İslam Dünyasında Medreseler
Eğitim ve Öğretim
Daha önce verdiğimiz bilgilerden anlaşılacağı üzere Kur'an-ı Kerim, tüm İslami bilgilerin kaynağı, özü ve esasıdır. Bu nedenle Kur'an'ın öğrenilmesi için İslami eğitim ve öğretimin temeline el atmak gerekir. Bunun da ilk adımı öncelikle onun doğru düzgün ve anlaşılır bir biçimde okunmasıdır. İslam'ın ilk öğretmeni ve rehberi Hz. Muhammed'dir (s.a.v.). O Kur'an'ı önce kendi "okuyup" sonra da sahabeye öğreten kişiydi. Sahabe de Hz. Muhammed'den (s.a.v.) aldıkları metot ve talime göre kitabı -Kur'an ayetleri ve hadisler temeli üzerine bina olunan, Kur'an'dan doğan, sonra dallara ayrılan diğer dini ilimlerle beraber- halka öğretmişlerdir. İslam'dan önce Hıristiyan dünyasında okulların manastırlar bünyesinde yer alıp faaliyet göstermesi gibi, İslam dünyasında da düzenli eğitim ve öğretim ilk kez camilerde başlamıştır. İlim öğrenmek için bir camide bir alimin çevresinde toplanan öğrencilere "halka" adı verilirdi. Zamanla bilimsel konuları daha da gelişip yeni dallara ayrılınca bir ilim dalının da alt halkaları oluşmuştur. Bu öğrenci halkaları çoğunlukla ders veren öğretmenin adıyla adlandırıldı. Örneğin "Mansur'un camisinde Ebu İshak Şirazi'nin halkası" denirdi. Bilimsel çalışmalar yapmak, kitap yazıp çoğaltmak için de her camide bir kütüphane kuruyorlardı.
Bununla birlikte, eğitim ve öğretim mekanları kuşkusuz sadece camilerle sınırlı değildi. Hastanelerde, kervansaraylarda, tekke ve zaviyelerde, imaretlerde, evlerde ve benzeri uygun mekan ve makamlarda da eğitim halkaları oluşturuluyordu. Maddi durumları iyi olan varlıklı aileler, kendi çocuklarını eğitip yetiştirmek, terbiye etmek için özel öğretmenler tutar, öğretmenleri kendi ev ve konaklarına davet ederlerdi. Halifeler, valiler ve diğer yöneticiler arasında çocukları için özel öğretmen görevlendirmek bir gelenek halini almıştı. Bu eğitim metodu zengin aileler arasında günümüze kadar devam eden bir uygulama olmuştur.
Eğitim ve öğretim yönünden kuşkusuz camilerin en ünlüsü Kahire'de bulunan Ezher Camisi'dir. Söz konusu cami Kahire şehri ile beraber miladi 10. yüzyıl ortalarında inşa edilmiş, diğer camiler gibi burası da Kur'an-ı Kerim ve fıkıh eğitimine tahsis olunmuştu. Talebelerin bir kısmı camiinin içinde ikamet ettikleri için kendilerine "mücavirin" adı verilirdi. Türkistan, Hindistan gibi uzak bölgeler de dahil olmak üzere lslam ülkesinin en uzak köşelerinden buraya öğrenciler gelirdi. Mısır öğrencilerine ayrılan revakların dışında Şam revakı, Mağripliler revakı, Yemeniye, Hindiye revakları adı altında her memleketin öğrencileri için ayrılmış özel revaklar bulunurdu. H. 9. yüzyılın başlarında Ezher Camii'nde eğitim gören öğrencilerin sayısı çeşitli memleketlere mensup olmak üzere 750'ye ulaşmıştı. Bu öğrencilerin tamamı sandıkları ve özel eşyalarıyla birlikte caminin içinde kendilerine ayrılmış yerlerde otururlar ve fıkıh, hadis, tefsir, nahiv ve mantık öğrenirler, vaaz meclisleri ve zikir halkalarıyla meşgul olurlardı. Bazı öğrenciler ve ilim meraklısı halktan kişiler de daha fazla feyiz ve bereket almak amacıyla caminin bir köşesini ikamet yeri olarak kullanırlar, camide gecelerlerdi. Ezher Camisi'nin ayrıntılı ve uzun bir tarihi geçmişi vardır ki bunu Hıtat-ı Makrizi ve Hıtat-ı Tevfikiyye'de görebilirsiniz. Bununla birlikte, zaman içerisinde bu caminin içerisinde devam eden eğitim faaliyetlerinde bir hayli değişiklikler olmuş, Mısır'a hakim olan hükümdarların mezhebine göre çeşitli şekiller almıştır. Hidiv hanedanı zamanında Ezher Camisi'nin öğrencilerinin sayısı 15.000'e ulaşmıştır. Günümüzde caminin eğitim ve öğretim programına değişik bilimler de eklenmeye çalışılmaktadır.
Medreseler
lslam uygarlığı döneminde eğitim ve öğretim konusunda en dikkat çekici nokta şudur: Çeşitli bilim dallarının büyük gelişme gösterdiği o çağda, çok sayıda alim, lslam hukukçusu, tabip ve filozof yetişmiş olmasına rağmen günümüzün eğitim kurumları gibi her dalda ayrı okullar olmamıştır. lslam dünyasında ilk medreseleri kuran kişinin H. 5. yüzyıl ortalarında lran Selçuklu hükümdarı (Büyük Selçuklu) Melikşah'ın veziri Nizamülmülk Tusi olduğu neredeyse bütün lslam tarihçilerince kabul edilen bir husustur. Bu devre kadar çok sayıda kitap tercüme edilmiş, her bilim alanında önemli ilerlemeler sağlanmış olmasına rağmen Selçuklulara kadar hiçbir medrese kurulmaksızın Abbasi devrinin tamamlanmış olması gerçekten akıl ve mantığa aykırı görülür. Bununla birlikte Avrupalı bazı tarihçilerin verdikleri bilgilerden Halife Me'mün'un Horasan'da valilik yaptığı yıllarda orada bir medrese kurdurduğu anlaşılıyor. Avrupalı tarihçilerin söz konusu malumatı nereden aldıkları merak konusudur. Biz incelediğimiz Arapça kaynaklarda bu konuda hiçbir bilgiye ulaşamadık. Bununla birlikte Horasan vilayetinin yönetim merkezi olan Nişabur'da sözünü ettiğimiz Selçuklu veziri Nizamülmülk'ten önce çeşitli medreseler inşa edildiği ve 406 yılında vefat eden ünlü alimlerden lbn Fevrek'in medresesiyle, H. 450 yılında ölen ünlü hadisçi ve Şafi fıkıhçılarından Ebubekir Beyhaki'nin adına nispetle Medrese-i Beyhakiyye, Gazneli sultanı Mahmud'un kardeşi Nasır bin Sebüktekin tarafından inşa olunan Medrese -i Saidiyye, yine ünlü mutasavvıflardan İsmail Esterabadi'nin kurduğu medreseyle Şafi mezhebinin büyük fıkıhçılarından Ebu lshak Esferani (Ô. 418) için kurulan ünlü medresenin diğer örnekler olduğu lslam tarihçilerinin verdiği bilgilerden anlaşılmaktadır. Bu medreselerin tamamı Nizamülmülk'ün Bağdat'ta kurduğu Nizamiye Medresesi'nden önce kurulmuştur. Öyle ki bizzat Nizamülmülk de Bağdat'taki bu medresesinden önce Melikşah'ın babası Alparslan zamanından Şafi imamlarının büyüklerinden "lmamü'l- Haremeyn" Ebu'l-Maali, Abdülmelik, Melik Cüveyni adına yine Nizamiye Medresesi adıyla Nişabur'da bir medrese kurmuştur. Büyük ihtimalle Nizamülmülk'ün ilk medreseleri kurması, eğitim ve öğretimi ücretsiz yapmasının yanında öğrencilere burs ve yiyecek sağlamasının kazandırdığı şöhret, Bağdat'ta da ilk büyük medreseyi kurmasına neden olmuştur. Ancak açık ve kesin olan husus lslam dünyasında ilk medreseleri kuranların Araplar dışındaki yöneticiler olduğudur. Me'mün'un Horasan veya Nişabur'da bir medrese kurdurduğu yönündeki bilgilerin doğruluğu anlaşılırsa, bu medresenin Arapların olmadığı bir bölgede, Araplarla ilgili olmayan bir amaçla kurulmuş olduğu ortaya çıkmış olur. Me'mün hilafet makamı döneminde yoğun bilimsel faaliyetlere bağlı olarak yapılan bunca tercüme ve başka dillerden Arap diline sayısız eser kazandırılırken niçin Bağdat'ta bir medrese kurdurmamıştır? Ayrıca ilk medreselerin halifeler dışında bazı kişiler tarafından kurulmuş olmasının sebebi nedir?
Buraya kadar verdiğimiz malumattan anlaşılacağı üzere İslamlar arasında siyasi işlerin dini inançlara bağlı bulunması ve ulemanın bilimlerin koruyucusu ve önderi sayılması nedeniyle halifeler katındaki mevkileri oldukça yüksekti. Bundan öte lslam'ın ilk dönemlerinde, ulema halk arasında sahip olduğu güçlü konumun etkisiyle ülkenin yönetiminde halifelerin neredeyse yardımcısı ve maiyeti gibiydiler. Daha sonraki dönemlerde hilafet işleri eski gücünü ve parlak dönemini kaybedip kontrol hanlı, Türk, Deylemli, Kürt ve diğer soylardan olan sultan ve valilerin eline geçince, bunlar halifeler gibi halkın sevgi ve saygısını kazanmak için fakirlere yardım ve iyilikte bulunmak, ulema ve fukahaya saygı ve ikramda bulunmaktan daha kolay bir vesile ve araç bulamazlardı.. Bu nedenle zeki ve ileri görüşlü bir sultan, vali veya idareci bir şehri ele geçirdiğinde, her şeyden önce oranın alim ve fakihlerini yaklaştırmaya, cami, kervansaray, tekke, imaret, hastane vb yapılar kurmaya, bu yolla başta alimler olmak üzere ileri gelen kişilere, fakir ve muhtaç durumda olan insanlara maaş bağlayarak yardımlarda bulunmaları ve Allah'ın rızasını bu yollarla kazanmanın yanı sıra, özellikle her tabakadan halkın sevgi ve saygısını kazanmaya çalışırlardı. Ahmet bin Tolun, Addüddevle Bağdat'ta, Nurettin Zengi Şam'da, Selahaddin Eyyübi Mısır'da bu yol ve yöntemi uygulayan büyük hükümdarlardan bazılarıdır. Aynı metodu son dönemde takip eden kişilerden biri de Mısır'daki Hidiv ailesinin başı olan Mehmed Ali Paşa'dır ki bu konuda sarf ettiği çaba ve gayret, Mısır ve Suriye bölgelerinde bilimsel bir uyanış devrinin başlamasını netice vermiştir.
Nizamülmülk de medreseleri aynı sebeple kurmuştu. Kendisi Sultan Alparslan'ın neredeyse babası yerinde, saltanatın tüm gücünü kullanır bir makamda ve on sene vezirlik yaptıktan sonra Alparslan'ın vefatından sonra oğlu Melikşah'ı saltanat makamına oturtmuş, yirmi yıl boyunca devletin tüm gücünü elinde tutmuştu. Sultan Melikşah saltanat tahtına oturmanın dışında av vs işlerle meşgul olur, tüm devlet işlerini Nizamülmülk'e bırakırdı. Söz konusu devirde "Batıniyye" (Haşhaşiler) adı verilen gizli bir örgüt de oldukça güçlenmiş, tehlikeli bir şebeke haline gelmişti. Nizamülmülk ileri görüşlü ve tedbirli bir devlet adamı olarak, düşmanlarının dostluğunu, dostlarının bağlılığını kazanmaya büyük önem verir, dost -düşman ayırmaksızın herkese cömertlikte bulunur, hediyelere ve bağışlara boğardı. Bu amaçla fakihler için bilim evleri (darü'l-ilim), alimler için medreseler, abidler, zahidler, dindar ve dürüst insanlar ve de fakirler için de tekkeler, zaviyeler ve imaretler inşa ettirmiş; öğrenciler ve diğer ihtiyaç sahipleri için nafakalar ayırtmıştı. Nizamülmülk, bu hayırlı yönetimini Şam, Diyarbekir, lrakeyn, Horasan ve Semerkant'a kadar yaymıştı. Onun bu lütuf ve cömertliğinden yararlanmayan bir alim, bir öğrenci, bir derviş veya zahid kalmamıştı. Kendisi bu yardımlar kapsamında yılda altı yüz bin dinar harcıyordu. Vezirin yakınlarından bazıları bu fazla harcamayı dillerine dolayarak Nizamülmülk'ü Melikşah'ın gözünden düşürmek için şikayette bulunuyorlar ve "Nizamülmülk hayır hasenat ve yardım için harcadığı bu paraları bir ordunun donanımına sarf etseydi zafer bayrağını lstanbul'un surları üzerine dikebilirdi," diyorlardı. Bu şikayetler üzerine Melikşah vezirine olayın aslını sorup çıkışınca, Nizamülmülk şu ibret dolu cevabı vermişti: "Oğlum ben İranlı bir ihtiyarım, satılığa çıkarılsam beş dinardan fazla para verecek bir müşteri çıkmaz. Sen de bir Türk oğlusun ki satılığa çıkarılsan otuz dinardan fazla etmezsin. Sen gece gündüz zevk ve safa ile meşgulsün. Allah'a yaptığın şey itaatten çok günahlardan oluşuyor. Ortaya çıkacak tehlikelere karşı hazırladığın ordular seni ancak iki arşın uzunluğunda kılıçlar ve üç yüz arşından fazla ileriye gidemeyen oklarla koruyup savunabilirler. Bununla birlikte bu ordu günahlar içindedir. Zevk ve eğlence içine dalmış. Oysa ben senin için öyle bir gece ordusu oluşturdum ki, senin ordun gece uyuduğunda bu gece orduları ayakta, Allah'ın huzurunda, saf saf durarak itaat ve bağlılık gözyaşları dökerler. Samimi bir kullukla senin ömür, güç ve şanının artması, ordularının galip gelmesi için dua ile meşgul olurlar. İşte bu yüzden sen ve orduların bunların hayır duasıyla yaşıyorsunuz. Bereket ve uğurlarıyla Allah'ın lütuf ve bağışına layık oluyorsunuz." Melikşah bu ibret dolu cevaba itiraz etmenin mümkün olmadığını görmüş ve sessiz kalmayı yeğlemiştir. Bu büyük vezir ne yazık ki birilerinin düşmanlık, kin, kıskançlık ve ihanetlerinden kurtulamamış, 1092 yılında, bir Batini (İsmaili) fedaisinin suikastı sonucunda öldürülmüştür.
Arap olmayan vali ve diğer idarecilerin medrese ve cami gibi hayır kurumları inşa etmelerini, -ecr ve sevaba kavuşmanın dışında- motive eden sebeplerden biri de sultanın sarayında yetişmeleri, çoğunlukla onun ihsan ve nimeti ile beslenmiş veya sultanın velayetini kabul eden kişilerden olmalarıydı. Bunlardan biri vefat ettiğinde bıraktıkları mal ve mülke sultan arzu ederse el koyabilir, çocuklarını mirastan mahrum edebilirdi. Bu yüzden bir güvence olarak medrese, han ve benzeri vakıflar kurarak emlak ve arazilerini vakfiyelerinde belirtilen şartlar doğrultusunda kayıt altına alırlar, vakfın idaresini çocuklarına bırakırlar ve gelirlerin bir kısmını onlara tahsis etmek suretiyle sefalet ve yoksulluğa düşmelerini önlemiş olurlardı. Sultan veya diğer idarecilerin mensubu olduğu mezhebin güçlendirilme ve desteklenmesi düşüncesi de medreselerin açılmasının başta gelen nedenlerinden biriydi. Örneğin, Kahire kuruluşundan beri Şia mezhebine mensup bir kentti. Ünlü medrese Ezher Üniversitesi'nde verilen dersler de, Şii mezhebi öğretileri çerçevesinde veriliyordu. Eyyübi hükümdarı Selahaddin Eyyübi Mısır'da iktidarı ele geçirince, Şia mezhebinin eğitim ve öğretim modelini ortadan kaldırmış, onun yerine Maliki ve Şafi mezheplerin yerleştirilmesi ve yaygınlaşması için çaba sarf etmiştir. Bu nedenle Maliki ve Şafi mezheplerinin öğrenilmesi ve öğretilmesi amacıyla medreseler açtırmıştır. H. 566 yılında Şafi mezhebi için kurdurduğu Nasıriyye Medresesi bunun ilk örneğidir. Mısır bölgesinde hadis öğretimi için kurulan ilk medrese de budur. Kendisinden sonra gelen tüm Türk ve Kürt kökenli idareciler Selahaddin'nin yolunu takip etmişlerdir.
İslam dünyasında medreselerin açılma nedeni ne olursa olsun Nizamülmülk'ün H. 5. yüzyılda medreseler konusunda İslam aleminde şöhret bulan ilk kişi olduğu kesindir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Nizamülmülk Bağdat, Nişabur, İsfahan ve Herat gibi önemli kentlerde kendi adına nispetle "Nizamiye" adı verilen medreseleri kurmuştu. Bunların en ünlüsü de Bağdat'ta kurulan Nizamiye Medresesi idi. Söz konusu medrese Ebu Said Sufi'nin destek ve gözetimi altında H. 457 yılında Dicle Nehri'nin kıyısında inşa edilmiş ve yüksekçe bir yerine Nizamülmülk'ün adı yazılmış, çevresine gelirleri medreseye ait olan bazı dükkan ve çarşılar bina edildiği gibi yine Ebu Said Sufi'nin bakım ve denetimi altında çeşitli çiftlikler, hanlar, hamamlar satın alınarak medreseye vakfolunmuştu. Nizamiye Medresesi'nin inşaat masrafı 60.000 dinara ulaşmıştı.
Nizamiye Medresesi'nin lslam kültür tarihinde ayrı bir yeri vardır. Şöhretli birçok büyük alim bu medreseden yetişmiştir. Nizamiye Medresesi'nin ilk müderrisi ünlü Şafi hukukçusu Ebu lshak Şirazi idi. Ondan sonra Şamil kitabının yazarı, yine ünlü Şafi hukukçularından Ebu Nasr bin es-Sabbağ, Ebu'l Kasım Debusi, Ebu Hamid Gazali, Fahrü'l-lslam, Sühreverdi, Kemaleddin Anbari gibi ilim ve irfan kutupları sırasıyla bu medresede hocalık yapmışlardır. Bu derece önemli büyük üstatların hocalık yapmaları Nizamiye Medresesi'nin oldukça parlak devirler yaşamasını sağlamıştır. Söz konusu medresede din bilimleri, lslam hukuku ve dil bilimleri öğretiliyordu.
Nizamülmülk'ten sonra gelen sultanlar ve valiler lslam ülkesinin her tarafında Nizamiye'ye benzer, öğrencilerinden herhangi bir ücret istemeyen medreseler kurarak, eğitim ve öğretim faaliyetlerinde ünlü vezirin başlattığı eğitim hamlesini daha da ilerletmişlerdir. Bunlar arasında en önde gelenlerden biri H. 577 yılında vefat eden Şam Atabeyi Nurettin Zengi'dir. Bu büyük şahsiyet Şam, Halep, Hama, Hıms, Baalbek, Münbiç kentleri gibi Şam bölgesinin hemen her köşesinde bina ettirdiği hastaneler, camiler, hadis okulları ve imaretlerin dışında, medreseler de kurdurmuştu. Selahaddin Eyyubi de medreselere büyük önem vermiş bir hükümdardır. Büyük sultan Selahaddin Eyyubi Kahire, lskenderiye, Kudüs gibi önemli yerleşim merkezlerinde medreseler yaptırmıştır. Bir başka hükümdar Erbil Atabeyi Meliku'l-Muazzam Muzafferüddin'dir (öl. H. 639). Bu zat da medreselerin yanı sıra öksüz, yetim ve kimsesiz çocuklar ve dul kadınlar için bakımevleri ve hastaneler inşa etmiştir. Selahaddin'den sonra Eyyubi tahtına geçen diğer hükümdarlar da söz konusu hayır ve eğitim faaliyetlerini sürdürmüşlerdir. Eyyübi hakimiyetinin sona erdiği yıllarda Mısır'da kurulmuş olan medreselerin sayısı yirmi beşe yükselmiştir. Onlardan sonra Mısır'ı idare eden Memlukler bu eğitim ve öğretimi devam ettirmişlerdir. idarecilerin dışında, ülkenin zenginleri de benzer uygulamalarda bulunarak medreseler ve hayır kurumları konusunda birbirleriyle yarışmışlardır. Memlukler devrinde Makrizi'nin yaşadığı H. 9. yüzyılın ortalarına kadar Mısır'da kırk beş medrese açılmış, Eyyübilerin yaptırdığı medreselerle birlikte Mısır medreselerinin sayısı yetmişe yükselmişti. Diğer lslam memleketlerinde de medreselerin açılması, eğitim faaliyetlerinin gelişerek sürdürülmesinden kaynaklanmıştı. Osmanlı Devleti'nde de ilk medreseyi kuran Sultan Orhan'dır (öl. H. 761). Sonraki hükümdarlar onun yolunu takip etmişlerdir. Bu medreselerin en ünlüleri Sultan Süleyman'ın yaptırdığı sekiz medresedir.
H. 6. yüzyılda lslam memleketlerini dolaşan ünlü Endülüs ediplerinden lbn Cübeyr seyahatnamesinde Şam'da yirmi, Bağdat'ta otuz adet medrese gördüğünü kaydetmiştir. Endülüs'te ise Hintli yazar Emir Ali'nin orijinali İngilizce olan lslam tarihi kitabında Arapların Kurtuba, lşbiliye, Tuleytula, Gırnata, Malaka ve diğer önemli kentlerde medreseler açtıklarını, sadece Gırnata'da bulunan medreselerin on yedisi büyük, yüz yirmisi küçük olmak üzere toplam yüz otuz yediye ulaştığını yazmaktadır. Bu bilgiye göre Endülüs medreselerinin Bağdat'taki nizamiye medreselerinden farklı bir tarz ve yapıda kurulmuş olduğu anlaşılıyor. Çünkü ünlü Nejhu't-Tib kitabının yazarı Ahmet Makkari, "Endülüslülerin ilim öğrenmek için ayrıca bağımsız medreseleri yoktu. Halk camilerde ücretsiz olarak ders alırdı. Bunlar rızık ve geçim amaçlı olarak değil yalnızca ilim tahsili için camilere devam ediyorlardı," diyor. Makkari'nin bu sözleri Endülüs'te camilerden ayrı olarak medreseler kurulmadığını göstermektedir. Büyük olasılıkla Emir Ali'nin yukarıda verdiği bilgiler Avrupa kaynaklarına dayanmaktadır. Sözü edilen medreselerin Makkari'nin naklettiği "cami medreseler"inden ibaret olması gerekir.
lslam dünyasında medreseler alimlerin kendi evlerinde kurdukları eğitim meclislerinin dışında bir kısmı camiler, kervansaraylar, tekkeler ve imaretlerde teşkil olunan ders halkaları, bir kısmı da lslami bilimlerin öğrenimi için açılan ücretsiz büyük medreseler, bazıları da hastaneler bünyesinde açılan tıp ve felsefe okulları olmak üzere çok çeşitliydi. Derse devam eden öğrencilerin sayısı ders veren hocanın ününe bağlı olarak değişiyordu. Büyük filozof Farabi'nin on binlerce öğrencisi vardı. Bazen öğrencilerin öğrencileri de derslere devam ediyordu. Örneğin ünlü tabip Ebubekir Razi, ders vermek için oturduğu zaman çevresinde önce kendi öğrencileri, onların çevresinde de öğrencilerinin öğrencileri, onların çevresinde de üçüncü derecede olan öğrenciler yerlerini alırlardı. Biri bir şey soracak olsa önce ona yakın olandan, eğer cevap veremezse daha yükseğinden sorardı. Bunlar da meseleyi çözemezlerse Ebubekir Razi müdahalede bulunur ve çözerdi. Bir hocanın öğrencilerinin sayısı arttıkça ona paralel olarak ünü de artardı. Hoca yürüdüğünde öğrencileri de yanında yürürler, binitli olduğunda bu kez öğrencileri çevrisinde yaya olarak giderlerdi. Büyük lslam alim ve filozoflarının üstatlarından sayılan Fahreddin Razi evinden çıkıp medreseye ders vermeye giderken her zaman bineğinin çevresinde üç yüzden fazla öğrenci yürürdü. Herhangi bir öğrenci böyle bir üstat müderristen ders aldığında onun önünde okuduğu kitabın üzerine ders veren müderris tarafından özel bir işaret konulur ve böylece kitabı kendisinin okuttuğunu delillendirmiş olurdu. Şirazi, Farabi, Razi, lbn Hatib, lbn Sina ve Gazali, lslam aleminde en fazla öğrencisi olan büyük üstat müderrisler idiler. Eğitim ve öğretim köleler, cariyeler, köleler ve muhannesler de olmak üzere, ırk, dil ve din ayırımı olmaksızın her çeşit insana açıktı.
Kütüphaneler
İnsanlar kendi eylemlerini, tarih ve bilgilerini kaydedip toplamaya başladıkları zamandan beri, bunların korunması gereğini de anlamışlardır. Zaten bu bilgilerin muhafaza edilme nedeni de onların kalıcılığını sağlamaktır. Bu amaçla ilim ve irfanın öne çıktığı devirlerden itibaren kütüphaneler kurmuşlar, birikimlerinin eseri olan kitapları korumaya çalışmışlardır. Eldeki bilgilerimize göre, tarihte ilk kütüphane kuran toplum MÖ 1700 yıllarında Babillilerdir. Geçen yüzyılda araştırmalar sırasında Babil ve Asurlulara ait kalıntılar arasında bir de kütüphane bulunmuştur. Bu kütüphanede yer alan kitaplar bir tür çivi yazısı ile yazılmış, kiremitlerden oluşmuştur. Babillilerden sonra kütüphane kurma konusunda ikinci sırayı eski Mısırlılar alır. Eski Yunan'ın ünlü tarihçilerinden Diodores (Diodore de Sicile) Mısır hükümdarlarından Osimindias'ın inşa ettiği bir kütüphaneden söz etmektedir. Asur, Babil ve Eski Mısırlılardan sonra kütüphanelere önem veren bir başka toplum Eski Yunanlılardır. Tüm halkın yararlanması amacıyla herkese açık genel kütüphaneleri ilk kez açanlar da yine bunlardır. Bu bağlamda ilk genel kütüphaneyi kuran kişi milattan önce 6. yüzyıl ortalarında Pisis Tiratüs'tür. Vaktiyle Bergama kentinde 200.000 cilt kitabı barındıran zengin bir kütüphanenin bulunduğunu Pülütaris'in verdiği bilgilerden anlamaktayız. Betalise (Ptolemaios Hanedanı) de daha önce üzerinde durduğumuz, Mısır'daki ünlü lskenderiye Kütüphanesi'ni kurmuşlardır. Daha sonraki dönemde Romalıların kurduğu kütüphaneler karşımıza çıkmaktadır. Bunların kurdukları ilk kütüphane ise MÖ 167 yılında Makedonya'dan Roma'ya naklettikleri kütüphanedir. Romalılar yine MÖ 133 yılında yukarıda sözünü ettiğimiz Bergama kütüphanesini de ele geçirmişler, MÖ 86 yılında da Atina kütüphanelerini Roma şehrine nakletmişlerdir. Daha sonraki yıllarda Konstantin, Konstantiniyye'de M. 355 yılında bir kütüphane kurdurmuştur. Mağara ve benzeri yerlerde gömülü şekilde önceden sözü edilen kütüphaneleri ise İranlılar kurmuşlardı. Daha sonraki yüzyıllarda - Müslümanların hakimiyet yıllarına kadar - kütüphane kurma ve yaşatma düşüncesinin asırlar boyunca akamete uğradığını, ihmal edildiğini görüyoruz.
İslam Kütüphaneleri
lslamiyet'in doğuşu ile birlikte başlayan fetihler çerçevesinde Müslümanlar ele geçirdikleri şehirlerdeki kitapları daha önce belirttiğimiz nedenlerden dolayı yakmışlardı. Ancak çok zaman geçmeden kendileri de uygarlık yoluna girmişler, ilim ve irfanın tadını alınca kitap edinmek ve muhafaza etmek konusunda dünyanın en gayretli milletlerinden biri olmuşlardı. lslam dünyasında H. 2. yüzyılın yarısına kadar olan dönemde ilim ve kültür alanı lslami bilimlerle sınırlıydı. Söz konusu bu bilimleri de 2. yüzyılın son çeyreğinde tedvin etmişlerdi. lslamların düzenledikleri bu ilk kitaplarda topladıkları malumat şiirler, tarihi olaylar, atasözleri ve vecizelerden ibaretti. Bu bilgileri ceylan derisi veya adi deriler veya kumaş ve benzeri maddeler üzerine yazıyorlardı. Rivayete göre meşhur yedi Kur'an üstadından biri olan dil bilgini Ebu Amr bin el- Ala'nın kitapları tavana kadar evini dolduruyordu. Yine ünlü alim ve ediplerden Esmai, Hammat ve Ebu Ubeyde'nin evleri de yerden tavana kadar kitaplarla doluydu.
Bununla birlikte bu özel evler hükümdarlar, valiler ve diğer zenginler tarafından kurulan herkese açık genel kütüphaneler gibi kabul edilemez. lslam dünyasında halka açık genel kütüphaneleri ilk kuran idareciler Abbasilerin uyanış devri halifeleridir. Her ne kadar daha önceki tarihlerde Ömer bin Abdülaziz'in Şam kütüphanelerinden tıpla ilgili bazı kitapları çıkartıp neşretmesi gibi kütüphanelerle ilgili bazı faaliyetleri görülüyorsa da bunlar bizim konumuz olan genel kütüphaneler gibi değildir. Bu kütüphaneler Emevi Devleti'nin hizmetinde bulunan tabipler, filozoflar vb görevlilerin kendileri veya çocukları için kurdurdukları özel kütüphanelerden sayılır.
Bağdat Kütüphaneleri
Abbasi Devleti'nin güçlenme ve yükselme sebeplerinden biri de, halka açık genel kütüphaneler kurmalarıdır. Bu bağlamda Bağdat'ta bir kütüphane ve ilim merkezi kurmuşlar ve buna "Beytü'l-Hikme" (hikmet evi) adını vermişlerdir. Yaygın kanaate göre bu kütüphaneyi Harun Reşid kurmuş ve içine o devre kadar tıp da dahil çeşitli ilimlerle ilgili Arap diline tercüme olunan kitaplarla birlikte lslami ilimlerle alakalı eserleri, Yahya bin Halid Bermeki'nin aslı Hintçe olarak topladığı kitapları ve bizzat Anadolu'daki lslam fetihleri sırasında kendisinin Ankara ve benzeri şehirlerde ele geçirdiği Rum kitaplarını koydurmuştur. Kendisinden sonra Me'mün'un halifeliği döneminde söz konusu eserlerin çevirisi için komisyonlar kurulmuş, çok sayıda Arapça kitabın dışında Yunanca, Süryanice, Farsça, Hintçe ve Kıpti dillerinde yazılan eserler de dahil olmak üzere yabancı dillerde yazılmış bilimsel yazmaları toplamaya gayret sarf edilmiştir. Halife Me'mün'un hemen her çeşit kitabı toplama arzu ve projesi halk arasında yayılınca herkes kendisine -içinde Hz. Peygamber'in dedesi Abdülmuttalib'in el yazısıyla yazılı bir alacak senedi gibi bilimsel değeri olmayan evrakı da kapsayacak biçimde- çeşitli konularda yazılmış tüm eserleri ulaştırmak için yarışa girmişlerdi. Halife Me'mün'un kütüphanesine ulaştırılan ve ünlü tarihçi lbn Nedim tarafından kaydedilen söz konusu borç senedi "San'a halkından filan oğlu filan Mekke halkından Haşim'in oğlu Abdülmuttalib'e tam ölçü ile bin dirhem gümüş borçludur. Talep edildiğinde hemen borcunu ödemek zorundadır. Buna Allah ve iki melek şahit olsun," anlamına geliyordu.
Beytü'l-hikme, büyük bir çeviri, istinsah, eğitim-öğretim ve kitap yazım merkeziydi. Kitap çoğaltanlar (müstensihler), çevirmenler ve yazarların kendilerine ait bağımsız yerleri vardı. Bunlar buralarda belli bir ücret karşılığı başkaları için veya kendi ihtiyaçları için ya çeviri yaparlar ya da kopya veya kitap yazımı ile uğraşırlardı. Okuyucular için de özel yerler ayrılmıştı. Abbasilerin uyanma ve kalkınma devrinin ortaya çıkardığı düşünce ve ifade özgürlüğünden yararlanarak neredeyse bütün eserlerini Arapların kusurlarını ortaya çıkarma amacına odaklayan Allan bin eş- Şuübi, sözünü ettiğimiz Beytülhikme'de kitap çoğaltma ve kopyalama işiyle meşgul olanlardan biriydi. Soy bakımından İranlıydı. Mezhepler ve mezhepler arası rekabetler konusunda geniş bir bilgiye sahipti. Halife Harun Reşid, Me'mün ve vezir Bermeki ailesi için kitaplar kopya ediyordu. Kendi yazdığı eserlerinde Araplara yöneltmediği suçlama ve ayıp bırakmamıştır. Ünlü müneccimlerden Muhammed bin Musa el Harezmi ile Me'mün devrinde gözlemler yapan astronomi bilginlerinden Yahya bin Ebu Mansur Musüli, yine ünlü müneccimlerden Fadıl bin Nevbaht, Şakir veya Musaoğulları denilen üç kardeş ve başkaları da Beytül-hikme'nin müdavimleri olan ilim meraklılarından bazılarıydılar. Söz konusu kütüphanenin "Sahib-i Beytü'l-hikme" denilen bir müdürü vardı. lran asıllı olup Araplara karşı olan düşmanlığını açıkça gösteren Şuübilerden Sebil bin Harun bu kütüphanenin en ünlü müdürlerindendi. Kendisi de Arapların eleştirildiği birçok kitap yazmıştı. Tüm bunlardan anlaşılıyor ki söz konusu kitabevi İranlıların bilgisi dahilinde, onların çabasıyla kurulduğu gibi, çoğunluğu Araplardan nefret eden Şuübiyye grubuna mensup görevlilerin yönetimi ve denetimi altında olup, kütüphaneden yararlananlar da ekseriya İranlılardan oluşuyordu. Kitabımızın daha önceki cildinde sözünü ettiğimiz nedenlerden dolayı Horasanlıların Emin'in aleyhine olmaları ve Me'mün'a destek vermelerine de, bu nefret önemli bir sebep oluşturmuştur diyebiliriz.
Takip eden yıllarda Bağdatlılar da Beytü'l-hikme tarzında birtakım kütüphaneler kurmuşlardı. Bunların en ünlüsü Buveyhı hükümdarlarından Bahaüddevle'nin veziri Sahur bin Erdeşir tarafından H. 381 tarihinde Bağdat'ta Kerh mahallesinde iki sur arasında kurulup vakfedilen kütüphanedir. Bu kütüphanede önde gelen imamların ve bilginlerin kendi el yazılarıyla oluşturduğu on bin ciltlik bir koleksiyon vardı. Yazarlar buraya yazdıkları kitapların bazılarını vakfediyorlardı. Söz konusu kütüphane Selçuklu hükümdarlarından Tuğrul Bey'in H. 447 yılında Bağdat'a girdiği günlerde, Kerh mahallesinde yakılan mekanlar arasında yanmıştı. H. 405 yılında vefat etmiş olan ünlü dil bilginlerinden Ebu Ahmet Abdüsselam Basri, bu kütüphanenin müdürlüğünü yapan kişilerden biriydi. H. 622'de vefat eden Halife Nasır da çeşitli ülkelerden kitap toplama işine meraklı olup, öncülük eden meşhur Abbasi halifelerinden biriydi.
Endülüs Kütüphaneleri
Halife Me'mun, Bağdat'ta bir ilim ve kültür hamlesi başlatarak, lslam ülkelerinde bilimsel bir uyanışın veya reformun oluşmasına önderlik ettiği gibi, kütüphaneler konusunda da başı çekmiş, kendisinden sonrakilere güzel bir örnek olmuştur.
350-366'da Endülüs Emevi hükümdarlarından Hakem bin Nasır, Abbasi halifesi Me'mün'un eğitim ve kültür alanındaki hamlelerini ve düşkünlüğünü kendisine örnek almıştır. İlim ve irfan konusundaki sevgi ve merakı, alimler ve faziletli şahsiyetlere ikram ve iltifatı, kitap biriktirme konusundaki hırsı ve titizliği lslam dünyasının dört bir tarafına yayılmıştır. Yeni kitaplar yazdırma ve bilimsel faaliyetleri destekleme konusunda Abbasilerle yarışıyor, bu amaçla önemli bilim ve kültür merkezlerine, yanlarında bol para taşıyan özel görevliler göndererek kitap toplatıyor, büyük masraflar yapıyordu. Elli senelik emek sonucunda yazıldığı söylenen, Arapça'da bir benzerinin yazılmadığı tüm bilginlerce kabul olunan Eguni adlı kitabın yazarı Ebu'l-Ferec lsfehani, söz konusu Endülüs hükümdarı ile çağdaştır. O da Emevi ailesinden geliyordu. Hakem, söz konusu bilgin ve müellife özel haberci göndererek, adı geçen kitabını Abbasilere göstermeden önce kendisine gönderilmesini istemiş ve bunun için de bin dinar ödül vermiştir. Aynı şekilde lbn Abdülhakim'in Muhtasar adlı kitabına şerh yazan, Maliki mezhebi hukukçularından Kadı Ebubekir ile diğer alimlere karşı da samimi ve yakın alaka gösterdiğinden İslam tarihinde benzeri görülmeyen sayıda kitaplar toplamıştır. Bu kitaplar Kurtuba sarayında özel salonlara konulup, kitapların muhafaza ve idaresine bakmak üzere bir idareci ve bir nazır tayin edildiği gibi, kitapların tasnifleri yapılmış, içerdikleri bilim ve konulara göre ayrı ayrı fihristler ve kataloglar düzenlenmiştir. Tarihi kaynaklardan edinilen bilgilere göre adı geçen kütüphanede toplanan koleksiyonlar arasında yalnızca şiir divanlarının fihristleri her biri yirmi yapraktan oluşmak üzere 44'e ulaşıyordu. Her sayfada yirmi beş kitap ismi bulunduğunu kabul edersek toplanan divanların kırk dört bin kadar olduğu ortaya çıkar. Yalnızca divanlar bu sayıda olursa diğer kitap koleksiyonlarının ne kadar fazla olduğu bununla karşılaştırılabilir. Şu halde söz konusu kütüphanenin dört yüz bin cilt kitabı içinde bulundurduğuna dair lbn Haldun ve Makkari tarafından verilen malumata abartılı denilemez.
Endülüs Emevilerinin bu büyük hükümdarının dışında, devrinin devlet adamları ve halk önderleri de hükümdarlarının bilimsel alandaki bu büyük hamlesinden etkilenmişler, onun açtığı yolda birbirleriyle yarışmışlardır. Bu amaçla Endülüs kıtasının birçok şehrinde kütüphaneler kurmuşlardır. Bu tatlı rekabet ve yarış sonucunda yalnızca Gırnata şehrinde 70 kadar genel kütüphane açılmıştır. Kitaplara gösterilen bu meyil ve sevgi, Endülüslüler arasında bir ayrıcalık ve itibar vesilesiydi. Öyle ki kendisi ciddi bir eğitim görmemiş olmakla birlikte idarecilik konumunda olan nice kişiler vardı ki, yalnızca "filanın şöyle bir kütüphanesi vardır. Falan kitap falan kimsededir ... O kitap başka hiçbir yerde bulunmaz. Falan zat filan alimin el yazısıyla yazdığı kitabı elde etmeyi başarmıştır ..." denilsin diye kendi evlerinde özel kütüphaneler kuruyorlardı. Hadrami bu durumla ilgili başından geçen bir olayı anlatır: "Bir keresinde Kurtuba'da ikamet ediyordum. Benim için gerekli olan bir kitabı elde etmek için bir süre kitapçılar çarşısına sürekli devam etmiştim. Sonunda bir gün aradığım kitabın açık ve okunaklı bir yazıyla yazılmış, güzel bir şerh ile süslenmiş bir şekilde satılığa çıkarıldığını görmüş ve sevinmiştim. Bu nedenle kitabın müzayedesine ben de katıldım. Ancak ben fiyatı artırdıkça bir başkası da artırıyordu. Fiyat kitabın gerçek değerinin birkaç kat fazlasına yükselmişti. Fiyatı bu derece yükselten kişinin kim olduğunu müzayedeyi yönetenden sorunca, yöneticilere ait özel bir kaftan giymiş bir adamı gösterdi. Yanına yaklaştım ve kendisini lslam hukukçularından birisi zannederek, 'Üstat! Bu kitaba gerçekten ihtiyacınız var ise artırmaktan vazgeçeyim. Çünkü fiyatı çok fazla yükselttik' dedim. Karşımdaki şahıs, 'Ben hukukçu değilim. Fıkıhtan da anlamam. Fakat ülkenin önde gelenlerinden geri kalmamak için evimde bir kütüphane kurarak daha da mükemmel olması için büyük çaba harcadım. Kütüphanede yalnız bu kitabın sığabileceği kadar boş bir yer kaldı. Kitabı güzel bir yazıyla yazılmış, güzel bir ciltle ciltlenmiş görünce çok beğendim. Kıymeti kaça çıkarsa çıksın hiç umurumda değil, Allah'a şükür büyük bir servetim var,' cevabını verdi. Bunun üzerine artık dayanamadım, 'Evet büyük servet sizin gibi adamlarda bulunur. Zaten ceviz dişsizlere nasip olur. Ben ise o kitabın içeriğini bildiğim, ondan yararlanmak istediğim halde paramın azlığı kitabı almama engel oluyor. Bu insafa sığar mı?' demekten kendimi alamadım. "
lşbiliye (Sevila) halkının Endülüs bölgesinin zevk ve eğlenceye en düşkün halkı olarak şöhret bulması gibi, Kurtuba halkı da kitap ve kütüphane merakı bakımından şöhret kazanmıştı. lşbiliye'de bir alim vefat edince kitapları satışa çıkarılmak için Kurtuba'ya getirilirdi. Aynı şekilde Kurtuba'da bir zengin vefat edince de bıraktığı mal ve mülküne müşteri bulabilmek için lşbiliye'ye götürülürdü. Kurtuba sarayındaki kütüphanede bulunan kitapların çoğu Afrika'dan Endülüs'e saldıran Berberilerin şehri kuşatmaları sırasında satılmış, geri kalanlar da İspanyolların eline geçmiştir.
Mısır Kütüphaneleri
Mısır bölgesinde hüküm süren Fatımi hükümdarları da Bağdat ve Endülüs halifelerinden geri kalmamışlardı. Fatimi hükümdarlarının ikincisi olan Azizbillah bilimsel ve kültürel çalışmaları başlatan ilk hükümdardı. H. 365 yılında, genç bir yaşta devletin başına geçer geçmez güç ve dirayet sahibi olmanın yanı sıra, bilimi ve bilim adamlarını çok seven Yakup ibn Killis'i kendisine vezir yaptı. Yakup hükümet divanlarını kurmanın yanı sıra her sahanın alim ve fazıllarıyla yakın ilişkiler kurdu. Her birine maaşlar tahsis etti. Kütüphaneler kurmak ve kitaplar toplamak konusunda hükümdarı teşvik etti. Azizbillah kısa sürede çok zengin bir koleksiyon oluşturdu. Bu kitapları sarayının salonlarına taşıtarak bu bölüme "Hazinetü'l- kütüp" adını verdi. Çeşitli bilim dallarına ait önemli eserleri elde etmek için servetler harcadı. Aynı kitaptan on, yüz veya bin kopya bile toplanmış olsa da yeni kopyaya para harcamaktan çekinmezdi. Kaynakların verdiği bilgilere göre, adı geçen kütüphanede gramer bilginlerinden olup aruz bilimini icat eden Halil bin Ahmed'in Kitabü'l-Ayn isimli eserinden otuz kopyadan fazla toplanmıştı. Bu nüshalardan biri müellifin el yazısıyla yazılmıştı. Taberi tarihinden de yirmi kopya vardı. Her kopya yüz dinara satın alınmıştı. Ünlü edebiyatçılardan lbn Düreyd'in lügat ve edebiyat konusuyla ilgili olan Cemhere adlı kitabından da yüz kopya toplanmıştı. Selahaddin Eyyübi'nin Mısır'da hakimiyeti ele geçirdiği zaman sözü edilen kütüphanede Taberi tarihinden 2.200 mükerrer nüsha ve tezhibli müellif yazması, 3.400 Hatm-i Şerif bulunmaktaydı. Bütün bu bilgiler göz önüne alındığında bu kütüphanede fıkıh, gramer, lügat, hadis, tarih, astronomi, astroloji, psikoloji ve kimyaya ait olmak üzere 1.600.000 cilt kitabın bulunduğuna dair tarihçilerin verdiği bilgiler abartılı sayılmamalıdır. Bu kitapların 18.000 -6.000 astronomi, geometri ve özellikle felsefeye dahil olmak üzere- eski bilimlerden söz ediyordu. Kütüphanede ayrıca birçok geometri ve gözlem aletleri de bulunuyordu.
Bununla birlikte biz bu kitap sayısının abartılı olduğuna inanıyoruz. Zaten bazı kaynaklar kitap sayısını 200.000 veya 120.000 olarak belirtmişlerdir. Bizce bu tespitlerde kütüphane ve kütüphaneciler açısından bir ayrımcılık söz konusudur. Çünkü Halife Azizbillah kendi sarayındaki kütüphaneyi kurdurduktan sonra yakınlarından bazıları onun yolunda yürüyerek kendi saray ve konaklarında da kütüphaneler açmışlardı. Buradan anlaşılıyor ki kitaplar için belirtilen 120.000 sayısı özellikle Azizbillah'ın kütüphanesinin kitap sayısını, 200.000 rakamı ise tüm saraylarda yer alan kütüphaneleri kapsamaktadır. Buna göre bu saraylarda bulunan kitapların tamamı 1.000.000 cilt veya kitaptan aşağı olmamalıdır.
Azizbillah kendi kütüphanesine aşırı özen gösterir, zaman zaman bizzat denetlemelerde bulunurdu. Kütüphaneye bir müdür tayin etmişti. Bu müdür bizzat Azizbillah'a kitap okur, onunla sohbet ederdi. lskenderiye Kütüphanesi'nin Romalılar devrinde yakılıp yıkılması gibi bu kütüphane de anarşi ve karışıklık sırasında felaketlere uğramıştır. Kitapların bir kısmı Nil Nehri'ne atılarak, diğer bir kısmı ise çöllere saçılarak yok edilmiştir. Öyle ki rüzgarlar bu kitap kümeleri üzerinde kum tepecikleri oluşturduğu için bu tepelere, "kitap tepeleri" adı verilmiştir. Köleler kitapların deri ciltlerini sökerek kendilerine ayakkabı yapıyorlardı. Ayrıca Eyyübiler, H. 6. yüzyılın ortasında Mısır'a hakim oldukları zaman söz konusu kütüphanelerde her ne kalmış ise satılığa çıkarmışlardır. Saraylardan toplanan kitapların sayısı 120.000'e ulaşmıştı. Selahaddin Eyyübi bu kitapları büyük vezir Kadı Fazıl Ebu Ali Abdurrahim'e teslim etmişti.
Mısır'da ayrıca "Darü'l hikme" adıyla bir kütüphane daha kurulmuştu. Bu Azizbillah'ın ve yakınlarının kurduğu kütüphanelerin dışındaydı. Burası Hakim Biemrillah tarafından H. 23 yılında Kahire'de "Kasr-ı Arabi" civarında kurulmuş, saray kütüphanelerinden buraya kitaplar nakledilmiş, bazı mekanlar vakfedilerek geliri bu kütüphaneye ayrılmıştı. Söz konusu bilim ve kültür merkezi oldukça güzel döşenmiş, süslenmiş, kapı ve koridorlara değerli ve pahalı perdeler asılmıştı. Özel kütüphane memurları da görevlendirilmişti. Abbasilerin "Beytü'l hikme"de yaptıkları uygulama gibi, burası da genel kullanıma açık bir biçimde düzenlenmişti. Anlattığımız bu tarz halka açık genel kütüphaneler kurmak, eskilerin eğitim ve öğretimi kolaylaştırmak için seçtikleri araçlardan birisiydi. Bunun en önemli nedenlerinden biri o dönemde kitapların çok pahalı olmasaydı. Muayyen bir maddi gücü olmayanların kitap almaları ve toplamaları zordu. Bu yüzden Abbasilerin Bağdat'ta Beytü'l-hikme'yi ve Betalise'nin lskenderiye Kütüphanesi'ni kurma amaçları gibi, bir hükümdar halk arasında kültürel seviyeyi yükseltmeyi arzu ettiğinde, halka açık bir kütüphane kurar ve onların hizmetine sunardı. Hakim Biemrillah, kurdurduğu Darü'l-hikme'ye Kur'an hafızları, astronomlar, din bilginleri ve hekimler tayin edip maaşlar bağladığı, bütün okuyuculara, yazarlara ve müstensihlere açık bir biçimde gerekli kağıt, kalem, mürekkep vb araç ve gereçleri de parasız olarak sunduğu için bazı yazarlar bu kütüphaneyi aynı zamanda bir medrese olarak kabul etmişlerdir.
Halife Me'mün'un Bağdat'ta bilimsel tartışmalar için kurdurduğu meclisler gibi Hakim Biemrillah da "Darü'l-kütüb"de görevli bilginleri huzuruna çağırır, aynı amaçla meclisler kurdurur, bilimsel tartışmalar yaptırırdı. Aynca kütüphanede görevli alimlerin kütüphane bünyesinde bilimsel toplantılar düzenlemelerine de izin verilmişti. Bu bilimsel toplantıların bazılarında ciddi tartışmalar yapılır, bazen işin boyutu düşmanlıklara kadar giderdi. Bazı bidatçılar bu bilimsel toplantıları kendi düşünce ve mezheplerini yaymak için bir fırsat olarak kabul ettiklerinden, Vezir Emiru'l-Cüyuş, H. 6. yüzyılın başında bu olumsuzluğu engellemek amacıyla bu tür toplantıları yasaklamak zorunda kalmıştır. Oğlu Efdal vefat edince Amir Biahkamillah bilimsel tartışma meclislerinin tekrar düzenlenmesini vezirine emretmiş, o da H. 517 yılında, şer'i hükümlere uygun olup, yönetimi ve sorumluluğu dindar bir adamın kontrolünde olması şartıyla bu işe yeniden başlatmıştı. Bu kütüphanede yer alan kitapların sayısının 100.000'den az olduğunu sanmıyoruz. Mısır bölgesinin idaresi Selahaddin Eyyübi'nin eline geçtiğinde bu kütüphaneyi yıktırmış ve onun yerine Şafiler için yeni bir medrese kurdurmuştur.
Şam Kütüphaneleri
Emevi idarecileri bilimsel çalışmalara Abbasiler derecesinde özen gösterip önem vermediklerinden, yönetimde kaldıkları sürece, idare merkezleri olan Şam bölgesinde herhangi bir bilim merkezi kurulmamıştır. Hilafet Abbasilerin eline geçtiğinde, bunlar da Şam yerine Bağdat'ı merkez edindikleri için tüm ilgi ve alakalarını bu şehir üzerinde yoğunlaştırmışlardır. Ancak Fatımiler devrinde Şam bölgesi Trablus Şam'ında açılan bir kütüphane ile buraya bir canlılık kazandırılmaya çalışılmıştır. Haçlılar, 502 yılında bu şehri ele geçirdiklerinde kütüphaneyi de yağmalamışlardır. Gibbon burada 3.000 cilt kitap bulunduğunu ve haçlılar tarafından yakıldığını bildirmektedir. Musul hükümdarı Nurettin Zengi, Şam bölgesinin hakimiyetini ele geçirince medreselerle birlikte birçok kütüphane de açtırmıştır. Çağının en önemli ilim ve irfan yuvalarından olan bu kütüphanelere "Hazain-i Nuriyye" (nur hazineleri) adı veriliyordu. Eyyübi hükümdarı Selahaddin Eyyübi, Nureddin Zengi'nin başlattığı bu kültür faaliyetlerini hızlandırarak devam ettirmiştir.
İran bölgesinde kütüphanelerin vaziyetine gelince, lslam'dan önce deri ve benzeri maddeler üzerine Pehlevi dili ile yazılmış olup mağara, bodrum vb yerlerde saklı olan kütüphanelerden daha önce söz etmiştik. lslam uygarlığı Bağdat merkez olmak üzere her geçen gün dallanıp budaklanırken İranlılar da bu medeniyetin temel unsurları arasında yer almıştır. Daha önce de birkaç kez işaret ettiğimiz gibi, onların bu alanda yaptıkları çalışmalar ve verdikleri destek sayesinde Beytü'l-hikme ve diğer kütüphaneler kurulmuştur.
Diğer lslam beldelerinden önce Horasan bölgesinde de medreseler açıldığı için bu bölge de bir ilim ve edebiyat merkezi haline gelmişti. Söz konusu havalide açılan medreseler hakkında bir hayli malumat mevcut ise de kütüphanelerle ilgili çok sınırlı bilgiye sahibiz. Yakut el Hamevi "Horasan bölgesinin o dönemde en ünlü şehri olan Merv'den hicri 616'da ayrıldığında söz konusu şehirde halka açık olarak vakfedilmiş 10 adet kütüphane bulunduğunu" Mu'cemü'l-Büldan adındaki eserinde zikrettikten sonra, dünyanın hiçbir yerinde bu kadar seçilmiş ve çok sayıda kitabı olan kütüphane bulunmadığını, vakfedenlerin ayrıntılı bir biçimde biyografilerini, bunların birinde 12 bin cilt kitap bulunduğunu, bizzat bu kütüphaneden yararlandığını belirtmektedir.
Maveraünnehir bölgesinde de ünlü hekim ve filozof lbn Sina'nın yetişmesinde büyük rolü olan ünlü bir kütüphaneden söz edilmektedir. Bunu Buhara sultanı Nuh bin Mansur kurmuştur. Bizzat lbn Sina bu kütüphaneyi anlatırken, "Bu kütüphanede isimlerini daha önce görmediğim, başkalarının da, görmediğini tahmin ettiğim eserlere de rastladım," der. Tatarların Bağdat, Şam ve Cezire'deki kütüphanelerden yağmaladığı eserlerden oluşan bir kütüphaneyi bu sultan, Nasrettin Tusi için Merag şehrinde kurmuştur.
Medrese, hastane ve camilerin bünyesinde yer alan kütüphanelerin dışında halife ve sultanlar tarafından halka açık olmak üzere kurulan kütüphaneler konusunda topladığımız bilgiler bu kadardır. Medrese, hastane ve camiler bünyesinde yer alan kütüphanelerin sayısı da çoktu. Bunların bir kısmı genel kütüphaneler kadar çok sayıda kitaba sahipti. Bu kitaplar içeriklerine göre bölümlere ayrılıp, özel görevlilerin denetiminde okuyucuya sunulurdu. İlim adamlarının özel amaçla oluşturdukları kütüphanelerin sayısı da hayli kabarıktı. Örneğin Sahih bin Ubad'ın ancak 400 devenin taşıyabildiği zengin bir kütüphanesi vardı. Mısırlı hekim Efrayim bin el Zülfan vefat ettiğinde arkasında 20 bin ciltten oluşan bir kütüphane bırakmıştı. Muvaffakuddin bin el Matran vefat ettiğinde çoğalttığı eserlerin dışında kütüphanesinde 10 bin cilt kitap bulunuyordu. Bu şahsın kitap çoğaltma veya kopyalama ile meşgul üç elemanı vardı. Emin Ed-devle'nin yanında da 20 bin ciltten oluşan özel bir kütüphane bulunuyordu. Fetih bin Hakan, lbn Kıfti vb birçok alimin özel kütüphanelerini de yukarıdakilerle karşılaştırabilirsiniz.
CORCİ ZEYDAN İslam Uygarlıkları Tarihi CİLT2
Tarihu't-temeddünni'l-lslami
NOTLARLA GÜNÜMÜZ TÜRKÇESİNE ÇEVİREN Nejdet Gök
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder