İDDET:
Kocasının ölümüyle dul kalan veya talak (boşama) ve
fesh (nikâhın bozulması) sebebiyle evlilik bağı çözülen kadının yeniden
evlenebilmesi için beklemesi gereken zaman.
İddet
bekleyen kadınlar beş çeşittir:
1) Hâmile
olup, kocası vefât eden kadının iddeti, çocuğu olunca biter.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
...
Hâmile kadınların iddetleri ise çocuklarını doğurmaları ile son bulur. (Talâk sûresi:
4)
2) Hâmile olmayıp kocası ölen kadının iddeti dört ay on gündür. Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Sizden vefât edenlerin geride bıraktıkları zevceler (hanımlar) kendi kendilerine dört ay on gün beklerler (beklesinler). (Bekara sûresi: 234)
3)
Hâmile olup, boşanan kadının
iddeti, hamlini vad etmekle yâni çocuğu olunca tamam olur. Kocası ölen, hâmile
kadının durumu gibidir.
4)
Kadın hayz (âdet) gören
kadınlardan olup, hâmile olmadığı hâlde kocasının boşadığı kadının iddeti, üç
aybaşı hâli veya üç temizlik müddetidir.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Boşanmış kadınlar, kendi kendilerine üç âdet müddeti beklerler ve
Allah'ın rahimlerinde yarattığı çocuğu saklamaları kendilerine helâl olmaz. (Bekara sûresi: 228)
5)
Hayzdan kesilen (âdet görmeyen)
ve boşanmış kadının iddet zamânı boşanma târihinden îtibâren üç aydır.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
(Yaşlılık dolayısı ile) hayzdan kesilmiş kadınlarınız
(hakkındaki iddet, bekleme hükmünden) şüphelendinizse (bunu bilmediğinize
göre) onların iddeti de üç aydır. Henüz hayz görmeyenler de öyle
(boşandıkları zaman üç ay iddet beklerler)... (Talâk sûresi: 4) (İbn-i Âbidîn, Kâşânî, Hacı Zihni Efendi,
Abdurrahmân Cezîri)
Talak (boşama) iddeti zamânında kadına nafaka
verilir. İddet zamânı bitince nafakası kesilir. (Ubeydullah bin Mes'ûd)
İddet; Hanefî ve Hanbelî mezheblerinde, ilk
temizlik başından, üçüncü hayzın sonuna kadar olan zamandır. Şâfiî ve Mâlikî
mezheplerinde üç temizlik geçinceye kadardır. Hayz görmüyorsa, talak için üç
ay, ölüm için dört ay on gündür. (İbn-i
Âbidîn)
Haccın edâ şartlarından birisi de kadın iddet
hâlinde olmamaktır. (İbn-i Âbidîn)
İddet
bekleyen kadınla iddeti bitinceye kadar evlenilmez. (İbn-i Âbidîn)
İDRÂK:
Bir şeyin
aslını, mâhiyetini, hakîkatini bilmek, anlamak.
Kur'ân-ı
kerîmde, meâlen buyruldu ki:
O'nu (Allahü
teâlâyı) gözler (dünyâda) idrâk edemez. O ise, gözleri bilir anlar. O,
ihsân sâhibi bilicidir. (En'âm
sûresi: 103)
İnsanı
hayvandan ayıran, ilim ve idrâktir (Hâdimî)
İnsanların hâlet-i rûhiyeleri (rûhî durumları)
farklı olduklarından, idrâk ve fehmleri (anlamaları) da farklı olmaktadır. (İmâm-ı Gazâlî)
Şükür,
şükürden âciz kalındığını idrâk etmektir. (Ebû
Osman Mağribî)
Allahü teâlânın zâtı idrâk edilemez. Dünyâ yurdunda
gözle görülmez. Kalb, O'nun varlığını tastîk eder. Âhirette gözler O'nu görecektir.
İnsanlar, Allahü teâlâyı âyet ve delîllerle bilmektedir. Kalbler O'nu tanır,
fakat akıllar O'nu idrâk edemez. (Sehl
bin Abdullah)
İdrâk-i Basît:
Tasavvuf
yolcusunun kendini müşâhedede (görmede) fâni (yok) olması.
İDRÎS ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı
kerîmde adı geçen peygamberlerden.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İsmâil, İdris ve Zülkifl hakkında anlattığımızı da
hâtırla. Onların her biri sabr edenlerdendi. (Enbiyâ sûresi: 85)
Kitabda
İdrîs'i de an. Çünkü o, çok sâdık bir peygamberdi. (Meryem sûresi: 56)
Ben (Mîrâc
gecesinde) dördüncü kat semâda (gökte) İdrîs (peygamber) ile
karşılaştım.
Cibrîl bana; "Bu gördüğün İdrîs'dir. Ona selâm ver" dedi. Ben
de ona selâm verdim. O da benim selâmıma cevap verdi. Sonra bana; "Merhabâ
sâlih kardeş, sâlih peygamber" dedi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî, Müslim)
İdrîs aleyhisselâm, Bâbil'de veya Mısır'da doğup
yaşadı. Şit aleyhisselâmın torunlarındandır. Babasının ismi Yerd'dir. Âdem
aleyhisselâmın oğlu Kâbil'in evlâdından olan bir topluluğa peygamber olarak
gönderildi. Kendisine otuz suhuf (forma) kitâb verildi. Cebrâil aleyhisselâm
kendisine dört defâ gelerek Allahü teâlânın emir ve yasaklarını getirdi. İdrîs
aleyhisselâm da bunları insanlara bildirip, emirlere uymaya, yasaklardan
sakınmaya çağırdı. Yetmiş iki lisan ile konuştu. Her kavmi kendi lisanıyla hak
dîne dâvet etti. Allahü teâlâ ona mûcizeler ihsân etti. Mûcize olarak ağaçlarda
ne kadar yaprak olduğunu bilirdi, havadaki bulutlara dağılmaları için emir
verirdi. Kavmine, kendisinden sonra gelecek peygamberleri haber verdi.
Peygamber efendimiz Muhammed aleyhisselâmın vasıflarını anlattı. Kendisinden
sonra gelecek olan Nûh tûfânını haber verdi. Bu kadar açık delîllere ve
mûcizelere rağmen kendisine, pek az kimse itâat etti. Harb âletleri yapıp,
kâfirlerle cihâd (savaş) yaptı. İnsanlara şehir kurma san'atını ve idârecilik
ilmini öğretti. 100 şehir kurdu. Ayrıca insanlara çeşitli ilimleri öğretti. Fen
ilimleri, tıp, yıldızlarla ilgili ince ve derin mes'eleleri anlattı. Kalem ile
yazı yazmayı, iğne ile elbise dikip giymeyi öğretti. (Bunun için terzilerin
pîri, üstâdı olarak anılır). İnsanlara hikmetli sözler ile pek çok nasîhatta
bulundu. Yeryüzünün meskûn (yerleşilmiş) yerlerini dört bölgeye ayırarak her
birine vekîl tâyin etti. Bir müddet sonra Aşûre gününde diri olarak göğe
kaldırıldı. Bu husus, Meryem sûresinin "Biz onu yüksek bir mekâna
kaldırdık" meâlindeki elli yedinci âyet-i kerîmesinde bildirildi.
Kalem ile ilk defâ yazı yazan ve iğne ile dikiş
diken odur. (Taberî, Kisâî, İbn-ül-Esîr)
ÎFÂ:
Yerine
getirme.
Hanımının ve çocuklarının haklarını îfâ etmiyenin
namazları, oruçları kabûl olmaz (Borçları
ödenirse de sevâb alamazlar). (Hadîs-i
şerîf-Mürşîd-ün-Nisâ)
Her sabah bir kere, "Allahümme mâ esbaha bî
min ni'metin ev bi-ehadin min halkıke, fe minke vahdeke, lâ şerîke leke,
felekel hamdü ve lekeş-şükr" demeli ve her akşam "mâ esbaha"
yerine "mâ emsâ" diyerek hepsini aynen okumalıdır. Peygamberimiz
sallallahü aleyhi ve sellem buyurdu ki: "Bu duâyı gündüz okuyan, o günün
şükrünü, gece okuyan, o gecenin şükrünü îfâ etmiş olur." Abdestli
okumak şart değildir. Her gün ve her gece okumalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
İFFET:
İnsan
rûhundaki yapıcı kuvvetin, yâni şehvetin
iyiye kullanılmasından ortaya çıkan huy.
Nefsi kötü isteklerinden men
etmek. Âr, nâmus, hayâ duygusu.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruluyor ki:
Sizin sadakalarınız, fî-sebîlillah (Allah yolunda) cihâd eden, ilim tahsîl eden ve ibâdet gibi
hayırlı bir işle meşgûl olan ve yeryüzünde ticâret ve san'at gibi bir işle
meşgûl olmaya müsâit (elverişli) vakitleri olmayan fakirler içindir. Onlar
dilenmekten çekindikleri için, cahiller onları zengin zannederler. Ey Resûlüm!
Sen onları sîmâlarından tanırsın. Onlar, iffetlerinden dolayı insanları râhatsız
edip sadaka istemezler. Malınızdan, bunlara infak (sarf) ederseniz,
muhakkak Allahü teâlâ verdiğinizi ve niçin verdiğinizi bilir... (Bekara sûresi: 273-274)
Allahü teâlâ hayâ, hilm ve iffet sâhiblerini sever.
Fuhş (çirkin) söyleyenleri ve sarkıntılık
yaparak dilenenleri sevmez.
(Hadîs-i şerîf-Berîka)
İffet sâhibi olunuz. Çirkin şeyler yapmayınız.
Kadınlarınızı da, afîf (iffetli) yapınız. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İffet
sâhibi olursanız kadınlarınız da afîf
(iffetli) olur. (Hadîs-i
şerîf-Berîka)
İffet; kişiyi her türlü rezillikten koruyan bir haslettir.
El, ayak ve diğer âzâyı her türlü zarardan korur. Bu haslet güzel ahlâkın en
üstünüdür. Âzânın iffetli olması demek; meselâ gözün harama bakmaması ve
kendisine yasak olan şeyleri terk etmesidir. (Abdurrahmân bin Abdullah bin Nasr)
İFRÂT:
Bir işte,
sözde veya davranışta haddi aşma, pek ileri gitme, aşırı olma.
Riyâ yâni gösteriş yapanlara karşı tekebbür etmek
(kibirlenmek, büyüklenmek) câizdir. Kendinden aşağı olanlara karşı tevâzû
göstermek (kendini onlarla bir görmek) iyi ise de, bunun ifrâta kaçmaması
lâzımdır. (Muhammed Hâdimî)
İfrat ve
tefrît'in ikisi de kötüdür. Doğru ve en iyisi ortada olandır. (İmâm-ı Rabbânî)
Şecâatın
(kahramanlığın) ifrâtı, tehevvürdür (aşırı öfkedir). (Muhammed Hâdimî)
Kazâ-i hâcetin yâni abdest bozmanın edeplerinden biri de; necâset
husûsunda vesveseye kapılıp bunu ifrât derecesine götürmemektir. (İmâm-ı Gazâlî)
İFRÎT:
Cinlerin
azgın, en zararlı, şerli, korkunç ve kuvvetli cinsi.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Cinden bir ifrit (Süleymân aleyhisselâma); "Sen makâmından kalkmadan ben onu (Belkıs'ın
tahtını) sana getiririm. Ben buna karşı her hâlde güvenilecek bir kuvvete
mâlikim"
dedi. (Neml sûresi: 39)
Hasen-i Basrî buyurdu ki: Bir gün Cebrâil
aleyhisselâm, Resûl-i ekreme (sallallahü aleyhi ve sellem) gelerek;
"Cinlerden bir ifrit sana hîle yapmak istiyor. Yatağına girdiğin vakit
Âyet-el-kürsî'yi oku!" dedi. (Senâullah
Dehlevî)
İFSÂD:
Bozmak,
fitne, karışıklık çıkarmak, bozgunculuk yapmak.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allahü
teâlâ ifsâd edenleri sevmez. (Mâide
sûresi: 64)
Sarı sabır maddesi balı ifsâd ettiği gibi,
kızgınlık da îmânı bozar. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Şâyet sen, insanların kusûrlarını ve gizli
hâllerini araştırırsan, onları ifsâd etmiş ve ifsâdlarına sebep olmuş olursun. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)
Sıcak su buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları
eritir. Sirke balı ifsâd ettiği gibi, kötü huy, hayrâtı, hasenâtı (iyilikleri) yok eder. (Hadîs-i şerîf-Ahlâk-ı Alâî)
Zamm-ı sûreleri rükûda tamamlamak, dört mezhebde de
mekrûhtur. Fâtihayı tamamlamak ise, hanefîde mekrûhtur. Diğer üç mezhebde
namazı ifsâd eder. (Abdurrahmân Cezîrî)
İFTÂ:
Fetvâ vermek, dînî bir mes'elenin hükmünü sözlü
veya yazılı olarak bildirmek. (Fetvâ)
İFTÂR:
1. Oruçlunun, akşam namazı vakti girdikten, yâni
güneşin battığı iyice anlaşıldıktan sonra, yiyerek veya içerek orucunu açması.
...İftâr zamânında, oruçlunun ağız kokusu, Allahü
teâlâya, her kokudan daha güzel gelir. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Beyhekî)
... Bir kimse, bu ayda (Ramazân-ı şerîfte) bir oruçluya iftâr verirse, günâhları
affolur. Hak teâlâ onu Cehennem ateşinden âzâd eder, kurtarır. O oruçlunun
sevâbı kadar, ona sevâb verilir.
(Hadîs-i şerîf-Buhârî)
İftârda
acele etmek demek, yıldızlar görünmeden önce iftâr etmek demektir (İbn-i Hibbân)
İftar edince, (Zehebazzama' vebtellet-il urûk ve
sebet -el-ecr inşâallahü teâlâ: Susuzluk gitti. Damarlar ıslandı sevâb hâsıl
oldu inşâallah) duâsını okumak, terâvih kılmak ve hatm okumak mühim sünnettir. (İmâm-ı Rabbânî)
2. Oruç
tutmama, yime.
Ayı
görünce oruç tutunuz! Tekrâr görünce iftâr ediniz (Hadîs-i şerîf-Merâkıl felâh)
Ey Ebü'd-Derdâ! Muhakkak senin üzerinde bedeninin
hakkı vardır. Ehlinin (âilenin) hakkı, Rabbi'nin hakkı vardır.
Her hak sâhibine hakkını ver! İftâr et, oruç tut, namaz kıl, uyu ve ehline
yakın ol. (Hadîs-i
şerîf-Kenz-ül-Ummâl)
İFTİKÂR:
Fakîr
olmak, muhtâc olmak.
Hâlık
(yaratıcı) ve râzık (rızıklandırıcı) Allahü teâlâdır. İnsana hâlık ve râzık
demek küfrdür. İnsanın sıfat-ı asliyesi (her zaman bulunan
özelliği) acz (elinden birşey gelmeme) ve iftikârdır (İmâm-ı Birgivî)
İFTİRÂ:
Yapmadığı hâlde kötü bir işi birisine yükleme,
yalan yere birisine suç isnat etme gösterme. Birine suç atma, bühtân.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Bak, Allah'a karşı nasıl olmadık yalan ve iftirâ
ederler. Apaçık olan bu günâhları onlara kâfidir. (Nisa sûresi: 50)
Bir kimse için söylenen kusur onda varsa, bu söz
gîbet olur. Yoksa iftirâ olur. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
İftirâ etmek ve nemmâmlık yapmak yâni söz taşımak
gîbet etmekten daha fenâdır. (Muhammed
Ma'sûm)
Birisine iftirâ etmek, gıybet etmekten (belli bir
mü'minin aybını, kusurunu, onu kötülemek için arkasından söylemekten) daha
fenâdır. (Muhammed Hâdimî)
İftirâ büyük günâhtır ve çok fenâdır. Bunda yalan
söylemek de vardır ki, yalan, her dinde haram idi. İftirâda bir mü'mini
incitmek de vardır, bu da ayrıca haramdır. Bunlardan başka, iftirâ etmek,
yeryüzünde fesâd çıkarmaya, ortalığı karıştırmaya sebeb olur ki, bu da
haramdır. Çok fenâ ve tehlikelidir. (İmâm-ı
Rabbânî)
Beni, hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i Ömer'den üstün
tutan; iftirâ etmiş olur. İftirâ edenleri dövdükleri gibi onu döverim. (Hazret-i Ali)
İFTİTÂH TEKBÎRİ:
Başlama tekbîri. Namazın evvelinde "Allahü
ekber" demek. Buna Tahrîme tekbîri de denir.
Bir gün Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem
namaz kılarken bir kimse sabah namazında iftitâh tekbîrine yetişemedi. Bir köle
âzâd etti (serbest bıraktı). Daha sonra Peygamber efendimize gelerek; "Yâ
Resûlallah! Ben bugün iftitâh tekbîrine yetişemedim. Bir köle âzâd ettim. Acabâ
iftitâh tekbîrinin sevâbına kavuşabildim mi?" diye sordu. Peygamber
efendimiz, hazret-i Ebû Bekr, hazret-i Ömer, hazret-i Osman ve hazret-i Ali'ye
iftitâh tekbîrinin fazîletiyle ilgili soru sorup, değişik cevaplar aldıktan
sonra; "Ey benim ümmetim ve Eshâbım! Yedi kat yerler ve yedi kat gökler
kâğıt olsa ve deryâlar (bütün denizler) mürekkeb olsa ve bütün ağaçlar
kalem olsa, bütün melekler kâtib olsalar ve kıyâmete kadar yazsalar yine imâm
ile alınan iftitâh tekbîrinin sevâbını yazamazlar" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-Cennet Yolu İlmihâli)
Bir kimse iftitâh tekbîrini imâm ile berâber
alırsa; sonbahar günlerinde, ağaçların yaprakları, rüzgâr estikçe nasıl
dökülürse, o kişinin günâhları da öyle dökülür. (Muhammed bin Kudbüddîn İznikî)
İftitâh tekbiri söylerken niyet edilir. Daha önce
niyet etmek de câizdir. İftitâh tekbîrinden sonra edilen niyet sahih (geçerli)
olmaz ve o namaz olmaz. (Abdullah Mûsulî)
İĞFÂL:
Aldatma,
doğru yoldan saptırma. Hakkı unutturma.
İslâm nîmetinin elden çıkmasına sebeb olan bir kısım
kâfirler, kendilerine müslüman ismi ve süsü verip, din adamı tanıttırıp,
müslümanlığı kendi akılları ile, keyiflerine ve şehvetlerine uygun bir şekle
çevirmeğe uğraşıyor, müslümanlık ismi altında yeni, uydurma bir din kurmak
istiyorlar. Hîle ve yalanlarla, sözlerini isbât etmeğe, yaldızlı, yaltakçı
yazılar ile, müslümanları
kandırmaya, iğfâle çalışıyorlar. (Abdülhakîm
Arvâsî)
Bir kalb, iyi arkadaşların nasîhatlerine ve akla
tâbî olup, İslâm dînine uyarsa, nûrlanır, temiz olur. Dünyâ ve âhirette rahat
ve huzûra kavuşur. Kötü kimselerin iğfâl edici sözlerine, yazılarına ve nefse,
şeytana uyup, İslâmiyet'e uymayan kalb; kararır, bozulur... (Abdülhakîm Arvâsî)
İĞTİSÂL:
Gusl (boy) abdesti almak. Ağız ve burun dâhil bütün
vücûdu hiç kuru yer kalmayacak şekilde baştan ayağa yıkamak. (Gusl)
Abdestte
ve iğtisâlde lüzûmundan fazla su kullanmak, isrâf olup, haramdır. (Tahtâvî)
İHÂNET:
1.
Hâinlik etmek, güveni kötüye kullanmak, sadâkat göstermemek.
Siz emniyet içinde meclislerde oturursunuz. İhâneti
yalnız altın ve gümüşte aramayın. En büyük ihânet, kendisine güvenilerek
yanında konuşulan sözleri ilgili kimselere götürmektir. (Hasen-i Basrî)
2. İsyân
etmek, karşı gelmek.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey îmân edenler! Allahü teâlâya ve Peygamberine
ihânet etmeyin. Sonra bile bile kendi emânetlerinize ihânet etmiş olursunuz. (Enfâl sûresi: 27)
Hükümete
ihânet edene, Allahü teâlâ ihânet eder. (Hadîs-i şerîf-Nebras)
3. Küçük
düşürmek, tahkîr etmek, hafife almak.
Bid'at sâhibine ihânet edeni Allahü teâlâ kıyâmet
gününün korkusundan korur. (Hadîs-i şerîf-Fetâvâl-Haremeyn)
Fâsık (günâhkâr) kimse, âlim olsa da imâm yapılması
mekrûh olur. Çünkü, İslâmiyete uymakta gevşek davranır. Buna ihânet vâcip olur.
(Tahtâvî)
İHÂTA:
Kuşatma,
çevirme.
Allahü teâlâ her şeyi ihâta etmiştir. Her şeye
yakındır ve her şeyle berâberdir. Fakat, bizim alıştığımız, bildiğimiz ve
anladığımız ihâta, yakınlık ve berâberlik gibi değildir. Bunlar, O'na lâyık
değildir. Mahlûkların (yaratılmışların) hiçbiri O'nu ve sıfatlarını ve
fiillerini (işlerini) anlıyamaz, bilemez. Bunlara anlamadan inanmak lâzımdır. (İmâm-ı Rabbânî)
İHFÂ:
Örtmek, gizlemek; tecvidde bir terim. On beş ihfâ
harflerinden önce gelen tenvin veya sâkin nunu, izhâr (birbirinden ayırmak) ile
idgâm (birbirine katmak) arasında, şeddeden uzak olarak gunne ile genizden
çıkarmak.
İHLÂS:
Hâlis, temiz etmek, niyyeti düzeltmek, temizlemek,
dünyâ menfaatini düşünmeden bütün işlerini, ibâdetlerini yalnız Allah için
yapmak.
İbâdetlerinizi ihlâs ile yapınız! Allahü teâlâ,
ihlâs ile yapılan işleri kabûl eder. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât-ı Rabbânî)
Resûlullah efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem,
Mu'âz bin Cebel'i (r.anh) Yemen'e vâli olarak gönderirken:
"İbâdetlerini
ihlâs ile yap. İhlâs ile yapılan az amel, kıyâmet günü sana yetişir" buyurdu. (Hilyet-ül-Evliyâ)
İhlâs ile
yapılan bir iş, senelerle yapılan ibâdetlerin kazancını hâsıl eder. (İmâm-ı Rabbânî)
İhlâssız
amel, sahte para gibidir. Kabûl edilmez. (Seyyid
Emîr Külâl)
Sehl-i Tüsterî'ye insanın nefsine en çok ağır gelen
nedir? diye sorduklarında, ihlâstır cevâbını verdi. Zîrâ ihlâsta nefsin nasîbi,
payı yoktur.
İhlâs elde etmeye çalışanlara muhlis denir. İhlâsı
tabiat hâline gelenlere muhlas denir.
(İmâm-ı Rabbânî)
Bir de ihlâstır, her işte dâimâ,
Şöyle ki hiç olmaya ucb-u riyâ,
Hem bu ihlâs olmasa makbûl değil,
Tasavuftur ihlâsın kaynağı bil.
(İmâm-ı Rabbânî)
İhlâs Sûresi:
Kur'ân-ı kerîmin yüz on ikinci sûresi. Tevhîd,
Tefrîd, Tecrîd, Necâd, Vilâyet ve Mârifet sûresi de denilmiştir.
İhlâs sûresi, Mekke'de nâzil oldu (indi). Dört
âyet-i kerîmedir. Sûrede; İslâm dîninin tevhîd (Allahü teâlâyı bir bilme)
inancı en özlü ve en anlamlı şekilde ifâde edilmiştir.
İhlâs
sûresinde Allahü teâlâ meâlen buyurdu ki:
(Yâ
Muhammed!) de ki: O, Allah birdir, Sameddir. O doğurmamıştır, doğurulmamıştır.
Hiçbir şey O'nun dengi (ve
benzeri) değildir. (Âyet: 1-4)
Kim ölüm hastalığında, İhlâs sûresini okursa, kabir
azâbı görmez. Kabrin sıkmasından emîn olur. Melekler onu kanatlarıyla taşırlar
ve sırattan sür'atli bir şekilde geçirirler. (Hadîs-i şerîf-Hâşiyet-üs-Sâvî)
Kim bin defâ İhlâs sûresini okursa, Cennet'teki
makâmını görmeden vefât etmez. (Hadîs-i şerîf-Hâşiyet-üs-Sâvî)
Eve
girerken İhlâs-ı şerîf okuyan fakirlik görmez. (Hadîs-i şerîf-Hâşiyet-üs-Sâvî)
Kim İhlâs
sûresini besmele ile bin defâ okursa diş ağrısı görmez. (Süleymân bin Cezâ)