7 Mayıs 2022 Cumartesi

Yüzyıl Savaşları

 İngiltere ve Fransa arasındaki Yüzyıl Savaşları (1337-1453) 116 yıl sürecekti. İngiliz kralları (III. Edward'dan V. Henry 'ye) ve Fransız kralları (VI. Philip'ten VI. Charles'a) hükümdarlık dönemlerinde savaştan kaynaklanan meselelerle ilgilenmek zorunda kaldılar.

Savaşın nedeni büyük ölçüde feodaldi: Aquitaine Dükü III. Edward Fransa kralına ödeme yapmayı reddetti ve Fransa tahtında hak iddia etti. Flandra'nın zengin yün ticareti ile ilgili rekabet de aradaki düşmanlığı besliyordu. İngilizler savaştan avantaj sağladılar. 1346 yılında Edward, VI. Philip'i Crecy'de yendi. Oğlu Kara Prens'ten yardım almıştı (Zırhının rengi nedeniyle böyle anılıyordu). Yeni İngiliz silahları ve uzun yaylar savaşta önemli bir işlev görmüştü. 1347 yılında vebanın patlak vermesi savaşa uzun bir süre ara verilmesine neden oldu.
1360 yılında bir dizi yenilginin ardından III. Edward, Aquitaine karşılığında Fransa tahtındaki hak iddiasından vazgeçti. Edward'ın öldüğü 1377 yılında Fransa Kralı V. Charles karşısında daha geniş bir toprak parçası yitirmişti. 1380 yılında V. Charles'ın ölümünden sonra, savaş V. Henry 1413 yılında İngiltere tahtına çıkana dek durgunlaştı. Henry Fransa tahtında yeniden hak iddiasında bulundu. Agincourt Savaşı'nda Fransa'yı yenilgiye uğrattı (1415). Bu olay Shakespeare' in V. Henry adlı eserinde ölümsüzleştirilmişti.
1422 yılında Henry'nin ölümünün ardından, Bedford Dükü'nün liderliğindeki İngilizler başarılarını pekiştirdiler. Dönüm noktası 1429 yılında " Orleans Bakiresi " Jan Dark'ın Orleans'daki İngiliz kuşatması sırasında Fransız birliklerine yardım etmesi oldu. Jan Dark İngilizler tarafından kazığa bağlanarak yakıldı. Fransa yenilenmiş milliyetçi tutkusuyla bölgenin büyük bölümünü geri aldı. 1453 yılında yalnızca Calais ve Channel Adaları İngiltere'nin elinde kalmıştı. Savaş döneminde Fransız asilzadeleri büyük ölçüde zarar görmüşlerdi. Fransız monarşisi ulus üzerinde hakimiyeti olan merkezi bir güç haline geldi. Bununla birlikte İngiliz monarşisi 1801 yılına kadar "Fransa Kralı" unvanını kullanmaktan vazgeçmedi.

Alıntıdır.

Silopi Barajı / Hezil Çayı

 


Mardin

 


HİTİTLERDE MAHKEMELER

 Kabul etmek gerekir ki, büyük ölçüde özel belgelerin eksikliği nedeniyle, Hitit yargıçları ve mahkemeleri hakkındaki bilgilerimiz çok yetersizdir.

Anlaşmazlıklar ilk önce, ülkedeki çoğu eyalet kentindeki yönetim kurullarını oluşturan "Yaşlılar"ın veya "Seçilmiş" üyelerin huzuruna gelirdi ve kütükte sadece bir kez, yabani sığırların kime verileceği hakkında karar verildiği için, geçmektedirler. Revaçta olan yargıçlar kurulu halk meclisiydi. Öyle ki, devlet bunlarla dolaylı olarak ilgilenirdi.

Adli olaylarda devletin temsilcisi, normal olarak kralın memurlarından biri, örneğin garnizon kumandanı olurdu. Temsilci görevlerinin eksiksiz bir şekilde açıklandığı bir belge bozulmadan günümüze kadar gelmiştir. Bu talimatların bazı bölümleri şöyledir:

Hangi kente dönerseniz dönün, kentin bütün insanlarını toplayınız. Her kimin bir davası varsa, onun hakkında karar veriniz ve onu memnun ediniz. Eğer bir kölenin, veya hizmetkârın veya yaşlı bir kadının, bir davası varsa, hakkında karar veriniz ve onu memnun ediniz.

Basit bir davayı zorlaştırmayınız. Zor bir davayı da basitmiş gibi göstermeyiniz. Doğru olanı yapınız.

Memurun bu görevlerini yerine getirirken yerel yetkililerle işbirliği yapması beklenirdi. Aşağıdaki ifadeden bunu anlıyoruz:

Artık garnizon kumandanı, belediye başkanı ve yaşlılar beraberce adaletin uygun şekilde yerine gelmesini sağlayacaklar ve halk davalarını getirecek.

Aynı metnin bir başka bölümünde kralın konumu en yüksek otorite olarak belirtilir:

Eğer herhangi bir kişi davasını bir tablet üzerinde yazılı olarak (şimdilik) getirirse, kumandan dava hakkında adil bir karar verecek ve onu memnun edecektir. Eğer dava fazla karmaşıksa, davayı krala havale edecektir.

Büyücülük davaları ile ölüm cezalarını içeren tüm davalarda krala başvurulmuş olduğu anlaşılmaktadır. İki talentten fazla olan kereste hırsızlığının da krala havale edilmesi gerekirdi.

Eğer herhangi bir kişi mahkemenin verdiği karara karşı gelirse, doğrudan ceza verme tehdidiyle mahkemenin otoritesi sağlanırdı:

Eğer herhangi bir kişi kralın kararına karşı gelirse, evi harap(?) olacaktır. Eğer herhangi bir kişi yüksek bir devlet memurunun kararına karşı gelirse, kafası kesilecektir.

Burada "yüksek devlet memuru" ile herhalde kralın temsilcisi kast edilmektedir. Hitit adli uygulamalarının belirgin bir özelliği dava bilgilerinin toplanmasında karşılaşılan zorluktur. Zimmet ve görevi ihmal davalarındaki sorgu hakimliğinin, Doğu halklarının yazınında eşi olmayan ve oldukça modern bir havaya sahip olan fazlasıyla ayrıntılı tutanaklarına sahibiz. Bu türden hiç bozulmamış bir metin şöyle başlar:

Söz konusu levazım, [kraliçenin] "Büyük Fırtına Tanrısı'na" emanet ettiği —yani, [savaş arabaları], bronz ve bakır kaplar, giysiler ile malzemeler, yaylar, oklar, kalkanlar, [topuzlar], esirler(!), sığırlar, koyunlar, atlar ve katırlar— Ukkuraş'ın oğlu olan "onbaşının" herhangi bir kimseye mührü, alındı ve ödendi makbuzu olmadan verdiği depo mallarıdır. Bundan dolayı kraliçe dedi ki: "kraliçenin hizmetkârları ve 'altın uşakları, Büyük Fırtına Tanrısı ve (?)onbaşı Ukkuraş gidin ve Lilvaniş tapınağında ciddi yeminler edin."

Duruşma sanığın babasının ve bir başka tanığın, doksan beş satır tutan, yeminli ifadeleriyle başlar. Sonra Büyük Fırtına Tanrısı sorgulanır:

Maruvaş şöyle dedi: "Sen bir çift katırı Hillarizzi'ye verdin." Büyük Fırtına Tanrısı cevapladı: "Ben katırları Hilarizzi'nin kendisinden (?) aldım ve kendisine olduğu gibi geri verdim (?)."

Maruvaş şöyle dedi: "Sen katırları Piha- ... 'ya verdin." Büyük Fırtına Tanrısı cevapladı: "Verilen katırlar sarayın ahırından getirilmemişti."

"Altın uşak" Yarrazalmaş dedi: "Zuvappiş bir at sattı ve bir talent bronz aldı." Büyük Fırtına Tanrısı cevapladı: "O bana öldüğünü söyledi."

Birçok tanığın şahitliğinden sonra metin aniden son bulur; belki de ikinci bir tablette devam etmektedir. Kuşkusuz mahkemedeki davalarla ilgili böylesi tutanaklar istisnaydı. Fakat metin dikkatli ve önyargısız bir soruşturma havası vermektedir. Hitit yönetiminin genel görünümünün belki de tipik bir örneği olarak kabul edilebilir.


Alıntıdır.


Habur Sınır Kapısı / Silopi

 


6 Mayıs 2022 Cuma

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 11

 ALANKOVA


Moğolların soyundan geldiği ana. Buyan Han'ın 41. kızıdır. Ay ışığından  hamile   kalmıştır.   Gece   çadırının   penceresinden   içeriye parlak bir ay ışığı girmiş ve gebe bırakmıştır. Kimi efsanelerde Alangovanın çadırına, gökten yeşil gözlü  bir  tanrı  iner.  Annesini, eğer kız doğurursa öldürmekle tehdit eden  babasından  korunmak için  erkek  kılığına  sokulmuş  ve  öyle  yetiştirilmiştir.  Çok  güçlüdür. Oğlunun adı  Buzancardır.  Babasından  korktuğu  için  hamile kızı annesi bir sala koyup ırmağa bırakır. Çocuğu ırmağa bırakma motifi, Sümer ve Ortadoğu efsanelerinde de mevcuttur. Ancak burada ırmağa bırakılan çocuk değil, hamile kadının kendisidir.  Tek gözü olan Duva adlı biri tarafından bulunan kız bu adamla evlenir. Alankova'nın Duva'dan  da on  iki oğlu olur.  Kardeşlerinin  ilk oğlunu öldürmesinden korkan annesi Buzancar'ı ırmağın kenarına götürüp suyu  izlemesini ve  dedesinin yurduna  dönmesini  öğütler.  O da bunun  üzerine annesinin sözünü  dinleyerek yurduna geri döner ve daha sonra ilerleyen yıllarda kağan olur, boyları birleştirerek bir araya getirir.


ALAŞA/ALAŞ  HAN


Alaş boyunun kurucusu ve Kazakların atası olarak anılır. Arıstan Han'ın oğludur. Diğer Türk boylarınca da büyük saygı gösterilir. İslamiyet öncesi Türklerin savaşırken 'Alaş! Alaş!" diye bağırdıkları bilinmektedir. Kazaklarda onun türbesi (Alaşa Han Kümbeti) kutlu bir yer olarak kabul edilir. Babası olan Arıstan Han savaşta esir düşünce güzel bir kıza aşık olur ve evlenir, fakat bedeni alaca renkli bir çocuğu olduğu için bunu kötü bir durum olarak kabul eder. Oğlunu ıramağa bırakır. Fakat onu çocuğu olmayan bir balıkçı bulur. Bedeninin alaca olmasından dolayı ona "Alaş" (ya da Alaşa) adını verirler. Bu çocuk çok cesur  olur ve kahramanlıklar yapar,  ünü çok kısa bir zamanda her tarafa yayılır. Bunu öğrenen Arıstan Han oğlu Alaş'a üç yüz adam gönderir ve emrine verir. Bu üç yüz kişiyle dolaşmaya başlayan Alaş Han çevresindeki halklara boyun eğdirerek güçlenir  ve  Kazaklar onun soyundan türer. Alaş Han'ın oğlunun adı Kazak Han'dır.



ALAZ/ALAS


Ocak tanrısı. Evlerdeki ateşi korur. Evcil hayvanların da koruyuculuğunu yapar. Ocak ve içindeki ateşe saygılı davranılmalıdır, aksi takdirde Alas Han kızarak yangın çıkartır. Türklerde gökyüzü büyük bir çadır olarak algılandığı için, yeryüzünün sıcaklığını da o sağlar. Ülker Burcu'nun altı yıldızı göğün altı deliği olarak kabul  edilir ve Alas Han oradan sıcak hava üfleyince yaz gelir.


ALBAN


İntihar eden kişilerin ruhlarıdır. Bu kötü varlıklar insanları intihar etmeye telkin eder ve hatta zorlarlar. Genellikle yalnız kalmış, bunalım içindeki, ruhsal hastalıkları olan kişilere musallat olurlar. Çok kötü isimleri ve çok kötü yüzleri vardır. Ters dönmüş gözleri, yukarıya kalkık olarak uzayan saçları vardır. Türk kültüründe intiharın tasvip edilmediğinin en açık örneklerinden birisi bu motiftir.


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


SONUN BAŞLANGICI

 


4. Tuthaliya’nın hangi koşullar altında öldüğünü bilmiyoruz. Kendisinden sonra oğlu 3. Arnuwanda Hitit devletinin başına geçmişti (İÖ 1220 dolayları). Bu kral, Hitit sülalesi arasında bu adı taşıyan üçüncü kişi idi. Ne yazık ki, 3. Arnuwanda’nın döneminde oluşmuş olayları anlatan pek az belge bulunmuştur. Elimizdeki tabletlerden, bu kralın döneminde de, ülkenin kuzeyindeki Kaşkalar ile savaşın yapıldığını, Anadolu’nun güneydoğusunda ise, buraya göçmüş (?) bir toplumun başı olan Mita’nın, Hitit Devleti’nin çekirdeğini oluşturan topraklara değin sokulduğunu öğrenebiliyoruz. 8. yüzyıl Asur kral yıllıklarında, Muşki adlı bir ulusun kralı olan Mita’dan söz edilmektedir. Bu 2. Mita ise Fryg kralı Midas ile eşitlenmektedir. Bunlar arasındaki ad benzerliklerini, Arnuwanda döneminde başlamış bir uluslar göçü ya da yer değiştirmesi olarak yorumlamak olası görünmektedir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasına, birazdan göreceğimiz gibi, deniz ve kara yoluyla gelen ve adlarına Deniz Kavimleri denen ulusların katkıda bulundukları anlaşılmaktadır.

Elimizde bir mühründen başka bir belgesi olmayan bu Hitit kralı öldüğünde, krallık tahtına kardeşi 2. Şuppiluliuma geçmişti. Bu kral adının yazılışında, aynı adı taşıyan atasınınkine göre de küçük göze çarpmaktadır. Bu kral, belgelerde Şuppiluliyama olarak geçmektedir. Arnuwanda’nın tahta geçebilecek hiçbir çocuk bırakmadığı, hatta harem kadınları arasında da, ölümünü izleyen günlerde hamile bir kadın bulunmadığı, bu nedenle tahta kardeşinin geçmesinin zorunlu olduğu, şu belgeden anlaşılmaktadır: Efendim, başka kimseyi değil, beni kabul etti... beni küçük bir köpek gibi... büyüttü. Majestenin kardeşi kral olduğu zaman, ben (artık) büyük bir memurdum ve hep onu korudum; ona karşı hiçbir ihmalim olmadı. Ona, efendime temiz kalple... hizmet ettim... Sonradan Hatti halkı (başka) zorluklar çıkardıklarında, seni hiç ortada bırakmadım... Hatti halkı ona (=krala) karşı günah işlediklerinde, ben (yine) sadık kaldım. Eğer onun çocukları olsaydı, onları da sayar ve onları da korurdum. Onun çocukları olmadığı için, hamile bir kadın olup olmadığını soruşturdum; hamile bir kadın yoktu... Arnuwanda geride çocuk bırakmadı diye, günah işleyip... başka birisini efendi yapabilir miyim? Anlaşılacağı gibi, adı geçen son krallara karşı Hatti ülkesinde bazı ayaklanmalar olmuştu. Arnuwanda’nın çocuğu olmamasını fırsat bilenler de herhalde vardı. Ama, sadık memurlar yardımıyla ölen kralın yerine kardeşi Şuppiluliyama geçirilebilmişti. Ancak, iç kargaşanın ne boyutlara ulaşabileceği şu sözlerle açığa vurulmaktadır: Ordu krala isyan edebilir, kralın askerleri ve ülkeleri ayaklanabilir ya da düşmanın silahı kralın en yakınlarını tutsak alabilir ya da bunları öldürebilir ya da yüksek memurları krala isyan eder ya da kral hastalanır ya da kral uzak bir sefere çıkar ya da daha kötü durumlar ortaya çıkabilir; işte sen (o zaman) isyana kalkma, (bir) kenara çekilme ve ülkene ihanet etme; sadakatinin sonunu sadece ölüm getirebilsin! Sadakat konusu şu metinde de işlenmiştir. Vücudunda bir elbiseyi nasıl taşıyorsan, bu andı da öyle taşıyacaksın... Gökyüzünün güneşi altında Şuppiluliyama’ya ya da Şuppiluliyama’nın oğluna bir kötülük etmeye kalkarsan, o zaman seni bin ant tanrısı ve güneşin ateşi yok etsin! Eğer bunu gece yaparsan, seni karın, çocukların ve ülken ile birlikte... ay... yok etsin! Sadık kalmaları için kişilere içirilen antları, aslında sadakatsizlik ve ihanetin çok sık rastlanan olaylar haline geldiğinin kanıtları saymak gerekir. Bu antlarda, ülke ve devleti kötülüklerden sakınmak olduğu kadar, kral soyunun tahtta kalması da amaçlanmaktadır: Ben, sadece efendim Şuppiluliyama’nın soyundan olanları koruyacağım. Birinci Şuppiluliuma’nın soyundan, Murşili’nin soyundan, Muwatalli’nin soyundan, Tuthaliya’nın soyundan olan bir kimsenin tarafına geçmeyeceğim!


Alıntıdır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak