29 Eylül 2022 Perşembe

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 34

 IRKIL


Şamanların atası olarak kabul edilir. Yeryüzündeki ilk Şamandır. Türk Şaman törenlerinin ilk oluşturucusu olarak da bilinir. Şamanist gelenekte onun, üç yıl önce ölenleri bile dirilttiği, körlerin gözünü açtığı söylenir. Anlatıldığına göre o kadar güçlüdür ki, hiçbir tanrıyı tanımaz. Tanrı Ayığ Han onu yanına çağırtarak bu gücü nerden aldığını sorar. O da hiçbir yüce güç tanımadığını ve yaptıklarının kendi gücüyle olduğunu söyleyerek Tanrı'ya karşı saygısızlık yapar. Bunun üzerine Ayığ Han, Irkıl'ı ateşe attırarak yaktırır. Onun yandığı bu ateş gelecekte doğacak olan diğer kamların ruhlarını oluşturur. Onun adı Oğuz şecerelerinde "Irkıl Hoca" olarak yer alır.


IZIH


Hayvan tanrısı. Hayvanları ve özellikle atları ya da ıdık olarak doğaya salınan azat kurbanları koruyan tanrıdır. Dağların zirvesinde yaşar. İslam'dan evvelki Türklerin inanışına göre doğaya bırakılan ve bir daha el sürülmeyen hayvana ıdık (ıdhuk) adı verilir. Bu hayvana yük taşıttırılmaz, sütü sağılmaz, yünü kırkılmaz. Altaylardaki Yayık (Tufan) söylencesine göre Nama adlı kutlu kişinin içi havanlarla dolu olan gemisi sular çekilince "Iyık" adlı dağda karaya oturur.


İMRE


Bahar cinidir. İlkbaharda görünüp titreşen ışıklar saçarak göğe yükselir. Sonra buzların üzerine düşerek onları eritir. Oradan da yere girer. Bundan sonra ısınmış topraktan buhar yükselir. İmre/Emire baharın gelişini temsil eder. Bulgarlarda Zemire olarak bilinir. İlk cemre 20 Şubat'ta havaya ve yedişer gün arayla da suya ve toprağa düşer.



İN İYESi


Mağaranın koruyucu ruhudur. Her mağaranın kendi koruyucu iyesi vardır. Geçmiş çağlarda yaşamış Türk boylarında kurbanlar sunulan ata mağaralarına sıklıkla rastlanır. Buralar yılın belli günlerinde ziyaret edilerek saygı gösterilen bir tür tapınaktır. Ata ruhlarının buralarda gezdiklerine veya zaman zaman uğradıklarına inanılır. İn İyesi de çoğu zaman bu ruhlada ilişkilendirilir. 


İNEHSİT


Doğum tanrıçası. Gülerek (gülümseyerek veya kahkahalarla) doğum yapan kadına hatta doğuran  ev ve  ahır  hayvanlarına  yardım eder. Gülme eski Türk kültüründe gizemli bir olgu olup bolluk, bereket getirdiğine inanılır. Asya Şamanizm'inde Kam  (şaman)  bazen doğarken gülerek hayata başlar. Bir kadının yapılan bir törenle krizler halinde güldürülmesi onun kısırlıktan kurtulacağı şeklinde algılanır. Ayrıca kahkaha cinselliği çağrıştırır. Gülüş bazen ölüyü bile diriltir masallarda.


İRLE


Ölüler tanrısı. Yeraltındaki kırk köşeli evinde yaşar. Evinin önündeki dokuz çam  ağacına dokuz oğlu atlarını bağlar. Altaylara göre kötü  ruhlar  yeraltında  yaşarlar  ve  yeryüzüneyse  ancak  kara bir hayvan kılığına bürünerek çıkabilirler. Örneğin kara kedinin uğursuz sayılması da yine bu anlayışla alakalıdır. Bu kötü ruhların arasında şekil değiştirme  (kabulgama) yeteneği olanlardan birisi de İrle Han'ın kızıdır. Bu kız kara bir tilki kılığına  girerek yeryüzüne çıkar; avcıları ve yolcuları  peşine  takarak, akıllarını başlarından  alır ve onları çeşitli belalara, felaketlere sürükler. Avcılar saatlerce av hayvanının peşinde koşarlar ama bir türlü yakalayamazlar ve sonunda yorgunluktan bitkin düşerek kendileri avlanırlar ya da yollarını kaybedip hava kararınca bir uçurumdan aşağıya yuvarlanırlar. “Ava giden avlanır” atasözü bu anlayışın bir dışavurumudur. Altay geleneğinde İrle Han'a konur renkli bir  at ve konur renkli bir  inek kurban edilirdi. Bazen Erlik Han'la aynı tanrı olarak düşünülür. Benzer yönleri fazla olmakla birlikte, farklı tanrılar oldukları ihtimali de göz önünde bulundurulmalıdır. 


iYE


Koruyucu, iyiliksever ruhlara verilen isim. Örneğin; Bağ iyesi üzüm bağını korur. Bu nedenle iyeler bazen "bekçi" olarak da adlandırılır. Bu ruhlar her bir doğal unsurun her üyesi için ayrı ayrı mevcuttur ve onun ayrılmaz bir parçasıdır. Mesela Ocak iyesi bir tek varlık olmayıp her ocağın kendi koruyucu ruhu vardır. Türk Mitolojisi'nde pek çok doğa unsurunun (özellikle de belirli bir anlamı ve değeri bulunanların) mutlaka bir iyesi vardır; Ağaç İyesi, Dağ İyesi gibi. .. Örnek vermek gerekirse Çuvaş halk inanışında Pürt iyesi (Yurt İyesi), Munça İyesi (Banyo İyesi), Vırman İyesi (Orman İyesi), Şıv İyesi (Su İyesi) önemli bir yere sahiptir. Bu varlıklar insanlardan kendilerine yani dolayısıyla korudukları şeye karşı saygılı olmalarını beklerler. Öyle olmadığında kızarlar. iyeler bulundukları yerin temizliğine çok önem verirler, hatta bazen kendileri temizlik yaparlar. İnsanların da aynı şekilde bu varlıkları temiz tutmalarını ve kirletmekten kaçınmalarını isterler. Aksi takdirde öfkelenirler. Bunun dışında zararsızdırlar. Bu varlıklar korudukları nesnenin uzağında veya bağlı bulundukları yerin dışında güçsüzdürler, o yüzden oraları terk etmezler. Türk halk inancına göre aslında evrenin her yanındaki bu ruhlar bir bütündür ve birbirine bağlıdır ve onlara verilen isimler bir simgeden ibarettir. Hemen her şeyin iyesi olabilir. Örneğin: Taş İyesi, Çekiç İyesi, Çiçek İyesi. .. Bunlardan başka Altay Eezi (Altay Dağı'nın koruyucusu) gibi özel adlarla oluşturulmuş iye  adları da vardır. Dolganlarda Eski Mallar İyesi şeklinde ifade edilebilecek bir iye dahi vardır. Kimi zaman soyut olguların veya olayların da iyesi bulunur; örneğin Çut Ezi (Kıtlık İyesi) kıtlıklara neden olan bir varlıktır. Çuvaşlarda Zenginlik iyesi, Dua İyesi, Ağlama iyesi, Kibir İyesi, Gece İyesi gibi varlıklara dahi rastlanır. iye-Kul ise hayvan ruhu olup, şamanın emrinde hareket eder. Bir başka ilginç örnekse kazanın içinde yaşadığına inanılan Kazan İyesi'dir. Kazan, uzun süre kullanılmadığında canı sıkıldığı için kapağını oynatarak ses çıkarır. Hatta dirgen, tırmık, yaba, döven, kosa, orak, bel, kürek, kazma gibi tarım araçlarının her birinin dahi iyeleri olduğu düşünülür. Bu nedenle, tüm iyeleri incelemek mümkün görünmediğinden genel bir sınıflandırma yapmak ve en çok tanınanları ele almak daha doğru olacaktır. iyeler başlıca iki ana sınıfa ayrılır:

1. Kök-Kal iyeleri (Gök-Kal yani Gök-Hava): Gök cisimlerinin koruyucu ruhlarıdır. Her bir gök cisminin kendi iyesi vardır. Bir görüşe göre sayıları 19 tanedir.

2. Yar-Sub iyeleri (Yir-Sub yani Yer-Su): Yerde bulunan ve sularla ilgili varlıkların iyeleridir. Her bir varlığın kendi iyesi bulunur. Bir görüşe göre sayıları 17 tanedir. Dağların eteklerinde, nehirlerde, pınarlarda, ormanlarda otururlar. Hakaslar bu iyelerin sadece iki tane olduğunu düşünürlerdi: Dağ Ezi ve Su Ezi.

Bunlardan başka Teleğütlerde dünyanın başından veri var olan İyezi adlı bir ruh bulunur ki belki de Baş iye olarak tanımlamak uygun olacaktır. iye anlayışının farklı tezahürleri bulunur. Örneğin Sibirya masallarında adı geçen ve bir devi yenen İtje adlı kahraman eşyaların koruyucusu olan itşi adlı tanrı/ruh bağlantılı görünmektedir. Halk inancına göre iye Vurgunu (iye Vuruğuliye Vırını) önemli bir hastalıktır ve bir törenle sağaltun yapılır. Bunun için 41 tane küçük çörek (veya pide) hazırlanır. Özellikle de hastalanan küçük çocukların şifa bulması için bu ekmekler onun doğduğu yatağa koyulur. Bu uygulama  ekmeğin temiz ve kutlu sayılmasıyla ilgili bir anlayışın sonucudur.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


Hunlar’ın Dini

 Din meselesi söz konusu edilince, hemen iki soru yöneltilir: Neye inanıyorsun ve nasıl inanıyorsun? Hunlar, her yıl ilkbaharda, bir defa “atalarına, gökyüzüne, yeryüzüne ve ruhlara” kurban keserlerdi. Yabgu ise, her gün iki defa olmak üzere, sabahleyin doğan güneşe, akşamleyin ise aya karşı tâzimde bulunurdu. “Ay ve yıldızların durumuna göre” tedbirler alınırdı. Hunlar’ın kozmosu insan suretinde tasvir eden idolları olduğuna göre, Hun yabgusunun “Gökte ve yerde doğmuş, güneş ve ayda olmuş” şeklindeki titülünü de inceleyecek olursak, onun tâzim ettiği objelerden birinin kozmos olduğu açıklık kazanır. Kozmik tanrılar hakkında detaylı bilgilere sahibiz. Örneğin, Yunan mitolojisinde, Uranus Satürn’ün babasıdır; Hint tanrılarının en eskisi Varuna’dır ve eski Skandinav halklarında ise Odin vardır. Bu noktadan hareketle, debdebeli bir şekilde kozmosu insan suretine sokma kültünün, Hunlar’a batı komşuları Ting-ling veya Yüeçiler’den geçtiğini söyleyebiliriz. Çünkü Doğu Asyalı Mongoloidlerde böyle bir kült yoktu, ama polispiritüalistler vardı. Doğudaki polispiritüalizm ise ataların ve tabiatın ruhlarına tapınma ile sınırlıydı. Ata ve tabiat ruhlarının çağırılıp, kovulabileceğine; öfkelenebilecek veya iyi davranabileceğine inanılırdı. Çinli veya Tibetli’ye göre, bu ruhların kesinlikle tanrısal bir yönleri yoktu; canlıydılar ve insanlarınkinden farklı bir tabiatları vardı. Güçlüydüler, ama güçleri sınırsız değildi; tabiatları icabı, iyi ve kötü olamazlardı. Kısacası, ruhlarla olan ilişkilerinin dinî bir yanı yoktu. Hunlar’ın ruhlara olan inançları da böyleydi. Onlar, âhirete inanıyorlar ve öbür dünyayı, bu dünya hayatının bir devamı olarak görüyorlardı. Bu yüzden de mevta, öbür dünyada üşümesin diye, çift tabut içine konularak defnedilir; simli kumaşlara ve süslü kürklere sarılır; öbür dünyada kendisine hizmet etsin diye, dostlarından ve odalıklarından birkaç yüzü kurban edilirdi. Fakat bu âdet, sadece yabgu ve üst düzey beyler için uygulanır; her mevta için insan kurban edilmezdi. “Savaşçı kurban” edilmesi konusunda ise cesur savaş esirleri seçilir ve ruhların kurbanı büyücünün elinden istediklerine inanılırdı. Buradan da anlaşılmaktadır ki, insan kurban edilmesinin, eski Çin şamanizmi ve muhtemelen Tibet Mitra [Bhon/Bon] diniyle yakından ilgisi bulunan Sibirya Hun dinî akımıyla bağlantıları vardı. Bu dinî inanç sistemi, tek tanrılı değildi ve sınırlı bir alanda yaşayan kötü ruhlu iblislere de belli oranda saygı gösterilirdi. Atalara saygı gösteren Konfüçyanizm ve Budizm, daha sonraki dönemlerde ise Hristiyanlık ve Müslümanlık bu inanç sistemiyle mücadele etmişlerse de, o, xx. Yüzyıla kadar Tibet’te, biraz değişik şekliyle ise, Doğu Sibirya’daki Tunguzlar’da tutunmayı başarmıştır. Bu inanç sisteminde, başlangıçta insan kurban etme âdeti yaygın olmasına rağmen, daha sonraları bu âdet terkedilmiştir.  


İlk bakışta tuhafımıza giden şey, iblise tapınma ve ışığı mukaddes sayma inancının, doğuş ve benimsenme konusundaki farklılıklara rağmen, birlikte yaşamış olmasıdır. Ancak, bu ikisinin, Hunlar’ın dünya görüşlerindeki yerinin farklı olduğu gözönüne alınacak olursa, bunların birbirinden ayrı şeyler olduğu; birbirine karışmayan iki ayrı inanç sistemi teşkil ettikleri anlaşılacaktır. Işığı tanrılaştırma inancı öyle yaygındı ki, iblis bu alana sokulmazdı ve iblisler, dünya meselelerini ilgilendirmeyen kendi işlerini yaparlardı. Bu dünya görüşü, Sibirya halkları ve hatta Povolje’de dahi kısa süre öncesine kadar yaygındı. Öyle ki Mariler, Rus tanrısının neden Keremet’le yanyana yaşamadığını, aynı anda birine mum yakılırken, diğerine kurban kesilmediğini bir türlü anlıyamamaktadırlar. Diğer enteresan bir nokta ise  şudur:  Hunlar,  Doğu  ve  Batı’nın  kültür  görüşlerini alarak,  onları  kendilerine  özgü  kalıplara  sokmuşlardır. Dahası, uzak Hint inançlarından da alıntılar yapmışlardır. Mesela,  Çinliler’in  parçaladıkları  altın  idol  ve  birçok öğretiler,  Batı  ucu  vadilerinden  taşınan  budist  inançları olarak kabul edilir. 

Hunlar arasında Budistler’in bulunduğu konusunda kesin bir delil yoksa da, onların Budizm hakkında bilgileri olduğu ve onunla ilgilenmiş olmaları önemli bir husustur. Bu, kültür gelişiminin en alt seviyesiyle dahi bağdaşmayan geniş bir ufuktur. Bütün bunlar karşısında onları hâlâ vahşi olarak kabul edebilir miyiz? Kaldı ki bu sağlam sisteme, kültürlü bir Çinliyi bile cezbeden idarî mekanizmayı ve insanca yaşama şeklini de ilave edersek, Hunlar’ın M.Ö. III-I. Yüzyıllarda “vahşi oldukları” meselesi kendiliğinden ortadan kalkmak zorundadır.



Lev Nikolayeviç Gumilev

Ruscadan Çeviren D. Ahsen BATUR


Ulu Camii / Bursa

 


22 Eylül 2022 Perşembe

DOĞU GÖK TÜRK DEVLETİNİN KUVVETLENMESİ -2

 Ch'u-lo Kağan Devri (619-621)


Shih-pi'nin ani ölümü üzerine boş kalan Doğu Gök-Türk devletinin tahtına, oğlu Shih-po-pi çok küçük olduğu için, yerine kardeşi Ilteber Şad, Ch'u-lo Kağan unvanıyla geçti. Yaşının küçüklüğü sebebiyle kağanlık tahtına oturamayan Shih-po-pi ise amcası tarafından Ni-pu Şad tayin edilip, devletin doğu tarafını idare etmeye başladı. Onun idare ettiği bölge You eyaletinin kuzeyine tesadüf etmekte idi.


Shih-pi ölmeden önce bahsettiğimiz büyük harekât hazırlığında iken, çaresiz kalan T'ang imparatoru, Kao Ching adlı bir elçiyi çok miktarda para ile ona göndermiş; ancak adı geçen elçi daha Shih-pi'nin yanına varmadan, kağan ölmüştü. Bunun üzerine elçi parayı götürmekten vazgeçmiş ve Feng eyaleti hazinesine bırakmıştı. Daha sonra bu olayı duyan Gök-Türkler kızdılar ve Çin'e karşı hücuma hazırlandılar. Elçinin yeniden yola çıkıp parayı Gök-Türklere getirmesiyle mesele halledilmiş oldu.


Gök-Türklerin yardımına mazhar olan bir diğer T'ang hanedanı muhalifi Tou Chien-te, Sui hanedanı prenslerinden Yang Cheng-tao ile işbirliği yapmıştı. Gök-Türklere bağlı olarak faaliyetlerini sürdürüyorlardı. Altıncı ayda Shih-pi Kağan'ın ölümü resmen Çin'e bildirildiğinde, T'ang imparatoru Ch'ang-lo kapısında yas tutturdu ve Cheng Te-t'ing adlı elçiyi baş sağlığı için Gök-Türklere gönderdi . Otuz bin top renkli kumaş sunuldu. Bunun yanında imparatorun kendisi de yas tutarak, üç gün saraya gelmemiş ve bütün çinli devlet adamları, haberi getiren Gök-Türk elçisinin ikâmet ettiği yere giderek taziyctlerini sunmuşlardı. Çinli elçinin ülkesine geri dönüşünden sonra Ch'u-lo Kağan da elçi gönderip, kendi ülke mallarından verdi. Çin sarayında Gök-Türklere verilen müzikli ziyafetlere 620 yılında da devam edildi. Ayrıca rütbelerine göre, Gök-Tûrk elçilik zevatına renkli ipekli kumaşlar hediye edilmişti.


Ch'u-lo Kağan da ağabeyi gibi T'ang hanedanına karşı muhaliflerini destekleme politikası gütmek niyetinde idi . Bu husustaki niyetini hemen Sui hanedanı prenslerinden Yang Cheng-tao'yu imparator İlân etmekle gösterdi . Üstelik kuzey Çin'de Gök-Türklerle müttefik olan bütün Çinlilere ona biat etmelerini emretti. Ch'u-lo Kagan'dan sağlam dayanak alan Yang Cheng-tao, kuzey Çindeki Ting-hsian-gi kendine merkez seçti ve yıkılmış Sui hanedanı devlet teşkilâtını yeniden kurdu. Neticede ona bağlananların sayısı on bin kişiye ulaştı.


Bu arada daha önce Çin'den ayrılarak Gök-Türklere bağlanan, ancak sonra kaçan çinli Sun Chin-kang, yakalanarak öldürüldü. Yang Cheng-tao'nıın Sui imparatoru ilân edilmesinden sonra kendi akibetlerinden endişelenerek Gök-Türklerden hızla kopmaya başlayan diğer muhalif Çinlilere Liu Wu-chou'da katılmış, Ma-i'ye kaçmak üzere iken, Gök-Türkler tarafından yakalanarak öldürülmüştü. Ondan arta kalanlar onun memuru Yüan Chün - changin emrine verilmişti. Ancak, Gök-Türkler ona tam güvenemiyorlardı. Bundan dolayı yardımcı bahanesiyle yanına Yü-she Şad'ı askerleriyle bıraktılar. Dördüncü ayda vuku bulan bu hadiselerden sonra, beşinci ayda yine Gök-Türk elçilerine T'ang başkentinde müzikli ziyafet verilmiş, renkli ipekli kumaşlardan rütbelerine göre dağıtılarak, elçilik heyetine sunulmuştu. Aynı ay içerisinde T'ang muhaliflerinden Wang Shih-ch'ung'la Ch'u-lo kağan, A-shih-na-chieh-to'yu gönderme suretiyle temas kurup, kendi tarafına çekti. Muhalif çinliye bin baş at gönderen kağan, onun akrabalarından birinin kızıyla evlenmişti. Ayrıca Wang Shih-ch'ung, Gök-Türklerle ticaret yapmaya da razı oldu.





Lİu Wu-chou ölmeden önce T'ang hanedanıyla yaptığı savaş sırasında, Ch'u-lo Kağan, Böri Şadi iki bin süvari ile T'ang ordusunun yardımına göndermişti . Aslında Liu Wu-chou da Gök-Türkler ile müttefik İdi. Ch'u-lo Kağan onun fazla kuvvetlenmesini istemediği için dengeli politika takip etmiş ve Liu Wu-chou'nun mağlup olmasın saglamıştı. Bundan sonra Chin-p'ing-yang şehrine gelen Ch'u-lo Kağan, bu bölgede bulunan güzel kadınları toplamış, üç gün kaldıktan sonra geri dönmüştü . Onun bu yağma hareketlerine karşı şehrin valisi Li Chung-wen, hiçbir şey yapamadı . Bu arada Ch'u-lo Kağan, Lun Tegin'i bir kaç yüz askerle çinli valiye yardım etmesi için kalede bıraktı. Sonra Shih-ling (şimdi Shan-hsi'de Yang-ch'ü kalesinin kuzey doğusundadır ) geçidine de nöbetçiler bırakıp ülkesine geri döndü.


Yedinci ayda T'ang imparatorluğu askeri kuvvetlerinin Gök-Türklere karşı küçük de olsa bazı başarılar kazanmaya başladığını görmekteyiz. Li Hsİ-yû ve Tuan Te-ts'ao, hazırlıksız yakaladıkları Gök-Türk askerlerini mağlup ettiler. Fakat, bu yenilgiler Gök-Türkler üzerinde hiç bir tesir yapmadı; dokuzuncu ayda Bagatur Şad, Liang eyaletini işgal edip, buranın baş kumandanı Yang Kung-jen'ı mağlup etti. Üstelik bir kaç bin kadın ve erkeği götürdü.


Shih-pi Kağan zamanında Gök-Türklere bağlanan ve Wo-li Şad unvanını alan Li Tse-ho, 618 yılında T'ang imparatorluğu kurulunca bu devlete itaat etmişti, Onuncu ayda (620) imparator asileri yenerek bazı başarılar kazandı. Bu arada Gök-Türklerin içindeki anlaşmazlıkları Çin imparatoruna bildirmek üzere iken Gök-Türk süvarileri onun elçisini yakaladı. Onun bu teşebbüsüne kızan Ch'u-lo Kağan kardeşini hapsetti. T'ang hanedanı muhalifleri birer birer Çin'e gidip, Kaolsu'ya teslim olmalarına rağmen Liang Shih-tou, hâlâ Gök-Türklere bağlılık ittifakını sürdürüyordu . Hatta Ch'u-lo Kagan'ı T'ang imparatorluğuna büyük bir saldırı yapmaya ikna etti.



Hazırlanan plana göre Gök-Türk ordusu ve onun çinli müttefikleri dört ayrı koldan hücuma geçeceklerdi. Bagatur Şad, Yüan eyaletinden harekete başlayacak iken, Ch'u-lo Kağan, Ping eyaleti yolundan, Ni-pu Şad ile Liang Shih-tou, Yen eyaleti yolundan, T'u-li ise Hsİ, K'u-mo-hsi, Ch'i-tan'lara kumanda edecekti. T'u-li'nin ordusu daha sonra Fu-k'ou geçidini aşıp, Chin ve Chiang bölgelerinde Ch'u-lo Kaganin ordusu ile birleşecekti. Saldırı bölgelerinin genişliği ve katılanların fazla oluşu T'ang hanedanının ne kadar büyük bir tehlike içinde olduğunu göstermektedir. Öncelikle Ch'u-lo Kağan, Ping eyaletini alıp burada Sui imparatoru ilân ettiği Yang Cheng-tao'yu yerleştirmek istedi. Onun bu fikrine karşı çıkan Gök-Türk devlet adamları olmuştu. Ancak Kağan, babası Ch'i-min'in Sui desteğiyle tahta çıkabildiğini haurlatıp, bu düşüncesinde ısrar etti.



Bütün bu hazırlanan planlar tam uygulama safhasına konulacak iken, daha ordular harekete geçmeden Ch'u-lo Kağan, çinliler tarafından zehirlendi. Bir süre hasta yattı; ölmeden önce kendisini zehirleyenleri hapse attı. Sonra öldü.


Doğu Gök-Türk devletinin kendisine büyük bir saldırı yapacağını öğrenen T'ang imparatoru Kao-tsu, çok korkmuş, Ch'u-lo Kagan'ı hücumdan vazgeçirtmek için Cheng Yüan-shou yu elçi olarak ona göndermişti. Bu elçinin bütün yalvarmalarına rağmen Ch'u-lo Kağan, hazırlığını tamamladığı hücumlarını durdurma niyetinde değildi. Çabaları başarısız kalan çinli elçi, orada bulunan diğer T'ang muhaliflerinden Liu Wu-chou ile gizlice görüştü ve ondan kağanı durdurmanın tek yolunun onu öldürmek olduğunu anladı. Daha sonra elçi Cheng Yüan-shou gizlice kendi adamlarına kağanı zehirletti.


Daha önce 620 yılının 12. ayında Ping eyaletine muhafaza gayesiyle bırakılmış olan Lun Tegin, buranın askerî valisi Liu Shih-jang tarafından bir entrika çevrilerek yakalandı. Bu bölgeyi savunma maksadıyla gelen tegin halkı devamlı rahatsız ediyordu. Onun ortadan kalkmasından imparator Kao-tsu çok memnun oldu.



Ahmet Taşağıl'ın Göktürkler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Balıklı Göl / Şanlı Urfa

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak