14 Nisan 2022 Perşembe

DERİ

  

Metrelerce uzunlukta ama tek parçadan oluşan bir doku düşünün; bu hem ısınmayı, hem de serinlemeyi sağlayacak özelliklere aynı anda sahip olan; sağlam ama aynı zamanda çok estetik, her türlü dış etkiye karşı çok etkin bir koruma sağlayan bir doku olsun.

İnsan vücudunu ve diğer tüm canlıların vücutlarını türlere göre bazı değişiklikler göstererek kaplayan deri dokusu yukarıdaki özelliklerin tümüne sahiptir.

Deri dokusu da, diğer pek çok yapı gibi, eksikliği durumunda insanın yaşamını tehlikeye atacak kadar önemli bir organdır. Derinin sadece bir bölümünün bile tahrip olması öncelikle vücutta önemli bir su kaybına sebep olacağı için ölüme yol açar.

Birbirinden tamamen farklı yapılardan meydana gelen derinin alt kısmında yağdan oluşan bir katman vardır. Bu yağ katmanı ısıya karşı yalıtım görevi görür. Bu tabakanın üstünde deriye esneklik özelliğini veren ve büyük kısmı proteinlerden oluşan başka bir bölüm vardır.

Derimizin 1 cm altını kaldırdığımızda karşılaşacağımız manzara; işte bu yağların ve proteinlerin oluşturduğu, çok çeşitli damarların da bulunduğu estetik olmayan, hatta ürkütücü bile sayılabilecek bir görüntü olacaktır. Deri, bütün bu yapıları kapatıcı özelliği sayesinde hem vücudumuza çok önemli bir estetik katkıda bulunurken, hem de tüm dış etkenlerden korunmamızı sağlar ki sadece bu özelliği bile derimizin varlığının ne kadar önemli olduğunu göstermeye yeter.

Derinin bütün fonksiyonları hayatidir. İşte bunlardan birkaçı:

 

Vücudun su dengesinin bozulmasını engeller:Üst derinin her iki tarafı da su geçirmez bir yapıya sahiptir. Derinin bu özelliği sayesinde vücuttaki su miktarının kontrolü sağlanır. Deri, kulaktan, burundan hatta gözden bile önemli bir organdır. Diğer duyu organlarımız olmadan yaşayabiliriz. Ama deri olmadan insanın hayatını sürdürmesi mümkün değildir. Çünkü insan vücudunun en hayati sıvısı olan "su"yun deri olmadan vücutta tutulması mümkün değildir.

 

Dayanıklı ve esnektir: Üst deri yüzeyindeki hücrelerin önemli bir kısmı ölüdür. Alt deri ise canlı hücrelerden oluşur. Üst deri hücreleri bir süre sonra hücre niteliklerini kaybetmeye başlarlar ve 'keratin' adını verdiğimiz sert bir maddeye dönüşürler. Ölen bu hücreleri keratin maddesi birarada tutar ve vücudu koruyucu bir zırh oluşturur. Derinin daha sert ve kalın olması halinde koruyucu özelliğinin artacağı düşünülebilir. Ancak bu yanıltıcıdır. Eğer bir filin ya da gergedanınki kadar sert ve kalın bir deriye sahip olsaydık, oldukça hareketli olan bedenimiz bu yeteneğini yitirecek ve hantallaşacaktı.

Zaten hangi canlı türü olursa olsun deri hiçbir zaman gereğinden kalın olmaz. Derinin yapısında çok ölçülü, çok kontrollü bir plan vardır. Üst deri hücrelerinin sürekli öldüğünü ve bu işlemin belli bir yerde durmadığını düşünelim. Bu durumda derimiz kalınlaşmaya devam edecek bir süre sonra timsah derisi gibi kalın bir hale dönüşecekti. Ama hiçbir zaman böyle olmaz, deri hep gerektiği kalınlıktadır.

 

Sıcak havalarda vücudun serinlemesini sağlayan mekanizmaları içerir: Alt deriyi çok ufak kılcal damarlar sarmıştır. Bunlar sadece deriyi beslemezler, aynı zamanda derideki kan miktarını da kontrol ederler. Vücut ısısı arttığında damarlar genişleyerek gereğinden fazla sıcak olan kanın vücudun nispeten serin olan dış kısmından geçmesini ve ısının dışarı verilmesini sağlar. Vücudu serinleten bir başka mekanizma da terdir. İnsan derisi "gözenek" adı verilen deliklerle doludur. Gözenekler ter bezlerinin bulunduğu alt deriye kadar uzanırlar. Bu bezler kandan aldıkları suyu gözeneklerden geçirerek vücudun dışına atarlar. Dışarı atılan sıvı buharlaşmak için vücudun ısısını kullanır, bu da bir serinleme yaratır.

 

Soğuk havalarda vücut sıcaklığını korur:Soğuk havalarda derideki ter bezleri çalışmalarını yavaşlatır ve kan damarları daralır. Böylece deri altında kan dolaşımı azalacağından vücut ısısının dışarı kaçması engellenmiş olur.

