rabbin nezdinde bizim için şefaatte bulunmaz mısın? Bizim şu halimizi ve başımıza şu geleni görmüyor musun?" derler. Adem:

Bugün Rabbim öfkelidir. Daha önce bu kadar öfkelenmedi ve bundan sonra da böylesine öfkelenmeyecek. (Esasen şefaate benim yüzüm yok. Çünkü cennette iken Allah) beni o ağaca yaklaşmaktan men etmişti. Ben, bu yasağa karşı geldim. (ben cennette iken işlediğim günah sebebiyle cennetten çıkarıldım. Bugün günahlarım affedilirse bana yeter) Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin! Nuh'a gidin! diyecek. Bunun üzerine insanlar Nuh'a gelecekler ve ona:

Ey Nûh! Sen yeryüzü halkına gönderilen resullerin ilkisin. Allah seni çok şükreden bir kul diye isimlendirdi. İçinde bulunduğumuz şu hali görmüyor musun? Başımıza gelenleri görmüyormusun?  Rabbin  katında  bizim için  şefaatte bulunmaz mısın?" diyecekler. Nûh'da:

Bugün Rabbim çok öfkelidir. Daha önce hiç bu kadar öfkelenmedi ve bundan sonra da böylesine

öfkelenmeyecek! Çünkü benim bir dua hakkım vardı. Bende onu kavmimin aleyhine (beddua olarak) kullandım. Nefsim! Nefsim! Nefsim! Benden başkasına gidin. İbrahim'e gidin! diyecek..." Nakledilen bu hadisi şerife göre; Hz. Nûh (a.s), yeryüzü halkına gönderilen ilk resuldür. Bu görüş birçok alimin ileri sürdüğü Sahîh bir görüştür. Fakat hadisi şerifte geçen bu ifade, Hz. Nûh(a)'dan önce hiçbir Peygamber gönderilmemiştir şeklinde değildir. Çünkü Hz. Nûh'dan önce Hz.Adem, Hz. Şid ve Hz. İdrîs gibi nebiler vardır. Bunların hepsi Hz. Nûh (a.s)'dan "önce Peygamber olarak gönderilmişlerdir. Fakat Hz. Nûh (a.s)'dan önce gönderilen bu nebiler, resul değildirler. Bu münasebetle, Hz. Nûh (a.s) ilk resuldür. Ama ilk nebi değildir. Çünkü nübüvvet (yani nebilik) ile risalet (yani elçilik) arasında bir farkın olduğu herkes tarafından bilinen bir özelliktir. Zira resul; Yüce Allah'ın kendisine bir şeriatla vahyettiği ve insanlara, Allah'ın kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tuttuğu kimseye denir.

Nebi ise; Yüce Allah'ın kendisine bir şeriatla vahyettiği, fakat insanlara, Allah'ın kendisine vahyettiğini tebliğ etmekle sorumlu tutmadığı kimseye denir. Yine de doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. 


Hz. Nûh (a.s)'ın Yaşadığı Müddet:


Hz. Nûh (a.s) uzun bir müddet yaşamıştır. Bundan dolayı da çok ömürlü olmuştur. Zira Hz. Nûh (a.s) ömür bakımından peygamberlerin en uzun ömürlü olanı ve mücadele bakımından da onlardan en fazla olanı idi. Çünkü Hz. Nûh (a.s), peygamberlerden bir çoğunun tahammül edemeyeceği eziyetlere tahammül etmiş, kavmini, gece-gündüz ve açık-gizli olarak Allah'a davet etmiş ve onların arasında 950 sene kalarak onlara vaaz etmiş, hikmetle ve nasihatle onları putlara tapmaktan men edip bir olan Allah'a ibadet etmeye çağırmıştır. Fakat Hz.Nûh (a.s) bu yaptıklarının karşılığında onlardan, yalanlamanın, zulmün, yüz çevirmenin ve zorbalığın bütün şekliyle karşılaştı. Zira onların kalpleri taştan daha katılaşmış ve akılları demirden daha da sertleşmişti.

Hz. Nûh (a.s) onların arasında uzun bir müddet kaldığı halde onlardan çok azı iman etmişti. Nitekim Yüce Allah, bu durumu şöyle haber vermektedir:

"Çok az kimse onunla (yani Nuh'la) birlikte iman etmişti." (Hûd:lI/40)

Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenlerin sayısı hakkında çeşitli görüşler vardır. Bunlardan bazıları şunlardır:

a. Bazı tefsirciler; Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenlerin sayısını on kişi olarak bildirmektedir ki bunlar, Hz. Nûh (a.s) ile birlikte tufan esnasında gemiye binen kimselerdir. 

b. Diğer bazı tefsirciler de; Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenlerin sayısını kırk kişi olarak bildirmektedir.

c. îbn Abbas'tan nakledilen Sahîh rivayete göre, onlar kadınlarıyla birlikte seksen kişi idiler. 

İşte bu son görüş, Hz. Nûh (a.s) ile birlikte iman edenler hakkındaki tefsircilerin görüşlerinden en güvenilir olanıdır. Çünkü onlar Allah tarafından boğulmaktan kurtulmuştur. Hz. Nûh (a.s)'ın bu sıkıntılı musibetler ile yaşadığı bu uzun müddet zarfında -ki, bu peygamberlerden sabır sahibi olan ulu'1-azm peygamberlerin tahammül etmeye güç yetirebileceği sıkıntı, kendisini müdafaa, zulüm, bela vb. şeylerle dolu olan zor bir hayat devresi sırasında- nail olduğu zorluğun sınırının ortaya çıkması da bunu göstermektedir.

İşte bütün bunlardan dolayı Hz. Nûh (a.s); Yüce Allah'ın, yaratılmışların efendisi Hz. Muhammed (s.a.v)'e hitaben geçtiği:

"(Ey Muhammed) Peygamberlerden "ulu'l-azm" (yani a-zim sahibi) olanların (eziyetler, sıkıntılar vb. şeyler, karşısında) sabrettiği gibi sen de (onlar gibi) sabret. " (Ahkâf: 46/35) ){ bu sözünde zikredilen “ulu'l-azm" peygamberlerdendir. Zira Yüce Allah, bu sözünde, Hz. Muhammed (s.a.v)'e, ulu'1-azm peygamberlerin metodu ve yolu üzere yürümeyi emretmiştir. Ulu'1-azm peygamberler ise beş kişi olup şunlardır:

1- Hz. Nûh (a.s)

2-Hz. İbrahim (a.s)

3-Hz. Mûsâ (a.s)

4-Hz. İsa (a.s)

5-Bunların en sonuncusu ise Hz. Muhammed (s.a.v)'dir. Allah'ın salât ve selâmı onların hepsinin üzerine olsun.

Bazı tarihçilerin naklettiğine göre; Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'ı kavmine Peygamber olarak gönderdiğinde o, 50 yaşındaymış. Onların arasında 950 sene kalmış ve kavminin helak edilişinden sonra da 350 sene daha yaşamış. Buna göre Hz. Nûh (a.s)'ın ömrü, 1350 sene olmuş olur.

Asıl itibariyle bu görüş, Tevrat'tan nakledilmiştir. -Bu görüşün kendisinde kalbin tam olarak mutmain olmayacağı Tevrat'ın naklettiği diğer rivayetler gibi mübalağa vardır- Halbuki Tevrat'ın naklettiği bu görüşü almakla, Kur'ân-ı Kerîm'in anlattığı

"(Nûh kavmine Peygamber olarak gönderilişinden itibaren onların) aralarında "elliyıl" müstesna olmak üzere bin yıl kaldı. "(Ankebût: 29/14) bu görüşü terk etmekteyiz. İşte bu ayeti kerime, delaleti kati ve yakın bir sabitlikle sabit olmuştur.


Bundan dolayı bizini, Kur'an'ın belirttiği görüşün dışında kalan rivayetlere ve haberlere ihtiyacımız yoktur. 


Nûh Kavminin Putlara Tapması:


Ayeti Kerimelerin, Hz. Nûh (a.s)'ın kıssası hakkında işaret ettiği üzere; Hz. Nûh (a.s), Allah'a şirk koşan, taşlardan ve bakırlardan yapılan putlara tapan, Allah'tan başkasını 'ilah" edinen, ve bu taptıkları şeylerin, kendisine veya kendisine tapanlara gelebilecek herhangi bir zararı uzaklaştıracağına, fayda sağlayacağına, gördüğüne, işittiğine, hayrı kendileri için çekip çıkarmaya güç yetireceğine, kendilerinden her türlü kötülüğü uzaklaştıracağına, Allah'ı bırakıp onların sadece kendilerine fayda sağlayacağına ve zenginleştireceğine inanan bir kavme Peygamber olarak gönderilmişti.

İşte Hz. Nûh (a.s)'ın Peygamber olarak gönderildiği bu kavim putlara tapan ve Allah'a şirk koşan kavimlerin ilkidir. Bundan dolayı Cenab- ı Allah, Hz. Nûh (a.s)'ı onlara, putları bırakıp Allah'a ibadet etmedikleri takdirde başlarına gelecek olan Allah'ın azabıyla onları uyarmak ve korkutmak amacıyla Peygamber olarak göndermişti.

Nitekim Yüce Allah bu durumu şöyle haber vermektedir:

"Kavmine elem verici bir azap gelmezden önce onları uyar diye Nuh'u kavmine (Peygamber olarak) gönderdik. O da: "Ey kavmim! Şüphesiz ki ben, (Allah tarafından) size gönderilmiş apaçık bir uyarıcıyım. (Putları bırakıp yalnızca) Allah 'a ibadet edin. Ondan ittika edin ve (Allah'ın vahyettiği doğrultuda) bana itaat edin ki Allah günahlarınızı bağışlasın ve ecelinizi belli bir süreye kadar ertelesin... " demişti." 

Hz.Nûh'un kavminden önce yaşayan insanlar Allah'a ibadet eden, ona hiçbir şeyi ortak koşmayan, taşlardan ve bakırdan yapılmış putlara tapmayı bilmeyen, Allah'ın vahdaniyetine yani birliğine inanan mümin kimseler olup fıtrat dini olan Tevhid yani İslam dini üzereydiler. İşte bütün bunlardan dolayı Yüce Allah, puta tapanları uyarmak ve Allah'ın yasaklarından sakındırmak için onlara bir resul gönderdi. Uyarmak ve korkutmak için "Rasib oğulları" denilen bir kavme gönderilen ilk resul, Hz. Nûh (a.s)'dır. Bu kavim, sapıklık içerisine dalmış, inat ve sapkınlıklarını artırmış ve büyük bir şekilde haddi aşmışlardı. İşte Hz. Nûh (a.s), bunlara Peygamber olarak gönderilmişti. Hz. Nûh (a.s), onlara apaçık deliller ve kesin kanıtlar getirdiği halde onlardan yüz çevirmenin, zulmün, akılsızlığın, sapıklığın, eğlencenin ve alayın her türlüsüyle karşılaşmıştı. Nitekim Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'ın bu durumunu "Nûh Sûresinde" şöyle anlatmaktadır:

"Nûh: "Ey Rabbim! Doğrusu ben, kavmimi gece-gündüz (senin bana vay ettiklerine) çağırdım. Fakat benim çağırmam, sadece benden uzaklaşmalarını artırdı. Doğrusu ben, senin onları bağışlaman için kendilerini her çağırışımda (çağırışımı işitmemek için) parmaklarını kulaklarına tıkadılar (tanınmamak için) elbiselerine büründüler (davetime karşılık devamlı olarak) direndiler ve büyüklendikçe büyüklendiler. Ayrıca ben onlara (davetime) açıktan açığa gizliden gizliye de söyledim ve: "(İşlemiş olduğumuz günahlardan dolayı) Rabbinizden bağışlamayı dileyin ki-doğrusu O sizi çok bağışlayandır- size gökten bol bol yağmur indirsin, sizi mallar ve oğullarla desteklesin, sizin için bahçeler var etsin ve ırmaklar akıtsın. Ne oluyorsunuz ki Allah'a büyüklüğü yaklaştıramıyorsunuz. Oysa sizi merhalelerden geçirerek o yaratmıştır. Allah'ın göğü yedi kat üzerine nasıl yarattığını görmez misiniz? Aralarında aya aydınlık vermiş ve güneşin ışık saçmasının sağlamıştır. Allah sizi yerden bitirir gibi yetiştirmiştir. Sonra da sizi oraya (yani yer altında) geri döndürür ve yine sizi oradan geri çıkarır. Yeryüzünde dolaşabilmeniz, orada yollar ve geniş geçitlerden geçebilmemiz için onu (yani yeryüzünü) size yayan O'dur, dedim"

Bu ayeti kerimeler; Hz. Nuh'un kavminden önce yaşayan insanların mümin kimseler olduklarını, putlara tapmayı ve Yüce Allah'a şirk koşmayı bilmediklerini göstermektedir. Nitekim Yüce Allah'ın:

"(İlk Önce) İnsanlar bir tek ümmetti. Allah, insanların ihtilafa düşecekleri konularda aralarında hüküm vermek için peygamberleri müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdi ve onlarla birlikte de hak kitaplar indirdi." ayeti kerimesi hakkında İbn Abbas'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Hz. Adem ile Hz. Nûh arasında on nesil vardı, (bu on neslin) hepside Hak şeriat (yani İslam şeriatı) üzereydiler. Daha sonra ihtilafa düştüler." Bunun üzerine Allah, peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere göndermiştir. İşte "İnsanlar bir tek ümmetti. Daha sonradan ihtilafa düştüler" ayeti, Abdullah b. Mes'ud'un kıraatinde bu şekildedir.

Katâde'de bununla ilgili olarak şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"İnsanlar (ilk önce) toplu halde hidayet üzereydiler. Daha sonradan ihtilafa düştüler. Bunun üzerine Allah, (bu ihtilafa düşenlere) peygamberleri müjdeleyici ve korkutucu olmak üzere göndermiştir. Bunlara gönderilen peygamberlerin ilki de Hz. Nûh(a)'dır. 


Putçuluğun Yayılışı Ve İnsanların Putlara Tapmasının Sebebi:


Daha öncede geçtiği üzere Hz.Nûh'un kavmi, putlara tapan toplulukların ilkidir. Zira onlardan önceki insanlar, tevhid ve iman üzere olup putçuluğu bilmeyen ve putlara tapmayan kimselerdi. Nûh kavminin putlara tapan kimseler olduğuna dair delil; şanı yüce olan Allah'ın, Kur'ân-ı Kerîm'inde Hz. Nûh (a.s)dan haber vererek naklettiği şu ayetlerdir:

"Nûh: "Ey Rabbim! Doğrusu bunlar (yani kendilerine senden aldığım vahiyleri tebliğ ettiğim bu kavmim, senin emirlerini dinlemeyip) bana isyan ettiler ve malı, çocuğu kendisine sadece zarar getiren kimseye (yani halk, malı, çocuğu ahirette kendisine sadece zarar getirecek olan liderlere) uydular. (Bu liderler halka karşı kendilerinin hidayet ve hak üzere olduklarını göstermek için) büyük hileler kurup insanlara: "Sakın ilahlarınızı (yani putlara tapmayı) bırakmayın. Hele hele vedd, Suvâ, yeğus, Yeük ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler. Böylece (O liderler kavmimin) birçoğunu saptırdılar. (Benim söylediklerimi değil de, liderlerinin sözlerini dinleyerek putlara tapan) zalimlerin, sapıklıklarından başka bir şeyini artırma!" dedi." 

Ayeti kerimede ismi geçen bu putlar, Hz. Nûh (a.s)'ın Peygamber olarak gönderilişinden önce yaşamış salih kimselerin isimleri ve mukarrabin meleklerin isimleridir.

Nûh kavmi, bu Salih kimselerin yaptıkları güzel işleri devamlı olarak hatırlamak istediklerinden dolayı -bu iddialarına binâen- onlar için heykeller diktiler. Nûh kavmi onların heykellerini yapmakla, onların yaptıkları güzel işleri hatırlayarak unutmayacak ve iyi işlerde onları örnek edinip aynısını yapmaya çalışacaklardı. Nûh kavmi, bu iddialarına binaen uzun zamanlar geçince bu putlara tapar hale geldiler. Buharı ve Müslim'in Sahîh'lerinde Hz. Aişe(ra)'dan şöyle rivayet edilmiştir:

"Resulullah (s.a.v)'in (ömrünün sonlarına doğru) hastalandığında hanımlarından bazıları "Mariyete" isminde bir kiliseden söz ettiler. Hanımlarından Ümmü Seleme ve Ümmü Habîbe, hicret dolayısıyla Habeşistan'a gitmişler ve kiliseyi orada görmüşlerdi. Kilisenin güzelliğini, içindeki suretleri anlattılar. Bunun üzerine Resulullah (sav) başını kaldırarak:

Onlardan sâlih bir kişi öldüğü zaman onun (öldüğü yerin) yanı başında bir tapınak yaparlar ve içine de ölen kişinin suret ve heykellerini koyarlar. Kıyamet günü onlar, şanı yüce olan Allah katında yarattıklarının en şerlisidirler" buyurdu."

Buharı, Yüce Allah'ın: "(Nûh kavminin liderleri halka:) "Sakın ilahlarınızı (yani putlara tapmayı) bırakmayın. Hele hele Vedd, Suva, Yeğus, Yeük ve Nesr putlarından asla vazgeçmeyin" dediler” (Nûh: 71/23) ayeti hakkında İbn Abbas'dan şöyle rivayet etmiştir:

"Nûh kavminde mevcut olan putlar sonradan Araplara intikal etmiştir. Şöyle ki: "Vedd adlı put,

Dümetü'l-Cendel'deki olup Kelb kabilesine aitti. Süvâ adındaki put, Hüzeyl kabilesine aitti. Yeğus adındaki put, (önce) Murad'ın sonrada Sebe' şehri yanındaki Cevf vadisinde bulunan Gutayfoğullarına ait oldu. Yeük, Hemedân'ın idi. Nesr, Âl-i Zilkelâ'dan Himyer'in putuydu. Buradaki put isimleri, aslında Nûh kavminden Salih kimselerin isimleri idi. Bunlar ölünce şeytan, bu salih kimseler? Kavimlerine; "Salih kimselerin hayattayken oturmuş oldukları yerlere (onların hatırasına) putlar dikin ve onlara bu kimselerin isimlerini verin" diye ilham etti. Halk bu ilhama uyup söyleneni yaptılar. Başlangıçta bu putlara tapınma yoktu. Ancak bu putları yapanlar ölünce ve onlar hakkındaki bilgi de unutulunca bu putlara tapılmaya başlandı."

Bu konuda derim ki: Nûh kavmindeki salih kimselerin, zamanla insanlar onları hatırlamak için elleriyle heykeller yapıp daha sonra da onlara tapmalarından dolayı İslam şeriatı, ruh sahibi herkesin el ile suretlerinin ve heykellerinin tasvir edilmesini yasaklamıştır. Böylece heykeller edinmeyi ve resimlerin yapılmasını İslam şeriatı haram kılmıştır. İşte heykellerin ve resimlerin yapılmasının haram kılınmasının sebebi bundan dolayıdır.

Buharı, Sahîh'inde Hz. Peygamber(sav)'in şöyle buyurduğunu nakletmiştir;

"Kıyamet gününde insanların azap bakımından en şiddetlisi olanlar, Mûsâvvir (yani Allah'ın yarattıklarına benzer şeyler yapan)lerdir. Kıyamet gününde o Mûsâvvirlere; "Haydi bakalım! Yarattıklarınızı diriltin" denilir"

Bu konuda şöyle bir hadis daha rivayet edilmiştir: "Melekler, içerisinde köpek, suret (yani resim), heykel ve cünub bulunan bir eve girmezler." 

Yine bu konuda şöyle bir hadis rivayet edilmiştir:

"Her kim bir suret yaparsa, Yüce Allah kıyamet günü onun yapmış olduğu suret ve heykeli karşısına getirecek ve ona, can (yani ruh) verene kadar azap edecektir. Zaten onun, ona can (yani ruh) vermesi de mümkün değildir." 

Bu anlatılanların hepsi insanların putlara tapmalarını engellemek suretiyle kötülük yollarını kapatmak (yani seddu'z-zerâi) ve akideyi korumak için yapılmıştır. Nitekim Nûh kavminde meydana gelen bu fesat ve kötülük, daha sonra başkalarıyla ve onlardan da daha sonra gelenlere intikal etmiştir. 


Kavminin, Kendisini Yalanlamaları Üzerine Hz.Nûh'un Buna Sabretmesi:


Hz. Nûh (a.s) Allah'dan kendisine indirileni tebliğ etmek suretiyle kavmiyle mücadeleye girişmiş ve hiçbir kimsenin tahammül ve kudret göstermeye gücünün yetmeyeceği kavminin eziyetlerine ve zulümlerine karşı sabretmiştir.

Hz.Nûh'un kavmi ile olan mücadelesi, batıl olan şeylere karşı yapılan mücadeleydi. Sabrı ise kavminin liderlerine, eziyetlerine, zorluklarına ve zulümlerine karşı idi.

Hz. Nûh (a.s) yaklaşık 1000 sene gibi uzun bir müddet zarfında Allah'ın davetine tebliğden vazgeçmemiş, Allah'ın rızasına gerekli olan nasihat ve hatırlatmaya başladığı andan itibaren zaafa düşmemiş, dimdik ayakta kalmış ve onlara karşı mücadelesini en güzel bir şekilde sürdürmüştür. Fakal Hz. Nûh (a.s)'ın bu davranışına karşılık olarak işe Nûh kavmine mensup müşrikler, Hz.Nûh'u davetinden vazgeçirmek ve her türlü sabır ile sebattan onu müstağni kılmak için alay eden ve eğlenceye alan gruplar oluşturmuşlardı. Müşrikler bununla da yetinmeyip Hz. Nuh'u çeşitli ithamlarla suçlamışlardı ve çeşitli iftiralarda bulunmuşlardı. Onların bu davranışları, Hz.Nûh'un Allah'a olan imanını, teslimiyetini, sabrını ve mücadelesini daha da artırıyordu. Bundan dolayı Hz. Nûh (a.s), Allah'a yakın olan ve sabırlı olan ulu'1-azm peygamberlerdendi. 


Hz. Nûh (a.s)'a Yapılan Çeşitli Suçlamalar:


Hz. Nûh (a.s)'ın, kavmine yapmış olduğu tebliğ karşılığında ona yapılan ithamlar şunlardı:

1.Hz. Nûh (a.s)'ın akılsızlıkla ve sapıklık ile suçlanması: Yüce Allah bunu şöyle anlatmaktadır: "(Nûh) kavminin ileri gelenleri (Nuh'a): "Doğrusu biz, senin apaçık sapıklık içerisinde olduğunu görüyoruz" dediler. Nûh'da: "Ey kavmim! Bende bir "sapıklık" yoktur. Ben ancak alemlerin Rabbinin peygamberiyim, Rabbimin sözlerini size bildiriyor, öğüt veriyorum, sizin bilmediğiniz şeyleri ben Allah katından (haber ile) biliyorum. Sakınmanızı ve böylece rahmete uğramanızı sağlamak üzere sizi uyarmak için aranızdan biri vasıtasıyla Rabbinizden size haber gelmesine mi şaşırıyorsunuz?" dedi." 

2.Hz, Nûh (a.s)'in delilik ile suçlanması.

a. Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'inde bunu şöyle anlatmaktadır:

"(Ey Muhammedi Senin kavminden olan) bu putperestlerden önce de Nûh kavmi (kendilerine Allah tarafından Peygamber olarak gönderilen Nûh 'u da) yalanmış ve (bununla da yetinmeyip) kulumuzu yalanlayarak ona; "deli"dir dediler ve o, (kavmi tarafından risaletini yerine getirmekten) alıkonulmuştur. 

b. Kur'ân-ı Kerîm, onların kendi dillerinden Hz. Nûh (a.s)'i delilikle nasıl suçladıklarını şöyle haber vermektedir:

"Bu  adamda  (yani Nûh 'da)  nedense  biraz  "delilik" var...

3.Hz. Nûh (a.s)'ın tartışmasının çokluğuyla ve (Allah katından bir azap getireceğini söylemesinden ötürü) Allah'a karşı iftira etmekle suçlanması.

Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'de bu konuda onlardan naklen şöyle buyurmaktadır;

"Ey Nûh! Bizimle gerçekten tartıştın. Hem de (bizimle olan) tartışmanı çoğalttın, eğer sen gerçekten doğru sözlü kimselerden isen tehdit ettiğin azabı başımıza getir" dediler." 

4. Hz. Nûh (a.s)'ın, taşlama ile tehdit edilmesi: '-"'  Yüce Allah, bunu şöyle anlatmaktadır:

"(Nûh kavminin ileri gelenleri) "Ey Nûh! Eğer bu işe (yani tebliğine) sek vermezsen, şüphesiz "taşlanacak" kimselerden olacaksın " dediler." 

5.Hz. Nuh (a.s)'ın yaptığı tebliğe, Nuh kavminin olay ve eğlence yoluyla karşılık vermeleri.

Yüce Allah, bunu ise şöyle haber vermektedir:

"(Nuh) gemiyi yaparken kavminin ileri gelenleri (Nuh'un) yanına uğradıkça (yaptığı işten dolayı) onunla "alay ederlerdi" oda: "Bizimle (yaptığımız bu işten dolayı) "alay ediyorsunuz". Ama (siz bizimle) "alay ettiğiniz" gibi (Allah'ın azabı üzerinize geldiğinde o zaman) bizde sizinle "alay edeceğiz" derdi." 

Nuh kavminin ileri gelenleri ve alt tabakadakiler, Hz. Nûh (a.s)'ın azmini ve gayretini köreltmek için eziyetlerini ve suçlamalarını işte böyle davetçi, Hz. Nûh (a.s) gibi böyle bir şekil üzere bulunduklarında iftiralar ve suçlamalar, kafirlerin her zaman onlara karşı kullandığı bir silah olmuştur.

Nûh kavmine mensup müşriklerin bu durumu, sadece Nûh kavmine ait bir özellik olmayıp kıyamete kadar gelecek olan bütün müşrikler ile yaratılmışların efendisi olan Hz. Muhammed (sav)'e şöyle demişlerdi:

"(Mekkeli müşrikler) "Ey kendisine kitap indirilen kimse! Sen (böyle şeyleri söylediğinden dolayı) mutlaka "delisin" dediler." 

"Zalimler, (müminlere) "Siz sadece "büyülenmiş" bir adama uyuyorsunuz" diyorlar. " (İsrâ: 17/47) Yine Mekkeli müşrikler Hz. Muhammed (sav) hakkında şöyle diyorlardı. "Kafirler; (kendilerine Peygamber olarak gönderdiğimiz Muhammed'e dair) "bu, çokça yalancı olan bîr 'sihirbazdır' dediler." (Sâd: 38/4)

Din düşmanları ve kafirler, her Peygamber ve davetçi bu şekil üzerine bulunduklarında devamlı olarak onlara karşı suçlama ve iftira silahını işte böyle kullanmaktadırlar. Bundan dolayı da davetçilerin ve ıslahatçıların, bu çeşit silahın bugünkü soğuk savaş çeşidinden olduğunu mutlaka bilmesi gerekmektedir. 


Hz. Nûh (a.s)'ın, Kendi Kavmini Allah'a Davet Etmesi:


Hz. Nûh (a.s)'ın hayatı, zorlu ve sıkıntılı bir hayat olup kavmiyle olan mihneti, elem verici, şiddetli bir mihnetti. Çünkü Hz. Nûh (a.s), kavmi arasında uzun nesiller ve zamanlar kaldığı halde onlarda; sağır bir kulak, kapalı bir kalp ve taşlaşmış bir akıldan başka bir şey göremedi. Zira onların nefisleri, büyük bir kaya parçasından daha sert ve kalpleri, demirden daha sert bir hal almıştı.

Hz. Nûh (a.s)'ın uzun müddet devam ettiği nasihat ve öğüdü onlara bir fayda sağlamadı. Ayrıca Allah'ın azabıyla korkutması ile de onları yaptıkları şeylerden alı koyamadı. Zira Hz. Nûh (a.s) onlara, nasihat ve öğüdü artırdıkça, onların daha da inadını ve kibrini artırıyordu. Ne zamanki Hz. Nûh (a.s) onlara Allah'ı hatırlatınca, bu hatırlatması onların sapıklık fesadını daha da artırıyor ve diğer çeşitli sapıklık yollarına yöneliyorlardı. Üstelik Hz. Nûh (a.s)'ın davetine aldırış etmiyorlar ve Hz. Nûh (a.s)'ın onları, Allah'ın azabıyla korkutması ve uyarması da bir fayda vermiyordu.

Hz. Nûh (a.s) kavmi arasında yaklaşık 950 sene davetçi, öğütçü ve nasihatçi olarak kaldı. Bu zaman zarfında Hz. Nûh (a.s) onları sapıklıktan kurtarmak ve onları taşlar ile bakırlardan yapılmış putlara tapmaktan uzaklaştırmak için "hikmetli yolların" hepsini kullandı. Buna rağmen Nûh kavminin ileri gelenleri ile birlikte bulunan diğer kimseler ise hiçbir şekilde kurtuluş yolunu bulamadılar. Fakat Hz. Nûh (a.s), onların bu yaptıklarına rağmen gece-gündüz ve gizli-açık olarak davetine devam etti. Ama bunların hepsine rağmen Nûh kavminin kalpleri yumuşamadığı gibi hakkı da bulamadılar.

Ayrıca ihsanı kötülüğe ve lütfü zorluğa tercih ettiler. Bununla yetinmeyip Hz. Nûh (a.s)'ı dövmeye, eziyet etmeye ve zulmetmeye yeltendiler. Fakat Hz. Nûh (a.s)'ın onların bu yaptıkları karşısında şöyle demeye devam ediyordu: “Ey Allahım! Kavmimi bağışla. Çünkü onlar, hakikati bilmiyorlar." Tefsircilerin naklettiğine göre Hz. Nûh (a.s), kavmine gidiyor ve onları putlara tapmaktan vazgeçip bir olan Allah'a ibadet etmeye davet ediyordu. Bunun üzerine kavmi, Hz. Nûh (a.s)'a karşı bir araya toplanıp memleketten terk ettirecek bir şekilde onu dövüyorlar, bayıltıncaya kadar boğazını sıkıyorlar, sonra da eti kemiğinden soyulmuş bir vaziyette hasırın içerisinde yolun kenarına atıyorlar ve ona:

Bugünden itibaren (almış olduğun bu yaralar ile) yakın bir zamanda ölürsün ve azığın ile Cenab-ı Allah'a dönersin, diyorlardı. Onlar bu sözleri sarf ettikleri halde yine de Hz. Nûh (a.s) onlara -yaralı olduğu halde- geri dönüyor ve onları Allah'a davet ediyor. Fakat onlar, Hz. Nûh (a.s)'ın bu hareketine karşılık yine daha önce yaptıkları hareketlerin benzerlerini yapıyorlardı."

İşte Nûh kavmi, Hz. Nûh (a.s)'a böyle eziyet ediyor ve ona zulmediyorlardı. Buna rağmen Hz. Nûh (a.s), kavminin kendisine bu yaptıklarına karşılık sabrediyor ve onlara azabın gelmesi için duada bulunmuyor, onlar için ve oğulları için hayr ve kurtuluşu umuyor ve:

Belki Allah, onların soylarından davetimi kabul edecek ve kendisine iman edecek kimseleri çıkarır, diyordu. Bununla birlikte uzun bir müddet Hz. Nûh (a.s) ile beraber, onlardan iman edenler çok azdı. Hz. Nûh (a.s)'ın peygamberliği müddetinde ilk nesil yok olup gidince, onların yerine onlardan sonra daha kötüsü ve Allah'ın rahmetinden uzak olan kimseler geldi. Fakat yeni gelen bu nesil, oğullarına, Hz. Nuh'a iman etmemelerine dair tavsiyede bulunuyorlardı. Çocuk ergenlik çağına eriştiğinde babası, oğluna:

Ey oğlum! Bu adamın davetinden sakın ve ona yüz verme. Yoksa seni atalarının dininden ve ilahlarından geri gönderir, diyordu.

Hz. Nûh (a.s), onların iman etmeyeceklerinden ümit kesince, onların azaba uğratılması için Yüce Allah'a şöyle duada bulundu:

"Nûh: "Ey Rabbim! (Gece-gündüz ve gizli-açık olarak kavmime tebliğde bulundum. Fakat bunun karşılığında onlar uzun bir müddet geçtiği halde iman etmediklerinden dolayı) kafirlerden yeryüzünde dolaşan hiçbir kimseyi bırakma! Çünkü sen onları (yeryüzünde dolaşır bir vaziyette) bırakırsan (sana iman etmiş olan) kullarını (senin hak) yolundan çıkarırlar, (sonra onlar) kötüden ve öz kâfirden başkada çocuklar doğurmazlar"

Buna göre tufan, Hz. Nûh (a.s)'ın bu duasından sonra olmuştur. Abdullah ibn Mesud (r.a)'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Sanki ben, Hz. Peygamber(sav)'i, "Kan akıtıncaya kadar kavminin dövdüğü ve yüzündeki kanları silmeye çalışan ve kavmi hakkında:

Ey Allah'ım! Kavmimi bağışla. Çünkü onlar hakikati bilmiyorlar" diyen peygamberlerden bir peygamberi anlattığını görür gibiyim.


Hz. Nûh (a.s)'ın Gemiyi Yapması:


Hz. Nûh (a.s), kavminin iman etmesinden ümit kesince, uzun bir müddet bekledi. Daha sonra Cenab-ı Allah, kendisiyle birlikte iman edenlerden başka kavminden hiçbir kimsenin iman etmeyeceğini ona vahyetti.

Yüce Allah bu olayı Kur'ân-ı Kerîm'de şöyle anlatmaktadır:

"Nûh'a, kavminden (seninle birlikte) iman edenlerden başkası iman etmeyecektir. Onların yaptıklarına üzülme " diye (Allah tarafından) vahyolundu." 

Bunun yanı sıra Hz. Nûh (a.s), kavminin helak edilmesi ve yok edilmesine dair dua etmek suretiyle Allah'a sığındı. Bunun üzerine Allah, Hz. Nûh (a.s)'ın duasını kabul etti ve ona; "kavminin tufan ile helak edileceğini ve onlardan hiç kimsenin kalmayacağını" bildirdi.

Bunun üzerine Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a kendisiyle birlikte iman eden müminler topluluğunun tufan sırasında gerekli olan gemiye binmeleri için bir gemi yapmasını vahyetti. O zamana kadar Hz.Nûh ve kavmi gemi yapmasını bilmiyorlardı. İşte bundan dolayı Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a, gemi yapmasını vahyetti ve ayrıca ona, gemiyi nasıl yapması gerektiğini de öğretti, nitekim Yüce Allah bu olayı şöyle anlatmaktadır:

"(Ey Nûh!) gözetimimiz ve denetimimiz altında gemiyi yap. Zalimler hakkında Bana başvurma. Çünkü onlar suda boğulacaklardır." 

Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a az önce (Yani Hûd: ll/37de) geçen emri vermişti ki, geri çevrilmeyen ilahi azap o kavme geldiğinde kendisi, affedilmeleri için Allah'a müracaatta bulunmasın ve şefaatçi olmasın diye. Çünkü Hz. Nûh (a.s), kavmine gelen azabı gözüyle gördüğü takdirde olabilir ki onlar için yüreği yufkalaşırdı. Çünkü gözle görmek, duymak gibi değildir.

Hz. Nûh (a.s), Allah'ın gözetimi ve denetim altında gemiyi yapmaya başladı. Kavmi ise ona uğradığında, onunla yaptığı iş hususunda olay ediyorlar, eğleniyorlar ve ona:

Ey Nûh! Sen daha düne kadar bir Peygamber olduğunu iddia ediyordun. Bugün ise marangoz olmuşsun, diyorlardı. Ayrıca kavmi bununla da yetirmeyip Hz. Nûh (a.s)'ın başına toplanıyor ve onun yaptığına bakarak hem alay ediyor ve hem de gülüşüyorlardı. Hz. Nûh (a.s) ise işi hususunda iyi olup kendisiyle alay eden ve gülen kimselere karşı şöyle cevap veriyordu:

(Nûh) gemiyi yaparken, kavminin ileri gelenleri (Nuh'un) yanına uğradıkça (yaptığı işten dolayı) onunla alay ederlerdi. Oda:

-"Bizimle (yaptığımız bu işten dolayı) alay ediyorsunuz. Ama (siz bizimle) alay ettiğiniz gibi (Allah'ın azabı üzerinize geldiğinde o zaman) bizde sizinle alay edeceğiz. Rezil edecek olan azabın kime geleceğini ve kime sürekli azabın ineceğini pek yakında göreceksiniz, derdi."

Hz. Nûh (a.s), geminin yapımını bitirince Cenab-ı Allah ona, kendisiyle birlikte ailesini ve iman etmiş müminler topluluğunu dişi ve erkek olmak üzere her gruptan hayvanları yenilecek cinsten canlı yani ruhu bulunan ve neslinin devamını sağlamak için yukarıda sayılanların dışında kalan hayvanları gemiye yüklemesini emretti.

Daha sonra Allah, gemi yapımının bittiğini ve tufanın başlayacağına dair bir alameti ona gösterdi ki o alamet, tandırın su ile dolup taşmasaydı. Tefsircilerden çoğunun görüşüne göre bu tandırdan maksat; yeryüzünün şeklidir. Yani yeryüzünün diğer yerlerinden suyun kaynamasıdır. İşte bu, Hz. Nûh (a.s)'ın müminler ile birlikte gemiye binmesinin vaktiydi. Bundan sonra tufan ve bütün yeryüzü halkı için boğulma olacaktı. Tufanın başlamasından itibaren gemideki yolcuların dışında yeryüzünde kalanlardan hiçbiri boğulmaktan kurtulamadı..."

Ne zaman ki Yüce Allah'ın belirttiği alamet görününce Hz. Nûh (a.s), ailesi ve müminler gemiye bindiler. Daha önceden yeryüzü halkının bilmediği ve ondan sonrada yağdırmadığı bir yağmuru Allah, semadan yeryüzüne gönderdi... Yüce Allah yeryüzüne emrederek bütün vadi ve yeryüzünün diğer köşelerinden su çıkarttı. Bunun üzerine yeryüzü geniş yollara ve başka şekillere ayrılarak kaynadı. Nitekim Yüce Allah bu olayı "Kamer Sûresi'nde şöyle anlatmaktadır:

"(Kavminin yalanlaması üzerine Nûh 'da Rabbine) "Ben (onlara karşı) yenildim ve (artık onların iman edeceklerine dair ümidimi kestiğimden dolayı onlara göndereceğin bir azap ile) bana yardım et" diye dua etti. Bunun üzerine Bizde gök kapılarını sağanak sağanak boşanan (yani peş peşe ve oldukça fazla yağan) sularla açtık. Yeryüzünde de (adeta gürül gürül kaynayan) pınarlar fışkırttık, nihayet su, (yani bulutlardan akan sular ile yerden fışkıran pınarlar) Yüce Allah'ın dilediği şekilde Levh-i Mahfuz'da olacağı) takdir edilen bir emre göre birleşti. Nuh'u da tahtadan yapılmış çiviyle çakılmışa (yani gemiye) bindirdik. (Nûh 'a karşı) nankörlük edilmiş olana mükafat olmak üzere (gemi) Bizim gözetimimizle yüzüyordu." 

Su, yeryüzünde bulunan dağın en büyüğünün doruk noktasını da aşarak on beş zira daha fazla yükseldi. Tufan, yeryüzünün uzunluğu ve eninde bütün her tarafını kaplamıştı. Tufanın yeryüzünün her yerini kaplaması itibariyle, tufan ile birlikte göz kapakları bulunan canlılardan hiçbirisi dahi yeryüzünde kalmayıp hepsi yok olup gitmiştir. Böylece su, Nûh kavminin üzerini de aşmış ve tufan, onları alıp götürmüştü. İşte tufan ile geminin dışında kalan bütün insanlar yok olup, insanlık tekrar Hz. Nûh (a.s) ile başladığından dolayı Hz. Nûh (a.s)'a "İkinci Ebu'l-beşer" denilmiştir. Çünkü tufandan sonraki yeryüzü halkı, Hz.Nûh ve gemide bulunan müminlerden türemiştir.

Allah'a iman etmeyen Hz.Nûh'un oğlu ise, babasıyla birlikte gemiye binmemiş ve helak olup gidenlerden olmuştur. Nitekim Yüce Allah, Hz.Nûh ile oğlu arasında geçen kıssayı şöyle anlatmaktadır:

"(Nûh müminlere:) "Gemiye binin! (Su üstünde) yürümesi de (rotayı takip edişi sırasında) durması da Allah'ın adıyladır. Doğrusu Rabbim, gafurdur ve rahimdir" dedi. Gemi dağlar gibi dalgalar içinde onları götürürken Nûh, bir kenarda ayrı kalmış oğluna: "Bizimle beraber gel ve gemiye bin! Kafirlerle birlikte olma (yoksa sende onlar gibi suda boğulur ve cehenneme girersin) diye seslendi. O da: ''Bir dağa (gider) sığınırım. (O dağ) beni sudan (yani boğulmaktan) kurtarır" deyince, Nûh: "Bugün Allah'ın rahmet edeceği kimselerden başkası için Allah'ın emrinden (yani tufandan ve suda boğulmaktan) kurtaracak (Hiçbir kimse) yoktur" dedi. Bunun üzerine aralarına dalga girdi. Zaten oğlu da boğulanlardandı. Denildi ki: "Ey yeryüzü! Suyunu yut. Ey gökyüzü! Sende (yağmurunu) tut. Bunun üzerine su çekildi. (Allah'ın Nuh'a kavmini helak edeceğine dair) iş de bitti. Gemide Cûdî (dağına) oturdu ve "zalimler topluluğu yok olsun " denildi. 


Hz. Nûh (a.s)'ın Çocukları:


Hz. Nûh (a.s)'ın dört çocuğu vardı. Bunlar Sâm, Hâm, Yâfes ve Ken'an idi. Ken'an'a gelince o, tufan esnasında helak olanlarla birlikte helak olmuştu... Çünkü o, Nûh kavmi gibi kafirlerdendi. O, kâfir olmakla birlikte babasının teklifine rağmen babasıyla gemiye binmekten kaçınmıştı ve daha da ileri giderek:

"Beni sudan koruyacak yüksek bir dağa sığınırım" diyordu. Diğerleri gibi oda boğulmaktan kurtulamadı. O, memleketlerinde bulunan dağların en doruk noktasına kadar çıkmıştı. Fakat babasının davetini kabul etmedikçe Allah, ona bir mutluluk yolu yazmadı. Hz. Nûh (a.s) ise oğlunu şu sözleriyle çağırıyordu:

"- Ey oğlum! Bizimle birlikte gemiye bin. Dağın tepesine çıkmakla kurtulacağını zannetme." Oğlu ise Hz. Nûh (a.s)'ın bu davetine gerekli önemi vermedi. Bunun üzerine Hz.Nûh, arzusuna ulaşamamış ve başarılı olamamış bir vaziyette oğluna konuşmaktan vazgeçip oğlunun kurtulması için Rabbine şöyle dua ediyordu:

"Nûh Rabbine: "Ey Rabbim! Oğlum benim ailemdir. Senin (ailemi kurtaracağına dair) sözünde

haktır. Üstelik sen, hakimlerin en hakimisin" diye yalvardı." (Hûd: 11/45)

Hz. Nûh (a.s)'ın bu duası üzerine Cenab-ı Allah, Hz. Nûh (a.s)'ı şöyle azarlamaktaydı:

(Bunun üzerine Allah'da:) "Ey Nûh! O katiyyen senin ailenden (yani kendilerini boğulmaktan kurtarmaya dair söz verdiğim aile halkından) değildir. Çünkü o, (nun iman etmemekle yaptığı iş) salih olmayan bir iştir. O halde bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Cahillerden olmaman (ve böylece dilemen caiz olmayan bir şeyi istememen) için sana öğüt veriyorum " dedi." 

Hz. Nûh (a.s)'ın diğer üç oğluna gelince ise onlar, gemiye bindiklerinden dolayı boğulmaktan kurtuldular ve onların soylarından yeryüzü halkı meydana gelmiştir. Zira tufandan kıyamete kadar geçen müddet zarfındaki yeryüzü halkı, Hz. Nûh (a.s)'ın üç oğluna nisbet edilirler. Çünkü Yüce Allah bunlar hakkında şöyle buyurmaktadır:

"Onun (yani Nûh 'un) "soyunu" (oğulları vasıtasıyla) sürekli kıldık. "(Saffât: 37/77)

Buna göre Sâm, Arapların; Hâm, Habeşlilerin; Yâfes, Rumların atasıdır. Bu konuyla ilgili olarak bazı nebevi hadisler rivayet olunmuştur.

a. Bu hadislerden birisi; Ahmed b. Hanbel'in, Resulullah(sav)'den rivayet ettiği şu hadisi şeriftir:

"Sâm, Arapların; Hâm, Habeşlilerin; Yâfes, Rumların atasıdır." 

b. Bezzâr, "Müsned" adlı eserinde Resulullah (s.a.v)'den şöyle rivayet etmiştir:

"Nuh'un Sâm, Hâm, Yâfes adında oğulları vardı. Sam'dan, Araplar, Farslar, Rumlar türemiş olup hayr bunlardır. Yâfes'den, Ye'cüc-Me'cüc, Moğollar ve Slavlar türemiştir ki bunlarda hayr yoktur.

Hâm'dan da, Kiptiler, Berberîler ve Sudanlılar türemiştir." 


Kafirlerin Helak Edilişinden Sonra Tufan'ın Sona Ermesi:


Yeryüzü halkı tufan ile boğulduktan sonra kafirlerden hiçbir kimse yeryüzünde kalmadı. Bunun üzerine Allah semaya, yağmurunu tutmasını ve yeryüzüne ise çoğalıp taşan sularını içine çekmesini ve tekrar eski canlılığına dönmesini emretti.

Gemi, "Cûdî" adı verilen bir dağın tepesine ulaştı. Bu dağ, Irak'taki Musul şehrinin yanında akmakta olan Dicle Nehrinin kenarında bulunan büyük bir dağdır. 

Yüce Allah'ın şu ayeti kerimesi de buna işaret etmektedir:

"Denildi ki: "Ey yeryüzü! Suyunu tut. Ey gökyüzü! Sende (yağmuru) tut. Bunun üzerine su çekildi. (Allah'ın Nuh'a kavmini helak edeceğine dair) iş de (böylece) bitti. Gemide "Cûdî" (dağına) oturdu ve zalimler topluluğu yok olsun" denildi." 


Gemi Halkının Tufandan Kurtulduktan Sonra Yeryüzüne İnmeleri:


Gemi Cûdî dağının tepesine oturduğunda Yüce Allah, Hz. Nûh (a.s)'a ve onunla birlikte gemide bulunan müminlere, aziz ve rahman olan Allah'ın selameti, güveni ve bereketiyle ondan inmelerini emretti. Nitekim Yüce Allah, Kur'ân-ı Kerîm'inde bu kıssayı ise şöyle anlatmaktadır:

"(Allah tarafından Nuh'a: "Ey Nûh! Bizim katımızdan (boğulmaktan kurtulup esenliğe kavuşmuş olarak) selametle (gemiden) inin. Sana ve seninle birlikte olan ümmetlere hayr ve bereketler olsun " denildi." 

Hz. Nûh ve onunla birlikte bulunan müminler yüz elli gün gemide kaldıktan sonra Muharrem ayının onuncu günü olan "Aşûrâ" gününde gemiden inmişlerdi. Bunun üzerine Hz. Nûh (a.s) bu Aşûrâ gününde tufandan kendilerini kurtardığı için Allah'a bir şükür ifadesi olarak oruç tuttu. Allah, Hz. Nûh ile birlikte bulunan müminlere de oruç tutmalarmı emretti. Onlarda, o gün Allah'a bir şükür ifadesi olarak oruç tuttular. Bu Âşûrâ gününde tutulan bu oruç, İsrail oğullarına tevarüs yoluyla geçti. İslam dini geldiğinde ise bugün Aşûrâ gününde tutulan orucu kabul edip onayladı. Bu günde oruç tutulacağına dair Resulullah (s.a.v)'den çeşitli hadisler nakledilmiştir. Bunlardan bazıları şunlardır:

a. Resulullah (s.a.v), Medine-i Münevvere'ye geldiğinde Yahudilerin Aşûrâ gününde oruç tuttuklarını gördü. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v) onlara:

Tuttuğunuz bu oruç ne orucudur? Diye sordu. Onlarda: Bugün Salih bir gündür. Zira bugün Yüce Allah'ın İsrail oğullarını düşmanlarından kurtardığı gündür. (İsrail oğullarını bu düşmanlarından kurtardığı için) Hz. Mûsâ, bugünde Allah'a bir şükür ifadesi olarak oruç tuttu" dediler. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v):

Biz Musa'ya sizden daha layıkız, buyurdu ve o günde oruç tuttu ve ashabına da o günde oruç tutmalarını emretti."

b. Tirmizinin rivayet etliğine göre, Resulullah (s.a.v) şöyle buyurmuştur:

"Aşûrâ günü orucunun kendinden önceki seneye kefaret olmasını Allah'tan kuvvetle ümit ediyorum." 


Hz. Nûh ile Beraberindeki Müminlerin Gemide Kaldıkları Müddet:


Daha önce de belirttiğimiz üzere; Hz.Nûh ile beraberinde bulunan müminlerin gemide kaldıkları müddet, yüz elli gündür. Bu rivayet, İbn Abbas (r,a)'dan nakledilmiştir.

İbn Kesîr, "el-Bidâye ve'n-Nihâye" adlı eserinde de naklettiği üzere İbn Abbas(ra) şöyle demiştir: "Hz.Nûh ile birlikte gemide çoluk çocuklarıyla birlikte seksen kişi vardı. Onlar gemide yüz elli gün kaldılar. Yüce Allah gemiyi Mekke'ye doğru yöneltti. Gemi, Kabe'nin etrafında kırk gün dönüp-dolaştı. Daha sonra gemiyi Cûdî dağına doğru yöneltti ve Cûdî dağının tepesinde karar kıldı." 


Hz. Nûh (a.s)'ın Vefatı:


Hz. Nûh (a.s) tufandan önce 950 sene kavmi içerisinde yaşamış ve tufandan sonra da bir müddet -bu müddeti en iyi bilen Allah'tır- daha kaldıktan sonra vefat etmiştir.

İbn Abbas(r.a)'ın şöyle söylediği rivayet edilmiştir:

"Hz. Nûh (a.s) 1000 seneden fazla yaşamıştır. Onun ömrü, insanoğlu içersinde yaşayanların en uzun Ömürlü olanıydı."

Fakat İbn Abbas (r.a)'dan nakletmiş olduğumuz bu rivayetin sıhhatinde gerçek bir kopukluk vardır. Çünkü Kur'ân-ı Kerîm'de (yani Ankebut: 29/14'de) anlatıldığı üzere Hz.Nûh, kavmi ile birlikte risâletle görevlendirildiğinden itibaren 950 sene yaşamıştır.

Bu konudaki görüşlerden tercih edilene göre; Hz. Nûh (a.s), Mekke-i Mükerreme'de bulunan Mescid-i Haram'ın yakınına defhedilmiştir. Rahmeti geniş olan Allah, Hz. Nûh (a.s)'a rahmet etsin. 


Hz. Nûh (a.s)'ın Kendi Şahsına Ait Bazı Özellikleri:


Hz. Nûh (a.s), bir şeriat ile gelmiş resullerin ilki,

Yaş bakımından peygamberlerin en uzun olanı,

Gönderilmiş peygamberlerin şeyhi,

Peygamberler içerisinde kavmini şirkten sakındıranların ilki,

Halkı Allah'a davet edenlerin de ilki,

Allah, Hz.Nûh'u, "şükredici bir kul" (İsrâ: 17/3) diye isimlendirmiş,

Misâk olma hususunda Yüce Allah, Hz.Muhammed (s.a.v)'den sonra onu zikretmiş, Allah'ın salât ve selamı onların hepsinin üzerine olsun. 




PEYGAMBERLER TARİHİ

Muhammed Ali Sabuni

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak