8 Şubat 2022 Salı

Hadis-i Şerif

 Abdullâh (r.a.)’dan; Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

– Sizce (rekub) nedir?

– Çocuğu olmayandır, dedik. Resûlullah (s.a.s.):

– (Rekub) o değil. (Rekub), hayatında çocuklarından hiçbiri ölmeyendir” buyurdu. (Yine Resûlullah (s.a.s.) )

– Sizce pehlivanlık nedir? buyurdu.

– Adamların güreşte yenemedikleri kimsedir, dedik. Resûlullah (s.a.s.)

– Pehlivanlık o değil, (pehlivan) hiddet ânında kendine hâkim olandır, buyurdu.

(Müslim, Birr, 106, III, 2014)

Yılbaşı

 



Hayvancı Orta Asya toplumlarında koyun ve at sürülerine yıl kökünden yılkı denmesi, aynı kökten yılsığ sözcüğünün servet anlamına gelmesi, yıl sonunda doğan yavruların serveti oluşturduğunu ve zamanın döngüsel olarak anlaşıldığını ortaya koyar. Germenlerde de yıl ve bolluk tek sözcükle, ar olarak ifade edilirdi. Fransızcada heureux (mutlu) sözcüğü heur’den (talih, baht) gelir, bunun da kökü heure yani Saat’tir.


Bilinen en eski yılbaşı törenleri, Babillilerin Mart ayının sonlarında kutladıkları ve on bir gün süren bahar bayramlarıdır ve yılbaşıyla aynı gün başlar. Romalılar da yılbaşı olarak baharın başlangıcı kabul ettikleri Martın 25’ini benimsemişlerdi. Roma imparator ve üst düzey görevlileri görev sürelerini uzatmak için takvimle o kadar oynadılar ki, lO 153 yılında Roma senatosu takvimi yeniden düzenlemek zorunda kaldı ve yılbaşını 1 Ocak’a aldı. Takvimde bundan sonra yapılan düzenlemeleri düzeltmek için İO 46 yılında Iulius Caesar bu yılı 445 güne uzatarak yılbaşını tekrar 1 Ocak’a getirdi.


Hıristiyanlığın yayılıp güçlenmesiyle Roma împaratorluğu’ndaki yılbaşı kutlamalarına karşı Katolik Kilisesi kendi kutlama anlayışını getirmek istedi, 1 Ocak’ı İsa’nın sünnet günü olarak kabul etti. Ancak ortaçağda yılbaşı Ingiltere’de 25 Mart’ta, Fransa’da astronomik olarak 22 Mart'la 25 Nisan tarihleri arasına rastlayan Paskalya Yortusu’nda, İtalya’da 15 Aralık’ta, Iber Yarımadası’nda ise 1 Ocak’ta kutlanıyordu.


Amerika’da Iroquois Kızılderilileri yeni yıl arifesini, maskeler ve değişik kıyafetler içinde her şeyin kırılıp döküldüğü tam bir zamanın alt üst edilmesi örneği olarak kutluyorlardı. New Yorkluların arife kutlamalarını aynı çılgınlıkla sürdürmeleri sonucu 1773 kutlamaları sonrasında yılbaşı arifesinde havai fişekler ve her türlü patlayıcı ile ateşli silahların kullanılmasını yasaklayan bir düzenleme getirilmişti.


Philadelphia’da gelenekselleşen ve başı çeken Kral Momus’un adından Mummers Geçidi olarak adlandırılan arife kutlama yöntemi İngiliz, Alman ve İsveç geleneklerinin bileşimidir. Kılık değiştirmiş biçimde kapı kapı dolaşarak para veya çeşitli ikramlar istenen geleneğin kökeninde maskeli biri (‘şampiyon’, eski törenlerde ‘tanrı’) sahnelenen dövüş oyunuyla öldürülür ve yeniden (doktor, eskiden başrahip olarak) dirilir.


Koç katımından yüz gün sonra çobanların çeşitli hayvan kılıklarına girerek oba oba dolaşıp türküler söyleyerek sürü sahiplerinden armağanlar aldığı ‘saya’ adı altında toplanabilecek ritüeller, Trabzon’da aynı mantıkla çocukların ‘kalandar’ oyunları, Nasturilerin, kız ve erkeklerin, Yortu Gelini seçerek her evin kapısını çaldığı ve evlerden aldıkları yiyeceklerle pikniğe gittikleri, salıncak kurulup büyük küçük herkesin sallandığı 6 Ocak Yükseliş Yortusu, bahar bayramları yanında, kış ritüellerinin de Anadolu folklorunda yer bulduğunu ve kökenlerinin Germen gelenekleriyle ortak öğeler içerecek biçimde, çok eski zamanların evrensel anlayışına uzandığını göstermektedir. Gerçekten Çin’de de yaz gündönümünde özellikle genç kızların salıncakta sallanarak eğlenmelerine izin verilir, bu sallanış uzun ömür duasını simgelerdi.

25 Aralık’ta Isa’nın doğum günü olarak kutlanan Christmas veya Noel günü, Kilise’nin, Isa’nın doğum gününün kutlanmasına karşı olmasına karşın, pagan Roma’da tarım tanrısı Saturnus ve Hıristiyanlığa karşı ciddi bir rakip haline gelen Mitracılığın güneş tanrısı Mitra’nın doğum günü kutlamalarına baskın çıkma gayretiyle benimsediği bir gün olarak ortaya çıkmaktadır. 337 yılında İmparator Constantinus’un vaftiz edilip Hıristiyanlığı devlet dini yapmasından sonra 25 Aralık kutlamaları devamlılık kazanmış ve 354 yılında Roma piskoposu Liberius’un Isa’nın doğum gününün kutlanabileceği kararıyla resmileşmiştir. Yılbaşı kutlamaları laikleştikçe, yüzyıllardır çeşitli geleneklerin birleşimiyle Noel törenlerinin parçası haline gelmiş âdetler de yılbaşı âdetlerine dönüşmüştür. ‘Modern’ yılbaşı kutlamalarının zaman ve biçim olarak şehirlere girip bütün toplumsal katmanlarda yaygınlaşması Fransa ve Amerika kaynaklıdır.


Osmanlı toplumu yılbaşı kutlamalarını, 1829 yılında İngiltere elçisi Haliç’teki bir gemide verdiği baloya kazasker, serasker gibi devlet adamlarını davet edince, diplomatik bir zorunluluk olarak tanımıştır. İstanbul’un gayri Müslim semti Pera’da yapılan kutlamalara ise Müslümanların da sessizce katıldığı Refii Cevad, Refik Halid, Ahmed Rasim, Ercümend Ekrem’in anılarında görülebilir. 1926 yılında Tayyare Piyangosu’nun yılbaşı çekilişi düzenlemesinden sonra 1929’da devletin üst kademesinin verdiği Yılbaşı Balosuyla, yılbaşının kutlanacağı anlaşılmıştır.


1935 yılında çıkarılıp bayram ve tatilleri düzenleyen 2739 sayılı kanunla resmi tatil olan yılbaşının toplumsallaşmasında, 80’li yılların tüketim toplumu mecrasına girilmeden önce, 70’li yıllarda Orhan Gencebay ve dansöz ödüllü TRT televizyon programlarının ve Milli Piyango’nun büyük ikramiyelerinin de katkısı olmuştur. Gazino ve lokantaların, eğlence yerlerinin eğlence programlan, gençlerin, akraba ve komşuların kendi aralarında toplanmalarıyla kapalı mekânlarda kutlanan yılbaşılar, Noel Baba’nın tebrik kartlarından vitrinlere, sokağa inmesinden sonra, Taksim’de futbol zaferlerinin ve siyasallaşan milli bayramların kutlanmaya başlanmasıyla, Taksim, Ortaköy gibi yerlerde kalabalık halinde açık havada kutlanır olmuştur.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.


Çekirdek Çitleyen Eşek Heykeli / Eskişehir

 


7 Şubat 2022 Pazartesi

TÜRK MİTOLOJİSİNDE DAĞ ATA/ANA

 



Türeyişle ilgili anlatılarda dağ ve mağara unsurunun birleştiği görülür. Mağara ana rahmi işlevi üstlendiği için dağ da doğurganlık özelliği kazanmış olur. Ayrıca Altaylarda dağla akrabalık bağı kurulduğuyla ilgili tespitler yapılmıştır. Altaylı Çalıatların kendilerinin dağdan çıktıklarına inanırlar, dağla soy arasında kan akrabalığı kurulur. Potapov bu şekilde yapılan dağ kültü açıklamalarının totemizme dayandırıldığını belirtir. Potapov'a göre, bu konuya soylardaki mülk anlayışıyla bakmak gerekir: Soy dağı hem soyun koruyucusu, hem de soya bağlı toprağın, memleketin yansımasıdır. Stenberg ise dağ kültünün oluşumunu yağmurun oluşum sürecine bağlar. Çünkü göğe ulaşan dağın zirvesinde bulutlar toplanır, şimşekler çakar. Böylelikle çiftçilikte üretim için gerekli olan yağmur yağar. Dağ kültü böylelikle totemik izler, üretim ve mülkiyet ilişkileriyle açıklanmış olur.

Türk Memluk türeyiş anlatısında Ay Atam ve eşi Ay-va, Karadağda bir mağarada insan haline gelirler. Öldükleri zaman da çocukları, onları bu dağdaki mağaraya yerleştirirler. Dırenkova'nın yayınladığı bir Şor anlatısında, Alaş ve Palaş'ın Kobıy soyunun ataları olduğu, onların Ordo Dağı'ndan çıktıkları anlatılır. Dağ, dünya ağacının değişik bir şeklidir. Kozmik yapının da eksenidir. Bu yüzden yaratıcı bir enerjiyi de içinde barındırır.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Çin'in Qin ile Han Hanedanlıkları ve Konfüçyüs

 



MÖ. 485 - 221 yılları arasında, Çin çeşitli rakip krallıklara ve kent devletlerine bölünmüştü. (Bunlardan biri de Zhou' dur). Qin Krallığı (Çin kelimesi de  bu  imparatorluğun  adından türemiştir) M.Ö . 221 yılında Çin' in ilk birleşik imparatorluğunu teşkil edecektir.

Qin imparatoru katı bir yönetim sistemi uyguladı. Tek biçimli bir yazı ve ölçü sistemini geliştirdi. Kuzeyin göçebe kabileleri ile mücadele etti. Çin Seddi'ni inşa etmeye başladı (Önceki savunma duvarlarını birleştirdi). Gerçek boyutlu heykellerden oluşan bir ordu inşa edilmesi emrini verdi. Bu heykellere " Terakota Ordusu" adı verilmektedir. Qin Hanedanlığı M.Ö. 207 yılına kadar yaşayabildi. Buna karşılık kısa bir dönemde neredeyse bugünkü Çin'le bire bir aynı olan sınırlara ulaştı ve kendine özgü bir yönetim sistemi yarattı.

Daha sonra uzun bir dönem  başta kalan Han Hanedanlığı (M.Ö.206-M.S. 220) Çin kültürünü şekillendirdi  (Öyle ki Han kelimesi genel olarak Çinlileri tanımlayan bir sözcük haline gelmiştir ). Sahne sanatları büyük bir gelişme gösterdi. Resim ve heykel alanında da önemli eserler verildi. Bilim ve teknolojide son derece önemli ilerlemeler yaşandı (Bu dönemde ortaya konulan yenilikler çok uzun bir süre Batı dünyası tarafından öğrenilemeyecekti).  Dönemin teknolojik ilerlemelerinin arasında kağıdın keşfi, güneş saati, sismograf ve pusula bulunmaktadır.  Han  yöneticileri  sınırlarını Kore'yi   ve   Vietnam 'ın   kimi   bölgelerini   içine   alacak    şekilde genişlettiler. Dış dünya ile başka ilişkiler de kuruldu. Çinli tüccarlar M.S. 100 yılı itibariyle, özellikle 6 bin kilometrelik ticaret rotası olan ipek Yolu üzerinden Batı dünyasına ipek kumaşlar taşıdılar.

Han liderleri , büyük Çin filozofu Konfüçyüs'ün (y. M.Ö . 551-479) öğretilerine saygı göstermelerine rağmen; Qin' in merkezi yönetim biçimini devam ettirdi. Konfüçyüs'ün öğretileri, günümüzde Çin, Kore, Japonya ve Vietnam ' da etkileri devam etmekte olan bir sosyal kod olarak mütevazi ve erdemli olmayı, bireyin kaderini kendisinin belirleyebilmesi imkanını vurgular. M.S. 189 yılından itibaren Hanlar, kendi aralarında mücadele eden savaş lordlarının yönettiği küçük bölgesel rejimlere ayrılmıştır.


Fotoğraflarda gözler niçin kırmızı çıkıyor?

 


 


Geceleri flaşla çekilen fotoğraflarda genellikle gözler kırmızı çıkar. Peki fotoğraftaki güzelliği bozan bu olay nasıl olur? Niçin her zaman olmaz? Niçin gündüzleri flaşla çekilen fotoğraflarda olmaz?

Gözümüz iç içe geçmiş üç tabakadan oluşur. En dışarıdaki gözümüzü koruyan ve göz akı da denilen sert tabakadır. İkincisi, kan damarlarından meydana gelmiş ve ortasında göz bebeğinin bulunduğu damar tabakadır. Bu damarlar sayesinde fazla ışıkta göz bebeğimiz küçülür, karanlıkta ise daha çok ışık alabilmek için büyür ama bu hareketi oldukça yavaş yapar. Üçüncü tabakada retina adı verilen, ışığa duyarlı kılcal damar ağlarından oluşan ağ tabakasıdır.

Köpek, kedi, geyik, karaca gibi hayvanların gözlerinin arkasında, yani retinalarında ayna gibi, yansıtıcı özel bir tabaka vardır. Eğer karanlıkta gözlerine el lambası veya araba farı gibi bir ışık tutarsanız, bu ışık gözlerinin içinden yansır ve gözleri karanlıkta pırıl pırıl parlar. İnsanların gözlerinin retinasında ise böyle bir yansıtıcı tabaka yoktur.

Fotoğraf makinesinin flaşı çok kısa bir zamanda çok kuvvetli bir ışık verir. Gözbebeğimiz ise bu kadar kısa zamanda küçülmeye fırsat bulamaz. Işık doğrudan retinaya ulaşır ve oradan da doğrudan kılcal damarların görüntüsü yansır. İşte flaşla çekilen fotoğraflarda görülen bu kırmızılık retina tabakasındaki kılcal damarların görüntüsüdür.

Günümüzde, birçok fotoğraf makinesinde, gözün bu kırmızı görüntüsünü azaltacak önlemler alınmıştır. Bu makinelerde flaş iki kere çakar. Birinci çakış resim çekilmeden az önce olur ve gözbebeğinin küçülerek gözdeki yansımayı azaltmasına zaman tanır. İkincisi de tam fotoğraf çekilirken olur ki, gözbebeği olması gereken durumu almıştır zaten. Başka bir önlem de odadaki bütün ışıkları açarak gözbebeğinin önceden küçülmesini sağlamaktır.

Geceleri flaşlı fotoğraflarda, gözlerin kırmızı çıkmasının önlenmesinin bir yolu da flaşı objektiften olabildiğince uzak tutmaktır. Günümüzde fotoğraf makineleri o kadar küçülmüştür ki, flaş makinesinin bünyesinde ve objektife birkaç santim mesafededir. Flaşın ışığı göze gelip yansıyarak geri döndüğünde doğrudan objektife gelir. Gündüzleri ise gözümüze dışarıdan, her yönden ışık geldiği için, flaşın ışığı bunların arasında daha az oranda gözümüze girer ve kırmızı göz olayı yaratmaz.


6 Şubat 2022 Pazar

Hüma kuşu yükseklerde seslenir

Hüma kuşunu biz talih kuşu olarak biliriz. Gölgesi kimin başına düşerse, o kişi devlete erer, bahtı açılırmış. Yeşil kanatlı, sarı gagalı, boz saksağanı andırır bir kuş olduğuna dair rivayetler vardır. Kemikle beslenir ve başkasına zarar vermeyen hiçbir canlıyı incitmezmiş.

Eski Türklerde hümanın adı “umay”dır. Oğuz hakanının hanımının ongunu (tılsımlı rotemi, uğurlu kuşu) olarak bilinir. Kadının ve ananın değerine istinaden saltanata ait bazı eşya hakkında sıfat olarak kullanılan hümayun kelimesi de buna dayanır (tuğra-yı hümayun, mühr-i hümayun vs.). Buradaki hümayun, Avrupalıların imperial veya royal, Romalıların ogüst kelimelerinin karşılığıdır. Onlarda daha ziyade kartal ile tasvir edilmiştir. Bizdeki hüma inanışı, padişahın başı üzerinde kanatlarının devamlı gölge yapması, dolayısıyla da halkı koruyup kollayarak onların mutluluğunu sağlaması biçiminde yorumlanmıştır. Diğer bir ifade ile eğer Osmanlı devletinin bir ongunu bulunsaydı, bu mutlaka hüma olurdu. Tıpkı Selçuklu kartalı gibi.

Evliya Çelebi cin taifesinden yaratılmış olan mahlukatı sayarken Hüma’nın da adını zikredip şu bilgiyi verir:

“Ve hüma kuşu makulesi, hala Çin vilayeti, Semenkan vilayeti ve Kafdağı’nın ötelerinde çokdur. Asla yere konmaz, hevada, bulutlar içre aşiyanları (yuvaları) vardır. Beyzasın (yumurtasını) havadan zemine bırağıp beş yüz yıllık yoldan beyzası zemine inince yavrusu zemine inmeden asumana uruc eder (yükselir). Asla vücudunu hayatta iken kimse görmemiştir. Amma laşesin bu hakir Evliya-yı pür-taksir Acem diyarında Genci Kulu hazinesinde görmüşüm. Güya ebabil kıt’asında, münakkaş (renkli), seri hareketli bir kuştur. Kanatları kırlangıç cenahları gibi sivridir. Amma kanatları ucunda birer karış kadar bükülmüş teller ucunda birer çengel-misal tırnakları vardır ve ayaklarında dahi çengelli tırnakları var ve minkarı (gagası) yırtıcı kuşburnu gibi değil, bir küçük kuşdur. Evc-i asumanda (yükseklerde) gıdası elma kabuğu dumanıdır ve suyu çiğ ve kırağıdır, derler. (Seyahatname, c. IV, v. 396 a, kısmen yalınlaştırılarak)”

Ayine-i İskender

İskender Pala

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak