4 Mayıs 2022 Çarşamba

Cizre / Şırnak

 


Britanya Adalarının Söylenceleri - 2 İrlanda-İskoçya

 Dünya Çağları: Sunuş


Bilim adamları, Britanya Adaları'na ilk yerleşen insanların Kuzey Afrika ve İspanya’dan göç ettikleri kanısındadırlar. Keltler Kuzey Avrupa'dan geldiklerinde, yerleşik topluluk bu insanlardan oluşmaktadır.


Druidler, Keltlerin dini önderleridir. Onlar kabilelerinin rahipleri, peygamberleri, şairleri, büyücüleri, bilginleri ve doktorlarıdır. Toplumlarının bilgesi, tanrılarla da İlişkisi olan ve insan bilgisi üzerine uzman kişilerdir. Oldukça saygı görmektedirler. Öyle ki, önem sırasında krallara ve kabile reislerine yakın sayılırlar. Birçok eski dönem insanları gibi, Druidler belirli dinsel törenlerin ve adakların yerine getirilmesiyle, bütün doğa olaylarını yönlendiren tanrıları, insanlarına bereket ve refah bağışlaması için ikna edebileceklerine İnanırlar.


Keltler ışığı, bereketi ve yaşamı sunan güneşe tapınmışlardır. Dört büyük bayramları, güneşin dünyayla ilişkisi üzerinde kurulmuştur: İki gündönümü (yaz, güneşin dünyaya en yakın zamanı ve kış, güneşin dünyadan en uzak zamanı) ve iki mevsim dönümü (ekinoks) (baharın ve güzün başlangıcı). 


Keltler için yaşam cılız bir madde ve doğa hırçın bir gerçekliktir. Karanlığın güçleri Kuzey ülkelerine erken, dondurucu bir kış, ekinlerin yeşeremeyeceği uzun aylar ve hastalıktan, açlıktan ya da sert iklimden erken ölüm getirir. Hallovveen, gerçekten korkunç bir bayramdır, çünkü kışın başlangıcını işaret eder; güneşin gücünün hızla azalmaya başlaması ve karanlığın gücünün hızla artmaya başlaması... Hayatta kalınacağı kuşkuludur.


Hallovveen, canavarların ve insanların kurban edilme günüdür. Dinsel festivalin bir parçası olarak köy ve kasaba sakinleri karanlığın, kargaşanın, yıkımın, hastalığın ve ölümün şeytanları gibi giyinerek onları canlandırırlar ve ötekiler bu insanları simgesel olarak kovalarlar; bu şeytanları gösteren şekiller de yapıp, dinsel törenin bir parçası olarak kasaba merkezinde yakarlar. Sağlıklı çocukların üçte birini her yıl kurban ederek, kendilerine ve yaşamak için gereksinim duydukları hayvanlarına hububat ve ot sağlaması için, tanrıları harekete geçirmeyi ummuşlardır. Stonehenge, Britanya'da bütün kabileler için kutsal bir din merkezi olmuştur.


Kelt söylenceleri İrlanda, İskoçya ve Gal ülkesinde İsa'dan sonra 1100 ve 1600 yılları arasında Hıristiyan keşişlerce yaşatılmıştır. İrlandalı ve İskoçyalı keşişler Lebor Gahala Ererin'de (İrlanda Fetihler Kitabı), Gallilerin ortaçağ şövalyesi fonu ve perdesiyle donatılmış ve sıkça Kral Arthur ve şövalyelerinin maceralarının anlatıldığın'dan daha eski ve daha özgün bir Keltik geleneği oluşturmuşlardır. Sonuçta, Keltik yaratılış ve bereket söylenceleri, Gal ülkelerinden çok İrlanda ve İskoçya'dan elyazmalarında yer almaktadır.

İrlanda geleneğine göre, eski tarih ve mitoloji aynı gerçekten söz etmektedir: Tanrı ırklarının ve insan topluluklarının art arda İrlanda'ya yerleşmeleri... tanrıların insanlar gibi dünyada yürüdükleri bir zamandır, doğaüstü güçlerini kullanarak İrlanda'ya bereket, uygarlık ve barış getirirler. (Hıristiyan eğilimlerinden ötürü İrlandalı ve İskoçyalı keşişlerin Keltik tanrıları, insan savaşçılarmış gibi savaşan, hatta ölen tanrılar yapmış olmaları olasıdır).


Keltik tanrılar, gökler yerine İrlanda topraklarında yaşamışlardır. Erkek tanrılar kabileyi koruyan savaşçılardır. Kadın tanrılar genellikle bereket tanrıçalarıdır, ama savaşçı da olabilirler. Kabile reisi, bir bereket tanrıçasıyla evlenirse, insanlarının korunmasını ve hayatta kalmasını sağlar.

İrlanda'yı ne zaman herhangi bir ırktan tanrılar yönetse, Fomorianlar biçimindeki karanlığın gücü buna karşı koyar ve çoğunlukla savaşta galip gelir. Fomorianlar, yerli Akdeniz insanlarının tapındıkları tanrıları yansıtırken, Tüatha D£ Danann (Ana Tanrıça Danu'nun insanları) Keltlerin tapındıkları tanrıları simgelerler.


Başlıca Karakterler ve Tanrılar


Ladhra: İrlanda'da ilk ırkın Önderi.


Dağda: Bereket tanrısı, büyüde büyük usta, iki büyük Tüatha De savaşçısından biri.


Parlholon: İrlanda'da ikinci ırkın önderi.


Lug: Güneş tanrısı; iki büyük Tüatha De savaşçısından biri.


Nemed: İrlanda'da üçüncü ırkın önderi.


Nuada: Tüatha De'nin büyük kralı.


F/r Bolg: İrlanda'da dördüncü ırk. İrlandalı topraklarında hayatta kalan ilk ırk.

Bres: Babası Fomorianlann kralı, annesi bir Tüatha De; Tüatha De Kralı Nuada'nın yerine geçer.


Tüatha D£ Danann: İrlanda'da beşinci ve en büyük ırk. Fir Bolglar ve Fomorianları yendiler.


Fomorianlar: Devler ırkı; bütün İrlandalı ırkların düşmanı.


Damı: Ana Tanrıça ya da Büyük Tanrıça; Tüatha De, onun halkıdır.


Mil Çocukları: İrlanda'da altıncı ırk: Tüatha De ile savaşıyorlar.


Erin: Ana Tanrıça ya da Büyük Tanrıça; Tüatha D£'nin bir kraliçesi.


Atnergin: Büyük Druid ve Mil Çocukları'nın şairi.


Badb Catha: Büyük Kelt savaş tanrıçası.


Donn: Mil Çocukları’nın en yaşlısı. 


Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Mardin

 


Gündelik Hayatımızda Ev ve Çevresi - 7

 Kırmız


Mobilya cilalarının bilmeyenleri şaşırtıcı bir tarihi vardır. Türkçede kırmızı rengine adını veren boyarmaddenin aslı kırmız (Arapça kirmiz) denilen böcektir. Akdeniz bölgesinde yaygın olan kabuklu bit türünden bir böcek olan kirmiz, bilimsel adıyla Kermes ilicis dişilerinin kurutulup öğütülmesiyle hazırlanan boya Eski Mısır’dan beri kullanılmaktadır. Kumaş, seramik ve mobilya boyamakta kullanılan kırmız aslen beyazdı ve güneşin etkisiyle limon sarısından başlayarak, yeşil sarı, yeşil, erguvan, koyu erguvan renklere dönüşüyordu. Koyu kırmızı, lal ve iki kat renklendirmeyle siyaha çalan bir renk de elde edilebiliyordu. Her imalathanenin milyonlarca böcek ‘işleme’si gerekiyordu. Pahalı bir lüks olan kırmız antik-çağda Phokis halkının yarısının geçimini sağlıyordu. Latince carmesinu.s, Sanskritçe krmija adı verilen böcek Avrupa dillerinde de crimson olarak bilinen kırmızı tonunun adı olmuştur. Osmanlılar böceğe dûd-i sabbayn yani boyar kurt adını vermişlerdi.

Anayurdu Meksika olan Coccus ilicis böceği de Kanarya Adaları, İspanya, Hindistan’a götürülerek aynı amaçla yetiştirilmiştir.



Gomalak


Gomalak Hindistan ve Çinhindi’nde yaşayan Laccifer lacca böceğinin dişisinin yumurtalarını korumak için salgıladığı maddedir ve bu madde yumurtaların üstünde 3-8 mm kalınlığında bir tabaka oluşturur. Böceğin salgısından elde edilen, küçük plaka veya pul biçiminde piyasaya verilen reçinemsi madde, basınç altında ısıtıldığında akıcı hale gelip oda sıcaklığında tekrar sertleştiğinden tarih boyunca tek başına veya kil, asbest, mika gibi dolgu maddeleriyle birlikte kaplama malzemesi olarak kullanılmıştır. Alkolle çözülerek mobilya ve ahşap astar ve cilası olur. İtalyanca gommalacca, Fransızca gommelaque adından aldığımız gomalak’a İngilizce shell'lac’dan şellak da denir. Gömme, gum zift, sakız demektir; Fransızca laquee’den lake (cilalı) sözcüğünün aslı da gene İtalyanca lacca, Türkçe laka, Uzakdoğu’dan elde edilip mobilyacılıkta kullanılan ağaç reçinesi ile kırmız böceğinin Hindistan türünün adından gelmektedir.


Kimya sanayi gelişip suni boya ve cilalar üretilene kadar böcek ticareti devam etmiştir ve halen de tefrişatçı ve antikacılarca kullanılmaktadır.



Sandalye


Çinliler sandalyeye ‘barbar yatağı’ derler; Çin’de ÎS 3. yüzyılda ortaya çıkan sandalye, uzun zaman toplumsal yaşamda itibar sahiplerine, ev yaşamında evin yaşlılarına ayrılmıştır. Japonlar diz çöküp topuk üstünde otururlar; Avrupalıların sandalyede oturuşu için ‘bacaklarını asmak’ deyimini kullanan Hindular çömelirler; İslam dünyasında bağdaş kurulur.


Eski Mısırlıların resimlerinde, yazı yazarken hattatlar gibi bağdaş kurdukları görülür. Yunan ve Romalıların bıraktıkları resimlerden açık bir fikir edinmek zordur ve kaynaklar sınırlıdır. Roma imparatorluk döneminden kalma görsel malzemede yazıcıların koltukta oturdukları görülmektedir. Ancak Romalıların ÎS 2. yüzyıl, Yunanlıların İS 3. yüzyıldan kalma rölyef ve metinlerinde yazıcıların sandalyede otururken bile kucaklarında ve dizlerinin üstünde yazı yazdıkları anlaşılmaktadır ki açıklaması kolay değildir. Masa ya da sırada yazmanın, resim yapmanın Karolenj döneminden itibaren (İS 8.-9. yüzyıllar) başladığı anlaşılmaktadır.

Dünyanın en ünlü bağdaş kurmuş figürü Budha’dır. Budha, Bo ağacının dibinde bağdaş kurup oturarak nirvanaya burada ulaşır. Budha’nın insan biçiminde ilk tasviri IO 1. yüzyılda başlamıştır. Budha’nın kurduğu bağdaş, vajrana (ya da vejraparyanda) denilen, ayakların bacakların arasından geçtiği ve tabanların yukarı baktığı bir biçimdedir. Budha ikonografisinde çizilen tablo ile Mezopotamya’nın ilk uygarlıklarında tanrı ve hükümdarların tasvirlerinde benzerlikler vardır. Tanrı veya hükümdar tahtta otururken, arkasında hayat ağacı, iki yanında melekler ve önünde onun büyüklüğünü onayan tebası resmedilmiştir. Mezopotamya’da tanrı veya hükümdar tahtta otururken, Çin Han devri (IO 202- İS 22) taş kabartmalarında, Hun tasvirlerinde, Köktürk, Uygur, Karahanlı ve Selçuklularda tahtta bağdaş kurulur. Tahtta bağdaş kurmak Sasanilerde, İslamiyet öncesi İran’da görülmez. Osmanlılar da Hz. Muhammed, İsa ve öteki peygamberlerin veya simgesi güneş veya aslan olan, elinde kadeh veya asa bulunan ulu kişilerin bağdaş kurarak resmedildiği dini minyatürlerle aynı ikonografiyi devralmış, sürdürmüşlerdir.


Yan, arka, köşe minderleriyle sedir ve divanlar, peyke ve sayvalar köy evlerinden saraylara, sandallardan faytonlara kadar klasik dönemin tek oturma aracıdır. Resmi dairelerde de oturma farklı değildir. Lady Montagu İstanbul’da (1717) minderlerin rahatlığına alıştıktan sonra Avrupa’ya döndüğünde sandalyeye oturmakta zorluk çekeceğini yazsa da sandalye Türkiye’ye girdi. Kesin bir süreçten söz edilemese de, 18. yüzyılın ilk yarısında kahvehaneler gibi kamuya açık mekânlarda, minder kullanılırken, önce arkalıksız, alçak boylu, hasır iskemlelerin yaygınlaştığı görülmektedir. Kırsal kesimde iskemleler önce evde üretildi sonra satın alınmaya başlandı. Köy kahvelerinde otuz yıl öncesine kadar bugün kahvehane iskemlesi olarak tanımlayabileceğimiz klasik sandalyeden daha yaygın olan bu hasır iskemlelerdi. Türkçede iskemle ile sandalye sözcükleri birbirinin yerine kullanıldığı için kayıtlarda da bunları ayırt etmek kolay olmuyor. Örneğin, Avrupa seyahatnamesi Osmanlı bürokrasisi üstünde büyük etkiler bırakan Ahmed Resmi Efendi 1768-1774 Osmanlı-Rus Savaşı’nın ilan edilişini cahillik olarak değerlendirirken, savaş çağrısı yapanları “sandalye üzerinde Hamza-name nakliden pehlivanlar gibi laf ü güzaf” edenlere benzetir (Virginia Aksan, Ahmed Resmi Efendi, 1997). Meddahların bütün iş aletlerinin büyücek bir mendil ve bir sandalyeden ibaret olduğu bilinmekteyse de, bunun gerçekte ne zaman iskemle ne zaman sandalye olduğunu ayırt etmek zordur.


İskemle Latince scanınum’dan türetilen scamellum’dan gelir ve Avrupa dillerine de geçmiştir. Sandalye (sandaliyye) ise Arapça sandal ağacından türetilmiştir. Eski Mısır, Yunan ve Roma’nın kendilerine özgü sandalyeleri varken, Avrupa’da tekrar kullanıma girmesi Rönesans’tan itibarendir. Önce uzun sıralar ve banklar vardı. Koltuk sandalyeden daha eskidir. Sandalyenin tahttan türediği ve bacaklarının at, öküz ya da fil bacağı biçiminde yapılışının gerçekten bunları temsil etmesinden kaynaklandığı, iktidar simgesi olduğu düşünülmektedir. Yalnız bunun üstünde oturulması veya bağdaş kurulması açısından Doğu-Batı farkı görülmektedir ki, ayakta durma, yatma, oturma ve yere oturmanın iktidarla ilişkilerini çözümleyen Elias Canetti, yere oturmanın kimseye ihtiyaç duyulmadığını ve içe dönüklüğü gösterdiğini, Doğu ülkelerinde fakirlerle birlikte zenginlerin de yere oturduklarını ve mülkiyete karşı özel bir tutumu anlattıklarını, bu dünyadan özgürleşmiş, kendi kendisine dayanan ve hiç kimseye yük olmayan bir tavrın sergilenmesi olduğunu yazar (Kitle ve iktidar, s. 383 -391). İspanya’da 16. yüzyıl başlarında Hıristiyanlar Müslümanları yerde oturdukları için küçümserken, kendi kadınlarının da sandalyede oturma haklarının olmaması, sandalye iktidar/statü ilişkisinin ve sandalyenin günlük kullanım eşyası olarak ‘demokratikleşip’ olağanlaşmasının ne kadar uzun sürdüğünün bir başka kanıtını oluşturur.


Orta sınıfların daha zengin olduğu dönemde şezlonglar (Fransızca chaise-lorıgue) vardı; bugün açılır kapanır metal ve plastik piknik sandalyeleri onların yerini tutuyor.


Tonet sandalye adını 1796 Prusya doğumlu Michael Thonet’ten alır. 1819’da atölye açan Thonet’in tutkal ve vida kullanımını en aza indiren sandalye modelleri önce Liechtenstein sarayına girmiş, 185l’den itibaren Viyana kafelerinde yaygınlaşarak bütün dünyada tanınmıştır.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

3 Mayıs 2022 Salı

Avrupa'da Ticaretin Gelişimi

 11. ve   12.   yüzyıllardan   itibaren   Avrupa'da   ticaret   gelişmeye başladı. Haçlı seferleri, yolların ve deniz ulaşımının gelişimi, Doğu ile Batı arasında ticaret yollarını açan Moğol imparatorluğu'nun kuruluşu bu süreci tetiklemişti.

Üretim  ve  ticaret  merkezlerinin  etrafında  şehirler  ve  kasabalar gelişmeye başladı. Muhtemelen Ortaçağ'da Avrupa'nın en zengin şehirleri olan Venedik limanları, italya'daki Pisa ve Cenova, Almanya'daki Lubeck ve Danzig önemli ticaret merkezleri oldular. Flandra'daki Ypres, Ghent ve Bruges;  Floransa'daki  Toskana'da giyim sanayisi hakim hale geldi (Tekstil ürünleri Avrupa'nın en önemli ihraç malıydı). Kasabaların kendi ekonomik çıkarlarını kontrol etme ve düzenleme ihtiyacı meslek loncalarının kuruluşunu getirdi. Pek çok kasaba ve şehir, yerel lordların karşısında bağımsızlık kazandılar (italya ve Almanya'daki büyük kasabalar kimi zaman yerel asillerden ziyade zengin tüccarlar tarafından yönetilirdi).

Kuzey  Almanya'da Hamburg ve Lubeck kasabaları 1241 yılında bir ticaret ittifakı kurdular. 14. yüzyılda Flandra'daki Bruges'den Rusya'daki Kiev'e kadar yaklaşık 100 kasaba bu ittifaka   dahil  olmuştu. Söz konusu savunma ve ticaret birliğinin adı Hansa Birliği'ydi. Ticari çıkarları savunmak için kurulan birlik zamanla bağımsız bir politik güce dönüşecek, kendi ordu ve donanmasını kuracaktı.

Özellikle 14. yüzyılda   Floransa' da   bankacılığın   gelişimi   (daha sonraları Almanya, Polonya, Hollanda ve ingiltere 'de) Avrupa'da ticaretin gelişimini destekledi. Zira tüccarlar krediyle alım satım yapabiliyorlardı. Para sirkulasyonunun gelişimi , ticaretin büyümesi ve kendini yönetebilen şehir ve kasabaların oluşumu Batı Avrupa'da feodal sistemde ciddi bir erozyon yaşanmasına neden oldu.


Alıntıdır.


TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 9

 AKRAR


Eski Türk halk inanışlarında bir bereket töreni olarak yer alır. Alevi inançlarında daha sonradan kelime benzeşimiyle "ikrar" şeklinde anılmaya başlamıştır. Ancak köklerinin İslamiyet öncesi dönemlere kadar uzandığı anlaşılmaktadır. Arapça "ikrar"  sözcüğü karar verme, kabul etme manası taşır. "İkrar Cemi" adı verilen bu törende kişi kendi rızasıyla nefsani tutkulardan, aşırı isteklerden, geçici arzulardan vazgeçmeyi ve özünü gerçeğe adayıp doğru yola girmeyi onaylar. Kişi böylece bir anlamda ruhsal olarak arınmaktadır. Hatta Alevi inançlarına göre mecazen yeniden  doğuş  olarak algılanır. Aynı zamanda topluluğa giriş için bir kabul törenidir. 


AKSAÇLI


İhtiyar kadın. "Göksaçlı" tabiri  de  kullanılır.  Yaşlı  kadın,  nine. Bir bölgenin tanınmış en yaşlı kadını. İyi niteliklere sahiptir. Çoğunlukla bu dünyada kimsesiz ve yalnızdır. Yolda kalmış, evinden uzak, yabancı kahramanlar daima, tesadüfen böyle bir ninenin evine sığınır ve orada konaklarlar, dinlenirler. Bazen de Aksaçlı, otalar (ilaçlar) hazırlayarak yiğidin yaralarını iyileştirir. Ettiği dualar hep kabul olur. Tasvir edilirken "gümüş saçlı" mecazı da tercih edilir. Dünyadaki hemen her medeniyette yaşlılık ve onun simgesi olan ak saçlar deneyimi ve bilgeliği simgeler. Türk kültüründe "saç" bazı mitolojik çağrışımlar içerir. Kara saç gizemi temsil ederken ak saç sırra erişmenin, hakikati bulmanın (deneyimin) simgesidir. Bu bağlamda Kut ile alakalı görülür. Örneğin bazı masallarda ak ve kara iki saç telini birbirine sürtünce kıvılcımlar çaktığı ve  dilekleri yerine getiren bir cin çıktığı söylenir.



AKSAKALLI


İhtiyar adam. "Göksakallı" tabiri de kullanılır. Yaşlı adam, dede. Bir yörenin tanınmış en yaşlı erkeği. İyi niteliklere sahiptir. Ayrıca anlatılarda iyicil özellikler taşıyan yaşlılar ve dedeler için kullanılır. İnsanların zor anlarında yardımlarına koşar. Bu nedenle İslamiyet sonrası bazı söylencelerde Hızır Peygamber'le özdeşleşmiştir. Ulu Kayın ağacından inip çocuklara yardım eder ve ad verir. Ak veya gökçe giysilidir. Ak-boz atlıdır. Çevgen denilen hayvan başlı bir asa taşır (Çevgen aynı zamanda kutlu oyun olan Cirit'in diğer adıdır). Yaşından beklenmeyecek kadar güçlüdür. Tasvir edilirken "altın sakallı" mecazı kullanılır. Verdiği elmayı yiyen kısır karı kocanın çocukları, elmanın kabuğunu yedirdikleri atlarının da yavruları olur. Sogotoh Destanı'nda Sabıya Bay Toyun ve Sabıya Bay Hotun adlı bir ihtiyar karı kocanın adı geçer. Bunların ömürlerinin  sonunda  duaları kabul edilerek bir erkek çocukları olur. Bazen Aksakallı tabiri "eren"le eş anlamlı kullanılır.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak