1 Haziran 2022 Çarşamba

Silopi Barajı

 


TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 20

 AYAZ ATA


Bir tür Noel Baba olarak düşünülebilir. Hatta Kazaklarda birebir Noel Baba ile özdeşleşmiştir. Kışın soğukta ortaya çıkan ve kimsesizlere, açlara yardım eden bir evliyadır.  Hristiyan azizi olduğu yönünde görüşler de vardır. Fakat dilbilim ve halk şenlikleri bağlamında ele alındığında Türk kültüründe zaten var olan bir kişilik olduğu kesindir. Kimi görüşlere göre "Ayas Han'la aynı kişidir. Kazaklarda ilk karın yağması ve soğuğun vurması ile birlikte kışın karşılanması amacıyla Soğumbası isimli bir eğlence  düzenlenir.  Bu  bayramda  Ayaz Ata ve torunu Karçana (Kar- Kız) birlikte hediyeler dağıtırlar. Her ikisi de mavi elbiseler giyerler.  Kırmızı giysili Noel Baba figüründen en önemli farkları belki de budur. Bu açıdan bakıldığında daha çok Ruslardaki mavi giysili Ded Moroz'la (Soğuk Baba) benzeşir.



AYI ANA


Ayı tanrıça. Bazı Türk boyları ayıdan türediklerine inanırlar. Ayı Ana yeraltındaki bir mağarada yaşar. Kimi zaman da ayı boynuzları takan bir kadın olarak görünür.


AYI ATA


Ayı tanrı. Bazı Türk boyları soylarının bir ayıya dayandığına inanırlar. Güç boynuzları takar. İnsanoğlunun korktuğu şeye saygı duymasının ve onu yok etmeye çalışmak yerine onunla özdeşleşerek onun gibi olmayı amaçlamasının en güzel örneği Ayı Ata kavramıdır. Moğollarda şamanın giydiği ayı biçimli bakır bir maskeyle simgelenir.



AYIG


Gökyüzü tanrısı. İlk insanı o yaratmıştır. Dünyayı idare eder. Göğün 13. katında oturur. Yaratıcı ruhların en büyüklerindendir. Yakut inancında oldukça saygı  gören  kutlu,  nur yüzlü, yaşlı ve  ulu bir varlıktır. İnsanların ısınması için güneşi yaratmıştır. İki beyaz güneş onun  yanında  durur.  İnsanlara  yeteneklerini  ve  becerilerini o verir, ilham kaynağıdır. Toprağın verimli, ürünlerin bereketli olmasını sağlar. Kısaca yaratıcılıkla ilgili tüm unsurların kaynağıdır. Hayvanların çoğalması onun isteğiyle olur. Yiğitleri ölümden kurtarır, ölen kahramanlara yeniden can verir. Ayığı (Ayığ) adı verilen ruhlar onun emrindedir. Eşi "Kübey Hatun'dur. Ongunu kartaldır. Kendisine beyaz bir at "ıdık" olarak sunulur, yani canlı olarak doğaya salınarak ışığın doğduğu yöne (doğuya) doğru sürülür ve bir daha kimse o hayvana el süremez.



AYKUN


Güç tanrısı. Gücü ve kuvveti sembolize eder. İktidar, otorite kavramlarını içerir. Koyun Türk kültüründe gücün sembollerinden birisidir. Aslında sakin ve uysal bir hayvan olan koyunun bu şekilde algılanması birkaç sebebe dayalı olabilir. Öncelikle erkeğinin (koçun) boynuzları olması. Çünkü boynuz güç sembolüdür. Çift boynuz evrensel düzeni (karşıtların birliğini) simgeler. İkinci olarak ne kadar çok koyuna sahip  olunursa o kadar zengin  olunduğunun, dolayısıyla o kadar çok nüfuzlu olunduğunun anlaşılması. Bir başka görüşe göre de koyunun renginin çoğunlukla beyaz olup (nadiren de siyah), bu renklerin iktidar ve otoriteyi vurgulaması ve bu yöndeki bir algısal çağrışımın oluşmasıdır.



AYZIT


Güzellik tanrıçası. Aşkın ve güzelliğin simgesidir. Ongunu kuğudur. Kuğular bu nedenle kutsal sayılır ve dokunulmaz.  Beyaz turna kuşu da diğer simgelerinden biridir. Ayzıt gümüş tüylü bir kısrak biçimine bürünebilir ve gökten yeryüzüne bu şekilde iner. Kısrak kılığındayken kuyruk ve yelelerini kanat gibi kullanır. Ormanlarda dolaşmayı sever. Ak bir kalpağı, çıplak omuzlarında ak bir atkısı vardır. Çocukları ve hayvan yavrularını korur. İnsanlara sevgiyi ve aşkı ilham eder. Sarayının kapısında ellerinde gümüş bakraçlar ve gümüş kamçılar bulunan yasakçıları (bekçileri) vardır. Bu yasakçılar kötü insanları içeriye almazlar. Ayzıt'ın kızları vardır. Onlar da kuğu kılığına bürünebilirler. Kuğular pek çok söylencede biçim değiştirmiş kutsal kızlar olarak kabul edilir. Ayzıt'ın kızları büyülü beyaz bir tül giyindiklerinde kuğuya dönüşürler.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


31 Mayıs 2022 Salı

Hezil Çayı Irak Sınırı / Silopi

 


Gök-Türkler ve Orhon Yazıtları

 Yenisey ve Orhon Yazıtları

Türk yazıtlarının en eskileri Yenisey’de bulunanlardır. Yenisey yazıtları Orhon alfabesiyle yazılmışltı. Üzerlerinde kesin tarih olmamakla birlikte, Orhon yazıtlarından daha eski oldukları, VII. yüzyılda yazıldıkları tahmin edilmektedir.

Yenisey’de o dönemde Kırgızlar yaşıyorlardı. Bilim adamları, Çin kaynaklarındaki bilgilere de dayanarak bu yazıtların Kırgızlara ait olduğu kanaatine varmışlardır. Yazıtlarda Kırgızların hayat hikâyelerine yer verilmesi ve Kırgızların kullandığı hayvan takviminin kullanılması da bu görüşü kuvvetlendirmektedir. Tarihî bilgiler içermese de, bu yazıtlar eski Türk boylarının yaşayışlarından bahsetmesi bakımından önemlidir.

Türklerde yazının gelişmesi Gök-Türk dönemine rastlar. VIII. yüzyılda yazılan Orhon yazıtları sayesinde Türklerin kültürü, hayat anlayışı, inançları ve savaş yöntemleri hakkında bilgiler edinmekteyiz. Daha da önemlisi, bu bilgileri artık yalnızca Çinlilerden değil, bizzat Türklerin kendilerinden öğrenmekteyiz. Yazıtlarda savaşların önemli bir yer tuttuğu görülmektedir. Bunların çoğunu boylar arasındaki savaşlar oluşturuyordu. Yazıtlarda Gök-Türk Kağanlığı’nın resmî ideolojisi de ortaya çıkmaktadır.

Çin kültürü bilinçli bir şekilde reddedilmekte, komşular üzerinde egemenlik kurulmasının önemi vurgulanmaktadır. Orhon yazıtları Doğu Gök-Türklere aittir. Batı Gök-Türkleri kendilerine ait herhangi bir bilgi bırakmamışlardır (sadece küçük mezar yazıtları vardır). Kağan, Türk boylarını yazıtları okuyarak olaylardan ders almaya çağırmakta, talihsiz günlerde çekilen zorlukları hatırlatmaktadır. Kan dökücülüğün övülmemiş olması, onların ileri seviyede olduğunu göstermektedir.

Kültigin adına hazırlanan yazıt 732’de dikilmiştir. Metin kısmının bu tarihten 14 yıl kadar önce hazırlandığı tahmin edilmektedir. Dünyanın yaratılışına değinildikten sonra ilk kağanın hizmetleri ve kağanlığın yıkılışı anlatılmaktadır. Çin (T’ang) imparatorluğu egemenliğinde geçen dönem ve Kağanlığın İlteriş tarafından ikinci kez kuruluşu hikâye edilmektedir. Kapgan Kağan’ın savaşları ayrıntılı bir şekilde anlatıldıktan sonra Bilge Kağan’ın yaptığı hizmetler sıralanmaktadır. Bütün bu olaylar Bilge Kağan’ın ağzından anlatılmaktadır.

735’te dikilen ikinci yazıtta Bilge Kağan, Kültigin’in mezar taşına yazdırdığı savaşları ve diğer olayları kendi mezar taşına da yazdırmıştır. Yazıt, Kültigin yazıtında yazılanların tekrarı ve tamamlayıcısı niteliğindedir.

Tonyukuk yazıtı, Kültigin döneminde yazılmıştır. 720 yılına kadar olan olaylar anlatılmaktadır.

Vezir Tonyukuk Çin kültürü içinde yetişmiş, fakat kendi kültürünü korumasını bilmiş bilge bir kişidir.

Onun deneyimi ve siyaset bilirliği taşa da yansımıştır.


Alıntıdır.

30 Mayıs 2022 Pazartesi

Bitkilerdeki Duyular

 Bitkinin içine biraz daha yakından baktığımızda çok ilginç sistemlerle karşılaşırız. Bu sistemlerin en önemlilerinden biri, bitkilerin içindeki tepki mekanizmalarıdır. Yani dışarıdan bakınca ne ağzı, ne gözü, ne de bir sinir sistemi olan bitkiler, yeri geldiğinde bazı duyular konusunda insandan bile hassas olabilmektedir. Bitkilerin bizim gibi gözleri yoktur, ama bizim gördüğümüzden daha fazlasını görürler. Çünkü onların ışığa duyarlı bileşiklerden oluşmuş proteinleri vardır. Bu sayede bizim gördüğümüz ve göremediğimiz bütün dalga boylarını algıladıkları gibi, ışığa karşı duyarlılıkları insan gözününkinden daha fazladır. 

Bitkiler bu görme yeteneklerini kullanarak büyümek ve hayatta kalmak için gerekli olan; ışığın yoğunluğu, kalitesi, yönü ve periyodu gibi koşulları tespit ederler. Bitkinin bir günlük hayat düzeni kendini ışığa göre kuran bir "iç saat"in kontrolündedir. Bu aşamada neler olduğunu bilimsel olarak açıklamak gerekirse, bitkide ışığı görmekle görevli iki protein ailesi bulunur. Bu iki aileden biri, beş farklı çeşidi olan "fitokrom", diğeri ise iki farklı çeşidiyle "kriptokrom" adlı proteinlerdir. Bu proteinler aynı zamanda ışığı algılayabilen birer ışık reseptörüdürler. Bu sayede bitkinin içindeki saati, ışığın her an yaptığı değişikliklere göre kurmakla görevlidirler. 

Bitkiler sadece güneş ışığıyla yaşayamazlar; ihtiyaçları olan besinleri tatmak için dilleri yoktur ama yine de bunu başarmaları gerekir. Tat duyusu, topraktan mineral ve besinleri alan bitki kökleri için çok önemlidir. Arabidopsis (tere otu) adlı bitkide yapılan araştırmalarda, bir genin nitrat ve amonyum tuzlarının bol olarak bulunduğu yerleri tespit ettiği ortaya çıkarılmıştır. Bu gen sayesinde kökler gelişigüzel değil, besin yönünde gelişerek bilinçli bir hareket sergilemektedir. Nitratları tespit eden bu gen ANR1'dir. 

Bu gen dışında, Teksas Üniversitesi'nde yapılan diğer bir araştırmada "apiraz" adlı yeni bir enzim keşfedilmiştir. Kök yüzeyinde bulunan bu enzim, mantar gibi toprağa karışmış mikroorganizmaların ürettiği ATP'yi (adenozin trifosfat) tadabilmektedir. ATP molekülü doğada her zaman hazır olan kısa süreli bir enerji rezervidir. Apiraz, bitkinin ATP'yi alıp fosfat besinlerine dönüştürmesini daha sonra da emmesini sağlar. Bitkilerin bir çöpçü gibi hücre dışındaki ATP'yi toplayıp kullanılır hale getirmesi ise yeni keşfedilmiş bir mucizedir.

Tatma duyusu gibi dokunma duyusu da bitkilerde çok sık rastladığımız algılardandır. Venüs (Dionaea muscipula) gibi etçil bitkiler, üzerlerine konan böceği bir anda yakalarlar. Mimoza (Mimosa pudica) bitkisi ise en hafif dokunuşta bile ince yapraklarını aşağı doğru indirir. Bezelye ve fasulye gibi tırmanıcı bitkiler hassas dokunma duyuları sayesinde filizlerini sağlam desteklerin etrafına sararlar. Son yapılan araştırmalarda neredeyse bütün bitkilerin bu dokunma duyusuna sahip oldukları ortaya çıkmıştır. Bitkiler genelde yapraklara büyük zarar verebilecek rüzgarın şiddetine karşı da dokunma duyusunu kullanırlar. Rüzgar altında kalan bitkiler dokularını sertleştirerek tepki verir ve böylece şiddetli rüzgarlarda kırılmaktan kurtulurlar. Araştırmacılar, dokunma duyusunun güçlendirilmiş doku üretimine nasıl yol açtığını halen bulmaya çalışmaktadırlar. En çok üzerinde durulan teoriye göre, bitki sallandığında kalsiyum iyonları, hücrede kimyasal depo işlevi gören geniş odalardan yani vakuollerden hücre sıvısına geçer. Bu kalsiyum akışı bitki hareket ettiğinde veya bitkiye dokunulduğunda meydana gelen ilk harekettir. Bu hareket, saniyenin onda biri gibi bir hızla gerçekleşir. Daha sonra kalsiyum iyonlarının akışı hücre duvarlarının güçlendirilmesiyle ilgili olan genleri harekete geçirir ve son derece kompleks bir süreç sonunda dokunulan bölgede kalınlaşma olur.

Başta North Carolina Wake Forest Üniversitesi olmak üzere çeşitli merkezlerde yapılan araştırmaların sonucunda, bitkilerin belirli bir ses frekansını veya titreşimi algılayabildiklerinin düşünüldüğü belirtildi. Örneğin, Wake Forest'da yapılan bir deneyde, normal filizlenme oranı %20 olan turp tohumlarının, belirli bir frekanstaki sese uzun süre tabi tutulduklarında, filizlenme oranlarının %80-90 civarında arttığı görülmüştür. Araştırmacılar, elongasyon (uzama) ve tohum filizlenmesinde aracılık eden "giberellik asit" adlı bitki hormonunun, "işitmeden" de sorumlu olduğunu düşünmektedirler. 


Alıntıdır.


Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


Gündelik Hayatımızda Ev ve Çevresi – 13

 Keser, Çekiç, Çivi


Erdal İnönü kendisine evde fare olduğu haber verildiğinde “Ben kedi miyim?” diye cevap vermiştir ama erkeklerin çoğunluğu evdeki tamiratları üstlenmeyi benimsemişlerdir. Bunun için gerekli ‘alet çantası’ herkesin merakına göre büyüyüp küçülse de, su tesisatı, elektrik işleri, yeni alınan aletlerin montajı erkek işi kabul edilir. Çamaşırlık, meyve odası, kiler, bodrum, odunluk, kömürlük ve nihayet balkonlara ve evin eski eşya konulan yerlerine saklanan aletlerin evde bulundurulması bu rol ve para tasarrufu için şarttır.


Braudel marangoz aletlerinin tarihinin çok eskiye gittiğini, Roma döneminde geliştirildiklerini ve İtalya’da bu mirasın korunduğunu bildirir. Türkçede bulunan İtalyanca sözcüklerin varlığı da böylelikle açıklanmaktadır. Fakat Türkçe sözcüklerde bile anlam kaymaları vardır. Sürmeneli kayıkçıların tek keserle kaç tonluk tekne yaptıkları bilinir, ama evdeki keser kesmeye değil, çivi çakmaya ve çekmeye, evde çekiç bulunduğunda ise adının tersine genellikle yalnızca çakmaya yarar.


Çivi konusu daha karışıktır. Eskiden mıh’la halk dilinde çivi karşılığı olarak kullanılan ve bugün bulmacalarda sorulan, yeğseri’den gelen enser/ ekser şimdiki çivilerden farklıydı. Örneğin, Trabzon’da örgü şişine çivi denirdi, bir adı da Oltu kebabıyla büyük şehirlerde de tanınan sözcükle ca idi. Evliya Çelebi İstanbul’da 100 dükkân, 200 neferle mıhçıyan, 1006 dükkân, 3000 neferle mismaran yani enserciyan ve 100 dükkân, 200 neferle burgucıyan esnafını birbirinden ayırt eder (Evliya Çelebi Seyahat-nâmesi, I. Kitap, s. 268 vd.).



Testere


Farsça destene sözcüğünden gelen testere bugün unutulan ene adlı bıçkının bir biçimi, el (dest) bıçkısı. Bahattin Ogel bıçkı, bıçak ve biçmek sözcüklerinin kökenlerini tartışmaktadır. Evliya Çelebi destereciyan esnafı için pirlerinin Beni İsrail’den Simail olduğu, Haleb’de Hazret-i Zekeriyya’yı ikiye biçmek için bu aleti icat ettiği bilgisini verir. İstanbul destereciyan esnafının piri ise Abdülgaffar Münşari’dir; “Selman-Paris beline şed bağlayup pir oldı” ve kabri Niğde şehri cephanesindedir. Bu esnaf dükkânlarında testere, bıçkı, minsar, erre ve keski satar. Bu aletleri satmayıp kullanan, ayrı bir esnaf kolu olarak örgütlenen bıçkıcılar ise marangoz sınıfı içinde yer alırlar.




Tornavida


Vidanın İO 5. yüzyılda Pythagorasçı filozof Tarentumlu Arkhytas tarafından geliştirildiği, Mısır’da İO 3. yüzyılda Arkhimedes tarafından alet yapımında kullanıldığı kaydedilmiştir. Romalıların iki taraftan vidalı pres ütüleri Pompeu harabelerinde bulunmuştur. İS 1. yüzyılda şarap ve zeytinyağı preslerinde ahşap vidalar yaygın biçimde kullanılmaya başlanır. Madeni somun ve vidalar Avrupa’da 1550’lerden itibaren yaygınlaşır.


Tornavida İtalyanca (toma-vite) olduğu gibi, vida da Italyancadan gelir. Cıvata İtalyanca giaveta, somun Fransızca saumon, menteşe Farsça bend-fceje, perçin Farsça perçin'den gelir. Eskiden Türkçe burgu da varmış.

Artık tornavidaların yalnız yıldızı değil, mıknatıslı ve elektrikli olanları da var.



Kerpeten, Pense


Sözcüğün Arapçaya da (kelbetan) Farsçadan geçtiği söylenmektedir.

Kerpetenin aynı zamanda nalbant ve dişçi aleti olduğunu biliyoruz. Avrupa’da namlı işkence aletlerindendi, adını da, Eski Fransızca pinchure, İngilizce pincers, yani çimdiklemekten, kıstırmak, sıkıştırmak, tutam tutam yolmaya kadar anlam kazanan fiil kökünden alır.



İngiliz Anahtarı, Kargaburun


İngilizlerle anahtar konusunda tam anlaşamıyoruz. Onlar bizim anahtar dediklerimize genel olarak spanner derken, kargaburun çeşitlerine plier ve bizim İngiliz anahtarının çeşitlerine de, kullanım yerine göre, ikisini veya wrench diyorlar. Wrench türleri içinde İngiliz anahtarına karşılık gelen pipe (boru) ve monkey (maymun) urench’dir. Wrench burkma, bükme, zorla çevirip koparma anlamlarıyla 1460’den beri İngilizcede kaydedilmiştir, 1552’den beri alet adıdır, monkey biçimi 1750’den beri bilinir. Böylece Fransız somununu, İngiliz anahtarıyla çeviririz. Bu aleti anahtara benzetenler Fransızlardır; biz Fransızcası clef anglaise'in çevirisini kullandığımıza göre, Fransızlar da Ingiliz anahtarını kullanıyorlar. 


Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak