10 Ocak 2024 Çarşamba
9 Ocak 2024 Salı
Dünyaya Yön Veren Müslüman Bilim Adamları-8
Ebu Cafer Taberi
Taberi veya tam adıyla Ebu Cafer Muhammed ibn Cerir et-Taberi tahminen 839 yılında Taberistan (bugünkü Mazenderan bölgesi)’nın Amol şehrinde doğmuş, 8. ve 9. yüzyıllarda yetişmiş, fıkıh, hadis, tarih, dil, tefsir ve kırâat ilimlerinde çalışmalarıyla kendini kabul ettirmiş islami Tarihçi’dir.
Hayatı
Ebu Cafer Taberi, Tabaristan’da Hazar Denizi’ne sahili olan Mazenderan Eyaleti’ne bağlı Amol şehrinde varlıklı bir ailede tahminen 838-839 yılında doğmuş ve ilk eğitimini burada yapmıştır. 12 yaşında iken doğduğu memleketi bırakıp, İlim tahsili (fi talab al-’ilm) için Rey, Basra,Kufe, Medine, Suriye ve Mısır gibi şehir ve ülkeleri dolaştıktan sonra, hilafet merkezi olan Bağdat’a yerleşmiştir. Kaynaklar onun hocaları ve talebeleri için uzun bir liste vermişlerdir. Zamanında hadis, fıkıh (Hanefi, Şafii ve Maliki fıkıhları), kırâat, tarih ve edebiyat sahalarında meşhur olan birçok âlimden ders almıştır, yetiştikten sonra da bütün bu ilimlerde eserler vermiştir. Kırk sene süreyle, her gün kırk varak yazmak suretiyle, son derece hacimli eserler meydana getirmiştir.
Fıkıhta önceleri Şafii mezhebine mensup iken, sonradan mutlak müctehidlik mertebesine ulaşmıştır. Kaynaklar onun, Cerriyye adında sonraları ortadan kalkmış olan bir mezbebin imamı olduğunu kaydederler. Kaynaklar Taberi’nin, Ahmed bin Hanbel’den ilim almak üzere Bağdat’a geldiğini ve fakat ancak onun vefatından sonra Bağdat’a ulaşabildiğini, bunun üzerine memleketine dönmeyerek Basra, Kufa ve Vasit’de o saygıdeğer bilginlerden tahsiline devam ettiğini belirtiyorlar.
923 yılında Bağdat’ta vefat etmiş ve muhaliflerinin çokluğu sebebiyle, ölümü gizli tutularak geceleyin vefat ettiği eve defnedilmiştir.
Eserleri
İmam Ebu Cafer Taberi’nin yazdığı eserlerin birçoğu kaybolmuş ve zamanımıza kadar ulaşamamıştır. Fakat bize kadar ulaşan eserlerinin bile bir ömre sığdırılması zordur ve Taberi’nin büyüklüğünün en büyük delilidir. Taberi’nin eserlerinden bazıları şunlardır.
Tarih ar-rusul wa-l-mulūk wa-l-hulafā,
Bu tarihsel kayıtlar eseri, İslam erken tarihi ve Emeviler ile Abbasiler hanedanlığı üzerine bugüne kadar önemli bir kaynak oluşturur.
Ğāmi al-bayān an tawil āy al-qurān veya Tafsir al-Tabari,
Câmiu’l-Beyân an (fi) Te’vili Âyati’l-Kur’an, 883 yılında tamamladığı bu eseri Taberi Tefsiri olarak da bilinir. Taberi, çok meşhur bir tarihçi olması kadar, “Rivâyet tefsirlerinin anası” olarak kabul edilen bu tefsiri ile de şöhret olmuştur. 1903 yılında ilk defa Kahire’de 30 cilt kapsayan kitap olarak basılmıştır.
Gaririya, ihtilāfu l-fuqahā,
Bu eseri İhtilâfu Ulemâi’l-Emsar f Ahkâmi Şerâii’l-İslâm adıyla 1933’de yayımlanmıştır.
usūlu l-fiqh. Letâifu’l-Kavli Ahkâmi Şerâii’l-İslâm:
Usûl-i fıkha dair yazdığı bir eserdir,
Kitâbu’l-Kırâât ve Tenzilu’l-Kur’an, Kitâbu Şerhi’s-Sünne: Mezhebi ve itikâdi konuları ihtiva eden eser Mısır ve Bombay (1321)’da basılmıştır,
Kitâbu Adâbi Menâsiki’l-Hacc, Kitâbu’l Mûciz fi’l-Usûl, Kitâbu’l-Garib ve’t- Tenzil ve’l-Aded, Kitâbu Âdâbi’l-Kudât.
Dünyaya Yön Veren Müslüman Bilim Adamları
Yazar: Hacı Mahmut Hatun
AKDENİZ MİTOLOJİSİNDE AŞK KAHRAMANLARI ve MÜZİSYENLER-25
OLİMPOSLULARA MEYDAN OKUYAN DEV KARDEŞLER
Otos ile Efiyaltes (Ephialtes); denizler ve karalar tanrısı Poseydon'un ölümlü bir kadınla ilişkileri sonucu dünyaya gelmiş ikiz çocuklardı... Ne var ki onlar, hem güçleri hem görünüşleriyle gerçek birer devdiler. Zaten Poseydon'un bütün çocukları, çok güçlü ve dev yapılı olurlardı hep...
Çünkü kıtalar ve denizler tanrısı Poseydon; dünyamızın gizemlerini çözmeye kalkmak gibi iyileştirilemez bir hastalığı olduğunu bildiği insan denen o tuhaf yaratıkların, bir gün kalkıp o uçsuz bucaksız enginlere açılacaklarından, kendi egemenliği altındaki denizleri ve kıtaları zaptetmeye kalkacaklarından kuşku duymuyordu. Bunu engellemek için de doğan çocuklarını her zaman çok güçlü devlere dönüştürüyor ve uzak denizlerle karaların fethine kalkışacak o meraklı yaratıkları çiğ çiğ yemeleri için, onları dünyamızın çeşitli limanlarına bekçi olarak yerleştiriyordu...
Ne var ki Poseydon'un son doğan ikiz çocukları Otos ile Efiyaltes; diğer kardeşlerine hiç mi hiç benzemediler... Bu ikiz kardeşler birbirlerini çok seviyor, bu yüzden yiyip içtikleri ayrı gitmediği gibi kafalarına koydukları bir şey üzerinde de birlikte düşünüyor, birlikte bir karara varıyorlardı. Biraz daha büyüyüp serpildiklerinde babaları tanrı Poseydon, denizlere açılmaya kalkacak serüvenci insanları çiğ çiğ yesinler diye onları da Akdeniz'in adsız bir koyuna bekçi olarak dikti... Bu iki kardeş, geçen zaman içinde hem babaları tanrı Poseydon, hem de öteki tanıdıkları tanrılar üzerinde uzun uzun düşünmeye ve kendilerince yorumlar yapmaya başladılar... Bu düşüncelerinin sonunda; yalnızca enginlere açılacak insan denen o zavallı yaratıkları cezalandırmak gibi bir uğraşla bir koyda yaşamlarını paslandırmanın anlamsız olduğunu anladılar. Bunun yerine insanların arasına karışıp acılarına da, sevinçlerine de ortak olma tutkusuna kapıldılar. Çünkü kendileri de insanlar gibi ölümlüydü; onlarla yazgı kardeşiydiler. Üstelik savaş tanrısı Ares'in onları habire birbirlerine kırdırdığını görüyorlar, bu yüzden de Ares'e karşı büyük bir öfke duyuyorlardı. Aynı yazgıyı, aynı ışık ve toprağı bölüştükleri insanları gene savaşa kışkırttığı bir sırada bu iki dev kardeş, o yüzsüz savaş tanrısı Ares'i yaka paça tutup kırılmaz tunç zincirlerle bağladılar ve gene tunçtan bir kafese kapattılar!..
Savaş tanrısı ürkünç Ares tunçtan kafese kapatıldıktan sonra yeryüzünde bütün savaşlar duruverdi! Ne var ki bir tanrının böyle zincirlenip bir kafese kapatılması Olimposlu tanrıların işine gelmedi... Bu yüzden savaş tanrısı Ares'i zincirlerinden kurtardılar... Çok geçmeden dünyamız yeniden insan kanıyla kirlenmeye başladı... Bu sefer de bu iki dev kardeş; savaş tanrısı Ares'i kurtaran Olimposlu tanrılara karşı savaşmayı düşündüler... Çünkü gökyüzünde, bulutların üstündeki Olimpos denen bir dağ ülkesinde oturan tanrılardan bile daha güçlü buluyorlardı kendilerini!.. Bu düşünceyle kırlarda dolaşırlarken, Peliyon Dağı ile Ossa Dağı'nı yerlerinden kökleyip üst üste koymaya, bu yolla gökyüzüne tırmanıp Baştanrı Zeus'un Olimpos'taki sarayına ulaşmaya karar verdiler... Bulutların üstündeki tanrılar ülkesi Olimpos'a ulaştıktan sonra da, üst üste koydukları bu iki dağı Ege Denizi'ne fırlatacaklardı. Böylece Ege Denizi büyük bir kara parçasına dönüşecek, karalar da sular altında kalıp denize dönüşecekti!.. Gerçekten de iki kardeş Peliyon Dağı'nı yerinden köklediler. Onu tam Ossa Dağı'nın üstüne koymak üzereydiler ki olup bitenleri dehşetle gördü Baştanrı Zeus. Hemen yıldırımlarını çaktırıp bu iki isyancı kardeşi öldürmeye karar verdi. Durumu anında öğrenen babaları tanrı Poseydon da Zeus'un yanına gitti doğruca. Kollarını tuttu. Çünkü ölecek olanlar kendi çocuklarıydı!.. Yalvardı, yakardı oğullarını bağışlaması için. Hemen gidip onların gökyüzüne tırmanmalarını önleyeceği sözünü verdi. Baştanrı da zaten kardeşi olan bu denizler tanrısı Poseydon'u kırmadı. Poseydon doğruca çılgın çocukları Otos'la Efiyaltos'un yanına gitti. İkisi de üst üste koydukları iki dağın doruklarına doğru tırmanmaya başlamışlardı bile! Bağıraraktan onları yanına çağırdı hemen. İki çılgın oğlu doruklardan aşağıya indiler homurdana homurdana. Babaları tanrı Poseydon bu yaptıklarının iyi bir şey olmadığını, bunun tanrılara bir isyan olduğunu anlatmaya çalıştı delişmen çocuklarına. Böyle devam ederlerse, ağır şekilde cezalandırılacaklarını söyledi... Sözlerini bitirince de deniz canavarları, uçan atlar; suları ve karaları yara yara yol açtılar tanrı Poseydon'a...
Tanrı, Ege Denizi'nin dibindeki paslanmaz su yeşili sarayına indi asi oğullarına küfürler savura savura... Büyük büyük balıklar da tanrı Poseydon'u ardısıra, sarayına dek uğurladılar...
Bir gün Baştanrı Zeus'un kızları tanrıça Atena'yla tanrıça Artemis dünyamıza geldiler; biraz gezip tozup hoşça vakit geçirmekti amaçları. Ne var ki onları gören o dev kardeşlerden biri Atena'ya, öteki de Artemis'e âşık oluverdi!.. Her ikisi de, doymayan tutkularla yüklü bu tanrıçaların kendilerine yüz vermeyeceklerini, örneğin dev bedenleriyle alay edeceklerini bildiklerinden, el birliğiyle onları birer birer kaçırmaya karar verdiler...
Tanrıça Artemis'i ormanda geyik avlarken gördükleri bir gün yanına yaklaşmaya başladılar ağır ağır. Niyetlerini hemen sezinleyen tanrıça da var gücüyle koşaraktan uzaklaşmaya başladı onlardan... İki dev kardeş de onun ardına takıldı... Tam yakalayacakları anda tanrıça Artemis gözden kayboluverdi. Onun yerine bembeyaz bir geyik çıktı ortaya! Ve geyik iki dev kardeşin tam ortasına gelip durdu. Otos ile Efiyaltes kardeşler de aynı anda karşılıklı yaylarını gerip oklarını saldıklarında, bu kez geyik yok oluverdi ortadan! İki kardeşin karşılıklı fırlattıkları oklar, vınlaya vınlaya gelip kendi bedenlerine saplandı; ikisi de cansız yere serildiler...
Akdeniz Mitologyasından Efsaneler
Yaşar Atan
8 Ocak 2024 Pazartesi
ESMA-İ HUSNA-7
el-MÜHEYMİN
a-Müheymin isminin lügat anlamı:
Müheymin ismi “h-y-m” kökünden gelir. Şahit olan anlamındadır. Gözetleyen, koruyan, denetleyen, uyaran, kontrol eden anlamlarında kullanılır.
b-Müheymin isminin ıstılah anlamı:
1-Müheymin; dünyada kendisine kulluk yapanlara eksiksiz karşılık verendir. Müslümanca yaşayıp ölenlere tam bir mükâfat verendir. Onların mükâfatlarını eksiltmeyendir. Onları yaptıklarının en güzeliyle değerlendirendir.
“Kim zerre miktarı hayır işlerse onu mutlaka görecektir.” (Zilzal 7)
“..Onlar kıl payı kadar bile haksızlık görmeyeceklerdir.” (Nisa 49)
“..Onlar cennete girerler ve zerre kadar zulme uğratılmazlar.” (Nisa 124)
“..Onlar için kesintisiz ve devamlı bir ecir vardır.” (Tin 6)
2-Müheymin; İbn-i Abbas‟a göre, insanların yaptıklarını murakabe eden, kontrol eden demektir. Allah şahittir, Rakîbtır, kullarının yaptıklarını kontrol eder, kulun kendisini ve amellerini muhafaza eder.
3-Müheymin; Hasan Basri‟ye göre, peygamberi kavlen ve fiilen tasdik etmek demektir.
4-Müheymin; İbni Faris‟e göre, şahit anlamındadır. Allah, kullarının amellerini müşahede eder. Onları devamlı görür, kontrol eder. Denetler ve zaman zaman uyarır.
5-Müheymin; emin, kendisine emanet olunan anlamında kullanılır. Allah kendisine güvenilen, emin olarak kabul edilendir.
6-Müheymin; Kurtubi‟ye göre, her şeyden yüksek ve yüce olan demektir.
c-Müheymin isminin Kur‟an içinde incelenmesi:
Müheymin ismi Kur‟an‟da iki kez zikredilmektedir:
1-Müheymin ismi, şahit ve tasdik eden anlamında Kur‟an‟ın bir özelliği olarak zikredilmektedir:
“(Ey Habibim!) Sana kitabı indirdik. O, kendinden öncekileri tasdik eden ve onlar üzerine şahit olan (müheymin) bir kitaptır. O halde sen de Allah‟ın indirdiği şeyle hüküm ver. Sana gelen gerçeği bırakıp da onların arzularına uyma...” (Maide 48)
2-Müheymin ismi; Allah‟ın sıfatı olarak zikredilmektedir:
“O Allah ki, O‟ndan başka ilah yoktur. O meliktir, kuddustür, selamdır, mü‟mindir, müheymindi…” (Haşr 23)
d-Müheymin isminin bize yüklediği görev ve sorumluluklar:
1-“Biz her şeyi apaçık bir kitapta yazıp saymışızdır.” (Yasin 12)
Allah, kullarının yaptığı her şeyi tespit eder, muhafaza eder. Ne yaparsak yapalım Rabbimiz bizi kontrol etmektedir. Yaptıklarımızı görmekte ve bir gün karşımıza çıkarmak için bunları yazmaktadır. İyilik yaptığımız zaman insanlar bize teşekkür etmeseler bile, Rabbimiz bu iyiliği bilmektedir ve karşılığını mutlaka verecektir. Müheymin ismine iman eden bir kimse, yaptığı her şeyi sadece Allah‟ın hoşnutluğu için yapmalı, kimseden bir karşılık beklememelidir. Yine sakındığı her günahtan da, Allah kendisini gözetlediği için sakınmalı ve uzaklaşmalıdır.
Hz. Lokman oğluna nasihat ederken şöyle buyurur:
“Yavrucuğum! Yaptığın iş (iyilik ya da kötülük) bir hardal tanesi ağırlığında bile olsa ve bu bir kayanın içinde veya göklerde yahut da yerin derinliklerinde bulunsa yine de Allah onu senin karşına getirir. Doğrusu Allah en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden haberdardır.” (Lokman 16)
Bizler de çocuklarımızı veya çevremizdeki insanları eğitirken özellikle ihsan duygusunu onlara yerleştirmeye çalışmalıyız. Allah‟ın bizi her an gözetlediğini, yaptığımız en ince işi bile kayda aldığını, biz O‟nu göremesek de O‟nun bizi gördüğünü çocuklarımıza ve çevremizdeki kardeşlerimize öğretmeliyiz.
Cibril hadisinde, Cibril Rasulullah (s.a.v)‟a: “İhsan nedir?” diye sorduğunda, O şöyle buyurmuştu: “İhsan, Allah‟ı görüyormuşçasına kulluk yapmandır. Sen onu göremesen de O seni görmektedir.”
“Rabbin her an gözetlemededir.” (Fecr 14)
“İki melek insanın sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar. Ağzından ne zaman bir söz çıksa hemen yanında hazır bir gözcü vardır.” (Kaf 17-18)
2-Bu isme iman eden her kişi bilmelidir ki, Allah, zalimlerin karşısında Müslümanları yardımsız bırakmayacaktır. Kafirler de yaptıklarının yanlarına kâr kalacağını zannetmesinler. Allah onların da cezalarını eksiksiz verecektir. Bu isme iman etmek, bizlere güven ve mutluluk verecek. Çünkü Rabbimiz içinde bulunduğumuz sıkıntılı durumdan haberdardır. Kâfirlerin bizim üzerimizde tasarladıkları oyunları da çok iyi bilmektedir. Allah elbette onların tuzaklarını bozacaktır. Bizler Rabbimizden bir emân altındayız. O halde onların böbürlenmeleri, zulmetmeleri bizleri korkutmayacak. Allah Müslümanlara mutlaka ve mutlaka yardım edecektir.
Dr. Ramazan SÖNMEZ
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...