6 Mayıs 2022 Cuma

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 11

 ALANKOVA


Moğolların soyundan geldiği ana. Buyan Han'ın 41. kızıdır. Ay ışığından  hamile   kalmıştır.   Gece   çadırının   penceresinden   içeriye parlak bir ay ışığı girmiş ve gebe bırakmıştır. Kimi efsanelerde Alangovanın çadırına, gökten yeşil gözlü  bir  tanrı  iner.  Annesini, eğer kız doğurursa öldürmekle tehdit eden  babasından  korunmak için  erkek  kılığına  sokulmuş  ve  öyle  yetiştirilmiştir.  Çok  güçlüdür. Oğlunun adı  Buzancardır.  Babasından  korktuğu  için  hamile kızı annesi bir sala koyup ırmağa bırakır. Çocuğu ırmağa bırakma motifi, Sümer ve Ortadoğu efsanelerinde de mevcuttur. Ancak burada ırmağa bırakılan çocuk değil, hamile kadının kendisidir.  Tek gözü olan Duva adlı biri tarafından bulunan kız bu adamla evlenir. Alankova'nın Duva'dan  da on  iki oğlu olur.  Kardeşlerinin  ilk oğlunu öldürmesinden korkan annesi Buzancar'ı ırmağın kenarına götürüp suyu  izlemesini ve  dedesinin yurduna  dönmesini  öğütler.  O da bunun  üzerine annesinin sözünü  dinleyerek yurduna geri döner ve daha sonra ilerleyen yıllarda kağan olur, boyları birleştirerek bir araya getirir.


ALAŞA/ALAŞ  HAN


Alaş boyunun kurucusu ve Kazakların atası olarak anılır. Arıstan Han'ın oğludur. Diğer Türk boylarınca da büyük saygı gösterilir. İslamiyet öncesi Türklerin savaşırken 'Alaş! Alaş!" diye bağırdıkları bilinmektedir. Kazaklarda onun türbesi (Alaşa Han Kümbeti) kutlu bir yer olarak kabul edilir. Babası olan Arıstan Han savaşta esir düşünce güzel bir kıza aşık olur ve evlenir, fakat bedeni alaca renkli bir çocuğu olduğu için bunu kötü bir durum olarak kabul eder. Oğlunu ıramağa bırakır. Fakat onu çocuğu olmayan bir balıkçı bulur. Bedeninin alaca olmasından dolayı ona "Alaş" (ya da Alaşa) adını verirler. Bu çocuk çok cesur  olur ve kahramanlıklar yapar,  ünü çok kısa bir zamanda her tarafa yayılır. Bunu öğrenen Arıstan Han oğlu Alaş'a üç yüz adam gönderir ve emrine verir. Bu üç yüz kişiyle dolaşmaya başlayan Alaş Han çevresindeki halklara boyun eğdirerek güçlenir  ve  Kazaklar onun soyundan türer. Alaş Han'ın oğlunun adı Kazak Han'dır.



ALAZ/ALAS


Ocak tanrısı. Evlerdeki ateşi korur. Evcil hayvanların da koruyuculuğunu yapar. Ocak ve içindeki ateşe saygılı davranılmalıdır, aksi takdirde Alas Han kızarak yangın çıkartır. Türklerde gökyüzü büyük bir çadır olarak algılandığı için, yeryüzünün sıcaklığını da o sağlar. Ülker Burcu'nun altı yıldızı göğün altı deliği olarak kabul  edilir ve Alas Han oradan sıcak hava üfleyince yaz gelir.


ALBAN


İntihar eden kişilerin ruhlarıdır. Bu kötü varlıklar insanları intihar etmeye telkin eder ve hatta zorlarlar. Genellikle yalnız kalmış, bunalım içindeki, ruhsal hastalıkları olan kişilere musallat olurlar. Çok kötü isimleri ve çok kötü yüzleri vardır. Ters dönmüş gözleri, yukarıya kalkık olarak uzayan saçları vardır. Türk kültüründe intiharın tasvip edilmediğinin en açık örneklerinden birisi bu motiftir.


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


SONUN BAŞLANGICI

 


4. Tuthaliya’nın hangi koşullar altında öldüğünü bilmiyoruz. Kendisinden sonra oğlu 3. Arnuwanda Hitit devletinin başına geçmişti (İÖ 1220 dolayları). Bu kral, Hitit sülalesi arasında bu adı taşıyan üçüncü kişi idi. Ne yazık ki, 3. Arnuwanda’nın döneminde oluşmuş olayları anlatan pek az belge bulunmuştur. Elimizdeki tabletlerden, bu kralın döneminde de, ülkenin kuzeyindeki Kaşkalar ile savaşın yapıldığını, Anadolu’nun güneydoğusunda ise, buraya göçmüş (?) bir toplumun başı olan Mita’nın, Hitit Devleti’nin çekirdeğini oluşturan topraklara değin sokulduğunu öğrenebiliyoruz. 8. yüzyıl Asur kral yıllıklarında, Muşki adlı bir ulusun kralı olan Mita’dan söz edilmektedir. Bu 2. Mita ise Fryg kralı Midas ile eşitlenmektedir. Bunlar arasındaki ad benzerliklerini, Arnuwanda döneminde başlamış bir uluslar göçü ya da yer değiştirmesi olarak yorumlamak olası görünmektedir. Hitit İmparatorluğu’nun yıkılmasına, birazdan göreceğimiz gibi, deniz ve kara yoluyla gelen ve adlarına Deniz Kavimleri denen ulusların katkıda bulundukları anlaşılmaktadır.

Elimizde bir mühründen başka bir belgesi olmayan bu Hitit kralı öldüğünde, krallık tahtına kardeşi 2. Şuppiluliuma geçmişti. Bu kral adının yazılışında, aynı adı taşıyan atasınınkine göre de küçük göze çarpmaktadır. Bu kral, belgelerde Şuppiluliyama olarak geçmektedir. Arnuwanda’nın tahta geçebilecek hiçbir çocuk bırakmadığı, hatta harem kadınları arasında da, ölümünü izleyen günlerde hamile bir kadın bulunmadığı, bu nedenle tahta kardeşinin geçmesinin zorunlu olduğu, şu belgeden anlaşılmaktadır: Efendim, başka kimseyi değil, beni kabul etti... beni küçük bir köpek gibi... büyüttü. Majestenin kardeşi kral olduğu zaman, ben (artık) büyük bir memurdum ve hep onu korudum; ona karşı hiçbir ihmalim olmadı. Ona, efendime temiz kalple... hizmet ettim... Sonradan Hatti halkı (başka) zorluklar çıkardıklarında, seni hiç ortada bırakmadım... Hatti halkı ona (=krala) karşı günah işlediklerinde, ben (yine) sadık kaldım. Eğer onun çocukları olsaydı, onları da sayar ve onları da korurdum. Onun çocukları olmadığı için, hamile bir kadın olup olmadığını soruşturdum; hamile bir kadın yoktu... Arnuwanda geride çocuk bırakmadı diye, günah işleyip... başka birisini efendi yapabilir miyim? Anlaşılacağı gibi, adı geçen son krallara karşı Hatti ülkesinde bazı ayaklanmalar olmuştu. Arnuwanda’nın çocuğu olmamasını fırsat bilenler de herhalde vardı. Ama, sadık memurlar yardımıyla ölen kralın yerine kardeşi Şuppiluliyama geçirilebilmişti. Ancak, iç kargaşanın ne boyutlara ulaşabileceği şu sözlerle açığa vurulmaktadır: Ordu krala isyan edebilir, kralın askerleri ve ülkeleri ayaklanabilir ya da düşmanın silahı kralın en yakınlarını tutsak alabilir ya da bunları öldürebilir ya da yüksek memurları krala isyan eder ya da kral hastalanır ya da kral uzak bir sefere çıkar ya da daha kötü durumlar ortaya çıkabilir; işte sen (o zaman) isyana kalkma, (bir) kenara çekilme ve ülkene ihanet etme; sadakatinin sonunu sadece ölüm getirebilsin! Sadakat konusu şu metinde de işlenmiştir. Vücudunda bir elbiseyi nasıl taşıyorsan, bu andı da öyle taşıyacaksın... Gökyüzünün güneşi altında Şuppiluliyama’ya ya da Şuppiluliyama’nın oğluna bir kötülük etmeye kalkarsan, o zaman seni bin ant tanrısı ve güneşin ateşi yok etsin! Eğer bunu gece yaparsan, seni karın, çocukların ve ülken ile birlikte... ay... yok etsin! Sadık kalmaları için kişilere içirilen antları, aslında sadakatsizlik ve ihanetin çok sık rastlanan olaylar haline geldiğinin kanıtları saymak gerekir. Bu antlarda, ülke ve devleti kötülüklerden sakınmak olduğu kadar, kral soyunun tahtta kalması da amaçlanmaktadır: Ben, sadece efendim Şuppiluliyama’nın soyundan olanları koruyacağım. Birinci Şuppiluliuma’nın soyundan, Murşili’nin soyundan, Muwatalli’nin soyundan, Tuthaliya’nın soyundan olan bir kimsenin tarafına geçmeyeceğim!


Alıntıdır.


TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 10

 AKTU


İyilik tanrısı.  Kötülüğe dair içinde hiçbir duygu yoktur. Kendisine bağlı olan diğer iyilik ilahları Aktular olarak çoğul biçimde kullanılır. Fin (Suomi) Mitolojisi'ndeki Su Tanrısı Ahtı'yı (Ahto) akla getirmektedir.



AL ANA


Kötülük tanrıçası. "Hal Nene" olarak da  bilinir.  Kızıl  giysileri olan, kızıl saçlı bir kadındır. Kötü ruhlar olan Albısların başında bulunur. Çirkin, dağınık saçlı, gözleri kanlı, uzun tırnaklı olarak tanımlanır. Deveyle güreşebilecek kadar uzun ve güçlü olduğu söylenir. Bazen "Albıs"la özdeş olarak düşünülür.



AL ATA


Ateş tanrısı. "Hal Dede'' olarak da bilinir. Yaşlı, kızıl renkli giysileri olan, kızıl gözlü bir adamdır. Ala Ana'nın yansıması olarak düşünülebilir. Ancak onun aksine kötülük yapan yönü çok fazla ön plana çıkmaz. Hatta bazen ateşin, bazen de yurdun (çadırın) koruyucusu olarak da anılır.  Moğol kültüründeki "Gal Han''la da (veya "Gal Etseg" yani "Ateş Ata'') kökensel benzerlik itibariyle özdeş görülür. 


ALAHÇIN


Yaşam tanrıçası. Yeryüzünü korur. Doğaya can verir. Yeşillik alanlarda rüzgar olup gezer. Bataklık bölgelerde dolaşır. Doğada ne varsa hepsinin iyilik içerisinde olmasını ister. İnsanlar başka canlılara zarar verdiklerinde, mesela bir hayvanı zevk için öldürdüklerinde derin üzüntü duyar ve hatta ağlar. Işıklı bir yüze ve ak saçlara sahiptir. Bir oğlu ve bir kızı (veya iki oğlu iki kızı) vardır. Onlar da bitki tanrısı ve tanrıçası olarak yeryüzünü korurlar, soluklarıyla bitkilere, otlara, ağaçlara can verirler. Ağaçlar onların nefesleriyle çiçek açarlar. Çocuklarının adları Ereke ve Cereke'dir.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Mardin

 


5 Mayıs 2022 Perşembe

HİTİTLERİN ORTAYA ÇIKIŞI

 Kültepe’de ele geçen ve Mama Kralı Anum-Hirbi’den, Kaneş Kralı Wrşama’ya yazılmış bir mektup, Anadolu’nun siyasal durumu ile ilgili çok ayrıntılı bilgi vermektedir. Bu belgede Anum-Hirbi, Kaneş kralına şöyle demektedir: Sen bana şöyle yazmışsın: Taişamalı benim kölemdir, ben onu sakinleştiririm. Fakat sen kölen Sibuhalı’yı yatıştırabiliyor musun? Taişamalı senin köpeğin ise, o nasıl oluyor da diğer hükümdarlara karşı bağımsız gibi davranabiliyor? Benim köpeğim Sibuhalı diğer hükümdarlara karşı istediği gibi davranıyor mu? Taşimalı aramızda nerdeyse üçüncü kral mı olacak? Benim düşmanım beni yendiğinde, Taişamalı benim ülkeme saldırdı, 12 kentimi yıkıp, sığır ve koyunları yağmaladı. Bu belge, koloni çağı Anadolu’sunda küçük bölgeleri egemenliği altında tutan ve sahip oldukları güç nedeniyle başka kralları da kendilerine bağımlı kılan yerel kralların varlığını açıkça ortaya koymaktadır. Genişleme siyasetlerinin birbirine ters düşmesi nedeniyle, bunlar arasında zaman zaman sert mücadeleler olmakla beraber, zaman zaman da anlaşmalarla çıkarlarını daha iyi koruyacak ittifaklar oluşturulmaktaydı. Bu mektubun başka bir yerinde, gerçekten de Warşama’nın babası Kaneş kralı İnar döneminde, iki yerel devlet arasında bir anlaşma imzalandığı ve aralarında elçiler aracılığı ile diplomatik ilişkiler kurulmuş oldukları Asurca’nın Eski lehçesidir. Bu nokta Anadolu için çok önemlidir ve Asurca’nın siyasal yazışma dili olarak yerel hükümdarlar arasında da geçerli olduğunu ve yerini ilerde göreceğimiz gibi, Hint-Avrupa dil ailesinin bir üyesi olan Hititçe almıştır.

Asur Ticaret Kolonileri’nde bulunmuş yazılı belgelerde, aslında Asurca olmayan birçok teknik terim geçer. Bu terimler, köken bakımından dilbilimciler tarafından Hint_Avrupa dil ailesine bağlanmaktadır. Bu özel sözcüklerin yanında, belgelerde bulunan kişi adlarından birçoğu da, yine etimolojik açıdan Hint-Avrupa kökenli olarak analiz edilebilmekte ve Hititler’in İÖ 19. yüzyılda Anadolu’da varolduklarının kanıtı sayılmaktadır. Kendilerini Kültepe’de krallık yapmış kişilerin soyuna bağlayan Hititlerin öncülleri, Asur Ticaret Kolonileri çağında Anadolu’ya çoktan girmiş, dil ve varlıklarını duyurmaya başlamış ve hatta yerel devletlerin yönetiminde etkin bir rol oynamaya başlamışlardı. Hint_Avrupa soyundan olan Hititler’in, Anadolu’nun yerli halkı olmadıkları bilinmekte, ancak göç tarihleri ve Anadolu’ya ya da Anadolu’ya giriş yolları henüz kesinlikle saptanamamaktadır. Hititlerin ya da daha genel bir terimle Hint-Avrupalı toplulukların Anadolu’ya, Trakya ve Boğazlar üzerinden; Doğu’da Karadeniz’e olan kıyılarından deniz yoluyla Orta Karadeniz’e geldikleri yönünde varsayımlar bugün tartışma konusu olmaktadır. Arkeolojik veriler, bunlardan hangisinin daha doğru olduğunu kanıtlayacak sağlam ipuçlarını henüz ortaya koyamamıştır.

Bilim dünyasının Hititler ile ilk karşılaşması 1887 yılına rastlar. Orta Mısır’daki Tell el-Amarna’da yapılan kaçak kazılarda, büyük bir tablet arşivine ait ilk belgeler bu tarihte eski eser pazarlarına sürülmüştü. Bu belgeler, İÖ. 14. yüzyılda Mısır firavunları olan 3. Amenofis, 4. Amenofis ve Tutenkamon’un, Ön Asya’daki başka devletlerin kralları ile olan diplomatik yazışmalarını içermekteydi. Çiviyazısı ve Babil lehçesi ile yazılmış olan bu tabletlerin birinde, Hitit Kralı Şuppiluliuma, firavuna kardeşim diye hitap ediyor, kendisini onunla eşdeğer bir hükümdar olarak kabul ediyordu. Bazı belgelerde ise, Hititlerin Suriye üzerinde bir baskı öğesi oldukları ve buraya girdikleri kaydediliyordu. Mısır’ın Yeni İmparatorluk dönemine ait başka mektuplarda ise, Mısır-Hitit çatışmalarından söz edilmekteydi. Bütün bunlar, Martin Luther’in İncil çevirisinde, İbranca Hittim’in karşılığı olarak kullanılan Hititler ya da Het oğullarının, İÖ 2. bin yılda büyük bir siyasal güç olarak bütün Ön Asya’ya kendilerini kabul ettirdiklerinin kanıtıydı. Burada hemen şu noktayı belirtmemiz gerekir ki, İncil’de, İÖ 1. bin yılda Filistin’de yaşamış oldukları söylenen Hititler ile İÖ 2. bin yılda Anadolu’da bir devlet kurmuş Hititler aynı kişiler değillerdi; bunlar da dil ve köken bakımından aslı Hititler’in akrabası, onların bir bakıma devamı idiler. El-Amarna belgeleri arasında 2 mektup daha vardı ki, bunlar o güne kadar bilinmeyen bir dille, fakat yine de çivi yazısı ile yazılmışlardı. Bu belgeleri 1902 yılında inceleyen Norveçli bilim adamı J.A.Knudtzon, bu mektupların dilinin bir Hint-Avrupa dili olduğunu dünyaya duyurdu. Ne var ki, Knudtzon’un bu buluşu, diğer bilim adamları arasında kuşku ile karşılandı ve hemen hemen hiç yandaş bulamadı. Aradan 4 yıl geçtikten sonra, 1834 yılında Ch. Texier tarafından bulunan, Ankara’nın 150 km. kadar doğusundaki Boğazköy’de H. Winckler tarafından 1906 yılında başlatılan kazılarda, yukarıda sözünü ettiğimiz El-Amarna’da bulunmuş ve Arzawa kralına gönderildiği anlaşıldığı için, adına Arzawa mektupları denen bu 2 belgenin yazıldığı dilde kaleme alınmış olan başka tabletler de ele geçirilmeye başlandı. Winckler kazılarını 1913 yılına kadar sürdürdükten sonra ölünce, Alman Şarkiyat Cemiyeti, aslen bir Çek bilgini olan B. Hrozny’yi İstanbul’a göndererek, Boğazkyöy’den çıkan bu tabletleri incelemesini istedi. Bu sırada patlayan 1. Dünya Savaşı nedeni ile Hrozny, İstanbul Arkeoloji Müzesi’ndeki çalışmalarını kısa kesmek zorunda kaldıysa da, araştırmalarını olumlu bir yönde geliştirmeye başararak, 24 Kasım 1915 tarihinde, Berlin Ön Asya Cemiyeti’nde verdiği Hitit sorununun çözümü konulu bir konferansta bu belgelerdeki dilin geçekten bir Hint-avrupa dili olduğu tezini tekrar ortaya attı. Aynı yılın içinde yayınlanan bir kitapta Hrozny, Eski Yunanca, Latince ve Eski Hintçe ile yaptığı karşılaştırmalarla, birçok Hititçe sözcüğün anlamını saptamayı ve Hitit dilinin ilk gramer kurallarını ortaya koymayı başardı. Böylece bugün Hititoloji olarak tanınan bilim dalının doğuşu gerçekleşmiş oldu.


Alıntıdır.


Silopi Barajı / Hezil Çayı

 


Yeşil ot yiyen ineklerin sütleri niçin beyazdır?

 Hayvanların yedikleri gıdaların renklerinin, neresinden çıkarsa çıksın, çıkan şeyin rengi ile bir alakası yoktur. Buna en iyi örnek inektir. Bir ineğin en çok yediği yeşil renkli otlardır. Bu otlar ineğin dört odalı midesinde çözülür ve moleküllere ayrılır, moleküllerin ise renkleri yoktur. Sütün renginin beyaz olmasının nedeninin içinde çözünmüş halde bulunan kalsiyum kasinat (caseinate)tır.

Peki o zaman dışkı niçin kahverengi, idrar niçin açık sarı renktedir? Dışkının kahverengi olmasının sebebi bağırsaklarda hazmı sağlayan sıvılar, özellikler de safra suyudur. Safra suyu aslında yeşil renktedir fakat gıdalarla karıştıkça kahverengi renk alır. Bu nedenle dışkı bazen yeşilimsi de olabilir. Çok az da olsa aldığımız gıdalar dışkının rengini etkileyebilir. Örneğin vücudumuz pancara koyu kırmızı rengi veren maddeyi bazen parçalayamaz ve pancar yedikten sonra dışkı kırmızımsı bir renk alabilir.

Dışkıdaki renk, şekil ve kıvam değişikliklerinin çoğu son zamanlarındaki bir beslenme değişikliği ya da geçici bir sindirim bozukluğuna dayanır. Ancak eğer dışkı belirgin bir şekilde normalden açık veya koyu renkte ise, ya da kanlı ise, bu daha ciddi bir durumu gösterir, derhal doktora başvurulmalıdır.

Vücudumuzu terk eden sıvı maddelerin, yani idrar ve terin renginin de içilen sıvı rengi ve kimyasal yapısı ile bir alakası yoktur. Sıvı veya katı olsun yemek borusundan içeri girip, sindirim sistemimizi boydan boya geçen gıdalar eğer metabolizmada iyi parçalamazlarsa bunun sonucu dışkıda görülebilir. Ama idrar öyle değildir. İdrar metabolik artıkların dolaşım sistemi ile taşınmasıyla böbreklerde oluşur.

İdrarın normal rengi açık sarıdır. Bu renkteki değişiklikler muhakkak bir şeylerin iyi gitmediğini gösterir. Bu durumda hemen doktora gitmek gerekir. İdrar kahverengi veya kola renginde ise karaciğer veya safrakesesi problemi, kırmızı ise enfeksiyon, iltihaplanma veya idrar sisteminde kanama olabilir.

Ancak fazlaları vücuttan atılan vitaminler veya bazı doğal ve suni gıda boyaları da idrarda bunlara benzer renk değişikliklerine neden olabilir. Eğer idrarınızın rengi yeşil veya mavi ise bu duruma hemen hemen kesinlikle gıda boyaları neden olmuştur. Endişe edilecek bir durum değildir. Boyalar zarar vermeden vücuttan çıkar.

Alıntıdır.

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak