HÂRİKULÂDE:
Olağanüstü.
İnsan gücünün üzerinde, insanı hayrette bırakan âdet dışı şaşılacak iş.
İnsanların bütün hareketleri, işleri, Allahü
teâlânın âdet-i ilâhiyyesi içinde (bir sebeple) meydana gelmektedir. Allahü
teâlâ sevdiği kullarına ikrâm ve en azılı düşmanlarını aldatmak için, bunlara
âdetini bozarak hârikulâde şeyleri yaratmıştır. Hârikulâde şeyler peygamberlerde
görülürse mûcize, evliyâ denilen diğer sevdiği kullarında görülürse kerâmet
denir. Hârikulâde şeylerin peygamberlerde görülmesi lâzımdır. Evliyâda ise,
şart değildir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
Müslümanlar
arasında evliyâ olmayanlardan meydana gelen hârikulâde hallere firâset; fâsıklardan ve kâfirlerden meydana gelenlere de istidrâc ve
sihr, yâni büyü denir. (Seyyid Abdülhakîm
Arvâsî)
HARÎS:
Hırslı,
bir şeye çok düşen, istekli.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Andolsun ki size kendinizden öyle bir peygamber
gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız O'na çok ağır gelir. Çünkü O sizin
hidâyetiniz için çok harîstir, mü'minlere karşı çok şefkatli ve merhametlidir. (Tevbe sûresi: 128)
İki harîs
doymaz. Biri ilmin harîsi, diğeri de malın harîsidir. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Ey oğul! Gönlün ferah olup, duânın makbûl olmasını
istersen; dünyâya harîs olmayan, her işi Allah rızâsı için yapan âlimlerle
berâber ol. (Süleymân bin Cezâ)
HÂRÛN ALEYHİSSELÂM:
Kur'ân-ı
kerîm'de adı geçen peygamberlerden.
Allahü
teâlâ kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Selâm,
Mûsâ ve Hârûn üzerine olsun. (Saffât
sûresi: 120)
(Mûsâ aleyhisselâma peygamberliği bildirilince) dedi
ki: "Ve kardeşim Hârûn ise, lisânen benden daha fasîhtir (Fasîh ve
belîğ bir şekilde insanlara Hakk'ı, hakîkati anlatır).
Onu bana yardımcı olarak gönder ki, beni tasdîk etsin. Fir'avn ve
kavminin beni yalanlamalarından korkarım." (Allahü teâlâ buyurdu ki:) Senin bâzunu (bileğini)
kardeşinle kuvvetlendireceğiz ve size düşmanlarınızın üzerine bir galebe ve
üstünlük vereceğiz ki, onların zarârı size yetişmeyecek. Bu âyetlerimizle
(mûcizelerimizle) onlara gidiniz. Siz ve size tâbi olanlar, (Fir'avn ve kavmine) gâlib
geleceksiniz. (Kasas sûresi: 34, 35)
Hârûn aleyhisselâm İsrâiloğullarına peygamber
olarak gönderildi. Mûsâ aleyhisselâmın ana-baba bir büyük kardeşidir. Mûsâ
aleyhisselâmdan üç yaş büyüktür. Babasının ismi İmran olup, Yâkup
aleyhisselâmın oğullarından Lâvî'nin neslindendir. Hârûn aleyhisselâm, Mısır'da
doğdu. Mûsâ aleyhisselâmın en yakın yardımcısı ve vezîri idi. Çocukluğu ve
gençliği Mısır'da geçti. Allahü teâlâ Mûsâ aleyhisselâma Tûr dağında
peygamberlik emrini bildirince, Hârûn aleyhisselâma da peygamberlik verdi. Mûsâ
aleyhisselâmla birlikte Fir'avn ve kavmini îmâna dâvet ettiler. Fir'avn îmâna
gelmedi. Mûsâ ve Hârûn aleyhimesselâma inananlara zulüm ve işkence yaptı. Mûsâ
ve Hârûn aleyhimesselâm İsrâiloğullarını Fir'avn'ın zulmünden kurtarmak için çırpındılar.
Mûsâ aleyhisselâm, Hârûn aleyhisselâm ve İsrâiloğulları birlikte Mısır'dan ayrıldı.
Kızıldeniz'den yürüyerek Sinâ Yarımadasına geçtiler. Onları tâkib eden Fir'avn
ve askerleri denizde boğuldular. Mûsâ aleyhisselâm ve İsrâiloğulları Tîh çölüne
geldikleri sırada, Mûsâ aleyhisselâm Allahü teâlânın emriyle Tevrât-ı şerîfi
almak üzere Tûr dağına gitti. Kardeşi Hârûn aleyhisselâmı yerine vekîl bıraktı.
Mûsâ aleyhisselâm, Tûr'da iken Hârûn aleyhisselâmı dinlemeyen İsrâiloğulları,
Sâmirî adında bir münâfığın (iki yüzlü kâfirin) hîlelerine kapılarak, altın
buzağı heykeli yaparak ona taptılar. Mûsâ aleyhisselâm Tûr dağından dönüşte
kavminin altın buzağı heykeline taptıklarını görünce, üzüldü. Bu hâlin sebebini
Hârûn aleyhisselâma sordu. Hârûn aleyhisselâm da İsrâiloğullarının kendisini dinlemediklerini
ve öldürmekle tehdît ettiklerini, Sâmirî adında birisine uyarak bu yola
saptıklarını bildirdi. Mûsâ aleyhisselâm, Sâmirî'ye bedduâ etti ve
İsrâiloğullarına tövbe etmelerini bildirdi. İsrâiloğulları tövbe edip Tevrât'ı
kabûl ettiler. Bu mücâdeleler sırasında Hârûn aleyhisselâm da Mûsâ aleyhisselâmla
birlikte gayret etti. Allahü teâlâ İsrâiloğullarına kırk sene Tîh sahrasından
çıkmamak üzere cezâ verdi. Bu kırk senenin sonlarına doğru, Hârûn aleyhisselâm
Mûsâ aleyhisselâm'dan önce vefât etti. Kabrinin nerede olduğu husûsunda
çeşitli rivâyetler vardır. (Taberî,
İbn-ül-Esîr, Nişâncızâde)
HASEB:
Şeref,
asâlet, ahlâk ve soy temizliği.
Kişinin
hasebi ahlâkıdır, keremi dînidir. (Hadîs-i şerîf-Nihâye)
Baktım ki, insanlardan her biri mal, haseb, şeref
ve neseb aramaktadır. Anladım ki bunlar bir şey değil. "Allah katında en üstününüz
en çok korkanınızdır."
(Hucurât sûresi: 13) meâlindeki âyet-i kerîme'ye baktım Allah katında üstün
olmak için malı, hasebi, makâmı değil, takvâyı (Allahü teâlâdan korkarak harâmlardan
sakınmayı) seçtim. (Hâtim-i Esam)
HASED:
Kıskanmak, çekememek. Allahü teâlânın bir kimseye
ihsân ettiği nîmetin, onun elinden çıkmasını istemek. Zararlı bir şeyin ondan
ayrılmasını istemek, hased olmaz, gayret olur.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Hased ettiği zaman hasedcinin şerrinden karanlığı
yırtan nûrun Rabbine sığınırım. (Felâk sûresi: 5)
Hased etmekten sakınınız. Biliniz ki, ateşin odunu
yok etmesi gibi hased de iyilikleri yok eder. (Hadîs-i şerîf-Mişkat)
Geçmiş ümmetlerden iki kötülük sizlere bulaştı.
Hased ve kazımak. Bu sözümle onların başlarını kazıdıklarını anlatmak
istemiyorum. Dinlerinin kökünü kazıyıp yok ettiklerini söylüyorum. Yemîn ederim
ki, îmânı olmayan, Cennet'e girmeyecektir. Birbiriniz ile sevişmedikçe, îmâna
kavuşamazsınız. Sevişmek için, çok selâmlaşın. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hasedden daha kötü bir şey yoktur. Çünkü hased eden
kimse, şu beş kötülüğün içine düşer: 1) Bitmeyen gam ve kedere tutulur. 2) Hased
etmesi, onun için sevâbı olmayan bir musîbet olur. Onun günâha girmesine yol
açar, 3) Hasedinden dolayı kınanır, ayıplanır, 4) Allahü teâlâ ona gazab eder.
5) Allahü teâlânın yardım ve ihsân kapıları kendisine kapanır. (Ebü'l-Leys Semerkandî)
Hased eden insan, Allahü teâlânın kendisine verdiği
şeylere râzı olmaz. Böyle kimseden Allahü teâlâ râzı olmaz. Allahü teâlânın bir
insandan râzı olmaması ise, felâketlerin en büyüğüdür. Artık o insan, dünyâ ve
âhirette de hüsran içindedir, yâni zarardadır. (Muhammed Akkermânî)
Bütün kötülüklerin başı, kaynağı üçtür: Hased, riyâ
(gösteriş) ve ucb (kendini ve yaptığı işleri beğenme). Kalbini bunlardan
temizlemeğe çalış. (İmâm-ı Gazâlî)
Hased edenin ömrü üzüntü ile geçer. Hased ettiği
kimsede nîmetin azalmadığını, hattâ arttığını görerek sinir buhranları geçirir.
Hasedden kurtulmak için ona hediye göndermeli, onu medhetmeli, ona karşı tevâzu
göstermeli, onun nîmetinin artmasına duâ etmelidir. (M. Hâdimî)
Bütün sebeblerden doğan düşmanlığın giderilmesi
mümkünse de hased sebebiyle olan düşmanlığın yok olması mümkün değildir. O;
dehşetli, korkunç, müzmin bir hastalıktır. Hasedin ilâcı, hased edilen kimsenin
gıyâbında (arkasından) nîmetinin artmasına duâ etmek, yüzüne karşı sevgi ve dostluk
göstermektir. (Abdülhakîm Arvâsî)
HASEN HADÎS:
Bildirenler sâdık (doğru) ve emîn (güvenilir) olup,
fakat hâfızası (anlayışı) sahîh hadîsleri bildirenler kadar kuvvetli olmayan
râvîlerin, kimselerin bildirdiği hadîs-i şerîf.
Allahü teâlânın beğendiği işler,
iyilikler. Hasenenin çokluk şekli.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Hasenât,
günahları yok eder. (Hûd
sûresi: 115)
Sıcak su, buzu erittiği gibi, iyi huy da hatâları
eritir. Sirke balı bozduğu gibi, kötü huy, hayrâtı hasenâtı yok eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Hased etmekten sakınınız. Biliniz ki, ateşin odunu
yok ettiği gibi, hased de hasenâtı yok eder. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
Allah
için yapılmayan hayrât ve hasenât ve ibâdetler kabûl edilmez. (Muhammed Hâdimî)
Harâm para ile hayrât, hasenât yapmak, pisliği
idrar ile yıkayıp temizlemek gibidir. (Süfyân-ı
Sevrî)
HASENE:
1.
İyilik, sevâb.
Allahü teâlânın korkusundan kötülüğü terkeden
kimseye bir hasene yazılır. Fakat başka bir sebeple terkederse hasene yazılmaz.
(İmâm-ı Gazâlî)
2. İlim,
ibâdet, Cennet.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Ey Rabbimiz
bize dünyâda hasene ver. Âhirette de hasene ver. (Bekara sûresi: 201)
HASENEYN:
Peygamber
efendimizin mübârek iki torunu hazret-i Hasen ve hazret-i Hüseyn.
Allah'ım ben bu ikisini (Haseneyni) seviyorum, sen de sev. Onları sevmeyeni sen de sevme. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed ibni Hanbel)
Bir gün Resûlullah'ın yanına gitmiştim. Haseneyn
önünde oynuyorlardı. Yâ Resûlallah! Bunları çok mu seviyorsun?" dedim. "Nasıl
sevmem? Bunlar benim dünyâda öpüp kokladığım iki Reyhânımdır" buyurdu.
(Ebû Eyyûb-i Ensârî)
HASÎB (El-Hasîb):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel
isimlerinden). Her mahlûkun (yaratılmışın) varlığına, varlığının devâmına, âhirette
hesâbını görmeğe kâfi olan.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
O
peygamberler ki, Allah'ın emir ve
yasaklarını insanlara tebliğ ederler ve O'ndan korkarlar. Hasîb olarak Allahü
teâlâ kâfidir. (Ahzâb sûresi: 39)
Şânı yüce olan Allahü teâlâ, her şeyi hasîbdir. Bu
öyle bir vasıftır ki, O'nun hakîkati Allahü teâlâdan başkası için düşünülemez.
Allahü teâlâdan başka hiçbir varlık tam ve hakîkî mânâsıyla hasîb olamaz.
Allahü teâlâ sâdece eşyânın bir kısmını değil, tek başına her şeyi hasîbdir. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
HASÎS:
Parasını ve malını harcamamak için her türlü sıkıntıya,
eziyete katlanan, paraya, mala aşırı düşkün olan; dînen verilmesi îcâb edeni,
zekâtı ve sadakayı vermeyen, pinti, eli sıkı olan, bahîl, malda ve ilimde
cimrilik eden.
Hasîs olanlar, her ne kadar zâhid (dünyâyı istemiyor) olsalar da Cennet'e giremezler. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Ahlâk-ı
zemîme (kötü ahlâk) olan dört şeyden vazgeç, onlardan çok sakın.
Bunlar: Çok mal toplayıp yememek, hiç ölmeyecekmiş gibi
dünyâya sarılmak, hasîs olmak, harîs (dünyâya düşkün) olmak. (Hadîs-i şerîf-Ey Oğul İlmihâli)
Hasîslerin en fenâsı, müslümanlara emr-i ma'rûf ve
nehy-i münker yapmayanlar, Allahü teâlânın emir ve yasaklarını bildirmeyenler,
onlara dinlerini öğretmeyenler veya yanlış öğretenlerdir. (Ahmed Rıfat)
Günahların büyüğü üçtür: Hasîslik, hased (çekememezlik)
ve riyâ (gösteriş). (İmâm-ı Gazâlî)
HASLET:
İnsanın
yaratılışındaki huy, mîzâc, tabîat, karakter.
Şu dört haslet kimde varsa o hâlis münâfıktır.
Bunlardan bir tânesi kendisinde bulunan kimse, onu terk etmedikçe, kendisinde
münâfıklıktan bir haslet bulunur. Birincisi emânete hıyânet etmek, ikincisi
konuşunca yalan söylemek, üçüncüsü sözünde durmamak, dördüncüsü başkalarına
devâmlı kötülük yapmak. (Hadîs-i şerîf-Tebyîn)
Kimde şu dört haslet bulunursa, bu hasletler o
kimseyi yüksek derecelere kavuşturur. Hem Allah katında, hem de insanlar yanında
kıymeti çok olur. Birincisi hilm (yumuşaklık), ikincisi ilim, üçüncüsü
cömertlik, dördüncüsü güzel ahlâk sâhibi olmak. (Cüneyd-i Bağdâdî)
Türkleri maddeten yıkmak ve ezmek mümkün değildir.
Çünkü Türkler, müslüman oldukları için çok sabırlı ve mukâvemetli (dayanıklı)
insanlardır. Kuvvetli îmân sâhibidirler. Çok çalışkan ve zekîdirler. Bu
hasletleri; dinlerine bağlılıklarından, kadere rızâ göstermelerinden, devlet
adamlarına itâat duygularından gelmektedir. Türkleri parçalamanın ve yenmenin
tek yolu; evvelâ itâat duygusunu kırmak ve mânevî bağlarını parçalamak, dînî
metânetlerini (sağlamlığını) zaafa uğratmak (zayıflatmak)tır. Bunun da en kısa
yolu, millî geleneklerine ve mânevî duygularına uymayan hâricî (yabancı) fikirler
ve hareketlere alıştırmaktır... (Patrik
Gregoryus-Rus sefîri İgnatiyef'in hâtıralarından)
HÂSS:
1. Tek
başına bir mânâ karşılığında konmuş lafız (söz).
Hâss, kat'î (kesin) mânâ ifâde eder. Sözden maksat,
tek şeydir. Ahmed, Yûsuf gibi özel isimler; insan, ağaç, meyve gibi cins isimler;
bir, iki, üç gibi sayı isimleri hep hâss lafızlardır. "Her kırk koyunda bir koyun
zekât olarak verilir" hadîs-i şerîfinde; kırk, hâss lafızdır. Bu sebeple
koyunun zekât nisâbı (ölçüsü) kırktır. Ondan az veya çok olması ihtimâli yoktur.
(Serahsî)
2. Geliri
yüz bin akçeden fazla olan dirlikler. General toprağı.
HAŞEVİYYE:
Allahü teâlâyı mahlûklara, yaratıklarına benzeten,
madde, cism diyen bozuk fırka, topluluk.
Haşeviyye, "Rabbinin vechi bâkî kalır"
meâlindeki Rahmân sûresi yirmi yedinci âyetinin ve "Allah'ın yedi onların
ellerinin üstündedir" meâlindeki Tâhâ sûresi onuncu âyetinin zâhir
(görünen) mânâsını kabûl ederek, Allahü teâlâya cism demişlerdir. (İmâm-ı Gazâlî)
Allahü teâlâyı mahlûklara, cisimlere benzetme fikri
ilk olarak Haşeviyye tarafından ortaya atılmış, sonra bu bozuk inanış şîa ve
diğer bozuk fırkalara geçmiştir. (Şehristânî)
Ehl-i sünnet âlimlerine göre; peygamberler günâh
işlemekten mâsumdurlar (korunmuşlardır). Fakat bu konuda Haşeviyye aksi kanâattedir.
Onlara göre peygamberler günâh işlerler. (Teftâzânî)
Peygamber efendimizin dedesi
Hâşim bin Abdi Menâf'ın soyundan gelen.
HAŞR:
Toplanma, bir araya gelme. Allahü teâlânın bütün
insanları, melekleri, cinleri, şeytanları ve diğer hayvan ve kuşları, gökte, yerde,
denizde ne kadar büyük ve küçük canlı var ise, hepsini kıyâmet kopmasından
(dünyânın son bulmasından) sonra diriltip, dünyâda yaptıklarının hesâbını
vermek üzere Arasât denilen meydanda toplaması.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Allah'tan korkun ve bilin ki muhakkak hepiniz haşr olunacaksınız. (Bekara sûresi: 203)
Doğru
tüccâr, kıyâmette sıddîklar ve şehîdler ile haşr olur. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Ey ümmetim ve Eshâbım! Siz ölülerinizin kefenini
bol tutunuz. Zîrâ benim ümmetim kefenleriyle haşr olunurlar. Hâlbuki başka
ümmetler çıplaktırlar. (Hadîs-i şerîf-Tezkire-i
Kurtubî)
Allah yolunda öldürülüp, şehîd olanlar, kıyâmet
gününde, yaralarının kanı akarak gelirler. Rengi kana ve kokusu miske benzer.
Allahü teâlânın huzûrunda haşr oluncaya kadar, bu hâl üzere bulunurlar. (Hadîs-i şerîf-Dürret-ül-Fâhire)
Haşr Günü:
Mahlukların
kabirlerinden kalkıp Arasat meydanında toplandıkları kıyâmet günü.
Haşr Sûresi:
Kur'ân-ı
kerîmin elli dokuzuncu sûresi.
Yirmi dört âyet-i kerîme olan Haşr sûresi, Medîne-i
münevverede nâzil oldu (indi). Bu sûrede yahûdîlerin ihânetleri ve münâfıkların
(inanmadıkları hâlde müslüman görünenlerin) hâlleri, sonunda da Allahü teâlânın
büyüklüğü ve Esmâ-i hüsnâsı(güzel isimleri) bildirilmektedir. (Beydâvî)
Kim haşr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun, geçmiş
ve gelecek günâhlarını affeder. (Hadîs-i şerîf-Beydâvî)
Kim sabahleyin (sabah namazından sonra) üç defâ "E'ûzübillâhissemî'il alîmi
mineşşeytânirracîm" der sonra Haşr sûresinin sonundaki üç âyeti okursa,
Allahü teâlâ kendisine yetmiş bin melek gönderir. Bunlar akşama kadar o kişiye
duâ ve istiğfâr ederler. Eğer o gün vefât ederse, şehîd olarak ölür. Akşamleyin
(akşam namazından sonra) okuyan kimse de aynı şekildedir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
HAŞŞÂŞİYYE:
Otçular.
İnsanın ot gibi olduğunu ve öldükten sonra yok olacağını iddiâ edenler.
İnsan ölünce, cesed çürüyünce rûh yok olmaz. Ölmek,
rûhun bedenden ayrılması demektir. Rûh bedenden ayrılınca, maddî olmayan âleme
karışır. Kıyâmete kadar yok olmaz. Din âlimleri ve fen adamları böyle söylemiştir.
Tabiatçılardan az bir kısmı bu sözbirliğinden ayrılmış, doğru yoldan kaymıştır.
Bunlar insanı çöldeki otlara benzetirler. İnsan ot gibi biter, büyür, yok olur,
rûhu kalmaz derler. Böyle söyledikleri için Haşşâşîler adı ile anıldılar. İslâm
âlimleri, Haşşâşîlerin düşüncelerini çeşitli delîllerle çürüttüler. (Ali bin Emrullah)
HAŞYET:
Hürmetle
karışık korku.
Âyet-i
kerîmede meâlen buyruldu ki:
Allahü
teâlâdan (en çok) haşyet edenler âlimlerdir. (Fâtır sûresi: 28)
İlim
olarak Allahü teâlâdan haşyet, cehâlet olarak gurur yeter. (Mesrûk bin Ecda')
HÂTEM-ÜL-ENBİYÂ:
Peygamberlerin
sonuncusu Muhammed aleyhisselâm.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Muhammed (aleyhisselâm)
sizin
yetişkin erkeklerinizden hiçbirinin babası değildir. Fakat O, Allah'ın Resûlü(peygamberi)
ve
Hâtem-ül-enbiyâdır (son Peygamberdir). Allah her şeyi hakkıyla bilendir. (Ahzâb sûresi: 40)
Ben, Hâtem-ül-enbiyâyım (peygamberlerin sonuncusuyum). Benden sonra peygamber gelmeyecektir. Eğer
benden sonra peygamber gelseydi, Ömer peygamber olurdu. (Hadîs-i şerîf-Savâık-ul-Muhrika)
Peygamber efendimizin nûru, Âdem aleyhisselâmdan
beri temiz ana ve babalardan (evlâddan evlâda) geçerek asıl sâhibi olan Hâtem-ül-enbiyâya
gelmiştir. (Kastalânî, Senâullah Dehlevî)
Peygamberlik makâmı da dört derecedir. Birincisi
Nebîler, ikincisi Resûller, üçüncüsü Ülü'l-azm peygamberler (Âdem, Nûh,
İbrâhim, Mûsâ, Îsâ ve Muhammed aleyhimüsselâm). Dördüncü derece Hâtem-ül-enbiyâlık
derecesi olup, Muhammed aleyhisselâma mahsustur. (M. Hâdimî)
HATENEYN:
İki dâmât; Resûlullah efendimizin iki mübârek
dâmâdı olan hazret-i Osman ile hazret-i Ali.
Ehl-i sünnet ve cemâat (doğru yolun) âlimleri,
Hateneyn'i sevmek lâzım geldiğini bildirmişlerdir. Böylece, bir câhilin çıkıp
da Resûlullah'ın Eshâb-ı kirâmına (arkadaşlarına) dil uzatmasını önlemişlerdir.
Resûlullah'ın halîfelerinden, vekîllerinden birine düşmanlık edilmesine fırsat
bırakmamışlardır. (İmâm-ı Rabbânî)
Ben Şeyhayn'i (hazret-i Ebû Bekr ve hazret-i
Ömer'i) üstün tutarım. Hateneyn'i severim. (İmâm-ı
a'zam Ebû Hanîfe)
Şeyhayn
ve Hateneyn'i sevmek, Ehl-i sünnet'in şiârı, alâmetidir. (Ömer Nesefî)
HÂTIR:
Kalbe
gelip bir müddet kalan düşünce.
Kalbe gelen düşüncelerden; birincisi kalpte durmaz
giderilir. Buna hâcis denir. İkincisi, hâtırlardır. Üçüncüsü, yapmak ile
yapmamak arasında tereddüt olunur. Buna hadîs-ün-nefs denir. Bunları melekler
yazmaz. (Abdülganî Nablüsî)
İslâmiyet'e uymayan hâtırlar bâtıldır, bozuktur.
Şeytan tarafından gelen hâtırların hepsi günâha dâvettir. (S. Abdülhakîm)
Hâtırların
zararlısı Allahü teâlâyı unutturanlardır. (İmâm-ı
Rabbânî)
Hâtır-ı Melekânî:
İbâdete, tâate rağbet etmeye dâir insanın kalbine
melek tarafından getirilen düşünce. Buna ilhâm da denir.
Hâtır-ı Nefsânî:
Kötülükleri
istiyen nefs tarafından kalbe getirilen düşünce. Buna hâcis denir.
Gafletten uyanmak, kötü yoldan
doğru yola kavuşmaya dâir Allahü teâlâ tarafından kalbe gelen düşünce. Buna hak
hâtır (doğru düşünce) denir.
Hâtır-ı Şeytânî:
Günâhı beğenmeye, süslemeye, güzel göstermeye dâir
kalbe şeytan tarafından getirilen düşünce. Buna vesvese denir.
HATÎB:
Câmide
müslümanlara dînî nasîhat eden ve hutbe okuyan.
Bir kimse gusl abdesti alır, sonra Cumâ'ya gelir,
kendisine mukadder (farz) olan namazı kılar, sonra hatîb
hutbesini bitirinceye kadar susar, sonra imâmla berâber namaz kılarsa, onunla
diğer Cumâ arasındaki günahları ile berâber, üç günlük fazlasının günâhları da
afv ve mağfiret olunur. (Hadîs-i
şerîf-Meşârık)
Hutbe ile namaz arasında hatîb efendinin, dünyâ
işlerinden söylemesi tahrîmen mekrûhtur (harâma yakın günahtır). (İbn-i Âbidîn)
HATÎM:
Kâbe'nin şimâl (kuzey) duvarı hizâsında yarım dâire
şeklindeki duvarcık ile Kâbe-i muazzama arasında kalan yer.
İsmâil
aleyhisselâmın ve annesi hazret-i Hacer'in kabri, Hatîm'dedir. (Alâüddîn-i Haskefî)
Tavâf ederken
(Kâbe'nin etrâfında dolaşırken)
Hatîm duvarının dışından
dolaşılır.
Mescid-i Harâm'da (Kâbe avlusunda)
kılınan namazların en kıymetlisi (sevâbı en çok olanı),
Hatîm'de kılınan namazdır. (İbn-i Âbidîn)
HÂTİME:
Bir şeyin
son durumu.
HATM:
Kur'ân-ı kerîmi başından (Fâtiha sûresinden başlıyarak)
sonuna (Nâs sûresine) kadar okumak.
İnsanların
en iyisi hatmi bitirince, yeniden başlayandır. (Hadîs-i şerîf-Şir'at-ül-İslâm)
Kur'ân-ı
kerîmi hatm edenin duâsı kabûl olunur. (Hadîs-i şerîf-İbn-i Hibbân)
Kur'ân-ı kerîmi hatmeden kimseye altmış bin melek
hayr duâ eder. (Hadîs-i şerîf-Hazînet-ül-Esrâr)
Hatm duâsı yapılan yerde bulunan, ganîmet dağıtılırken
bulunan kimse gibidir. Hatme başlanan yerde bulunan, cihâd eden (Allah yolunda harbeden) kimse gibidir. İkisinde de bulunan her iki
sevâba da kavuşur ve şeytanı rezîl eder. (Hadîs-i şerîf-Hazînet-ül-Esrâr)
Ramazân
ayında hatm okumak mühim sünnettir. (Ahmed
Fârûkî)
Hatm
sonunda yapılan duâ kabûl olunur. (Seyyid
Alizâde)
Resûlullah efendimiz Mekke'de bulunduğu sırada
rivâyete göre bir müddet vahy gelmemişti. Bu sebeple müşrikler; "Rabbi,
Muhammed'i terk etti, O'na darıldı" diyerek, Peygamber efendimizi üzmeye,
müslümanlar arasında fitne çıkarmaya çalışıyorlardı. O zaman Duhâ sûresi nâzil
oldu. Bu sûre nâzil olunca, Resûlullah efendimiz sevincinden; "Allahü
ekber" buyurdu. Bu sebeple Mekke halkı, Kur'ân-ı kerîmi
hatmederken, Duhâ sûresinden îtibâren Nâs sûresine kadar her sûrenin sonunda
"Allahü ekber" demeyi âdet edinmişlerdir. (İbn-i Abbâs, Kurtubî, Süyûtî, Hâzin, Celâleyn).
Nakşibendiyye yolunda fâidesi,
feyz ve bereketi çok olan bir vazîfe. Bu yolun veya ona bağlı kolun büyüğünün
koyduğu evrâdın (Belli zikr ve duâların okunmasının) toplu veya yalnız olarak
yerine getirilmesi.
Hatm-i Tehlîl:
Yetmiş bin adet kelime-i tevhîd yâni "Lâ ilâhe
illallah" okumak. Kelime-i tevhîde, kelime-i tayyibe de denir.
Bir
kimse, kendisi veya başkası için yetmiş
bin adet kelime-i tevhîd (kelime-i tayyibe)
okursa, günâhları affolur. (Hadîs-i şerîf-Makâmât-ı Mazhariyye)
Hatm-i tehlîl yapıp, sevâbını ölülerin rûhlarına
hediye etmek çok faydalıdır. (Ahmed
Fârûkî)
Mazhâr-ı Cân-ı Cânân hazretleri, bir kadının kabri
yanına oturmuştu. Kabre yüzünü dönüp, hâtırına başka bir şey getirmeyip; yalnız
onu düşündü. "Bu mezârda Cehennem ateşi var. Kadının îmânlı olmasında
şüphe ediyorum. Rûhuna, hatm-i tehlîl sevâbı bağışlayacağım. Îmânı varsa,
affolur" buyurdu. Hatm-i tehlîlin sevâbını bağışladıktan sonra;
"Elhamdülillah îmânı varmış, kelime-i tayyibe te'sirini gösterip azâbdan
kurtuldu" buyurdu. (Abdullah-ı Dehlevî)