Alıntıdır.

Mardin

 


13 Nisan 2022 Çarşamba

Gündelik Hayatımızda Ev ve Çevresi - 2

 



Isınma



İnsanlar ısınma sorunlarının çözümüne sanıldığından çok daha geç yöneldiler. Evlerde bir arada ve hayvanlarla birlikte, penceresiz mekânlarda yatılması, yatmak ve yemek dışında zaten pek ev hayatının olmamasıyla bu sorun atlatılıyordu. Isınma sorununun aşılmasında mangal ve ocağın birleştiği sobalara, ocak ve şöminenin birleştiği ısıtma sistemlerine doğru gelişim yaşandı. İstanbul’da yangın korkusu büyük olduğundan ocak tercih edilmiyor, mangallarla ısınılıyordu. Mangal tek odada yanar, ev halkı zamanını burada geçirirdi. Şömine Avrupa’da 11. yüzyılın ilk çeyreğinde ortaya çıktı ama 1570’lere kadar mangal yaygın, ocak nadirdi, 1700’lerden sonra zengin evlerinde ocak yaygınlaşırken, fakirler mangalla ısınmaya çalıştılar. 1720’leıde baca tekniğindeki iyileşmeyle ocak sistemleri gelişti. Bu dönemden sonra Avrupa’da odun ticareti artarken, İngiltere gibi ağacın görece az olduğu ülkelerde kömür önem kazandı.


Türkiye’de 1960’lı yıllarda orta sınıf için üretilen apartman dairelerine bile konulması moda olan şömine sadece filmlerde gürül gürül yandı. Kışın soğuk geçtiği bölgelerde tandır ve tezek geleneksel ısınma araçlarıydı.

Tandır Farsçada tenûr, tenûre, tandur, Arapçada tennûr biçimleriyle vardır; Aramice tannura ve Akadça tinnure’den geldiği düşünülmektedir. Türkçe tamdurmak, tamturmak yaktırmak, tamdu, tamduk kuvvetli alevli ateş anlamlarıyla kullanılmaktadır. Tezek ise Türkçedir, toprak keseği anlamı da vardır. Kaşgarlı Mahmud’da at gübresi anlamıyla bulunur. Türk dillerinde Yakutça ve Çuvaşça dışında mevcuttur.




Soba


Soba, ocakların üstü kapatılıp pişirme sistemleri geliştirilirken, daha çok Güney Avrupa’da su ısıtma ve yıkanma sorununu çözmek için üretildi. Latin dilleri ve onlardan etkilenen İngilizcede soba, İtalyanca stufa, Fransızca etüve, İspanyolca estufa ve Eski İngilizce stuba biçimleriyle ısıtılan oda, buhar odası anlamlarına geliyordu, bugünkü anlamını (stove) 1600’lerden itibaren kazandı. Germen ve Baltık dilleri de aynı gelişimi izlerler ve soba biçimi Balkan ve özellikle Macarca türevlerde görülür. Macarcada bugün doğrudan oda anlamına gelen soba, Bulgarca, Romence, çağdaş Yunanca ve Türkçede ortaktır. Ama ocaktan bağımsızlaşan gerçek sobanın mucitleri kuzeylilerdir. İskandinavya ve Rusya’da, en fazla ısının elde edilmesine yarayan demir levhalar asılmış uzun boru ve bacalar kullanılmışken, ilk dökme demir soba, ızgarası bulunmayan bir ‘kutu’dan ibaret de olsa, 1642’de ABD ’de yapılmıştır.


1717’de Belgrad’ın en güzel evine sahip olan Ahmet Bey’in misafiri olan İngiltere elçisinin karısı Lady Montagu, “Grönland hariç olmak üzere burada her yerden fazla soğuk var, ... evde kocaman bir soba var, içinde hiç ateş eksik değil, yine de odamızın pencereleri buz tutuyor,” diye yazar.


Katı yakıtlı odun ve kömür, sıvı yakıtlı gaz ve mazot sobalarından sonra havagazı, propan ve bütan gazıyla çalışan sobalar da üretildi. Sobanın Türkiye’ye girişi Tanzimat’tan sonra Avrupa yoluyla oldu ve konaklarda gerekli düzenlemeler yapılarak zamanla yayıldı. Resmi dairelerde soba kullanılmaya başlandı. 1877 tarihli Vilayat Belediye Kanunu’nda saçaktan yukarıya uzatılmamış soba boruları belediye yasakları arasında sayılmıştı. Müslümanlardan, Hz. Muhammed zamanında yoktu diye sobayı bidat sayarak mangalda diretenler çıktığı gibi, Yahudi din adamlarının tavrı da farklı değildir. İstanbul hahamlarının, 1895’te Hasköy’de açılan Yahudi ilkokulu Şule-i Maarif’de haham adaylarının da okuyabilmeleri için ileri sürdükleri şartlar arasında, okulda Frenk icadı soba yerine mangal kullanılması da bulunmaktadır.


1897 yılında çıkmaya başlayan Çocuklara Rehber adlı çocuk dergisinde şu ‘latife’ yer almıştı: “Oğlum, şu son imtihanda iyi bir mevkie geçebildin mi?” “Evet amcam ... Sobanın yanındaydım.”

Sobanın Anadolu’ya ikinci giriş yeri ise Rusya’ydı. Erzurum ve Doğu Karadeniz’de Rusça adıyla peçko kısa sürede köylere kadar yayıldı. Gene Karadeniz ve Kuzey Doğu Anadolu’da su hazneli kuzine ile duvarlardan geçme borulu bir tür kalorifer sistemli sobalar yaygındır.


Dökme, saç, tuğlalı, çini sobalar yerli zanaatkârlarca üretilmeye başlandı, özellikle çini sobalar zengin konakları ile önemli devlet dairelerinde kullanıldı. Osman Nuri Ergin’in yayımladığı 1912 tarihli Esnaf Vergisi Tarifesi’nde üç sınıf sobacı mağazasının yer aldığı görülür. Yurt çapında soba üretimiyle isim yapan ise Zümre sobalarıyla “Türk Sanayi-i Harbiye ve Madeniye” fabrikatörü Şakir Zümre oldu. 1920’de kurulan Şakir Zümre Madeni Eşya Fabrikası’nın sahibi Şakir Zümre Varna’da doğmuş ve Bulgaristan parlamentosunda milletvekilliği de yapmıştı; 1966’da öldü. Sobalarda genellikle odun, Karadeniz’de fındık kabuğu yakılırdı. Maden kömürü işletmeleri açılınca taşkömürü ve linyit sobaları yapılmaya başlandı. Son dönemde gaz sobaları yaygınlaşırken, büyük merkezlerde kalorifer sobanın, fueloil ve doğalgaz kömürün yerini aldı. 

Kalorifer


Evi dolaşan toprak borularla ısıyı dağıtarak ısınma yöntemi (hypokaust) zengin Romalıların Hıristiyanlığın başlangıç döneminde uygulamaya başladıkları bir sistemdi. Bu sistem elbette yaygınlaşmadı ve ocakla ısınma devam etti. Roma yöntemi 1642’de Louvre’un bir odasında kullanıldıysa da, sıcak havanın devamlı dolaştırılması havanın bozulmasına yol açıyordu. Buhar enerjisi bulunduktan sonra kısa sürede ısınmada kullanılır oldu. Eskiden sıcak hava dolaşan borulara şimdi buhar veriliyordu. Hava gazı ve akaryakıtta yaşanan gelişmelerden sonra kalorifer yaygınlaştı. Fransızcada Latince ısı anlamında calor ve taşıyıcı anlamında ferre sözcüğünden üretilen calorifere 1807’den beri kullanıma girmiş. Kalorifer sıcak hava üreten cihazın adıyken, Türkçede petek de denilen radyatöre (Fransızca radiateur) kalorifer deniliyor.


Türkiye’de kalorifer belediyelerin verdiği havagazıyla çalışıyordu. Fueloil sistemlerinin yaygınlaşması 1970’li yıllardaki petrol krizinden sonra durdu. Doğalgazın Türkiye’ye gelmesi SSCB ile 1984’de yapılan anlaşmadan sonra başladı. İstanbul’da 1987, Ankara’da 1988 yılında başlayan doğalgaz tüketimi 1997’de on katına ulaştı. Halen konutlarda Ankara, İstanbul, İzmit, Bursa ve Eskişehir’de kullanılıyor. Doğalgazla birlikte kaloriferle kat kaloriferi olarak da adlandırdığımız kombiler daha fazla yaygınlaştı.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Kuzey Avrupa Söylenceleri - 7

 Volsung Sigurd  III. Bölüm


(Sigurd'un dayısı ona kaderini açıklar. Regin, Sigmund'un kılıcı Gram'ı Sigurd için yeniden döker. Bu kılıçla Sigurd da önce Fafnir'i sonra da Regin'i öldürür. Andvari'nin hâzinesini aldıktan sonra uyuyan Valkyri, Brynhild'i kurtarmak için yola koyulur.)


"Kısa bir süre sonra" diye devam etti Regin: "Kral anneni Danimarka'ya getirdi. Karnında taşıdığı çocuğun bir Volsung olduğunu bildiğimden, geleceğim için parlak umutlara kapıldım. Babamın ölümünün intikamını ve yasal olarak benim olan hâzineyi geri almamın sadece bir zaman meselesi olduğunu biliyordum."


"Eğitiminin bana verilmesini ayarladım. Seni bu güne gelebilmen için dikkatle yetiştirdim. Fafnir'i öldürmek için gerekli olan cesarete, güce ve yeteneğe sahipsin. Tek gereken şey bana yardım etmeye istekli olman. Yardımına güvenebilir miyim?"


Sigurd yanıtladı: "Babanın ve ağabeyinin açgözlülüklerini duyunca yüreğim üzüntüyle doldu. Andvari'nin laneti ailenizin felaketi olmuş. Yine de benden kardeşin olan büyük ejderhayı öldürmemi istiyorsan bunu yapacağım. Bana böyleşine zor bir göreve uygun bir kılıç yap. Bu yeteneğe sahip bir döküm ustası varsa o da sensin."


"Bunu senin için yapacağım Sigurd" dedi Regin. "Gayretime ve yeteneklerime tümüyle güvenebilirsin. Çünkü bu kılıç sayesinde Volsung Sigurd.. bütün dünyada Fafnir'in Felaketi Sigurd olarak bilinecek."


Sigurd, daha sonra ürkütücü Nornların söylemini anlayan ve ölümlülerin kaderlerini açıklayabilen, annesinin kardeşini görmeye gitti. Dayısı önce sessizce oturdu ve sonra "Sevgili yeğenim, insanların kaderlerini yönetenin senin için dokuduklarını anlatmak beni çok üzüyor, çünkü benim için çok değerlisin."


"Yaşamının lıayali, üzerinde altın ve gümüş ipliklerden dokunmuş, karmaşık desenleri olan zengin bir örtü. Gerçekten de yaşamın öğle güneşi gibi parlıyor. Şekiller, korkunç canavar Fafnir’i öldürerek sonsuza dek sürecek bir ün kazanacağını gösteriyor. Ayrıca güvendiğin öğretmenin Regin'i de öldüreceksin ve hâzineyi kazanacaksın."


"Bununla beraber" diye ekledi Sigurd'un dayısı, "Andvari'nin hâzinesi Ölüm ve yıkım dolu lanetini onun ufacık bir parçasına dahi sahip olan herkese taşır. Bu lanet, senin Valkyri Brunhild'e olan sevgini yok edecek. Bıunhild'in intikamı, en yakın arkadaşlarını sana karşı döndürecek ve haince öldürüleceksin. Arkanda seni seven ve öcünü alacak olan bir dul bırakacaksın."


"Erken öleceksin; ancak ölüm, tüm ölümlülerin ortak özelliğidir. Yaşamın soluğu içinde estiği sürece unutma ki, sana zafer, onur ve sonsuz şan getirecek olan serüvenlerin olacaktır. Kahramanların en yiğidi olacaksın, nazik, cesur, dürüst ve ustalıklı. Güneş altında senden daha soylu bir adam yaşayamayacak!"


Regin, söz verdiği gibi Sigurd için özel bir kılıç yapmıştı. Sigurd kalıcı eline alıp keskin tarafıyla örse vurduğunda kılıç parçalara ayrıldı. "Bundan daha iyi bir kılıç yapmalısın!" diye haykırdı Sigurd.


Döküm ustası, Sigurd için bir kılıç daha yaptı. Sigurd bir kez daha kılıcı alıp örse vurduğunda kılıç parçalara ayrıldı. "Bundan daha iyi bir kılıç yapamaz mısın Regin?" diye sordu Sigurd. “Yoksa senin kalbine de babanın ve Fafnir'in kalbine olduğu gibi ihanet ateşi mi düştü? Yoksa ben Fafnir'i Öldürürken onun da beni öldürmesini mi istiyorsun?"


Sonra Sigurd annesine gitti ve "Babamın sana, kılıcının parçalarını benim için saklamasını söylediğini duydum. Eğer bu doğruysa onları almayı diliyorum. Dünyada büyük işler yaparak ün kazanmak niyetindeyim" dedi.


Sigurd'un annesi yanıtladı: "Gerçekten de doğru. Baban ölmek üzereyken bana şöyle demişti: "Kılıcımın parçalarını doğacak erkek çocuğumuz için dikkatle sakla. Bu parçalar, Gram adında yeni bir kılıç yapmak üzere yeniden dökülebilir. Bu kılıçla, yeryüzünde öyküsünü anlatacak ozanlar oldukça adını yaşatacak büyük işler başaracaksın."


Regin, işini bildiği gibi yapmasına izin vermediği için Sigurd'a sinirlenmişti. Yine de Sigurd'un talimatlarına uyarak Volsung Sigmund'un kılıcını Sigurd için yeniden döktü. Regin kor halindeki ocaktan kılıcı alırken, kılıcın kenarlarından mavi alevler fışkırıyordu. "İşte" dedi Sigurd'a, "bunu dene. Eğer bundan da memnun kalmazsan, bütün yeteneğime karşın ben bile bundan iyisini yapamam."


Sigurd sabırsızlıkla bir zamanlar babasının olan kılıcı kavradı. Yukarıya kaldırarak, diğer iki kılıca yaptığı gibi hızla örsün üzerine indirdi. Bu sefer nasılsa kılıç tek parça olarak kaldı. Hatta Örsü ikiye bölerek dibine kadar indi.


"Sanırım bu kılıç işe yarayacak" dedi Sigurd. "Fakat Gram'i daha zorlu bir deneyden geçirmeliyim. Benimle gel."


Sigurd bir parça yün alarak nehre indi ve yünü akıntıya karşı fırlattı. Yün parçası yüzerek Önünden geçerken kılıçla bir darbe indirdi. Kılıç, yünü de örsü böldüğü gibi ikiye böldü. "Bana gerçekten iyi hizmet ettin Regin!" diye haykırdı Sigurd. "Bu kılıç beni Fafnir'e karşı kesinlikle korur."


Sigurd ve Regin zorlu ejderhayı bulmak üzere yola koyuldu. Gnita Fundalığı'nda, Fafnir'İn her gün susuzluğunu gidermek için kullandığı patikayı buldular. Patika bir yamacın sonunda aniden bitti ve kendilerini, 80 m. aşağıda akan köpüklü sulara bakar buldular.


"Eğer kardeşin bu patikanın üzerinden uzanıp aşağıdaki suyu içiyorsa, kendisini bu güne kadar yeryüzünde yaşamış en büyük canavara dönüştürmüş demektir" diye haykırdı Sigurd.

"Fafnir'in büyüklüğü senin için küçük bir sorun Sigurd" diye karşılık verdi Regin. "Bütün yapman gereken patikada bir çukur açmak. İçinde oturabileceğin kadar derin olsun. Fafnir patikadan aşağı, suya gelirken kılıcını al ve kalbini parçalayana dek göğsüne sapla. Zafer, onur ve sonsuz şan kazanmak için ne kolay bir yol! Fafnir'in ateşler saçan zehirli nefesi seni kavurmayacak. Uzun ve sivri kuyruğu seni yaralamayacak. Pullu bedeni Gram'in kan aramasını engelleyemeyecek. Zayıf karnının üstünde ileriye doğru kayarken, kendisini bekleyen tehlikeden hiç haberi olmayacak."


"Hepsi iyi güzel de" dedi Sigurd, “Fafnir'in kanında boğulmaz mıyım?"


"Sen adam olmazsın Sigurd" diye haykırdı Regin. "Sana ne kadar iyi öğütler verirsem vereyim, yüreğin hâlâ korkuyla dolup taşıyor. Baban öldüğünde Volsung cesaretinin hepsini kendisiyle birlikte götürmüş. Sigmund'un yarısı kadar bile kahraman olamayacaksın, çünkü yüreğin zayıf ve yumuşak. Eğer Fafnir'i öldürmenin daha iyi bir yolunu bulursan öyle yap. Onu öldürdüğün sürece, gerisi beni ilgilendirmez." Bu sözlerle, Sigurd'u fundalığın arkasında bırakıp, kendi korkusunu saklayarak uzaklaştı.


Sigurd Regin'in öğütlediği gibi bir çukur açmaya koyuldu. Çalışırken aniden birisinin kendisini izlediği duygusuna kapıldı. Başını kaldırdı ve yukarıda uzun sakallı ve yaşlı adamın durduğunu gördü. Mavi bir pelerin ve alnını gölgeleyen geniş kenarlı bir şapka giymişti ve sadece tek gözü vardı.


"Volsung'un oğlu Sigurd, niçin böyle bir çukur kazıyorsun? Sana bu hain öğüdü kim verdiyse niyeti seni yok etmek. Kendi mezarını kazıyorsun, çünkü ejderhanın kanı seni bu çukurda boğacak. Bu çukurla bağlantılı birçok çukur daha kazman daha iyi olur. O zaman sen burada oturup Gram'la ejderin kalbini parçalarken, Fafnir'in kanı diğer çukurlara akar." Yaşlı adam yok oldu ve Sigurd kendisine öğüt verenin Herkesin Babası Odin olduğunu anladı.


Dev canavar patikadan aşağı, suya doğru ilerlediğinde Sigurd, çukurlar ağıyla ve güvenilir kılıcı Gramla hazır bekliyordu. Ancak genç kahraman karşı karşıya geldiği dehşete hazırlıksızdı. Canavar patikada ilerlerken ağırlığı toprağın titreyip sallanmasına neden oluyordu. Sigurd'a yaklaştıkça, alevli soluğunun ritmik patlamaları giderek daha yüksek gök gürültüleri halinde kayalarda yankılanıyordu.


Ancak Sigurd, çukurunda cesaretle bekledi. Kısa bir süre sonra canavarın gövdesi çukurun ağzını, bütün ışığını keserek kapattı. Sigurd Gram'ı canavarın açıkta kalan, savunmasız göğsüne kapladı. Kılıcını hızla geri çekse de Fafnır'in yarasından akan kan onu örttü. Neyse ki yanlardaki kanallar fazla kanın akmasını sağladı. Böylece Sigurd, Regin'in umduğu gibi boğulmadı.


Korkunç acı onu mahvederken, Fafnir öfkeli bir boğa gibi böğürüyordu. Başını ve kuyruğunu, görünmez düşmanını yok etmek umuduyla çılgınca sallıyordu. Sonunda can çekişerek yere düştüğünde, kendisini güvenli bir uzaklıktan izlemekte olan Sigurd'u gördü.


"Korkunç gücümün karşısına kılıcıyla çıkmaya cüret eden de kim?" diye sordu Sigurd'a. "Kuşkusuz seni bu işi yapmaya kardeşim Regin hazırlamıştır. Canavar görüntüm ve zehirli soluğumla, Kuzey ülkelerinde yaşayan herkese korku saldım; çok uzaklara kadar insanlar benim öfkemi kabartmaktan korkardı. Seni beni öldürmeye ikna edenin, seni de öldürmeyi tasarlıyor olması beni avutuyor!"


"Ben Volsung Sigmund'un oğlu Sigurd'um" diye yanıtladı Sigurd. "Seni öldürmemi sağlayan, cesaret dolu yüreğim, gücüm ve keskin kılıcımdır. Ve eğer Regin'in bunlardan korkmasını gerektirecek nedenleri varsa, o zaman kendini korusun."

"Eğer hâzinemi alırsan Volsung Sigmund'un oğlu Sigurd" dedi Fafnir, "kılıcının ve yüreğinin sana pek az faydası olur. Altınlar cüce Andvari tarafından lanetlenmiştir. Güzel altın yüzüğüm ve mağaramdaki altınlara sahip olan her canlının yazgısı felaket olacaktır. Ölüm ve yıkım, gecenin gündüzü izlediği gibi şaşmaz biçimde altınları izleyecek ve onlara sahip olan hiç kimse bu lanetten kurtulamayacak. Bu lanet ancak yüzük ve altınlar derin sulara döndüğünde sona erecek. Bu yüzden dikkat et. Benim felaketim senin de felaketin olmasın."


Sigurd yanıtladı: "Bırakmakla ölümümü engelleyecek olsam, Andvari'nin lanetinden korkar ve hâzineni bırakırdım. Ancak eninde sonunda hepimizin kaderi ölmek olduğuna göre korku içinde yaşamak hiçbir şey sağlamaz. Cesurca işler başarıp zafer, onur ve şan kazanmak bundan çok daha iyi. Aslında hepimiz senin gibi, hâzinelerimizi ölene dek elimizde tutabilirsek kendimizi şanslı saymalıyız."


Fafnir'in öldüğü açıkça belli olunca, Regin, Sigurd'a yaklaştı. "Selam sana, Volsung Sigmund'un oğlu ve Fafnir’in felaketi Sigurd" diye bağırdı. "Fafnir'le karşılaşmak ve onu yenmek cesaretini gösterdin. Dünyada bundan söz edecek ozanlar oldukça, bu başarının sana getireceği ün sürecektir."


"Ancak kuşkusuz ki bu başarı sana hiçbir ün getirmeyecek" diye karşılık verdi Volsung Sigmund'un oğlu Sigurd. "Çünkü beni ejderhaların en zorlusuyla dövüşürken yalnız bıraktın."


"Keskin ağızlı kılıcı dökenin ben olduğumu unutma" dedi Regin. "O olmadan Fafnir'e saldırmaya cesaret edemezdin, çünkü hiç kuşkusuz o zaman seni yok ederdi."


"Yanılıyorsun Regin" diye karşılık verdi Sigurd. "Bir insan, eğer cesareti yoksa en muhteşem silahla bile ne yapabilir? Oysa cesur bir adam kılıcı kör bile olsa, yiğitçe dövüştüğü İçin kazanacaktır."


Sigurd ejderin kalbini bedeninden kesip çıkarmaya başladığında, "Senden küçük bir ricam var Sigurd" dedi Regin. "Fafnir'in yüreğini ateşin üzerinde kızartıp yemem için bana ver. Bunu ağabeyimden bir yadigar olarak istiyorum."


Sigurd bu isteğe boyun eğerek, kalbi aldı ve ahşap bir şişe geçirerek kızarttı. Kalpten damlayan sıvı parmağını yakınca, parmağını ağzına götürdü. Kalbin kanı ağzına değer değmez şaşkınlıkla, oturmuş kendisini seyretmekte olan kuşların dilini anlayabildiğini ayrımsadı.


"Bakın" dedi kuşlardan biri, "şurada Sigurd, Fafnir'in kanıyla neredeyse tamamen kaplanmış olarak oturuyor. Sırtında, omuzlarının arasında, ejderin sıcak kanıyla yapışmış olan bir ıhlamur yaprağı olduğunu görmüyor."


"Sigurd canavarın kanının koruyucu güçlerinin ayrımında değil" diye ekledi ikinci bir kuş. "Kanın bedenine değdiği yerlerden, hiçbir silahın kendisini yaralayamayacağım bilmiyor."


"Eğer Sigurd sözlerimizi anlayabilseydi tek zayıf noktasını korumaya özen gösterirdi" dedi başka bir kuş. "Çünkü sadece ıhlamur yaprağının, Fafnir'in kanının derisine değmesine engel olduğu o noktadan yaralanabilir."

Dördüncü bir kuş konuştu: "Sigurd aptal gibi Fafnir'in parıldayan kalbini Regin için kızartıyor. Oysa kalbi kendisi yemeli, böylece Regin değil o, bütün insanların en bilgesi haline gelirdi."


"Regin, Sigurd'u aldatmanın en iyi yolunun ne olduğunu düşünüyor" dedi ikinci kuş. "Sigurd'u dolambaçlı sözlerle kandıracak. Sigurd ona güvenmekle aptallık ediyor."

"Sigurd Regin'in kafasını gövdesinden ayırmalı sonra da bütün hâzineyi almalı" diye ekledi üçüncü kuş.

"Regin Sigurd'u haklamadan Önce!" diye bağırdı dördüncü kuş, "atasözündeki gibi: Kurtun kulaklarının göründüğü yerde, kurtun dişleri de yakındır. Eğer Sigurd akıllı ise kendine dikkat etmeli. Fafnir'in inine girip hâzineyi toplamalı, sonra da Brunhild'in uyumakta olduğu Hindfeh'e gitmeli. Bilgeliğe giden yol budur."


"Sigurd'un kaybedecek bir şeyi yok" dedi birinci kuş. "Zaten kardeşlerden birini öldürdü. Bu, diğer kardeşin de onu öldürmesi için yeterli bir neden."


"Kuşlar haklı" dedi Sigurd kendi kendine. "Kuşkusuz Regin yakında felaketim olacak. Eğer şimdi Fafnir'in kaderini paylaşırsa ondan korkmama gerek kalmaz."


Hiçbir şeyden kuşkulanmamış olan Regin'e doğru yaklaştı. Hızla Gram'ı kınından çekti ve Regin'in başını kesti. Hem Regin'in hem Fafnir'in kanlarını içti. Sonra Fafnir'in kalbinin çoğunu yedi, kalanını da sakladı.


Kuşlar koro halinde cıvıldadılar. "Andvari'nin yüzüğünü parmağına tak Sigurd. Korkacak neyin var ki? Sonra Valkyri Burnhild'in uyuduğu Hindfell'e git. Ateşten bir çemberin içinde, altın rengi parıltılar saçarak Hindfell'in üzerinde duran Işıltılı Salon yükselir. Orada tüm bakirelerin en güzeli, kızıl alevlerin gölgeleri üzerinde dans ederken, altınlarla çevrili olarak yatmakta. Odin'in, savaşta itaatsizlik ettiği için (yine Odin tarafından) cezalandırılan ışıltılı bakiresi çok uzun uyudu. Yüreğinde merhamet vardı ve ürkütücü Nomların kararına karşı gelerek yanlış savaşçının yaşamasına izin verdi. Uyku dikeni, sen gidip onu kazanıncaya dek Brunhild'i koruyacak! Andvari'nin yüzüğün parmağına tak Sigurd. Korkacak pek az şeyin var."


Sigurd bir kez daha kuşların öğüdüne uydu. Grani'ye bindi ve Fafnir'in inine sürdü. Orada düşlerin ötesinde bir hazine buldu. Andvari'nin yüzüğünü özel bir yerde buldu ve parmağına taktı. Hreidmar'ın Dehşet Miğferi'ni başına geçirdi. Kalan hâzineyi iki büyük sandığa koyarak Grani'ye yükledi. Ata kendi ağırlığını yüklememek için yanında yürümeyi düşündü, ancak Grani yürümeyi reddetti. Bunun üzerine Sigurd sırtına bindi. Efendisinin tanıdık ağırlığım hisseder hissetmez, hayvan sanki rüzgârdan başka yükü yokmuşçasına dörtnala ileri atıldı.


Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Kızıltepe / Mardin

 


12 Nisan 2022 Salı

KARACİĞER

  

Karın boşluğunun sağ üst kısmında yer alan karaciğer, kan dolaşımı içinde mükemmel bir filtre görevini üstlenmiştir. Suda çözülebilen, vücut artığı basit maddeler böbrekte temizlenirken, ilaçlar ve hormonlar gibi karmaşık yapılı atıkları karaciğer temizler.

 

Savunma sistemini lojistik yönden destekler:Karaciğer sadece beslenme ve metabolizma atıkları için bir filtre olarak kalmamakta, ayrıca bağışıklık maddeleri olan globulinleri ve damar tamir grupları olan enzimleri de üretmektedir.

Bakterileri temizler: Karaciğerde bulunan Kupffer hücreleri, buradan geçen, özellikle de bağırsaklardan gelen kanda bulunan önemli miktardaki bakterileri yutarlar. Kupffer hücreleri kandaki parçacıkların ya da öteki yan ürünlerin artması durumunda, bunları kandan filtre edebilmek için kendi sayılarını da artırırlar.

 

Vücudun enerji kaynaklarını üretir:Karaciğerin özelliklerinden biri de vücudun en önemli enerji kaynağı olan glukozu üretmesidir.

Normal beslenme sırasında alınan glukoz, glikojene çevrilerek karaciğerde depolanır. Karaciğer kandaki glukoz oranını devamlı kontrol eder. Yemek aralarında besin alınmadığı ve kandaki glukoz miktarı düşmeye başladığı zaman, karaciğer depoladığı glikojeni tekrar glukoza çevirerek kana verir. Böylece kandaki glukoz düzeyinin fazlaca düşmesi engellenmiş olur. Karaciğer ayrıca yağ asitleri ve amino asitlerden de glukoz üretebildiği gibi, enerji üretiminde kullanılması mümkün olmayan diğer karbonhidratları da glukoza çevirebilir.

 

Kanı depolar:Karaciğer, genişleyebilen veya küçülebilen bir yapıya sahiptir. Bu özelliği sayesinde kan damarlarındaki kanı depolayabilir veya salabilir.

Karaciğer sağlıklı bir vücutta, toplam kanın %10'unu, yani 450 ml kanı bünyesinde tutar. Bazı durumlarda, örneğin kalp yetmezliği söz konusu olduğunda vücutta dolaşan kan miktarı, kalbin çalışma temposuna fazla gelecektir. Bu durumda karaciğer kan tutma hacmini iki kat daha artırarak, 1 litre kanı fazladan depolar. Böylece kalbin, kaldırabileceği bir tempoda çalışmasına fırsat yaratır.

Vücutta kan ihtiyacı arttığında ise (örneğin ağır egzersizler sırasında) karaciğer, bünyesinde depoladığı kanı dolaşıma vererek kan ihtiyacını giderir.

 

Ekonomik çalışır:Kaslarda glukoz harcanması sırasında, metabolizma artığı olan laktik asit açığa çıkar. Laktik asit kasta kaldığı sürece acı verir ve çalışmasını engeller. Karaciğer bu asidi kaslardan toplar ve yeniden glukoza döndürebilir.

 

Ölü alyuvarların yenilerini üretir:Karaciğer ve dalak, ölen alyuvarların yerine yenilerinin üretildiği, proteinin büyük bir kısmının parçalandığı ve amino asitler olarak yeniden farklı amaçlar için kullanıldığı yerdir. Karaciğer ayrıca, vücutta önemli işlevleri olan demirin de depolandığı organdır.

Bu haliyle vücudun en gelişmiş deposudur. Tüm mineralleri, proteinleri, az miktarda yağı ve vitaminleri karaciğer depolar. İhtiyaç duyulduğunda, depoladığı maddeyi en kısa yoldan gerekli bölgeye verir. Vücudun yeterli enerjiye sahip olup olmadığını hassas bir biçimde denetler, bunun için özel bir haberleşme sistemi geliştirmiştir. Vücuttaki tüm organlar karaciğer ile bağlantılıdır.

 

Kendi kendini onarabilir: Karaciğerin kendi kendisini tamir etme yeteneği de vardır. Bir kısmı tahrip olsa, kalan diğer hücreler hemen çoğalarak eksik kısmı tamamlar. Hatta organın üçte ikisi alınsa bile, kalan kısım karaciğeri bir bütün olarak yeniden meydana getirebilir.

Organ kendi kendisini onarırken, ölen ve zedelenen hücrelerini ortamdan uzaklaştırır ve yerine yenilerini koyar. Bir karaciğer hücresi, yaklaşık 500'den fazla işlemi yapabilecek yetenektedir. Bu işlemleri, birbiri arkasından değil çoğu kez aynı zamanda başarmaktadır.

 

Alıntıdır.

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 2

 


AHASI


Yeraltında yaşayan, insanları kaçırabilen tek kollu, tek bacaklı, tek gözlü varlıklardır. Ateşten yaratılmışlardır. Yeraltında (bir anlamda cehennemde) yaşadıklarına inanılır. İnsanlara zarar verirler. Tek ayaklı (veya ayaksız), tek gözlü ve kel olarak betimlenirler. Leş yiyerek beslenirler. Zararlı ve iğrenç görünümlü hangi canlı varsa, onların bu durumda olmasına Ahasılar sebebiyet vermiştir. İnsanları yoldan çıkartırlar, kötü işler yaptırırlar ve bazı kimseleri de delirtirler. İnsan ruhunu kaçırabilirler. Görünmezdirler, ancak onları yalnızca şamanlar görebilirler. Yeryüzünden yeraltına gelenleri de kendileri göremezler (mesela şamanları). Arka arkaya sıra halinde yürürler ve yeryüzüne çıktıklarında görünmez olurlar. İnsanoğlunu genelde yalnızken veya korumasız, çaresiz, sayrı (hasta) oldukları ve sıkıntılı zamanlarda yakalarlar. Abasılara dahil olan daha başka pek çok çeşit kötü ruhun insanoğluna zarar verdiğine inanılır. Bunların verebilceği zararlar da değişik seviyelerdedir. Türk halk kültüründe bostanlara dikilen korkuluklara da 'Abakı" adı verilir ve korkutucu olması itibariyle bu sözcükle doğrudan bağlantılıdır. Abakı (bahçe korkuluğu) aslında daha önceki dönemlerde kötü ruhlardan korunmak için evlere ve bahçelere dikilen heykellerin, ongunların (totemlerin) veya simgesel direklerin dönüşmesiyle ortaya çıkmışlardır. Tatarlar bostan korkuluklarının gece canlanıp gezdiğini söylerler. Abasıların iki türü vardır: 1. Çak: Şeytan ve 2. Çor: Cin.


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak