3 Mayıs 2023 Çarşamba

BİZANS İMPARATORLUĞUNUN BATISINDAN GELEN İSTİLALAR VE İSKÂN POLİTİKASI


Germen İstilaları



III. yüzyıldan itibaren imparatorluğun bütün sınırlarından Germen kavimlerinin bazen küçük bazen büyük kitleler şeklinde geçişleri görülmektedir. İmparatorlukta taht kavgalarından kaynaklanan iç çekişmeler imparatorluğun geniş ancak zayıf sınırlarını daha da korumasız hale getirmişti Germen kavimleri bu zafiyetten yararlanarak imparatorluk topraklarına geçiyorlardı. Got adına tarihte ilk kez günümüz Polonya’sını işgal ettikleri M.S. I. yüzyıl’ da rastlıyoruz.


Gotlar ile ilgili bilinen ilk eser olan Getica’da şu ifadelere yer verilmiştir: “ Gotların epeyce zaman önce başlarında Berig isminde bir kral ile arıların kovanlarından birden bire fırlaması gibi ya kavimlerin fabrikası ya da ülkelerin anası gibi olan Scandza adasından çıktıkları söylenir”. Got adı verilen bu kuzeyli topluluklar Polonya’nın Kuzey’inden Atlantik kıyılarına, Ukrayna’dan İtalya’ya kadar oldukça geniş bir coğrafyada etkili oldukları görülmektedir. Got toplulukları Don nehri ile Aşağı Tuna bölgesini yerleşim yeri olarak belirlemişlerdir. Dinyester nehri Gotları doğu (Ostrogotlar) ve Batı (Vizigotlar) Gotlar olmak üzere ikiye ayırmıştı.


Bosporus Krallığı ve ona bağlı olan Kırım ile kurulan irtibatlar sonucunda barbar olan bu topluluklar geçmişi milattan öncesine dayanan Yunan kolonileri sayesinde ekonomik ve kültürel yönden oldukça zengin mirasın içinde kendilerini buldular. Gotların gelişim ve yayılım stratejilerini iki ana unsur üzerine bina ettikleri görülmektedir. Bir yandan sahil şehirleri yağmalanırken diğer yandan Tuna nehri sınırlarına dayanarak Roma İmparatorluğu ile temaslar sağlanmıştı. Bu irtibatlar neticesinde Boğaziçi’ni kullanarak Marmara’ya oradan Ege sahillerini takip ettiler. Bu akınlar sırasında güzergahları üzerinde bulunan Byzantion, Chrysopolis (Üsküdar) Cyzicus (Aydıncık),oradan Yunanistan içlerine yönelerek Agros, Korint, Atina gibi şehirlerde bu yağma saldırılarından nasibini almış oldular.


Got Halkı Ukrayna’ya geldiklerinde ata binmeyi ve attan savaş aracı olarak yararlanmayı sağlayacak bilgi ve beceriden yoksunlardı. Ata hükmetmeyi öğrenen ve savaşlarda ondan etkin şekilde faydalanmaya başlayan Gotlar böylece denizden ve karadan etkin olarak saldırı imkânına kavuşmuştu. Bu edindiği yeni askeri bilgi ve becerileri sahip olduğu denizcilik tecrübesiyle birleştiren Gotlar için artık Kırım’dan Kıbrıs’a kadar geniş araziler yağma ve akınlar düzenleyecekleri alanlar haline geldi. Bir başka ifadeyle Kırımdan Kıbrıs’a kadar deniz ve kara toplulukları artık Gotların yağma ve talanlarının etkisi altındaydı. İmparatorluk topraklarına tacizlerini devam ettiren Gotlara karşı ne İmparator Gordian’ın vermek zorunda kaldığı yıllık vergi ne de İmparator Decius’un hayatına mal olacak mücadelesi etkili olmuştur. Decius imparatorluk hakkını korumak ve ona sahip olmak için Datça’dan çekilme kararı almıştır. Bu karar sonucunda sınırların korumasız kalması ile Alanlar tarafından baskı altına alınan Gotların Trakya’yı yağmalamasının da nedeni olmuştur.



Decius’un ölümüyle birlikte tekrar başlayan kargaşa dönemi Valerianus’un hâkimiyeti ele alacağı 253 yılına kadar sürdü. İktidara gelen Valerianus, hâkimiyetini sağladıktan sonra imparatorluğu doğudan ve kuzeyden yönelen tehditleri ortadan kaldırmak için harekete geçti. Doğuda oluşan Sasani tehdidiyle kendisi ilgilenirken, oğlu Gallienus‘u ise Trakya’yı aşan Got’lar ve Alamanların oluşturduğu tehdidi önlemek için gönderdi. Gallienus’un bu sırada Ren’e kadar ulaşmış Frank ve Sakson güçleriyle de mücadele etmesi gerekiyordu. İmparatorluğun iç çekişmeler kargaşa ve isyanlarla boğuşmasını fırsat bilen Gotlar, Tuna’dan saldırıya geçerken doğu sınırında ise Pers Kralı Sapur kuzeye doğru harekete geçmiştir. Sapurun imparatorluk topraklarına doğru harekete geçtiği haberinin alınmasını üzerine Valerianus ordusuyla doğuya yöneldi ve buradaki duruma hâkim olmayı başardı.


Persler ile anlaşmaya varmak üzere iken tedbirsizliğinin kurbanı olarak bir hile sonucunda esir alındı. İmparator Valerianus‘un esareti sırasında yaşadıkları Roma tarihinde bir utanç ve leke olarak adlandırılmış. Zosimus imparatorun yaşadıklarını şu şekilde aktarmaktadır:




“Valerianus, Bithynia’daki kargaşayı şimdiye kadar duymuştu, fakat güvensizlik yüzünden komutanlarından birine buranın savunmasını emanet etmeye cesaret etmedi. Bundan dolayı Byzantium’a Felix’i gönderdi ve Antiokheia’dan Kappadokia içine bizzat kendisi gitti ve içinden geçtiği her kente biraz zarar verdikten sonra geri döndü. Ancak daha sonra birlikleri vebaya yakalandı ve onların birçoğu öldü. Bu sırada Shapur doğu üzerine bir saldırı yaptı ve boyunduruk altında bulunanların çoğunu zayıflattı/düşürdü. Bununla birlikte Valerianus o kadar zayıftı ki devlet işlerinin kötü durumundan hiç kurtulamayacağı umutsuzluğuna düştü ve para armağanıyla savaşı sona erdirmeye çalıştı. Bununla beraber Shapur, (para) teklifiyle ona gönderilen elçileri elleri boş geri gönderdi, fakat imparatora görüşmek istediği işlerle ilgili olarak bizzat kendisinin onunla konuşmasını ve gelmesini istedi. Valerianus düşüncesiz bir şekilde kabul etti ve barış şartlarını görüşmek üzere beraberinde küçük bir heyetle birlikte Shapur’a tedbirsizce gidince düşman tarafından hemen ele geçirildi ve böylece günleri Persler arasında bir kölenin durumu içinde her zaman Roma adının yüz karasıyla bitti”. Gotları yenilgiye uğratacak olan ise İmparator Claddius olacaktır. İmparator Claddius bu şanlı zaferi sonucunda hem geçmişin intikamını aldı hem de çok sayıda asker, esir olarak ele geçirdi. Esirler arasında asker olarak faydalanılacak durumda olanlar orduya alınırken geriye kalan esirler ise imparatorluk topraklarında nüfuz bakımından az olan eyaletlere yerleştirildi. Claddius tarafından uygulanan iskân siyaseti bundan sonraki imparatorlar tarafından da kullanılmaya devam edilecektir. Yağmacı Got topluluğu Karadeniz’den ülkesine dönerken geçtikleri yerlerde uğradıkları saldırılar sonucunda ölülerini zarar ve yağmaya uğrayan toplulukların sularına ve topraklarına bırakmak zorunda kaldı. Got baskısı Batı Roma’da da kendini farklı şekilde hissettirmiştir.


III. yüzyıldan itibaren Tuna üzerinden Doğu Roma sınırlarını aşmaya başlayan küçük veya büyük Germen kitleleri, imparatorluğun güven ve müreffeh toplum yapısından etkilenerek asker, çiftçi olarak kabulleri yönünde girişimlerde bulunuyorlardı. Germen kitlelerinin bu talepleri imparatorluğun askeri ve tarımsal istihdam ihtiyaçlarıyla örtüştüğünden imparator ve yöneticiler tarafından memnuniyetle karşılık görerek iskânlarına izin veriliyordu.


İmparatorluğun gerek doğu gerekse de batı bölümüne insani ihtiyaçlarla başlayan huzurlu güvenli ve ekonomik refahın olduğu topraklara yerleşmek ve çalışmak talebiyle Germen kitleleri geliyorlardı. İmparatorluğun gücünden ve imkânlarından etkilenip kabileler halinde kabul için gelenler bile mevcuttu. İmparatorluk ordunun asker, tarımsal faaliyetlerde bulunacak çiftçi ihtiyacını kendi toplumundan karşılayamadığından dışarıdan gelen taleplere mecburiyetinden dolayı müspet yaklaşmıştır.


Gotlar Hıristiyanlığın Aryan anlayışını benimsemişlerdi. Bu anlayış yerel halkların dinsel anlayışından farklı olması nedeniyle benliklerini korumalarını sağlamıştır. Roma ordusunda IV. Yüzyıldan itibaren Gotlardan oluşan askerlerinin sayısının arttığı görülmektedir. Constantin ile Licinius arasında meydana gelen savaşta Got askerleri Constantin’in yanında yer alarak savaşmışlardır. Vizigotlar, Constantin’le varılan anlaşma sonucunda, yaptığı seferlerde 40.000 asker vermeyi taahhüt ettiler.


Büyük Constantin kendinden sonra kimin tahta geçeceği hususunda tam olarak belirleyici bir düzenleme yapmamıştı. Bu durum oğulları II.Constantinus, Constans II.Constantius, arasında iktidar mücadelesinin yaşanmasına neden oldu. Mücadele sürecinde iki kardeşin hayatlarını kaybetmesi Constantius’u tahtın tek hâkimi konumuna getirdi. İç çekişmelere neden olan taht mücadelesi süreci Germen ve Pers tehdidinin daha sıkıntılı bir hal almasına neden oldu. Constantius Sasani tehdidine karşılık zorlu bir mücadele sürecine girdi. Bu mücadele 350 yılında Sasani Kralı II.Shapur ile varılan anlaşmayla sonuçlandı. Constantius iktidarı süresince tahta varis olabilecek herkesi tehdit olarak görmüş, engellemek için her türlü tedbire başvurmuştur. Iulianus (361-363) (Apostata) II.Constantius’a karşı mücadeleye girişerek tahtın hakimi olmayı başardı. Iulianus her ne kadar Pagan inanışını tekrardan ihya etmekle anılsa da imparatorluğu eski günlerine kavuşturmanın çabası içindeydi. Bu amaçları doğrultusunda 363 yılında Sasaniler üzerine sefere çıktı. Verdiği başarılı mücadele neticesinde Sasani başkenti Ktesihon’a ulaştı. Ancak İmparator Iulianus kuşatma esnasında uğradığı saldırı sonucunda yaşamını yitirdi. Iulianus’un ölümü ile birlikte Constantinus un soyu sona ermiş oldu. İmparatorun yerine geçecek caesar yoktu. Yaşanan kargaşa süreci saray muhafızı olan Iovianos’un geçmesiyle sona erdi. Böylece Iulianus’un öldürülmesiyle imparatorluk ordusunun yaşadığı kaos ortamından kurtardı. Yukarı Mezopotamya’dan orduyu Nusaybin’e doğru çekerken ordu açlıktan ölecek duruma gelmişti. Bu durumda kurtuluşu sağlamak ve başkente dönmek için Sasanilerle anlaşma yapmak zorunda kaldı. Yapılan anlaşma sonucunda Nusaybin ve Dicle’nin ötesinde kalan topraklar Sasanilere verildi. Ayrıca Armenia’daki himayesinden vazgeçti. 8 ay süren imparatorluğu 364 yılında son buldu. Iovianos’un ölümünden sonra imparatorluk etkisinin nerede sona ereceği bilinmeyen kavimlerin göç istilasıyla karşı karşıya kaldı. İmparatorluğun artık baş etmesi gereken doğrudan varlığına yönelik olan bir tarafta kuzeyde ve batıda beliren saldırgan milletler, diğer tarafta ise doğu sınırında ortaya çıkan güçlü devletler ile mücadele edeceği bir sürece girmiş oluyordu. Iovianos öldükten sonra tahta Valentınıanus geçti. Valentınıanus kardeşi Valens’i kendisine yardımcı olarak atadı. İmparatorluğun içinde baş gösteren dini mücadeleler ve buna eklenen isyanlar imparatorluğu içten içe zayıflatırken, sınırların doğusunda ise Constantios döneminden itibaren güçlenen bir Sasani varlığı kendini iyice hissettirmeye başlamıştı. Doğu Romanın yönetiminden artık Valens sorumluydu. Gotlar iki kardeşinde en önemli tehdit unsuru olarak dış politikanın ağırlık merkezini oluşturuyordu. Hunların tehdidinden kaçan kalabalık Vizigot grupları, imparatorluktan sığınmak için toprak talep etmişlerdi. 200 bin kişilik kalabalık bir grup, kuzey Bulgaristan bölgesinde yer alan Mezi’de yerleştirildiler. İmparator Valens ordunun ihtiyacı olan asker açığını düşünerek bunun imparatorluk ordusuna büyük bir katkı sağlayacağı düşüncesindeydi. İmparator Valens’in sığınmacılarla ilgili emirleri yerine getirilmedi. Kont Lipicinus sorumluluğunda olan Trakya’da bulunan Gotlara vaat edilen yerleşmeleri karşılığında verilmesi gereken yiyecekleri verilmedi. Bazı devlet görevlileri ise bu durumu fırsata dönüştürerek yiyecekleri yüksek fiyattan satmaya çalıştılar. Tüm bu olumsuzluklara Gotların köle olarak satılması da eklenince Gotlar isyan ettiler. Trakya’ya gelen İmparator Valens, karşısındaki gücün 10 bin kişiden oluştuğuna dair yanıltıcı bilgi almıştı. Edirne’ye varan askerleri oldukça yorgun durumdaydı. Burada yapılan savaşta Doğu Roma İmparatorluğu çok ağır bir yenilgi aldı. Bu yenilgi eski Roma İmparatorluğu ordusunun sonu olmuştur. Hadrianopolis savaşı sonucu itibarıyla Romalıların cesaretlerinin kırılmasına neden olurken savaşın galibi Barbarlara büyük bir güven duygusu kazandırmıştır.



İmparator tarafından bizzat ordunun ihtiyaçları düşünülerek iskân hakkı verilen topluluğun isyanı Valens’in öldürülmesiyle sonuçlandı. Hadrianopolis (Edirne) savaşı sonucunda Persler doğuda rahat hareket etme imkânına kavuştu.


Yaşanan bu büyük felaket ortaya çıkan tehdidin savaş yöntemleriyle askeri güç kullanarak çözülemeyeceğinin göstergesiydi. İmparatorluğun doğusunda “Büyük” unvanına sahip, babasının adını aldığı gibi onun askeri yeteneklerine de sahip olan oğlu Teodosios, 379’da imparator oldu. Tahta geçtiği dönemde Hadrianopolis savaşında ordunun uğradığı kayıplar nedeniyle büyük bir askeri açık meydana gelmişti. Asker açığını gidermek için gazilerin oğullarına hatta askere alınmamak için sakatlanmış olanlardan bile yararlanma planları yapılması imparatorluk ordusunun içinde bulunduğu zor durumunu göstermektedir. Teodosios, öncelikle Edirne savaşında ordunun uğradığı zayiatlar neticesinde lojistik ve asker kayıplarının psikolojik çöküntüsünü atlatamamış, ordusunun karargâhını Selanik’e kurdu. Böylece başkent surlarından Adriyatik Denizi’ne kadar uzanan alanda hareket planını uygulayabilecek coğrafi hâkimiyet sağlamış oluyordu. Bölgede talan girişiminde bulunan Got saldırılarına karşı başarılı müdahaleler, askerlerinin güvenlerini artırıyordu. Barbarlar, liderleri Fritigern’in ölümüyle birlikte kitleleri bir arada tutan gücü kaybettiklerinden dağınık, disiplinsiz ve karşılarına çıkan her şeye zarar veren kontrolsüz bir yapıya dönüştüler. Ostrogotlar ile Vizigotlar arasında eski dönemlere dayanan kıskançlıklar tekrardan ortaya çıktı. Birbirlerine karşı olan hınç ve çekişmeler imparatorluğun işine geliyordu. Teodosios, Germenler arasındaki mücadele ve rekabetten çeşitli hediyeler ve vaatlerle kendi lehine yararlanma imkânı buldu. Modar, adlı Amal soylusunun imparatorluk tarafından kazanılmasıyla önemli bir gücün desteği sağlanmış oldu. General konumuna getirilen Modar kendi soydaşları üzerine yaptığı baskınlarla birçoğunu kılıçtan geçirirken getirdiği ganimetlerle imparatora olan bağlılığını göstermişti. Got lideri Athanarik’in müttefikliğinin imparatorluğa büyük katkılar sağlayacağı düşüncesiyle başkente davet etti. İmparatorun gerek yaşlı Athanarik’e karşı uyguladığı onurlu karşılama töreni gerekse kısa süre sonra ölümü nedeniyle yapılan yas töreni Athanarik taraftarları üzerinde oldukça olumlu bir etki bıraktı. İmparatorun tutumu ve izlediği bu siyaset sayesinde Got ordusu artık imparatorluğun emri altındaydı. Gotların güvenini kazanmak için tam özerklik tanınırken vergide muafiyet getirildi. İmparator Got tehdidine karşı önceki imparatorlardan farklı bir politika yürütüyordu. Yaşanan gelişmeler Gotlarla barış yapma yönünde gelişti. 3 Ekim 382 yılında varılan bu anlaşma sonucunda topraklara yerleşme hakkı verilen Gotlar, bunun karşılığında imparatorluğa karşı foedareti olarak imparatorluk ordusuna girmiş oluyorlardı. Gotlar imparatorluğa kendi kabile özelliğini ve kendi askeri yapılanmasını kabul ettirerek yerleşme hakkına sahip oldular. İmparatoru yaşadığı konjonktür bu anlaşmayı yapmaya sevk etmişti. Doğu Roma İmparatorluğu bu dönemde insan gücü açığını gidermede büyük sıkıntılar yaşamaktaydı. İmparatorluğun Asker ihtiyacı için ordu saflarına aldığı her asker vergi gelirinde bir azalmaya neden olurken toprağı işleyen colonus’tan da mahrum kalmak anlamına geliyordu. Edirne yenilgisinin acı sonuçları oldukça yeniydi. Ve Gotlar üzerinde henüz üstünlük sağlanamamıştı. İmparatorluk savunması Balkanlar bölgesinde özellikle Tuna da Hun, orta kesimde Sarmat ve Lantinensesler, Tuna’nın aşağı bölümlerinde ise Alanlara karşı imparatorluk savunması oldukça ince bir yapıdaydı. Ancak müttefik (foederati) veya imparatora bağlı asker sıfatıyla yüksek ücretler ödenen Germenler, yüksek meblağlı giderlere neden olduğundan İmparatorluk vatandaşları üzerinde vergilerin artmasına ve Germenlere karşı husumet duygularının büyümesine neden oldu. Bu anlaşma sonucunda kesin olmamakla birlikte 100 bin kişiden oluşan Got nüfusu imparatorluk topraklarında iskân edildi.


Theodosius ‘un ordunun yeniden yapılandırması için izlediği politika sonucunda ordu içinde Gotların ağırlığının artmasına neden olurken bu durum toplumun ileri gelenlerinde büyük bir tepkiye yol açtı. Huzursuzluğu azaltmak için Germen gruplardan Vizigotların Pannonia’yada iskânları sağlanırken Ostrogotlar ise Trakya ve Anadolu’nun çeşitli yerlerinde iskân edildiler. Germenlerin iskânının gerçekleştirildiği savaşlar ve saldırılar sonucunda boş durumda olan topraklarda, yaşamlarını devam ettirebilmeleri için ücretsiz tohum ve hayvanlar dağıtıldı. Zamanla imparatorluğu korumak amacıyla topraklarına yerleşmesine izin verilen Germen güçleri ırkdaşları karşısında en önemli askeri güç haline geldi. Bu sorunların en başında şüphesiz imparatorluğun varlığını tehdit eden Germen kavimlerinin saldırılarıydı. Bir taraftan da Germen asker ve komutanlar imparator nezdinde büyük bir itibar görmekteydiler. Selanik’te konuşlandırılmış Germen askerlerinin sebep olduğu kargaşa ve şiddet olayları halka karşı tecavüzlere dönüşmesi sonucunda halk askerlere karşı harekete geçti. Olayların sorumlusu olarak görülen komutan, Butheric Selanik halkı tarafından öldürüldü. Bu duruma oldukça öfkelenen İmparator Germen komutanın öldürülmesinden Selanik halkını sorumlu tutarak ayırt etmeksizin halkın kılıçtan geçirilmesine neden olacak emrini verdi.


Doğuda Sasaniler ile imparatorluk arasında Armani’a üzerindeki kontrolün sağlanması konusu büyük bir soruna dönüşmüştü. İmparatorluğun Got tehdidi altında bulunması, Sasanilerin iç çekişmelerine neden olan taht kavgaları tarafları soruna barış yoluyla çözüme götürecek anlaşmanın yapılmasını sağladı. Armani’a topraklarının paylaşılmasında beşte birlik bölüm imparatorluğa bırakılırken geriye kalan topraklar Sasanilerin hâkimiyetine geçmiş oldu. İki imparatorluk arasında yeni sınırı Erzurum ve Silva’nın şehirleri oluşturdu. Anlaşmaya göre Roma İmparatorluğunun aldığı toprak beşte bir oranında olmasına rağmen kontrolüne geçen Fırat ve Dicle arasında önemli konuma sahip yerler nedeniyle oluşacak herhangi bir olumsuz durumda stratejik üstünlük sağlayacak konumda olacaktı.


İmparatorluğun doğusunda bunlar yaşanırken batı bölümünde ise iç çekişmeler ve Milano Piskoposu Ambrosius gibi bazı piskoposların etkili olduğu dinsel tartışmaların neden olduğu bir süreç yaşanmaktaydı. Gratianus’un barbar askerlere olan yakınlığı Roma asıllı askerlerde büyük bir rahatsızlığa neden oluyordu. Romalı askerler Magnus Maximus liderliğinde ayaklanma başlattılar. Gratianus ayaklanmayı bastırmadaki başarısızlığı hayatına mal oldu. İtalya gaspçı Maximus tarafından işgal edildi. Theodosius haberi alır almaz batıya doğru harekete geçti. Maximus güçleri Theodosius’un ordusu karşısında ağır bir yenilgiye uğradı. Yakalanan Maximus, idam edildi. II.Valentinianus’u koruması altına alan Theodosius Roma İmparatorluğunda yeniden tek bir imparatorun yönetimini hakim kıldı. Ancak İmparatorluğun tek bir yönetim altında birleşmesi için büyük çabalar gösteren İmparator Theodosius, ölümünden önce kendisi İmparatorluğu oğulları Arcadius’u Doğuda, Honorius’u ise batıda imparator ilan ederek bölmüş oldu.


İmparatorluğun bölünmesiyle ilgili verilmiş olan imparator iradesi küçük kardeş olan Arkadios’a Doğu yarısının bırakılması Konstantinos’un idari taksimatından bu yönüyle farklılık göstermektedir. Büyük imparatorun tecrübesiz ve deneyimsiz çocuklarından Honorius İtalya’dan Afrika’ya Galya’dan İspanya’ya ve Britanya’yı uzanan bölgenin imparatoru olurken kardeşi Arcadius, Trakya’dan Mısır’a Küçük Asya’dan Etyopya’ya Aşağı Tuna Bölgesi’nden Pers diyarına uzanan toprakların hâkimi olmuştur. Küçük yaştaki imparatorlara batıda Stilicho doğuda ise Rufinus naib olarak seçilmişti. Stilicho katıldığı savaşlardaki başarısı ve sadakatiyle ön plana çıkmıştı. Rufinus ise fırsatları kendi lehine çevirmedeki ustalığı ile bu makamlara ulaşmıştı.


Kendi komutanlarının idaresi altında yaşayan Vizigotlar, bu dönemde komutan olan Alaric’in liderliği etrafında birleşmişlerdi. Alaric hakkı olarak gördüğü ancak imparator Theodosius’un tarafından verilmeyen magister militium unvanının kinini tutmaktaydı. İmparator Theodosius ölümü sonucu başa geçen küçük yaştaki Arcadius yönetiminde oluşan boşluk kendisine bu fırsatı sağlamış oldu. Askerleriyle birlikte Moesia, Trakya, Makedonya’ya doğru büyük bir yıkıma ve talana giriştiler. Constantinopolis’i bile tehdit edecek duruma gelmişti. Refinus’un girişimleri sonucunda yüklü miktarda rüşvet vermekte dâhil olmak üzere Doğu Roma diplomasinin bütün incelikleri kullanıldı. Bunun sonucunda Alaric askerlerinin yönünü Yunanistan’a çevirdi. Bu işgal ve yağma girişiminden Atina şans eseri kurtuldu. Yardıma gelen Stilicho, Aleric kuvvetlerini kuşatmayı başarmış olsa da bu kuşatmadan da kurtulan Alaric Epirus dağlarına çekildi. Bir yıl sonra varılan anlaşma neticesinde Tuna, İstanbul ve Yunanistan’ın en ücra yerlerine kadar, Balkanları yağmalayan, yakan, yıkan bu asi Vizigot liderine magister militium per İllyricum unvanı verilerek taltif edildi. Alaric liderliğindeki Gotların, (395-410) tarihleri arasında sahip oldukları güç, doğu ve batı imparatorluğunu ayıran bir iç sınırın çökmesine neden oldu. Gotlar Trakya’dan Aquileia ve julian Alpleri’ne uzanan geniş alanda oldukça etkiliydi. Alaric Doğu ve Batı Roma yönetiminden sonra bölgede en önemli güç haline gelmişti. Alaric Got destekçisi hadım Eutropius’un, 399 yılında çıkan isyan sonucunda isyancıların isteği üzerine görevinden alınmasına tanık olmuştu. Halkın duyduğu öfke sonucunda Gaines’in Constantinopolis’in dışında olması fırsatından yararlanarak ellerindeki mevcut imkânlarla barbarlara karşı harekete geçmeleri sonucunda 7 bin Got hayatından olmuştu. Got asıllı komutan Gaines ve askerlerinin başına gelenler imparatorluğun doğusunda artık geleceğin olamadığını anlaması için yeterli gelmişti.


Got karşıtlığının halk nezdinde imparatorluğun batı bölümümde de görmekteyiz. Stilicho’nun cezalandırılıp öldürülmesi sonucunda halkın Got, Hun, Vandal güçlerine saldırmaları ve asker ve ailelerinin acımasızca katledilmeleri halkın biriken tepkisinin yansımasıydı.


Toplumun Germenlere bakışını en iyi ifade eden dönemin önemli bir söz ustası ve din adamı olan Synesius’un İmparator Arcadius’a görüşlerini ifade ettiği sözlerinde açıkça görülmektedir.“Synesius imparatoru şöyle uyardı:



“Eli silahlılar (barbarlar) gücü ellerine almak ve vatandaşların yöneticisi olmak için en küçük bahaneyi kullanacaklar. Sonrasında silahsız halk, askeri mücadelelerde pişmiş adamlarla savaşmak zorunda kalacaklar. Öncelikle onlar (yabancılar) yönetim kademelerinden uzaklaştırılmalı ve senatörlük rütbeleri ellerinden alınmalıdır. Çünkü antik dönemlerde büyük bir hürmet gören bu makam yabancıların etkisi nedeniyle itibarsızlaşmıştır. Diğer meselelerde olduğu gibi bu meselede de ahmaklığımız karşısında şaşırıp kalmaktayım. Şöyle ya da böyle orta halli her evde bir İskit (Got) köle ile karşılaşırız. Aşçımız ve sakimiz olarak bize hizmet ederler. Ayrıca sokaklarda da sırtlarında küçük oturaklar taşıyan açık havada dinlenmek isteyenlere hizmet vermeyi teklif edenler de İskitlerdir. Fakat şurası var ki, günlük hayat içerisinde bize hizmetçilik yapan bu açık beyaz tenli ve saçları Euboic tarzda kesilmiş bu aynı adamların siyasi hayat içerisinde bizim yöneticilerimiz olmaları şaşırtıcı değil midir? Nasıl ki biz buğdayı çimlendiği takdirde iyi cins tohuma zarar verecek bütün saman ve çöpten ayırmak suretiyle onu temizliyorsak imparatorda birliklerini temizlemelidir. Sizin babanız aşırı merhametinden dolayı onlara (barbarlara) hoş bir şekilde davranıp lütufta bulunarak müttefikler arasında onlara makamlar, siyasi haklar verdi ve onları şereflendirdi, kadirşinaslık göstergesi olan bu büyük lütufları anlamadılar. Barbarlar bu lütufları zayıflık göstergesi olarak anladılar ve bu tavırları onların mağrur ve kibirli hareket etmelerine sebep oldu. Yerel halktan askere daha fazla insan alarak ve böylece ordumuzun kendi gücünü ve cesaretini arttırmak suretiyle hâlihazırda tamamlanması gereken işleri tekmil yapmalısınız. Bu adamlarla mücadeleye inatla devam edilmelidir. Ya bu barbarların topraklarımız işgal etmelerine müsaade etmek suretiyle, silahlarını bırakıp Lacedaemonianlara köle olan Messianların örneğini takip edeceğiz ya da Tuna nehrini öbür tarafınsa yaşayanlara Romalıların artık onlara nazik davranmayacaklarını, çünkü artık asil bir genç tarafından yönetildiklerini ilan edip, onların geldikleri yoldan gerisin geri gitmelerini sağlayacağız.”


İmparatorluğun genişleyen sınırlarını korumasında ordu hizmetinde bulunmak, boş arazilerin işletilmesini sağlayarak tarımsal faaliyetlerin yürütülmesini ve yeniden ekonomiye kazandırılması düşüncesiyle girişlerine müsaade edilerek iskânları sağlanan bu halk, 25 yıl içerisinde devletin idari, askeri ve bürokrasisine hâkim olurken yaptıkları uygulamalarla halkın kin ve nefretinin odağı konumuna gelmişlerdi. Ordunun en etkili ve Germen kökenli generali olan Gaines, imparatorluk sarayının en önemli gücü olan hadım Eutropiu’un imparator ve saray üzerindeki etkisini ve gücünü ortadan kaldırmanın planlarını uygulamak için fırsat beklemekteydi. Anadolu’da çıkan Got isyanı harekete geçmesine imkân sağladı. Eutropiu uzaklaştırmayı başaran Gaines isteklerini arttırdı. Bu gelişmeler halkın Gotlara karşı olan tepkisinin ve öfkesinin artmasına neden oluyordu. Gaines’in başkent dışında olduğu dönemde hareketlenen öfkeli halk, Germen askerlerini acımasızca öldürdüler. Halkın öfkesi sadece askerler ile sınırlı kalmadı Germen aileleri de biriken öfkenin gazabından kendini kurtaramayarak yaşamlarını yitirdiler. Gaines Hunlara sığınarak hayatını kurtarmaya çalıştıysa da kellesinin imparatora Hun dostluğunun ifadesi olarak armağan edilmesinden kurtulamadı. Gaines’in imparatorluğu ele geçirmek için yaptığı bu darbe girişimi oldukça acı bir şekilde sonuçlandı. Başarışız girişim, askeri güce sahip Germen komutanlarının imparatorluğun doğu yönetimini tamamen etkisi altına alabilecek güce ulaşamadıklarını göstermektedir. Theodosius’un Got siyaseti çok ağır bir bunalıma sebep oldu. Bütün bu yaşananlar neticesinde Alaric halkıyla birlikte çeyrek asırdır yaşadıkları Makedonya‘yı, Dacia’ı terk etmek durumunda kalacaktır. Güzergâhları artık batıya doğru olan Alaric liderliğindeki Gotlar, Doğu imparatorluğu için tehdit olmaktan çıktılar. Aleric’in halkıyla birlikte 409 yılında Balkanlardan tamamen çekilerek İtalya’ya yönelmeleri imparatorluğa ve imparatora Balkanlarda daha sakin bir dönemin yaşanmasını sağlamıştır.


Arcadius’un ölümü üzerine henüz yedi yaşında olan oğlu II.Theodosius tahtın varisi olarak imparatorluk tahtına geçti. II.Theodosius yönettiği imparatorluk, yaşının küçük olması ve karakter yapısı nedenleriyle imparatorluk kadınlarının ve bürokrasisinin nüfuslu güçlerinin etkin olduğu bir dönem oldu. Panion’lu Priscus II.Theodosius, özelliği olarak “ savaş taraftarı olmayan korkak bir hayat süren, barışı silahlarla değil nakit ödemeyle satın alan ve icraatlarını hadımların etkisinde gerçekleştiren” bir kişilik olarak belirtmektedir. II.Theodosius etrafında bulunan ablası Pulchria, eşi Eudoxia ve Anthemius gibi yetenekli ve güçlü kişilerin sayesinde imparatorluğun yönetimini sürdürdü. Bu dönemde sınırların güvenliğinde tehdit oluşturacak biçimde önemli saldırıların meydana gelmediği sakin bir dönem yaşandı. Gotların boşalttığı Balkanlar’ın kuzeybatısında bulunan yerleşim yerlerine verdikleri hasarlar giderilmeye çalışıldı. Balkanlar’da görülmeye ve etkili olmaya başlayan Attila liderliğindeki Hunlar, değerli hediyelerle kontrol altında tutulmaya çalışıldı. Doğu sınırında Sasaniler ile ilişkilerde önemli bir sorun yaşanmadı. Doğuda yaşanan sükûnet döneminin Arcadius ölmeden önce oğlu Theodosius’a Sasani imparatoru olan I.Yezdegerd’i vasi olarak bırakmasından kaynaklandığını ileri süren görüşlerde mevcuttur. Şehirlerin korunması amacıyla surlar inşa edildi. Ancak Batı Roma Germen saldırıları karşısında aciz durumdaydı. Roma işgal edilip Alaric’in gazabına uğrarken bunu Kuzey Afrika, Batı Avrupa takip etmiştir.


Constantinopolis’in artan nüfusunu mevcut alanın içine yerleşmesi mümkün olmadığından halk, surların dışında iskân edilmeye başlanmıştı. Bu da şehir halkının güvenliğinde dış saldırılara karşı savunmasız bir durum meydana getirdiği için büyük bir tehlike oluşturmaktaydı. II.Theodosius surları bir taraftan 408 yılının depreminin oluşturduğu yıkıntı ve hasarları gidererek izlerini silmeye çalışırken bir taraftan da artan nüfusu içine alacak şekilde surları genişletmeye çalıştı. II.Theodosius 450 yılında ölümünden önce erkek çocuğu olmadığından tahtta bir krizin yaşanmaması için tahta geçecek varisi olarak kız kardeşi Pulçheria, Trakyalı bir asker olan Marcian ile evlendirerek sorunu önlemiş oldu. Tahta geçen Marcianus (Markianos) ilk olarak Hunlara haraç ödemeyi reddederek düşmanlara karşı izlenecek politikanın eskisi gibi olmayacağını gösterdi. Balkanlarda Hunlarla olan mücadelede talih Marcianus’dan yana oldu. 453 yılında Hunların azametli lideri Attila’nın ölümüyle birlikte Hun imparatorluğu içinde bulunan kabile ve milletler çözülmüş ve oğulları arasında başlayan iktidar mücadelesi Hun tehdidini tedricen azalmıştı. Bu dönemde İmparatorluğun nüfusu 16 milyon olarak tahmin edilmektedir. Constantinopolis’in nüfusu ise 200 bin kişidir. Bu dönemin yine en önemli özelliği Diocletianus, dönemimden sonra asker maaşlarının düzenli olarak ödenmesi olmuştur.


Marcianus da selefi gibi veliahtı olamadan ölmüştür. İmparatorluk için en güçlü aday Magister Militium per Orientem olan Aspar görülmektedir. Ancak kendisi Arian mezhebine mensup olduğundan tahta geçmesi olanaksızdı. Bunun üzerine I.Leo’nun imparator olmasını kendi oğullarından birinin İmparatorun ardılı göstermesi şartıyla destekledi. Ancak İmparator I.Leo kendisine taht yolunu açan Aspar’dan da kurtulma planları yapmaya başladı. Onun ordu üzerindeki etkisini sonlandırmak içinde savaşçı özellikleri ile tanınan İsaurianları kullandı. Başkent halkının Aspar’ın nezdinde bütün Gotların sahip oldukları güce karşı tepkilerini açıktan ifade ediyorlardı. İmparator Leo’nun Afrika’nın kuzeyinde Vandallara karşı büyük masraflarla hazırlanan ve büyük bir beklentiyle sebep olan seferin başarısızlıkla sonuçlanması Gotlara duyulan tepkileri arttırdı. Seferin düzenlenmesine karşı olan Aspar ve Gotlar başarısızlığın sorumlusu olarak görülüyorlardı. İmparator savaşçı İsaurianların desteğiyle Aspar ve aile efradından olan kişiler yakalanarak öldürüldü. Germenlerin imparator ve başkent üzerindeki baskısı, gücü son bulmuş oldu.


Zeno’nun imparatorluğu döneminde önceki dönemlerden devam eden ve çözülemeyen Vandal sorununun çözümü için girişimlerde bulunuldu. İsaurianlılardan oluşan askeri birlikler oluşturarak ordu içindeki barbar etkisini sonlandırmaya çalıştı. Ordunun yarısını oluşturan Barbarların yerini kendi yerli halkından oluşturmaya başladı. İmparatorluk sarayı ve bütün önemli görev ve yetkiler imparatorun soydaşlarının denetimine geçti.


Hun lideri Attila’nın ölümünden sonra Pannoni’a bulunan Ostrogotlar Balkan coğrafyasında yaptıkları yağma ve saldırılarla tehdit olmaya devam ettiler. Çıkardıkları isyan ve yağma olaylarıyla bu bölgedeki şehirleri yakıp yıkarak tahrip ediyorlardı. İmparator Zeno Balkanlar’daki topraklarında Gotların neden olduğu tehditten kurtulmak için girişimlerde bulundu. İmparator Zeno halkına yerleşeceği verimli topraklar arayan Got lideri Teodoric’in Batı Roma’ya gitmesi halinde ulaşacağı imkânlar konusunda dikkatini çekmeyi başardı. Odoaker 476 yılında Roma’nın son İmparatoru olan Romulus Augustulus’un tahtına son vererek İtalya’nın hâkimi durumundaydı. Germen olan Odoaker imparator olma imkânı olmadığından kendisine Roma patriklik unvanı ve İtalya’nın yönetiminin verilmesi talep ediyordu. Teodoric’in tüm halkını İtalya’ya götürmesi ve Odoaker’i devirip ülkeyi imparatorluk egemenliği altında Ostrogot kralı olarak yönetmesi konusunda Zenon’la anlaşmıştı. İmparator Zenon, Gotları liderleri Teodoric eşliğinde bu topraklardan çıkıp imparatorluğun batısına gitmesi konusunda başarılı oldu. Bu ikna sonucunda Gotların Batı Roma’ya doğru büyük göçü başladı. Odoaker’ı yenilgiye uğratarak Ravenna şehrini ele geçiren Teodoric krallığına merkez yaptı Böylece İmparatorluğun doğusu Balkan yarımadası Got tehdidinden kurtuldu.


I.Anastasius imparator olması ile birlikte bu durumu kabullenemeyen İsaurialılar ayaklanarak isyan çıkardılar. Ancak bunlardan netice alamayınca kaçabilenler yeniden dağlık bölgelere dönerlerken Zeno ailesi ise sürgün edildi. Anadolu’da toplanan İsaurialılar, imparatorluğa karşı isyan girişimlerinde bulunsalar da başarılı olamadılar. İmparator İsaurialıların bir güç olarak ortaya çıkmalarını tamamen ortadan kaldırmak için onları İsauria’dan çıkarıp Trakya’ya sürgün yoluyla iskânlarını gerçekleştirdi. Güvenliğin sağlanması için İsaurialıların zorunlu göçe dayanan iskânı neticesinde Bizans İmparatorluğunun etnik yapıdan kaynaklı bu buhranı sona ermiş oldu. Gotlardan boşalan Balkan hudutlarında bu defa da Bulgar, Get, İskit toplukları görünmeye başladılar. Bulgar adı ilk defa imparator Zeno döneminde geçmektedir. Slavlarla birlikte Anastasius döneminde Balkan Yarımadası’ndaki şehirlere yapılan yağma talan olaylarında görülseler de yerleşmek gibi bir eğilimleri olmadığından tekrar geri dönüyorlardı. Bu mütecaviz olaylar aslında Iustinianus dönemi imparatorluğu sarsacak olan Slav akınlarının ön habercisiydi. 493 yılında Bulgarlar Tuna’yı geçince I.Anastasius başkenti kuzey yönünden gelecek saldırılara karşı korumak için “Uzun Duvar ”adı verilen seti inşa ettirdi. Yolların önemli geçiş noktaları ve vadi girişlerini kontrol altında tutmak amacıyla güçlü istihkâmlar kurdurdu. I.Anastasius izlediği sıkı ekonomik politikalar sonucunda hazinede 320 bin libre altın birikmişti.


Avar İstilaları


Avarların menşei ile ilgili birçok farklı görüş vardır. Gerek filolojik gerek arkeolojik gerekse de tarihsel kaynaklar arasında yaklaşım farklılığından kaynaklanan Avar menşeine dair görüşler bulunmaktadır. Avar kitlesi, içinde Ogur boyları ve Gök Türklerin egemenliklerinin genişlemesiyle batıya doğru göç etmek zorunda kalan bazı Moğol, Alan gruplarının da yer aldığı asıl unsurlarını ve hâkim zümresini ise Türklerin oluşturduğu topluluklardan meydana gelmekteydi. Frank krallığı ile Doğu Roma İmparatorluğu arasında kalan, Avrupa’nın doğusunu oluşturan bölgede Hunlardan, Sabarlardan ve Bulgarlardan (Ogur) oluşan dağınık toplulukları bir araya getirip güçlü bir devlet oluşturmuşlardır. Avarlar Germen ve İslav toplukları üzerinde yaklaşık olarak 2,5 asırlık hâkimiyet kurmuşlardır.


558 tarihinde, Sabarların hâkimiyetini sonlandıran Avarlar, Kafkasya yönünde hareket ettiler. Avarlar ile Doğu Roma arasında ilk münasebetlerin başlaması Alan lideri Zaros’un aracılığı ile gerçekleşmiştir. Avarların yerleşecekleri bir yurda Doğu Roma ise özellikle Balkan bölgesinde sürekli olarak saldırılar düzenleyen Kutrigur Bulgarlarına karşı koyacak bir güce ihtiyaç duymaktaydı. Iustinianus döneminde (527-565) kuzey Afrika’da Vandallara, İtalya’da Ostrogotlara karşı yapılan uzun savaşlar sürecinde Iustinianus imparatorluğun batısında hâkimiyetini sağlayıp bu güçlere son vermişse de Balkanlarda yapılan mücadelelerden bir sonuç alamadı. İmparator Iustinianus’un saltanatının karşı karşıya kaldığı saldırıları olayların şahidi olan Prokopios “ İllricum ve bütün Trakya Iustinianus’un İmparator olduğu dönmeden itibaren neredeyse her yıl Hun, Slav ve Ant saldırılarına uğruyor… Her saldırıda 200 binden fazla Romalı öldürüldü ya da esir alındı…”şeklinde dönemin nasıl bir saldırı ve kuşatmayla karşılaştığını aktarmaktadır. Birbirinden farklı ve uzak coğrafyalarda verilen, uzun bir zamanı kapsayan savaşlar dönemi neticesinde imparatorluk askerleri her yönden oldukça yorgun durumdaydı.


Balkanlarda sürekli olarak Doğu Roma topraklarına saldırılarda bulunan Kutrigur Bulgarları’na karşı koyabilecek bir güç imparatorluğun içinde bulunduğu durumdan dolayı amaçlarına uygun düşmekteydi. Avar topluluğunun kalıcı iskânı için toprak ve yıllık vergi ödenmesi teklifiyle elçi göndermişti. Avarların gönderdiği elçi, 558 yılında başkente oldukça iyi bir şekilde karşılandı. Avar Elçisi Kandik, imparatorluğun askeri yönden ihtiyaç ve taleplerini bildiğinden bu görüşmelerde savaşçılık yönlerinin üstünlüklerini ve sahip oldukları güçten övünerek bahsetmiştir. Avar saldırılarından ve baskısından kurtuluş yolu olarak her yıl vergi ödemeyi İmparator Iustinianus içinde bulunduğu şartlar gereği kabul etmek zorunda kaldı. Sağlanan anlaşma gereği Avarların baskısı sonucunda İmparatorluğa tehdit oluşturan Utigur (Bulgar)lar bulundukları Don ve Kuban bölgesini terk ederek daha kuzeye çekilirken Sabirler bu hücumlar sonrası bir daha toparlanamayacak şekilde dağıldılar.


Onogur ve Kutrigur Bulgarlarının hâkimiyetlerinin sonlandırılması, Karadeniz’in kuzeyinde Avar hâkimiyetinin tahsis edildiği anlamına gelmektedir. Avarlar Doğu Roma İmparatorluğuna bağlı federe bir devlet olmanın gereğini yerine getirmiş oluyorlardı.

Bir yıl sonra başkent sokaklarında görülen kalabalık Avar heyeti uzun örgülü saçları ve farklı giyimleri ile halkın oldukça dikkatini çekmiştir. Başkent ahalisinde oldukça merak uyandıran bu insanları daha yakında görebilmek için halk, sokaklarda toplanmıştı. Heyetlerin vardıkları anlaşma sonucunda Doğu Roma İmparatorluğu Avar kitlesinin Tuna civarında iskân edilmesini kabul ederken buna karşılık imparatorluğa saldırılarda bulunan Bulgar ve Slavları engelleyecekti.


İmparator Iustinianus, Balkan topraklarının güvenliğini sağlamak için Avar askeri güçlerine olan ihtiyaçtan dolayı iskân edilmeleri hususunda izin vermeyi uygun görmesine rağmen bu askeri gücün kendisi için bir tehdit oluşturmamasına yönelik bir dizi önlemler almaya çalıştı. Bu amaç doğrultusunda İmparator Constantinopolis’i Avar topluluklarının tehdidinden korumak için tedbir olarak İslav topluluklarından medet umarken, savaşçı özelliği ile ön planda olan Antları Tuna’nın aşağı kesimlerine yerleşmeleri için teklifte bulunarak Avar ilerleyişi yönünde beşeri bir sur oluşturmayı amaçlamıştır. Avarlar kitlesine dâhil ettiği Bulgar Türkleri ve Ogur Türkleriyle birlikte Iustinianus’un Antlardan oluşturduğu seddi geçerek birçok İslav topluluğunu da yenilgiye uğrattılar. 562 tarihinde Tuna’nın aşağı bölgesine ulaşan Avarlar Doğu Roma imparatorluğunun yeni sınır komşuları oldular.


Bizans İmparatorlarının Çıkarları ve Avarların Beklentileri




560 yılında Avarların başına geçen Bayan Han ile birlikte Avar Bizans (Doğu Roma) İmparatorluğu ilişkilerinin karşılıklı menfaate dayanan ve birbirlerine karşı oldukça temkinli bir strateji üzerinden yürütüldüğü görülmektedir. Bayan Han’ın sahip olduğu güç ve yetenekleri sayesinde Avar güçleri Orta Avrupa ve Balkanlarda saldırılarda bulunarak akınlarını Galli’a bölgesine kadar sürdürmüşlerdir.


Alanlar aracılığı ile başlayan ilişkiler neticesinde Avarlar, Doğu Roma imparatorluğunun düşmanlarını Balkanlarda mağlup ederek tehditlere karşı koruma görevini başarıyla yerine getirdiler. 562 yılında bu başarılar sonucunda Avar halkının Doğu Roma topraklarında iskanı için imparator Iustinian’a anlaşmanın gereği olarak yer göstermesini talebiyle tekrar elçi gönderildi. Avarlar imparatorluk topraklarında yaptıkları akınlar neticesinde elde ettikleri Dobruca ve aşağı Tuna bölgesinde bulunan Wallachian ovasına yerleşmek arzusundaydılar.


Avar askeri varlığını imparatorluk için tehlikeli ve aynı zamanda geçmişte Vizigotların bu bölgede yaptıkları tahribatlardan dolayı bunlarında tehdit olabileceği düşüncesiyle iskân alanı olarak Pannonya gösterildi. İmparator Iustinian’ın amacı Avarların kesinlikle Tuna Nehrinin güney bölgelerinden uzak tutmak stratejisinin bir gereğiydi. Pannonya’ya Avar kitlesinin gitmesi sağlanırsa Avarlar hem imparatorluğun başkenti için tehdit olamayacak hem de Pannonya’ya yerleşmek için imparatorluğun düşmanları olan Longobardlar ve Gepitler kontrol altına alınmış olacaktı.


Longobardlar ile Gepitler Macar ovası nedeniyle husumet içinde bulunuyorlardı. Tuna’nın Batısına doğru harekete geçen Avar güçleri Longobardlar ile anlaşarak Tuna’nın orta kesiminde hüküm süren Gepidleri büyük bir yenilgiye uğratarak yerlerinden ettiler. Gepitler aldıkları yenilgiyle bir daha bağımsız bir kavim olma özelliğine kavuşamadılar. Avar varlığını kendisi için tehlike olarak gören Longobardlar kendisine bağlı kabilelerden oluşan kalabalık halk kitlesiyle birlikte İtalya’ya çekilip bu bölgeleri terk etmek durumunda kaldılar. Böylece Avarların hâkimiyet alanı Macaristan’a kadar ulaşmış oldu. 568 yılında gerçekleşen bu göç hareketinde Pannonya’yı terk etmek zorunda kalan Longobardlarla birlikte hareket eden Gepid, Sueb, Bulgar, Sarmat ve Pannonialardan oluşan kadın, erkek ve çocukların toplam sayıları 100.000 olurken bunların dışında 20 bin kişiden oluşan kalabalık Saksonlarda bu göçe eklenmiştir.


Longobardların ilerleyişi karşısında Bizans İmparatorluğu’nun güçlü bir direnç gösterememesi, 568 tarihinde Kuzey İtalya’nın Longobardlar tarafından ele geçirilmesini kolaylaştırmıştır. İtalya’nın Longobardların eline geçmesi imparatorluğun batıyı koruyacak askeri güçten yoksun olduğunu göstermektedir.


Demografik bakımdan birbirinden farklı unsurları içinde barındıran Longobardların Pannonya’dan İtalyanın Po ovası yönünde başlayan nüfusun büyük göç harekâtı, boşalan Balkanlar’ın demografik yapısını alt üst edecek değişikliklere neden olmuştur. Longobardlardan boşalan yerler Slav ve diğer kabileler tarafından iskân edilmiştir. Avarlar Hun İmparatorluğu’ndan sonra Balkanlara, Karadeniz’in kuzeyine ve Pannonya üzerinde hâkimiyet kuran devlet olmuştur. Avar ve Slav akınlarının Balkanlar’ın Güney yönünde yoğunlaştığı VI. yüzyılın sonlarından VII. yüzyılın başlarına kadar devam eden sürede Bizans İmparatorluğu bu ilerleyişe engel olamadı. Balkan topraklarının çoğunluğunun Slav halkları tarafından işgal edilmesi bölgenin etnik olarak da büyük oranda değişmesine neden oldu.



İmparator Iustinianus’un 565 tarihinde ölümü sadece bir imparatorun hayatının son bulması anlamını taşımamaktadır. Bu ölüm aynı zamanda imparatorluğu bir arada tutma prensibine dayanan zahiri hükümet yapısının sona ermesi anlamına gelmekteydi.


Yerine geçen II. Iustinus (565-578) ile birlikte Doğu Roma İmparatorluğu’nun izlediği siyasette de değişiklikler olmaya başladı. Halefi olan II. Iustinus, devraldığı imparatorluğun ordusunun Barbar saldırı ve istilaları karşısında varlık gösteremeyecek kadar güçsüzleştiğini, hazinenin boşaldığını, sefaletin arttığını belirttiği “novella”sı, içinde bulunduğu olumsuz şartları açıkça göstermektedir. II. Iustinus İmparatorluğun Balkanlar ve Karadeniz’in kuzeyinde “Barbar” topluluklara karşı izlemiş olduğu yıllık vergi karşılığında topraklarını koruma politikasından vazgeçti. Bu kararı almasındaki en önemli etken, barbarlar üzerinde askeri gücünü kullanarak isteklerini kabul ettirebileceğine olan inancından kaynaklanıyordu.


Bu değişikliğin ilk muhatabı Avarların yeni imparatora gönderdikleri elçi Targit ve heyeti oldu. İmparatordan daha önceki imparator gibi yıllık vergi ödemeye devam etmesi istenildi. II. Iustinus vergiyi ancak bir hizmeti yerine getirilmesi sonucu alabileceklerini belirtirken, tehdit ile bir sonuç almalarının mümkün olmadığını, canlarının bağışlamasının en büyük hediyesi olduğunu söyleyerek heyeti gönderdi. II. Iustinus imparatorluğun sınırlarını imparatorluğun kendi askeri gücüyle koruma politikasını uygulanmaya başlanmıştı. Longobardlar ile Gepitlerin mücadelesinde ise tarafsız siyaseti izlemeyi tercih etmiştir. Gepitlerin Kralı Cunimund düşmanı olan Longobardların, Avar hakanı Bayan ile kendisine karşı anlaştığı haberini alınca imparator II. Iustinus’dan yardım istedi. İmparator bu isteğe karşı askeri birliklerinin dağınık durumda olmasını ileri sürerek sonuca göre oyalamaya çalıştı.


Gepitlerin mücadelede yenik düşmesi sonucu Sirmium’u kendi elleri ile Bizanslı komutan Bonos’a teslim etmesini sağlandı. Gepitler savaşta mağlup olup dağılırken Longobardlar ise Avarların yakınlaşmasını kendi varlığına tehdit olarak görmesi sonucunda bağlılarıyla birlikte (568) yerleşecekleri İtalya’ya doğru büyük göç yolunu seçtiler. Sirmium şehri sahip olduğu coğrafi konumu itibari ile Balkan yarımadasının en stratejik şehirlerinden biri konumundaydı. Bu şehir Balkan yarım adasının giriş ve çıkışını kontrol altına alınarak denetlenme imkânı sağlamaktaydı. Avar hakanı Bayan, Doğu Roma İmparatorluğu’na Gepitler tarafından teslim edilmiş olan Sirmium’un verilmesini ayrıca yıllık olarak vergiyi altın cinsinden ödemesi için 568 yılında elçiler gönderdi. Doğu Roma İmparatorluğu, dış siyaseti Göktürkler ve Avarlar arasındaki çekişmeden dolayı bir sıkışma durumu ile karşı karşıya kaldı. Göktürklerin baskısı sonucu Avarlar ile anlaşma sürecine girilemiyor, Avarlara ise imparatorluğun anlaşmaya yanaşmaması üzerine düzenlediği akınlarla anlaşmaya zorluyordu. Avar Bizans ilişkilerinden duydukları rahatsızlıktan dolayı Göktürkler imparatorluğun Azak Denizi’nde bulunan Basporos şehrine saldırdılar. II. Jüstin tarafından elçilerin talepleri kabul edilmeyerek, Sirmium’un savunması için gerekli tedbirleri almak amacıyla imparatorun emriyle hazırlıklar başlatılmıştır. Komutan Tiberius liderliğindeki ordu Avarlar karşısında yenilgiye uğramaktan kurtulamayarak kaçmak zorunda kaldı. II. Iustinus 571 yılında Avar elçileriyle Sirmium hariç anlaşmayı kabul etti.


Doğu Roma İmparatorluğu ile sağlanmış olan barış ortamı çok ciddi sıkıntıların yaşanmasına neden olmadan on yıl kadar devam etmiştir. 578 yılında Bizans İmparatorluğu tahtında II. Iustinus ölümü sonucunda Tiberius (578-582) tahta geçti. İmparator Tiberius ile birlikte Bizans İmparatorluğunun özellikle askeri politikasında değişikliğe gidildi. Açılmış bütün cephelerde yürütülen savunma savaşında başarılı olmanın mümkün olmadığından, İtalya’da savunma stratejisini devam ettirirken Avarlar ile barışı ise ödenecek vergiyi arttırarak satın alma yolunu tercih etmiştir. Bütün bu stratejik değişikliğin amacı ise asıl tehdit olarak gördüğü imparatorluğun doğusundan yaklaşan İran tehdidine karşı koymak için gerekli tedbirleri almaktı.


İmparator Tiberius’un selefi, II. Iustinus’un özellikle son dört senesinde elde ettiği Caesar unvanı neticesinde imparatorluk yönetiminde etkin güç olmaya başlamıştı. Avarlar ile destek konusunda anlaşan imparator, bu sayede izlenen politikaları tersine çevirmiştir. Longobardlar ile kazanılan zaferle İtalya’nın tekrardan alınması sağlandı. İmparator Tiberius en önemli tehdit olarak gördüğü Sasaniler ile mücadele için en çok güvendiği komutan olan Mauricius’u gönderdi. 20 bin askerden oluşan Sasani güçleri Resaina ve Constantia civarına kadar akınlarda bulunarak talanlar yapmışlardı. Mauricius komutasındaki Bizans ordusu doğuya doğru ilerleyerek Arzanene bölgesine girdi. Hıristiyanların yaşadığı bu bölgede bulunan 10 bin civarındaki insanı zorunlu göçe tabi tutarak Kıbrıs adasına sürdü. Mauricius’un başarıları karşısında Sasani kralı Hüsrev barış istemek zorunda kaldı. Dara şehrinin Bizans’a verilmesi doğu Armania ile İberya’yı Sasanilere bırakılmasını içeren anlaşma hazırlandı. Ancak I. Hüsrev’in ölümü üzerine yerine geçen oğlu IV. Hürmüz (Hormizd) anlaşmayı reddederek uygulanmaya geçmesine mani oldu.


İmparator Tiberius, en büyük tehdit olarak gördüğü Sasaniler üzerine yoğunlaşırken Avarların denetiminde bulunan Balkanlardaki meydana gelen gelişmeleri ve yeni oluşumları ihmal etti. Avar devletinin içinde bulunan topluluklardan biri olan Slavların imparatorluk topraklarına saldırması bu dönmede gerçekleşti.


Avarlar, Bizans İmparatorluğunun stratejik öneme sahip Sirmium (Sremska Mitrovica) şehri ve Singidinum (Belgrat) şehrinin komutanlarıyla kurulan diyalog sonucunda inşaat yapımında yardımcı olacak ustalar için imparatorluk nezdinde girişimlerde bulundular. Bayan Han gönderilen bu ustaları Sirmium’un karşı cephesinde kurduğu karargâhından köprü inşasını yönetmeye başladı. Bu faaliyet, anında tepkilere neden olsa da Bayan Han’ın yapılan inşaat çalışmalarının ortak düşman olan Slav tehdidine karşı olduğunu izahı ve verdiği güvenceler ile yapılan yeminler sonucunda ortam sakinleştirildi. Köprünün yapımının tamamlanması sonucunda stratejik üstünlüğü ele geçiren Bayan Han imparatora elçi göndererek şehrin teslimini istedi. İmparator elçinin getirdiği teklife hiddetle karşı çıktı. İmparatorluğun doğusunda Sasanilerle devam eden mücadeleden dolayı askeri birlikler gönderilemedi. Avarlar tarafından başlatılan ve üç yıl süren bu kuşatma sonucunda şehrin dışarı ile bağlantıları kesildi. Şehir ahalisi gıda yardımı alamayınca açlıktan kedilerini bile yemeye başladı. Bu üzüntülü tablo şehir sakinlerinden biri tarafından tuğla üzerine kaba şekilde kazınmıştır.


Sirmium kuşatmasının başladığı yıllarda Balkan coğrafyasının demografik yapısında önemli değişikliklere neden olacak Slav akınları başlamıştı. Bizans’ın sınır mevkilerinde uzun süren mücadele ve kuşatmadan sonra Avar Hakanı Bayan, Sirmium şehrine girdi (582). Elde edilen bu başarının devamı olarak 584 yılına kadar Viminacium’un alınması takip etti. Balkan yarım adasının kilit noktası olan Sirmiumun düşmesi aynı zamanda Bizans İmparatorluğunun Balkanlardaki savunma sisteminin delinmesi anlamını taşımaktaydı. Tuna sınırının çökmesi neticesinde imparatorluğun Balkan coğrafyasının büyük bir bölümü kontrolü dışında kalmıştı. Balkanlar yolunun açılmasıyla Avar ve Slav dalgası bu cepheden Balkan yarım adasına yayıldı.


İmparator Tiberius’un 582 yılında ölmesi askeri alanda önemli başarılar elde etmiş ve Caesar unvanı taşıyan Mauricius’un imparatorluk tahtına geçmesini sağladı. Avar hakanı Bayan yeni imparator ile anlaşma yapmak amacıyla gönderdiği elçiler, yıllık 80.000 solidostan oluşan anlaşmayı kabul ettirdiler. Bu anlaşma ancak iki yıllık bir barış ortamı sağladı. Avar hakanı Bayan’ın ölümü üzerine (583-584) yerine geçen büyük oğlu, imparatorluk tahtına geçen Mauricius’a da elçiler göndererek ödenecek yıllık 80. 000 solidos vergiye ek olarak değerli hediyeler ve 20.000 ek ödeme talep edildi. Hediye talebi kabul edilmiş olsa da Avar hakanının 20.000 solidosluk ek talebi reddedildi. Avar hakanı barış anlaşmasının sağlanamaması üzerine Balkanlar’ın en önemli şehirlerinden biri olan Singidinum’u (Belgrat) 584 yılında aldı bunu Viminacium şehrinin alınması izledi.


Avar hanı ile Bizans İmparatorluğu’nun elçileri Comentiolus ve Elpidius arasında yaşanan ve krizine neden olayların yatışması sonucunda imparatorluk tarafından Avar elçisi Targitle varılan anlaşma sonucunda sorun olan 20.000 solidos’un ödenmesi kabul edilerek ödenecek miktar 100.000 solidosa çıkarıldı. Sağlanan barış ortamı uzun sürmedi.


Avarların öncülüğünde Slav unsurlarının da yer aldığı saldırılar sonucunda Balkanlar’ın savunmasının en önemli sınır şehirleri ele geçirildiğinden Moesia ve Trakya bölgesinden giren güçleri imparatorluk askerleri güçlükle durdurabildi. Selanik’i almak amacıyla 100 bin kişiden oluşan büyük Avar Slav gücü, 584 yılında şehri tekrardan kuşattı; ancak kuşatma kırılamayınca geri çekilen güçler Balkanlar’ın kırsal yerleşim alanlarını yağmaladılar. Filibe şehrinde direniş ile karşılaşan Avar güçleri, Edirne’ye yöneldiler. Ancak imparatorluk güçleriyle girişilen mücadeleyi kaybedince barış istemek zorunda kaldılar (587).


İmparatorluğun doğu sınırında ise çok önemli gelişmeler meydana gelmekteydi. Doğu Roma İmparatorluğu ile Sasaniler arasında II. Iustinus döneminden itibaren 572 yılında başlayan mücadele anlaşmayla sonuçlandı. İmparatorluğun en büyük tehdit olarak gördüğü doğu komşusu Sasanilerle yirmi yılın sonunda 591 yılında imparatorluk adına oldukça verimli bir anlaşma imzalandı.


Sasani Bizans yakınlaşmasını sağlayan bu dönemde, Sasani ülkesinde meydana gelen iç çekişmelerden kaynaklanmaktaydı. İsyankâr Sasani komutanı Behrem Çobin, etrafına topladığı askerler ile başlattığı isyanın hızla büyümesi sonucunda Kral Hormizd’in oğlu Hüsrev İmparator Mauricius’dan yardım isteğinde bulundu. Tahtını alma karşılığında Dara, Martyropolis ve Armania’dan vazgeçeceğini belirtti. İmparator Mauricius, büyük bir fırsat olarak değerlendirdiği bu talep doğrultusunda komutanlarını iki bin dinar para ve yüz bin askerle birlikte Hüsrev’e yardım için gönderdi. Behram güçleri Ganzak yakınlarında imparatorluk kuvvetlerince yenilgiye uğratıldı. Bu destek neticesinde İmparator Anastasius tarafından Nisibis’in kontrolünü sağlamak ve sınır güvenliğini kontrol etmek amacıyla kurulan stratejik öneme sahip olan Dara şehrine girildi. Dara şehri yaklaşık olarak bin metreye 750 metrelik bir alandan oluşmaktaydı. Şehir sahip olduğu konumuyla Roma Mezopotamyası’ndan Kuzey Suriye’ye kadar uzanan bölge üzerinde hâkimiyet sağlarken kuzeybatı yönünden ise Anadolu yönünde uzanan güzergâhın kontrol altında tutulmasını sağlıyordu.


Şehir imparatorluk askerlerine yapılan yardım karşılığında verildi. Mauricius Hüsrev’in bu girişiminden oldukça memnun olmuş ve Hüsrev’i oğlu olarak kabul ettiğini belirtmiştir. Bu anlaşma doğuda Bizans imparatorluğu için en önemli tehdit olan, askeri ve ekonomik açıdan oldukça yıkıcı neticeleri olan Sasani savaş süreci yerini dostane ilişkilerin aldığı döneme bıraktı. Mauricius bu anlaşma sayesinde Kafkasların güneyinde bulunan İberya ile Persarmeniası’nın büyük bölümünü Doğu Roma İmparatorluğunun sınırlarına kattı. II. Iustinus’un Sasanilerle girişilen mücadelede kaybedilmesi neticesinde imparatoru akıl sağlığından eden Stratejik Dara şehri tamamıyla İmparatorluğa verildi.


Doğu Roma İmparatorluğu Sasanilerle varılan karlı barış neticesinde askeri ağırlığını oluşturan doğu birliklerini, Balkanlar’a kaydırma imkânı bularak bu bölgeye odaklanılmasını sağladı. İmparatorluğun kuzey sınır hattını saldırılardan ve tacizlerden korumak ayrıca Balkan yarımadasında kaybolan hâkimiyeti tekrardan sağlamanın yolu tehdidin kaynağını oluşturan Slav yurduna düzenlenecek seferle mümkün olacaktı.


Tuna kalelerini ele geçiren Avar ve Slav güçleri Selanik’i kuşattılar. Başkentte bu güçlerinin tehdidiyle karşı karşıya kaldı. İmparator Mauricius tarafından görevlendirilen komutan Priskos idaresindeki imparatorluk güçleri, 595 tarihinde Slav yurduna sefer düzenledi. Slavların Moesia, Dalmaçya ve Trakya yerleşim yerlerine düzenledikleri saldırılarından elde ettikleri ganimetlere el konulurken ayrıca çok sayıda Slav da esir olarak ele geçirildi. Priskos komutasındaki ordunun Trakya ovasında toplanması haberi üzerine Avar Hanı bu durumu kendi topraklarına yönelik saldırı olarak kabul edip Singidinum şehrine saldırdı. Şehir Avarlar tarafından ele geçirilirken halk Pannonia bölgesine sürüldü.


Singidunum şehrinin imparatorluk askerlerince kurtarılması sonucunda, Avarlar bu defa Dalmaçya’ya yönelerek burayı ele geçirdiler. Avarlar kendileriyle birlikte hareket eden Slavlar ve dâhil olan Bulgarlarla birlikte Selanik’i kuşattılar. Avar ordusunun Trakya’da bulunan Tomi (Köstence) şehrine saldırıya geçmesi üzerine Priskos şehir halkına yardım için derhal harekete geçti. Kış mevsimi nedeniyle iki tarafta sükûnet içinde bu dönemi geçirdiler. Priskos’a yardım amacıyla gönderilen komutan Comentiolus askerleri ile Nikopolis’e (Niğbolu) doğru harekete geçti. Yardım amacıyla gönderilmiş olan askerler Avarlar tarafından yenilgiye uğratıldı. Ordusu dağılan Comentiolus hayatını güçlükle kurtara bildi (600). Avarlar Dirizipere şehrine doğru akınlarını sürdürdüler Ancak ortaya çıkan veba salgını Avar hanının oğullarına da bulaşmış ve yedi oğlu da bu salgından kurtulamamıştı. Bu süreçte barışı sağlamak için yapılan girişimler neticesinde iki taraf arasında sınır olarak Tuna nehrin kabul edildiği ve Avarlara yılda 120 bin solidi ödemeyi içeren bir anlaşma yapıldı.


Bizans askerlerinin saldırısıyla bozulan anlaşma neticesinde Bizans kuvvetleri Viminacium’da başarı sağladı. Sınır olarak kabul edilen Tuna nehrini geçen imparatorluk kuvvetleri Avar güçlerini 601 tarihinde Tisa (tisza) nehri civarında büyük bir yenilgiye uğrattı. Avar Slav kitleleri üzerindeki baskının devam etmesi amacıyla ordunun kışı Tuna nehrinin ötesinde geçirmesi emri İmparator Mauricius’un sonunu hazırlayacak olan isyanın çıkmasına ve imparatorluk tahtına Phocas’ın (602-610) geçmesine neden oldu. Avarları tamamen dağıtma fırsatı ve imkânını yakalayan Bizans imparatorluğu, Mauricius’un öldürülmesi sonucunda ortaya çıkan iktidar boşluğu Mavi ve Yeşillerden oluşan Dem’lerin neden olduğu kargaşa ortamı ve güney sınırında Sasani tehdidinin başlaması nedenleriyle bu elverişli ortamı kaybetti.


Avar Slav topluluklarının Balkanlar’ı ele geçirmelerini engellemek amacıyla imparator tarafından sürdürülen on yıllık savaş sürecinin bu isyan neticesinde başarısızlığa uğraması Balkan yarımadasının Slavlar tarafından ele geçirilmesine neden olmuştur.


VI. Yüzyılın sonlarından itibaren başlayarak VII. Yüzyılın başlarında devam eden Avar Slav kavimlerinin kuzeyden güneye doğru imparatorluk topraklarına yönelmeleri karşısında, Bizans imparatorluğu bu toplulukları engelleyemedi. Balkanlara yerleşen kalabalık Slav toplulukları yarım adanın etnik ve demografik yapısını büyük oranda değiştirdiler. Slav topluluklarının Balkan topraklarında kalıcı olarak yerleşmeye başladıkları bu yüzyıllar, Fallmerayer tarafından ortaya atılan ve Slav göçleri sonucunda Yunanistan’ın tamamen Slavlaşması fikriyatına dayanan kuramının dayanak noktasını oluşturmuştur.


Bu sırada Doğuda ise II.Hüsrev (Perviz/Eberviz ), Sasani tahtını ele geçirmesini borçlu olduğu Mauricius’un öldürülmesine oldukça öfkelendi ve bunun sorumlularından intikamını alma amacıyla imparatorluğun içlerine doğru harekete geçti. Sınır güvenliğinin en önemli şehri olan Dara, 605 yılında Sasaniler tarafından alındı. İmparatorluk güçlerinin Anadolu’ya giren Sasani saldırılarını durdurma konusunda başarısız olmaları nedeniyle Caessarea (Kayseri) şehri teslim alınarak Khalkedon(Kadıköy)’a kadar ilerleyen Sasani askeri gücü, imparatorluğun başkentini tehdit eder konuma geldi. İmparator Phocas Balkanlarda Avar güçlerinin oluşturacağı tehditleri önlemek amacıyla kendinden önceki imparatorların uygulamasını devam ettirerek barış ortamını hediyeler ve daha fazla vergi ödeme teklifiyle sağlamaya çalıştı. İmparatorun bu çabası Balkan yarımadasının Slav toplulukları tarafından iskânına engel olamadığı gibi bu bölgede Bizans askeri güç olarak da varlığını kaybetmiş oldu.


Balkan coğrafyasında Avar Slav sorunu, güneyde Sasani tehdidi Bizans İmparatorluğunun İtalya’da güçlü bir Germen imparatorluğu kurmuş olan Longobardlara karşı askeri tedbir alma imkânı vermedi. Frank Kralları kullanılarak İtalya’da etkili olunmaya çalışıldıysa da başarılı olunamadı. Longobardlar imparatorluktan kopardıkları İtalya’nın yarısı üzerinde hâkimiyetlerini kurmuşlardı. İmparator Mauricius, batı imparatorluğuna ait topraklar üzerinde hâkimiyeti tahsis etmek amacıyla “eksarkhos” adı verilen idari düzenlemeyi uygulamaya geçirdi. Sivil yönetim yetkisinin askeri yöneticide birleştirildiği idari sistem İtalya’da imparatorluğun gücünü artırmayı amaçlamaktaydı. Kurulan Ravenna ve Kartaca Eksarhlıkları Doğu Roma İmparatorluğuna batıda ileri karakolları olacaktı.



Bizans’ın Doğu ve Batı ile Mücadelesi




İmparatorluğun zor yüzyılı olan VII. yüzyıl, bir önceki yüzyıldan birikmiş olan ağır iç ve dış sorunların artarak taşındığı ve Doğu Roma İmparatorluğunun en karanlık en buhranlı dönemlerinden biri olarak kabul edilmektedir.


İmparator Phocas’ın başta selefi olan imparatorun ailesine karşı izlediği baskı, şiddet ve katliamlara varan yönetimi toplumun ileri gelen ailelerine de yöneldi. Toplumda baş gösteren huzursuzluk ve kuzeyde ve güneyde başarısız mücadeleler imparatorun sonunu hazırladı. 610 yılında Phocasın öldürülmesi neticesinde Doğu Roma tahtına oturan Heraclius’un devraldığı imparatorluk iç ve dış sorunlar nedeniyle çöküntüye uğramış, harabeye dönmüş bir görünümdeydi. Her yönüyle yaşadığı kriz dönemi imparatorluğun varlığını bile tehdit edecek konuma gelmişti. Doğu Roma İmparatorluğu eskimiş yönetim sistemi nedeniyle ortaya çıkan iç ve dış sorunlara çözüm üretemeyecek kadar hantal durumdaydı. Orduya asker kaynağı sağlayan ücretli asker toplamaya dayanan sistem çökmüştü. Yaşanan ekonomik sıkıntılar nedeniyle para temininde zorlanan imparatorluk, orduya asker sağlayan kaynaklardan da mahrum durumdaydı. İmparatorluğun gücünü kaybettiği coğrafyalarda Avar Slav kitleleri Balkanlar’da rahatça hareket ederken Sasani güçleri de akınlarını Anadolu içlerine yoğunlaştırmıştı. Heraclius İmparatorluğu içinde bulunduğu bu zor durumdan çıkarmak için sorunun temeli olarak gördüğü idari yapı ve ordu sisteminde yeni bir yapılanma süreci başlattı.


Doğudan Sasaniler yaptıkları başarılı seferlerle imparatorluk içlerine doğru ilerlerken, Balkanlar ise Avar Slav güçlerinin yayılma alanı haline gelmişti. Avar hanını yüklü haraç ödeyerek uzak tutmaya çalışıldıysa da Balkanlar’ın Avar Slav halkları tarafından istilasına mani olunamadı. İmparatorluk siyaseten kaos içinde bulunurken ekonomisi zayıflamış ordusu ise güçsüz bir hal almıştı.


İmparator Heraclius’un ordusu dini, stratejik ve ekonomik yönden oldukça önemli Antakya, Kayseri, Şam, Kudüs, Mısır şehirlerinin Sasani kuvvetlerinin eline geçmesine güç yetiremedi. Balkanlar’da Avar güçlerini ancak yüksek miktarda ödemeyle durdurulabilirken imparatorluğun batısında ise Longobardlar yeni yerler ele geçiriyorlardı. İmparator Heraclius, siyasi kargaşanın yaşandığı ekonominin çöktüğü, ordunun güçsüz ve zayıf olduğu iktidarının ilk dönemlerinde kurtuluşu başkenti Kartaca’ya taşımakta gördü. Patriğin manevi desteği imparator Heraklios’a moral, kilisenin maddi varlıkları ise ekonomik çöküntüden kurtuluşun çaresi oldu.


Bizans İmparatorluğunun batıda Avar Slav saldırıları, doğuda ise Sasani (İran) saldırılarına uğrayan eyaletleri imparatorluğun idari yapısını yeniden düzenlemeyi zorunlu hale getirmişti. Roma İmparatorluğu Diokletianus ve Konstantinos dönemlerinden itibaren uyguladığı askeri ve idari sistemin birbirinden ayrı olduğu nizam yerine başlangıcını “eksarhlıkların” oluşturduğu sistemi uygulamaya başladı. Longobardların İtalya’nın büyük bir bölümünü ele geçirmesine yöneticiler engel olamamışlardı. İmparator Mauricius yöneticilerin ihtiyaç duyduğu idari yetkileri, askeri yetkililerde toplayarak idari alanda gördüğü sorunu çözmeye çalıştı. Mauricius bu amaçla İtalya’da Ravenna eksarhlığı oluştururken Berberi kabilelerinin sebep olduğu saldırılara karşı Kuzey Afrika’da Kartaca eksarhlığı oluşturdu. Bizans İmparatorluğunun Sasanilerden aldığı şehirleri VII. Yüzyıl da kaybetmeye başladı. İmparator Herakleios askeri güçleri birleştirme yoluna giderek yeni askeri birimler meydana getirdi. Yeni düzenlemeye adını veren Thema, askeri olarak kolorduyu ifade ederken aynı zamanda askeri bölgeleri belirten idari bir tanımlama kavramı olarak da kullanılıyordu. Thema idaresinin başında “strategos” (General) adı verilen askeri ve idari yetkiye sahip askeri görevliler bulunmaktaydı.


İmparator Heraclius, yeni idari nizamını Marmara denizi kıyılarında oluşturulan Kuzeydoğu Anadolu’da Armaniakon, Anatolikon ve Anadolu’nun güney sahil bölgelerinde Karabisian theması adıyla oluşturdu. Themalara verilen adlar coğrafi bir isimlendirme olmayıp bu isimleri taşıyan askeri birliklerin iskân edildiği bölgeleri ifade etmektedir.


Ekonominin kırsal alanda değişime uğraması, imparatorluğun varlığını tehlikeye düşüren siyasi gelişmelerin yaşanması, imparatorluğu bölgesel, askeri ve sivil bürokrasi alanlarında düzenlemeler yapmak mecburiyetinde bıraktı. Büyük arazi sahipleri sistemi gerileyerek gücünü kaybetmesi sonucunda yerini küçük arazi sahipliği sistemi aldı. Terk edilmiş arazilerin yeni sahipleri küçük çiftçiler aynı zamanda ordunun stratiosları oldular. Bizans İmparatorluğu asker sayısını artırmak ve ekonomiyi güçlendirmek amacıyla Slav Halkları’nı devlet arazisine çekmek ve yeni oluşturduğu thema arazilerinde stratiotes ve köylü olarak iskânlarını sağlamak için büyük bir çaba içerisine girmişti. İmparatorluk küçük arazi sahiplerinin güçlenmesinde özendirme yoluna gitmiştir.


Bizans İmparatorluğu Thema idari sistemiyle tebaasını oluşturan insanlardan güçlü bir ordu meydana getirdi. İmparatorluğun askeri sisteminde uyguladığı ekonomik manada oldukça masraflı askeri ve siyasi yönden ise tam olarak güven vermeyen ücret karşılığı yabancı milletlerden oluşturulan asker temini uygulamasından kurtulmuş oluyordu. Askeri birlikler imparatorluğun en savaşçı özellikleriyle tanınan Kafkaslar ve Anadolu bölgelerinden oluşturulan askerlerin yanı sıra, toprağa bağlı Bizans köylüleri de bulunmaktaydı. Toprağa bağlı askerlerin bütün ihtiyaçları Stratiotes’ler tarafından karşılanıyordu.


Ordu hizmetinin irsi olarak yapmak karşılığında evlatlarının sonradan yararlanacağı asker arazileri oluşturmuştu. Bu sistemin varlığı sonucunda toprakta yerleşik durumdaki askerler “limitanei” sistemine bağlandılar. Sahibi oldukları toprakları düşman saldırılarına karşı koruyan oldukça aktif bir nizam uygulanmaya başlanılmıştı. Askerlik hizmetini Barbar kavimlerinin paralı askerlerine bırakmış gününü tiyatro ve eğlenceyle geçiren Bizans toplumundan kendi topraklarını kendisinin koruduğu topluma dönüşmüştü.


Themalar imparatorluk topraklarında düşman tehdidinin ortaya çıktığı bölgelerde kurulma yoluna gidilmiştir. Öncelikli olarak Anadolu’da oluşturulan Themalar Balkan eyaletlerinde ise ancak istikrar ve güvenin sağlanmasından sonra zamana yayılan bir uygulama süreciyle mümkün olmuştur. Anadolu toprakları üzerinde kurulan Thema, idari yapılanması içinde yer alan Opsikion Thema’sı başkentin güvenliğini sağlamak için oluşturulurken diğer Themalar ise, Müslüman Arapların karadan ve denizden ilerlemelerine engel olmak amacıyla oluşturulmuştu. Thema idari sistemi arazilerin büyüklüklerinin ölçü alınarak asker sayısının ve bunların hizmet sürelerinin değişiklik gösterebildiği, miras yoluyla oğullara bırakılabilen bir yapıya sahipti. Thema arazilerinden boş durumda olanlar talep edenlere verildiği gibi savaş esirlerinin iskânı içinde kullanılabiliyordu.


Yeni idari sistem ile birlikte toprağa bağlı bulunan Stratiotes’lerden oluşan güçlü bir ordu kuruldu. Arazilerin ekilmesini sağlayarak imparatorluk vergilerini ödeyen sağlam bir köylü sınıfını oluşturulmuştu. Stratiotikon “Askeri Mülk” olarak belirlenen araziler asker olmak şartıyla köylülere verilmişti. Ayrıca askeri hizmeti devam ettirmek şartıyla arazi sahibinin çocukları bu toprakları miras olarak alabiliyorlardı. Köylü aynı zamanda miktarı fazla olmamakla birlikte bir ücret dahi alıyordu. Buna karşılık cüzi miktarda vergi ödemekle yükümlüydü. Heraclius, imparatorluğun uğradığı askeri başarısızlıkları sonlandırmak amacıyla idari yapıda meydana getirdiği bu değişiklik neticesinde ortaçağ Bizansı’nın “bel kemiğini” oluşturdu.


Heraclius’un imparatorluk döneminde Balkan coğrafyası, Avar Slav topluluklarının saldırılarının neden olduğu istikrarsızlık ve bu coğrafyada iskânı amaçlayan Slav topluklarının saldırılarının yaşandığı bir döneme girilmişti. Akınlarını batıda Adriyatik kıyılarına, doğuda Ege kıyılarına uzanacak şekilde genişleten Avar güçleri elde ettikleri ganimetler, hediye ve kazançlı anlaşmalarla tekrardan Tuna’nın gerisine çekilmişlerdi. Ancak Slav toplulukları Balkanlar’ı iskân amaçlı olarak ele geçiriyorlardı. Avar Slav kitlelerinin saldırıları Tuna eyaletlerinden Trakya’ya kadar yayılırken tehdit İstanbul surlarına kadar uzanmıştı. Avar Slav saldırıları karşısında Thessalonike (Selanik) 617 ve 619 kuşatmalarında muazzam bir savunma gösterse de Pelopones saldırılardan kendini koruyamadığı gibi saldırılar Girit’e kadar uzandı. Avar-Slav güçlerinin hız kesmeden devam eden saldırıları, imparatorluğun Balkanlar’daki önemli şehirleri olan Viminacium (Kostolak),Niş (Naissus),Sardica (Sofya) kadar yayıldı. Dalmaçya üzerinde hâkimiyet kaybedilmişti. Slav akınları sonucunda Balkan coğrafyasının bu topraklarının Slav kitleleri tarafından iskân edilmesi bu coğrafyanın demografik yapısında da değişikliklere neden oldu. Slav saldırılarına karşı koyamayan şehirlerin sakinleri, korunmak amacıyla sahillere ve adalara kaçmak zorunda kaldılar. Slav halkları tarafından doldurulmuş Orta Yunanistan, Epir, Tesalya, Peloponnes toprakları üzerinde yeni yerleşimciler tarafından iskân edildi. Balkan yarımadasının deniz kıyısından uzak iç bölgelerinde Slav toplulukları hâkim unsur haline geldiler.


İmparatorluğun ezeli düşmanı olan Sasani tehlikesi, İmparator Heraclius döneminde artarak devam etti. Suriye’nin geleceği ordusunun başında olan Heraclius’un 613 yılında Antakya yakınlarında Hüsrev güçleriyle yaptığı mücadelede belirlendi. Heraclius mücadeleyi kaybetti. Bu yenilgiyi 614’de Dimaşk (Şam)’ın kaybedilmesi takip etti. 614 Yılında Sasani güçleri Kudüs şehrini kuşatma altına aldılar. Kuşatmaya ancak 3 hafta dayanabilen şehir teslim oldu. Büyük bir yağma ve katliamlara uğrayan şehirde kiliselere ait birçok maddi değere sahip eşyalar talan edildi. Ancak en değerlisi ve en kutsiyet arz edeni ise Hz. İsa’nın çarmıha gerildiğine inanılan haçın götürülmesiydi. Hristiyan nüfusun bir bölümü zorunlu göçe tabi tutularak Sasani topraklarında iskân edildiler. Sasani kuvvetlerinin bir bölümü 619 yılında Mısır üzerine yöneldi. Mezhepsel olarak monofizist olan Mısır Sasanilere teslim oldu. İmparatorluğun tahıl ihtiyacının karşılanmasında merkezi konumunda olan Mısır’ın kaybı, İmparatorlukta ciddi tahıl krizine neden olurken tahıla dayanan ekonomik sorunlar bu kaybın sonuçları arasında yer aldı. Böylece Bizans Yakın Doğu ve Mısır toprakları üzerindeki kontrolünü kaybetmiş oldu. Sasanilerin Anadolu içlerine doğru hareket eden kuvveleri Tarsos (Tarsus)u aldılar. Sasani kuvvetlerinin Bizans topraklarında Anadolu içlerine yönelik saldırıları 615 yılında ilerlerken kuzeyden ise Avar Slav akını başkente doğru yönelmişti.


Avarlarda taht değişikliği meydana gelmiş hakanın kardeşi tahta geçmişti. Avar hakanının liderliğinde Avar Slav güçleri Bizans şehirlerini yağmalayarak bol ganimetler ele geçirdiler. İmparator Heraclius ile Avar Hanı Herakleia (Marmara Ereğlisi) da görüşmek üzere anlaştılar. Avar hakanı karşılıklı görüşmede Heraclius’u yakalamayı amaçlıyordu. Heraclius’un durumu fark etmesi sonucunda bu suikast girişimini boşa çıkararak başkente ulaştı. Ekonomik manada oldukça zayıf askeri olarak da güçsüz durumda olan imparatorluk gelişmeleri izlemekle yetindi.


Sasaniler üzerine yapılacak seferin ortaya çıkaracağı ekonomik maliyeti karşılamak ancak kilisenin sahip olduğu zenginlikleri imparatorluğun emrine vermesiyle giderilebildi. Avarların kuzeyden oluşturacağı tehdide karşılık büyük oranda ödenecek para ve güvence anlamında gönderilen önemli tutsaklarla barış, 619 yılında sağlandı. İmparator kuzeyden gelecek tehdidin ortadan kalkması neticesinde Anadolu’dan askeri birliklerini oluşturmaya başladı. Heraclius Anadolu’da oluşturduğu ve Sasanilerle savaşa hazır duruma getirdiği ordusunun başında sefere çıkmaya hazırdı.


İmparatorun ordusunun başında başkentten uzakta olmasını fırsat bilen Bulgarlarında içinde olduğu Avar güçleri, Sasanilerle anlaşarak başkente doğru harekete geçerek şehri kuşatmaya başladılar. Sasani güçleri General Şahinin komutasında Khalkedon (Kadıköy) önlerine kadar geldi. Başkenti kuşatan birleşik güçler karşılaştıkları mukavemet karşısında surları aşmada başarılı olamadılar ve girdikleri mücadeleyi kaybettiler (626). Sasani askeri güçleri ise Suriye’ye çekilmek zorunda kaldılar. İmparator Heraclius 627 senesinde Hazarlarla ittifak kurarak Sasanilerle mücadele için harekete geçti. Sasani ordusu Ninova önlerinde ağır bir yenilgiye uğratıldı. İmparatorluktan götürülmüş olan zenginliğin büyük bölümü Ctesiphon da ele geçirildi. Heraclius Sasani seferinde bütün güçlerini Hıristiyanlık ortak duygusunda birleştirmeyi başararak en büyük düşmanı olan Sasaniler üzerine harekete geçmişti. Başından itibaren birleştirici anlam yüklediği “kutsal savaş” düşüncesini kutsal haçı geri alarak gerçekleştirmiş oldu. İmparatorluğun doğusunda en büyük tehdidi oluşturan düşmanı Sasaniler artık yenilmişti. İranda meydana gelen iç çalkantılar sonucunda II.Hüsrev tahtından ve canından olurken yerine II. Kavad geçti. Yeni kral imparator ile anlaşmaya vardı. Bu anlaşma neticesinde imparatorluk doğuda kaybettiği Suriye, Mısır, Filistin topraklarını tekrardan imparatorluk sınırlarına katmış oldu. İmparator Heraclius, Sasanilerle girişilen mücadelede büyük bir başarı kazandı. Tahttaki ömrü uzun olmayan II. Kavad’ın ölümünden sonra Sasani krallığı, III. Yezdigerdin başa geçeceği 633 yılına kadar altı kralın değişiminin yaşanacağı çalkantılı sürece girmiş oldu. İmparator Heraclius’un öfkesinden Kudüs, Urfa ve Celile yerleşim yerlerinde yaşayan Yahudiler, kurtulamadılar. Yahudiler özellikle Kudüs’ün işgal edilmesinde ve kiliselerin yağmalanmasında galip Sasanilerle birlikte hareket etmişlerdi. İmparator Heraclius tarafından işbirliği içinde olan Yahudiler canlarıyla yaptıklarının cezasını öderken kalan Yahudiler için dinlerini değiştirmeleri yönünde emir çıkarıldı. Bunun üzerine inançlarını değiştirmeyen Yahudiler, kalabalık kitleler halinde İmparatorluğu terk ederek Arabistan’a geçerek buralara yerleştiler. İmparator Heraclius, 628 yılında büyük zaferin kendisine sağladığı siyasi ve dini şöhretle altı yıl önce ayrıldığı başkente döndü. Halkı tarafından büyük bir coşkuyla karşılandı. İmparator Heraclius ile görüşmek için bekleyen elçiler arasında Hz. Muhammed tarafından gönderilen elçi de bulunmaktaydı. Heraclius’u İslam’a davet eden mektup imparatora sunuldu. Elçi bulunduğu süre içerisinde iyi şekilde ağırlanarak gönderilmiştir.


Doğu Roma İmparatorluğu’nun doğudaki en büyük ve en tehlikeli ezeli düşmanı aldığı yenilgiyle birlikte tehdit olmaktan çıkmış ve imparatorluk en büyük rakibinden de kurtulmuş oldu. Ortaçağ dünyasının en güçlü devletinden biri olan Sasaniler, gücünü ve etkisini kaybetmesi birlikte iç çalkantılarla oldukça zayıflamıştı. İslam fetihlerinin topraklarına yönelmesiyle birlikte çöküş süreci başlamış oldu.


Avar hakanlığının bağlı unsurlarıyla birlikte İmparator Heraclius’a karşı Sasanilerle giriştikleri ittifakın başarısızlığı iki devletinde ağır darbe almasına neden oldu.


Sağlanan ittifak neticesinde iki kez gerçekleştirdikleri başkentin kuşatmasının başarısızlıkla sonuçlanması, Avar hakanlığının bağlıları olan halkların Avarlara karşı harekete geçmesine neden oldu. Sırp ve Hırvat halkları İmparator Heraclius izniyle Balkanlar’a yerleşmeye başladılar ve Avarlara karşı başarılı mücadele neticesinde Balkan yarımadasının kuzeybatısına yerleştiler. Yarım adanın güneydoğu bölgesi ise Sırplar tarafından iskân edildi. Bulgar toplulukları, liderleri Kuvrat öncülüğünde hakanlık konusunda Avarlarla mücadeleye giriştiler. İmparatorluk tarafından desteklenen Kuvrat’a karşı Avarlar Eflak ve Bulgaristan’ı terk etmek durumunda kaldılar. Gücünü ve bağlılarını kaybeden Avarlar etrafında düşmanlık hissiyatı içinde olan tehdidin ortasında kaldı. Franklarla girişilen 15 yıla yayılan mücadele dönemi Avarların sonunu hazırladı.



Slav Yayılmaları


Slav halklarının Bizans İmparatorluğunun sınırlarına gelerek yerleşmek maksatlı başlattıkları iskân girişimleri, imparatorluk topraklarında İllyricum idari taksimatında meydana gelmiştir. Slav iskânının demografik yapı üzerinde meydana getirdiği tesirlerin anlaşılabilmesi için iskân coğrafyasının idari teşekkülü ve iskânın etki alanı ile sonuçlarının birlikte değerlendirilmesi gerekir.


Roma İmparatorluğu, Diocletianus dönemin idari yapılanma sürecinde sayıları ileriki yüzyıllarda daha da fazlalaşacak olan 100 eyalet ve 12 “dioecese”ten oluşan bir idari yapı oluşturmuştu. İmparator Constantinos, tahta geçmesiyle birlikte idari sisteme “praefectura” sistemi eklenmiş oldu. İdari sistem yapılanması aşağıdan yukarıya doğru eyaletler, bunların bağlı olduğu dioeceseler, bunların üzerinde ise praefecturalar bulunmaktaydı. Tetraşi idari yönetiminin uygulandığı dönem Roma’sında, Balkanlar’ın tamamı imparatorluğun iki yarısı arasında bir köprü olarak görülmüştür. Illyrıcıum idari olarak imparatorluğun doğu bölümünde iki Dacia ve Makedonya Dioceseis’lerinden oluşmaktaydı. İdari alan olarak Illyria praefecturası, Yunanistan ve Orta Balkanlar’ı kapsamaktaydı. Sınırları Tuna’dan on iki adalara uzanan bölgede, herhangi bir doğal engellemeyle karşılaşmadan kuzeybatısında Pannonia ve kuzeydoğusunda ise Tuna’nın düzlükleri yer almaktadır. Dörtlü imparatorlar dönemi idari yapılanmasında, Balkan coğrafyasının tamamı Doğu ile Batı İmparatorluğu arasında kurulmuş bir köprü kabul ediliyordu.


İmparator Theodosius döneminde, imparatorluk topraklarında meydana gelen Gotların istilasına engel olmak için bölgenin paylaşımının zorunluluğu ortaya çıkmıştı. Gratianus Illyricum idaresini kaldırırken Pannonia bölgesini İtalya’ya bağladı. Theodosius ise Dacia ve Makedonya Dioikeseisleri’ni bir süreliğine Selanik’ten idere etmesine rağmen buraları Batı İmparatorluğu’na bırakma durumunda kaldı. Theodosius Pannonia Dioikesisi’nin barbarların istilasına uğraması bölünmenin yapılmasını zorunlu hale getirdi. Pannonia ve Savia bölgelerine İmparator Gratianus tarafından Gotların ve ardından Hunların iskânına izin verilmesi bölgenin kuzeydoğusunun işgali anlamına geliyordu.


Got istilacılar, Balkanlar’ın gerisine çıkarılmaları neticesinde imparator varılan foedus anlaşması gereği Ostrogotların Pannonia’yada Vizigotların ise Trakya’nın kuzeyinde iskânına izin verdi. İmparatorluğa muhtariyet statüsünde müttefik olarak saldırılara karşı yardımda bulunacak olan Gotlar bunun karşılığında yüksek bir maaşa sahip olacaklar ve vergilerden de muaf tutulacaklardı. Theodosius’un Germen halkalarını foedus olarak kontrol altına alması, zamanla ordunun Germenlerin eline geçmesini kaçınılmaz hale getirdi. Askeri giderlerin artması halkın üstündeki ağır vergiler “patrocinium” uygulamasının artmasına neden oluyordu. Küçük toprak sahibi köylüler özgürlüklerinden olma pahasına büyük arazi sahiplerine sığınmak zorunda kaldılar. Theodosius oğulları arasında paylaştırdığı imparatorluğun sorunlu olan Dioikesi’si Makedonya ve Dacia, Illyria praefecturası olarak doğuya bağlandı.


IV. yüzyıl sonundan itibaren Illyricum karşı karşıya kaldığı sürekli saldırı ve yağmalar, nüfusun artışına ve ekonomik canlanmanın tekrardan oluşumuna imkân vermedi. Barbar saldırıların nedeniyle Balkan coğrafyasının güvensiz ortamı nüfusta azalmaya yol açarken coğrafyanın demografik yapısında ise değişimlere neden olduğu kesindir. Tuna civarında foedere statüsünde Gotların iskân edilmesi nüfusun canlanmasında pek etkili olamadı.


Illyria praefecturasında bulunan yerleşim yerlerini oluşturan şehirlerin dağılımı coğrafik faktörlerden dolayı farlılıklar arz etmekteydi. Illyricumun kuzeyinden güneyine doğru şehirlerin dağılımı azalma gösteriyordu.


Göktürklerin egemenliklerinin genişlemesi sonucunda Göktürk hâkimiyetine girmek istemeyen kitleler batıya doğru göç etmek zorunda kaldılar. Moğol, Alan gruplarının da yer aldığı asıl unsurlarını aynı zamanda hâkim zümresini Türklerin oluşturduğu topluluklar batıya doğru göç etmek durumunda kalmışlardı. Avarlar Frank krallığı ile Doğu Roma İmparatorluğu arasında kalan Avrupa’nın doğusunu oluşturan bölgede Hunlardan, Sabarlardan ve Bulgarlardan (Ogur) oluşan dağınık toplulukları bir araya getirip güçlü bir devlet oluşturmuşlardı. Avar kitlesi 558 tarihlerinde önlerine çıkan Sabarların hâkimiyetini sonlandırarak Kafkasya yönünde ilerlemeyi sürdürdüler. Avarların Bizans İmparatorluğu ile ilk temasları Alanlar aracılığı ile oldu. İmparatorluk Balkan bölgesindeki topraklarına sürekli olarak saldırılar düzenleyen Kutrigur Bulgarları’na karşı koyacak bir askeri güce ihtiyaç duymaktaydı. Avar hakanının kalabalık kitlesine yerleşecekleri bir yurt ihtiyacı içinde olması Bizans İmparatorluğu ile kurulacak dostane ilişkiler için uygun bir fırsat oluşturmaktaydı.


Bizans İmparatorluğu Iustinianus döneminde (527-565) bir taraftan Kuzey Afrika’da Vandallara, İtalya’da ise Ostrogotlara karşı yürütülen uzun süreli savaşlar Iustinianus’a imparatorluğun batısında hâkimiyeti gerçekleştirmesini sağlarken doğu sınırında yapılan mücadelelerden bir sonuç alınmadı. Bizans İmparatorluğu bir birinden uzak ve farklı coğrafyalarda yürüttüğü uzun zamana yayılmış bu savaşlar nedeniyle ordu oldukça yıpranmış ve güçsüzleşmişti. Balkanlarda sürekli olarak Doğu Roma topraklarına saldırılarda bulunan Kutrigur Bulgarları’na karşı koyabilecek bir güç imparatorluğun içinde bulunduğu durumdan dolayı amaçlarına uygun düşmekteydi. Avarların gönderdiği elçi 558 yılında başkente oldukça iyi bir şekilde karşılanmıştır.


Slav halkları üzerinde Avarlar etkisi oldukça fazladır. Gotların tesiri altında bulunan Slav halkaları 4. yüzyıldan sonra Hun idaresine tabi oldular. Slav kavimleri artık Türk Tarihinin bir parçası haline gelmiştir. Slav kitlelerinin Balkan Yarımadasına ve Avrupa’nın doğusuna yayılma imkânları ise Avarların döneminde gerçekleşmiştir. Avar devleti hâkimiyeti altına aldığı topraklarda halkının ihtiyacı olan tarımsal ürünleri yetiştirip üretecek aynı zamanda bu topraklar üzerinde sınır güvenliğini sağlayacak savaş dönemlerinde ise Avar ordusunda piyade gücü olarak bulunacak bir unsur olarak Slavları görüyorlardı. Avar devleti Slav kitlelerini hâkimiyet sağladığı topraklara yerleştirmek için zorunlu olarak Tuna civarlarına göç ettirmiştir.


Slavlar ilk olarak orijinal isimleri olan “Sclavenes” olarak Prokopius eserinde geçmiştir. Kalabalık Slav ve Bulgar grupları Tuna üzerine her sene akınlar düzenleyerek buralarda bulunan şehirleri tahrip ederek yağmalıyorlardı.


Avar güçleri tarafından Onogur ve Kutrigur Bulgarlarının hâkimiyetlerinin sonlandırılması neticesinde Karadeniz’in kuzeyinde oluşan bu boşlukta, Avar hâkimiyetin tahsis edildiği anlamına gelmektedir. Avarlar Doğu Roma İmparatorluğu’na bağlı federe bir devlet olmanın gereği yerine getirmiş oluyorlardı. 560 tarihlerinde Başkent İstanbul ahalisinde kıyafetleriyle ve saç şekilleriyle merak uyandıran Avar elçilik heyeti, imparatorluğu Bulgar ve Slavların saldırılarına karşı korumak şartıyla Avar kitlesinin Tuna ve civarında kalmasını sağlarken yıllık vergi ödenmesini kabul ettirerek aynı zamanda ekonomik menfaat sağlamış oluyordu. Avarlar artık Dnepr ve Dnestr’den Tuna Kıyıları’na kadar uzanan bölgede hâkimiyet tahsisi ederek Özellikle Karpat ve Dnester civarında bulunan Slavlar üzerinde etkili oldu.


Altıncı yüzyılda Avarlarla başlayan yedinci yüzyılda Bulgarların eklenmesiyle devam eden Balkan Yarımadasının uğradığı işgal ve iskânı demografik krize yol açmıştır. Yağma ve işgale uğrayan Balkanlar’da yaşayan halklardan Illyria, Trakya, Yunanlılardan oluşan yüz binlercesi tehcire uğramıştır. İnsansız ve boş topraklar Slav yerleşimciler tarafından yurt edinilmek amacıyla iskân edilmeye başlanıldı. Slav kitlelerinin iskânı Balkan Yarımadası’ndan Adriyatik denizine, Balkan dağlarından Ege Denizine kadar uzanan alanı kaplamaktaydı. Bizans imparatorluğu kuruluşundan yıkılışına kadar hüküm sürdüğü uzun tarihi süreç içerisinde imparatorluğunu oluşturan toplum aynı etnik unsurlardan meydana gelmemiştir.


Doğu sınırında imparatorluğun en büyük ve tehlikeli düşmanı olan Pers kralı I.Hüsrev (Anuşirvan), İmparator Iustinianus’un bütün dikkatini ve imkânlarının büyük bölümünü batı seferlerine yöneltmesinden yararlanıp Ostrogotların Bizans’a karşı yardım talebi isteğini kabul ederek imparatorlukla imzalanan barış anlaşmasını sonlandırmış oldu.


Avarların Dobruca ve aşağı Tuna bölgesi arasında kalan alana yerleşme talepleri İmparator Iustinianus tarafından tehdit oluşturma düşüncesinden dolayı uygun görülmeyerek Pannonya bölgesi iskân için gösterildi. İmparator bu amaçla Avarların Tuna’nın güneyinden uzak tutarken başkenti tehditten korumuş olacak hem de imparatorluğun düşmanları olan Longobardlar ve Gepitler kontrol altına alınmış olacaktı.


Longobardla sağlanan anlaşma neticesinde Avarlar Gepitlerin bulundukları toprakları terk etmesini sağladı. Ancak Gepitlerin yurtlarını boşaltması sonucunda Avar tehdidiyle komşu olan Longobardlar, 568 yılında Gepid, Sueb, Bulgar, Sarmat ve Pannonialardan kadın, erkek ve çocukların toplam sayıları 100.000 olan ve bunların dışında 20 bin kişiden oluşan kalabalık Saksonlarda dâhil olduğu kitleler bulundukları toprakları terk ederek İtalya’ya göç etmek mecburiyetinde kaldılar. İtalya’nın kuzeyinde kısa sürede hakimeyet sağlayan Longobardlar, Toscana’ya hâkim oldular.


Iustinianus’ın imparatorluğun batısında yürüttüğü seferler neticesinde İmparatorluğun topraklarını iki katına çıkarmıştı. Iustinianus’un imparatorluğu dış müdahalelere karşı korumak adına imparatorluğunun batısında Tuna’dan doğusundaki Fırat’a kadar uzanan sınırları korumak için iki hat şeklinde planlanan yüzlerce istihkâm meydana getirmişti.


Ancak Balkanlar’da meydana gelen gelişmelere karşı Balkanlar’ın savunması yetersiz kaldı. İmparatorun saldırılara karşı koymak için savunma mevkileri oluşturulmasına rağmen askeri birliklerin İmparatorluğun diğer bölgelerinde bulunmaları nedeniyle yeterli askeri birliklerin olmayışından saldırıları engellemekte etkili olmadı. Ege denizi kıyılarına ulaşma hedefi içinde olan Slavlar bu gayelerine ulaşmak için Adriyatik’ten Ege denizine kadar Balkan coğrafyasına hücum ettiler. İmparatorluk topraklarına akın eden Slav kitleleri diğer “Barbar” kitlelerinden farklı olarak topraklarda ganimet ve yağma ile yetinmeyip ele geçirdikleri toprakları iskan etmek amacı güdüyorlardı.


II.Iustinus tahta geçmesiyle birlikte imparatorluğun yıllık vergi karşılığında satın almaya dayanan topraklarını koruma politikasından vaz geçti. Balkanlar ve Karadeniz’in kuzeyinde “Barbar” topluluklarına Doğuda ise Pers Krallığı’na karşı aynı tutumu takınması ve mücadeleye girmesi imparatorun ordunun gücüyle iç ve dış saldırıları çözeceğine olan inancından kaynaklanıyordu. II. Iustinus Pers’e yıllık ödenmesi gereken vergiyi ödemeyerek barış şartlarını bozdu. Mücadelenin merkezini ise Bizans imparatorluğu açısından stratejik konumda bulunan Armenia oluşturuyordu.


Avar varlığını geleceği için tehdit olarak gören Longobardların kalabalık kitlesini iskan ettikleri yurtları terk ederek Pannonia’dan İtalya’ya göç ettirmek durumunda bırakmıştı. Germen kavimlerinin İtalya yönünde başlayan kitlesel göç harekatı sadece demografik açıdan balkanların boşalması anlamına gelmemektedir. Askeri açıdan Germen halklarının göçüyle birlikte imparatorluk ordusunun en önemli kaynaklarından biri olan ücretli asker sınıfında meydana gelen açık giderilemez bir hal aldı. İmparatorluğun çözümü yerli halktan daha fazla yararlanma yöntemini benimsemesi askeri özellikleri ile bilinen Armenia’ya bölgesini ön plana çıkardı. Persler ile uzun savaşlar dönemini başlatan II. Iustinus’un mücadelesi kendinden sonraki iki imparator ve yirmi senelik bir sürecin sonucunda Armenia’nın büyük bölümünü Perslerin imparatorluğa terk etmelerine neden olacak 591 yılı anlaşmasına kadar sürdü.


İmparator Tiberius (578-582) döneminde Bizans İmparatorluğunun savunma savaşıyla bütün düşmanları alt etmesinin mümkün olmadığını gördü. Longobardlarla savunma savaşını devam ettirirken Avarlar tehdidini yıllık vergiyi ödeme koşuluyla anlaşma yoluna gidildi. İmparator böylece bütün gücüyle en büyük tehdit olarak görülen doğuda Sasanilerle savaşa girebilecekti. Tiberius imparatorluğun başında 578 yılında, 10 bin kadar Ermeni’yi yurtlarından zorunlu göç yoluyla Kıbrıs adasında iskânlarını sağlamıştır.


Balkanlarda Avar hakanı Bayan Han’ın Slavlara gönderdiği elçinin öldürülmesi Slavlar üzerinde büyük bir öfkeye neden oldu. Doğuda İran ile büyük bir savaş içinde olan Bizans İmparatorluğu Slavlara karşı Avarlarla 577 yılında anlaşma yapma imkânı buldu.


Slavlar imparatorluğun İranlarla savaş durumundan yararlanarak Menadros ‘a göre sayıları yüz bini bulan kalabalık Slav kitlesinin durumunu Efesli İoannes şu şekilde aktarmıştır: “İmparator Tiberius saltanatının üçüncü yılında mel’un Slavlar istila etti. Bütün Yunanistan, Tesalya ve Trakya üzerinden geçti. Birçok şehir ve şatoyu aldı; memleketi yaktı, yıktı tahrip etti oraları sanki kendi memleketiymiş gibi yerleşti. Memleket içinde yayılmaları ve yerleşmeleri dört yıl sürdü. Zengin oldular; gümüşleri, altınları, sürüleri, atları sayısız orduları var. Romalılardan savaşmayı daha iyi öğrendiler…”İoannes’in aktarımları Slavlar kitlesinin sadece yağma ve talanlara dayalı ganimet duygusuyla yapılmadığını Slavlar kitlesinin Balkan coğrafyasını yurt tutmak amacıyla gelip yerleştiklerini göstermektedir.


İmparator Mauricius döneminde (582-602), Balkanlarda İmparatorluğun aleyhine genişleyen Slav Avar tehdidi en önemli sorun olarak devam etmekteydi. İmparator Mauricius ordusunun büyük bölümüyle doğuda Sasani mücadelesi yürütürken Balkan coğrafyasında oluşan Avar tehdidini iktisadi tavizlere dayanan siyasi anlaşmalarla engelleme yolunu kendinden önceki imparatorlar gibi devam ettirdi. Avarların varılan anlaşmayla kabul ettikleri 80 bin altına ek olarak imparatorluğun doğuda bulunduğu zor durumdan yararlanarak fazladan 20 bin altın talebinde bulunmaları İmparator tarafından reddedince Avarlar ve bağlıları saldırıya geçtiler. Sirmium şehri varılan anlaşma neticesinde Avar hakanına teslim edildi. Sirmium, stratejik şehrinin alınmasıyla Avarlar şehrin korunaklı yapısıyla Balkanlar’a yapılacak seferler için bir askeri üs görevi ifa edecek bölgeye sahip olmuşlardı. Bizans imparatorluğu için bu kayıp Balkanlar’ın savunmasını oluşturan Tuna sınır savunma hattının yıkılması anlamana gelmekteydi. Viminacium ve Augusta şehirleriyle birlikte geçici de olsa Singidunum (Belgrat) Avarların eline geçti. Avarların ilerleyişine engel olmayan İmparatorluk güçleri, Avar Slav kitlelerinin Balkan Yarımadası’nda ilerlemesine mani olamadı. Tuna çevresinde Avar kitlesinden bağımsız olarak hareket eden Slavlar ise bölgenin içlerine doğru sürdürdükleri ilerleyişleri Peleponnesos’a kadar uzanarak kalıcı olarak yerleşim amacıyla iskân etmeye başladılar. Selanik, 586 yılında Avar ve Slavlardan oluşan 100 bin kişilik bir orduyla ilk kez kuşatılmış ve başkent Slavların tehdidiyle karşılaşmış oldu. Bütün saldırılara rağmen başarı elde edilemedi.


Slav kitlelerinin meydana getirdiği güçlü göç dalgaları Balkan coğrafyasının etnik yapısında büyük değişikliklerin yaşanmasını beraberinde getirdi. Balkan yarım adasının yeni göç halkları elde ettikleri kazançlarla geri dönmek yerine bu toprakları kalıcı olarak iskân etmek amacıyla geliyorlardı. İmparator Mauricius döneminden önce Balkanlara defalarca saldırı düzenleyen Slavların yerleştirtildiklerine dair herhangi bir emare bulunmazken iskân amaçlı yerleşme bu dönemden itibaren görülmektedir.


Slav halklarının Balkan coğrafyasında başlattıkları yerleşme amacına dayanan kitlesel iskân girişimleri coğrafyanın demografik yapısının daha da karmaşık hale gelmesine neden olmuştur. Slavların Balkanlar’a sızma girişimleri karşısında yerel halkın dağlık alanlara korunaklı şehirlere veya adalara gitmek durumunda kalmışlardı. Tedirginlik ve korku nedeniyle Paleponnes’de Slavlara karşı güvenliği sağlamak için tek bir girişten ulaşımı sağlanan Momenemvasia şehri kuruldu.


Balkan coğrafyasının VI. Yüzyıl sonlarına doğru meydana gelen Slavların kitleler halinde Balkan yarımadasını işgal ve yurt tutmaları imparatorluğun en önemli sorunu olmuştur. İmparatorluk topraklarına saldırılar düzenleyen halklar, yağma ve ganimet amacı güderken Slavlar yerleşmek amacıyla topraklara saldırıyorlardı. Balkan yarımadasının demografik yapısında köklü değişime neden olan süreç coğrafyanın büyük bölümünün Slav halkların yerleşimi haline getirmişti. Böylece Balkanlar’da kurulacak olan Slav devletlerinin oluşumu sürecine geçilmiş oldu.


Slav halkaları bağlı bulundukları Avar İmparatorluğu içinde Balkan coğrafyasında birçok saldırı gerçekleştirmişlerdi. Slav kitleleri Balkanlarda imparatorluk topraklarında rahatça hareket ediyorlardı. VI. Yüzyıl sonlarından itibaren Avar Slav saldırılarına maruz kalan Balkanlarda Sirmium, Viminacium, geçici de olsa Singidunum şehirleri bu askeri güç karşısında mücadele edemeyince teslim olmak durumunda kaldılar. Kalabalık kitleye sahip Slav güçleri imparatorluk tarafından Sasanilerle yapılan savaşlarda asker olarak kullanılmışlardır.


Mauricius İranla yürüttüğü savaşta yirmi yılın sonunda İran tahtında meydana gelen mücadelede II.Hüsrev’in tahtı ele geçirmesi için yardım talebinde bulunması, imparatorluğa en büyük düşmanının iç işlerine müdahale etme imkanı verdi. Gönderilen yardım sonucunda II.Hüsrev, tahtın yeni sahibi olurken Bizans İmparatorluğu ise desteğiyle tahta oturmuş bir müttefik kazanmış oldu. Hüsrev II. 591 senesinde yapılan anlaşma sonucunda 20 yıllık savaş dönemi sona ererken imparatorluk için oldukça önemli olan Armenia’nın büyük bölümü artık Bizans İmparatorluğunun hâkimiyetine geçmiş oldu.


Bizans İmparatorluğu VI. yüzyıl sonlarından itibaren başlayan etkisini IX. yüzyıl’ da da devam ettiren karşı karşıya kaldığı demografik yapıda meydana gelen sorunların, artan dini muhalefetin ve ekonomideki bozulmaların çözümü olarak ihtiyaç duyulan nüfusun başka bölgelerden göç ettirilerek taşınması modeline dayanan politikasını uygulamaya geçirerek nüfus darboğazından çıkmaya çalıştı.


Slav kitlelerinin iskânıyla yoğun şekilde karşı karşıya kalınan VI. yüzyıl sonları sadece bölgenin demografik yapısında değişikliklere neden olmamıştı. Balkan coğrafyası aynı zamanda imparatorluk ordularının en önemli asker ihtiyacının karşılandığı bölge konumundaydı. İmparatorluk Slav istilası ve iskânı nedeniyle asker temin ettiği en büyük potansiyeli olan Illeyricum eyaletinden mahrum kalırken Trakya’nın orduya sağladığı asker desteğinde ise azalmalar başlamıştı. İmparatorluğu yeni asker temini bölgeleri arayışı çözüm olarak Armenia ve Kafkaslar bölgelerinde görüyordu. İmparator Mauricius’un iskân siyaseti asker çıkarabilecek durumda olan ailelerin başka bölgelere göçe tabi tutularak iskânlarının sağlanması yöntemine dayanmaktaydı. Her bir aile askeri ihtiyacın temel kaynağı olarak görülüyordu. Armania bölgesinden 30 bin kişilik asker çıkaracak şekilde 30 bin ailenin Trakya’da iskâna tabi tutulmasına ve bunların her birine biraz toprak temin edilmesini içeren bir emirnamesi Mauricius’un iskân siyasetinin özelliğini göstermektedir. İmparator Mauricius 602 tarihinde uygulanması istediği bu emri yapılan darbe sonucunda gerçekleşeme imkânı bulamamıştır.


VI. yüzyıl sonundan itibaren Ermeniler imparatorluk tarafından önemli bir unsur olarak kabul görmeye başlamışlardır. Mauricius‘un imparatorluğunun sonlarına doğru Ermenilerin büyük bölümü üzerinde hâkimiyet sağlanmış durumdaydı. Bu süreç Arap fetihlerinin büyük başarılar kazandığı VII. Yüzyıla kadar devam etmiştir. Müslüman Araplar karşısında başarılı olamayan imparatorluk bu bölgeler üzerinde siyasi olarak varlığını devam ettirmesine rağmen kontrolü kaybetti.


Mauricius imparatorluk ordusunun ihtiyacını karşılayacak kaynak olarak gördüğü Ermenilerin Trakya’ya da iskânlarını sağlamak için harekete geçti. Ermenilerin yaşadıkları bölgede gerek Bizans gerekse Sasaniler için huzursuzluklara sebep olabilecekleri nedeniyle bunların başka bölgelere gönderilmeleri gerektiği düşüncesindeydi. Sebeos imparatorun bu talebini şu şekilde aktarmıştır: “ Ben benimkileri (Ermenileri) Trakya’ya gönderirken sende onları doğuya gönder. Eğer orada öldükleri takdirde birçok düşman ölmüş olacak, tersi gerçekleşirse birçok düşmanı öldürmüş olacaklar.” Persler alınan kararın uygulanmasında pek başarı sağlayamazken Mauricius uygulamaları sonuç vererek birçok Ermeni Pers ülkesine kaçarken imparator asker olarak yararlanacağı bu kitlenin Trakya’da zorunlu olarak iskânlarını sağlamıştır.


Sasani İmparatorluğu ile yapılan karlı anlaşma neticesinde İmparator Balkan coğrafyasında meydana gelen Slav işgalcilerle ilgilenme imkânı buldu. İmparator Mauricius Balkan yarımadasının tam olarak güvenli hale getirmek ve saldırılardan korumak için Slav kitleleriyle sınır oluşturan Tuna’nın karşı ötesinde bulanan bu halklar üzerine bulundukları bölgelere sefer yapılması gerektiği düşüncesiyle 591 yılında hazırlıklara başladı. Mauricius düşman tehdidinin bulunduğu noktaya yönelik seferiyle birkaç amacı birden gerçekleştirme planı üzerine askeri harekâtını oluşturmuştu: Yapılacak saldırıyla Avarların kuzey Balkanlar’da hâkimiyet kurması önlenecek, Slav kitlesi içerisinde yer alan Vlahya Slavları Avarlara karşı harekete geçirilerek birliğin zayıflatılması sağlanacak, hâkimiyet altına alınan Slavlar imparatorluğa bağlı hale getirilmiş olacaktı. Böylece bölgenin güvenliği sağlanmış ve yeni vergi ve askeri kaynak oluşturulurken aynı zamanda Hıristiyan inancı da bu topluluk üzerinden yayılmış olacaktı. Tuna’nın ötesine geçen İmparatorluk güçleri komutan Priscus idaresinde Tisa bölgesinde Avar ve Slavlara karşı büyük başarılar elde ettiler. İmparatorluk ordusunun merkezden uzak bölgelerden yürütülen savaşın süresinin uzaması askerler içinde huzursuzlukları arttırması imparatora karşı girişilen isyan neticesinde akamete uğradı. Slav halklarını kontrol altına almak amacıyla yürütülen 10 yıllık mücadelenin bu şekilde sonlanması Balkan Yarımadası’nın Slav halkalarına terk edilmesine neden oldu.

 



Ostrogosrky’in tabiriyle “geç Romanın ölüm kalım” dönemi diye adlandırdığı Phocas Avarlar ile yıllık ödenen haracın miktarını 200 bin altına çıkararak Avarları bölgede kontrol altında tutmaya çalıştı. İmparatorluğun doğudan ise Sasani hükümdarı II. Husrev İmparator Mauricius’un öldürülmesini hesabını sormak adına saldırıya geçmesi neticesinde Bizans ordusu ağırlıklı olarak bu bölgeye kaydırıldı. İmparatorluğun içinde bulunduğu kargaşa ve Sasanilere karşı verilen başarılı savaşa rağmen Balkan yarımadası Slav topluluklarıyla dolmuştu.


Heraclius’un İmparatorluk dönemi olan VII. yüzyıl Balkan coğrafyasının yerleşimcileri ve işgalcileri açısından önemli değişimlerin yaşandığı bir dönem olmuştur. İmparator Mauricius Slav halklarının merkezi olan Tuna ötesine yapılan seferin imparatorluk darbesi neticesinde sonuçsuz kalmasından itibaren Slavlar kitleleri Balkan Yarımadasına iskân amaçlı yerleşmeye başladılar. Slav halkları birlikte hareket ettikleri Avarlardan farklı olarak ele geçirilen toprakları sadece yağma ve ganimet amaçlı olarak saldırıp geriye dönmüyorlardı. Balkan Yarımadasına yerleşmek amacıyla geliyorlardı. Slavların iskân girişimi Tuna ile sınırlı kalmayıp Makedonya’ya kadar genişlemişti. Balkan coğrafyası imparatorluğun resmi sınırları içinde olsa da hâkimiyetini ve otoritesini kaybettiği bölge Slav yerleşimciler tarafından işgal edilmiş durumdaydı. Slav Avar kitleleri Plelopones’e kadar uzanmıştı. Denizlerde ise denizci Slav kitlesi Girit’e kadar yayılmıştı. Dalmaçya’da bulunan Bizans idaresinin merkezi konumundaki Salona tahripten kendini kurtaramadı. Slav halkları VII. Yüzyıl da Balkan Yarımadasında yerleşik konuma gelmişlerdi. Bizans İmparatorluğu 7.yüzyıl’ın başlarından itibaren Balkanlar’da denetimini kaybetmiştir. İmparatorluğa kalan Misivri (Nsebar), bütün kuşatmalara direnen Thessaloniki (Selanik), Korinthos körfezi ve de Atina şehirleriydi. Slavlar dışında kalan bölge halkları ise (İlliryalı, Takya ve Yunan) dağlık alanlara ,Ege ve Adriyatik kıyısında korunaklı bölgelere çekilmek durumunda kaldılar. İmparatorluğun Doğu ve Güney kıyılarında Grek Batı kıyıları ise Roma unsurları güçlenerek Slavlar üzerinde baskın duruma geçtiler.


İmparator Heraklios Sasanilere karşı verdiği başarılı mücadeleler neticesinde Sasaniler ağır bir darbe aldı. Bizans yenilgisinin neden olduğu iç karışıklıklar İmparator Heraklios’un yardımını alan II. Kovrad’a tahta geçmesini sağlarken Bizans İmparatorluğu’na ise oldukça karlı bir anlaşma anlaşmanın yolu açtı. 628 tarihli anlaşma neticesinde imparatorluktan alınmış olan Mezopotamya Armania, Suriye, Mısır, Filistin imparatorluk sınırlarına tekrardan dâhil edildi. Heraklios’un imparatorluk sınırlarına kattığı şehirler, Sasanileri ortadan kaldıran Müslüman Arapların ortaya çıkmasına kadar ancak kalabildi. Kuzey Afrika kıyılarının da kaybeden Bizans İmparatorluğu Doğuda Ege adalarına Anadolu’ya ve Kırıma sıkışırken batıda ise Sicilya’nın küçük bir bölümünden ibaretti. Balkan Yarımadası’nın en güney noktasına kadar Slav halkları tarafından işgal edilmesi bölgede büyük bir etnik değişimi beraberinde getirdi.


Avar devletinde, 616 tarihinde Avar hanının ölümü üzerine tahta değişiklik meydana gelmişti. İmparator Heraclius ile Avar hanının Herakleia (Marmara Ereğlisi) da görüşme teklifinin bir suikast hazırlığı olduğun anlaşılması üzerine güçlükle hayatını kurtardı. Ekonomik ve askeri olarak da güçsüz durumda olan imparatorluk herhangi bir müdahalede bulunamadı.


Sasanilere karşı başarılı mücadeleler veren Heraclius, Sasani komutanı Şahribazı mağlup ederek Anadolu topraklarından çıkarmıştı. İran üzerine yapacağı sefer için Avarların tehdit oluşturmasına engel olmak içinde ödenen verginin miktarını artırırken Avar hakanına imparatorluk ileri gelenlerinin çocuklarından güvence olması için rehin olarak göndermişti.


Başkentten uzak olan Heraclius’a karşı ittifak arayışı içinde olan İran Şahı Avarlarla ittifak kurarak imparatorluğu iki ateş arasına aldı. Avar hakanı bağlıları olan Slav, Bulgar, Gepit güçleriyle birlikte Constantinopolis’i kuşattı. Avar birleşik güçleri ve Sasani kuvvetleri başkentin kuşatmasını aşamayarak 626 yılında çekilmek zorunda kaldılar. Avar Sasani müttefiklerinin yenilgisiyle sonuçlanan İstanbul kuşatması, Avarlar devletinin içinde bulunan halklara bir kurtuluş ve başkaldırma imkânı doğurdu. Slav halkları Samos adlı şahsın liderliğinde, Slav devletini kurarken zaman içerisinde Hakanlık tartışmaları gerekçesiyle bağlı kalan halklardan Bulgarlar da ayrılarak devletlerini kurmaya muvaffak oldular. Böylece güney Slavlığı oluşmaya başladı. Hırvat ve Sırp kitlelerinin Hıristiyanlığa geçmeleri şartıyla bizatihi imparator tarafından Balkanlar’a girmelerine izin verildi. Hırvatlar yerleşim yeri olarak Dalmaçya ile Sava arasındaki alana yerleşirken Sırplar ise Morava ile eski Margus alanlarına yerleşmişlerdir.


Bulgarlar ise kalabalık Slav halkları içinde zaman içinde Slavlaşarak erimişlerdir.


II.Constans (641-668) imparatorluğun en önemli sorunu Müslüman kuvvetlerinin imparatorluk topraklarına yönelik ilerleyişinin devam etmesiydi. Müslüman Arapların kendi içinde başlayan iç mücadeleleri neticesinde Muaviyenin barış istemek durumunda kalmasıyla tehdit bir süreliğine durmuş oldu. Müslüman tehdidinin kalkmasıyla birlikte İmparatorluğun diğer bölgeleriyle ilgilenme imkânı bulan imparator Yarım asır sonra Slavlar üzerine Balkan Yarımadası’na müdahalede bulundu. İmparatorluk ordusunun gücünü tekrardan Balkan coğrafyasında bulunan halklara hatırlatan imparator II.Constans, hâkimiyeti sağladığı bölgede çok sayıda savaş esiriyle döndü. İmparator II.Constans Slav yerleşimcilerinden kalabalık bir kitlesini Anadolu topraklarına göç ettirerek iskana tabi tuttu. Doğu Roma İmparatorluğu Balkan coğrafyasının işgal ve istilaya uğramasında dönemsel olarak çok az farklılıklar göstermesine rağmen genel siyasi bakış açısı değişmemiştir. İmparatorluk güney sınırında meydana gelen tehlikeler ve tehditleri savaş ya da anlaşmalarla ortadan kaldırdıktan sonra hedef olarak yönelmiştir. Bu bakış açısı Balkanlardaki tehdidi küçük ya da önemsiz görmelerinden değil Filistin, Suriye, Mısır gibi imparatorluğun en önemli tarımsal ve refah kaynağı sağlayan bölgeleri korumaya yönelik askeri stratejik bakış açısının bir ürünüdür.


Bu nedenle Doğu Romanın Balkanlar’da uyguladığı bu strateji imparatorluk bütününün bir sonucudur.


Hazar- Bizans İlişkileri



Menşei itibariyle Türk olan Hazarların çıkış noktası Orta Asya’dır. Kafkasya ile Karadeniz düzlükleri arasında yer alan İtil (Volga) , Özü (Dnyeper) , Çolman (Kama) dan Kiyef’i de kapsayan alanda VII. Yüzyıl’dan X. Yüzyıl’a kadar uzanan dönemde kurdukları devletleriyle hâkimiyet sağlayan Hazarlar özellikle Doğu Avrupa tarihinde oldukça etkili olmuşlardır. Avrupa Hunları ve Büyük Bulgar devletlerinin dağılmaları neticesinde içlerinde yer alan Hun boyları Hazar kıyılarına gelerek burada daha önceden var olan Türk gruplarının yaşadığı alanlara yerleştiler. VI. Yüzyılın başlarına kadar Hazar kıyısını yurt tutan Hun boyları Hazar Hunları adıyla anılır oldular.


Hazarların gerek Bizans gerekse de Sasanilerle olan ilişkilerinin başlangıcı şüphesiz Hazarların asıl nüvesini oluşturan Sabarlara dayanmaktadır. V. yüzyılın ikinci yarısından sonra Batı Sibirya’da bulunan kavimler arasında bir hareketlilik ve büyük göç olayı yaşandı. Avarların baskısına karşı koyamayan Sabarlar yeni yurtlar bulmak amacıyla topraklarını terk etmek durumunda kaldılar. Ural Altay düzlükleri arasını yurt tutan Ogurları yerlerinden ederek onları batıya doğru ittiler. Böylece Sabarlar, Tobol ve İşim ırmakları çevresine yerleştiler. 503 yılından itibaren hakimiyet alanını Doğu Avrupa yönünde genişleten Sabarlar, burada bulunan bazı Bulgar gruplarını hakimiyetleri altına aldılar. 515 yılında Sabarlara ait büyük bir grup İtil –Don nehirleri ile Kafkasların kuzeyinde yer alan Kuban havzasına yerleştiler. Yeni yurtları, dönemin güçlü imparatorlukları olan Bizans ve Sasanilerle teması sağlarken Sabarları aynı zamanda Doğu Avrupa tarihinde önemli bir konuma getirdi. Yüksek savaş tekniği ve özellikle savunma savaşlarına karşı sahip oldukları donanımlarıyla Sabarlar, dönemin imparatorlukları tarafından ihtiyaç duyulan bir güç konumunda bulunuyorlardı. Bizans Sasani savaşlarında askeri gücünü en yüksek ücreti ödeyen tarafa ihraç ediyordu. Sasanilerle anlaşan Sabarlar imparator Anastasios zamanında Bizans topraklarına yönelik iki koldan harekete geçti. 516 yılında Anadolu içlerine kadar uzanan bu akınlar büyük zayiat meydana getirdi. İmparator Iustinianus döneminde Sabarların kraliçesi olan Balak (Savar liderinin dul eşi) hatun ile değerli hediyeler karşılığında ittifak sağlandı. Bu ittifakla aynı zamanda Bizans, Sasanilere karşı 100 bin kişilik askeri gücün desteğini de kazanmış oluyordu. Merkezi idarenin olmadığı ve boy beylerinin kendi başına hareket edebildiği idare yapısı nedeniyle Sabarların, hem Bizans’ın hem de Sasanilerin yanında yer aldığı dönemlerde olmuştur. 550 senesinde yaşanan Bizans Sasani savaşlarında Sabar gücünü her iki tarafta da görmekteyiz. 557 tarihinde Avarlara karşı aldıkları ağır yenilgi sonucunda toprakları Göktürklerin idaresine geçti. Sabarların bir bölümü Kür nehrinin kısımlarına dağıldılar. Hazarlar Göktürklerin batıdaki en uç unsuru olarak bulunuyorlardı. Bünyesine dâhil ettiği Sabar, Semender ve Sarıogur Türk boyları ile 558 tarihinde Hazarlar devletlerini kurmuş oldular. Hazar devletinin teşekkülüyle birlikte o güne kadar teşkilatsız ve akıncı bir yapı görünümündeyken artık devlet teşkilatına ve sistemine sahip bir yapıya kavuştular. Hazar hâkimiyeti altında olan Kuzey Kafkas kabileleri zaman içerisinde dâhil oldukları devletin bünyesi içinde eridiler. 576 yılında Göktürklerin batı kolu Kafkasya’ya doğru harekete geçince Avarlar yerlerini terk ettiler. Avarlar tarafından terk edilen Don-İdil nehirleri ve Kafkas dağlarını kapsayan alanlar Göktürk hâkimiyet sahasına dönüşmüş oldu.


Roma İmparatorluğu ile Perslerin III. yüzyıldan IV. yüzyılın başlarına kadar devam eden Ermenistan bölgesine yönelik hâkimiyet sağlama mücadelesinde, Hazarlar başlangıçta Perslerin yanında yer alarak Roma İmparatoruna karşı mücadele verdiler. Hazar Roma ilişkileri düşman taraf şeklinde bir konumlanma şeklindeydi. Pers imparatorluğu IV. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte bölgeye yönelik yayılmacı ve ilhaka dayanan politik ve strateji değişikliği, Ermenistan’ın işgaline neden olurken komşuları için büyük bir tehdit oluşturuyordu. Hazarlar bu tehdit karşısında Bizans imparatorluğu ile yakınlaşarak Perslere karşı ortak mücadele vermek için anlaştılar.


Hazarlar 558 tarihlerinden sonra Sasanilere karşı verdikleri mücadelelerle Kafkasların hâkim gücü olarak kabul ediliyordu. Bizans imparatorluğu tarafından da 586 yılından itibaren “Hazar” adıyla biliniyorlardı. Bizans İmparatorluğu’nun doğu sınırında tehdit oluşturan Sasanilere karşı müttefik sıfatıyla Hazarlar, 626 tarihinden itibaren imparatorlukla birlikte hareket etmeye başladılar. Heraclius ordusuyla birlikte Doğu Karadeniz’de bulunduğu esnada fırsattan istifade eden Avar Sasani birlikleri, imparatorluğun başkentini almak için kuşattılar. İmparator Heraclius’un talebi üzerine Hazar Hanı Ziebel (Zebu,Yabgu) ile yapılan görüşmeler üzerine Pers (Sasani) tehdidine karşılık 40 bin kişilik askeri kuvvet göndererek yardımda bulunuldu. Hazar askeri güçleri Azerbaycan’ı ele geçirerek İran içlerine doğru ilerlemesini sürdürdü. Tiflis’in Hazar yabgusu tarafından alınmasıyla birlikte (629) bazı Ermeni toplulukları da himaye altına alınmış oldu. Hazarların bu başarısı sonucunda Sasaniler büyük devlet olma vasfını kaybederken aynı zamanda Anadolu, Sasani işgalinden de kurtulmuş oldu. İmparatorluğun başkentinin muhasara altına alındığı ve Heraclius’un seferde olduğu bu dönemde, imparatorluğun yok olmayla karşı karşıya kaldığı büyük kriz müttefik Hazar yardımıyla ancak aşılabildi.


630 yılı Doğu Göktürklerin Çin hâkimiyetine boyun eğdiği Batı Göktürklerinde aynı kaderi paylaştığı karanlık bir yıl olmuştu. Batı Göktürkler desteklerini aldığı bazı Türk boylarıyla birlikte mücadelesini devam ettirmişse de 658 yılında topraklarını tamamen Çin hâkimiyetine girmekten kurtaramadı. Batı Göktürklerin içinde bulunduğu savaşların ve iç mücadelelerin neden olduğu kargaşa ortamı uç kesimlerde yaşayan milletlerin ayrılma girişimlerine karşı gerekli tedbirlerin alınmamasına neden oldu.


Hazarlar 630 yılından itibaren Göktürk hâkimiyetinin sona ermesiyle birlikte bağımsız bir devlet statüsüne kavuştu. Sınırlarının Azak denizine kadar genişlemesiyle birlikte Hazarlar ile Doğu Roma İmparatorluğu arasında ilişkiler gelişmeye başladı. Hazarlar ile Doğu Roma arasında geliştirilen ittifak sonucunda imparatorluğun İran ve Balkan politikalarında etkili bir şekilde yer aldığı tarihi süreçler olmuştur.


VII. yüzyıl başlarında Doğu Roma İmparatorluğu’nda taht değişimi yaşanırken İmparator Heraclius’un miras olarak devraldığı Bizans İmparatorluğu doğuda ve batıda büyük tehditlerle karşı karşıya kalmıştı. Sasani hükümdarı öldürülen imparator Mauricius’un intikamını güderek Bizans topraklarına saldırması sonucunda stratejik Dara şehrini ele geçirmesiyle Ön Asya ve Anadolu yönünde ilerleyişini hızlandırmıştı. İmparatorluğun batısında ise Balkanlar’da harekete geçen Avar saldırılarına yıllık ödenecek verginin arttırılmasıyla engelleme girişimi nihayetsiz kalırken Slav halklarının göçü sonucunda Balkan yarımadası toprakları Slav kitlesiyle dolmuştu.


İmparator Heraclius’un iktidarının ilk yıllarında Bizans İmparatorluğu’nun doğu sınırında başlayan İran güçlerinin ilerleyişi Anadolu içlerine doğru yönelerek Kayseri ve Kapadokya şehirleri yağmalandı ve Tarsos (Tarsus) kalesi ele geçirildi. Sasani istilasına uğrayan imparatorluğun güney topraklarında ise 613’te Şam, İranlılar tarafından yağmalanırken bunu 614’te Filistin ve kutsal Kudüs’ün ele geçirilmesi izledi. 619 yılında ise İmparatorluğun temel tahıl merkezi konumunda olan Mısır’ın işgaline girişildi.


Sasani kralı Doğu Roma İmparatorluğu’nu sahip olduğu güçleriyle tek başına alt etmesinin mümkün olamayacağını görmesi üzerine Bizans’a karşı birlikte hareket edebileceği müttefik arayışı Avar-Sasani yakınlaşmasını sağladı. Yapılan anlaşma gereği Avarlar askeri güç olarak destekte bulunacaklar ve ele geçirilen ganimetlerin sahibi olacaklardı. İmparatorluk başkentine doğru ilerleyen Sasani güçleri Khalkedon (Kadıköy) önlerine gelirken Avar güçleri de anlaşmanın gereği olarak başkente doğru harekete geçmişti.


İmparator Heraclius’un imparatorluğuna karşı oluşan Sasani Avar tehdidine karşı ittifak kurabilecek güç arayışı Hazar Bizans ittifakının oluşmasını sağladı. Hazarlar ile sağlanan müttefiklik sayesinde Bizans İmparatorluğu’nun doğu siyasetindeki en önemli güç unsuru oluşturacak birliktelik sağlanmış oluyordu. İmparatorluk başkenti Avar Sasani ittifakı ile kuşatıldığında imparator başkentten uzak Lazika’da bulunuyordu. 627 senesinde Hazarlarla kurulan ittifakın gereği olarak Sasanilerle mücadele için harekete geçildi. Sasani ordusu Ninova önlerinde ittifak güçlerinin kesin zaferiyle sonuçlanan ağır bir yenilgiye uğratıldı. Bu yenilgi sonucunda Sasani devletinde iç çekişmenin yaşanarak tahtını ve canını kaybeden II. Hüsrev dönemi sonlanırken Sasani devleti parçalanma sürecine girdi. Sasani tahtını ele geçiren Oğul II. Kavad (Siroe) Bizans İmparatorluğuyla anlaşma yoluna gitti. 628 tarihli anlaşma neticesinde imparatorluktan alınmış olan Mezopotamya, Armania, Suriye, Mısır, Filistin imparatorluk sınırlarına tekrardan dâhil edildi. Albanya üzerine yönelen Hazar güçleri, kuşatma neticesinde bölge üzerinde 630’da hâkimiyeti sağladı. Çorpan Tarhan kumandasındaki Hazar güçleri ise Persleri Tiflis’te ağır yenilgiye uğratarak bir kısım Ermenilerin Hazar himayesine alınmasını sağladı.

Hazarların Müslüman Araplar arasında çatışma şeklinde başlayan ilk mücadelesi ve karşılaşması Hz. Ömer döneminde Ermeniya ve Azerbaycan’ın alınması döneminde gerçekleşmiştir. Hz Osman döneminde İslam kuvvetleri Salman b. Rebia komutasında Hazarların topraklarına girerek Balaencer’e ulaştı. Hazarlar diğer Türk boylarının yardımlarını ve desteklerini alarak Müslüman kuvvetlerini yenilgiye uğrattılar (652).


Hazarların 650 tarihinden sonra Onogur Bulgarlarına son vermeleri sonucunda Doğu Avrupa’nın Güneydoğusunda geniş bir alanda hâkimiyet kuran Hazarlar, bölgede 3 asır devam edecek sürecinde belirleyicisi oldular. 650’den itibaren Sasanilerin hâkimiyeti altındaki şehirlerin Arapların ilerleyişi karşısında tutunamayıp İslam coğrafyasına dâhil edilmesiyle genişlemenin yönü Kafkasya’ya Hazar ülkesine yönelince Hazarlar tarafından saldırılara karşı konulmuş aynı zamanda Volga üzerinden Avrupa’nın güneydoğu bozkırlarına hâkim olmak üzere saldırılar düzenleyen Oğuz, Peçenek, Kıpçak Türk kavimlerine karşıda güçlü bir set oluşturmuştur. Hazarlar Arapların Karadeniz üzerinden geçerek Bizans İmparatorluğunun başkentini kuşatma planlarının önündeki en önemli engelleyici askeri unsur olmuşlardır.



Yeni Yerleşimci Büyük Tehdit Bulgarlar


Bulgarların menşei ile ilgili Fin, Tatar, Slav, Urallı iddiaları dillendirilmişse de ortaya çıkan maddi kanıtlara dayanan arkeolojik buluntular ve dilsel incelemeler Bulgarların köken olarak Türk olduklarını göstermektedir. Bulgarların kuruluşu itibarıyla yöneten liderlerini ve sürelerini kayıt altına alındığı Hakanlar listesinin İrnek Han ile başlangıç bulması kökenleri itibariyle Türk olduklarının en somut ve yazılı belgesini oluşturmaktadır. Bulgarların bir güç olarak tarih sahnesinde yer almaları imparator Zenon dönemine rastlamaktadır. İmparatorluğun Doğu Gotlarla mücadele etmek amacıyla ihtiyaç duyduğu askeri gücün temini imparatorluk bürokrasisini Karadeniz’in kuzeyinde yaşayan bu topluluğa yöneltmiştir.


Büyük Hun lideri Atilla’nın 453 yılında ölümüyle birlikte yerine geçen oğlu İlek Hun Devletini oluşturan toplukları bir arada tutamadığı gibi toplulukların başkaldırmasına Avrupa Hun Devleti’nin dağılmasına da engel olamadı. Oğul İrnek ise dağılmaya başlayan devleti Orta Avrupa coğrafyasında sürdürmenin mümkün olamayacağını görünce kendine bağlı olan halklarla birlikte Karadeniz bozkırlarına doğru yöneldiler. İrnek liderliğindeki topluluk, bu bozkırlara daha önceden gelmiş ve burada kalmış olan Ogur Türk kitlelerini kendi bünyesine katılmalarını sağladı. Bu sağlanan birliktelik sonucunda Bulgar adıyla anılmaya başlayan topluluk, Bulgarlar ismiyle anılacak devleti oluşturacak halk kitlesinin esas unsurlarıydı. Bulgamak fiilinden türetilen bu kelime karma muhtelif anlamını taşımaktadır.


Priskos’un kaydına göre Don ile Kafkasya arasını yurt tutan Ogurlar, Avar tazyikine uğrayan Sabarların baskısına karşı koyamayınca (461-465) yerlerini terk ederek Karadeniz bozkırlarına doğru yönelmek zorunda kaldılar. Ogurların Doğu Avrupa’da Akatir Hunlarına karşı girdikleri mücadelede kazanılan başarı Kafkas Dağları’na kadar uzandı. Doğuda ise İran’a karşı saldırılarda bulunarak Ermeni ve Gürcü yerleşim alanlarına saldırılar gerçekleştirdiler. Ancak Ogur birliğinde meydana gelen zayıflama yeniden bir yapılanmayı gerektirdi. Kafkasya bölgesinde kalmaya devam eden Oturgur (30 Ogur), Don ile Dinyeper arasındaki bölgede Kutrigur (9 Ogur), Kuban nehri ile Don nehrinin arasında kalan bölgede Onogurlar yer alırken bunların dışında Bittigur (5 Ogur), Ultingur (6 Ogur), Saragur (Sarı Ogur) lar bu oluşumun içindeydiler.


Hun İmparatorluğu’nun dağılması neticesinde Bulgarlar Utrigur ve Kutrigur olarak ayrı ayrı teşkilatlarını oluşturarak yurtlar edinmişlerdi. Utrigurlar Kuban ve civarına Don nehrinin batısına ise Kutrigurlar göç ettirmişlerdi.


Bulgarların bir kavmin adı olarak ortaya çıkmaları ise Doğu Roma İmparatoru Zenon dönemine rastlamaktadır. İmparator, başbuğları Buşan liderliğindeki Kutrigurları müttefik olarak davet etmişti. Yeni müttefik imparatorluğa tehdit oluşturan Teodorik liderliğindeki Doğu Gotlara karşı mücadele edecekti. Ogurlar Sirmium şehri yakınlarında Doğu Gotlarla girişilen mücadelede ağır bir yenilgiye uğradılar.


Doğu Roma İmparatorluğu’nun “Barbar” tehdidine karşı uyguladığı güçlerinden yararlanmak ya da aralarında çatışma çıkarmaya yönelik strateji Utrigur ve Kutrigur üzerinde tamamı başarıyla uygulanarak tatbik edilmiştir. Kışkırtmalar sonucunda Utrigurların saldırısına uğrayan Kutrigurlar Tuna’ya doğru çekilmek zorunda kaldılar. Bulgarların Balkan coğrafyasında saldırılarıyla karşı karşıya kalan Bizans İmparatorluğu’nun 506 yılında Trakya toprakları saldırılarla tahrip edildi. Başkenti korumak amacıyla Bizans İmparatorluğu, Bulgar akınlarına karşı “Uzun Sur” adıyla anılan surlarla engel olmaya çalıştı. Ogur boyları arasında gerçekleşen mücadelede kaybeden Kutrigurlardan 2 bin aile Trakya da iskan edildi.


İmparator Iustinianus (527-565), iktidarının 15.yılında meydana gelen Mısır ülkesinden başlayıp Afrika’nın kuzeyini, Germenya, Galya ve İtalya’ya kadar uzanan demografik yapıları değiştirecek kadar ölümlere neden olan “veba” salgınıyla karşı karşıya kalmıştı. Veba salgını yerleşik nüfus üzerinde gösterdiği tesirden dolayı Mezya, Makedonya, Trakya yerleşim bölgelerinde Bulgar halklarının iskânını kolaylaştırmıştır. Trakya’ya iskan için izin verilen Kutrigurlara bu az nüfuslu bölgelere yerleşme izni verilmişti. Veba salgınının neden olduğu ölümler, yerleşim yerlerini tenhalaştırmış nüfusu büyük bir erozyona uğratmıştı. Muhtemelen bu bölgelerde insan nüfusunun seyrekleşmesinin doğuracağı olumsuzlukları giderme yönlü düşüncenin gereği imparator tarafından iskan için izin verilmiş olsa gerek.



552 yılında Orta Asya merkezli kurulan Göktürk devleti, etkileri bakımından sadece kurulduğu coğrafya ile sınırlı kalmayıp bu etki Doğu Avrupa’ya kadar uzanmış buradaki milletler üzerinde de tesirli olmuştur. Sınırlarını Kadırgan dağlarından Azak denizine kadar genişleten Göktürkler Utrigur ve Kutrigurlarıda genişleyen sınırlara kattılar. Gök-Türk devletinin 582 yılında ikiye ayrılması neticesinde iç mücadeleler ve Uruğlar arasındaki savaşlar devletin zayıflamasına neden oldu. Bulgarların Göktürk hakimiyetinden kurtulmaları ancak 630 yıllarında kendi devletlerini kurmalarıyla mümkün oldu.


Büyük Bulgar Devleti


Avarlar ve Sasani iş birliği neticesinde başlayan başkent Constantinopolis’in kuşatılması başkentin surlarına ve halkın savunmasına karşı başarılı olmadı. Avar hakanının kuşatmanın başarısızlıkla sonuçlanması karşısında geri çekilmesi, güçlü Avar itibarının büyük bir zarar görmesine neden oldu. Avar hakanın ölümü ise Avarlar içinde yer alan halklar nezdinde Hakanın kim olacağı tartışmasını ortaya çıkardı. Bulgarlar hakanın kendilerinden olması gerektiğini ileri sürerek Avarlara karşı mücadeleye giriştiler. Bulgarların Macaristan’da Avar yönetimine karşı başlattığı ayaklanma güç kullanılarak bastırıldı. Avarlar devleti oldukça zor duruma sokan bu ayaklanmaya rağmen Bulgarları Eflak ve Bulgaristan’da hâkim güç olarak bırakmak durumunda kaldılar. Bulgarlardan 9 bin aile Bavyeraya sığınmak zorunda kaldılar. Bavyera kralı tarafından yerleşmelerine izin verilen Bulgar topluluğu verdikleri sözlerine sadık davranmayınca izin verilen hamileri tarafından büyük bir bölümü öldürüldü. Kurtulabilenler ise İtalya’da bulunan Longobardlara sığındılar.


Balkanlar’da Avarlara karşı girişilen hakanlık mücadelesinde 630 tarihinde Göktürk devletinde başlayan iç çekişmeler neticesinde devletin önce iki ayrılması ve nihayetinde önce Doğu Göktürkleri ardından da Batı Göktürkler Çin egemenliğini kabullendiler. Siyasi gelişmelerinde işaret ettiği gibi Göktürk devletinin yaşadığı iç çekişme devleti kendi sorunlarıyla uğraştırırken Doğu Avrupa coğrafyasında meydana gelen gelişmeleri takip ve müdahil olamayacak kadar içe kapatmıştı.



Özellikle Avar hakanının ölümünün meydana getirdiği liderlik mücadelesinde, Bizans İmparatorluğu’nun kışkırtmaları Avar bağlıları arasında Bulgarlar lehine etkili olunca Balkan topraklarındaki hâkimiyet Bulgarların eline geçmiştir. Siyasi boşluk neticesinde dağınık durumdaki Ogurları bir araya getirmeyi başaran Kubrat Büyük Bulgar devletini kurdu. Devletin merkezini Azak nehrinin kuzey alanlarının oluşturduğu Doğuda Don boyuna, Batıda ise Bug (Buga-İdeı) nehrine kadar uzanan alanı kaplamaktaydı. Kubrat İmparator Heraclius’a gönderdiği elçiler aracılığı ile bir ittifak anlaşması yapmaya muvaffak oldu. İmparator Heraclius tarafından bu yeni müttefik gücün lideri “patrikios” ünvanı ile onurlandırıldı. İmparatorluğa tam bir sadakatle bağlılığı önceleyen bu anlaşmayla imparatorluk sınırlarında meydana gelen gelişmenin imparatorluk nezdinde yaratacağı tepkiler giderilirken imparatorluk cephesinde ise Avarların saldırılarından imparatorluğu koruyacak bir güç olarak görülmüştür.


Balkan coğrafyasının demografik yapısında değişikliklere yol açacak gelişmeler bizatihi İmparatorun teşvikleriyle devam etti. Heraclius izin vermesi sonucunda Sırplar, Hırvat halkları yeni yurtlar edinecekleri Balkan yarımadasına yerleştiler. Balkan Yarımadası’nda iskânları sağlanan bu halklarla birlikte bölgede Slav unsurlar güçlendi.


Büyük Bulgar devletinin kurucusu Kubratın ölümü üzerine oğulları arasında iktidar mücadelesi baş gösterdi. Kubrat’ın vasisi olarak yerine geçen büyük oğul Batbayan, Hazarların baskısına karşı koyamayınca devletini dağılmaktan kurtaramadı ve Hazarların hâkimiyetini kabullenerek halkıyla birlikte kuzeye çekildi.


Asparuh Han ve Tuna Bulgarları



Tuna Bulgar devletinin siyasi açıdan en sıkı ilişki içinde olduğu devlet şüphesiz Bizans devletiydi. Bat-Bayan'ın küçük kardeşi Asparuh kalabalık Bulgar kütleleri ile Tuna'ya yönelip Balkanlara geçti (668) ve elverişli toprakları zapt ederek yeni Bulgar devletini kurdu (679). Theophanes aktardığı bilgilerde Asparuh ilgili ifadeler şu şekilde yer almıştır: “…Asparuh adındaki üçüncü kardeş Dnyeper ve Dnyestri geçerek Olga’yı (bu nehirler Tuna’dan daha kuzeydedirler) istila etti. Tuna ve bu nehirler arasına burayı tehlikesiz ve her taraftan aşılması güç olarak bilip yerleşti. Zira burası önden bataklık diğer taraftan ise nehirlerle çevriliydi. Bundan dolayı ayrılarak zayıflayan halk için düşmanlara karşı büyük emniyet sağlıyordu…”


Kuban bölgesinde hâkimiyetin Hazarlar tarafından ele geçirilmesi sonucunda On ogurlar bağımsızlıklarını kaybetmiş oldular. Hazarların hâkimiyetini kabul etmeyen Kubratın oğullarından Asparuh Hazarların baskısı karşısında bağlı topluluğuyla Tuna yönünde hareket etmek zorunda kalarak bu nehri aşıp 671 yılında Balkan coğrafyasına girdi. Asparuhun halkıyla birlikte Balkanlara doğru başlayan göçü esnasında Tuna çevresinde hâkimiyeti ancak Avarların bu bölgelerde var olan güçlerinin yenilgiye uğratılması sonucu sağlanabilmiştir.


Balkanlarda beliren Asparuh liderliğindeki Bulgarlar savaşçı özellikleri nedeniyle İmparator IV.Constantinos (668-685), imparatorluğun güvenliği açısından oluşturduğu tehdidin farkındaydı. IV.Constantinos imparatorluk başkentinin Araplar tarafından 673’ten 677’ye kadar kuşatılarak baskı altında tutulması sonucu Balkanlarda meydana gelen gelişmelere karşı herhangi bir müdahalede bulunamadı. Başkenti muhasara altında tutan Araplarla anlaşma sağlanması sonucunda İmparator Bulgarlara yönelik askeri hazırlıklara başladı. İmparatorluk askeri güçleri Asparuh liderliğindeki Tuna çevresini iskân ve yurt edinmiş Bulgarlar üzerine kara ve deniz güçlerini sevk ederek kuşatma içine almayı amaçladı. Ancak etrafın bataklık olması imparatorluk askerlerini aciz durumda bırakırken Asparuh güçlerine ise büyük bir üstünlük sağlıyordu. Çok sayıda askeri kayıplara uğrayan Bizans İmparatorluk güçleri imparatorun hastalanıp savaş alanından ayrılması sonucu, Bulgar güçlerinin karşı saldırıya geçmesine neden oldu. Asparuh kuvvetleri Bizans’ın boşalttığı bölgelerde ilerleyerek Varna’ya kadar ulaştılar.


Yaşanılan ağır yenilgi ve Bulgar ilerleyişi ancak imparatorun Bulgarlarla resmi bir anlaşma yapmasıyla sonlandırılabildi. Anlaşmanın içeriği yıllık vergi vermeyi, Tuna ile Balkanlar arasında kalan bölgenin Moesia ve Küçük İskitya eyaletlerini Bulgarlara terk etmeyi içeriyordu. Böylece ilk kez Bizans İmparatorluğu sınırları içinde tanınan bağımsız bir devlet kurulmuş oldu. Kanaatimizce Asparuh’u bu başarıya götüren en temel faktör Asparuh’un sahip olduğu askeri ve stratejik dehası ve liderlik vasfından kaynaklanmaktadır. Halkının Hazarların hâkimiyeti altına girmesine müsaade etmeyerek Balkan coğrafyasına taşımış, iskân için seçilen bölgeyi geçici olarak değil yurt tutmak gayesiyle belirlediğinden ele geçirdiği toprakların sahiplerinden gelecek saldırılar düşünülerek korunaklı bölge yurt olarak seçilmiştir.



Bizans İmparatorluğu VI. yüzyılın ortalarından itibaren bölge üzerinde hâkimiyet olarak fiilen yok durumundadır. Bizans’ın tehlikeli yeni komşusu Bulgarlar, Tuna’dan kuzey Balkanlara uzanan bölgede kurdukları devletleriyle bölgede nüfus olarak oldukça kalabalık durumda olan Slavlarla ittifak oluşturdular. Asparuh’un sahip olduğu teşkilatçılık ve devlet yönetme vasfı ele geçirilen topraklarda devletleşmesine imkân sağlamıştır.


Tuna Bulgar devletinin imparatorluk nezdinde tanınması Doğu Roma İmparatorluğu’nun kuzeyden gelen saldırılara karşı savunma sınır hattını oluşturan Tuna’nın kaybedilerek yeni hattın Trakya’nın kuzey dağları olacak şekilde çekilmesine neden oldu.


İmparator IV.Constantinos’un ölümünden sonra yerine geçen halefi oğlu II.İustinianos (685-695), babası tarafından Araplara kaşı kazanılan başarı sonucunda sağlanan anlaşmayla doğu sınırlarında sükunet tahsis edilmişti. Bu durum imparatora Balkan coğrafyasına harekete geçmek için en uygun ortamı sağladı. İmparator Bulgar devletine ve Slav halkları tarafından işgal ve iskân edilmiş balkan topraklarını kurtarmak ve itaat altına almak amacıyla Anadolu’dan oluşturduğu askeri birlikleri kullandı. Bulgarların ağır bir yenilgisiyle sonuçlanan (688-689) bu sefer, imparatorluğa çok sayıda Slav esir ve büyük bir başarı sağladı. II.İustinianos Balkanlarda güven ve itaati sağlaması sonucunda bölgede istikrarın tekrardan bozulmaması için burada yaşayan Slav halklarını stratiotes (Asker) göreviyle Anadolu’da zorunlu iskana tabi tuttu. Müslüman Arapların yaptığı saldırılar sonucunda toprakların boşalmasıyla demografik yapıda meydana gelen boşluğu zorunlu iskân yöntemini uygulayarak doldurmaya çalıştı. Sayıları 80 binden az olmayan Slav halkları Anadolu’da bulunan themelerden Obsikion Theme’sinde zorunlu iskâna tabi tutuldular. Anadolu’da İskân edilen Slav topluluğu imparatorluk ordusuna 30 bin kişilik asker verecek özellikteydi. İmparatorluk zorunlu iskânı neticesinde hem orduya yeni kuvvetler kazandırırken aynı zamanda boş olan İmparatorluk arazilerinin işletilmesi imkânını sağlanmış oluyordu.


II.Iustinianus Kyzikos (Erdek) adasında ihtiyaç duyulan tecrübeli denizcileri, Kıbrıs adasından getirterek iskanlarını sağladı. İskâna tabi tutulanların çoğunluğu göç sırasında yaşamını yitirirken ulaşabilenler ise Kıbrıs’a geri dönme eğilimindeydiler. Müslümanların büyük tepkisine neden olan imparatorun bu hamlesi, taraflar arasında savaşın yeniden başlamasına neden oldu (691-692) . Müslüman Araplarla yapılan savaş esnasında Arap saldırılarına karşı koymak için Slavlardan oluşturulan Askeri birlik (Stratios) savaş esnasında kaçarak Müslüman Araplara sığındılar. İmparatorluk askeri gücünü zayıflatan bu kuvvet kayması sonucunda Sivastopol’da Araplar karşısında büyük bir yenilgiye uğradı. II.Iustinianus yaşanan bu yenilginin sebebi olarak gördüğü Slav ihanetinin cezası olarak kaçanların Obsikion’da iskân edilen savunmasız soydaşlarının acımasızca katledilmesi emri oldu.


II.Iustinianus iskan politikasında büyük Iustinianus’un Anadolu’yu talan etmesi sonucunda nüfusta meydana gelen düşüşü yeniden toparlamak çabası içinde olduğu görülmektedir. Mauricius’un imparatorluğuyla birlikte Ermenilerin iskânıyla devam eden sürecin yeni bir ivme kazandığı döneme girilmiş oluyordu. Thessalonike (Selanik) başarısı sonucunda Slav köylü ve çiftçilerin büyük bölümünün Marmara denizinin güney kıyılarını ve iç kesimlerini kapsayacak genişlikte Opsikon themasında iskânlarını gerçekleştirildi. Takip eden yıl içerisinde gerek doğuda gerekse batıda bulunan tüm cemaatlerin benzer şekilde nakledilmeleri doğrultusunda emirler yayınladı. İmparator II.Iustinianus beş altı yıllık bir süreçte Küçük Asya topraklarında kesin olmamakla birlikte iki yüz elli bin kişinin iskanını gerçekleştirmiş oldu. Uygulanan politika Anadolu coğrafyasının nüfusunda ve demografik yapısında meydana gelen gerilemeleri ve değişimleri çözmeye yönelik iskânın siyasetinin sonuçlarıydı. Asparuh Han’ın son dönemlerinde yaşanan bu siyasi gelişmelerden sonra Bulgarların başına 702’den itibaren Tervel’in hükümdar olduğu dönem başladı.




Bizans İmparatorluğunun İskân Siyaseti (IV-VII. Yüzyıllar)

Celal BİÇER

Fırat Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Ana Bilim Dalı

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak