3 Kasım 2023 Cuma

Endülüste Muvahhidler Döneminde Müslüman-Hıristiyan İlişkileri

 



 Abdülmü'min b. Ali Dönemi (1145-1163)


a Muvahhidler ve Endülüs'e Hakim Oluşları (1146-1152)


Mağrib, İfrikiye, Endülüs ve el-Cezairu'ş-Şarkıyye'de hakim olmuş bir Berberi hanedan olan Muvahhidler'in kurucusu, Ebu Abdullah Muhammed b. Tumert'tir. İbn Tilmert, Bağdad'ta İmam Gazzali'den de ders almış ve görüşlerini Mağrib'te yaymaya başlamıştı. Kendisini Mehdi ilan ettikten sonra ateşli hitabeleriyle çevresinde kısa zamanda büyük taraftar kitlesi oluşturdu. Murabıtlar'ı sefahate düşkün olmakla itham ederek halkı yönetim aleyhine tahrik etmeye başladı. Bir din ıslahatçısı iddiasıyla ortaya atıldığında taraftarlarına verebileceği malzemesi, Murabıtlar'ın benimsemiş oldukları dini gelenekleri dalalet olarak saymaktı.


el-Mehdi İbn Tumert, dalalet içinde bulunan bir cemiyetin hatasından hükümdarının sorumlu tutulacağını ileri sürerek Murabıtlar'a karşı 'cihad' ilan etti. Kendisine beyaz renkli bir bayrak edinerek alenen isyan etti. Faaliyetlerinden tedirgin olan Murabıt yönetimi tarafından Fas'a sürgün edildi. Çalışmalarını burada da sürdüren Mehdi, güçlenmeye başlayınca idam edilmesi için emir çıktıysa da taraftarlarının gayretleriyle kurtuldu. Sığındığı Tinmal' de bir hükumet teşkilatı kurarak ordu hazırladı ve 1123-24 tarihinden itibaren askeri faaliyete geçti. Murabıtlar'ın başşehri Merakeş'i ele geçirmek amacıyla, "el-aşere" diye anılan on önemli müritlerinden önce Muhammed el-Beşir'i, onun ilk Merakeş kuşatmasında ölümü üzerine Abdülmü'min b. Ali'yi başkumandanlığa getirdi. Mehdi, başlamış olduğu hareketin devlet olma başarısını göremeden vefat etti (524/1130). Yerine, "imam" ve "emiru'l-mü'minin" sıfatıyla Muvahhid Devletinin gerçek kurucusu sayılan Abdülmü'min geçti.


Abdülmü'min, 18 Şevval 541 (23 Nisan 1147) tarihinde Murabıtlar'ın başkenti Merakeş'e girerek Afrika'daki Murabıt varlığına son verdi. Sonra da Endülüs'e yöneldi. Haddizatında, onun isyanlarla çalkalanmakta olan Endülüs ile münasebeti daha evvelden başlamıştı. Muvahhidler'in Endülüs ile ilişki kurmalarının tarihini İbn Ebu Zer' 539 (1144) .yılı sonları olarak verse de, tercih edilen lbnü'l-Ebbar, İbn lzari ve İbn Haldun gibi tarihçilerin belirledikleri 540 (1145) tarihidir. Şöyle ki, Endülüslü isyancılardan Ali b. İsa b. Meymun, Muvahhidler' e biat ederek onları Endülüs'e davet etmişti. Aynı şekilde isyancı Ahmed b. Kası de Mağrib'e geçerek Abdülmü'min ile görüşmüş ve onu Endülüs'e hakim olmaya çağırmıştı (540/1145). Askeri müdahale ise, İbnü'l-Ebbar'ın belirttiği gibi 541 (1146) yılı başlarında gerçekleşmişti. Merakeş'e girdikten ve devleti çeşitli düzenlemelerle sağlamlaştırdıktan sonra şartların müsait olduğunu gören Abdülmü'min, Berraz b. Muhammed Müsevvifi komutasında birinci, peşinden Musa b. Said ve Ömer b. Salih komutasında ikinci ve üçüncü orduları Endülüs'e sevk etti (541/1146).


Endülüs'e geçen Muvahhid ordusu, ilk önce Şüreyş ve Runde illerinde ayaklanmış olan Ebu'l-Gamr b. Azven üzerine yürüyerek itaat altına aldı. Arkasından Leble, Mirtele, Şilb, Bace ve Batalyevs illerine hakim oldu. Böylece, Batı Endülüs bölgesini ele geçirdikten sonra İşbiliye bölgesine yöneldi. Bölgedeki liderlerden İbn Kası, İbn Vezir ve Yusuf el-Bitrod'nin kendilerine katılmasından sonra karadan ve denizden İşbiliye'yi ablukaya aldı. Şehri savunmaktan aciz kalan Murabıtlar'ın komutanı, kaleden çıkarak Karrnüne'ye kaçtı. Takip esnasında, şehrin kadısı ünlü fakih İbnü'l-Arabi öldürüldü. Böylece, İşbiliye Muvahhidler'in eline geçti (12 Şaban 541/1147). Kurtuba ise, Hıristiyan güçlerin emirinin imdadına yetişmesine fırsat verilmeden ele geçirildi (543/1148).


Muvahhidler'in Endülüs'teki bu ilk harekatları esnasında onlara itaat etmekten vazgeçen el-Bitrüd, İbn Kasf, Ali b. İsa ve Batalyevs hakimi İbnü'l-Haccam, Abdülmü'min'in Mağrib'ten gönderdiği ikinci ordunun harekatı sonucu itaat altına alındılar. Böylece, İbn Kasf dışında Endülüslü liderlerin hepsi Mağrib'e giderek bağlılık arz ettiler. İbn Kasf ise, durumdan istiklali için menfaat sağlamak amacıyla Portekiz kralı Alfonso ile antlaşma yapmayı tercih etti. Onun bu hareketi karşısında isyan eden Şilb halkı, İbn Kasi'nin oğlu İbnü'l-Münzir öncülüğünde düzenledikleri bir suikast ile İbn Kasi'yi öldürdüler ve Muvahhidler'i şehre davet ettiler. Böylece, Muvahhidler el-Meriye bölgesine de hakim oldular. Bundan bir yıl sonra ise, Hammudiler'in elinde bulunan Bicaye şehrini kendilerine kattılar (546/1151).


b- Kuzey Doğu Endülüs Sınır Şehirlerinin Elden Çıkışı (1148-1149), el - Meriye'nin Geri Alınışı (1157)



Sarakusta şehrinin 512 (1118) tarihinde Hıristiyanların eline geçmesinden sonra, bölgede bulunan Turruşe, Laride, İfrağa ve Miknase' den müteşekkil es-Sağru'l-A'la sınır illeri, 528 tarihinde kazanılmış olan İfrağa zaferi sayesinde bir müddet daha elde tutulabilmişti. Ancak, Endülüs'ün her tarafında Murabıtlar'a karşı başlayan ayaklanma ortamında, Murabıt komutanlar her ilde kendi başlarının çaresine düşmüşken ve isyan halindeki Endülüslü liderler ise hakimiyet sahalarını genişletme telaşı içindeyken, ortamın gayet uygun olduğunu farkeden Hıristiyanlar, bu şehirleri ele geçirmek için harekete geçtiler. Önce saldırıya hedef olan il Turruşe oldu.


Son zamanlarda, Hıristiyan ülkelerin sahillerine baskınlar düzenleyen Müslüman denizcilerin sığınağı haline gelmiş olan Turruşe'nin işgali harekatının gerçekleşmesine Papa III.Ojen bizzat öncülük etti. Papanın çağrısıyla Hıristiyan Aragon, Katalonya, Pisa, Cenova ve Templier Şövalyeleri'nden oluşan Haçlı ordusu, Barselona Kontu IV.Ramon Berenguer komutasında Turruşe'ye saldırdı ve şehri denizden ve karadan ablukaya aldı. Yardım gelir umuduyla kırk gün kadar kahramanca direnen Müslüman halk, umdukları yardım gelmeyince bir anlaşma yaparak şehri düşmana teslim ettiler (16 Şaban 543/30 Aralık 1148). Turruşe'yi ele geçirdikten hemen sonra, Haçlı ordusu Laride'ye yöneldi. Turruşe'nin düşmesine şahit olmuş olan Laride halkının pek fazla direniş gösteremeyeceği doğaldı. Dolayısıyla, 544 yılı Cemaziyelahir ayında (Ekim 1149) Laride şehri düştü ve Murabıt vali İbn Hilal Meyurka'ya Muhammed b. Ganiye'nin yanına sığındı.



Laride'nin yakınında bulunan İfrağa ve Miknase şehirleri de aynı tarihte Hıristiyan işgaline maruz kaldı. Böylece, Müslümanların elinde kalmış olan kuzeydeki son şehirler de Hıristiyanların eline geçmiş ve es-Sağru'l-A'la adı verilen Kuzey Endülüs sınır bölgesinde Müslüman hakimiyeti sona ermiş oluyordu. Haddizatında, önce Sarakusta'ya tabi iken, onun düşmesiyle Belensiye'ye, dolayısıyla İbn Merdeniş'e ismen tabi duruma geçen bu iller, İbn Merdeniş'in Katalonya Kontu Ramon ile olan dostluk ve saldırmazlık anlaşması sebebiyle korumasız kalmıştı. İbn Merdeniş, Hıristiyan krallıklar ile ilişkileri bozulmasın diye bu illeri kurtarmak için harekete bile geçmedi. Ayrıca, bölgenin Hıristiyan toprakları merkezinde bulunuyor olması onların müdafaa edilmesini zorlaştıran bir unsur kabul edilebilir.


Kuzeydeki bu kayıplar Endülüslüleri üzerken, diğer yanda onların yüreklerine su serpen gelişmeler yaşandı. Halife tarafından Kurtuba valisi atanan Ebu Zeyd Abdurrahman İbn Yekit ile İşbiliye valisi atanan Ebu Muhammed Abdullah İbn Ebi Hafs'ın 550 (1155) yılı civarında Hıristiyanlara karşı Hısnü'l-Bitruc (Pedroche) bölgesi, Hısnü Münttir (Montoro) ve Hısnü'l-Müdevver kaleleri, kuzey batıda Tacil nehrini geçerek Utrunkes (Trancoso) kalesi gibi yerlerde kazandıkları başarılar Müslümanları biraz olsun rahatlattı. Aynı şekilde, on yıl kadar önce kaybedilmiş olan el-Meriye şehrinin geri alınması da önemli bir olay oldu. Endülüs'ün iç kargaşa ortamından yararlanmak isteyen Hıristiyanlar Kastilya, Navar, Aragon, Katalonya, Frank kontlukları, Cenova ve Pisa gibi ülkelerin oluşturdukları kara-deniz ordularıyla el-Meriye'yi üç aylık kuşatmadan sonra işgal etmişlerdi (542/1147).


Gırnata valisi es-Seyyid Ebu Said öncülüğünde hazırlanan Muvahhidler, karadan ve denizden yaptıkları başarılı bir harekat neticesinde şehri geri almaya muvaffak oldular (552/1157). Adı, İslam kaynaklarında "es-Süleytin" şeklinde yer alan VII.Alfonso'nun İbn Merdeniş ile birlikte on sekiz bin süvariyle şehirdeki Hıristiyan savunmacıların imdadına koşmaları da bir yarar sağlamadı.


552 (1157) Tarihi, bir başka açıdan da önemlidir. Endülüs'te Murabıtlar'ın varlığı, son kalıntıları olan Meymun b. Yeddir'in anlaşma yoluyla Gırnata'yı Muvahhid lider Ebu Said'e teslim etmesiyle bu tarihte sona ermiştir.


c. Hıristiyanların Dostu Endülüslü lbn Merdeniş ile Yapılan Mücadeleler


Ebu Abdullah Muhammed b. Sa'd b. Merdeniş, Turruşe bölgesinde doğup büyümüş ve 24 yaşında Doğu Endülüs bölgesinde lider konumuna yükselmişti. İspanya Hıristiyanlarından olan dedeleri fetihten sonra mühtedi olmuşlardı. Merdeniş adındaki dedesinin gerçek adı, Martinez veya Martinizi ya da Mardonius'dur. Dolayısıyla, Endülüs Müsta'rib topluluğuna mensup olan İbn Merdeniş'in ailesi, geçmişteki yerli Hıristiyan Müsta'riblerin hatta, ihtida etmiş yerli topluluk olan Müvelledlerin çıkardıkları çok sayıdaki isyanlarda büyük rol oynamış bir aileydi. İbn Merdeniş, Müslüman olmasına rağmen, aslını unutamadığı için olsa gerek giyim kuşam, dil ve yaşantısında kendisini Hıristiyan Kastilyalılara benzetirdi. Zamanın Hıristiyanlarınca sevilen biri olduğu için onlar tarafından kendisine Rey Lope veya Lobo (Kral Lope) adı verilmişti.


İbn Merdeniş, başta Belensiye ve Mürsiye şehirleri olmak üzere, kuzeyde Turtuşe'den güneyde Kartacene ve Lurka'ya kadar uzanan Doğu Endülüs bölgesinin hakimi olmuştu. Fakat, bölgedeki bu varlığını kuzeyden ve batıdan kendisine komşu olan Hıristiyanlar ile iyi geçinmesine borçluydu. Dolayısıyla, İberya Yarımadası'na gelen Muvahhidler'in hakimiyeti altına girmektense, zaten iyi geçinmek zorunda bulunduğu Hıristiyanlar ile ittifak oluşturarak bağımsızlığını koruma yolunu tercih etmişti. Nitekim, Barselona Kontu IV.Ramon ve Kastilya kralı VII.Alfonso ile yıllık 50 bin miskal altın haraç karşılığında ittifak antlaşması yaptı. 543 (1149) Tarihinde İtalyan devletçikleri olan Pisa ve Cenova ile de benzer birer antlaşma yaptı. Ayrıca, İngiltere kralı gibi çeşitli bölgelerdeki Hıristiyan ülkelerin krallarıyla mektuplaşıyor, onlarla hediyeleşiyordu.


Daha evvel vurgulandığı gibi, İbn Merdeniş Endülüs'te Murabıtlar'ın çözülüşü ve Muvahhidler'in gelişi arasındaki fetret döneminde çıkan kargaşa ortamını kendisine göre iyi değerlendiren Endülüs milliyetçisi liderlerdendi. Endülüs'ün idaresi Endülüslülerin elinde olmalıdır fikrinden hareketle bütün Endülüs'e hakim olmak istiyordu. Aslında, onun sorunu belki de sadece Mağribliler ileydi. Çünkü, Hıristiyanların Turtuşe, Laride ve civar illeri işgal etmelerine, bölge kendi hakimiyetinde olduğu halde ses çıkarmamıştı. Aynı şekilde ve aynı dönemde, Hıristiyanların Endülüs sınır liman şehri el-Meriye'yi işgal etmelerine (542/1147) de seyirci kalmıştı. 


İbn Merdeniş, 546 (1151) tarihinde hakimiyet alanına Besta ve Vadi Aşko (Guadix) şehirlerini de kattı. Muvahhidler Endülüs'e ilk kez geçtiklerinde İşbiliye ve Batı Endülüs bölgelerini aldıktan sonra 1148 tarihinde Kurtuba sonra Ceyyan, Beyase ve Übbede şehirlerini kendilerine katarak Orta Endülüs bölgesine ulaşmışlar ve İbn Merdeniş'in topraklarına dayanmışlardı. İşte, bundan sonra İbn Merdeniş öncülüğündeki Doğu Endülüs bölgesi liderleri ile Muvahhidler arasında uzun yıllar sürecek bir çatışma sürecine girilmektedir.


Müttefiki olan Kastilyalıların desteğiyle Ceyyan şehrine saldıran İbn Merdeniş, Muvahhidler'in valisi el-Kumi mukavemet gösteremediği için şehri ele geçirdi. Buradan Kurtuba üzerine yürüdü. Şehrin çevresinde büyük tahribat yaptı. Muvahhidler'in valisi İbn Yekit ile aralarında şiddetli bir savaş ceryan etti. Mağlup olacağını anlayan valinin şehre kapanmasıyla kuşatma başladı. Bu esnada, valinin bir hilesi sonucu İbn Merdeniş, savunmasız sandığı İşbiliye üzerine yöneldi. Ancak, şehri kuşattığında kalenin savunmasız olmadığını, dolayısıyla aldatıldığını anlayarak geri çekildi. Bu İşbiliye kuşatması, dönemin Muvahhid tarihçisi Abdülmelik b. Sahibüssalat tarafından bizzat gözlemlenmiştir.


VII.Alfonso, 545 (1150) tarihinde üç ay süreyle Kurtuba'yı kuşatmaya aldı. Kırk bin süvariyle harekata başlayan kral, Abdülmü'min'in sevk ettiği ordunun, yenilgi olduğu takdirde şehrin büyük tehlikeyle karşı karşıya kalmasını önlemek niyetiyle çarpışmaktan çekinmesi ve dağlara tırmandıktan sonra ovaya doğru 25 beş gün kadar yürümesiyle, geçici de olsa üstünlüğünü göstermiş olmanın verdiği gururla geri çekildi. Abdülmü'min, 546 (1151) tarihinde İbn Merdeniş'e karşı Ebu Hafs Ömer komutasında yirmi bin atlıdan müteşekkil bir ordu sevk etti. Ceyyan Emiri İbn Hemüşek de Muvahhidler ile birleşti. İbn Merdeniş ise, bunu duyduğunda Barselona kontundan yardım istedi. On bin atlıyla yardıma gelen Barselonalılar ile çarpışma, Mürsiye yakınında İbn Merdeniş'in merkezine yakın yerde gerçekleşecek iken, Muvahhid komutan son anda bundan vazgeçti ve el-Meriye şehrini kurtarmak üzere harekete geçti. Kuşatma, askerin gıda kıtlığına düşmesi sebebiyle kaldırıldı ve ordu İşbiliye'ye geri döndü.


d. lbn Merdeniş'in lbn Hemüşek ile Birleşmesi ve Abdülmü'min'in lberya Yarımadası'nı Ele Geçirme Planı (1160-1163)


İbrahim b. Muhammed b. Hemüşek, dedesi Sarakusta hakimi Hudi'ler'in elinde Müslüman olmuş bir müsta'ribdi. Rivayete göre, dedesinin bir kulağı kesik olduğu için Hudiler'in Hıristiyanlar ile yaptığı çarpışmalarda İspanyol askerler onu gördüklerinde kulağı kesik anlamına gelen "he mochico, hemüşek" lakabıyla çağırırlardı.


Sarakusta Hıristiyanların eline düştüğünde, İbrahim Kastilya'ya geçerek bir müddet krala hizmet etti. Daha sonra oradan ayrıldı ve Endülüs'e gelerek Murabıtlar'ın hizmetine girdi. Yahya b. Ganiye Kurtuba valisi olduğunda (538/1143) onun yanına geldi. İbn Ganiye, batı bölgesindeki isyanlarla uğraşırken Kurtuba' da İbn Hamdin isyan ederek emiru'l­ müslimin sıfatını takındı. Bunun üzerine, İbn Ganiye İbn Hemüşek'i anlaşma sağlaması için Kurtuba'ya yolladı. Ancak, olaylar farklı boyutlara vararak Endülüs isyanlarının çerçevesi genişlediğinde İbn Hemüşek, Belensiye'ye sahip olmuş olan İbn İyaz'ın yanına gitti. Kısa süre sonra da Şakirre şehrine sahip oldu ve güçlenmeye başladı. Belensiye ile Mürsiye İbn Merdeniş' e kaldığında ikisi komşu oldular ve aralarında kız alıp verme sebebiyle bir yakınlaşma oldu. Hıristiyan asıllı bir müsta'rib olması sebebiyle İbn Hemüşek, İbn Merdeniş tarafından benimsendi ve onun yardımcısı konumuna geldi. İbn Merdeniş, 1160 yılı başlarında bir birliğini onun komutasına vererek Kurtuba üzerine sevk etti ve böylece Muvahhidler'e karşı tekrar saldırıya geçti.


İbn Hemüşek, Kurtuba çevresini tahrip etti. Şehrin valisi İbn Yekit karşı saldırıya geçtiyse de başarılı olamadı ve kaleye kapandı. İbn Hemüşek, buradan İşbiliye'nin kuzey doğu kalesi olan Karmune üzerine yürüdü. Yerel liderlerden Abdullah b. Şerahil'in yardımıyla şehri ele geçirdi (Rebiülevvel 555/Mart 1160). Bu sırada, Muvahhidler'in Endülüs'teki temsilcisi olan İşbiliye valisi Ebu Yakub Yusuf b. Abdülmü'min, Karmune'yi kurtarmak için birlik gönderdi. Fakat, bu esnada Mağrib'te ve peşinden Endülüs'te devletin başına büyük zorluklar çıkaran Vezir İbn Abdüsselam gailesiyle uğraşmak zorunda olan babasını kollama endişesiyle vali, İbn Hemüşek'e karşı bir süre bir şey yapamadı. Vezir probleminin halledilmesinden sonraysa, Endülüs için babasından yardım istedi.


Abdülmü'min de, bundan sonra Endülüs işlerine her bakımdan daha fazla önem vermeye başladı. Bunu herkese göstermek için Cebelü Tarık mevkiinde Cebelü'l-Feth (veya Medinetü'l-Feth) adını verdiği büyük ve düzenli bir şehir inşa ettirdi (Zilkade 555/ Aralık 1160). Yaptırdığı şehri görmek ve Endülüs'e önem verdiğini ispatlamak amacıyla da 555 yılı Zilkade ayında (Kasım 1160) büyük bir orduyla Endülüs'e geçti. Bazı kaynaklarda Abdülmü'min'in Cebelü Tarık'a gelişinin Kasım değil de Aralık ayında olduğu kaydedilmektedir. İki ay kadar kaldığı Medinetü'l-Feth'de kendisini karşılamaya gelen Endülüs heyetleriyle ülkenin durumunu görüşerek yeni düzenlemeler yaptı. Endülüs'ün müdafaası için Muvahhid ordusundan yeni birlikler tahsis etti. Halifenin 556 (1161) yılı başında Mağrib'e dönmesinden sonra, Karmune'yi kurtarmak üzere İbn Ebu Hafs komutasında harekete geçen Muvahhidler, Karmune savaşı sonunda İbn Hemüşek'in komutanı Abdullah b. Şürahil'i yenerek Muharrem 557 (Aralık 1161) tarihinde şehri ele geçirdiler. Böylece, Karmune fitnesi sona ermiş oldu. Ancak, Abdülmü'min'in bu Endülüs çıkarmasında İberya Yarımadası'nı ele geçirmeyi düşünüp düşünmediği hususunda bir kayıt bulunamamıştır.


Muvahhidler'in İşbiliye ve Kurtuba bölgelerinde iyice güçlendiğini gören İbn Hemüşek, ortağı İbn Merdeniş ile birlikte Gırnata'yı ele geçirmeye çalıştı. Büyük bir Muvahhid ordusunun yetişmesiyle Mercü'r-Rikad mevkiinde gerçekleşen savaşta Muvahhidler feci şekilde yenildiler. Ardından, hemen Gırnata'ya ilerleyerek kuşatan İbn Hemüşek, hem İbn Merdeniş'in ve hem de içerden İbn Dehri adındaki bir Yahudi ile bazı Hıristiyanların yardımlarıyla şehri işgal etti. Yenilgi haberini alan Abdülmü'min, oğlu Ebu Yakub Yusuf komutasında büyük bir orduyu Endülüs'e sevk etti. Muvahhidler, Gırnata yakınındaki Şenil vadisinde bulunan es-Sebike adındaki kayalık tepede mevzilenmiş olan İbn Hemüşek, İbn Merdeniş ve beraberlerindeki Hıristiyan birliklerine karşı saldırıya geçtiler. Çok çetin geçen savaşta Muvahhidler, büyük kayıplar vermelerine rağmen düşmanı yenmeyi başardılar. Sebike savaşı olarak bilinen bu zafer sonunda Muvahhidler tekrar Gırnata'ya girdiler (28 Receb 557/14 Temmuz 1162).


Sebike zaferinden sonra Abdülmü'min, Gırnata'nın Güney Endülüs bölgesinin savunma merkezi, Kurtuba'nın Endülüs'ün idare merkezi haline getirilmesini emretti. İyice güçlenen devletin, Endülüs'te kesin bir başarı elde ederek hakimiyetinin sürekli ve kalıcı olmasını sağlamak amacıyla, ülkenin her yanından topladığı orduyla, 15 Rebiülevvel 558 (21 Şubat 1163) tarihinde Merakeş'ten hareket ederek Ribatü'l-Feth mevkiine geldi. Niyetinin ise, Hıristiyan İspanya ya da İberya devletlerinin hakimiyetlerine son vererek bütün İberya Yarımadası'na hakim olmak olduğunu kaynaklardan çıkarmak mümkündür. Kendisini bu konuda kararlı olmaya sevk eden bir gelişme de, Portekizliler'in Şenterin ve Bace şehirlerini işgal etmeleri (557/1162) oldu. Olaylara şahit olan zamanın tarihçisi İbn Sahibüssalat'ın tasvirine göre, ordunun mevcudu o kadar fazlaydı ki, Sela ve Ma'mure şehirleri arasına sığmıyordu. Asker sayısı ise, yüz bin atlı ve yüz bin yayadan müteşekkilen toplam iki yüz bin idi. Bazı rivayetlere göre bu sayı üç yüz seksen binden fazla atlı ve yüz bin de yaya olmak üzere toplam dört yüz seksen bin idi.




Abdülmü'min, Büyük Endülüs Harekatı adı verilen bu işi gerçekleştirmek için istişare yapmak üzere ordugahında harp meclisini topladı ve burada harekatın planı yapıldı. Karadan ve denizden yürütülecek olan harekatın planına göre, Muvahhid orduları Hıristiyan devletleri üzerine aynı anda dört koldan saldırıya geçeceklerdi. Birinci ordunun hedefi, Kulumriye başkentli Portekiz krallığı; ikinci ordunun hedefi, Il.Fernando'nun Leon krallığı; üçüncü ordunun hedefi, VIII.Alfonso'nun Kastilya krallığı ve dördüncü ordunun hedefi de, II.Alfonso'nun Birleşik Aragon-Katalonya krallığı idi. Ancak, bu planı gerçekleştirmeye Abdülmü'min'in ömrü vefa etmedi ve hastalanarak 10 Cemaziyelahir 558 (16 Mayıs 1163) tarihinde vefat etti. Onun vefatıyla, harekat da gerçekleştirilemeden kaldı. Yerine ise, oğlu Yusuf geçti.


İbn Merdeniş, 560 (1165) tarihinde Hıristiyan müttefikleriyle birlikte yeniden Kurtuba'ya saldırdı. Ancak, artık iyice güçlenmiş durumda olan ve Endülüs'ü çok iyi tanıyan yeni hükümdar Ebu Yakub Yusuf'un sevk ettiği orduya yenildi ve Mürsiye'ye geri çekilmek zorunda kaldı. İbn Merdeniş gailesinden artık kesin olarak kurtulma kararında olan Yusuf, 1169 tarihinde komutanı Ömer ile İbn Merdeniş' e karşı başarı elde ettikten bir yıl sonra Endülüs'e geçti ve bu kez Gırnata valisi olan kardeşi Osman'ı onun üzerine sevk etti. Fahsu'l-Celab mevkiinde taraflar arasında gerçekleşen Fahsu'l-Cellab savaşını İbn Merdeniş kaybetti ve kuşatma altında bulunan kalede öldü. Yerini oğlu İbn Hilal aldı. Ancak, İbn Hilal mantıklı düşünmüş olmalı ki, isyanı sürdürmekten vazgeçerek babasının ele geçirmiş olduğu bütün kaleleri Muvahhidler'e teslim etti ve onlara tabi oldu. İbn Merdeniş olayının Endülüs'ün başına dert olmasında, Abdülmü'min'in 1158-1160 yıları arasında bütün gayretini İfri'kıye seferlerine vermesi ve Endülüs'te bulunamamasının etkili olduğu da düşünülebilir.


Ebu Yakub Yusuf b. Abdülmü'min Dönemi (1163-1184)


Yusuf, 10 Cemaziyelahir 558 (16 Mayıs 1163) tarihinde kendisine biat edildikten sonra Muvahhidler Devletinin yeni hükümdarı oldu. Onun Endülüs'teki ilk işi, 560 (1165) tarihinde Hıristiyan müttefikleriyle birlikte yeniden Kurtuba'ya saldıran İbn Merdeniş'e karşı, büyük bir orduyla Endülüs'e geçmesi ve kardeşi Osman'ı İbn Merdeniş üzerine sevk ederek kesin başarı elde etmesidir.

Yusuf, Endülüs'e 566 (1170) yılındaki gelişinde 1175 senesine kadar orada kaldı. Bu arada geçen altı yıla yakın zaman içinde hiç boş durmadan Hıristiyanlara karşı mücadeleyi sürdürdü. 1171 tarihinde güney Portekiz'e saldırarak Şenterin'i bir süre kuşattı ve el-Kantara kalesini aldı. 1172 ve 1173 senelerinde Kal'atü Rebah bölgesine baskınlar yaptı. Ayrıca, 1173 tarihinde Kastilya kralı VIII.Alfonso ve Portekiz kralı Alfonso Henriquez ile birer sulh 'antlaşması yaptı. 1176 tarihinde de Mağrib'e geri döndü. Ebu Yakub Yusuf döneminde ağırlıklı olarak Batı Endülüs bölgesinde Portekizliler ile gerçekleşen karşılıklı siyasi-askeri ilişkilerin ayrıntılarını görmek için önemli alt başlıklar aşağıdadır.


A. Batı Endülüs'te Portekizli Giraldo Sempavor'un İşgal Harekatı (1165)


Portekiz kralı Alfonso Henriquez tarafından başlatılan ve Batı Endülüs'ün büyük şehirleri Üşbune ile Şenterin'in 542 (1147) tarihinden itibaren işgal edilmesiyle devam eden süreç, kısa fasılalarla devam etmiş ve bölgenin tamamen kaybedilmesiyle sonuçlanmıştı. Bu işgal sürecinde, Hıristiyanların önemli şahsiyetlerinden "Sem Pavor" (kahraman) lakaplı Giraldo'nun büyük rolü olmuştu. Nitekim, Giraldo Portekizliler tarafından Sid' e benzetilerek "Portekizli Cid" diye adlandırılmıştır. İslam kaynaklarında "el-Alec Cerande el­ Cılliki" adıyla geçen bu kişi, Batı Endülüs'ün Muvahhid otoritesinden yoksun kalan ortamında oluşan azılı bir eşkıya çetesinin reisliğini yaptığı, özellikle Müslümanlara karşı Tacu nehriyle Vadi Ane arasındaki Batalyevs bölgesinde yoğun saldırılar, işgaller, katliamlar ve soygunlar gerçekleştirdiği bilinmektedir. 

Giraldo, bu saldırı hareketlerini Sid'in yaptığı gibi kendi namına ve kendi çıkarı için düzenlerdi. Kral Henriquez de, sonuçta onun harekatı kendi işine de yaradığı için mal ve asker yardımı yaparak destek verir ve teşvik ederdi. Zamanın İslam tarihçisi İbn Sahibüssalat, Giraldo'nun yaptığı şenaatleri şöyle anlatır: "Azfünş er-Rank (A.Henriquez), Cerande köpeğini yerleşim yerleri ve kaleler üzerine sürerek Müslümanlara musallat etti. Cerande köpeği koyu karanlık, şiddetli rüzgarlı ve çok yağışlı gecelerde saldırılarını gerçekleştirirdi. Hazırladığı uzun merdivenlerle bekçilerin uyuduğu burçlara tırmanır, çetesini şehre sokar ve hep birlikte önüne çıkanı ya öldürür ya da esir ederlerdi".


Giraldo'nun saldırdığı ilk büyük yerleşim yeri, Maride'nin kuzeyindeki Tercalü (Trujillo) şehri oldu. Cemaziyelevvel 560 (Mayıs 1165) tarihinde Tercalü'yü işgal etti. Daha sonra, aynı yılın Zilkade (Eylül) ayında Yabüre'yi ele geçirdi ve bu iki şehri Hıristiyanlara sattı. Giraldo, işgal harekatını sürdürerek Tercalü'nün batısında kalan Kasareş'e saldırdı ve Safer 561 (Ekim 1165) tarihinde şehri istila etti. Bundan sonra, aynı yılın Cemaziyelahir ayında Mentanceş (Montanchez) kalesini, son olarak da Şirbe (Serpa) ve Cülümaniye (Jurumena) kalelerini işgal etti. 



Giraldo, Batalyevs yakınında bulunan Cülümaniye kalesini sürekli gözetim altında tutuyordu. Batalyevs valisinin şehir içinde suni gölet yapımıyla meşgul olmasından yararlanarak, kale üzerine akınlar düzenlemekteydi. Kale savunmasının zayıfladığına inandığı bir anda büyük bir güçle saldırdı ve kaleyi ele geçirdi. Buradan, Batalyevs yakınlarına kadar ilerlediğinde Muvahhidler'in karşı saldırıya geçmek üzere olduğunu haber alarak geriye kaçtı. Kendisini takip eden Muvahhidler ile giriştiği savaşta galip geldi (564/1168).


Gözünü Batalyevs üzerine dikmiş bulunan Giraldo'nun saldırıları her fırsatta devam etti. Receb 565 (Nisan 1170) tarihinde Batalyevs'e akınlar, tacizler yaparak şehri ablukaya aldı ve her türlü mal girişini engelledi. Zorda kalan şehir halkının imdadına Muvahhidler yetişmek istediler. Hazırlanan beş bin yüklü hayvan ile yiyecek ve silah gibi mallar gönderildi. Komutan Zekeriya b. Ali, İşbiliye'den bu yükle Batalyevs'e yaklaştığında Giraldo'nun ani saldırısına maruz kaldı. Birkaç saat süren savaş sonunda Muvahhid birliği yenildi, komutan şehit oldu ve bütün mallar düşmanın eline geçti (26 Şaban 565/15 Mayıs 1170).


Batı Endülüs'te bu kayıplar olurken, Muvahhidler Doğu Endülüs'te İbn Merdeniş ile çetin bir mücadele içindeydiler. Dolayısıyla, zayıf kalan bu bölgede gerçekleşen işgaller, Portekizliler'in daha sonra Batalyevs'e saldırıp ele geçirmelerine ve buna karşı Muvahhidler'in de şehri kurtarmak ayrıca diğer Batı Endülüs şehirlerini düşüşten korumak amacıyla harekete geçmelerine ve Hıristiyanlar ile büyük bir mücadelenin başlamasına sebep teşkil etmişti. Ancak, bir süre sonra Portekiz kralı Muvahhidler ile barış yapınca bu durum, Giraldo için tam bir sürpriz oldu. Çünkü, Muvahhidler'in boş bıraktığı topraklarda yaptığı saldırılarla büyük ganimetler elde ediyor ve ayrıca Hiristiyan liderler nezdinde de önemli bir yer işgal ediyordu. Yapılan bu barışla şimdi o kendi önemini yitirdiğini, bölgesinde artık tek başına bir şeyler elde etmesinin mümkün olmadığını gördü. Beklenmedik şekilde hareket ederek 350 adamıyla birlikte İşbiliye'ye gitti ve Muvahhidler'in hizmetine girdi (568/1174). Fakat, daha bir yıl geçmeden Alfonso eski sadık adamını kaybetmeye dayanamayarak gizlice Giraldo'ya mektup gönderdi ve ondan kendi yanına dönmesini istedi. Ne var ki, aralarındaki mektuplaşmalar fark edildi ve Giraldo adamlarıyla birlikte tutuklanarak Sicilmase'ye sürgün edildi. Tutulduğu hapishaneden kaçmaya teşebbüs ettiğinde ise, idam edildi ve böylece Müslümanların başından bir gaile eksilmiş oldu.


b. Portekizliler'in Batalyevs'e Saldırması Üzerine Leon kralının Muvahhidler'e Yardım Etmesi (1169)


Batı Endülüs'te cereyan eden olaylardan ve bu arada bir büyük İslam şehrinin daha düşmek üzere olduğundan Muvahhid hükümdar ve yöneticileri şüphesiz habersiz değillerdi. Ancak, devletin merkezi bölgesinde meydana gelen iç karışıklıklar kendilerini oyalamıştı. 564 (1169) Senesine gelindiğinde, sıkıntıları bertaraf eden devlet, Portekizliler'in Batalyevs bölgesinde sürekli hareket halinde olmaları karşısında Endülüslüleri rahatlatmak ve olaylara anında müdahale edebilmek maksadıyla bir ordu hazırlayarak Endülüs'e sevk etti. Bu arada, Portekizliler de Giraldo öncülüğünde Batalyevs'e doğru saldırıya geçmişlerdi (Receb 564/Nisan 1169). Kaynaklardan anlaşıldığına göre, bu Muvahhid ordusunun Endülüs'e sevk tarihi Batalyevs olaylarından iki veya üç ay önceye tekabül etmektedir. 556 (1161) Yılındaki ilk saldırısından bu yana Batalyevs şehrini ele geçirme çabası içerisinde bulunan Portekiz kralı Henriquez, Leon kralından çekindiği için olsa gerek, doğrudan kendisi değil de Giraldo vasıtasıyla bu emelini gerçekleştirmeye çalışıyordu. 


Giraldo, Batalyevs' e saldırınca şehrin valisi karşı koyamadı ve kale içinde bir kasabaya sığınarak Muvahhidler'i imdada çağırdı. Giraldo'nun şehri ele geçireceğini anlayan kral Henriquez, hızla şehre girerek kasabayı kuşattı. Teslim olmaları için Müslümanlara süre verdi. Bu esnada ilginç bir gelişme yaşandı. Şehir halkı İşbiliye'den gelecek Muvahhid ordusunu beklerken, yardım hiç beklenmedik taraftan, Leon kralı 11.Femando'dan geldi. Babası İmparator Alfonso Raimundez' den kendisine Portekiz üzerinde hakimiyet hakkının kaldığına inanan Fernando, bu hakkını reddeden Portekiz kralına karşı hiç de olumlu duygular taşımıyordu. Ayrıca, Fernando'nun Kastilya kralı III.Sancho ile yapmış olduğu Endülüs'ü paylaşma planına göre, Batalyevs ve civar bölge kendi payına düşüyordu. Dolayısıyla, bu hakkını da tanımayan Henriquez ile aralarında sürekli bir sürtüşme söz konusuydu. Bu sebeple, Batalyevs bölgesine doğru inmeye çalışan Portekiz kralını her fırsatta engelleme çabasına kolayca girebiliyordu. Aslında Fernando, Henriquez'in damadıydı. Fakat, Henriquez'in topraklarını genişletme hırsı aralarının açılmasına sebep olmuştu. Nitekim, Fernando'nun bölge hakimiyetini pekiştirmek amacıyla Portekiz sınırında daha evvel inşa ettirmiş olduğu Rodrigo şehrini, Henriquez oğlu Sancho komutasında sevk ettiği ordusuyla yıktırtmak istemiş ancak, Fernando'nun yetişmesiyle Portekizliler kötü bir yenilgiye uğramışlardı. Buna karşın, 1167 tarihinde intikam seferine çıkan Henriquez Leonlular'ın bazı topraklarını almıştı.


Kastilya kralı VIII.Alfonso'nun akrabası olan Leon kralı II.Fernando Rodriguez, diğer krallar ile ilişkileri böylesine bozuk olunca kendisine siyaseten müttefik olabilecek tek güç kaldığını görerek, 563 (1167) tarihinde Muvahhidler'e sığınmış ve hükümdardan yardım talebi için Merakeş'e gitmişti. Kendisi çok iyi karşılanmış, başkentte beş ay ağırlanmış ve İkili ittifak antlaşması yaparak geriye dönmüştü. Bu antlaşmanın semeresini ise, kaydedilen siyasi ve askeri olaylarda iki taraf da toplamışlardı. Sonraki yıllarda Fernando, Muvahhidler ile yaptığı antlaşmasına olan bağlılığını 569 (1174) yılı sonlarına kadar sürdürdü. Bu tarihte, işine geldiği şekilde tek taraflı olarak antlaşmayı bozdu ve İslam topraklarına karşı saldırıya kalktı. Halife buna çok kızdı ve kralın evine kadar sürecek büyük bir saldırı emri verdi. Halifenin kardeşi Ebu Hafs komutasında İşbiliye'den 3 Safer 570 (3 Eylül 1174) tarihinde sefere çıkan Muvahhid ordusu, doğrudan Leon kralının merkezi Rodrigo (es-Sibtat) kentini hedef aldı. Ancak, sınırda iki küçük kaleden başka bir şey elde edemeden geri çekildi. Bu olaydan sonra kral bir süre sessiz kaldı fakat, diğer kralların başarılı Endülüs harekatlarını gördükçe kendisi de onlara katılmakta gecikmedi.


Batalyevs kuşatmasına dönüldüğünde, Portekiz kralı Henriquez şehre girince, Fernando derhal şehrin valisine haberci göndererek yardıma gelmekte olduğunu bildirdi. Vali, Portekizliler'in anlayamayacakları şekilde Leonlular'ı kale içerisine soktu. Leon ve Muvahhid orduları Portekizliler'e karşı savaşmak üzere şehrin içerisinde birleştiler. Taraflar arasında çok şiddetli bir çarpışma yaşandı. Sonuçta, Portekizliler dağıldı ve kral kaçarken atından düşerek bayıldı. Adamlarının kaçırarak sakladıkları yere kadar gelen Leonlular, Henriquez'i esir ettiler. Ancak, Fernando esirine karşı çok iyi davranarak onu affetti ve şimdiye kadar elde etmiş olduğu Leon topraklarından çekilmek, ayrıca Leon devletine karşı beslediği emellerinden vazgeçmek karşılığında serbest bıraktı. Henriquez de Kulumriye'ye döndü (22 Şaban 564/21 Mayıs 1169).


Giraldo'ya gelince, savaşın akabinde hemen kaçtığı veya kralının akıbetine uğradığı yani esir düşerek kralıyla aynı şartlarda serbest bırakıldığı şeklinde farklı bilgiler vardır. Portekizliler' in Batalyevs'te yenilmelerinden sonra Fernando, kaleyi Muvahhid valiye teslim ederek vefa ve saygısını ispat etti. Bu arada, şehrin kurtuluşu haberi İşbiliye'ye ulaştığında Muvahhid komutan Ebu Hafs Ömer, daha Batalyevs'in imdadına yetişmek için hazırlık yapmakla meşguldü.



c . Kastilya'ya Karşı Başarısız Vebze (Huete) Savaşı (1172)


Halife Yusuf, Hıristiyan saldırılarına karşı Endülüs'e yardım etme amacıyla büyük bir ordu hazırlayarak Ramazan 566 (Mayıs 1171) tarihinde denizi geçti. Bir yıl kaldığı İşbiliye'den, 11 Şevval 567 (6 Haziran 1172) tarihinde hareket ederek Kurtuba'ya, ayın yirmi beşinde de oradan Medinetü'l­ Kasr (Alcocer) ve Endücer (Andocer) istikametinde yürüyüşünü sürdürdü. Beyase yakınında bulunan Hısnü Belec (Vilches) kalesini almaya çalışan İbn Hemüşek'in isteği üzerine, kaleyi Hıristiyanlardan teslim aldı. Zilkade ayının ikisinde kuzey yününe yola devamla, İbn Merdeniş'in Hıristiyanlara vermiş olduğu Hısnü'l-Keres (Alcaraz) kalesine geldi ve bu kaleyi de teslim alarak Balatü's-Süf (Balazote) üzerinden geçerek geldiği Vadi Şügar (Guadijucar) yakınında konakladı. Buradan kardeşi es-Seyyid Ebu Said komutasında 12 bin atlı ve bir o kadar da yaya askerden müteşekkil büyük bir birliği, 12 Zilkade günü Kastilya toprakları üzerine sevk etti.


Ordu, ertesi günün sabahı yolu üzerindeki Burcu Cemel kalesini ele geçirdikten sonra, ayın on dördünde Vebze şehri tepelerine ulaştı. Burada savunmaya hazır durumda bulunan Kastilya ordusuyla başarısız bir savaşa girişti. Ancak, arkadan gelen halife bütün birliklere kaleye doğru hücum emri verdi ve savaş iyice kızıştı. Muvahhidler, ilk saldırıda surlara kadar olan köyleri ele geçirdiler ve Kastilyalılar kaleye kapandı. Kale dört bir yandan kuşatma altına alındı. Yapılan ilk saldırı başarısız oldu. Aynı yılın 20 Zilkade (14 Temmuz) günü şiddetli bir fırtına çıkınca Muvahhid ordugahı bundan çok etkilendi. Sonraki gün Mürsiye'den destek birliği geldi. Ancak, yine şiddetli bir fırtına oldu ve Muvahhidler'in çadırlarını darmadağın etti. Fırtınayı şiddetli gök gürültüsü, şimşekler ve yağmur takip etti. Bu yağmur, kalede susuzluk çekmekte olan Hıristiyanların işine yaradı. 23 Zilkade (17 Temmuz) günü toptan büyük bir saldırıya geçildiği esnada yine gök karardı ve gök gürültüsüyle birlikte şiddetli yağmur yağdı. Bu durumda, savaşmaktan soğuyan askerler geriye çekilmek zorunda kaldı. Öğleden sonra yağmur dindi ve çarpışma başladı. Fakat, akşama kadar yine bir sonuç alınamadı. Ne var ki, şartlar artık Hıristiyanlardan yana gelişiyordu.


Geceleyin Muvahhidler'den bir birliğe ani baskın yapan Kastilyalılar, başarılı oldular. Daha kötüsü, Muvahhid ordusunda insan ve hayvan yiyeceği bakımından sıkıntı baş gösterdi. Artık homurdanmaya başlayan askerler cihada teşvik edilmeye çalışıldı. Bu arada, Kastilyalıların kaleyi savaşmadan teslim etmeleri için başarısız girişimler de yapıldı. Ancak, kaledeki Hıristiyanlar Muvahhidler'in kötü durumundan haberdardılar ve ayrıca şimdi kral VIII.Alfonso hızla yardıma gelmekteydi. Kralın gelişini öğrenen halife, kale önünde yaptırdığı burç ve merdivenleri yaktırdıktan sonra sabahleyin orduya geri çekilme emri verdiğinde, ordu içerisinde büyük bir karmaşa meydana geldi. Muvahhid ordusunun çekilmeye başladığını fark eden Hıristiyanlar, fırsatı değerlendirerek karşı saldırıya geçtiler. Kaçışan askerlerin çadırlarını ateşe verdiler ve kaçamayanları kılıçtan geçirdiler. Çekilmekte olan orduyla Hıristiyanlar arasında başlayan bu çarpışma bitene kadar ordu durduruldu ve çekilme işine sonra devam edildi. Geriden saldırıyı sürdüren Hıristiyanlara karşı koyacak bir birlik geride bırakıldı ve çekilme Kunka'ya kadar sürdü.


Halife, Kunka şehrinde konaklarken şehir civarında bulunan Hıristiyanlara ait bağ ve tarlalara hasat için asker gönderdi. Giden askerler, şehir yakınında yaklaşmakta olan Alfonso'nun ordusunun öncü birliğiyle karşılaştılar. Bunu öğrenen halife, derhal Vadi Şugar yönüne çekilme emri verdi. Maalesef, Vebze'den çekilirken yaşanan kargaşa ve korku burada tekrar yaşandı. Şügar nehrini geçerek bir tepeye mevzilenen ordunun karşısındaki tepeye ise, şimdi Kastilya ordusu ordugah kurmuştu. Geceyi korku içinde geçiren Muvahhidler, sabahleyin bir toplantı yaparak savaşmaya karar verdiler. Sonraki gün düşmana karşı keşfe çıkan birlik, düşmanın memleketine doğru çekilmekte olduğunu haber verdi. Bunun üzerine orduyu daha fazla yormanın yarar getirmeyeceğine karar veren halife, es-Savma'a (Alminar) dağı hattından Belensiye yönüne doğru geri çekilmeye başladı. Yolculuk boyunca askerler çok büyük açlık sıkıntısı çekti ve hatta, bir kısım asker ve hayvan açlıktan öldü. Belensiye'ye ulaşıldığında ordunun çoğu terhis edildi ve halife, oradan hareketle 18 Rebiülevvel 568 (7 Kasım 1172) tarihinde İşbiliye'ye ulaştı.


Çok büyük savaş hazırlığı yaparak çok yüksek bir mevcutla sefere çıkan Muvahhid ordusunun, Endülüs birliklerinin de katılımıyla kalkıştığı Vebze kuşatmasını neden başaramadığı üzerinde biraz durmak gereklidir. Böylesine muhteşem bir ordunun Vebze gibi küçük, korumasız ve az bir topluluk tarafından savunulan şehri fethetmekten aciz kalması öncelikle komuta kademesi ve düzenindeki bozuklukla açıklanabilir. İkinci olarak, halifenin istişare heyetini teşkil eden komutan ve ünlü filozof İbn Rüşd'ün de içlerinde bulunduğu devlet ileri gelenleri, siyaset ve harp usullerinde tecrübeli kimseler değillerdi. Ayrıca, halife ordunun Mağribli askerler tarafında bir dağılma olduğunda çadırından çıkarak asker toparlıyor, ancak benzeri bir bozgun Endülüslü birlikler arasında meydana geldiğinde ise çadırında talebelerle oturup İslam hukuku konularında tartışma yapıyor, yani savaşın gidişatıyla pek ilgilenmiyordu. Bu hali onun kendisine çok güvendiğine ve dolayısıyla düşmanı da küçümsediğine işaret etmektedir. Bir başka önemli olumsuzluk da, ordu içindeki farklı unsurlar arasında belli bir uyumun olmamasıydı. Doğal olarak, bu tür bir komuta beceriksizliği ve düzensizlik sonucu gelen yenilgiler, Murabıtlar zamanında Ukliş ve İfrağa savaşlarında sayıca daha üstün durumdaki düşmana karşı kazanılan zaferlerin hasretle hatırlanmasına sebep oluyordu.


d. Portekizliler'in Bace'ye (Beja) Saldırısı (1172)



Batalyevs savaşında (564/1169) yenilgiyi tatmış olan Portekiz kralı, bir süre sakin kalmış görünse de, aslında saldırı için fırsat kolluyordu. Muvahhid ordusu Vebze savaşı için İşbiliye'den ayrıldığında, Batı Endülüs bölgesinin en önemli kalelerinden biri olan Bace şehrini işgal etmek için uygun fırsatın doğduğuna inanarak harekete geçti. Bu sırada, iç kargaşaya boğulmuş durumda olan şehrin halinden Hıristiyanlar da haberdardı. Kargaşa içinde bulunan bir şehrin, dış destek gelmeden düşmana karşı direnmesi mümkün değildi. Muvahhidler'in şehre yardım etme ihtimali de yok gibiydi. Bunu bilen Alfonso, yardımcısı Giraldo'yu da yanına alarak Bace üzerine sefere çıktı. 

Bu sırada, burçları nöbetçisiz kaldığı için şehir korumasız durumdaydı. Buna sebep olarak, vali İbn Sahmın'un askerlerin maaşını verememiş olması gösterilmektedir. 568 yılı Muharrem ayının son gecesi (22 Eylül 1172), düşman kaleye saldırıya geçti. Korumasız durumdaki kale burçlarına merdivenler dayayarak şehre girdiler. Korku içinde uykudan fırlayan halk kaçışmaya başlarken, vali şehirden kaçmayı başardı ve Mirtele'ye sığındı. İyice sahipsiz kalan Müslümanlar, düşmanın kılıçları altında katliama maruz kaldı. Bu başarısına rağmen, Alfonso Bace' de uzun süre kalamadı. Çünkü, şu aşamada kendisi için bu büyük şehrin savunmasını düzenlemek mümkün değildi. Bu sebeple o, beş ay kadar kaldıktan sonra her yerini tahrip edip surlarını da yıkarak şehri terk etti (Cemaziyelevvel 568/ Ocak 1173). Muvahhidler ise, Vebze başarısızlığından sonra Bace'nin başına gelen bu felaketle hiç ilgilenemediler.



e. Kastilyalı Kont Jamino'nun Yenilmesi (1173)



İslami kaynaklarda "Gumez San Menus" ve bazen "Kambur Sanşo" adlarıyla tanınan Kastilya Kontu Jamino, Abile kentinden 568 (1173) tarihinde Endülüs topraklarına karşı saldırıya geçti. Daha evvel de Endülüs'e karşı pek çok tahripkar saldırılar yapmış olan Jamino, o zaman Tarif ve el-Ceziretü'l-Hadra'ya kadar ulaşmıştı. Şimdi ise, Abile'den çıkarak Endülüs toprakları ortasından güneye yöneldi ve el-Vadi'l­ Kebir nehrini geçti. Oradan İsticce bölgesine inerek Kurtuba yönüne ilerledi ve Müslümanlara ait ekim alanlarıyla hayvanlara zarar verdi. 500 kadar erkeği de esir alarak Bilyareş bölgesine ilerledi.


Bu saldırıya karşı koymak amacıyla halife, 13 Şaban 568 (30 Mart 1173) tarihinde Ebu Zekeriya Yahya İbnü'l-halife komutasında bir orduyu sefere çıkardı. Ordu, üç gün içinde Kurtuba'ya ulaştığında düşman ordusu çoktan Beldetü'l­ Kasr' a varmıştı. Komutanlar toplantı yaparak Kastilya içlerine kadar sürse bile düşmanı takip ve savaşma kararı aldılar. Jamino'nun çekilmekte olan ordusunu takibe alarak, Kal'atü Rebah yakınındaki Kerekuy (Caracuel) ovasında duraklamış olan düşmana yetiştiler. Savaşmakta kararlı olan Müslümanların ovaya yaklaşması üzerine düşman çekilmeye başladı. Ancak, kaçış yolunun kolay olmadığını gördüklerinde ovadaki sarp kayalığa sığındılar ve savaş vaziyeti aldılar. Muvahhidler de karşı tepeye ordugah kurdular. 


Taraflar arasında şiddetli bir savaş başladı. Öğleye doğru düşman safları dağıldığında Kont Jamino'nun çadırına ulaşıldı. Jamino katledildi ve ordusu meydandan kaçıştı. Jamino'nun daha evvel Müslümanlardan ele geçirmiş olduğu mallar ile esirler kurtarıldı ve kellesi de İşbiliye'ye götürüldü.



f. Hıristiyanların İsteğiyle Büyük Barış Antlaşması Yapılması (1173)


Vebze hezimetinden sonra toparlanan Muvahhidler, Kerekuy savaşını kazanmışlar ve artık Hıristiyan saldırılarının önünü kesmek amacıyla karşı saldırılara hız vermeye başlamışlardı. Yusuf b. Ebu Abdullah ile Abdullah b. İshak komutasındaki birlikler, İşbiliye'den hareketle kuzey doğuya, Tuleytula yönüne yürüyerek Talebire sınırları içerisine girdiler ve ortalarına kadar ilerlediler. Çok sayıda Hıristiyan esir ve mal elde ederek salimen geriye döndüler. 


Daha sonra, ikinci bir Muvahhid hamlesi yine Tuleytula bölgesi üzerine yapıldı. Çok sayıda esir ve ganimetle geriye dönüldü. Bunun üzerine, Hıristiyanlar Muvahhid saldırı dalgalarının şiddetinin artmaya başladığını ve artık karşı konulması zor hale geldiğini gördüler. Kendi içerisinde birbirlerine karşı anlaşmazlık ve güvensizliğin hüküm sürdüğü böylesi bir dönemde kendileri için barışa yanaşmaktan başka karlı bir yol görünmüyordu. Nitekim, Hıristiyanların barış ve antlaşma istekleri peşpeşe gelmeye başladı. İlk önce barış isteyen, Tuleytula sahibi Kont Nuno de Lara oldu. Onu, Kastilya kralı VIII.Alfonso takip etti. Elçilerini İşbiliye'ye gönderip barış antlaşması yaptı. Aynı şekilde, Portekiz kralı Alfonso Henriquez de gönderdiği elçileriyle barış yaptı. İki ay kadar süren barış görüşmeleri sonunda, Muvahhidler ile Hıristiyan devletler arasında antlaşmalar yapıldı (Zilhicce 568/Temmuz 1173). Bu barış görüşmelerine başlama tarihi olarak İbn Sahibüssalat 563 yılını vermekte ise de, 563 yılı dahil 568 (1173) yılına kadar Halife Yusuf döneminde Hıristiyanlar ile yapılan pekçok savaş, İbn İzari'nin verdiği tarihin doğru olduğuna işaret etmektedir.

Böylesi güçlü bir konumdayken halifeyi barış yapmaya sevk eden duygu ise, Bace gibi uzun yıllar Hıristiyan saldırıları altında tahrip olmuş yerleşim yerlerini imar ve fakirleşmiş sakinlerinin durumlarım iyileştirme fikri olmalıydı. Nitekim Endülüs'te kaldığı beş yıl zarfında bu amacını da gerçekleştiren halife, 14 Şaban 571 (27 Şubat 1176) tarihinde İşbiliye'den Merakeş'e doğru hareket ederek Endülüs'ten ayrıldı.


g. Merakeş'te Veba Salgını ve Kastilya Saldırıları Sonucu Kunka'nın Düşüşü (1177)


Halifenin Mağrib'e dönmesiyle birlikte yeni saldırılar gerçekleştirmek için uygun ortamın oluştuğuna kani olan Hıristiyanlar, Muvahhidler ile yaptıkları barış antlaşmalarını bozarak Endülüs'e karşı saldırıya geçtiler. Merakeş'te veba salgınının baş gösterdiği 572 (1177) tarihinde, Kastilya kralı VI­ II.Alfonso, Kont de Lara ile birlikte kuzey Doğu Endülüs'te yer alan ve Belensiye şehrinin önemli öncü kalelerinden birisi olan Kunka şehri üzerine saldırıya geçti. Ocak ayında şehri kuşatmaya aldı. Harekata Aragon kralı ile Şövalye tarikatları liderleri de destek vermekteydiler. 


Şehir halkı acil yardım istediğinde halife, oğulları İşbiliye valisi Ebu Ali Hüseyin ile Kurtuba valisi Ebu'l-Hasan Ali'yi, Kastilyalıları geri çekilmek zorunda bırakmak amacıyla Tuleytula ve Talebire üzerine sefere çıkardı. Şevval 572 (Nisan 1177) tarihinde Kurtuba'dan hareket eden Ebu'l-Hasan, Tuleytula topraklarına girerek tahribat yaptı ve pek çok esir-ganimet elde ederek geriye döndü. İşbiliye'den çıkan Ebu Ali de, Talebire bölgesine girerek aynı şekilde tahribat yaptı ve böylece düşmana tepki verilmiş oldu. Ancak, bu iki harekatdan beklenen netice alınamadı. Çünkü, Kastilyalılar Kunka kuşatmasını sürdürüyorlardı. Kışın ağır şartları ile şehrin güçlü surları ve güçlü savunması bile onları yıldırmıyordu.

Dokuz ay kadar süren sıkı kuşatma hareketi sonunda tüm savunma araçlarını ve umutlarını tüketen şehir halkı zor duruma düştüler ve teslim olmaya karar verdiler. 1177 yılının Eylül ayında şehri teslim alan kral, Hıristiyanların her yerde yaptıkları gibi merkez ulu camiyi kiliseye çevirdi. Böylece, elden çıkan Kunka bundan sonra bir Kardinallik merkezi haline dönüştürüldü. Kunka'nın düşüşü, Endülüs'ün kuzey doğu savunma hattında büyük bir tehlike meydana getirmişti. Ayrıca, Muvahhidler'in şehri kurtarma konusunda sergiledikleri tavır, sonuçları itibarıyla daha sonra Endülüs'ün savunma mekanizmalarında açığa çıkacak olan tehlikeli durumun habercisi mahiyetindeydi.


h. Leonlular'ın Erkeş ile Şeriş'e ve Portekizliler'in Bace'ye Saldırıları (1177)


Leon kralı Il.Fernando, Kastilyalıların Kunka başarısını bir fırsat olarak değerlendirerek İslam topraklarına karşı saldırıya geçti. 572 (1177) yılında, İşbiliye yönüne ilerleyerek Erkeş ve Şeriş beldeleri içlerine kadar girdi. Buna karşı harekete geçen Muvahhidler, İşbilye'den çıkarak ilerlerken, daha evvel arazilerine yapılan saldırıların intikamını almak isteyen Talebireli bir Hıristiyan birliği ile karşılaştılar. Onları kolayca yendiler ve her şeylerini ele geçidiler. İçlerinden 80 kişi alınıp İşbiliye'ye götürüldü ve halifenin huzurunda boyunları vuruldu.

 

Kastilya ve Leon'dan sonra, Portekiz kralı da Muvahhidler ile yapmış olduğu barış antlaşmasını çiğneyerek Batı Endülüs' e karşı saldırıya geçti (573/1177). Kralın bu kezki hedefi de, daha evvel olduğu gibi Bace şehriydi. Özellikle, şehir halife tarafından imar ve ıslah edilmiş durumdayken Alfonso'nun iştahı daha da kabarıyordu. Endülüslülerin ekili alanlarını tahrip etti. Tam şehri ele geçirecek iken, saldırıyı keserek güneye İşbiliye vadisine doğru yöneldi. tşbiliye'nin batı banliyösü olan Tarayane (Triane) beldesine girerek tahribat yaptı ve buradan yürüyüşünü İşbiliye içlerine kadar sürüdürdü. Ancak, tutunamayacağını anladığından olsa gerek, tekrar Bace'ye geri döndü.

 

Bu arada, Bace valisi Örner b. Teymsalet, Portekiz saldırısına karşılık vermek amacıyla çıktığı seferinde, Ebu Danis ovasını tahrip etti ve Hıristiyanlar ile giriştiği savaşı kazanmak üzereyken, Şenterin Hıristiyanlarının gelerek savaşa katılmasıyla dengeler değişti ve mağlup oldu. Yardımcısı ile birlikte esir edildi ve askerleri öldürüldü. Felaket haberi Bace'ye ulaştığında ise, Baceliler her şeylerini alarak şehirden Mirtele kentine göç etmeye başladılar. Ancak, savunmasının böylesine zayıflamasına rağmen, Portekizliler Bace'yi işgal etmeye bu kezlik cesaret edemediler. Bunun sebebi, ya kendi askeri ve ekonomik durumlarının pek iyi olmaması, ya da daha gücü yerinde gözüken Muvahhidler' den çekinmeleri olmalıdır. Bu felaketi haber alan halife, Endülüs'teki idarecileri olan İşbiliye ve Kurtuba valilerini başkente çağırarak Endülüs'ün savunması üzerine onlarla istişarelerde bulundu (574 / 1178). . Vali ise, Portekizliler tarafından Kulumriye'ye götürüldü ve orada işkence edilerek öldürüldü. 


Hıristiyan kaynakları bu olayı farklı şekilde kaydetmektedirler. Onlara göre, İşbiliye bölgesine karşı saldırıya kalkan kişi, Alfonso Henriquez'in oğlu ve veliahdı Sancho idi. Ayrıca, saldırının tarihi de 574 (1178). idi. Sancho, Muvahhidler'i Tarayane sırtlarında mağlup ettikten sonra Leble şehrine yöneldi. Ancak, bu esnada bir Muvahhid ordusunun Bace'yi kuşatmak için hareket ettiğini haber aldığında önce bir birlik sevk etti, peşinden de kendisi olay yerine intikal etti. Bace önlerinde Muvahhidler'i bir kez daha hezimete uğrattı ve şehir Portekizliler'in elinde kaldı. Ancak, bundan sonra gelişen olaylara bakıldığında, vardığı sonuç itibarıyla bu bilginin doğru olmadığı anlaşılacaktır.


Portekizliler ile Uburtu ve lşbiliye Bölgesinde Yapılan Kara - Deniz Savaşları (1179-1182)



Endülüs'e karşı Portekiz saldırıları, 1179 tarihinde karada ve denizde şiddetlenmeye'başladı. Bace kenti ile İşbiliye vadisine saldıran Portekizliler' e karşı halife savaş kararı verdi. Sebte'de bulunan Muvahhid donanma gücünü Ganim b. Merdeniş komutasında Portekiz sahillerine sevk etti. Donanma, Üşbune yönünde kıyıları vurarak ilerledi, iki Portekiz gemisini ele geçirerek üssüne geri döndü. Buna karşın, Portekiz deniz kuvvetleri de Endülüs'ün güney batı kıyılarına saldırarak Şeltiş adasını işgal ve Müslüman halkın çoğunu (daha sonra halife tarafından kurtarılıncaya kadar) esir etti.

Portekizliler'in bu saldırısı da karşılıksız bırakılmadı. Harekete geçen Muvahhid donanması, Portekiz'in kuzey sularına girerek Üşbune'nin kuzeyindeki Uburtu'ya geldi. Şehre giren Müslümanlar, Şenterinliler'in de yardımıyla Amiral Robino'nun karşı saldırıya geçmesi üzerine dağıldılar ve başkomutan Ganim ile birlikte pek çok Muvahhid devlet adamı esir düştü. Donanma da her şeyiyle birlikte düşmanın eline geçti (Muharrem 576/11 Haziran 1180). Ancak, Ganim'in hapsedildiği yerden imdat göndermesi üzerine halife, Ganim'in kardeşi Hilal'i gönderdi ve o da gerçekleştirdiği bir operasyonla kardeşini ve arkadaşlarını kurtarmaya muvaffak oldu.

Israrlı ve etkili saldırılarından anlaşılan o ki, Portekizliler başarılarını büyük bir zaferle sürdürme niyetindeydiler. Hazırladıkları büyük deniz gücünün bu kezki hedefi, Sebte' de bulunan Muvahhid deniz kuvvetleri merkezini tahrip etmekti. Ancak, Ganim'den sonra Sebte donanma komutanı olan Abdullah b. Cami durumu farkedip donanmayla Sebte'den çıktı ve İşbiliye'de Endülüs donanmasıyla birleştikten sonra Kadis'ten Portekiz'in güney kıyılarına doğru seyretti. Bu esnada, Portekiz donanması da güney yönüne seyretmekteydi. İki deniz gücü, Üşbune'nin güneyinde karşılaştı. Aynı yerde daha evvel İbn Merdeniş komutasındaki Muvahhid donanmasıyla yine Portekizliler arasında Ubürru savaşı yapılmıştı. 15 Muharrem 577 (31 Mayıs 1181) tarihinde başlayan deniz savaşında Portekizliler fena halde bozguna uğradılar. Donanma komutanları olan Robino katledildi, 20 gemi ile 1800 kadar esir ve bolca askeri malzeme ele geçirildi. Parlak bir zafer ile başkente dönüldü ve kısa bir müddet için de olsa Portekizliler'in gücü kırılmıştı.

Muvahhidler denizde Portekizliler ile çarpışırken, Kastilyalılar da Endülüs topraklarında yeni saldırılar gerçekleştirmekteydiler. Ancak, Muvahhidler'in gücü artık birkaç cephede birden savaş sürdürecek durumda değildi. Bu sebeple, daha önemli görülen batı topraklarında yani, Portekiz tarafında mücadeleye devam edildi. 577 (1181) Yılı başlarında İbn Vanudin komutasında bir Muvahhid ordusu İşbiliye' den kuzey batıdaki Yabüre şehri üzerine giderek iç kesimlere kadar büyük tahribat yaptı. Buna karşı Portekizliler ilk anda bir şey yapamadılar. Ancak, daha sonra aniden şehirden huruç yaparak Muvahhid ordusuna saldırdılar. Çetin bir savaş yaşandıktan sonra Portekizliler, feci şekilde yenildiler. İki gün kale önünde kalan ordu, kuşatma için gerekli hazırlığa sahip olmadığından olsa gerek, İşbiliye'ye geri döndü. Dönüş yolunda küçük bir Hıristiyan kalesine baskın yapılarak esir ve ganimet elde edildi (577 /1181).

Bu savaşta, Muvahhidler'in galip geldikleri halde kaleyi ele geçirmeye teşebbüs etmemeleri, artık Muvahhid gücünün yitmeye başladığına bir işaret olarak da değerlendirilebilir. Nitekim, bundan iki üç yıl sonra barışı bozarak saldırıya geçen Hıristiyan krallara karşı artık ciddi bir karşı koyma ya da başarı imkanının pek kalmadığı görülecektir. Olayların bu şekle bürünmesinde Hıristiyanların Afrika ve Endülüs'te Muvahhidler'in durumlarını çok iyi takip ederek önlerine çıkan fırsatları değerlendirme fikriyle hareket etmeleri ve artık zayıflama sürecine giren hasımlarını devamlı saldırılarla hırpalama siyaseti izlemeleri de etkili olmaktaydı. Malum siyaseti en iyi benimseyenlerden biri de, bu yıllarda yaptıklarından da anlaşılacağı gibi Portekizliler idi. Portekizliler'in saldırıları denizde ve karada artık iyice şiddetini artırıyor ve ardı arkası kesilmiyordu.


Yabüre zaferinden kısa süre sonra Portekizliler, Şenterin' den çıkarak Endülüs'e karşı saldırıya geçtiler. İşbiliye'nin yakınlarına kadar ilerlediler. Ancak, karşılarına çıkan Müslümanlar ile aralarında yaşanan şiddetli çarpışma sonunda yenildiler. Ne var ki, pusuda bekleyen bir düşman birliğinin aniden saldırıya geçip savaşa girmesiyle durum tersine döndü. Bu kez de Müslümanlar mağlup oldu. Burada galip gelen düşman, yönünü lsticce ve Kurtuba topraklarına çevirdi. O bölgede de tahribat yaptıktan sonra geri çekildi. Görüldüğü gibi iki taraf da birbirine karşı toprak kazanma yerine, hasmını tahrip edip yıpratma taktiği takip etmekte ve görünen o ki, bu süreç sonunda kendisini toparlayarak güçlenecek olan taraf ayakta kalabilecekti. 578 (1182) tarihinde, yine Portekiz saldırıları vardı. Şenterin ve Üşbune'den çıkan düşman birlikleri, İşbiliye yönüne ilerleyerek Şeluka beldesi ile Hısnü'l-Kasr kalesine saldırdı ve büyük katliam-tahribat yaparak geri çekildi.



j. Kastilyalılar ile Yapılan Şentefile (Santafila) ve Talebire (Talavera) Savaşları (1182)


Bir yanda Portekiz saldırılarına karşı koymaya çalışan Müslümanlara karşı diğer taraftan Kastilyalılar da harekete geçtiler. Kral VIII. Alfonso, Endülüs' e karşı büyük ve geniş çaplı bir askeri harekat başlatıyordu. Önce Kurtuba üzerine yürüyerek kent sırtlarında ordugah kurdu. Buradan, civardaki Malega, Runde ve Gırnata şehirleri üzerine birlikler sevk etti. Bu bölgelerdeki halk kütleleri arasında kargaşa ve korku meydana geldi. Fiyatlar yükseldi, toplumsal ve ekonomik sıkıntılar arttı. Muvahhidler'in komutanı İbn Vanudin, önce İşbiliye bölgesinin savunmasını güçlendirdi ve sonra Karmune şehri etrafından Kastilyalıları kovmaya çalıştı. Ancak, bu direniş çok yetersizdi ve Kastilyalılar, İşbiliye ile Kurtuba arasındaki bölgede saldırı, kıyım ve tahribatlarını sürdürüyorlardı. Alfonso, İsticce şehrine saldırdı. Ancak, vali Ebu Muhammed Kumi öncülüğündeki direnişi kıramadığı için yolu üzerinde büyük yıkımlar yaparak İşbiliye yönüne geri çekildi.

Alfonso, bu arada güney yönünde aralarında Şentefile'nin de bulunduğu Runde kentinin bazı kalelerini işgal ve pek çok esir-ganimet elde etti. Kastilyalıların Şentefile kalesini ele geçirmeleri, Müslümanlar için bütün öteki kayıplardan daha büyük ve sonucu itibarıyla daha tehlikeli bir durumdu. Çünkü, bu kale İşbiliye ile Kurtuba arasındaki en stratejik mevkie sahip olanıydı. Büyük bir tepe üzerinde yer alıyor ve çok sağlam surlara sahip bulunuyordu. Kastilyalılar burayı 17 Safer 578 (22 Haziran 1182) tarihinde işgal ederek 700 kadar Müslümanı esir aldılar. Alfonso, burada "artık Kurtuba ve İşbiliye'yi alabilirim" dedikten sonra şehre girerek ulu camiyi kiliseye çevirdi ve kaleyi civar illere karşı düzenleyeceği işgal harekatına üs teşkil edecek şekilde asker ve malzeme ile takviye etti ve daha sonra geri çekildi. 

Muvahhidler ise, Şentefile kalesini kaybetmenin ne derece tehlike arz ettiğinin farkında oldukları için kaleyi geri almakta kararlıydılar. Halifenin oğlu İşbiliye valisi Ebu İshak, Endülüs'ün her bölgesinden cihada birlikler çağırdı. Oluşturduğu orduyla Şentefile yönüne hareket etti. Yolu üzerinde kazandığı küçük bir başarı, Ebu İshak'ı cesaretlendirmişti. Alfonso'nun kaleye bıraktığı Hıristiyan komutan, civar bölgeye taciz saldırısına çıktığı bir sırada Karmune ve çevresinden gelen Müslümanlar ile karşılaştı. Çatışma sonunda Hıristiyan komutan öldürülürken yanındaki birliği esir edildi. Hızla kaleye yönelen Ebu İshak, kaleyi kuşatma altına aldı. 46 gün süren kuşatma sırasında kaledeki canlıların çoğu açlıktan ölmüşlerdi. Bunu öğrenen Alfonso, kalenin imdadına koştu. Onun gelişini haber alan Müslümanlar ise, kuşatmayı kaldırarak geri çekildiler. Alfonso, kaleye ulaştığında bırakmış olduğu 1500 kişiden sadece 650 askerin sağ kaldığını görünce kalenin boşaltılmasını ve geri çekilmeyi emretti (15 Camaziyeahir 578/16 Eylül 1182).

 Şentefile savaşının akabinde, İbn Vanudin komutasında yeniden harekete geçen Muvahhid ordusu, Tuleytula'nın batısında yer alan Kastilya sınır kenti Talebire üzerine yürüdü. Şarat dağlarını geçerek Hıristiyanların haberi olmaksızın kente yaklaştıklarında, karşılaştıkları küçük bir düşman birliğini pusuya düşürüp ele geçirdiler. Ancak, bir tepeyi ele geçirdikten sonra Müslümanlar geri çekilmeye başlamışlardı. Savaşmaya kararlı bir şekilde takibe başlayan Hıristiyanlar ile, bunu anlayan Müslümanlar arasında Kastilya toprakları içerisinde çetin bir savaş yaşandı ve Müslümanlar galip geldi. Yüklü ganimet ve esirler ile ordu muzaffer bir şekilde İşbiliye'ye geri döndü (Cemaziyelahir 578/Eylül 1182).



k. Portekizlilere Karşı Başarısız Şenterin Savaşı (1184)


Yusuf, devlet adamlarıyla yaptığı toplantıda Endülüs'ün durumunu etraflıca ele aldı. Problem, son üç-dört yıl içinde Endülüs'te Hıristiyanların saldırıları sonucu üzücü kayıpların meydana gelmesiydi. İspanyol kralları saldırılarını artırmışlar, Portekizliler karada ve denizde başarılı hamleler yapmışlar ve Kastilya kralı Orta Endülüs' ten güney bölgesi içlerine kadar tacizlerini ilerletebilmişti. Bütün bunlar, Muvahhidler'in Endülüs savunma cephesinin zayıfladığını ve Hıristiyanları püskürtmede başarısız kaldığını göstermekteydi. Bu soruna çare olarak, halife Endülüs'te bizzat kendisinin yöneteceği yeni bir cihad hareketi tanzim etmeğe karar verdi. Bu meyanda orduda ve idarede yeni düzenlemeler yaptı. Askeri teçhizat ve silah durumunu takviye ettikten sonra, 27 Şaban 579 (15 Ekim 1183) tarihinde Afrika ve Endülüs birliklerinin sefer için toplanmasını emretti. 1184 Şubat ayında ordu Endülüs' e hareket etti.

Ordu, 13 Safer 580 (26 Mayıs 1184) tarihinde İşbiliye'ye ulaştı. Yapılan düzenleme ve toplantılardan sonra, seferin ilk hedefi olarak Portekiz'in Şenterin kenti seçildi. Bu seçimin sebepleri arasında, Portekiz krallığının son yıllarda en büyük düşmanlardan biri haline gelmesi ve Şenterin şehrinin Portekiz saldırılarının merkezi durumuna getirilmiş olması da vardı. Nitekim, Batı Endülüs eyaletini oluşturan Tercalü, Kasereş, Mentanceş, Şirbe, Cülümaniye ve Batalyevs kentleri üzerine; ayrıca, İşbiliye bölgesine karşı yapılan Portekiz saldırıları hep Şenterin'den çıkarak gerçekleştirilmişti. Buraya karşı tertiplenecek bir seferle düşmanın merkezi çökertilebilirdi.

Bu esnada, Hıristiyan devletleri arasında da Muvahhidler' e karşı ittifaklar yapılmış ve İslam topraklarına karşı saldırılar sürdürülmekteydi. Kastilya ile Leon arasında böyle bir ittifak yapıldıktan sonra Leon kralı Fernando Kasareş şehrini kuşatmaya çıkmıştı. 26 Safer 580 (8 Haziran 1184) tarihinde İşbiliye' den kuzey yönüne doğru hareket eden Muvahhid ordusunun Batalyevs' e vardığını haber alan Fernando, derhal Kasereş kuşatmasını kaldırarak başkenti Rodrigo'ya geri __ döndü. Bu arada Muvahhidler Tacu nehrini geçerek Şenterin'in güney doğusundaki bir tepeye yerleştikten sonra şehri kuşatmaya aldılar. Harekata Muvahhid donanması da Üşbune kentini denizden kuşatarak katılmıştı. Bundan, Muvahhidler'in bu kezdeki gerçek hedeflerinin çok stratejik bir konumda bulunan Üşbune'yi geri almak olduğu anlaşılmaktadır. Ancak, bunun gerçekleştirilmesi için önce yol üzerindeki Şenterin'in alınması gerekliydi. Hıristiyan kaynaklarına göre, halifenin bu çıkışındaki gerçek hedefi, Şenterin'in geri alınmasından sonra Duviru nehrine kadar bütün Portekiz topraklarını almak ve oradan Kastilya başkenti Tuleytula'ya saldırmaktı.

 Şenterin savunmasının başında, Portekiz kralı Alfonso Henriquez vardı. Muvahhidler'in kale civarındaki konuşlanması 16 Rebiülevvel 580 (27 Haziran 1184) tarihinde gerçekleşti. İslam kaynakları Muvahhid ordusunun mevcudu konusunda 140 bin gibi büyük rakamlar vermektedirler. Sonuçta, çok büyük sayıda olan orduyla kaleye karşı yapılan ilk saldırılar başarılı oldu. 19-21 Rebiülevvel (30 Haziran-3 Temmuz) tarihleri arasında kale önünde şiddetli çarpışmalar meydana geldi. Altı gün süren bu çarpışmalar sonunda daha çok Muvahhidler baskın ve şehrin bütün civar köylerini ele geçmiş durumdayken, halifenin verdiği ani bir ateşkes ve ordugah değiştirme kararı herkesi çok şaşırttı. Ordugahta kargaşaya sebep olan bu kararın sebebini bilen de yoktu. İbn İzari, dönemin tarihçileri olan İbn Sahibüssalat ile Ebu'l-Haccac Yusuf b. Ömer'in de bu konuda bir şey bilmediklerini ihsas etmektedir.

Bir başka Muvahhid dönemi tarihçisi olan Abdülvahid el­ Merraküşi ise biraz belli bir sebep yazmaktadır. Ona göre, halifenin bazı adamları kendisine kuşatmanın uzamasının ancak savunmacıların işine yarayacağını dolayısıyla, savaşın uzayarak sonbahara kalabileceği, bu durumda da nehrin taşmasıyla geri dönüşün zorlaşacağı, vb. gibi hususları telkin ederek çekilmesi için ikna etmişler ve o da işi uzatmaktansa başında daha çekilme emri vermişti. Bu tür zorlama yorumlardan, bu tarihçilerin yöneticilerden korktukları için işin gerçeğini yazamadıkları sonucunu çıkarmak mümkündür. Nitekim, Hıristiyan tarihçiler olayın gerçek sebebini daha anlaşılır şekilde vermektedirler. Buna göre, Şenterin'in köylerinde devam eden çarpışmalar esnasında halife, düşmanın kale içinde savunmaya yönelik hazırlığının çok iyi olduğunu öğrendi, dolayısıyla kalenin alınabilmesi için uzun bir kuşatma harekatına ihtiyaç olduğunu anladı. Tam bu sırada, kendini Muvahhidler'e karşı savaşmaya adamış olan Leon kralı Fernando'nun gelerek savaşa dahil olması, Hıristiyanlara güç verirken halifenin şevkini kırıcı bir gelişme oldu.

 Çekilme emriyle gelen şaşkınlıktan kaynaklanan karışıklık, gece yarısı başlayan çekilme hareketi esnasında daha çok görüldü. Sabah olduğunda, ordunun büyük bir kısmı nehri geçti ve ancak en son geçecek olan halifenin muhafız birliği savaş alanında kaldı. Tam bu sırada, ordunun düzensiz halini gören Hıristiyanlar saldırıya geçtiler. Çekilmekte olan Muvahhid askerleri geriye dönerek kahramanca çarpıştılar. Ancak, Hıristiyanlar halifenin artçı birliğine kadar ulaştılar, pek çok devlet adamını şehit ettiler ve merkez karargaha kadar ulaşarak halifeyi de yaraladılar. Bu saldırıdan zor kurtulan halife, savaş sona erince bölgedeki tarla, ağaç, su kuyuları, yapı, vb. ne varsa her şeyi yaktırdı yıktırdı ve elde edilen ganimetlerle dönüş yoluna koyuldu. Ancak, yarası onu hasta etmişti ve 18 Rebiulahir veya 7 Receb 580 (29 Temmuz veya 14 Ekim 1184) tarihinde vefat etti. 

Muvahhidler'in, 12 yıl önce Vebze önlerinde yaptıkları gibi çok büyük ve güçlü orduyla geldikleri ve iyi bir durum ve konumda oldukları halde, savaşı yarıda bırakarak geri çekilmeleri Müslümanlar için her bakımdan tehlikeli sonuçlar doğuracak bir hadiseydi. En başta, Hıristiyanlara karşı sebatsızlık, ciddiyetsizlik hatta bir korkaklık alameti sayılabilecek bu hareketin, kendi içinde de askerin cihad ruhunu kırıcı etkisiyle devletin bekası ve Endülüs'ün geleceği bakımından ciddi bir tehlike meydana getirdiğini söylemek yanlış olmasa gerektir.



 Ebu Yusuf Yakub el-Mansur Dönemi (1184-1199)


Şilb Şehrinin Haçlılar ile Birleşen Portekizliler Tarafından işgal Edilmesi (1189)



Muvahhidler'in Şenterin önlerindeki olumsuz görüntüleri, Portekiz kralı Alfonso'yu daha fazla cesaretlendirmiş, artık Batı Endülüs'te kalan İslam topraklarını istila etmek için daha çok istekli duruma getirmişti. Ancak, kralın ömrü bu tür emellerini gerçekleştirmeye yetmedi ve 581 yılı Ramazan ayında (6 Aralık 1185) öldü. Alfonso Henriquez, yarım yüzyıl boyunca başında bulunduğu Portekiz krallığını Endülüs toprakları üzerinde kurmuş, doğu ve güney istikametlerinde genişletmiş ve İberya Yarımadası'ndaki diğer Hıristiyan devletleri gibi güçlü bir konuma getirmişti. Yerine, oğlu I.Sancho geçti.

Muvahhidler'in Afrika'daki İbn Ganiye ve Hariciler gibi büyük iç problemlerle uğraşmalarını fırsat bilen I.Sancho, 1189 yılı başlarında Muvahhidler'in Endülüs'teki kuvvetlerinin sayı ve malzeme bakımından çok yetersiz, dolayısıyla tek bir cephede bile başarılı olmalarının zor göründüğü bir zamanda, Endülüs topraklarına karşı saldırıya geçti. Bu arada, hiç hesapta yokken gelişen bir olay Portekizliler'in işlerini kolaylaştıracaktı. Bu gelişme, Receb 583 (Ekim 1187) tarihinde Eyyubiler'in Sultanı Selahaddin Eyyubi'nin Kudus Haçlı Krallığının başşehri olan Kudüs'ü Müslümanlara geri kazandırması üzerine, Avrupa'da hazırlanan büyük bir Haçlı ordusunun okyanus yoluyla Orta Doğu'ya gitmek için Portekiz kıyılarına gelmesiydi (585/1189). Alman ve Flemenk askerlerini taşıyan 50 gemiden müteşekkil Haçlı donanması, Akdeniz'e geçmek için Portekiz kıyılarına geldi. Ardından, İngiltere ve Flandr bölgesi askerlerini taşıyan bir başka Haçlı donanması da aynı yere geldi ve iki grup burada birleşti.

Kral Sancho, ayağına gelen büyük bir şans olarak gördüğü Haçlı kuvvetlerini büyük bir sevinçle karşıladı. Endülüs'ün Şilb şehrini almak hususunda Haçlı liderleriyle anlaştı. Şilb'i almak istemesinin nedeni ise, Müslümanların okyanus kıyısı boyunca ve karadan Portekiz kentlerine karşı düzenledikleri yıkıcı saldırılar için şehri bir üs haline getirmeleriydi. Haçlılar, Müslümanlardan elde edecekleri ganimetleri düşünerek kralın Şilb'i ortak bir harekatla işgal etme teklifini kabul ettiler. O zaman Şilb şehri, okyanus kıyısındaki stratejik konumu ve zengin tarım ürünleriyle Bace ve Yabüre gibi Müslümanların çok önemli yerlerinden birisiydi. Karadan Sancho, denizden de Haçlılar olmak üzere Şilb'e Hıristiyan saldırısı başladı. Önce, şehri çevreleyen kalelerden Elblir (Alvor) kalesi Portekiz saldırısı sonucu düştü. Daha sonra, Portekiz güçleriyle Haçlılar birleşerek şehre hücum ettiler. Kale komutanı İsa b. Ebu Hafs, şehrin yüksek ve güçlü surlarına güvenerek kale içinde savunmaya çekildi. Dolayısıyla, kale çevresindeki yerler Haçlılar tarafından yağmalandı. Haftalarca süren kuşatma sonuçsuz kaldı. Bunun üzerine, Sancho 40 gemiyle gelen yeni bir destek aldı. Mancınık, vb. ağır silahlarla yapılan yoğun saldırı ve surların altında yapılan tünel kazılarına rağmen, savunma aşılamadı.

Kuşatmayı sürdürmek Sancho için mümkündü. Ancak, o işi çabuklaştırmak için şehrin yakınındaki nehirden gelen tek içme suyu kaynağının su kemerini büyük deposuyla birlikte tahrip ettirdi. Müslümanlar buna engel olamadılar ve su kaynağının kaybı, Müslümanlar için büyük bir darbe oldu. Çünkü, zaten başlamış olan yiyecek sıkıntısına şimdi bir de susuzluk eklenmişti. Hıristiyanlar, artık şehir halkının açlık ve susuzluktan çaresiz kalarak teslim olmalarını bekliyorlardı. Nitekim, beklenen oldu ve kaleden teslim şartlarını görüşmek üzere bir heyet çıktı. Sancho'dan bütün menkul mallarını alarak güvenlik içinde şehirden ayrılmayı istediler. Sancho, bu şartı kabul etti ancak, Haçlılar buna itiraz ederek şehirdeki bütün Müslümanları öldürmek ve mallarına el koymak istediler. Sancho'nun uzun çabalarından sonra Haçlılar, halkın mallarını alma karşılığında canlarının bağışlanmasına razı oldular. Haçlılar'ın, insanları öldürerek mallarını alma şeklinde her yerde yapageldikleri vahşeti burada da uygulama istekleri, Avrupalılar'ın tarihlerine bakıldığında doğal sayılmalıdır. Ancak, Sancho'nun buna engel olması biraz garip gelebilir. Onun düşüncesini de, devletlerin savaş ilişkilerinde mütekabiliyet esasıyla açıklamak mümkündür. Yani, kendisinin hasmına bugün yapacağı muamelenin misliyle yarın kendisi de karşılaşmak istememektedir. Sonuçta, Şilb halkı her şeylerini bırakarak şehri terk ederken, üç ay süren kuşatmanın ardından, 22 Receb 585 (5 Eylül 1189) tarihinde Hıristiyanlar şehre girdiler.

Şilb'in düşmesi Müslümanların batı bölgesi hakimiyeti için çok büyük bir darbe olmuştu. Çünkü, şehir o hassas bölgedeki son tutunma noktalarıydı. Şimdi, sıra Velbe ve Leble üzerinden İşbiliye'ye gelecekti. İşbiliye için tehlike sadece batıdakiyle de sınırlı kalmıyordu. Bu arada, Kastilyalılar devamlı akınlar yaparak Orta Endülüs'ü hatta, bizzat İşbiliye'yi tehdit ediyorlardı. Portekizliler' in Şilb' e yöneldikleri zamanda, VIIl.Alfonso da Kurtuba bölgesinden İşbiliye bölgesine doğru yıkıcı bir saldırı hareketine çıkmıştı. Kendisine karşı çıkan İşbiliye güçlerini de yenerek Hısnü'l-Menar, Ümmü Gazale, Rübeyne, Kal' atü Cabir ve Hısnü Şüleyr gibi yerleri işgal ve halkını katlettikten sonra geri çekildi (Cemaziyelahir 585/ Ağustos 1189).



b.Muvahhidler'in Şilb'i Geri Alması (1191)


Muvahhidler'in halifesi el-Mansur, Endülüs'te Hıristiyanların yaptıklarını öğrendiğinde derhal savaş hazırlıklarını tamamlayarak 23 Rebiülevvel 585 (11 Mayıs 1189) tarihinde büyük bir orduyla Endülüs'e geçti. Kendisi Kurtuba'da iken, İşbiliye valisi Yakub b. Ebu Hafs'a, her bölgeden ve her kesimden bir Endülüs ordusu oluşturarak Şilb'i kuşatmaya gitmesini emretti. Bu esnada, Muvahhid donanması da güney Portekiz'de Portmao (Bürtemay, Bertaniye) bölgesine ulaşmıştı. Vali Yakub, Şilb'i kuşattı ve saldırıya başladı. Halife ise, Kurtuba'da büyük saldırı harekatı için hazırlıkları tamamlamakla meşguldü. Öte yandan, halifenin gelişinden endişeye kapılan Kastilya ile Leon kralları, Kurtuba'ya gönderdikleri elçileri vasıtasıyla barış antlaşması yapmak istediler. Her zaman böyle yaptıkları ancak, halife Mağrib'e döndüğünde anlaşmaları bozarak saldırıya geçtikleri halde, halife bu isteği kabul etti.

 Hazırlığını tamamlayan halife, Portekiz topraklarına doğru harekete geçti. Tacu nehri boyunca uzanan ovalarda ilerledi. Şenterin'in kuzeyindeki bu bölgede büyük tahribat yaptırdı. Tureş (Torres, Torres Novas) kalesini ele geçirdi ve kuzeye yönelerek Tumer (Tomar) beldesini kuşattı. Kuşatma sürerken, bir yandan da civardaki yerleşim yerleri üzerine akınlar yaptırdı. Sancho ise, bu sırada ordusuyla Şenterin'de bekliyor, karşı saldırı için harekete geçmeye cesaret edemiyordu. Ancak, bu müsait şartlar ortasında Muvahhidler, Tumer'i almayı başaramadılar. Dahası, halifenin verdiği ani bir kararla kuşatma ve hatta sefer tamamen durduruldu ve Şilb kuşatması da kaldırıldı. Bütün birliklere lşbiliye'ye dönme emri verildi. 43 gün süren bu seferden halife, 11 Cemaziyelahir 586 (16 Temmuz 1190) tarihinde İşbiliye'ye geri döndü.

Daha evvelki seferlerde görüldüğü gibi, Muvahhidler'in Portekiz toprakları içlerine yaptıkları askeri seferler daima neticesiz kalmaktadır. Bunun sebepleri, mevcudu yüksek olan büyük bir ordunun beslenme problemiyle başlamaktaydı. Çünkü, mevcut yiyecek stokları girilen bölgede yenilenemiyor, yiyeceği azalan ordu içinde sıkıntı baş gösteriyor ve bu durum da seferlerin başarı şansını azaltıyordu. Bu sebeple, Muvahhidler bu tür seferlerde uzun süreli yürüyüş ve kuşatma harekatlarını gerçekleştiremiyorlardı. Gerçekte, Portekizliler de Muvahhid ordusunun önünden işe yarayacak her türlü hayvan, ekin, bağ-bahçeyi topluyor ya da yok ediyordu. Sonuçta, sebebi her ne olursa olsun sefer sonuçsuz ve etkisiz kalmıştı. Ancak, lşbiliye'ye dönen halifenin Endülüs'e geçmesinin asıl sebebini teşkil eden Şilb'i geri alma hedefinden vazgeçmediğini de belirtmemiz gerekir.

lşbiliye'ye çekildikten sonra gerekli hazırlılarını tamamlayan halife, aynı amaçla yeniden harekete geçti. Rebiulahir 587 (Nisan 1191) tarihinde İşbiliye'den çıkarak Portekiz topraklarına girdi. İlk hedefi, Üşbune'nin doğusundaki Kasru'l-Feth, ya da diğer adıyla Kasru Ehi Danis'i ele geçirmekti. Kaleye saldırı yapıldığında yoğun bir savunmayla karşılaşıldı ve pek çok asker yaralandı. Bu sırada, bir Muvahhid deniz filosu lojistik desteği nehir yoluyla ulaştırdı. 15 Camaziyelahir 587 (10 Temmuz 1191) tarihinde kaleye yeniden büyük bir hücum yapıldı. Zor durumda kalan Hıristiyanlar, ateşkes istemek zorunda kaldılar. Kaleden güvenlik içinde çıkarılan halk, fetih alameti olsun diye İşbiliye'ye gönderildi. Böylece, 555 (1160) tarihinde kaybedilen bu önemli kale yeniden kazanılmış oldu.


Muvahhidler, buradan Palmale (Palmela) kalesi üzerine yürüdüler. Savunmanın faydasız olduğunu anlayan komutanının teslim ettiği kaleyi teslim aldılar ve yıktılar. Yakındaki Hısnü'l-Ma'den'i (Almada) de alıp yıktıktan sonra, asıl hedefleri olan Şilb' e yöneldiler. 2 Cemaziyelahir 587 (27 Haziran 1191) tarihinde kaleye varıldı ve 13 gün sürecek yoğun bir saldırı başladı. On dördüncü günün seher vaktinde yapılan büyük harekatla, daha kale halkı uykusundan bile uyanamadan şehir ele geçirildi. Hıristiyanların şehri boşaltmaları için on gün süre tanındı. Böylece, iki yıl evvel elden çıkmış olan Şilb şehri, 25 Cemaziyelahir 587 (20 Temmuz 1191) tarihinde geri alınmış oldu. Üç ay süren başarılı bir seferden İşbiliye'ye dönen halife, burada iki ay daha kalarak Endülüs'ün sorunlarıyla ilgilendi ve daha sonra başkentine geri döndü.


c. Eyyubiler'in Sultanı Selahaddin Eyyubi'nin Haçlılara Karşı Muvahhidler'den Yardım İstemesi (1190)


Mısır-Şam bölgesinde hakim olan Eyyubiler'in (1171-1462) Sultanı Selahaddin Eyyubi'den (1175-1193), Muvahhidler'in halifesine Vezir Abdurrahman b. Münkız başkanlığında bir heyet geldi. Selahaddin, Orta Doğu'da Haçlılara karşı yürütmekte olduğu savaşta kendisine destekçi arıyordu. Bilindiği gibi, V./XI. yüzyılın sonlarından itibaren Doğu İslam dünyası Avrupalı Hıristiyanların Haçlı seferlerine maruz kalmaktaydı. Kudüs dahil, Orta Doğu' daki bazı İslam şehirlerini ele geçirerek Latin devletleri kurmuşlardı. Mısır'da Fatımi idaresine son veren Selahaddin, Haçlılara karşı savaşı yoğunlaştırmış, bu arada Kudüs'ü kurtarmaya muvaffak olmuştu (583/1187). Selahaddin'in bu başarıları Avrupalıları büyük endişeye sevk etmiş, derhal yeni ve büyük bir Haçlı ordusu toplayarak doğuya yönelmişlerdi. Selahaddin ise, güçlü bir devlete sahip olarak büyük zaferlere imza atmış olmasına rağmen, yeni gelecek Haçlı kütlelerinin savunmasını zayıflatması ve tehlikeli sonuçlar doğurmasından endişe ediyordu. Bu sebeple, gücünün zirvesinde görünen Muvahhidler' den fiili destek bekliyordu.

Halifeye 585 (1189) tarihinde gönderdiği mektubunda, kendisinin Haçlılar ile yapmakta olduğu mücadeleleri anlatmakta ve sonra Avrupa'da toplanmakta olan yeni Haçlı ordusuna karşı destek istemekteydi. Ancak, Selahaddin Muvahhidler'in o zaman içinde bulundukları durumun gerçek yüzünden habersizdi. Halife el-Mansür tahta geçtiğinden beri Afrika' da İbn Ganiye gibi iç gailelerle, Endülüs'te ise İslam topraklarına sürekli saldırılar yapan Hıristiyan devletlere karşı koyma işleriyle meşguldü. Yani, kendi derdi halifeye yetiyordu. Hal böyleyken, bir başka devlete fiili destek yapabilmesi pek mümkün görünmüyordu. Dolayısıyla, Selahaddin'in yardım isteğinin istenen sonucu doğurmaması doğaldı.

Yardım çağrısını doğru yere gönderdiğine inanan Selahaddin ise, Muvahhidler'den ümidini kesmedi. Ona göre, Batı'da İspanya Hıristiyanlarına karşı sürdürülen cihad, Doğu' da devam edenin diğer yarısıydı. Bu isabetli düşüncesiyle o, destek çağrısını yineledi. 586 (1190) tarihinde Vezir ibn Münkız öncülüğündeki heyetini tekrar el-Mansur'a gönderdi. Mektubunda, halifeye yine Haçlı birliklerinin karadan ve denizden sürdürdükleri saldırıları, kendisininse onlara karşı yaptığı savunmasını ayrıntısıyla anlatıyor ve peşinden destek isteğini tekrarlıyordu. Ancak, bu girişiminden de bir sonuç alamadı. Sebebi ise, mevcut şartlar Muvahhid ordusunun bütün ağırlığıyla Endülüs-Merakeş ortamında bulunmasını zorunlu kılıyordu. Selahaddin'in özellikle yardımını arzuladığı Muvahhid donanması ise, Endülüs'te bulunan orduya yönelebilecek tehlikeleri önlemek maksadıyla devamlı olarak Endülüs'ün güney ve batı sularında seyretmekteydi. Her halükarda bu görüşmelerin olumlu bir sonucu, Hıristiyanlar ile mücadele halinde bulunan bu iki büyük İslam devletinin birbirlerine olan yakınlaşmaları ve moral destekleri olmuştur diyebiliriz. 





d. Hıristiyanlar'a Karşı Erek (Alarcos) Zaferi (1195) ve Sonrası


Halffe el-Mansur, 590 (1194) tarihinde İfrikıye eyaleti sorunlarının aciliyet kazanması üzerine savaş hazırlıkları yaptı. Merakeş'ten yola çıkıp Rabatü'l-Feth'e geldiğinde Endülüs valilerini huzuruna çağırdı. Valiler, halifeye 586 (1190) tarihinde Kastilya ile yapılmış olan barış antlaşmasının süresinin dolduğunu ve kralın dört bir yandan Endülüs topraklarına yıkıcı akınlara kalktığını, hatta bu akınların İşbiliye sınırlarını bile geçtiğini bildirdiler. Bu habere rağmen halife, lfrikıye üzerine gitmekte kararlıyken, Kastilyalıların Tuleytula Metropolitanı Martin Lopez komutasında gerçekleştirdikleri saldırılara karşı Endülüs'ten gelen imdat çağrıları karşısında kayıtsız kalamadı ve seferin yönünü Endülüs'e çevirdi. Ülkenin her bölgesinden büyük askeri birlikler toplandı. Oluşturulan ordunun Endülüs'e geçme arzusu, Ifrikıye'ye gitmekten çok daha fazlaydı. Çünkü, Kuzey Afrika' da olduğu gibi, Endülüs'te bir iç savaşa değil, Hıristiyanlara karşı cihada gidiyorlardı. Ayrıca, Endülüs'te ordunun beslenmesi açısından daha elverişli bir ortam bulunduğu biliniyordu. Halifenin yönünü Endülüs' e çevirmesiyle ilgili olan diğer bir rivayete göre, akınlarından birinde el-Cezire­ tü'l-Hadra'ya kadar gelen Kastilya kralı, halifeye tehditkar, aşağılayıcı ve meydan okuyucu tarzda bir mektup gönderdi. Bunun üzerine, halife buna çok hiddetlendi ve Endülüs seferine çıktı. Ancak, bu bilgi araştırmacılar tarafından pek doğru bulunmamaktadır.

Büyük savaş hazırlıkları yapan halife, Cemaziyelahir 591 (Haziran 1195) tarihinde Endülüs'e geçti. İşbiliye'de hazırlıkları tamamladıktan sonra, 11 ·Receb (21 Haziran) sabahı yola çıkarak Kurtuba, Vadi'l-Kebir ve Şelbetarra üzerinden geçerek Kal'atü Rebah mevkiine vardı. Öte yandan, Kastilya kralı VIII.Alfonso halifenin seyrinden haberdar olduğunda, Leon ve Navar krallarıyla güçlerini birleştirdi ve Vadi Yane nehri üzerinden aynı yere, Kal'atü Rebah civarına geldi. Alfonso, ordusunu küçük bir yerleşim yeri olan Erek' teki (Alarcos) bir tepenin İslam-Hıristiyan sınırını teşkil eden noktası üzerine konuşlandırdı. Aynı tepeye, yakın zamanda bir kale de inşa ettirmişti. Seyrini sürdüren halife, Erek kalesine yaklaştı. Kendisinin de içinde  bulunduğu ordunun asıl büyük güçlerini gerilerde gizleyerek Endülüs birlikleri öncülüğündeki kanatları öne sürüp zaferi denemek, bu başarılı olmazsa geriden yapacağı ani bir çıkışla sonuca ulaşmak şeklinde bir savaş planı oluşturdu.

9 Şaban 591 (19 Temmuz 1195) Çarşamba sabahı büyük Erek savaşı başladı. İslam kaynaklarına göre, hücuma ilk kalkan taraf Kastilyalılar oldu. Hıristiyan kaynakları da bunu destekler ve İslam kaynaklarından küçük bir farklılıkla savaşın kısa tavsifini yapar. Buna göre, Kastilyalılar belirtilen günün sabahında Muvahhidler'in mükemmel bir hazırlıkla ordugahlarının içlerine doğru ilerlediklerini görünce, kalabalık saflar halinde bulundukları tepeden aşağıya indiler ve çarpışmayı başlattılar. İlk çarpışma sırasında, Hıristiyan ileri gelenlerinden çok ölen olunca savaş iyice kızıştı. Hıristiyan askerler yoğun şekilde telef oluyorlardı. Alfonso, bunu gördüğünde öne atıldı ve sağlı sollu saldırısını şiddetlendirdi. Ancak, gün ortasına kadar askerlerinin çoğunun öldürülmesine engel olamadı. Adamları, Muvahhid baskısını kaldıramayacaklarını anladıklarından krala hayatını kurtarmak için kaçmasını önerdiler. Fakat o, kimseyi dinlemeyerek savaşa devam etmek istemesine rağmen, adamları tarafından çekilip Tuleytula yönüne kaçırıldı.

Savaşın diğer ayrıntılarına gelince, Hıristiyanların ilk saldırılarıyla Muvahhid ordusunun sol kanadı üzerine yüklenmeleri, orada bir dağılma meydana getirdi. Bunu gören halife, kendi birliğini bırakarak tek başına ileriye fırladı ve askerlerini savaşa teşvik etmeye başladı. Bu hareket, ordu içerisinde büyük bir heyecanın dalgalanmasına sebep oldu. Ateşli bir şekilde düşmana yüklenen Muvahhid ordusu, akşama kadar süren savaş sonunda zafere erişen taraf oldu. Alfonso, 20 süvariyle birlikte kaçarak canını zor kurtardı. Kaynakların ortak ifadesine göre, Hıristiyan ordusunun beş bin kadar kalıntısı da Don Diego Lopez de Hara öncülüğünde Erek kalesine kapandı. Hali'fe, Alfonso'nun kalede olduğunu sanıyordu. Ancak, yanında bulunan anlaşmalı hizmetlisi bir Kastilyalı, kralın kaçırıldığını ve dolayısıyla kalede bulunmadığını haber verince, yapılan hücumla kale ele geçirildi. Müslüman esirlere karşılık kaledekiler serbest bırakıldı.


Erek zaferi, daha evvel Murabıtlar dönemindeki Zellaka savaşından (479/1086) sonra Endülüs'te kazanılan en büyük zafer olarak değerlendirilmektedir. Buna rağmen, savaşın sonuç itibarıyla bir savunma savaşından öteye fazla bir değer ifade etmediği yönünde yaygın kanaatler mevcuttur. Yine de kısa vadede İspanyalıların Endülüs' e karşı saldırılarına bir sınırlama getirdiği bilinmektedir. Ayrıca, Müslümanların kendilerine olan güvenlerinin tazelenmesine sebep oldu. Hatta, Endülüs'ün eski azametli günlerine geri dönebileceği umutlarını bile yeşertti. Buna karşın, aynı zaferin uzun vadede geniş ve kuvvetli bir Haçlı cephesinin oluşumuna sebep olduğunu da gözden kaçırmamak gerekir. Papa III. Innocent'ın direktifleriyle oluşan bu cephe, 609 (1212) tarihinde Müslümanların oluşturduğu büyük orduyu lkab'ta hezimete uğratacak ve Erek'in rövanşını alacaktır.

İslam kaynakları, bu savaşla ilgili rakamsal bilgileri, zaferle sonuçlanan her savaş için yaptıkları gibi mübalağalı bir şekilde vermektedirler. Mesela, Kastilya ordusunun mevcudunun 225 bin ile 300 binin üzerinde, Hıristiyanların kayıplarının 30 bin ile 100 bin arası ölü ve 13 bin esir; Müslümanların kayıplarının ise 500 ile 20 bin arasında olduğu kayıtlıdır. Ancak, böylesi büyük çaplı bir meydan savaşında mağlup tarafın kayıplarının daha fazla olmasının mantıklı olmasına karşın, meydanda çarpışan yüz binler mevcutlu orduların sağ ve ölü sayılarının sağlıklı bir. tespitinin yapılması da pek mümkün görünmemektedir.

Erek savaşının Türkler ile de bir ilgisi olduğu kaynaklara dayanılarak tespit edilmiş durumdadır. Coğrafi bakımdan Anadolu'ya uzak olduğu için Endülüs ile Türkler arasında Osmanlılar dışında bir irtibatın bulunmadığı sanılmaktadır. Oysa, VI/XII. yüzyıl Türkler'in Endülüs ile tanıştıkları ve çok sayıda Türk'ün bu ülkeye yerleştiği bir zaman dilimi olmuştur. İlk kez 1179 tarihinde halife Ebu Yakub Yusuf zamanında (1163-1184) el-Guz diye adlandırılan Türkler Mağrib'e gelmişler, Muvahhid ordusuna alınmışlar (bkz. İbn Sahibüs­ salat, s. 172) ve sayıları gün geçtikçe artmıştır. Fakat, Türkler'in Murabıt ordularında da var olduğuna bakıldığında, onların Mağrib' e gelişleri mezkür tarihten daha evvel olmalıdır. Daha sonra Muvahhid halifesi Yakub el-Mansür (580-595/1184-1199), çok sayıda Türk'ü Merakeş'e nakletmiş ve asker olarak ordusuna katmıştır. Daha da önemlisi el-Mansür, Türk askerlere Endülüs'te bol miktarda arazi ikta etmiştir. Erek savaşında ise, Türkler Mağribliler'in bilmedikleri aynı anda çok sayıda ok fırlatabilen bir silahı kullanmaları sayesinde savaşın sonucunda etkili olmuşlardır.

Savaşın akabinde halife el-Mansür, Hıristiyan topraklarına doğru hızla ilerlemeye geçti. Kal'atü Rebah bölgesinde pek çok kaleyi ele geçirdikten sonra, bizzat merkez kaleye hücum etti. "Kal'atü Rebah Kalesi Cemiyeti Süvarileri"nin yerleşmiş olduğu kale, çetin bir çarpışma sonucunda geriye alındı. Böylece, 1147 tarihinde kaybedilmiş olan bu stratejik önemi büyük olan kale yeniden kazanılmış oldu. Şenterin'deki başarısızlıktan sonra kazanılan bu büyük zaferin ardından halife İşbiliye'ye döndü (27 Şaban 591/6 Ağustos 1195).


e. Halifenin Birinci Kastilya Seferi ve Tuleytula Kuşatması (1196)


Erek zaferinin ardından İşbiliye'ye dönen halife, kışı burada geçirdikten sonra baharda askeri harekatına yeniden başladı. Danışma meclisinden, Biladü'l-Cevf (Estermadore Bölgesi) yönüne sefere çıkılması kararı çıktı. Bu esnada, Kastilya elçileri ateşkes ve barış antlaşması talebiyle lşbiliye'ye gelip gidiyorlardı. Halife, bu isteği reddetti ve Cemaziyelevvel 592 (Nisan 1192) tarihinde kuzeydeki Hısnü Mentanceş yönüne doğru harekatı başlattı. Batalyevs bölgesinin en güçlü kalelerinden biri olan Hısnü Mentanceş'in Hıristiyan sakinleri, kendiliklerinden teslim oldular. Bu arada, halife teslim antlaşmasını çiğneyerek kale halkına saldıran ve kadın-çocuk demeden sivil halkı esir eden bir grup askeri cezalandırdı, esirleri de serbest bıraktırdı.

Buradan Tercalü şehrine yürüyen halife, gelişini haber alan Hıristiyan sakinlerinin boşaltmış olduğu kaleyi aldı ve Şentekurus (Santa Cruz) beldesini de aynı şekilde ele geçirdi. Tacu nehrini geçerek kuzeydeki lbeltansiye (Palencia) şehrine yöneldi. VIII.Alfonso'nun dokuz yıla yakın sürede inşa ettiği ve kuzeyli Hıristiyan halktan bir gurubu iskan etmiş olduğu şehrin halkından çoğu kaçtı, kalanlar esir edildi ve kale ele geçirildi.

lbeltansiye'yi aldıktan sonra doğuya yönelen halife, Tuleytula merkezli Hıristiyan eyaletinin büyük şehri olan Talebi're üzerine yürüdü. Yerleşim yerlerini tahrip ve halkı esir ederek seyrini sürdürdü. Ancak, kuşatma malzemesi yetersiz olduğu için Talebi're'yi alamadı. Sadece, kale dışındaki tarla, bağ-bahçe gibi her yeri tahrip etti. Bütün bunlar olurken, anlaşılıyor ki Kastilya kralı Alfonso başkentinde kalakalmış ve karşı saldırıya geçmeye cesaret edememiştir. Seyrini sürdüren halife ise, bu kez kuzeye yöneldi. Mekkade (Maqueda) şehrini tahrip ettikten sonra Kastilya'nın merkezi Tuleytula'ya kuzeyden inme yaptı. Büyük mevcuda sahip Muvahhid ordusu karşısında, Kastilyalılar şehir içinde savunma vaziyeti aldılar. Ne var ki, burada daha evvel olduğu gibi şiddetli çarpışmalar yaşanmadı. Çünkü, kuşatma aletleri yönünden yetersiz durumda olan Muvahhid ordusu, Tuleytula'yı çevreleyen bölgedeki tüm yerleşim yerleri ve ekili alanları tahrip etmekle yetinerek geriye çekildi (593/1196). Bu harekat, gerçekten de büyük bir güç gösterisiydi. Düşman her yönden ablukaya alınmış ve sadece başına inecek son darbeyi beklemekteydi. Keşke, hazırlıklar biraz daha iyi yapılabilseydi de, işgal edilerek Kastilya başkenti yapılmış durumdaki eski Endülüs şehri Tuleytula geri alınabilseydi. O zaman, belki de Hıristiyan devletlerin başı ve Endülüs İslam devletinin en büyük düşmanı durumunda bulunan Kastilya'nın yok edilmesi mümkün olabilir, daha da önemlisi Endülüs'ün kaderi daha farklı tarzda cereyan edebilirdi.

Tuleytula harekatının devam ettiği sırada, daha evvel Kastilya kralının Erek karşılaşması için ittifak çağrısını reddeden Leon kralı IX.Alfonso, halifeden Kastilya'ya karşı destek birliği istedi. Halife de bunu kabul etti. Beraberinde Muvahhid birlikleri de olduğu halde Kastilya topraklarına giren Leon kralı, tahribat yaparak Küriyün (Corion) şehrine kadar ilerledi. Aynı anda, bir başka bölgeden Navar kralı Sancho da Kastilya topraklarına girdi ve Sürye şehrini alarak bölgeyi tahrip etti. Böylelikle, üç cihetten ve üç farklı düşmanı tarafından saldırıya maruz kalan güçlü Kastilya krallığı, yok olmaktan belki de halifenin ordusundaki eskiden beri var olan beslenme problemi sayesinde kurtulabildi. Çünkü, bu problem yüzünden endişeye kapılan halife, üç ay süren başarılı harekatın ardından Tuleytula önlerinden süratle ve fakat yine tahribata devam ederek geri çekildi.

Her türlü ihtişamına rağmen, yapılan bu Tuleytula seferi, Muvahhidler bakımından hiçbir kalıcı somut netice doğurmadı. Erek savaşını kazanmakla büyük bir devlet olduğunu ispat ettikten sonra Muvahhidler, giriştikleri Kastilya harekatını da başarıyla sürdürürlerken, ayrıca Hıristiyan İspanya devletleri birbirine düşmüş ve dolayısıyla aralarında ittifak oluşturma ihtimali çok zayıfken, böylesi hayati bir harekatı Hıristiyanlara karşı kalıcı kazanımlar sağlamadan neticesiz bırakmaları, insanda şaşkınlık uyandıran bir tutumdur. Onların, düşmanı ezmek üzereyken her seferinde bırakıp geri çekilme şeklinde tezahür eden bu tutumları, askeri zaaflarıyla izah edilebileceği gibi, bundan farklı bir yaklaşımla onların gösterişli, tantanalı ve fakat, neticesiz harekatlara meyilli oldukları şeklinde de yorumlanmaktadır.


f. Halifenin İkinci Kastilya Seferi ve Tuleytula Kuşatması (1197)


Halife el-Mansur, Tuleytula harekatından bir yıl sonra Erek zaferinden bu yana güçlü konumunu muhafaza ettiğini göstermek için olsa gerek yeniden Kastilya üzerine sefere çıktı. Kurtuba' dan hareketle Şarat dağlarını aştı ve Talebire mıntıkasına vardı. Kastilya hududuna ulaştığında ise, Kastilya elçileri sulh isteğiyle halifeye geldiler. Ancak, yapmış olduğu plan gereği düşman topraklarını baştan başa aşarak tahrip etme kararlılığında olan halife, isteği reddetti ve yürüyüşüne devamla, Talebire-Mekkade üzerinden Tuleytula'ya gelerek kentin kalesini kuşattı.

Halife, bu esnada Kastilya kralının Aragon kralıyla işbirliği yaptığını ve iki devletin Muvahhidler ile çarpışmak üzere Mecrit kalesi yanında ordularını birleştirmiş halde beklediklerini öğrendi. Hiç tereddüt etmeden Tuleytula bölgesi topraklarını tahrip ederek Hıristiyan ordusuyla karşılaşmak üzere Mecrit yönüne hareket etti. Süratle gelişi gibi, yine aynı hızla Mecrit kalesini kuşatmaya aldı. Ancak, büyük Hıristiyan ordusu kalede değildi. Çünkü, iki kral halifenin gelişinden korkmuşlar, kuvvetlerinin çoğunu yanlarına alıp kalede az bir güçle komutan Don Diego Lopez de Haro'yu bırakmışlar ve yakındaki Vadi''r-Remle (Guadarrama) dağlarına çekilmişlerdi. Anlaşılan o ki, savaşmaktan çekinmişler ve daha doğrusu vazgeçmişlerdi.

Mecrit kuşatması dokuz gün kadar sürdü. Savunma sağlamdı ve halife burada fazla oyalanmadan düşmanı ezmek maksadıyla yürüyüşe geçti. Kal'atü'n-Nehr veya Kal'atü Henares'ten sonra Vadi"l-Hıcare'ye ulaştı. Yolu üzerindeki her yeri tahrip etti. Bu arada, birleşik düşman ordusu çekildiği dağlardan inmeye cesaret edemez halde Muvahhidler'in uzaklaşarak geri çekilmelerini beklemekteydiler. Ancak, düşmanın sığındığı dağlara saldırarak onları bir meydan savaşına zorlamak yerine, gövde gösterisi olsun diye çok büyük ve haşmetli ordusunu Vadi"l-Hicare sırtlarına yerleştiren halife, buradan bütün bölgelere harekatıyla ilgili menşurat göndermekle yetindi. Çok iyi tahkim edilmiş Tuleytula kalesini belki de ele geçirebileceğine inanamadı. Böylece, Kastilya arazisinin merkezinde büyük bir korku salarak muzaffer bir eda ile dolaştıktan sonra, seferin amacına ulaştığına inanarak geri dönüş için hareket emri verdi. Vebze üzerinden dönerken Kunka'ya yöneldi ve kaleyi kuşattı. Ancak kuşatmadan vazgeçerek Ükliş, el-Keres ve Beyyase yolundan Kurtuba'ya, oradan da İşbiliye'ye geri döndü (Ramazan 593/ Ağustos 1197). Görüldüğü gibi, dört ay süren ikinci Kastilya seferi de, birincisinde olduğu gibi pek önemli ve kalıcı bir netice doğurmadı. Sadece Hıristiyan devletlere bir gözdağı oldu.



g. Muvahhid - Leon İttifakının Sona Ermesi (1198)



Muvahhidler'in Kastilya çıkarması sebebiyle birleşen Kastilya-Aragon güçleri, halifenin Tuleytula bölgesinden geri çekilmesinin ardından hedef olarak Muvahhidler ile işbirliği yapan Leon krallığını seçti. Leon topraklarına giren birleşik ordu, Kuyansa (Valencia de Don Juan) şehrine kadar ilerleyerek Benafente kalesinde Leon kralını kuşattı. Yanındaki Muvahhid birliklerinin de katkılarıyla mümkün olduğunca çatışmadan kaçınarak savunmasını yapan Leon kralı, düşmanın çekilmesini sağladı. Bu esnada, Aragon kralı ülkesine dönünce Kastilyalılar da kuşatmayı kaldırdılar. Ancak, kaybedilen mallar ve tahrip edilen ekili alanlar sebebiyle Leon ülkesi bir süre fakir düştü.

Halife daha Endülüs'ten ayrılmadan Kastilya elçileri mütareke ve barış isteğiyle İşbiliye'ye geldiler. Bu kez artık amacına eriştiğini düşünen halife, Kastilya krallığı ile barış antlaşması yaptı. Ancak, onun bu hareketi Leon kralı için tam bir şok oldu. Çünkü, kendisi Muvahhidler ile Kastilya'ya karşı işbirliği yapmış ve bu yüzden Papa tarafından aforoz edilerek dinsiz ilan edilmiş ve üzerine Portekiz kralı saldırtılmıştı. Şimdi ise, tek güvencesi olan Muvahhidler Kastilya ile barış yapmıştı. Çaresiz bir durumda kalan Leon kralı, asker ve malzeme desteği isteğiyle İşbiliye'ye halifenin huzuruna geldi. Ancak, şartlar gereği Kastilya ile yapmış olduğu antlaşmayı mazeret gösteren halife, bu kez krala yardım etmedi.

Sonuç olarak, her ne kadar kalıcı bir etkisi görülmese de başarılı bir Endülüs seferini daha tamamlayan halife, Cemaziyelevvel 594 (Mart 1198) tarihinde İşbiliye' den ayrılarak Merakeş'e döndü. Çıktığı seferler sebebiyle yorgun düştü. Peşinden hastalık da gelince, oğlu Ebu Abdullah Muhammed için biat aldı. Daha sonra, 22 Rebfülevvel 595 (22 Ocak 1199) tarihinde vefat etti. Devletin kurucusu sayılan Abdülmü'min'den sonra, en büyük hükümdar olarak görülen halife el-Mansur'un vefatıyla, Muvahhidler devletinin ve de Endülüs'ün tarihinde en parlak devrelerden biri daha kapanmış oluyordu. Bundan sonrası, Endülüs ve Muvahhidler Devleti için yok oluşa doğru hızlı bir gidişin başlangıcıydı. Bu sebeple, "Endülüs'te Muvahhidler Dönemi"nin ihtişamlı tarihi burada yani, 1147-1199 yılları arasını kapsayan yarım asırlık zaman sonunda bitmiş sayılabilir.


Muhammed en-Nasır Dönemi (1199-1214) 


Hıristiyanların Müttefiki lbn Ganiye'den el - Cezariu'ş - Şarkıyye'nin Geri Alınması (1203)



Endülüs seferleri sırasında Kuzey Afrika'daki işler kötü gitmeye başlamıştı. Halife el-Mansur, Endülüs'ten döndüğünde, Afrika seferine çıkarak problemleri halletme düşüncesindeydi. Ancak, ömrü buna vefa etmeyince iş oğlu en-Nasır' a kaldı. Halife en-Nasır, çıktığı Afrika seferlerinde başarı sağladı. Ancak, el-Cezairu'ş-Şarkıyye'de isyan etmiş olan Beni Ganiye' den Yahya b. İshak İbn Ganiye el-Meyürki, üzerine gönderilen bütün Muvahhid birliklerini bozguna uğratmış ve adalardaki hakimiyeti bir türlü kırılamamıştı. Beni Ganiye'nin, Afrika'da yürüttükleri hakimiyet mücadelesinde stratejik bir destek noktası olarak elde tuttukları adaları fethetmek ve böylelikle onların destek kaynaklarını yok ederek isyanlarını sona erdirmek, halifenin yeni seferinin hedefini teşkil ediyordu.

Afrika'da Yahya b. İshak hareketi kızıştığı sırada Meyfüka' nın başında Yahya'nın kardeşi Abdullah bulunuyordu.

Abdullah, Hıristiyan devletlerle olan siyasetini babası İshak b. Ganiye'nin yaptığı gibi sürdüryordu. Özellikle, İtalyan şehir devletçikleri Cenova ve Pisa ile ülkeleri arasında ticaretin gelişmesini sağlayacak dostluk-ticaret antlaşmaları yapıyordu. Mesela, 594 (1198) tarihinde Cenova ile 20 yıllık bir barış ve ticaret antlaşması yapmıştı. Abdullah, Muvahhidler'e karşı hanedanlarının yürüttüğü hakimiyet mücadelesinde Hıristiyanlardan lojistik destek de sağlıyordu. Bu yönüyle Meyürka, Beni Ganiyenın merkezini teşkil ediyordu. Halifenin Meyürka seferine hazırlandığı sırada Abdullah, kendisini doğu ve batıdan sağlama almak amacıyla, Meyürka'nın güney batısında yer alan Yabise adasını Muvahhidler'den almaya çalıştıysa da başarılı olamadı. Ancak, bir yıl sonra Menurka adasını Muvahhidler'den almaya muvaffak oldu.

Buna karşın, 300 gemilik Muvahhid donanması sefere çıktı. Çarpışma Daniye' de gerçekleşti. Savaşa katılan Muvahhidler'in kara ordusu 2200 atlı, 700 okçu ve gemilerdeki güçten başka 15 bin de yaya askerden oluşuyordu. Ayrıca, ordu her türlü harp malzemesi, silah ve yiyecek bakımından çok iyi desteklenmişti. Yani, Muvahhidler artık başlarındaki bu gaileden kesin olarak kurtulmak için son derece kararlı görünüyorlardı. Muvahhidler'in başlattığı hamle, Daniye'yi aştıktan (599 /1203) sonra Yabise adasına ulaştı. Yabise de alındı ve ordu Meyürka'ya vardı. Bu arada, donanma komutanı esSeyyid Ebu'l-Ula İdris b. Yusuf b. Abdülmü'min küçük bir filoyla Menurka'yı alarak Meyürka harekatının dış güvenliğini sağlama almış oldu. Bundan sonra ordu Meyürka'ya saldırdı. Abdullah'ın yedi gün süren direnişi işe yaramadı ve Muvahhidler şehre girdiler (Rebiülevvel 600/Eylül 1203).

Muvahhidler'in el-Cezair adalarını fethetmelerinin iki farklı neticesi oldu. Birincisi, Beni Ganiye'nin adalar hakimiyetine kesin olarak son verilmesi, ikincisi ise adalara yakın bulunan Hıristiyan devletlerinden özellikle Aragon krallığı ile Cenova ve Pisa İtalyan devletlerinin çıkarlarına büyük darbe vurulmuş olmasıdır. Adalarda hakim olan Beni Ganiye, İtalyan devletleri yanında Muvahhidler' e karşı Aragon ile de iş birliği yapıyordu. Bu sebeple, Beni Ganiye'nin adalarda hakim olması İspanyalıların da işine yarıyordu. Ancak, şimdi durum değişmişti. Artık, adalar Muvahhidler'e geçtiğine göre Hıristiyanlar kendilerine denizde başka dayanak noktası bulmak zorundaydılar. Ne var ki, el-Cezairu'ş-Şarkıyye denen adaların sahip olduğu stratejik ehemmiyetin bilincinde olan İspanyalılar ile İtalyanlar, sonraki yıllarda buraları Muvahhidler' den alabilmek için sürekli bir çaba içinde olmuşlardır.



b.  Şelbatarra (Salvatierra) Savaşı (1211)


Halife en-Nasır, tahta geçtiğinde önünde bulduğu Afrika sorunlarıyla 12 yıl boyunca meşgul olmuş ve başarı elde etmişti. Ancak, bu esnada Endülüs' e geçmek bir yana, uzaktan dahi Endülüs'ün problemleriyle ilgilenememişti. Endülüs'te Hıristiyan devletleri, özellikle Kastilyalılar Erek savaşı ve akabinde yedikleri büyük darbelerin etkisiyle 10 yıl kadar sakin durmuşlar, ancak Muvahhidler'in Afrika'daki yoğun meşguliyetlerini ve Endülüs'e geçemeyişlerini fırsat sayarak, yapılmış olan barış antlaşmasının süresinin bitmesine az bir zaman kala Endülüs topraklarına karşı saldırıya geçmişlerdi.

Erek ve sonrasında aldığı büyük yenilgilerin intikamım alma hırsıyla yanıp tutuşan Kastilya kralı VIII.Alfonso, 1209 yılı başlarında Kal'atü Rebah Cemiyeti Süvarilerini de ordusuna katarak, Endülüs şehirleri Ceyyan ve Beyyase üzerine yürüdü. Bölgede büyük katliamlar, işgaller ve tahribat yaptı. Endülüs toplumunu büyük acılara gark etti. Ertesi yıl da, aynı bölgeye ikinci kez saldırarak Mürsiye vilayeti topraklarına kadar ulaştı ve benzeri büyük yıkımlar gerçekleştirdi.

Aynı zamanda, Endülüs'ün doğusunda da çarpışmalar oluyordu. Muvahhidler'in donanma komutanı es-Seyyid Ebu'l-Ula İdris, Barselona sularına girerek Katalonya sahillerine saldırdı, büyük zarar verdi ve yüklü ganimet elde etti (607 /1210). Buna çok öfkelenen Aragon kralı II.Pedro, Belensiye vilayetinin kuzeyindeki İslam topraklarına karşı saldırıya geçerek birçok işgal ve tahribat yaptı.

Muvahhidler'in Endülüs ribatlarında ve daha doğrusu her bölgesinde bırakmış oldukları birliklerin Hıristiyan saldırılarını durduracak yeterlikte olmamasına bağlı olarak, Endülüs'ün elden çıkma süreci hızlanmaktaydı. Bu durumun farkında olan Endülüslüler, Muvahhidler'in Endülüs'e geçmek için müsait şartlara sahip olmadıklarını bilmelerine rağmen (eskiden olduğu gibi) acil yardım isteğiyle Merakeş' e geçtiler. Aragon saldırılarından acı çekmekte olan Doğu Endülüslülerin anlattığı acıklı hikayeler karşısında, halife çok duygulandı. Bilhassa, barışı bozmaması teklifiyle gönderdiği elçilerini reddetmiş olan Kastilya kralının bu hareketine çok öfkelenmişti. Devlet adamlarının şartların namüsait olmasını gerekçe göstererek karşı çıkmalarına rağmen, kardeşlerinin acılarına ve çığlıklarına kulak tıkayamayacağını söyleyerek Endülüs' e sefere çıkmaya karar verdi. Mağrib ve Endülüs'ün her bölgesine gönderdiği emirnamelerle büyük bir ordu oluşturdu.

Hazırlıklar tamamlandığında, 20 Şaban 607 (6 Şubat 1211) tarihinde Endülüs'e doğru hareket başladı. 607 yılı sonunda (Haziran 1211) ordunun İşbiliye'ye geçişi tamamlandı. Burada Endülüs birlikleri de her türlü savaş malzemesiyle birlikte hazırlandıktan sonra harekete geçildi. Halifenin hedefi, Kal'atü Rebah'ın güney batı bölgesi yakınında bulunan Şelbatarra Kalesi idi. Bu kale, önceki halife zamanında Erek zaferinden sonra alınmış olan Kal'atü Rebah'ı sürekli sıkıştıran ve aynca, İslam topraklarına karşı yaptıkları akınlar için burayı merkez edinmiş olan Tarikat Şövalyelerinin elinde bulunuyordu. Ceyyan ve Beyyase üzerine yapılan saldırıların çıkış noktası da burasıydı. Halife, işe bu bölgeyi alarak başlamak istedi.

Bu sırada Hıristiyan İspanya devletleri ise, Erek savaşı zamanında olduğundan farklı olarak aralarındaki anlaşmazlıkları gidermişler, dostluklar tesis etmişler ve Müslümanlara karşı ittifak oluşturmuşlardı. Buna ilaveten, o sırada Papalığın başında bulunan Papa III.Innocent da kendinden öncekiler gibi, İspanya ve Portekiz devletlerinin Reconquista hareketlerine sonsuz destek veriyordu. İspanyol krallar da Müslümanlara karşı sürdürdükleri bu harekete "Haçlı Savaşı" sıfatı vermeyi, hem kendi içinde manevi motivasyonu ve hem de İberya dışındaki Hıristiyan devletlerden gönüllü Haçlı birlikleri desteği sağlamaya yaradığı için seviyorlardı.

Kastilya kralı, Muvahhidler'e karşı savaşmaya karar verdiğinde Şekubiye Piskoposu Gerhard'ı, Avrupa milletlerini kendisini desteklemeye davet etmesi yani İspanya'da Müslümanlara karşı Haçlı ordusu oluşturması ricasıyla Papalığa gönderdi. Aynı şekilde, Tuleytula Metropolitanı Roderik ve pek çok yüksek sıfatlı papazı da Fransa ve diğer Avrupalılar' a göndererek dini duygularla yardım istedi. Kastilya kralının ricasını yerinde bulan Papalık, 1212 yılı başında güney Fransa piskoposlarına talimat vererek Kastilyalılara her türlü mal ve insan yardımı sağlamak amacıyla halka vaazlarda bulunmalarını istedi. Krala da destek ve moral verici mektuplar gönderdi. Anlaşılacağı gibi, Muvahhidler'inkinin aksine, Hıristiyanların Endülüs' e bu kezki çıkışları esnasında durumları oldukça parlak görünüyordu.

Şelbatarra üzerine yürüyen halife, yüksek bir tepe üzerinde yer alan bölgenin güçlü kalesini kuşattı. Niyeti, kaleyi aldıktan sonra Kastilya üzerine yürümekti. Her türlü savaş aletiyle desteklenerek şiddetle sürdürülen kuşatmaya dayanamayan kale Hıristiyanları, kuşatmanın elli birinci günü teslim olmak zorunda kaldılar ve anlaşma gereği, güvenlik içinde şehri terk ettiler (Rebiülevvel 608/ Ağustos 1211). Bu arada, Talebire' de ordu oluşturmakla meşgul bulunan Alfonso, kalenin düşmesi karşısında şimdilik bir şey yapamadı. Halife ise, Şelbatarra kalesini aldıktan sonra İşbiliye'ye geri döndü. Bu kez, bundan bir yıl sonra yapılacak olan İkab savaşının bir ön provası mahiyetindeydi. İşbiliye'ye dönen halife, düşmanlarının yapmakta olduğu gibi, bahara kadar savaş hazırlıklarını iyileştirmekle meşgul oldu.


 

c. Birleşik Haçlı Ordusuna Karşı lkab (Las Navas de Tolosa) Yenilgisi (1212)


Şelbatarra savaşından sonra büyük bir çarpışma için hazırlıkları hızlandıran taraflar, sadece Muvahhidler ile Hıristiyan İspanya devletlerinden ibaret değildi. Müslümanlara karşı çıkacağı seferine Haçlı sıfatı yakıştıran Kastilya kralı VIII.Alfonso'nun, Papa nezdinde giriştiği yardım temini çabaları netice vermiş, Papa Avrupa milletlerine gönderdiği papazları vasıtasıyla Haçlı ordusu oluşturmaya başlamıştı. Şelbatarra'nın kaybı, bu hazırlıkların daha ciddi şekilde hızlandırılmasına sebep olmuştu. Tuleytula Metropolitanı tarihçi Roderik, güney Fransa bölgesinde gönüllü Haçlıları toplamakla meşguldü ve büyük bir gönüllü birliğiyle geriye döndü. Hıristiyanların bu çabaları 607 (1211) yılı boyunca devam ettikten sonra 609 (1212) yılı başlarından itibaren Avrupa'nın her bölgesinden Haçlı birlikleri peşpeşe Tuleytula'ya gelmeye başladılar. Aynı şekilde, İspanya içinde de her bölgeden Hıristiyan birlikleri Tuleytula' da toplanmaya başladılar. Ayrıca, Hıristiyan savaşçı tarikatlarından da yoğun bir ilgi ve destek vardı. Haçlı hareketini, daha çok Papa başta olmak üzere din adamları oluşturuyor ve birliklere komuta ediyorlardı.

1212 yılı baharında Kastilya başkenti Tuleytula'da Avrupa'nın her yerinden gelen birlikler artık bir araya toplanmış durumdaydı. Sayıları yaklaşık olarak 70 bini bulmuştu. Bunların iki bin kadarı maiyetleriyle birlikte baronlardan, on bin kadarı tarikat üyesi savaşçılardan ve gerisi de yaya askerlerden oluşturmaktaydı. İspanya kuvvetleri ise Kastilya, Aragon, Navar, Galicia ve Portekiz birliklerinden meydana geliyordu. Bundan başka, Kastilya'ya Fransa ve İtalya gibi Avrupa'nın her bölgesinden adeta harp malzemesi ve silah yağıyordu. Haziran ayına gelindiğinde, Kastilya'da biriken asker sayısı 120 bini geçmişti. Papa, Roma' da Hıristiyan ordularının Müslümanlara karşı başarılı olması için üç gün oruç ilan etti ve halk kütlelerinin katıldığı büyük dua merasimleri düzenledi. Haçlı birlikleri Kastilya yollarında ibadet edasıyla ilerliyor, bir kiliseden sonra diğerinde konaklıyordu. Bizzat Papa'nın kendisi İspanyalıların zaferi için Tanrı'ya dua etmekteydi. Bütün bunlar, ezeli İslam-batı mücadelesi tarihinde yeni bir sayfanın daha yazılmakta olduğunu gösteren alametlerdi.

Muvahhidler cephesinde de savaş hazırlıkları yoğun olarak sürmekteydi. Her iki taraf da içlerinden birini yok oluşa götürecek öldürücü bir karşılaşma anının yaklaşmakta olduğunun farkındaydılar. Nihayet, 1212 yılı Haziran ayında Hıristiyan ordusu Tuleytula'dan güney yönüne hareket etti. Üç parçadan oluşan ordunun öncü grubu, İspanya'ya dışarıdan gelen gönüllülerden oluşuyor ve sayıları 60 bin ile 100 bin arasında değişiyordu. Yönetimini ise, Don Diego Lopez de Haro başkanlığında pek çok ünlü soylular ile papazlar yapıyordu. İkinci ordu, Aragon kralı II.Pedro komutasında Aragon, Katalonya ve tarikat şövalyelerinden; artçı olan üçüncü ordu ise Kastilya, Leon, Portekiz ve üç Hıristiyan tarikatı şövalyelerinden müteşekkildi. Üçüncü orduya Kastilya kralı VIII.Alfonso komuta ediyor, papazlar ile soylular da kendisinin yardımcıları konumunda bulunuyordu.

Halife, 20 Muharrem 609 (22 Haziran 1212) tarihinde İşbiliye' den kuzey yönüne hareket etti. Bu arada, Hıristiyan orduları da İslam toprakları içlerine girerek ilerledi ve Kal'atü Rebah bölgesine gelerek kaleyi kuşattılar. 70 askeriyle kaleyi korumakta olan Müslüman komutan Ebu'l-Haccac Yusuf b. Kadis, böylesi bir ordu karşısında ancak kalenin güçlü savunma yapısına güvenmek durumundaydı. 30 Haziran günü kaleye şiddetle saldıran Hıristiyanlar, savunmanın faydasız olduğunu anlayan İbn Kadis'in, can güvenliğine karşılık kaleyi teslim etme teklifini kabul ettiler. Kaleye giren Alfonso, buraya daha evvel olduğu gibi Kal'atü Rebah Cemiyeti Tarikatı üyelerini yerleştirdi. Alfonso'nun kaledeki Müslümanları öldürmemesi Fransa' dan gelmiş olan Haçlıları kızdırmıştı. Onlara göre, bu hareket Haçlı ruhu ve amacıyla bağdaşmıyordu. Bu sebeple, Bordo (Bordeux) grubu öncülüğünde 50 bin kadar Haçlı askeri ordugahı terk ederek geriye döndü. Bunların dönüş yolu üzerinde bulunan İspanya halkları, vahşetten korktukları için kent kapılarını bunların yüzlerine kapadılar.

Kal'atü Rebah'ın kaybı, Hıristiyan ordugahında olduğu kadar Muvahhid ordusu içinde de iç anlaşmazlıkların çıkmasına sebep oldu. Kaleyi Hıristiyanlara teslim etmek zorunda kalan Endülüslü büyük komutan İbn Kadis, bu sırada Ceyyan'a varmış bulunan İslam ordugahına gelerek hikayesini halifeye arz etmek istedi. Ancak, Muvahhidler'in veziri Ebu Safd b. Cami' buna engel olmakla kalmadı, olayı halifeye olumsuz şekilde aktardı. Bunun üzerine halife, dinleme ihtiyacı bile hissetmeden İbn Kadis'in idam edilmesini emretti. Sebep olabileceği sonuçları üzerinde iyice düşünmeden verilen bu karar uyarınca İbn Kadis'in mızrak darbeleriyle öldürülmesi, Endülüs birlikleri üzerinde kötü bir etki yarattı. Onların huzursuzluğunu fark eden Vezir İbn Cami', komutanlarını çağırarak Muvahhidler'in Endülüslülere zaten ihtiyaçları olmadığını ve isterlerse ordudan ayrılabileceklerini söyledi. Siyaset sanatından anlamadığı açıkça anlaşılan bu vezirin sebep olduğu olay, İslam ordusunun ilk handikapını teşkil etti.

Hıristiyan ordusu, İslam toprakları içlerine doğru ilerlemeyi sürdürüyordu. Şelbatarra kalesini saldırmaksızın geçtiler. Diğer yanda, Muvahhidler de düşmanı karşılamak üzere kuzey yönüne seyretmekteydi. Her zamanki gibi ırk ve kabile esasına dayalı şekilde tanzim edilmiş olan İslam ordusunun adedi konusunda, İslam kaynakları abartılı şekilde 500-600 bin arasında rakamlar verseler de, gerçek sayının 200 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Halife, bu sayı üstünlüğüne güvenerek savaşı kazanacağına inanıyordu.

Şarat dağları, yüzyıllarca Hıristiyan İspanya ile Müslüman Endülüs arasını ayıran bir sınır (sağr) olmuştu. Bölge, pek çok yüksek sıradağlardan ve bunların arasında bulunan platolardan oluşmaktaydı. İkab kalesinin bulunduğu yer ise, Santa İlina (Santa Elena) beldesinin yakınındaydı. Hıristiyanlar bu savaşa, Tolosa tepesinde cereyan ettiği için Las Navas de Tolosa adını vermişlerdi. Bölgede yürüyüşünü sürdüren Hıristiyanlar, dağların üzerinden karşıya geçmek için yürüdükleri yüksek geçitte yer alan Müslümanlara ait İkab kalesini aldılar. Ancak, ordunun geçebileceği gibi bir geçit bulabilmeleri zor oldu. Çünkü hemen bütün geçitler Müslümanlar tarafından tutulmuştu. Sonunda, Müslümanların bilmediği bir geçitten geçtiler ve Maidetü'l-Melik (Mesa del Rey) adındaki yaylayı işgal ederek oraya yerleştiler. Düşmanın yeni ordugahını öğrenen halife, dünden beri savaşa hazır halde beklediği ve düşmanın durumunu da çok iyi takip ettiği için 15 Safer 609 (17 Temmuz 1212) Pazar günü derhal savaşı başlattı. Günlerden Pazar olduğu için savaşa girmek istemeyen Hıristiyanlar, aslında tükenmekte olan gıda stoklarını da dikkate alarak beslenme problemi yaşamak ve zaten ilk saldırı karşıdan geldiği için bir nevi zorunlu olarak çarpışmaya başladılar. Halife, zafer kazanacağından çok emindi.

Savaşın başladığı sabahın gecesi, Hıristiyan ordusunda topluca ibadet ve dualar yapılmasına karşın, zafere ereceğinden emin olan halifenin ordugahında bu türden bir hareket emaresi görülmemişti. Savaşı ikinci yani, Pazartesi sabahı bulundukları tepeden aşağıdaki Muvahhidler'in üzerine hücum eden Hıristiyanların öncü kuvvetleri başarısız olurken, diğer birliklerin savaşa girmesiyle iki tarafın tüm ordu ve birlikleri feci şekilde çarpışmaya başladılar.

İslam ordusu, ilk zamanlarda Hıristiyanları geri çekilmek hatta, kaçmak zorunda bırakacak şekilde başarılı savaşırken, gerilerde mevzilenmiş olduğu tepeden savaşı takip etmekte olan Kastilya kralı Alfonso, ordusunun yenilmek üzere olduğunu görünce seçkin ihtiyat birlikleriyle savaş meydanına indi. Onun cesaretli çıkışına şahit olan Aragon ve Navar gibi diğer Hıristiyan birlikleri de, şevkle savaşa geri döndüler ve bütün Hıristiyan kuvvetleri topluca şiddetli saldırıya geçtiler. Bu durumda, Muvahhidler'in öndeki sağ ve sol kanatları geri çekilmeye başladılar. Hatta, Endülüs ve Araplar'dan oluşan birliklerin firar ettikleri dahi söylenmektedir. Bu firar hareketi, ordunun diğer safları içerisinde çalkalanmaya sebep oldu. Buna karşın, savaşın kaderinin kendi lehlerine dönmeye başladığını anlayan Hıristiyanlar, Muvahhidler'in meydanda yalnız kalmış olan merkez ordusuna saldırdılar.

Zenci kölelerden müteşekkil muhafız birliğinin korumasındaki halife, askerlerini cihada teşvik ediyordu. Güçlü muhafız alayını yarmakta bir süre zorlanan ancak, sonunda buna muvaffak olan Kastilya, Aragon ve Navarlılar, Muvahhidler'in merkez karargahına girdiler. Muvahhid askerleri her yana kaçışmaya başlamıştı ve kayıplar çok büyük oluyordu. Halife ise, son ana kadar yerinde durarak askerlerini cesaretlendirmeye çabalıyordu.

Savaşın sonuna gelindiğini anlayan halife, küçük bir muhafız alayıyla birlikte Beyyase yönüne doğru kaçmayı başardı. Ordunun geri kalan dağınık parçaları da her yana kaçışıyor, Hıristiyanlar onları kovalıyor ve kan gövdeyi götürüyordu. Bu durum, geceye kadar devam etti. Sonunda, on binlerce Müslüman askeri ve civar bölge halkı şehit düştü, İslam karargahına krallar yerleşti (15 Safer 609/17 Temmuz 1212 Pazartesi). Bu savaş, Hıristiyan kaynaklarında Las Navas de Tolosa veya Ubeda savaşı diye anılmasına karşın, İslam kaynaklarında İkab savaşı adıyla kayıtlıdır.


d. lkab Savaşı'ın Sonuçları ve VIII. Alfonso'nun Yeni Saldırıları (1212)


Müslümanların başına gelen bu büyük felaketin görünür görünmez önemli sebepleri vardı. En başta, o kadar azametli ve muhteşem görüntüsüne rağmen, ordunun seferlerde başarısını gölgeleyen ve bazen de engelleyen bir unsur vardı ki, o da ordu nizamının karışıklığıydı. Yani, içerisinde bulunan çeşitli unsurlar arasında bir uyumun olmayışı, hatta bu unsurların birbirlerine karşı hasımca tutumları söz konusuydu. Ayrıca, ordunun sağlam bir merkezi komuta sisteminden mahrum bulunması ile, başkentten çok uzaklarda olmasından kaynaklanan yiyecek darlığına, önceki halife devrinde dört ayda bir düzenli ödenmekte olan maaşların aylardır ödenmemesi yüzünden askerlerin bu keze isteksizce çıkmış olmaları, savaşın öncesinde Endülüslü komutan İbn Kadis'in dinlenmeden ve olayın iç yüzü araştırılmadan katledilmesinin doğurduğu hoşnutsuzluk, Vezir İbn Cami'in Endülüslü komutanları azarlaması, halifenin ordusuna olan aşırı güveni, kendini beğenmesi ve düşmanı küçümsemesi gibi etkenleri de dikkate almamız gerekmektedir.


Büyük İkab hezimeti, Müslümanlar için çok ciddi sonuçlar doğurdu. Bir kere, bütün İslam kaynaklarının üzerinde konsensüs sağladığı şekilde Muvahhid ordusunun kahir ekseriyeti ölüm ve yaralanma şeklinde bu savaşta yitirildi. Orduda görev almış olan pek çok Muvahhid ileri gelenleri de, savaş esnasında şehit düştüler. Bunlar arasında, özellikle dönemin ünlü tarihçisi İbn Sahibüssalat da vardı. İslam kaynaklarıyla Hıristiyan kaynakları Müslümanların kayıpları konusunda çok abartılı rakamlar verirlerken, özellikle Hıristiyan kaynakları kendilerinin ölü sayısı konusunda inanılmayacak kadar küçük rakamlar vermektedirler. Kastilya kralının savaş esnasında "esir almak yok hepsini öldürün, esir getiren esiriyle birlikte öldürülür!" diye askerlerine emir vermesi, belki Müslümanların kayıp sayısını artırıcı bir etken olmuş olabilir ancak, Müslümanların düşman ablukasında sıkışarak kargaşaya düşmeleri, büyük kaybın asıl nedeni sayılmalıdır. Ayrıca, sayıları yüz binlerle ifade edilen orduların çarpışması esnasında her iki tarafın da kayıpları birbirine yakın oranda ve çok sayıda olması ihtimali daha yüksektir.

Şehitlerden başka, bu savaşta maddi kayıplar da önemliydi. Muvahhidler'in merkez ordugahında bulunan büyük Muvahhid sancağı ile halifenin altın yaldızlı ipek çadırı ve kocaman bir orduya bir süre yetecek kadar yiyecek, ayrıca büyük miktarda altın-gümüş paralar da düşmanın eline geçmişti. Halifenin çadırı, zafer alameti olarak Papa' ya gönderildi. 2,20 x 3,30 ebadındaki Muvahhid sancağı ise, halen Burgos kenti kraliyet Kilisesinde (Real Monasterio de Las Huelgas) saklanmaktadır.

Hezimetin diğer bir sonucu, öncelikle Muvahhid ordusunun deniz ötesinden gelerek İberya Yarımadası'nda estirdiği dehşet havası artık kesin olarak sönmüştü. Bu durum, Endülüs için çok tehlikeli bir gelişmeydi. Bundan sonra Muvahhidler'in Endülüs'teki hakimiyetleri kısa sürede yıkılacaktı ve Endülüs, Mülukü't-Tavaif döneminde olduğu gibi (buna üçüncü Mülukü't-Tavaif dönemi de denebilir) merkezi idarenin parçalanmasıyla yok edici bir iç savaşa sürüklenecekti. Buna karşın, İkab savaşı sonunda büyük bir başarı kazanan Hıristiyanlar, Müslümanların Erek zaferinden sonra yapamadığını yapacaklar ve planlı bir şekilde yürütmekte oldukları Reconquista hareketini bundan sonra kısa süre içinde Endülüs'ün bütün şehirlerini peşpeşe alarak sonuca götürebileceklerdi. Endülüslüler de bunun farkındaydılar. Ancak, onlar tehlikenin ortasında omuz omuza dayanışma içine girmek yerine, daha evvel yaptıkları gibi kargaşaya düşecekler ve birbirlerini boğazlayarak düşmanın işini kolaylaştıracaklardı.

Muvahhidler'in Erek zaferi Hıristiyan İspanya tarafında derin ve kalıcı etkilere sebep olmamış ve ancak Kastilya'nın bir müddet askeri zaafına neden olmuşken, Kuzey Afrika ve Muvahhidler Devleti açısından İkab hezimetinin sonuçlan çok büyük olmuştu. Hem büyük kabilelerin ve hem de Muvahhid ordusunun çok sayıda asker yitirmesi, bu sonuçların önemli olanıydı. Artık, devlet bu zamana kadar olduğu gibi büyük mevcutlu ordular oluşturamayacaktı. Çünkü, kaynakların verdiği bilgiye bakıldığında, halife adeta Mağrib ve Endülüs'ün eldeki bütün asker, savaş malzemesi ve yiyeceğini bu kezle İspanya'ya taşıyıp düşmana kaptırmıştı. Ayrıca, Erek zaferiyle ve sonrasında kazanılan kendine güven artık devlet adamlarında kalmamış ve yönetim büyük yara almıştı. İçine düşülen bu kötü durumun sonuçları, Muvahhidler'e karşı uzun süredir istiklal mücadelesi yapmakta olan Husiler'in, hem Afrika ve hem de Endülüs'te iyice güçlenerek Muvahhidler'i oratadan kaldırmalarına kadar varacaktı.

İkab savaşının hemen ardından başarısının meyvelerini devşirmeye çıkan VIIl.Alfonso, beklendiği gibi İkab mevkiinden itibaren Endülüs kalelerini işgal etmeye başladı. İkab, Banyus ve Tulusa' dan sonra yakındaki Beyyase'ye yöneldi. Alfonso, yerleşik halkın çoğunun terk ettiği ancak ekserisi yaralı olan İkab gazilerinin sığındığı şehrin bütün evlerini ateşe verdikten sonra mevcut Müslümanların azını esir aldı ve gerisini öldürttü.

Buradan Übbede'ye ilerledi. Savunmaya hazır olan şehir, 13 günlük kuşatmanın ardından düştü. Papazların şartlı teslime karşı çıkmalarına rağmen, kralların kabulüyle canlarının bağışlanarak şehirden ayrılma karşılığında bir milyon dinar para ödemek zorunda kaldılar. Ancak, papazların etkisiyle krallar antlaşmayı bozdular ve şehre vahşice saldıran Hıristiyanlar kadın erkek, çocuk yaşlı demeden 60 bin kadar tahmin edilen sayıda Müslümanı şehit ettiler, birazını da esir aldılar. Ancak, Übbede şehri 1233 tarihinde kesin olarak kaybedileceği zamana kadar bir süre sonra tekrar geriye kazanılacaktır.

Artık, Hıristiyanlar ile Ceyyan şehri arasında çok az bir mesafe kalmıştı. Bu üstün durumda orayı da almaları beklenirdi. Ancak, uzun zamandır seferde bulunan Hıristiyan askerleri, ellerindeki dolu dolu ganimetlerle geri dönmek için sabırsızlanıyor ve ordu içinde anarşi meydana geliyordu. Ayrıca şiddetli sıcakların neden olduğu büyük veba felaketi sebebiyle ölen askerlerin cesetleri bütün vadiyi kokutmuştu. Bu durumda derhal ordu geriye Tuleytula'ya döndü. Zaferi kutlamak için toplu şükür duaları tertip ve savaş günü "Haçlı Zaferi" adıyla milli bayram ilan edildi. Ancak, bu arada Hıristiyanların bu sevinçlerine gölge düşürecek tarzda İşbiliye yakınlarında Mercü'l-Himar mevkiinde Müslümanlar ile aralarında bir çarpışma gerçekleşti. "Vak'atü'l-Himar" adıyla tarih kitaplarına geçen olayda, Muvahhid komutan es-Seyyid Ebu Zekeriya b. Ebu Hafs, bölgede dolaşmakta olan bir grup düşmanı yenmeye muvaffak oldu.

Halife en-Nasır ise, İkab savaş meydanından son anda kaçmış, Ceyyan' dan sonra hızla İşbiliye'ye geçmişti. Buradan ülkesinin her tarafına yenilgiye mazeretler gösterici içerikte yazılar gönderdi. Yenilginin müsebbibi saydığı komutanlar ve özellikle Endülüslüler arasında kanlı bir temizlik hareketine giriştikten sonra Mağrib' e döndü. Fakat, devletin sarsılan temellerini güçlendirmek için hiçbir tedbir almadı. Safahat hayatına dalarak devlet işlerinin idaresini henüz bir çocuk olan oğlu Ebu Yakub Yusuf'a devretti. Kısa bir süre sonra' da 10 Şaban 609 (5 Ocak 1213) tarihinde vefat etti.

en-Nasır'ın vefatıyla birlikte, Muvahhidler Devletinde yeni bir sürece girilmiş oluyordu. Bu süreç, bir çözülme, sürekli taht kavgalarıyla gelen iç savaşlar, itibarlı Abdülmü'min hanedanının zayıf ve hasım gruplara bölünmesi, Muvahhid kabilelerinin ve Endülüs siyasi birliğinin zayıflaması ve parçalanması, en önemlisi de artık devletin güç kaynaklarının Afrika ve Endülüs'te çöküşü sürecini ifade etmekteydi. İspanya Hıristiyanları için ise bu sürecin anlamı, Reconquista savaşlarının başarılı şekilde sonuçlarının devşirilmesi demek olacaktı. Haddizatında, Muvahhidler'in gerçek çözülüş tarihi, halife en-Nasır'ın iş başına geldiği yıllara tekabül etmekteydi.



Ebu Yakub Yusuf el-Müstansır Dönemi (1213-1222)

 

İç Sorunlar Yaşayan Kastilya'nın Barış İstemesi (1215)



Kastilya kralı, Yahudi veziri İbrahim lbnü'l-Fahhar'ı mütareke ve barış antlaşması yapmak üzere Merakeş'e gönderdi (612/1215). Halife el-Müstansır, bu isteği gayet iyi karşıladı ve yapılan barış antlaşmasını Endülüs valilerine yazarak duyurdu. Gerçekte, büyük avantajlı konumuna rağmen kralın Müslümanlar ile böyle bir barış yapması, Endülüs için sukunet ve selamet dönemine atılan güzel bir adım olmuştu. Burada önemli olan, Kastilya kralını barış istemeye iten sebeplerdir. İkab'daki başarısının üzerinden henüz üç yıl geçmişti ve güçlü olan taraf halen kendisiydi. Ne var ki, kendi ülkesinde iç sorunlar yaşıyordu.

İkab savaşından sonra, Kastilya kralı VIII.Alfonso 1214 yılı Ekim ayında ölmüş ve yerine henüz 11 yaşında olan I.Enrique geçmişti (1214-1217). Vesayetini üstlenen annesi Elenor ise, birkaç ay sonra ölmüştü ve kızkardeş Dona Berenguela vesayeti üzerine almıştı. Bu ortamda, güçlü Lara ailesi iktidarı yeniden ele geçirmek için bastırıyordu. Kaçınılmaz şekilde iktidar mücadeleleriyle kargaşaya düşen krallık, bir müddet kendi içine kapanmak zorunda kaldı.

Yeni kral 1217 yılı Haziran ayında oyun oynarken yaralanarak ölünce, Leon kralı IX.Alfonso'nun eski hanımı olan Berenguela eski kocasından olan ve henüz 12 yaşındaki oğlu Fernando'yu aceleyle tahta geçirdi (Temmuz 1217). Bu taht mücadelesine Kastilya halkının içine düştüğü salgın hastalıklar, kuraklıktan kaynaklanan kıtlık da eklenince devletin en büyük düşmanı olan Muvahhidler'den barış istemesi doğaldı. Yapılan barışın getirdiği sükunet ortamı, Kastilyanın siyasi ve toplumsal problemlerini hallederek güçlenmesine yaradı. Nitekim, ıslahat bitmemiş olacak ki, 618 (1220) tarihinde Kastilya elçisi barış antlaşmasını yenileme istemiyle yeniden Merakeş'e geldi. Halifenin onayıyla barış dönemi uzatıldı.


b. Haçlılar ile İşbirliği Yapan Portekizliler'in Saldırıları ve Sağru'l-Kasr'ın (AlcacerdeSal) Düşüşü (1217)




Muvahhidler ile Kastilya arasında yapılan barış diğer Hıristiyan devletleriyle yapılmış değildi. Batı Endülüs'te Portekizliler saldırıya geçerek ilerlemeye başlamışlardı. İlk düşen kale ise, Sağru'l-Kasr (Kasru Ebu Danis, Alcacer de Sal) oldu. Bu kale, daha evvel düşmüş (555/1160) ancak, halife el-Mansur'un Endülüs'e geçmesiyle geri alınmıştı (587 /1191). 1217 Tarihinde Orta Doğu'ya gitmekte olan Alman Haçlıları, Portekiz kıyılarına geldiğinde (daha önce olduğu gibi) Portekizliler fırsatı değerlendirerek Haçlılar ile Müslümanlara karşı işbirliği yaptılar. Karadan ve denizden Sağru'l-Kasr'ı kuşattılar. Savunmaya kapanan kale halkının Muvahhidler'e imdat çağrısı göndermeleri üzerine halife, Endülüs valilerine kaleyi kurtarmaya koşmalarını emretti.

Endülüs'te bulunan Muvahhid birlikleri yardım için yola çıktılar. Eylül ayı başlarında olay yerine vardıklarında, daha kaledekiler direnmeyi sürdürüyorlardı. Bu arada, bir Muvahhid filosu da Şatuber (Sadoa) nehrinden kaleyi kuşatmakta olan düşman gemilerinin yolunu kapattı. Kendilerinden sayıca çok üstün durumda olan düşman ile çarpışmalar başladı. Ancak, Müslümanlar yenildiler ve kayıpları çok oldu. İbn Ebu Zer'in ifadesine göre, "Müslümanlar Hıristiyanları görür görmez korkuya kapıldılar ve geriye kaçmaya başladılar. Bu korkunun kaynağı, aslında İkab hezimetiydi. Hıristiyanlar da onları kovaladılar ve hepsini katlettiler." Buna rağmen, kaledekilerin direnişi devam ediyordu. Düşmanların tırmanma kulelerini kullanarak kaleye girmeleriyle, iki buçuk ay süren kuşatma sonunda kale teslim oldu (14 Receb 614/17 Ekim 1217). Kaleye giren Hıristiyanlar, Müslümanlara can güvenliği sözü verildiği halde buldukları herkesi öldürdüler.

Portekizliler'in bu başarısı, onlara güneye doğru Bace, Mirtele ve Şilb yolunu açmıştı. Ancak, Portekiz kralı II.Alfonso'nun işgali değil de bir müddet ele geçirmiş olduğu yerlerin imarıyla meşgul olmayı yeğlemesi ve Papa'nın kesin emriyle Haçlılar'ın da doğuya yönelmeleri sayesinde şimdilik bu Endülüs şehirleri işgalden kurtulmuştu.

Portekizliler' e karşı uğranılan hezimetten altı yıl sonra, bu kez Muvahhidler ile arasında barış antlaşması olmayan Leonlular saldırıya geçtiler. Ellerinde bulunan Hısnü'l-Kantara kalesini emniyete almak amacıyla, Kasereş şehrini almak istiyorlardı. 616 (1218) tarihinde yapılan birinci kuşatma, kuvvetli direniş karşısında kaldırılmıştı. 619 (1221) tarihinde tekrar saldırıya geçtiler ve Kasereş'in batısında kalan küçük Belensiye kalesini aldılar. Sonraki yıl Kasereş'i ikinci kez kuşattılarsa da, IX.Alfonso'nun geri çekilmesiyle kuşatma kaldırılmış oldu. Bundan sonraki yıllarda da Kastilya'nın desteğiyle Leonlular şehre birçok kez saldırdılar. Nihayet, halife el­ Müstansır'ın vefatından iki yıl sonra 622 (1223) tarihinde şehir kaybedildi.

Kastilya ile Müslümanlar arasındaki barış süreci devam ediyor olmasına rağmen, Tuleytula Metropolitanı Rodrigo Jaminez de Rada gibi bazı mutaassıp Hıristiyan din adamları Endülüs topraklarına saldırmaktan geri durmuyorlardı. Rodrigo, düzenlediği bir Haçlı saldırısıyla doğudan İslam topraklarına girerek Rükkane şehrine kadar olan bölgede pek çok küçük kaleyi işgal etti ve Rükkane'yi ele geçirmeye çalıştı. Ancak, şiddetli saldırısına rağmen bunda başarılı olamadı ve geriye çekildi (617 /1219).



Abdülvahid b. Yusuf ve Abdullah İbnü'l-el-Mansur el-Adil Dönemi (1222-1228)


a-Taleyata (Tallante) ve Afs (Aspe) Yenilgileri (1224)



Portekiz kralı 11.Sancho'nun gayrimeşru çocuğu kabul edilen Martin Sanchez, Leon kralının hizmetinde Endülüs topraklarına karşı saldırılar düzenliyordu. Şarat dağlarını aşarak, eş-Şeref (Ajarafe) beldesi sınırlarına kadar girdi. İnsanları esir etti ve büyük tahribat yaptı. Şehrin Muvahhid askerleri düşmanı püskürtmekten ve halkı korumaktan aciz kaldı. Ancak, halkın sıkıştırmasıyla küçük bir ordu oluşturuldu ve bu birlik İşbiliye'den gelen destekle düşmanı karşılamak üzere İşbiliye'nin batısında kalan Leble (Niebla) yakınındaki Taleyata'ya yürüdü.

Hıristiyanlar, silah ve mühimmat bakımından Müslümanlardan daha üstün durumdaydılar. Düşmana karşı sürülmek istenen öncü süvarilerin komutanı Abdullah b. Ebu Bekir, bundan ictinab ederek saldırının faydasızlığı ve savunmaya çekilmenin daha doğru olacağı konusunda diğerlerini iknaya çalıştı. Fakat, hiç kimse kendisinden yana olmadığı gibi, hakaret ve saldırıya maruz kaldı. Bunun üzerine o, süvari birliğiyle savaş alanından ayrıldı. Tam bu esnada, Müslümanların dağınık halini fark eden Hıristiyanlar, aniden saldırıya geçtiler. Neye uğradıklarını anlamadan feci şekilde bozguna uğrayan Müslümanlar, çok kayıp verdiler (Cemaziyelevvel 621/Mayıs 1224).

Taleyata hezimetinden iki ay sonra, benzeri bir Hıristiyan saldırısı ve Müslüman yenilgisi de Doğu Endülüs'te meydana geldi. Kunka, Vebze ve yakın Hıristiyan şehirlerin yöneticileri, aralarında oluşturdukları bir orduyla Vadi Şügar'ı geçerek güneye Mürsiye topraklarına girdiler. Mürsiyeliler, Ebu Ali İbn Eşraki komutasında düşmana karşı koydular. Ancak, İşbiliyeliler arasında görülen kargaşa ve anlaşmazlığın benzeri, Mürsiye ordusu arasında da vardı. Taraflar, Afs adı verilen mevkide savaşa tutuştu. Şiddetli geçen çarpışma sonunda, Müslümanlar yine feci şekilde hezimete uğradılar. Ordunun ekserisi ya şehit ya esir edildi (Receb 622/Temmuz 1224).


b. isyancı el - Beyyasi'ye Yardım için Kalkan Kastilyalıların Saldırı ve işgalleri (1224-1226)


Orta Endülüs'te Muvahhidler'in başına büyük sorunlar çıkarmakta olan isyancı Abdullah b. Muhammed el-Beyyasi, sınırlarını genişleterek İşbiliye'ye doğru ilerlemekteydi. Hemen her sıkıştığında Kastilya kralı 111.Femando'ya sığınarak ondan destek istemiş olan el-Beyyasi, aradığını kralın selefleri gibi Endülüs iç işlerine müdahale ederek iç savaşı körükleme ve böylelikle düşmanını zayıflatma siyasetinde bulmuştu. Anlaşılacağı gibi, Muvahhidler'in çözülmesi yani, merkezi otoritenin iyice zayıflamasıyla Endülüs'te yine siyasi birlik parçalanmakta ve Endülüslüler birbirlerine karşı düşmandan yardım alarak iç savaşlara düşmektedirler. Bayyasi, aldığı Hıristiyan desteğiyle üzerine sevk edilen Muvahhidler'e karşı Beyyase şehrinde savunmaya kapandı ve merkezinin sağlamlığından emin olduktan sonra, müttefiki Fernando'ya vaat ettiği Endülüs'ün önemli kalelerinden biri olan Kaycata'yı (Quesada) işgalinde yardım etmek üzere hareket etti.

III.Fernando, 622 (1224) tarihinde sefere çıkarak Kaycata'ya saldırdı. Kaleyi ele geçirdi ve halkın-askerlerin çoğunu öldürttü. Bölgedeki pek çok kaleyi de işgal etti. Yanında el­ Beyyasi' olduğu halde, buradan Ceyyan üzerine yürüdü. Bölgeyi tahrip ve halkından 1500 kadarını şehit etti. Kışın yaklaşması üzerine yüklü ganimetle geri döndü. 1225 senesi yazında Fernando, yine büyük bir orduyla Endülüs' e karşı saldırıya geçti. Yanına el-Beyyasi''yi de çağırdı. el-Beyyasi"nin elde ettiği ve ele geçirecek olduğu pek çok Endülüs kalesini krala vermeyi vaad edip üstüne oğlunu da rehin verdikten sonra, bu işgal ve katliam hareketine katılmaması beklenirdi. Ancak, öyle olmadı ve almak istediği yerleri ele geçirebilmesi için kendisine askeri' destek sözü veren kralıyla birlikte Ceyyan üzerine yürüdü.

Yüksek ve sağlam surlara sahip olan Ceyyan şehrine faydasızca saldıran düşmanlar, Ömer b. İsa komutasındaki Muvahhid güçlerinin, kaleden huruç yapmasıyla bir meydan savaşına girdiler. Müslümanlar, 180 kadar şehit ve 1000 kadar esir kaybettikten sonra kaleye kapandılar. Sık sık kaleye hücumu tekrarlayan düşmanı püskürtmeyi başardılar ve sonunda kral, kuşatmayı kaldırarak geri çekilmek zorunda kaldı. Fakat, Endülüs'e karşı saldırıyı durdurmadan daha önce el­ Beyyasi''nin ele geçirdiği ancak, koruyamadığı Kabzak (Alcaudeta) beldesine saldırıya geçti. Kaleyi ele geçirdi ve dostu el­ Beyyasi''ye verdi. Buradan, güneye Bağa (Priego) üzerine yürüdü. Şiddetli direnişi kırarak kaleyi teslim aldı ve Levşe'ye (Loja) geçti. Her girdiği yerde yaptığı katliam ve tahribatı burada da tekrarladıktan sonra, el-Hame (el-Hamme, Los Banos) kalesine yürüdü. Korkudan boşaltılmış olan bu kaleyi de işgal etti. Bulduğu müsait ortamda hiç tereddüt etmeden Gırnata (Granada) üzerine hareket ederek şehri kuşattı.

Gırnata halkı, savunmaya yardım etmesi için anlaştıkları Alvar Fanez'i şehre çağırdılar. Kendilerini kuşatan kral ile aralarında aracılık etmesi için onu krala yolladılar. Yanlarında bulunan 2300 Hıristiyan esiri serbest bırakmaları karşılığında, kuşatmanın kaldırılmasını istediler. Kral, bunu kabul etti. Bu arada, Alvar'ı Muvahhidler ile birlik olarak hıyanet etmesine rağmen affetti. Alvar da bunun üzerine, hemen Muvahhidler'i terk ederek kralının hizmetine döndü. Kral, buradan kuzeye yönelerek Beyyase'ye yaklaştığında, el-Beyyasi tarafından karşılandı. Daha önce anlaştıkları üzere, Mürteş ve Enducer kalelerini krala teslim etti.

Fernando'nun saldırıları durduğu sırada, bu kez el-Beyyasi 20 bin mevcutlu Hıristiyan birlikleriyle Endülüs'e karşı saldırıya geçti. eş-Şeref'e geldiğinde, karşısına Endülüs ordusu çıktı. Taleyata yakınındaki Fahsu'l-Kasr'da büyük bir çatışma yaşandı. Ancak, Muvahhid-İşbiliye ordularından oluşan Müslümanlar, hezimete uğradılar ve iki bine yakın kayıp verdiler. Bu yenilgi, Endülüs'ün zaten kötü olan durumunu daha da fenalaştırıdı. Kurtuba dahil, İşbiliye ile Kurtuba arasında kalan yerleşim yerlerinin hemen hepsi el-Beyyasi'nin idaresine geçti. Kurtubalılar, el-Beyyasi'nin üstün durumunu görünce başlarındaki Muvahhid vali Ebu Musa'ya isyan ederek el-Beyyasi'nin hükmü altına girdiler.

Endülüs'te ciddi bir direniş gücü kalmadığını çoktan görmüş olan Kastilya kralı, durumu elverdikçe pikniğe çıkar gibi İslam topraklarını işgale çıkıyordu. el-Beyyasi tarafından kendisine vaat edilen bazı kaleleri de teslim aldı. Bu arada el-Beyyasi, İşbiliye'yi alarak Muvahhidler'in komutanları el-Adil ve kardeşi Ebu'l-Ula'nın Endülüs'teki varlıklarına son vermek istiyordu. Bu amaçla, İşbiliye üzerine saldırıya geçti ve şehri kuşatmaya çalıştı. Ancak, Muvahhid ve şehir kuvvetlerinin karşı saldırısıyla başlayan savaş sonunda, feci şekilde yenilerek (25 Safer 623/25 Şubat 1226) Kurtuba'ya zor kaçabildi. Savaşı sonunda, İşbiliye'nin doğusunda uzanan pek çok yerleşim yeri tekrar Muvahhid idaresine geçti. Endülüs valisi Ebu'l-Ula, halife olan kardeşi el-Adil'e zaferi müjdeledi. Ancak, Endülüs'ün düşmanı bir tane değildi. Tehlike şimdi de Kastilya' dan geliyordu.

Fernando, yeniden saldırıya geçti. Kurtuba'nın kuzeyinde bulunan Kabale kalesini almak istiyordu. Kaleyi kendisine teslim etmesi için el-Beyyasi'yi çağırdı. Bu arada el-Beyyasi Kurtuba'ya dönmüştü. Ancak, halk onun İslam topraklarına karşı hıyanetlerini gördükçe, bir gün kendi şehirlerini de aynı akıbete uğratmasından yani, Hıristiyanlara satmasından endişe ettikleri için el-Beyyasi'yi yok etmeye karar verdiler Ve bunu gerçekleştirdiler. Bu sayede Endülüslü Müslümanlar, düşmana yardım eden vatan haininden kurtulmuş oldular. Bu esnada Kabale kuşatmasını sürdürmekte olan kral, olayı duyduğunda saldırıyı şiddetlendirdi ve sonunda kaleyi teslim aldı (623/1226).

Beyyasi'nin ölmesiyle birlikte kral için artık sıra Beyyase'ye gelmişti. el-Beyyasi'nin sağlığında kale içindeki kasabaya yerleştirmiş olduğu Hıristiyan askerler, Muvahhid komutanların sebep olduğu boşluğu değerlendirerek şehri ele geçirdiler (9 Zilhicce 623/1 Aralık 1226). Sonraki sene kral, Beyyase'nin güneyindeki Şevzer (Jodar), el-Kabtil (Capitale) ve Kabrur (Isla Mayor) gibi pek çok kaleyi işgal etti.

Ele geçirdiği yerlerden Müslüman halkı sürgün etti. Böylelikle, Kastilyalılar el-Beyyasi olayını kendi yararlarına çok iyi değerlendirmiş oluyorlardı. Muvahhidler'in Endülüs valisi Ebu'l-Ula, Hıristiyan baskısı ve işgallerinin artması karşısında mütareke ve barış istemek zorunda kaldı. 300 bin parça gümüş dinar haraç karşılığında yapılan antlaşmanın süresi ise, ancak bir yıldı.




7. Ebu'l-Ula İdris el-Me'mun Dönemi (1228-1232)


a. Reconquista İçin Uygun Ortamın Oluşması (1227)


Endülüs'ün böylesine fitne ve anarşi ateşi içine düştüğü, Muvahhidler'in bölünme ve taht kavgaları yüzünden iyice zayıfladığı bir zamanda, İspanya Hıristiyanları için Reconquista hareketini sürdürmenin en uygun ortamlarından biri daha oluşmuştu. Üç İspanya devletinden her biri İberya Yarımadası'nın bir bölgesinin kaderinde etkili olacak konumda bulunmaktaydı. Aragon kralı I.Jaume (1213-1276) doğudan, Kastilya kralı 111.Fernando (1217-1252) orta bölgeden ve Leon kralı IX.Alfonso (1188-1230) da batıdan Endülüs üzerine atılmak için fırsat kollamaktaydılar. İlk darbe batıdan, ikincisi ortadan, üçüncüsü de el-Cezairu'ş-Şarkıyye'ye saldıran Aragon' dan geldi.

Leon kralı IX.Alfonso, 622 (1227) tarihinde Kasereş şehrini işgal ettiğinden beri Batı Endülüs'e inmek istiyordu. Kasereş'in güneyinde kalan Maride ve Batalyevs şehirleri Leon sınırına en yakın yerlerdi. Muvahhidler'in güçlü oldukları dönemlerde bile, uzak batı bölgelerinin korunması güç bir işti. Şu durumda ise, tamamen korumasızdı. Kral, Leon' dan hareket ederek güneye yöneldi. Önce, Mentanceş'i işgal ederek Maride'ye yürüdü ve şehri kuşattı. Endülüs'ün yeni hakimi olan İbn Hud, kralın hareketini öğrenince ordusunu alarak kendi idaresine girmiş bulunan şehri kurtarmak üzere batıya yürüdü. Maride yakınındaki Hısnü'l-Haneş (Alanje) mevkiinde iki ordu savaşa tutuştu. Müslümanların yenilmeleri üzerine, Leonlular hemen Maride'yi, ardından da Batalyevs şehrini istila ettiler (627 /1230).

Leonlular'ın ardından Kastilyalılar harekete geçti. Kral Fernando, hemen bütün Endülüs'e hakim durumda fakat, işleri ıslah ederek ülkeyi güçlü hale getirecek vakti olmamış olan İbn Hud'un hareketini başından beri dikkatle takip ediyordu. İç savaşlarla parçalanmış olan Endülüs'ün, tekrar güçlü bir yönetim altında tek kütle halinde birleşerek karşılarına çıkmasından endişe ediyordu. Şu anda İbn Hud, Endülüs'te büyük fakat güçsüz durumda bir liderdi ve toprak kapmak için onun güçlenmesine fırsat vermeden bir an evvel saldırmanın tam zamanıydı. Bu düşünceyle Fernando, 628 (1230) yılı başlarında Leonlular'ın Maride'yi kuşattıkları sırada, Gırnata'ya kadar vardırdığı yıkıcı bir keşif akını gerçekleştirdi ve geriye döndü. Aynı yılın sonlarında, Ceyyan şehrine saldırdı. Ancak, güçlü savunmayı aşamadığı için üç ay süren muhasaradan sonra geri çekildi. Bu sırada, Leon kralı olan babası IX.Alfonso'nun ölmesiyle Leon tahtına da sahip oldu ve böylece Kastilya ile Leon yeniden birleşti.

Fernando, Endülüs'e karşı saldırılarını daha da güçlenmiş şekilde sürdürmeye başladı. Kardeşi Alfonso komutasında ordusunu Endülüs'e sevk etti. Alfonso Kurtuba, İşbiliye ve Şeriş bölgelerinde büyük tahribat ve katliam yaptı. Düşmanı karşılamak için harekete geçen İbn Hud, Şeriş çukurluklarında Kastilyalılar ile savaşa tutuştu. Fakat, sayı üstünlüğüne rağmen yine mağlup oldu (630/1233). Kastilya kralının, bu tür çıkışlarıyla hedeflediği şey el-Ceziretü'l-Hadra, Cebelü Tarık ve Sebte gibi Güney Endülüs sınır şehirlerini ele geçirmiş olan İbn Hud'un bölgeyle irtibatını kesmek ve oralarda hakimiyetini sağlamlaştırmasına engel olabilmekti. Bu yolda kardeşinin pek fazla başarılı olamadığını görünce, büyük bir ordu hazırlayarak bizzat kendisi sefere çıktı. Ceyyan şehrini istila etti. Oradan, Übbede şehrine yöneldi. Hiçbir yerden yardım alamayan bölgenin bu en güçlü ve büyük kentini, altı ay süren ısrarlı kuşatma hareketi sonunda teslim olmak zorunda bıraktı (630/1233). Karşılıklı yapılan anlaşma uyarınca, Müslüman halkın mallarıyla birlikte şehri terk ederek İslam topraklarına göçmesine izin verdi. Bütün bu işgallere karşı durması gereken İbn Hud ise, İşbiliye gibi bazı şehirlerin kendi idaresinden ayrılması ve İbnü'l-Ahmer'in kendisine büyük bir rakip olarak ortaya çıkması üzerine, her bir günü için bin dinar haraç karşılığında Kastilya ile mütareke yapmak zorunda kaldı.


b. Merakeş'teki Taht Mücadelesinde Kastilya ile Antlaşma ve Yardımlaşma Yapılması (1228)




1232 tarihinde İspanyalılar Tercalü şehrini işgal ettiler. Merakeş'te ise, Yahya İbnü'n-Nasır'a halife olarak biat edilmiş ve bu durum, Ebu'l-Ula el-Me'mun'u Mağrib'e geçmek ve biatından dönen devlet adamlarını cezalandırarak tekrar tahtına sahip olmak için harekete geçirdi. Ancak, İbn Hud ayaklanmasını bastırmakla meşguldü ve İspanyalılar da işgal için fırsat kolluyorlardı. Nitekim, Fernando Endülüs topraklarına girmiş (626/1228) ve saldırı için kendisine zemin oluşturacak iç karışıklıkların artmasını bekliyordu. Ayrıca, el­ Me'mun'un kendisiyle büyük bir savaşı göze alabilecek durumda olmadığını da çok iyi biliyordu. Sonuçta, kralın beklediği gibi el-Me'mun'dan barış isteği geldi.

el-Me'mun, bir yıllık barış antlaşması yanında, Mağrib'e gidip tahtı ele geçirmek amacıyla oluşturacağı orduya askeri birlik desteği vermesini de şart koşarak krala 300 bin dinar haraç ödedi. Ancak, Femando bununla yetinmedi. Ülkesi yakınındaki Endülüs kalelerinden on adedinin kendisine teslimi, Merakeş'te Hıristiyanların her türlü ayinlerini yapabilecekleri bir kilise inşa edilmesi, İslam ülkesindeki bir Hıristiyan Müslüman olmak istediğinde kabul edilmemesi ve kardeşlerine tevdi edilmesi, buna karşın, İslam ülkesindeki bir Müslüman Hıristiyan olmak istediğinde müdahale edilmemesi gibi ağır şartlar ileri sürdü. Her ne pahasına olursa olsun tahtını koruma kararlılığında görünen el-Me'mun için bu şartların kabul edilmesi, beklenen bir hareketti. Nitekim, kralın kendisine verdiği 500 Hıristiyan süvariyi ordusuna kattı.

Zilkade 626 (Ekim 1228) tarihinde Endülüs'te çok az bir kuvvet bırakarak ordusuyla Mağrib'e geçen el-Me'mun, kardeşinin oğlu İbnü'n-Nasır ile Merakeş yakınındaki Idiz mevkiinde karşılaştı. Kendisine pahalıya mal olan Kastilya süvarilerini ilk hücumda kullandı. İbnü'n -Nasır'ın çadırına kadar bütün askerleri dağıtıldı ve pekçoğu da öldürüldü. Muzaffer şekilde Merakeş'e geçen el-Me'mun, kendisine biat tazeledi ve tahtına oturdu. İlk icraatı olarak, kendisine ihanet edenleri affettiğini duyurarak topladı ve yargılattı. Ancak, bu sadece bir formaliteydi. Çünkü, yargılananların tamamını idam ettirdi. Bunlar arasında devletin 100 kadar seçkin idarecisi de vardı. Onların yok edilmesiyle ise, devlet önceki güçlü halinden çok şey kaybetmiş oldu.

el-Me'mun, yanında getirmiş olduğu ve tahtı ele geçirmesinde etkili olan Hıristiyan birliğinin anlaşma gereği başkentte bir kilise inşa etmesine müsaade etti. Yapı tamamlandığında devletin başkentinde ilk kez çanlar çalmaya başladı. Buna paralel olarak o, Hıristiyanların İberya Yarımadası'ndan karşıya Mağrib'e geçmelerini sağlayan ilk Müslüman olma özelliğine de sahip oldu. Onun döneminde Muvahhidler devletinin başına gelen en büyük felaket, şüphesiz büyük İfrıkıye eyaletinin devletten ayrılarak Haisiler'in idaresinde müstakil bir devlet haline gelmesiydi. Böylece, devlet güçlü bir imparatorluk olmaktan çıkıyor, küçülmüş ve zayıflamış olarak hızla yok oluşa doğru sürükleniyordu.


c. Muvahhidler'in Kuzey Afrika'da Çözülüşünün Endülüs'e Yansımaları: İsyanlar (1229)



Muvahhidler'in sorunları, arlık her bölgede görülebilen çok ciddi ve büyük olaylar şeklinde tezahür ediyordu. el­ Me'mun'un Mağrib'te iç sorunlarla uğraştığı esnada, Endülüs'te İbn Hud harekete geçmiş ve artık Endülüs'ü hakimiyeti altına almıştı. Aynı zamanda, devlet içinde yeni bir çatlak da Sebte tarafında çıkmıştı. Halifenin kardeşi Ebu Musa, vali olarak tayin edilmiş olduğu Sebte'de birkaç büyük kabilenin desteğini alarak halifeliğini ilan etmişti. Bunun üzerine el-Me'mun, derhal harekete geçti. Faydasızca Sebte'yi kuşatmaya devam ettiği sırada, başka taraftan gelen bir felaket haberiyle sarsıldı. Yahya İbnü'n-Nasır el-Mu'tasım, el­ Me'mun'un terk etmiş olduğu başkentte tahtı ele geçirmişti. el-Me'mun, başına gelen ardı arkası kesilmez felaketlere daha fazla dayanamadı. Merakeş' e dönerken yolda aniden hastalanarak vefat etti (Zilhicce 629 /Ekim 1232). Hıristiyan asıllı hanımı Hahhabe, halifenin ölümünü ordudan gizledi. Muharrem 630 (Ekim 1232) tarihinde toplanan Muvahhid devlet adamları, halife olarak el-Me'mun-Habbabe çiftinin yaşındaki oğulları Abdülvahid er-Reşid'e biat ettiler. Ordu, Merakeş yakınlarında Mu'tasım'ın ordusuyla büyük bir savaşa tutuştu. Yeni halifenin tarafı galip geldi ve er-Reşid tahta oturdu.

Muvahhidler'in devlet gücünü iyice zayıflatan sebeplerden önemlileri yukarıda sıralanmıştı. Bunlara, yeni gelişmeler de eklendi. Endülüs'te vali olarak görev yapmakta olan el Adil'in, devlete isyan ederek kendisini halife ilan etmesi, peşinden Ebu Ali el-Me'mun'un da Endülüs'te kardeşi el-Adil'e karşı halifelik iddiasına kalkışması gibi olaylar, Endülüs üzerinde büyük etki yaratıyordu. el-Beyyasi ve İbn Hud hareketleriyle karakterize olan Endülüs milliyetçiliği de, Murabıtlar'ın son zamanlarında olduğu gibi Endülüs'ü Muvahhidler'in sultasından kurtarmak ve onu Hıristiyanlardan korumak amacını benimsemiş olarak yeniden alevlenmişti. Kolayca anlaşılabileceği gibi, bunun sebebi Mağrib'te tükenmekte olan Muvahhidler'in artık Endülüs'e güçlü çıkarma yapma imkanlarının kalmayışı ve Endülüs milliyetçisi liderlerin de bunun farkında olmalarıydı.

Endülüslü liderler içinde en meşhuru, şüphesiz köklü yöneticilik geleneğine sahip bir aileden gelen Muhammed b. Hud idi. Kendisi, Mülukü't-Tavaif döneminde Sarakusta'da hüküm sürmüş olan Hudiler hanedanı mensubuydu. Hareketini meşrulaştırarak Endülüs'e hakim olabilmek için Abbasiler'e tabiiyeti benimsemişti. Mürsiye'den harekete geçtikten sonra kısa süre içerisinde İşbiliye dışında Kurtuba, Gırnata gibi Endülüs'ün büyük şehirleri dahil, bütün Endülüs topraklarına hakim olmuştu. Bunu gerçekleştirme yolunda, İşbiliye'deki Muvahhid liderlere karşı pek çok savaşa girişti. Sonunda, Ebu'l-Ula el-Me'mun Mağrib'e gitmek için İşbiliye'den ayrıldığında halk Muvahhidler'e tabiiyeti reddederek, Abbasi Hilafeti gölgesinde hüküm süren İbn Hud'un idaresini tercih ettiler (626/1229). Böylece İşbiliye ile birlikte hemen bütün Endülüs İbn Hud'un hakimiyetine girmiş oluyordu. Ancak, bu kez el-Beyyasi ve İbn Merdeniş aileleri de çeşitli şehirlerde hakimiyet mücadelesine giriştiler. Bunlara Ebu Cemil Zeyyan gibileri de eklenince Endülüs'te iç savaşlar iyice kızıştı.

İbn Hud karşısında yenilen Ebu Zeyd Abdurrahman el­ Beyyasi, kardeşi Abdullah el-Beyyasi ile Mürsiye hakimiyeti konusunda mücadele içine girmişti. Bu isyancılar, yanlarında yeterli kuvveti bulamayınca Hıristiyanlara sığınarak, ellerindeki Endülüs kalelerinden bazılarını verme karşılığında onlardan hasım kardeşine karşı destek alıyorlardı. Abdurrahman, Aragon ve Abdullah da Kastilya kralıyla bu türden anlaşma yaptı. Anlaşmaların uygulanması için Hıristiyanları Endülüs topraklarına soktular. Ebu Zeyd Abdurrahman, daha da ileriye giderek Hıristiyan oldu ve Vicente (Bicent) adını aldı.


d. lbn Hud'un Endülüs'e Hakim Olması (1229)


Hudiler'in son varisi Muhammed b. Yusuf b. Hud el-Mütevekkil-Alallah, isyan hareketini Mürsiye'den başlatmıştı. Daha sonra, elinden çıkan Mürsiye dışında İşbiliye ve Kurtuba'nın da içinde olduğu bütün Endülüs şehirlerinde kabul görmüştü (626/1229). Endülüs'ü Muvahhidler'in tasallutundan kurtarmak ve Hıristiyanlara karşı savunmak fikriyle özetlenen Endülüs milliyetçiliği hareketi liderleri içinde en önde geleniydi. Kendisine güvenerek itaat eden Endülüslüleri Hıristiyanlardan korumak şimdi onun görevi olduğu için, bu uğurda ciddi gayret sarf ediyordu. Leonlular'a karşı Maride önlerinde yenildi, Maride ile Batalyevs şehirlerinin düşüşü karşısında bir şey yapamadı. Bir süre sonra kuzeyde Kastilyalıları önce mağlup etti ancak, bundan bir yıl sonra onlara yenildi. Bunun üzerine, 630 (1233) tarihinde Kastilya ile mütareke yaptı. Hareketinin ilk yıllarında kendisini Bağdad'taki Abbasi Halifesi el-Müstansır-Billah' a tabi saymıştı. Karşılıklı gidip gelen elçiler hil'at gibi alemleri taşımıştı. Böylelikle İbn Hud, kendisini Endülüs'ün meşru hakimi sayıyor ve kendisinden sonra yerini alabilmesi için oğlu Ebu Bekr Muhammed'i el-Vasık-Billah lakabıyla veliaht tayin ediyordu:

İbn Hud'un Endülüs hakimiyetini sağlamlaştıran asli unsur, onun Hıristiyanlar ile peşpeşe yaptığı savaşlardı.

Ancak, yerini sağlamlaştırmaya çalıştığı bu sırada saltanat mücadelesinde yalnız olmadığını da gördü. Çünkü, Belensiye'de kendisine bir rakip çıkmıştı. Ebu Cemil Zeyyan adındaki isyancı, kendisine karşı pek etkili bir varlık gösteremedi. Fakat, İbn Hud'u asıl endişelendiren köklü bir aileden gelen bir başka yeni lider, İbnü'l -Ahmer adıyla meşhur Muhammed b. Yusuf en-Nasri idi. lbnü'l -Ahmer, Nasriler hanedanının meskun bulunduğu Urcune'de kendisine başkan olarak biat edildikten sonra (629/1232), civar bölgelerden başlayarak Orta ve Güney Endülüs'te hakimiyetini sağlamlaştırdı. Bu durumda, iki taraftan biri diğerini bertaraf etmek isteyince, İşbiliye yakınında yapılan savaşı İbn Hud kaybetti (631 /1233). Ancak, bundan bir yıl kadar sonra iki lider arasında umulmadık şekilde bir mütareke antlaşması yapıldı.

Bu türden olayların pek görülmediği Endülüs'te, ilk kez gerçekleşen bu antlaşma, iki liderin içine düştükleri intihar niteliğindeki iç savaşın Endülüs'ü yutmak için fırsat kollamakta olan Hıristiyanların işine yarayacağını düşünmeleri üzerine gerçekleşti. Antlaşma, İbnü'l-Ahmer'in Urcune, Ceyyan, Berkune bölgesindeki hakimiyetinin tanınmasına karşılık İbn Hud'a tabi olması şartıyla hayata geçirildi (Şevval 631/Haziran 1234).

İki büyük Endülüslü liderin barış yapmaları, Kastilya kralını endişelendirmiş olacak ki, derhal Endülüs topraklarına girerek İbnü'l-Ahmer'in sahibi bulunduğu Ceyyan mıntıkasına kadar geldi. Bu sırada, kadısı isyan etmiş olan Leble'yi kuşatmakla meşgul bulunan İbn Hud, hemen kuşatmayı kaldırdı. Burada, Fernando'nun elçisi kendisine geldi. Yapılan görüşmeler sonunda mütareke antlaşması yenilendi (632/1235). Kastilya ile İbn Hud (Endülüs) arasında yapılan ve süresi 3 yıl olan bu antlaşmaya göre, krala 3 yıllığına 130 bin dinar haraç yanında, Şarat bölgesinde Müslümanların artık savunamayacakları bir konumda bulunan 30 kadar kale verilecekti. Fernando, geriye dönerken kendisine vaad edilen kalelerin işgalini gerçekleştirdi. 


e. el - Cezairü'ş - Şarkıyye'nin Kaybı (1229)


Kastilyalılar Orta Endülüste büyük işgaller gerçekleştirirken, Aragon kralı I.Jaume de Endülüs'e karşı ilk büyük saldırısını yapmak üzereydi. Aragonlular'ın hedefi, idari bakımdan Belensiye eyaletine bağlı olan el-Cezairu'ş-Şarkıyye oldu. Meyurka, Menurka, Yabise adalarıyla birçok küçük adacıktan müteşekkil bu bölgeyi Muvahhidler 600 (1203) tarihinde Beni Ganiye'nin elinden almışlardı. Aragonlular ile İtalyan denizciler, bu adaları alarak Müslüman denizcilerin Hıristiyan sahillerine yapmakta oldukları saldırıları durdurmayı evvelden beri istiyorlardı. Bu arzuyu şiddetle benimsemiş olan Papalık da, bu konuda Hıristiyan devletleri teşvik ediyordu. Nitekim, Hıristiyanlar 508 (1116) tarihinde bu adaları işgal etmişler, ancak Murabıtlar geri almayı başarmışlardı. Bilhassa Aragonlular, topraklarının karşısında yer alan bu adaları almayı, deniz ulaşımı ve ticaretini geliştirmek bakımından çok arzuluyorlardı. Bu arzuyu gerçekleştirmek için, adaların güvenliğiyle görevli bir gemiye saldırdılar. el-Cezairu'ş-Şarkıyye valisi Ebu Yahya b. Yahya et-Tinenmali'nin filosu ile aralarında birkaç çarpışma yaşandı. Bundan sonra kral, adaları almaya karar verdi.

I.Jaume, 14 Şevval 626 (5 Eylül 1229) tarihinde Barselona kontunu Meyurka adasını almaya sevk etti. Vali Ebu Yahya, savunma önlemlerini aldı ve düşmana karşı koydu. Ancak, etkili olamadı ve düşman adaya ayak bastı. İlk çarpışmada Hıristiyanlar büyük bozguna uğradılar. Fakat, geriden gelen destekle Meyurka kalesini kuşattılar. Susuzluk yüzünden savunma daraldı ve vali kaleyi teslim etme karşılığı adadan salimen çıkışlarına izin verilmesini istedi. Düşman buna izin vermeyince savunmaya devam etti. Sonunda, var güçleriyle büyük bir saldırı gerçekleştiren Hıristiyanlar, Müslümanların sıkı direnişine rağmen kaleye girmeyi başardılar ve kral, ordusunun önünde şehre girdi (13 Safer 627 /1 Ocak 1230). Bu başarısı sebebiyle, kendisine El Conquistador (Fatih) lakabı verildi. Hıristiyanlar, 24 bin civarında Müslümanı katlederek adayı kan gölüne çevirdiler. Valiyi de 45 gün süren işkence altında öldürdüler. Valinin 12 yaşındaki oğlunu ise, Hıristiyanlaştırdılar ve adını Don Jaume koydular. Ancak, savaş henüz bitmemişti.


Ebu Hafs b. Siri adındaki Müslüman kumandan, orduyu tekrar toparlayarak sonuna kadar direnmeye karar verdi. Yapılan birkaç çatışma sonunda o da şehit düşünce, ada tamamen Aragon'a kaldı (628/1231). Böylece, 5 asır İslam hakimiyetinde kalmış olan Meyurka adası, kaybedilmiş oldu. Meyurka'nın ardından, el-Cezairu'ş-Şarkıyye'nin diğer adaları da birer birer kaybedildiler. Bunlardan Yabise (Ibiza) adası 5 ay süren direnişin ardından 632 (1235) yılında, Müslümanların boşaltmış olduğu küçük Ferementira (Forrnentera) adası da aynı yıl içinde kaybedildi. 

Memuka adasına gelince, adalar içinde hacim bakımından Meyurka'nın ardından ikinci sırada yer alan adanın valisi, alim ve şair kişiliğe sahip er-Reis Ebu Osman Said b. Hakem el-Emevi idi. Kral Jaume, Meyurka'yı aldığında Ebu Osman hemen kral ile anlaşmanın yoluna baktı. Halkıyla birlikte yerinde kalmak ve adaya hiçbir Hıristiyanın girmemesi koşuluyla krala bir kaleyi ve de yıllık haraç vermeyi teklif etti. Teklifi kabul edildi ve yarım asır kadar, adaletle hükmetmekte olduğu adasında bırakıldı. Mağrib, Endülüs ve Hıristiyan ülkelerden alim, tüccar pek çok insan onun ilim meclisi ve dostluğuna hayran oldukları için adasına gelir giderdi. er-Reis Ebu Osman, 680 (1281) tarihinde vefat ettiğinde yerini Ebu Amr Hakem b. Said aldı. Babasının özellikleri ve siyasetini sürdürmesine rağmen, hükmü uzun sürmedi. Çünkü, Aragonlular artık adayı almaya karar vermişlerdi. 686 (1287) Tarihinde işgal gerçekleşince adadan Müslümanlar çıkarıldı ve böylece el-Cezairu'ş-Şarkıyye adıyla anılan Endülüs'ün doğu adaları kesin olarak kaybedilmiş oldu.



Abdülvahid er-Reşid Dönemi (1232-1242)


a. Kurtuba'nın Kaybı (1236)


İbn Hud zamanında Kastilya kralı III.Fernando, Endülüs'e yoğun saldırılar yapmış ve pekçok yeri işgal etmişti. Ancak, onun asıl amacı Kurtuba şehrini ele geçirerek güneye doğru inmek ve sonunda İberya Yarımadası'nda Müslüman varlığına son vermek yani, Reconquista hareketini başarıyla sonuca götürmekti. Eski Endülüs hilafet payitahtı olan Kurtuba, Muvahhidler'in Endülüs'te çözülmesinden sonra Muvahhid vali Ebu'r-Rebl'in katledilmesiyle bir otorite boşluğu içine düşmüş, daha sonra İbn Hud ile İbnü'l-Ahmer arasında birkaç kez el değiştirmişti.


Rebiulahir 633 (Aralık 1235) tarihinde bir Kastilya süvari birliği şehre gece saldırısı gerçekleştirdi. Birbirinden surlarla ayrılan beş ayrı mahalleden oluşmakta olan şehrin, birinci bölgesi "eş-Şarkıyye" ve diğer dört bölgesiyse "el-Medine" adıyla anılmaktaydı. Kastilya birliği, irtidat eden bir Kurtubalı sayesinde eş-Şarkıyye mahallesinin zayıf yanlarını öğrendikten sonra mahalleye girmeyi başardı. Mahallede çok Müslüman öldürüldü. Kurtulabilenler, şehrin merkezine kaçtı. Diğer mahallelerde olay duyulunca, derhal savunma güçleri devreye girdi. Hıristiyanlar, burçlardan birine sıkıştırıldıklarında direnişe geçtiler ve Kastilya'ya acil yardım çağrısı gönderdiler.

Bu çağrı, sınırdaki Kastilyalılara ulaşınca ilk koşanlar kralın adamları Ardono Alvarez ile Alvar Perez oldu. Onları Beyyase ve Kunka piskoposları takip etti. Haber Fernando'ya ulaştığında ise, şartların müsait olmadığına dair adamlarının ikna çabalarına aldırmayarak harekete geçti. Bu hareketinin İbn Hud ile aralarında devam eden antlaşmaya ters düşüyordu. Ancak, o kendisi (ihanet içindeki) bir grup Kurtubalı'nın şehre davet ettiğini söylüyordu. Kral, Şubat ayında Kurtuba önüne vardı ve önceden gelmiş olan Kastilya birliklerinin başına geçti. Hıristiyan ordusu, arkadan gelen yeni birliklerle sürekli büyüyordu. Leonlular da bu harekete destek veriyor, tarikat şövalyeleri ise Müslümanlara karşı yapılan her savaşta olduğu gibi burada da dünden hazırdılar. Kral, Kurtuba köprüsü yakınına karargah kurdu ve şehri istila planını yapmaya koyuldu.

Hıristiyanların şehri kuşatması esnasında, Kurtubalılar iyi bir savunma için toplumsal bir birlik halinden mahrum durumdaydılar. Bu durumda, idaresini benimsedikleri İbn Hud'tan imdat istemeleri beklenen bir davranıştı. Bu sırada Mürsiye' de bulunan ve tehlikeyi haber alan İbn Hud, 35200 mevcutlu ordusuyla Kurtuba'ya yöneldi. Şehre varmadan önce İsticce yakınında ordugah kurdu. Kurtubalılar ise, bir an evvel onun Kastilyalılar ile kararlı şekilde çarpışmasını bekliyorlardı. Gerçekte İbn Hud, ilk anda düşmanla savaşa girmiş olsa galip gelerek onları geri gönderme şansı yüksek görünüyordu. Çünkü, düşmanın mevcudu kendisininkinden çok daha azdı. Ne var ki, İbn Hud her nedense bekleneni yapmadı ve bir süre hareketsiz olarak yerinde kaldıktan sonra, şehri kendi haline terk ederek bölgeden ayrıldı. Sebebi ise, (İslam kaynaklarında bu hususta hiç ayrıntı olmadığı için Hıristiyan kaynaklarına göre) İbn Hud'un Belensiye sahibi Ebu Cemil Zeyyan' dan acil yardım çağrısı almasıydı. Ebu Cemil, Aragon kralı Jaume'un şiddetli baskısına maruz kalmış durumdaydı. Bu çağrı üzerine İbn Hud, savaşmaktan vazgeçerek sahip olmak istediği Belensiye yönüne hareket etti.

İbn Hud'un Kurtuba'yı kurtarmadan ayrılmasına sebep olarak gösterilen bir başka olay daha vardır. O da, ordusundaki mürtezika Hıristiyan birliğinin komutanı ve güvendiği bir danışmanı olan Lorenzo Huarez ile ilgilidir. Lorenzo'nun İbn Hud'tan habersizce eski kralıyla görüşerek, Kastilya ordusunun büyüklüğü ve gücü konusunda yaptığı abartılar sonucu İbn Hud'u savaşmaktan caydırdığı rivayet edilmektedir. Sebep ne olursa olsun, sonuçta şehir kendi kaderiyle başbaşa kalmıştı. Kral Jaume her taraftan kuşatmayı sıkılaştırdı ve her türlü besin kaynağını kesti. Böylece, tam bir ambargo uygulamasıyla muhasara hareketi şiddetlendi. Besin kaynakları tükenen şehir halkı ise, sonunda can ve mal güvenliklerine karşılık teslim olacaklarını krala bildirdiler. Ancak, eskiden beri çetin ceviz olarak bilinen Kurtubalılar, düşmanın da yiyecek sıkıntısı içerisinde olduğunun farkında olarak teslim olmaktan vazgeçtiler ve dara düşen düşmanın kuşatmayı kaldırmasını beklemeye koyuldular.

Kral ise, Kurtubalılar'ın teslim olmaktan vazgeçtiklerinde İbn Hud'un parmağı olduğunu düşündü. Derhal İbnü'l-Ahmer ile bir ittifak antlaşması yaptı. Kendileri için tehlikenin daha da büyüdüğünün farkına varan Kurtubalılar, şartların tamamen aleyhlerine olduğunu gördüler ve önceden anlaştıkları gibi tekrar teslim olmaya karar verdiler. Çünkü, kuşatmanın üzerinden sekiz-on ay geçmiş ve şehrin kurtuluşu için umut verici hiçbir gelişme olmamıştı. Bilakis, İbnü'l-Ahmer' den sonra İbn Hud da kral ile arasındaki antlaşmayı senelik 52 bin dinar haraç karşılığında 6 yıllığına yenilemişti. Kurtubalıllar'ın teslim olma şartlarını, Kastilya'nın din adamları ve bazı seçkinleri kabul etmek istemediler. Onlar, şehrin zorla alınarak içeride bulunan bütün Müslümanların öldürülmesini ve bütün varlıklarına el konulmasını istiyorlardı. Haçlı ruhuyla yoğrulmuş Avrupalılar'ın Müslümanlara karşı elde ettikleri pekçok başarılı işgal hareketinin tarihine göz atıldığında, "şehre zorla girelim, içeride bulunan bütün Müslümanları öldürüp mallarına el koyalım!" şeklinde dile getirilen bir zihniyetin işgalcilerde hakim olduğunu sıkça görmek mümkündür. Kastilya ileri gelenlerinin isteklerine karşı kral, böyle yaptıkları takdirde umutsuzluğa kapılacak olan halkın şehirdeki her yeri ve her şeyi tahrip edeceğini söyleyerek onların isteğini kabul etmedi. Taraflar arasında teslim antlaşması yapıldıktan ve kabul gördükten sonra, Kurtubalılar menkul mallarını yanlarına alarak açlıktan perişan olmuş bir halde şehirlerini terk ettiler ve Endülüs'ün diğer şehirlerine dağıldılar. Kastilya ordusu da şehre girdi (23 Şevval 633/30 Haziran 1236).

Kurtuba Ulucamii tepesine haç dikilerek kiliseye çevrildi. Ayrıca, bundan 239 yıl evvel Hacib el-Mansur tarafından 997 tarihindeki Şente Yakub seferi sırasında ele geçirilerek, Kurtuba'ya kadar Hıristiyan esirlerin sırtında getirtilmiş olan Şente Yakub Kilisesi çanlarını, kral aynı şekilde bu kez Müslüman esirlerin sırtında taşıtarak geriye gönderdi. Böylece, Endülüs'ün en büyük şehirlerinden birisi ve Endülüs'ün ilim-kültür merkezi olan bu değerli İslam şehri, fethedildiği 92 (711) yılından bu yana 525 yıl Müslümanların elinde parıldayan bir bilim-medeniyet meşalesi olarak kaldıktan sonra kaybedilmiş oluyordu. Kurtuba'nın düşmesi, artık diğer Endülüs şehirlerinin de sonunun geldiğinin açık işaretiydi. Her ne kadar zahiren bağımsız gibi görünseler de, Endülüs hakimi olan iki lider de gerçekte Kastilya'nın tabiiyeti ve hoşgörüsü altında haraç vererek varlıklarını sürdürebiliyorlardı.


b. lbnü'l - Ahmer'in Gırnata'ya Hakim Olmasıyla Endülüs Topraklarının Gırnata Emirliği Altında Toplanması (1238)



İbn Hud, 24 Cemaziyelevvel 635 (22 Ocak 1238) tarihinde vefat etti. Kendisinin dokuz küsür yıl süren Endülüs hakimiyeti dönemi, kargaşaya düşen Endülüs için nisbeten istikrar ve iyileşme dönemi olmuştu. Vefatıyla devleti de sona erdi ve Endülüs hakimiyeti tamamen İbnü'l-Ahmer'in eline geçti. Olayları dikkatle takip eden İbnü'l-Ahmer'in öncelikli hedefi Gırnata'yı elde etmekti. Bu isteğine kılıç bile çekmeden kavuştu. Şöyle ki, ölmeden evvel İbn Hud'un şehre vali olarak atamış olduğu Utbe b. Yahya el-Muğayli, sert mizaçlı ve zalim kişiliğe sahip birisiydi. Gırnata halkı artık onun haksız uygulamalarına dayanamaz olmuştu. Sonunda, İbn Halid adlı birinin öncülüğünde isyan çıkararak valiyi öldürdüler ve İbnü'l-Ahmer'e itaat arz ettiler (Ramazan 635/Mayıs 1238).

Aynı yılın sonlarında, el-Meriye şehrini savaşarak ele geçiren İbnü'l-Ahmer, sonraki sene Maleka şehrinin de itaat arz etmesiyle Endülüs İslam devleti tarihinde son halkayı teşkil edecek olan yeni devletin başkanı oldu. Gırnata merkezli Beni Ahmer Emirliği'nin sınırları güneyde Ceyyan, Beyyase ve İsticce' den Akdeniz'e; doğuda el-Meriye ve Bire'ye; batıda el­ Vadi'l-Kebir bitimine kadar uzanıyordu. Şennil nehriyle es­ Selc (Siyera Nevada) dağları ve Hedabatü'l-Büşşerat tepelikleri ülkenin ortasında baştan başa uzanıyordu. Endülüs'ün mirasını devralmış olarak bu devlet, 1492 yılı Ocak ayının ikisine kadar 253 yıl, 7 ay süreyle hayatiyetini sürdürebilecektir.

Yeni siyasi oluşumla saltanatını güçlendirmiş bulunan lbnü'l-Ahmer'in, bir İslam ülkesi lideri olarak meşruiyet yani, İslam ülkeleri arasında tanınmasını sağlayacak bir kimlik ya da sıfata ihtiyacı vardı. Daha evvel metbusu olduğu İbn Hud'un vefatından sonra, Endülüs'teki hakimiyetleri tamamen yıkılmış olan Muvahhidler'in sancağı altına girmeyi benimsedi ve halife er-Reşid'e biatını ilan etti. Ülkesinin her yanında halife için biat aldı. er-Reşid de bu biat arzını memnuniyetle kabul etti (637 /1239). Muvahhidler'e olan bağlılığını er-Reşid'in 640 (1242) tarihinde vefatına kadar devam ettiren lbnü'l-Ahmer, bu tarihten itibaren Tunus merkezli İfrikiye'deki Hafsiler' e yöneldi ve Emir Ebu Zekeriya el-Hafsi'ye itaat arz etti. Hafsiler'e olan bağlılığı, Ebu Zekeriya' dan sonra da sürdü. Hıristiyanlar ile ilişkilerde ise, İbnü'l- Ahmer bazen çatışmaya girmek zorunda kalsa da, haraç ve toprak karşılığında daha çok 20 yıl gibi uzun süreli antlaşmalar yaparak barış ortamını korumaya çalışmıştır. Emirlik, bazen de Afrika'da bir başka İslam devleti olan Meriniler' den Hıristiyanlara karşı yardım almak mecburiyetinde kalıyordu. Nitekim, bu dönemde Meriniler'in Endülüs'e geçerek daha evvel Murabıtlar ve Muvahhidler'in yaptığı gibi Hıristiyanlar ile mücadeleye girdikleri olmuştur. Ancak, bütün bunlara rağmen, Hıristiyanlar'ın baskısı hiçbir zaman eksik olmadı. Çünkü, asırlardır süren Hıristiyan Reconquista'sının artık bu aşamadan sonra doğal gelişim sürecini kesin şekilde sonuçlandırması kaçınılmaz görünüyordu. Yani, İberya Yarımadası'nda Reconquista'nın iki aşamasının tamamlanmasından sonra üçüncü ve son aşamasına (1238-1492) giriliyordu.


Endülüs'ün Muvahhidler idaresinden çıktığı 1238 yılı ile, şeklen bağlılığın sona erdiği 640 (1242) tarihinden sonraki Endülüs tarihide Müslüman-Hıristiyan siyası ilişkileri, bu çalışmanın kapsamı dışında kalmaktadır. Bundan sonraki siyası olaylar sadece başlıklar halinde şunlardır: Kastilya saldırılarına karşı İbnü'l-Ahmer'in karşı koyma çabaları, 1236 tarihinde Enışe'nin kaybı, 1238 tarihinde Aragonlular ile yapılan savaşlar sonucunda Belensiye'nin kaybı, Doğu Endülüs'te Mürsiye ve çevresindeki kayıplar, İbnü'l-Ahmer'in III.Fernando ile mücadelesi (642/1244), İşbiliye çevresinin Kastilyalılar tarafından işgali ve İşbiliye'nin düşüşü (646/1248),

Endülüs şehirlerinin hızla düşüşü, elde sadece Gırnata'nın kalması ve nihayet Endülüs'te İslam hakimiyetinin tamamen sona ermesinden (1267-1492) sonra, "Morisko" diye adlandırılan Müslümanların İberya Yarımadası'ndan sürgün edilmesi dönemi (1492-1610). Bu tarihten sonra artık İberya Yarımadası ile Müslümanların ilişkisi tamamen kesilmiş ve böylelikle, dünya tarihinde Müslümanlara ait altın bir sayfa kapanmış oluyordu.  



9. Reconquista Sürecinde Murabıtlar ve Muvahhidler'in Rolü


Murabıtlar'ın gelişinden evvel Endülüs, parçalanmış siyasi tablosuyla bir yok oluşa doğru hızla gitmekteydi. İçerde Müvelled isyanları, dışta İspanyol-Portekiz Reconquista savaşları, Reconquista'ya sürekli fiili ve moral destek sağlamakta olan Fransızlar ve diğer Avrupalılar; Doğu' da Abbasiler (750-1258) ve özellikle Kuzey Afrika' da Fatımiler (909-1171), Endülüs devletini çepeçevre saran belli başlı büyük tehdit kaynaklarıydı. Bütün bunlara rağmen, her vilayette farklı bir hanedan hakimiyeti kurulmuş ve bunlar biribirleriyle devamlı çatışırken, İspanya Hıristiyanlarından da birbirlerine karşı destek almaktaydılar. Dolayısıyla, bu ortamda gerçekleşen her siyasi olay, Müslümanları Endülüs'ün kaybedilmesine götüren bir yola sürüklemekteydi.

İslam ülkesinin bu uzak sınırındaki serhat yurdunu, ancak dışarıdan gelecek güçlü bir Müslüman desteği kurtarabilirdi. Nitekim, Endülüslülerin imdat çığlığı mahiyetindeki çağrılarıyla İberya Yanmadası'na gelen Murabıtlar ve Muvahhidler, Hıristiyan ilerleyişini durdurma yolunda önemli adımlar attılar. Ancak, kötü siyasi tablosunu değiştirmedikçe Endülüs'ün bekası için kalıcı bir gelişme kaydedemeyeceklerini anladıkları zamanda, Endülüs'ü kendi hakimiyet alanlarına kattılar.

57 yıl kadar Murabıtlar'ın (1090-1147) ve 91 yıl da Muvahhidler'in (1147-1238) idaresinde kalan Endülüs, toplam 148 sene yani, bir buçuk asır süren Mağribli hakimiyetine dayanarak belki de sadece düşüşünü bir süre geciktirmiş oldu denebilir. Her iki devletin Endülüs'te güçlü ve istikrarlı yönetimi sağladıkları dönemlerdeki hedefleri, mevcut sınırları muhafaza etmekten ziyade Endülüs'ü kaybettiği eski topraklarına kavuşturmak ve bu sayede, özellikle İslam dünyası üzerinde büyük prestije sahip olmaktı. Nitekim, Murabıtlar'ın ve daha sonra aynı şekilde Muvahhidler'in giriştikleri Tuleytula kuşatmaları; Muvahhidler'in önce Abdülmü'min ile bütün İberya Yarımadası'nı ele geçirmeyi planlamaları, ardından Batı Endülüs (Portekiz) bölgesinde gerçekleştirdikleri büyük savaşlar ve Yakub el-Mansur döneminde kazanılan büyük Erek zaferi bu fikri doğrular niteliktedir. Ancak, hem Endülüslülerden ve hem de Mağriblilerin kendi yapılarından kaynaklanan çeşitli sebeplerle bu gayretleri tam bir netice vermedi. Öncelikle, Endülüs'ün toplumsal yapısı başından beri sağlıklı ve kalıcı bir siyasi-idari düzenin oluşmasına meydan vermemişti.

Farklı toplumsal ve dini unsurlardan teşekkül etmiş olan toplumda her kesim kendi çıkarını düşünerek hareket ediyor, Endülüs vatandaşları olarak ülke birliği ve dirliği hususunda bir endişe taşımıyorlardı. Doğal olarak, bu türden tutumların bir devletin ve düzenin devamlı var olabilmesinin şartlarına uymayacağı açıktır. Endülüs Müslümanlarında bulunmayan ülke birliği ve esenliği fikri, aslında belki de İspanya'ya dışarıdan gelmiş olmanın, yerli olanlar için ise yabancı milletlerin hakimiyeti alhnda kalmanın verdiği bir ruh haliyle de izah edilebilir.

İslam ülkelerinden uzak bir coğrafyada, insanların merkezi bir otoriteye sadık kalmaktan çok müstakil hakimiyet ve servet edinme dürtüsüyle hareket ettikleri de düşünülebilir. Nitekim, Endülüs devleti tarihi boyunca siyasi birlik ve düzeni sağlayanlar, Endülüs vatandaşlarından çok diğer İslam ülkelerinden gelenler olmuştur. Emevi hakimiyetini kuran I.Abdurrahman, Murabıt ve Muvahhid liderler, daha sonra da Meriniler hep hariçten gelerek Endülüs' e hayat vermiş örneklerdir. Müslümanların Endülüs'teki varlığına katkıda bulunurken Murabıtlar ve Muvahhidler' de mevcut olan ruh ise, kaynağını "Müslüman kardeşlerine yardım etme" fikrinden alıyordu. Haddizatında, Hıristiyanlara karşı Endülüs'ü koruma uğrunda bu iki devletin sarfettikleri enerji, birikim ve gayret  küçümsenemeyecek miktarlarda olmuştu. Nitekim, bu tasarrufatları sebebiyle başka alanlarda daha verimli kullanabilecekleri güç ve varlıklarını, farkında olarak veya olmayarak Endülüs'te yitirmişlerdi. Kendi varlıklarına son veren siyasi cereyanların başarılı olmalarında, bu enerji kaybının bir katkısı olduğu da düşünülmelidir. Çünkü, hazine ve ordunun büyük bir kısmını Endülüs'e ayırıyorlar, böylece zaten pek iyi durumda olmayan devletin mali ve askeri yapısı daha da kötüleşiyordu.

Sonuç olarak, Murabıtlar ve Muvahhidler'in Endülüs'teki faaliyetlerinden çıkarılabilecek en önemli netice, bu devletlerin İspanyol Reconquista'sına karşı Endülüs'te İslam hakimiyetine olan katkıları olsa gerektir. Bu katkı, sonraki asırlarda Müslümanlarca daima hayırla yadedilmiş ve İslam yurdunun korunması hususunda sarfedilmesi gereken gayretlere örnek gösterilegelmiştir.



Reconquista

Endülüs'te Müslüman-Hıristiyan İlişkileri

Dr. LÜTFİ ŞEYBAN 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak