FELSEFENİN
METODLARI
1-Akıl felsefenin temeli
değil aleti olmak durumundadır.
2-“Felsefe sadece akılla
ilgilenir” demek konusunu sınırlamaktır. Zira insan ruhu sadece akıldan ibaret
değildir.
3-Çözülmemiş ve çözülememiş problemleri
saçma ve lüzumsuz diye konusu dışında bırakmaz.
FELSEFENİN
TARİFİ
Felsefenin çeşitli tarifleri
şöyle yapılmıştır.
· Pythagoros “Başlangıcı; ilim
sevgisi, ortası; insanın gücü kadarıyla varlıkların mahiyetini bilip tanıması,
sonu da ilme uygun bir şekilde konuşup yaşamaktır.”
· Platon “ Görülmesi mümkün
olmayanın ilmi”
· Aristo “İlk prensipler ve
son sebepler hakkında bilgi”
· Genel tanımı “Evren hakkında
tefekküre dair bir bilgi, teamüllü bir bilgi”, “Mutlak ilim”, “İlimlerin ilmi”,
“İlimlerin izahı”
· Descartes(1595-1650)”Felsefe
sözünden hikmeti (bilgelik) incelemek anlaşılır. Bilgelikten de, insanın
bilebildiği kadar, bütün şeylerin tam bilgisi anlaşılır.”
· Hegel (1770-1830) “Önce
genel olarak düşünce tarafından nesnelerin(eşyanın) derin bir şekilde incelenmesidir.”
· İslam filozofları “Felsefe,
eşyanın mahiyet ve hakikatını bilmek, varlığın sebebini açıklama gayretidir.
İnsanın kendini bilip tanımasıdır.”
· İslam filozofu El-Kindi(öl.
M.S. 873) “Felsefe insanın kendisini tanımasıdır. Felsefe sanatların sanatı,
hikmetlerin hikmetidir. Felsefe, insanın gücü yettiği sürece külli-edebi
şeylerin hakikatlarını, mahiyetlerini ve sebeplerini bilmektir.”
· Farabi (870-950)
“Varolmaları bakımından varlıkların bilinmesi…”
· Muyiddin ibn
el-Arabi(1165-1240) “Nesnelerin hakikatlerini oldukları gibi bilmek ve onların
varoluşları ile hüviyetleri konusunda hüküm vermek suretiyle, insan ruhunun
olgunlaşmasıdır.”
FELSEFENİN
MAHİYETİ
Kimileri felsefeye
“Anlaşılmaz” derken, kimileri de insanların ihtiyaç ve davranışlarının
esaslarını pozitif ilimlerin çözeceğini ileri sürerek felsefeyi lüzumsuz
saymışlardır. Ayrıca filozofların karşılıklı mütalaa edip, sonuca varamamaları
da buna ilave edilince; felsefe üzerindeki olumsuz düşüncelerin tarihin her
döneminde olduğunu kabul etmek gerekir. Bu olumsuzluklara rağmen felsefenin
öneminin ve devamlığının sebepleri;
1- Düşünme yoluyla, varlık ve
olayların(alemin) derinliklerine nüfuz etme arzusu
2- Bilgili ve şuurlu bir hayata
ulaşmak düşüncesi
Şu bilinmelidir ki; evrenin
mahiyeti ve manası hakkında din, siyasi veya sosyal bir dünya ve hayat görüşüne
sahip olmak herkes için mümkün olduğu halde, felsefe yapmak, felsefi
problemlerle yakından ilgilenmek herkesin işi değildir. Çünkü; felsefe bir
dünya görüşünden ibaret bulunmamaktadır. Felsefe, alem ve olaylar karşısında
alınan belli bir tavrın ifadesi olan fikirler arasındaki münasebettir.
Felsefe çok geniş bir sahayı
kuşatır. İnsanın tecrübe sahasına giren şeyler içinde, hatta bunun da dışında
kalan bütün objeler, düşünceler ve kavramlar felsefeyi ilgilendirir.
Felsefenin basitten
karmaşığa doğru mertebelendirilmiş bir öğrenimi bulunmadığından felsefe güç ve
karışık bir saha denilebilir. Felsefenin her noktasında, her kavramında daima
birçok problem ve girift fikirler vardır. Aslında çok zor görülen bu bilmeceden
çıkma anahtarı meraktır.
FELSEFE
İLE İLGİLİ TEMEL KAVRAMLAR
Felsefe: Yunanca Phılosophıa kelimesinin Arapça’da aldığı şeklidir. Filo: Sevgi,
Sofia da Hikmet anlamındadır. Böylece felsefe, “Hikmet Sevgisi” anlamındadır.
Filozof: “Hikmeti Seven” manasına gelen filozof ilimlerin sahalarını aşan
problemler hakkında umumi görüşler ileri süren ve böylece bir sisteme ulaşan
kimsedir.
Hakim: Sofia’nın karşılığı olan “hikmet”e sahip olana denir.
Bilme: Bilme ve Bilgi felsefenin Gnosenoloji veya Epistomoloji adı altında ele
aldığı bir problemdir. Bilgi problemiyle yalnız felsefe uğraşır. Felsefi
araştırmalar bilme ile başlar ve ilerler. Fakat, bilmenin sınırları ne kadar
geniş tutulursa tutulsun, bilinen yapısı içinde insanın önündeki bütün
problemleri çözmeye yetmeyeceği de bir gerçektir.
Düşünmek: Bilmenin verilerinden başlayıp, onu bilinmesi mümkün olabilen çok geniş
bir sahaya yaymak demektir. Bilmenin bittiği noktadan itibaren harekete geçip
ilerler. Bu ifadeye göre, düşüncenin sınırları idrakten daha geniştir. Gerçek
veya gerçek dışı, sahalara ulaşabilir.
Zeka: Eğer
düşünme, yeni bir durumu hemen kavrarsa, onun bu görünüşüne “zeka” denir.
Akıl: Düşünme
belli bir problemi tasarlar, onları açık kavramlarla ifade eder ve bu
problemler hakkında teemmüle(reflexion) dayalı açıklamalarda bulunursa, buna
akıl denir.
Anlama: Düşünmenin idrak sahasına ait olan bir şeyi doğrudan kavramasıdır.
Sezgi: Düşünme, bir şeyi ya da içinde bulunulan bir durumu doğrudan yani, bir
takım kavramlara ihtiyaç duymadan his ederse, onun bu şekline “Sezgi” denir.
Hayal: Hiç bir kayıt ve şarta bağlı bulunmadan ortaya çıkan düşünme şeklidir.
İnanma: İnsanın bilme ve düşünme güçlerinin yanında fakat, onların uzanabildiği
sahayı da aşan bir başka gücüdür. Düşüncenin tamamen kuşatamadığı konularla
temas kurar. Mesela, Mutlak Varlık sahası düşünmeden çok inanmanın kapsamı
içindedir. Hristiyan ve İslam Dünyasındaki kelam münakaşalarında gördüğümüz
şekliyle Yüce Varlık’a imandan başka bir yol ile ulaşılamayacağı fikri ağırlık
taşımaktadır.
*** Dinin, sistemli
ilimlerden en büyük üstünlüğü; sistemli ilimlerden alamıyacağımız bazı
problemlerin cevaplarını iman ile temin etmesidir.
FELSEFENİN
PROBLEMLERİ
· Çeşitli ve birbirleriyle
alakasız gibi görünen ilimlerin ortak yönlerinin olup olmadığını araştırmak
felsefenin sahasına girer, “Bilgi Meselesi”felsefenin belli başlı
problemlerinden birisidir.
· İlimlerin benzerlik ve
farklılıkları göz önüne alınarak, onları bir sınıflamaya tabi tutmak, düşünme
kanunlarını, düşünceler arasındaki münasebetlerin dayandığı kanunları ve
prensipleri tesbit etmek de bilgi probleminin yanında “Mantık Meselesi” olarak
karşımıza çıkar.
· İlimler değişik varlık
sahalarını paylaşıp orada derinleştiği halde, felsefe varlık aleminin tamamı
hakkında bir izah vermek, onları bir bütün içinde kavramak üzere ele alır. Bu,
evreni tek bir bütün olarak problem edinmektir. “Ontoloji (Varlık Bilimi)” diye
ifade edilen bu mesele de felsefenin temel problemlerinden birini teşkil eder.
· Madde dünyasının yanında bir
de canlılar alemi, organik bir alem mevcuttur. Bu iki alemde cereyan eden
kanunlar aynı mıdır? Farklı ise mahiyetleri nelerdir? Bu suallerin cevapları da
felsefenin “Tabiat Felsefesi” adı altındaki disiplininden beklenir.
· Tabiat Aleminin zıddı Kültür
ve Tarihi-Manevi alemdir. Birçok ilimlerin paylaştığı bu sahayı felsefe bir
problem olarak “Tarih Felsefesi” adı altında, onun bütününü, prensiplerini,
sebeplerini araştırarak tayin etmeye uğraşır.
· Sanat eserlerinin insan için
taşıdığı değer bunlarla ortaya konmak istenen şey ve bunların ideal değerlerle
olan alakası nedir? Bu ve benzeri soruların cevabını da felsefeden “Sanat
Felsefesi” (estetik) vermeye çalışır.
· İnsanın “ne yapmam lazım?”
sorusu altında toplanabilecek diğer bir takım soruları da vardır. Bunların
cevabı felsefede “Ethik” (Ahlak) Felsefesinden beklenir.
· Felsefenin en mühim
problemlerinden bir başkası da “Felsefi Antropoloji” (İnsan Felsefesi)dir.
İnsanın toplumsal yönünü Sosyoloji, davranışlarını Psikoloji, biyolojik
yapısını Biyoloji, sıhhatini Tıp inceler. Ama hiç biri -felsefe hariç- insanı,
onun ne olduğunu, evrendeki yerini, diğer canlılarla olan münasebetini ele
almamaktadır.
· İnsanın ümitleri,
beklentileri ve imanlarının neyi ifade ettiği, insan ile Yüce Varlık(Allah C.
C.) arasındaki münasebetin mahiyetinin ne olduğu, bu münasebetin tarzları,
Allah(c.c.), Evren ne İnsan kavramlarının karşılıklı ilişkileri içinde insanın
durumu gibi sorular, dini ilimleri de aşan bir takım problemler sahası teşkil
eder. İşte, felsefenin ilkçağlardan beri belki en temelli problemlerinden biri
de “Din Felsefesi” dir.
· Devletin bir kurum olarak
sorumluluğu nedir? Hak, adalet ve vazife prensiplerinin kanunlarla ve başka
ahlaki normlarla münasebeti nedir? Hürriyet ve sorumluluğun manası nedir? Gibi
soruların cevabı sadece “Devlet ve Hukuk Felsefesi” tarafından verilebilir.
FELSEFENİN
TARİHÇESİ (İslam Felsefesinin doğuşuna kadar)
Felsefi düşüncenin nerede,
ne zaman ve hangi millette ortaya çıktığı tam olarak belirgin değildir. Kabul
gören umumi kanaat, felsefenin beşiğinin Ege Denizi sahillerinde M.Ö. VI.
yüzyıllarda yaşayan Yunanlılar olduğu doğrultusundadır. Bu, ilkçağ felsefesi
diye bilinen devir, dar manada Yunan felsefesi ile, bu felsefeden doğmuş olan
Helenizm-Roma felsefesidir. Geniş manası ile de, ilk yazılı belgelerden, yani
M.Ö. 4 bin yıldan, M.S. 476 yılında Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına kadar
devam eder. Bu uzun zaman içinde birçok kültür ve medeniyet gelip geçmiştir.
Hint ve Çin kültürleri bir yana bırakılırsa, sadece Akdeniz çevresinde Mısır,
Mezopotamya (Sümer, Akad, Babil, Asur), Hitit, Fenike, Yahudi, Yunan ve Roma
kültürleri önemli olanlarıdır.
Bunların içinden Yunanların
kültür ve düşüncesiyle başlatılan felsefe tarihinin ilk dönemine Klasik İlkçağ
veya Antik Felsefe denir. Bundan da yukarıda işaret edildiği gibi, Yunan
Felsefesiyle onun bir devamı olan Helenizm-Roma felsefeleri anlaşılır.
Umumi hatları içinde bu
devir, yöneldiği konular ve yetiştirdiği büyük filozoflar ile dört mühim döneme
ayrılır.
A-Bütünü ile dış dünyaya,
tabiata yönelik bir Tabiat Felsefesi.(Kozmolojik Devir)
B-Allah(c.c.), insan ve
tabiatın bir münasebet içinde ele alındığı ve ağırlığın insan üzerinde
toplandığı dönem(Antropolojik Devir)
C-Felsefenin hemen hemen
bütün problemleriyle ele alındığı, ilimlerde ihtisaslaşmanın başladığı ve son
döneme geçişi sağlayan devir(Büyük Sistemler Devri)
D-Sistemci filozofların,
düşünce hayatının her sahasına uzanan görüşlerinin tekrarlandığı, felsefenin
daha çok dini (Hint - Mısır) unsurlarıyla karıştığı ve pratikleştiği dönem
(Helenistik Devir)
I-
SOKRATES’TEN ÖNCEKİ YUNAN FELSEFESİ
(Kozmolojik Devir - Presokratik Dönem ve Filozofları)
Felsefe tarihinde Sokrates
(469-399) bir dönüm noktası kabul edilir. Ondan önceki felsefi problemlerin
ağırlık merkezini Tabiat, diğer bir deyim ile insanın içinde yer almadığı dış
dünya teşkil ettiği için, bu döneme Tabiat Felsefesi veya Kozmolojik Devir adı
verilir.
Yunan felsefesi önce,
bugünkü İzmir yakınlarında bulunan Milet’te ortaya çıktı. Bu okulun
temsilcileri olarak Thales, Anaksimandros ve Aneksimenes’i görüyoruz. M.Ö.
yüzyılın filozofları, Tabiatın kaynağının ne olduğu sorusunu sorarak, gözleme
dayalı cevap aramışlardır. Başlıca meseleler; tabiatın nasıl ortaya çıktığı, Dünyanın
şekli ve yapısı, Güneş’in ve Yıldızların mahiyeti, Dünyanın onlarla münasebeti
vb.dir. Onlar organik alem ve insan problemiyle pek ilgilenmemişlerdir.
· THALES: İlk fizikçi filozof ve felsefenin babası olarak kabul edilen Thales,
Arkhe yani ilk temel madde, her şeyin başı, sebebi ve ilkesi olarak Suyu kabul
etmiştir. Ona göre herşey sudan çıkmış, yine suya dönecektir.
· Anaksimandros: Thales’in talebesi, Milet okulunun da ikinci filozofu Anaksimandros,
Arkhe problemi üzerinde durmuş, fakat her şeyin başlangıcında bulunan, her şeyi
kuşatan sınırsız şeyin Apeiron olduğunu söylemiştir. O yaratılmamıştır ve belli
olamayan bir şeydir. Sonradan zıtlar şeklinde ayrılarak tüm canlılar ortaya
çıkmışlardır. Dünya, silindir olup alemin merkezinde hiçbir yere dayanmadan
yüzmektedir. Hayatın kaynağı sudur. İnsan dahil tüm canlılar suda yaşayan
canlılardan gelişmişlerdir. Canlılar değişirler ve yok olurlar, fakat Aperion
yok olmaz, o en yüksek Tanrı’dır.
· Anaksimenes: Milet mektebinin üçüncü ve son talebesi olup hayatın esas varlığına
Hava demiştir. Ruh düşüncesini felsefeye ilk katan odur.
*** Görüldüğü gibi bu üç
filozof çok tanrıcı (politeist) olan Yunan dininin açıklamalarını terk
etmişler, tabiat olaylarını ilmi tarzda açıklayıp Ahlak ve Din ile
ilgilenmemişlerdir.
· Herakleitos: İyonya filozoflarından biri olan Herakleitos ana maddenin ateş
olduğunu söylemiştir. Her şeyin bir değişime uğradığını savunur. ”Aynı nehirde
iki defa yıkanılmaz. İkinci yıkanmada artık bu nehir aynı nehir değildir.” der.
Alemde tanrısal (ilahi) bir aklın olduğunu kabul eder. Logos adındaki bu “Alem
Aklı” ile Tanrı, bir ve aynı şeydir. Böylece Tanrı, alemin içinde, onu
düzenleyen ve idare eden prensiptir. İnsan ruhu bir ateştir. Ölümden sonra ruh
tekrar bu sonsuz ateşe katılır.
· Ksenofanes(569-477): Monoteist bir düşüncesi vardır. Ona göre tek ilah
vardır. Ne zekaca, ne de vücutça insanlarla kıyas edilmez. Değişmez ve
hareketsizdir. İşlerini düşüncesiyle zahmetsizce yapar. Fizik anlayışına göre
görünüşler ve gerçek alem vardır, ana unsur topraktır. Her şey topraktan çıkıp
yine toprağa döner. Elea Felsefesi adını taşıyan bir okulun kurucusudur.
Parmanides’in hocasıdır.
· Parmanides: Ona göre; duyular tarafından bildirilen alem, görünüşler alemi iken,
gerçek alem sadece akılla kavranabilir. “Varlık, vardır ve var olmayan şey
yoktur.” Felsefesinin özünü teşkil eder. Filozofa göre varlık ve düşünce aynı
şeydir. Bu sebeple var olmayan şey düşünülemediği gibi, kavramlarda ifade
edilemez. Doğru düşünmek var olanı düşünmek demektir.
· Elea’lı Zenon( 490-430) Hocası Parmanides’in doktrinini mantıki delillerle
açıklamaya çalışmıştır. Zaman, mekan ve hareketin kabul edilmeyeceğini savunur.
· Pyhagoras(580-500) Efsanevi bir şahsiyet, dini bir cemaatin kurucusu ve saf matematiği
ortaya koyan bir düşünürdür. Bu cemaat tenasüh(ruh göçü)’ne inanırlar. Ruhun
periyodik göçünden kurtulmak için maddi zevklerden uzak dururlar. İktidar
olmuşlar, Matematik, Astronomi, Musiki ve Tıp gibi alanlarda söz sahibi
olmuşlar, “Her şey sayı” demekle sayıyı ilahlaştırmışlar, Arkhe olarak su veya
hava yerine sayı gibi bir kavram koymuş oluyorlardı. İlk defa yerin küre
olabileceğini düşünmüşler, Dünyanın Evrenin ortalarında ve Güneşin çevresinde
döndüğünü söylemişlerdi.
· Empedokles: Tabiatla uğraşmıştır. “Dört Unsur”(Anasır-ı Erbaa) nazariyesini formülize
etmiştir. Bunlar; su, hava, ateş ve topraktır. Ay ve Güneş tutulmalarıyla
ilgili doğru gözlemler yapmış, ilk defa bitkilerin de hayvanlar gibi
organizmalarının bulunduğunu söylemiştir.
· Anaksagoras(500-428) Tabiat araştırıcısı olduğu kadar, dini konularda da
görüşler sunmuştur. Yunanlıların ilah saydığı Güneş’e ateş topu dediği için
hakkında dava açılmıştı. Ona göre; “yok olma” yoktur ve dünyada ne kadar madde
varsa o kadar unsur vardır.
· Demokritos: Materyalist ve mekanist telakkileri sistemleştirmiştir. Var olan yok
olamaz, görünmeyen parçalara(atom) ayrılabilir. Böylece Atom nazariyesini
şuurlu ve sistemli bir tarzda duyurmuştur. Filozof, ruhu da atom nazariyesiyle
açıklamaya çalışmış, ruh için “En ince, en düzgün ve en hareketli atomlardan
meydana gelmiştir” demiştir. Ayrıca, alemin kendiliğinden bir zaruretle ortaya
çıktığını savunur, dolayısıyla asrın ateist filozofu olarak tanınır.
Sonuç olarak, felsefe
tarihinde Kozmolojik Devir diye nitelenen bu dönemin iki temel problemle
uğraştığı görünüyor.
1-İlk prensip, ana madde
yani Arkhe problemi…
2-Tek bir cevherden varlığın
çeşitliğinin nasıl oluştuğu, yani Oluş meselesi…
*** Dikkat edilirse her iki
problem de insanın dışındaki dünyaya aittir. Yani Kozmolojik devirin esas
özelliği tabiatın incelenmesidir.
II-
ANTROPOLOJİK DEVİR (İnsan Felsefesi)
Felsefe tarihinde, Tabiat
filozofları ile Demokritos arasında yer alan grup, her şeyden önce İnsan ile
meşgul olmuşlardı. Bu filozoflar zümresine sofistiler denir. İlk çağda
sofistiler denince, genellikle Şair ve Hakim kimseler akla gelirdi. Daha sonra
Eflatun’un tesiriyle bu kelime olumsuz bir anlam kazanmış; gerçek olmayan bir
ilmi para ile satan, öğretmenlik yaparken sadece kazanç ve çıkarını düşünen
kimselere de Sofist denmişti.
Görüldüğü gibi Yunan
felsefesi buraya kadar süren gelişmesinde önce tabiatı Arkhe ve Oluş yönünden
araştırmış, ikinci olarak Sofistiler duyumlardan ve kesin bilgilerden şüphe
ederek, tabiat filozoflarını tenkit etmiş ve birer öğretmen olarak ortaya
çıkmışlardı. Artık bunlardan sonra Yunan felsefesi mühim bir devrini
başlatacaktır. Bu devrin başında Sokrates bulunur. O, felsefe tarihinde bir
sınır taşı kabul edildiği için, antik dönem filozoflarını ve felsefi
dönemlerini “Sokrates öncesi” (Presokrat) ve “Sokrates sonrası” diye iki
devirde ele almak adet olmuştur.
SOKRATES
Felsefesinde temel problem
olarak insanı ele alması ve tenkitçi yönü ile Sofistilere benziyorsa da, insanı
her şeyin ölçüsü olarak kabul etmekle bir rölativizmi savunan Sofistiler’den,
külli bir doğrunun bulunabileceğine inanmakla ayrılır. Ayrıca sofistileri para
ile ders vermekten dolayı şiddetli bir şekilde tenkit eder.
O, hiçbirşey bilmiyormuş
gibi karşısındakine soru sorup, cevap vermelerini bekler, onları düşünmeye sevk
eder. Gerçek bilginin varlığına inanır ve bu bilginin ahlak duygusu ile yakın
alakası bulunduğunu savunur. O’na göre “Bu dünya nizamı ancak iyiliği dileyen
bir Tanrı’nın varlığı ile izah edilebilir. Ölümsüz olan insan ruhu, gelecekteki
hayatta iyi fiillerinden dolayı mükafatlandırılacak, kötü işleri için de ceza
görecektir.”
Hayatın mühim anlarında,
mesela, bitkinlik ve yeis hallerinde, bir hiç olduğunu ve aczini hissettiği
durumlarda daima içten bir sesin kendisine yol gösterdiğini, nasıl hareket
etmesi gerektiğini söyler.”Daimonion”um dediği bu ses sayesinde içinde
bulunduğu durumdan kurtulur. Sokrat’a göre Allah’ın sesidir.
III-FELSEFEDE
SİSTEMATİK DÖNEM (Büyük Sistemler Devri)
· Platon(Eflatun)(427-347): Sokrates’in talebesidir. 387 yılında Atina’da
Felsefenin yanında Matematik ve Musiki derslerinin de verildiği dünyanın ilk
üniversitesi Akademia’yı kurmuştur.
1-Felsefesi:
a-İdealar nazariyesi ve
ontolojisi: Gerçek bilgi her yerde açık-seçik ve şüpheden uzak olan doğru
bilgidir. Eflatun’un kendi deyimiyle İdeallerin bilgisidir. Mesela, iyi denilen
şey mutlak iyiye az-çok yaklaşan bir objedir. İdealarda ezeli ve ebedi bir
nizam vardır. Bu nizama “İdealar Alemi” der. Evrene idealara göre nizam veren,
maddeyi idealara göre şekillendiren “Demiurg” dediği alemin bir yapıcısından,
bir tanrıdan bahseder. Filozofa göre Demiurg, aynen bir heykeltıraşın bir
maddeden şekiller yaptığı gibi, çeşitli varlıkları ideaların modeline göre var
etmiştir.
b-Ruhun ölmezliği fikri:
Filozofa göre ruh, daha önce, yani vücuda bağlı olmadan idealar aleminde
yaşamış, ideaları görmüştür. Şayet durum böyle ise, biz var olmadan önce ruh
mevcut bulundu ise, o zaman onun ölümünden sonra da var olmaya devam edeceği
sonucuna varabiliriz. Ayrıca, ruhun önceden yaşamış olduğu ideaları hatırlaması
da onun ölümsüzlüğünün bir delilidir.
c-Devlet hakkındaki
düşünceleri: Platon’un devlet hakkındaki görüşlerine göre bazı zümreler vardır.
· İşçiler zümresi:
Faziletleri; çalışmak ve itaat
· Muharipler ve Bekçiler
zümresi: Faziletleri; cesaret
· İdareciler zümresi:
Faziletleri; hikmetdir.
· Aristo (M.Ö. 384-322): Platon’un Akademia’sında yetişti. İskender’e
öğretmenlik yaptı. Gençliğinde hocasının idealar nazariyesi ve ruhun
ölmezliğine inanmaktadır. Hocasının ölümünden sonra kendi sistemini geliştirmeye
başladı.
1-Felsefesi:
Aristo’ya göre tek tek
varlıklar ve olgular çok önemlidir. O, eşyayı duygularımıza muhatab oldukları
gibi, hakikatleri bulundukları şekliyle kavramak ister. Hocasından aldığı bir
prensip -bilgileri bir başlıkta toplama, genelleme- onun için yanlıştır. O,
objelerin ferdi alanda külli kavramları taşıdığını düşünür. Bu bağlamda, Aristo
idealist değil, realisttir.
2-Mantığı:
Aristo ile felsefe Tabiat ve
İnsandan sonra Mantık konusuyla da ilgilenmeye başlar. Aslında, Aristo’ya göre
mantık, felsefenin bir bölümü değildir. Mantık, düşünmenin kanunlarını koyan
temel bir disiplin, en genel anlamıyla, ilme bir giriş, ilimler için bir alet
ve yardımcıdır.
3-Metafiziği:
Aleme şekil veren, ondaki
oluşu ilk önce harekete geçiren kuvvet Allah’tır (cc.). Allah (cc) herşeyin
sonunda bulunur. Olayların ve oluşun bir gayeye yönelik oluşları, bütün evrenin
tek bir güç tarafından idare edildiğini ifade eder. Evrene şekil kazandıran bu
en yüksek illetin kendisi, madde çeşidinden başka birşey değildir. O, maddeden
aridir, saf formdur. Evrendeki hareket, imkandan gerçekliğe bir geçiştir. Ancak
alemdeki hareketin başı da sonu da yoktur.
4-Dört Sebep Nazariyesi:
Aristo her hadisede, her
oluşta birbirleriyle sıkı bir şekilde ilgili olan dört sebep ileri sürer.
a-Maddi Sebep: Mesela,
bitkinin büyümesinde aldığı hava, su vb gibi .
b-Şekil (Suri) Sebep:
Bitkinin tohumunda gizli olan şeydir.
c-Hareket Sebebi: Gerçek
tohumu meydana getiren daha önceki bitkidir.
d-Gaye Sebebi: Bitkinin
alemi daimi bir oluşma ve gelişme halinde kabul etmesidir.
5-Evrendeki Varlık Tabakaları:
Evren, gayesi olan Allah’a
(C.C.) doğru ilerleyip yükselirken bir kaç tabakalara ayrılır. İlk önce “ilk
madde” bir tarafa bırakılırsa hava, su gibi inorganik maddeler vardır. Daha
sonra organik maddelerden bitkiler ve hayvanlar gelir. “İnsanlık Alemi” ise bu
tabakaların en üstündedir.
6-Fizik Görüşü:
Filozof dört unsura (hava,
ateş, su, toprak) beşincisini(Aithere=Ether=Esir) de katmış; bu unsurun gök
tabakalarını oluşturduğunu söylemiştir. Yani, küreden oluşan tüm gök cisimleri
saydamdırlar ve esirden meydana gelmişlerdir. Allah’a (C.C.) en yakın onlardır.
7-İnsan Görüşü:
Aristo’ya göre insan,
Allah’a en çok yaklaşmış olan, akıl sahibi ve üstün bilgi elde etme
kabiliyetindedir. Dil de insanın ikinci üstün vasfıdır.
8-Ruh Görüşü:
Aristo’ya göre bütün hayati
olaylar ruhun idaresinde cereyan ederler. Çünkü, organik hayatı maddi olan
tabiattan ayıran esas etken ruhtur. Ruh, “Entellechia” adını alır. Aristo ruhu
üçe ayırmış; her tabaka kendinden bir üst tabaka için bir madde durumundadır.
En alt kademesi, bitki, hayvan ve insanda bulunan nebati ruhtur; sadece
beslenir, büyür ve neslini devam ettirir. İkinci kademesi, hayvani ruhtur;
algılar ve harekete geçer. Hayvanlar ve insanlar müşterektir. En yüksek
kademeyi insan ruhu teşkil eder. Başlıca özelliği akıldır, davranışlarını belli
bir gayeye göre yapma kabiliyetine sahiptir.
9-Ahlak Görüşü:
Filozofa göre, ahlak ifrat
ve tefride girmeden akıl ile kazanılmış fazilettir ve nazari olması yetmez. Bu
sayede, kemale ulaşılabilinir.
10-Devlet Felsefesi:
Aristo’ya göre üç devlet
şekli vardır ve bunların her biri kendi içinde doğrudur.
a-Monarşi: Tek kişinin hakim
olduğu devlette, bu kişi iyi ise idare ve devlette iyi olur.
b-Aristokrasi: İdare seçkin
tabaka, vatandaşların iyiliğini üstün tutarsa, bu devlet tarzı da iyi bir idare
olur.
c-Demokrasi: İyi bir devlet
şekli olması iyi eğitim görmüş olan halk meclisine bağlıdır.
IV - ARİSTO’DAN SONRA
FELSEFE VE ORTAYA ÇIKAN
ÇEŞİTLİ FELSEFE EKOLLERİ
A-Yeni Eflatunculuk (Neo-Platonizm)
İlkçağın ve Helenistik
devrin en son ve en önemli felsefesidir. Platon’u esas almıştır. Ayrıca,
Aristo’dan ve Stoa okulundan da tesirler almıştı. Kurucusu Plotinos’dur.
PLATİNOS’UN
FELSEFESİ
1-Ruh Görüşü:
Platinos’un felsefe sistemi
her şeyden önce metaryelizme karşı idi. Ona göre alem, manevi ve ruhi bir esasa
dayanmaktadır. Ruh, bölünmez bir bütündür, bedenin bir organı değildir, bedenin
her tarafına yayılmıştır. Bedene hakimdir ve ona şekil verir. Ölümle birlikte
ruh bedeni terk eder ve bedene hayat veren ruhun çıkması cesedin çürümesine
sebebiyet verir. Beden ölüme mahkum olduğu halde ruh ölümsüzdür. Bedenin
ölümünden sonra, ruhun kendisine yeni bir şekil arar(tenasüh). Filozofa göre
ferdi ruhların yanında bir de alem ruhu vardır. Ferdi ruhlar alem ruhunun
içinde yer alırlar. Bunların üstünde zamanla ilgili olmayan Platon’un idealar
alemi vardır. Onun da üstünde akıl bulunur. Son olarak da BİR denilen Allah
bulunmaktadır.
2-Allah Anlayışı:
Stoalılar, Allah’ın alemin
içinde olduğunu kabul ederek bir panteizmi benimsemişler, Aristo Allah’ın
alemin üstünde Müteal olduğunu benimsemişti. Platinos’un görüşü bu ikisinin
sentezi şeklindedir. Allah bir ve ilk olandır. Onu, tam bilemediğimiz gibi
kavramlarla da açıklayamayız. Ona verilen her sıfat onu sınırladığından Allah’a
sıfatlar vermekten kaçınmalıyız. Allah her şeydir Yalnız bizim
düşündüklerimizden hiç biri değildir. O her şeyi meydana getirir, fakat kendisi
hiçbirşey tarafından meydana getirilmiş değildir.
3-Alemin Var Oluşu:
Allah’ın varlığı ve
mahiyetiyle, alemin var oluşu arasında çok sıkı bir münasebet vardır. Allah her
şeyin kaynağıdır. Ancak alemin bu üstün kuvvetten, yani Allah’tan meydana
gelişi onun, bölümlere ayrılmasıyla olmuş değildir. Alem bu asli cevherden
taşmakla, sudur etmektedir. Fakat Allah’ın kendinden ve mahiyetinden, bu
sudurdan dolayı hiçbir şey eksilip değişmemektedir. Platinos, alemin Allah’tan
sudurunu anlatırken Güneş misalini kullanır. Ayrıca, Allah’tan çıkan her şeyde
şuurlu veya şuursuz, tekrar ona dönmek arzusu vardır. Her şey Allah’ın
etrafında döner ve O’na yaklaşmak arzusundadır. İnsanın gayesi de “BİR” olan
Allah ile birleşmektir. Bu ise ancak cezbe yolu ile olabilir.
B-Yeni Eflatunculuk’un
Roma’da Devamı Ve Hristiyanlık
Mistik karakteri ağır basan
Yeni Eflatunculuk, Hz. İsa’dan II yüzyılı aşkın bir zaman sonra Plotinos
(204-270) tarafından sistemlendirilmiş olan bir felsefe ekolü idi. Roma dini,
yaklaşık üç asır önce çıkmış olan Hristiyanlığa karşı kendini, Yeni
Eflatunculuğa istinad ederek savunmaya çalışıyor fakat, bu konuda başarısızlığa
mahkum kalıyordu. Çünkü, Yeni Eflatunculukta spekülatif ve skolastik özellik
ağır basıyor ve diğer yandan o daha çok aydınlar zümresine münhasır mistik bir
dünya görüşü olarak kalıyordu.
HİRİSTİYANLIĞIN
FELSEFE İLE İLGİLİ TEMEL GÖRÜŞLERİ
Başlangıçta felsefe ile
temas kurmayan Hristiyanlık temel görüşleri ve ahlak anlayışından dolayı, daha
sonra tenkit edilmeye başlayınca, prensiplerinin esaslı felsefi görüşlere
aykırı düşmediğini göstermeye çalışmıştır. Hristiyanlık bu birinci dönemki
gayretlerinden sonra, ikinci devrede doğmalarını ve prensiplerini felsefi
yönden temellendirme çabalarına girmiştir. Hristiyanlığın doğma ve
prensiplerini, filozofların hücumuna karşı savunma durumunda kalması sonucunda,
Hristiyanlık bazı filozofları yetiştirmişti. Düşünce tarihinde bu döneme
Patristik Felsefe denir. Patristik felsefe Kilise Babalarının felsefesidir.
Kilise Babaları II - VI. Yüzyıllar arasında yaşamış ve Hrıstiyan doktrinin
temellerini kurmaya çalışmış olan filozoflardır.
FELSEFENİN
İSLAM DÜNYASINA GEÇİŞİ
İslam felsefesinde en önemli
yeri tutan Batı(Yunan) felsefesi tesirinin doğrudan değil. Helenistik felsefe
yani İskenderiye yolu ile olduğu bilinir. Zira, miladi altıncı yüzyılın
başlarında dağılan Atina okullarının filozoflarından bir kısmı İskenderiye’ye,
bir kısmı Suriye’deki merkezlere gitmiş, buralarda Platon ve Aristo’yu
açıklayarak Hristiyanlaşmış Yunan felsefesini oluşturmuşlardı. Bu merkezlerde
önce Yunanca yazılan eserler, sonradan Süryanice ve Aramca’ya çevriliyordu.
İşte İslam dünyasında tercümesi yapılan ve İslam felsefesine tesir eden eserler
de ilk planda bunlardı.
Yunan felsefesinin İslam
dünyasına aktarılmasında, daha 7. Yüzyılın ortalarında Müslüman Arapların eline
geçen Suriye ve İran’daki Hrıstiyan Nasturi ve Ya’kubi manastırlarının rolü
ayrı bir yer tutar. Bu felsefenin mühim merkezleri olarak Urfa (Edese),
Nusaybin (Nisibe), Harran, Gundeşapur ve Antakya’yı sayabiliriz.
Abbasilerde, özellikle
Bağdat’ı devlet merkezi yapan ve Süryanca, Yunanca ve Farsça eserlerin
tercümesini yapan kişileri teşvik eden Halife Mansur zamanında tercüme
faaliyeti ciddi bir şekilde gelişmeye başlamış, daha sonra Harun Reşit ve Me’mun
zamanlarında ise sistemli bir tercüme faaliyetine girilmişti. Bu halife
Bağdat’ta Beyt-ül Hikme adını verdiği bir okul kurmuş, onun başına Yununcaya
vakıf, Süryanice ve Arapça eserler yazmış bir kişi olan Yahya B. Maseveyh
getirilmişti.
III -
İSLAM FELSEFESİNİN BAŞLICA EKOLLERİ
A-Tabiat Felsefesi:
1-Tabiiyyun (Naturalistler):
Naturalist ekol, deney ve
tümevarım (istikra) metodunu ilk kullanan ve bilginin duyumlarından ibaret
olduğunu savunan, İslam dünyasındaki ilk felsefi cereyandır. Fakat onlar, maddi
dünyanın dışında ruh ve Allah’ı kabul ediyor, Allah’ın hikmetinin, onun
yarattığı eşyada tecelli ettiğini söylüyorlardı.
Bu ekolün kurucusu ve İslam
felsefe ve ilim tarihinin büyük siması Ebu Bekr Zekeriya Razi ‘dir. Batı orta
çağında, Rhazes, El-Razes veya Albubator adları ile tanınmıştır.
Razi, tıp sahasında bir
ansiklopedi olan Kitab’ul-Mansur ile yirmi ciltlik El-Havı’nın müellifidir.
Bunun yanında matematik ve tabii ilimlerde de halkı şöhrete ulaşmıştır. Fizikte
ışığın kırılması olayını ilk defa o göstermiş, boşlukta çekimin varlığını
ispatlamaya çalışmış, simya ve kimya tetkikleri yapmıştır. Filozof, Yunan, İran
ve Hint tesirlerinde kalmış, mantıkta kıyası iyice incelemiş, Aristo’ya hücum
etmiş, onun dedüktif metodunun yerine endütif metodu savunmuştur. Razi’ye göre
Nefs, bedenden önce gelir, cisim nefse tabidir. Bu sebeple, bir hekim beden kadar,
ruhu da tedavi etmesini bilmelidir demiştir
Razi felsefi sistemde beş
kozmogonik prensibe dayanmaktadır. Bunlar:
a-Allah(c.c.),
b-Boşluk (hala) yani mutlak
mekan,
c-Müddet (süre) yani mutlak
zaman ,
d-Ruh (nefs) ,
e-Madde (heyula) dir.
Alemin var olması için bu
beş prensip gereklidir. Zira duyumlar madde (heyula) ’ye delalet eder. Çeşitli
duyumların birleşmesi mekanı meydana getirir. Maddedeki değişikliğe idrak etmek
zaman mümkündür. Canlı varlıkları idrak etmek, nefsin varlığını gösterir. Bazı
varlıklarda mevcut olan aklın varlığı, herşeyi yaratan üstün bir yaratıcının
varlığına delalet eder.
Razi bütün inanç ve dinleri
karşı büyük bir hoşgörü ile bakar. İslam düşünce tarihinde dinleri birleştirme
fikrini ilk defa ileri süren düşünürdür. Din ve peygamberlik hakkındaki temel
görüşleri şunlardır:
a-İlahi esrarın bilinmesi ve
iyi ile kötünün tanınması için akıl yeterlidir .
b-Akıl herkeste eşittir.
Halkı irşad etmek için bazı kimselerin üstün kabul edilmelerine gerek yoktur .
c-Peygamberler, Allah
hakkındaki haberlerinin dışında birbirleriyle çelişme halindedirler. Razi,
bütün dinleri tenkid eder. Ancak İslamiyetin akla dayanması bakımından onun
üstü olduğunu söyler.
Sisteminde ruhun ölmezliğine
inanan Razi, bu görüşüyle Maddecilerden uzaklaşıyor fakat ruhların bedenden
bedene göçünü (tenasüh) kabul ettiği için de kelamcılardan ayrılıyordu .
2.Madeciler (Dehriyyün)
Maddeciler de Tabiatçılar
gibi doğadan başka bilgi kaynağı olmadığını kabul eder. Yegane gerçek “madde”
dir. Maddecilere zamanı (dehr) ezeli ve yaratılmamış olarak kabul etmelerinden
ve Allah’ın varlığını kabul etmemelerinden dolayı (muattıla) da denmiştir.
Temel fikirleri şöyle özetleye biliriz:
a-Her varlık bir bakıma
maddedir, maddeden ayrı ve müstakil ruh yoktur.
b-Evren ve Yaratıcı birdir.
Evrenden ayrı şuurlu ve irade sahibi bir yaratıcı yoktur.
c-İnsanın varlığı küllü
varlığın bir neticesidir. Bu sebeple insan, psikolojik bir şahsiyet değildir.
Ruh ölümden sonra ferdi bir varlık olarak devam edemeyip küllü varlığa karışır.
Maddeci ekolünün en meşhur
temsilcisi İbn Ravendi’dir. (Ölüm. 910)
3.Batınilik
İslamda herşeyin bir zahiri,
bir de gizli manası vardır. Yahudilikteki kabbalizma cereyanına benzer.
Kabbalistler Tevrat ve Zebur’un zahiri manasıyla iktifa etmeyerek, onların
harflerinden gizli (batıni) mana çıkarmaya çalışan bir akımdır. Batınilik İbn
Meymun gibi bir Filozof, Hasan Sabbah gibi bir teşkilatçı yetiştirerek önemli
faaliyetlerde bulunmuştur. Gazzali, Batınilik’e reddiye yazmış.
Genelde siyasi bir mahiyete
sahip olan batınilik, Ehl-i Sünnetin siyasi birliğini yıkmak düşüncesi
taşıyordu. Batınilik’in esaslarını şöyle sıralayabiliriz:
a-Halifelik yerine imamlık
kurmak, İmam kendisinde ilahi sıfatlar bulunan ve Hz. Ali’nin soyundan gelen
üstün bir insandır.
b-Siyasi iktidarı elde etmek
için gizli teşkilatlar kurmuşlardır.
Batinilik siyasi
doktrinlerine uygun olarak, bir de hukuk sistemi meydana getirmişlerdir.
Batıniliğin ağırlık noktasını İmamet meselesi teşkil eder. Şöyle ki:
a-İmam, bu alemdeki herşeyin
bilgisine sahiptir .
b-İmama tabi olanlar her
türlü şer’i ve ameli mükellefiyetlerden kurtulur ve kemale ererler
c-İmam, İslamı esasları
değiştirebilmek ve bunları istidaki manaya vermek selahiyet ve kudretine
sahiptir.
d-En yüksek saadet dinin
(Şeriat) dış manası batini (iç) manaya çevirmekle mümkündür. Bu ise İmama
uymakla elde edilir. Zira, İmamlar, Peygamberler gibi masumdur ve hidayete erme
ve erdirme sıfatlarına sahiptir .
a)Batıniliğin felsefi yönü
1-Aristo’nun “yokluğun
tasavvuru mümkün değildir” fikrinden hareketle, alem kadimdir, yokluktan çıkmaz
derler.
2-Materyalistlerden farklı
olarak, Peygamberleri ve mucizeyi kısmen kabul ederler. Kuran, Peygamberin
ağzından çıkmıştır ancak, Allah’ın sözüdür
3-İmamlar masumdur, her
türlü günah ve hatadan uzaktırlar .
4-Batınilerin ruh hakkındaki
telakkileri, Brahmanizm ve Manişeizmi hatırlatır. Kötü ruhlar bir cesetten
diğerine geçer ve azap çekmeye devam eder. İyi ruhlar da semaya yükselir, ilahi
varlıkla birleşir.
5-Zahir (görünür-dış)
hakikatin kabuğu, batın ise özüdür. Dinleri zahir manasıyla değil de, batıni
manasıyla anlamalıdır .Bu ancak nassları tefsir yoluyla değil te’vil yoluyla
olur .Te’vilin anahtarı harflere verilen birtakım gizli manalardır. Te’vil için
kelimeleri oldukları gibi değil, mecaz olarak almak gerekir. Batıniler bu
metodlarıyla Kur’an-ı Kerim’e istedikleri manayı vermişler, ayetlerin dış
manaları içinde iç manayı çıkarma gayesiyle, onları sistemlerine uygun gelecek
bir şekilde te’vil etme yoluna gitmişlerdir. Diğer yandan Kur’an’ın Hz.Osman
zamanında toplanan bugünkü şeklinin, tahrip edildiğini, dolayısıyla aslına
uygun olmadığını ileri sürerler
4. İhvan’ı-Safa (İslam ansiklopedileri):
İhvan’ı Safa cemiyetinin
gayeleri, taassup içinde gördükleri müslümanları aydınlatmak, din ve felsefeyi
uzlaştırmak, tabiat ilimlerinden istifade ile kurdukları ilim zihniyetini ve
felsefeyi yaymaktı. Düşüncelerini yayabilmek için, devirlerinin bütün
ilimlerini içine alan bir ansiklopedi meydana getirdiler.
Kendilerinin belirttiğine
göre İhvan’ı Safa’nın belli başlı kaynakları dörde ayrılır.
1-Felsefecilerin eserleri.
Tabiiyyat ve Riyaziyat gibi.
2-Peygamberlere gönderilmiş
kitaplar: Tevrat, İncil, kur’an ve diğer semavi kitaplar.
3-Tabiiyyata dair eserler:
Burada tabiiyyat, astronomi, jeoloji ve botaniğe ait konular ele alınır.
4-İlahi kitaplar ki, onlara
göre bu gibi kitaplara melekler ve onların gibi olan insanlar dokunabilir. Bu
eserler nefsin hallerinden bahsederler .
İhvan’ı Safa cemiyeti, bir
insan hayatını safhalara ayırıyor, her safha için ayrı bir eğitim uygulanıyordu
.
Bu cemiyetin mensuplarına
göre şeriat, batıl itikadlarla bozulmuş sayıldığında, onu felsefe ve ilim ile
gerçek şekline kavuşturmak lazımdır. Bunun için ise her türlü din ve mezhebe karşı
müsamahalı tavır takınmalı, Yunan ve Hint hikmetini öğrenmelidir.
Gerçekten de İhvan’ı
Safa’nın kurulup yayıldığı zamanlar ( H. IV. Asrın sonu, V. Asrın ilk yarısı)
çeşitli itikat mücadelelerinin sürüp gittiği bir gerçektir. Onlar Allah’ın,
alemin ve insanlığın bir olduğunu, tefrikanın filozofların ve her zümrenin
farklı tefsirlerden doğan bir görüşten ibaret bulunduğunu, felsefe ile din
arasında bir aykırılığın bulunmadığını söyleyerek, felsefe ile dini, akıl ile
şeriatı uzlaştırmaya çalışmışlardır. Bunu yaparken de çok zaman Kur’an’dan
deliller getirmeyi ihmal etmemişlerdir.
İhvan-ı Safa ekolünün bütün
fikirlerini içeren “Risaleler” dört kısımdan meydana gelir .
a-Felsefi ve matematik
ilimler ,
b-Tabii ve cismani ilimler ,
c-Psikolojik ve akli ilimler,
d-Kanun ve ilahi ilimler .
Alemin güzelliğinin kemali,
hikmeti ve iyiliği Allah’ın varlığının delili ve ispatıdır. İhvan’ı Safa
alemin, Allah’ın hür iradesiyle yaratılmış eseri olduğunu söyleyerek, Meşşai
filozoflarla birleşirler. Hayvan ruhundan insan ruhuna geçebileceğini kabul
ederler.
Tekamül (evrim) fikri de
İhvan’ı-Safa’da dikkat çekicidir. Fakat bu fikri Darwinizmin ilk şekli olarak
görmek yanlıştır. Çünkü onlar, tabiatçı bir tarzda şekillerin değişmesinden söz
etmişlerdir. Mesela; bitkilerin ilk derecesi, maddelerin son derecesine,
onların son derecesi de hayvanların son derecesine bağlıdır. Hayvanların ilk
derecesi ise, insanların ilk derecesine bağlıdır. Böylece bütün dereceler
arasında bir süreklilik vardır. Bununla beraber insanın son derecesi meleklere
yani, insandan sonra melekler alemine, oradan da ilahi aleme, mutlak varlığa
doğru bir yükseliş ve derecelenmeyi kabul ettikleri için, bu görüşün bu günkü
evrim anlayışıyla bir alakası yoktur.
İhvan’ı-Safa sistemi,
batıya, İspanyalı tabib Müslüm B.Muhammed Ebu’l Kasım el-Mecriti el-Endülüsi
tarafından tanıtılmış ve Ortaçağ latin skolastisizmi üzerinde büyük tesirleri
olan İspanya filozofların yetişmesinde önemli rolü olmuştur.
İSLAM
FELSEFESİ’NDE ÖNEMLİ SİMALAR
1-El-Kindi
Feylesofu’l Arab ünvanı ile
şöhret bulmuştur. Meşşai felsefesinin ilk ve önemli bir temsilcisidir. Yunan
filozoflarına dayanarak, felsefenin ve filozofların tariflerini vermekte,
felsefi terminolojide önemli yeri olan kavramları açıklamakta, felsefe ile
uğraşmayı şerefli bir çalışma olarak belirtmektedir. Ona göre “ felsefe,
insanın gücü nisbetinde eşyayı hakikati ile bilmek, filozofun ilimde gayesi
hakikati bulmak, fiili olarak da gerçeği yapmaktır. Felsefenin en şereflisi ve
en yücesi, bütün hakikatlerin sebebi olan ilk Hakk’ın ilmi olan felsefe-i
uladır.
Kindi’de felsefenin metodu,
burhan (kanıtlama), gayesi de Allah’a yaklaşmaktır. Burhanın konusu maddenin
temel suretlerinin bilinmesi, çıkış noktası da mahiyet bilgisidir. Bilginin
hedefi, suje ile objenin arasında birliği kurmaktır.
A)-Kelam konusundaki görüşleri
Adl ve Tevhid görüşünü
kuvvetle müdafaa etti. Zamanında aklın, bilginin, yegane kaynağı olduğu
hakkındaki anlayışa karşı çıkarak, nübüvvetin lüzumunu savundu. Akıl ile
nübüvveti uzlaştırmaya çalıştı.
B)-Allah, alem ve nefs hakkındaki görüşleri
Filozofun tabiat felsefesini
teşkil eden düşüncelerinde Allah varlığın en yüksek illetidir. Alem hakkındaki
düşüncelerinde Kindi, Aristo ve Eflatun’u takip etmiş, bu iki filozofu
uzlaştırmaya çalışmıştır. Var olan her şeyin 4 sebebe dayandığını söyleyerek
Aristo’ya uymuştur. Fakat bütün sebepleri tanzim eden ilk sebep Allah’tır. Alem
genelde ikiye ayrılır:
a)-Anasır-ı erbaa ve
bunların terkibi ile dolu olan alem. Bu arzdan aya kadar olan alemdir. Buradaki
unsurların sıcaklık-soğukluk gibi zıt nitelikleri vardır.
b)-İkinci alem kevn ve fesad
kanunlarının bulunmadığı ay feleği ötesi alemdir. Bu alemde unsurlar ve onların
nitelikleri olan zıt keyfiyetler bulunmaz. Filozofa göre kainatın merkezinde
arz bulunur. En uzak felekten sonra boşluk ve mekan yoktur. Heyula, suret,
mekan, zaman ve hareket maddi olan şeylerde bulunan 5 temel özelliktir. Filozof
alemin ilk hareket ettiricisinin tanrı olduğunu, fakat maddenin zaman
bakımından ezeli olduğunu ileri süren Aristo ile, yine alemin birden sudur
etmek suretiyle meydana geldiğini savunan Yeni- Eflatuncu görüşlerden
ayrılmıştır.
C)-Akıl nazariyesi
Aklı 4 kısma
ayırmıştır:1-Var olan her şeyin aslı ve sebebi, daima fail olan akıl. Bu Allah
veya el-Aklu’l Evvel’dir.2-İnsan nefsinde kuvve halinde var olan akıl.3-Yine
insan nefsinde meleke halinde bilfiil mevcut olan akıl.4-Nefsin kendisiyle
dışta istediğini yaptığı fiil halindeki akıl.(insanın fiilleri) Aklın kuvveden fiile
geçişi ilk sebebe bağlıdır.
2-Farabi
a)-Metodu ve İslam felsefesindeki yeri
Meşşai felsefe sadece
Aristocu okulun görüşlerinin İslam dünyasına yansımasından ibaret değildir.
Farabi’de, Aristo felsefesinin yanında İslam nassının, Eflatun’un, Plotinos’un
ve Yeni-Eflatuncu akımın da önemli tesirleri görülür.
Bütün maddi olayları manevi
ve ruhi prensiplere irca ederek uzlaştırıcı bir spiritualizm doktrini kurmaya
çalışmıştır.
Yunan felsefesinin bilhassa
kozmogoniye dair temel görüşleriyle İslam inancının uzlaştırılması hususunda
İslam filozoflarının bazısı dini, bazısı da felsefeyi esas almış ve böylece
değişik din felsefeleri ortaya çıkmıştır. Farabi felsefeyi esas alanlar arsında
yer alır. Filozofun başta Gazali tarafından olmak üzere bir çok hücumlara maruz
kalmasının asıl sebebi de, birbirinden çok uzak bulunan bu fikirleri uzlaştırma
teşebbüsüdür.
b)-Felsefe anlayışı
Farabi’ye göre felsefe, bir
herşeye şamil olan alemi bizim önümüze seren bir ilimdir. Nefsin saf olması
felsefe yapmanın hem şartı hem de neticesidir. Onun için kendisini nefsin
ıslahına vakfetmiştir.
Ona göre tabiat ilimleri ile
akli ilimler, geometri ve mantığın kontrolü altında yapılmalıdır.
c)-Bilginin kaynakları ve ilimler sınıflaması
Farabi, bilgilerin kaynağı
olarak 3 esas kabul eder: Buna göre vasıtasız ve zorunlu bilgi duyular ve
akıldan doğar. Vasıtalı ve akıl yürütmeye dayanan bilgi de nazar yolu ile elde
edilir. Bir de vasıtası, açık ve seçik bilgiyi kavrama vasıtası olarak sezgiyi
öne sürer. İki türlü sezgi vardır. Bize dış alemi ve eşyayı tanıtan, duyulara
ve akla ait sezgi. İkincisi nazara yani eşyanın prensiplerini kavramaya yardım
eden matematik ve metafizikte kullandığımız sezgidir.
Filozof ilimleri 5 sınıfa
ayırıyor.1-Dil ilmi ve bölümleri 2-Mantık ilmi ve bölümleri 3-Öğretme
ilimleri(matematik, musiki ..) 4-Tabiat ilmi ile ilahiyat ilmi, metafizik ve
bölümleri 5-Medeni ilim ve bölümleri, fıkıh ve kelam da buraya dahildir.
d)-Farabi’de mantık
O, kendisine gelinceye kadar
mantıkçıların müphem bıraktıkları veya halledemedikleri mantık meselelerini
halletmiş, Kindi’nin anlayamadığı noktaları göstermiş ve kıyasın nasıl
kullanılacağını açıklamıştır. Meşşai felsefesini sistemleştiren Farabi İslam
aleminde mantığı 9’a bölmüştür: 1-Kitabu’l Medhal 2-Kitabu’l Mekulat 3-Kitabu’l
İbare 4-Kitabu’l Kıyas 5-Kitabu’l Burhan 6-Kitabu’l Cedel 7-Kitabu’l Hikmet
8-Kitabu’l Hitabe 9-Kitabu’l Şiir
Farabi’ye göre mantığın en
önemli tarafı, zihni bilinenlerden bilinmeyene götüren ispattır.
e)-Tabiat ilimleri
Metafiziği kozmoloji ve
psikoloji ile birleştirdiği gibi, tabiat ilmini de metafizik ve psikoloji
görüşü ile birleştirir. Filozof, kendinden önceki filozofların Phytagoras ve
Demokrit’ten aldıkları tabiat görüşünü reddeder. Atom ve boşluk
fikirlerine karşı çıkarak,
Aristo’nun madde ve şekil teorisini kabul eder. Buna göre madde ile şeklin
birleşmesinden cevher meydana gelir. Madde bütün değişmelerine rağmen devamlı
kalır, üç boyutludur ve sonludur. Öyle ise alem sonludur. Alemin yaratılmış
olduğunu söyler. Fakat bu yaratılış Allah’tan sudur manasındadır. Alemin yok
oluşu da, onun Allah’a rucu etmesi demektir.
f)-Metafizik görüşü
Farabi’nin görüşleri kelam
ve tasavvuf ile yakından ilgili olduğu için, felsefesinin en önemli kısmı
metafiziğe ait görüşleridir.
Gerçeğin zirvesinde vacib’ul
vücud olan Allah bulunur. Allah birdir ve herşeydir. Bütün varlığın dayanağı
odur. Farabi’ye göre bir şey ya mümkündür ya da vaciptir. Mümkün olan
kendisinden önce bir sebebe muhtaçtır. Bu illetler silsilesi bir noktada durmak
zorundadır, o da vacib’ul vücud olan Allah’tır.
Ancak Allah o kadar
mükemmeldir ki O’nun bu mükemmelliği bizi dehşete düşürür ve O’nu tam olarak
tasavvur etmemize mani olur. Bizim O’nu eksik anlamamız akıl kuvvetimizin
zayıflığından ve tasavvurlarımızın yetersizliğindendir. Yoksa O’nun zatında bir
eksiklik yoktur. Biz maddeden uzaklaştığımız nispette O’nu kavrayabiliriz.
g)-Farabi felsefesinde 4 temel fikir
1-Aristo’ya göre Allah
alemin merkezidir ve maddeye şekil verir. Farabi’de ise bunun aksine Allah ile
madde arasındaki ikilik kaldırılmış olup, maddenin zaruretini Allah’tan aldığı
kabul edilmiştir.
2-Aristo’da Allah ilk
hareket ettiricidir ve maddeye mekanik olarak tesir eder. Farabi bu nazariyeyi
tamamen değiştirerek, aynı prensip ile metafizik ile fiziği açıklamaya çalışır.
3-Aristo’ya göre Allah
sadece iyi ve güzel kurallarına göre mekanik bir şekilde ve bilmeden tesir
ettiği halde, Farabi Allah’ın bilgisinin determinizmi ifade ettiğini kabul eder.
Fakat ona göre Allah yalnız küllileri, yani alemlerin kanunlarını bilir ama
tabiatın cüzi hadiseleri ile meşgul olmaz.
4-Aristo’ya göre ilk hareket
ettirici faal akıl veya Allah’tır. Burada faal akıl ile Allah
birleştirilmiştir. Farabi’de ise külli akıl, Allah’tan sudur eden ilk
mahluktur. O Allah olamaz. Çünkü sınırlı yaratıkları meydana getiren şey de
sınırlıdır.
ı)-Farabi metafiziği ve kelamcılar
Farabi, metafizik
görüşlerinde başlıca şu noktalarda kelamcılardan ayrılır:
1-Kelamcılara göre zat vücud
dan önce gelir. Farabi’ye göre vücud ve zat zaruridir yani Allah’ta birbirinin
aynıdır.
2-Kelamcılar, ruh ölmez
olduğu için bedenle tekrar birleşecektir derler. Haşre inanırlar. Farabi bunu
reddeder. O, bu yönü ile meşşai filozofları arasında İslami nasslardan en uzak
olanıdır. Bu yüzden, kendi sistemine has bir din felsefesi kurmak zorunda
kalmıştır.
Farabi ahlak felsefesinde de
kelamcıların aksine aklın bir fiilin hayır veya şer olduğuna hükmetmeye
muktedir olduğunu kabul eder.
i)-Tasavvuf anlayışı
Farabi, tasavvufi izahlarına
psikoloji anlayışı vasıtasıyla ulaşmıştır. Metafizik izahlar tasavvufi hayatı
açıklayamaz. Farabi sisteminde tasavvufa yer vermiş olan ilk filozoftur.
k)-Din felsefesi
Filozof din ile felsefeyi
şöyle mukayese eder: Birşeyi kavrayabilmenin iki yolu vardır. Birincisi,
mahiyetinin akıl ile kavranması. İkincisi de, ona uygun bir misal ile hayal
edilebilmesidir. Kabul ettirme de iki yoldan biri ile olur. Bunlar, kesin delil
metodu ve inandırma metodudur. Şayet bir kimse varlıkların bilgisini elde
ediyor, onların manalarını akıl ile kavrıyor, onları kesin delil vasıtasıyla
tasdik ediyorsa bu bilgileri ihtiva eden ilim felsefedir. Fakat bunlar
kendilerine uygun gelen misaller yoluyla hayal edilerek biliniyor ve buradaki
tasdik inandırıcı metodlarla temin ediliyorsa bu bilgileri içine alan sahaya
eskiler din diyorlar. Felsefe tarafından delil getirilen her hususta din
inanmayı kullanır.
l)-Siyasi ve içtimai görüşleri
Farabi, siyasi düşüncesinde
Eflatun’un devlet görüşünü benimser. Bu görüşü insanları üstün bir hayra
götürdüğü için islami anlayışa daha yakın bulur.
Farabi bilgiye büyük önem
atfederek, insanların ahirette erişecekleri mevki ve mutluluğun bilgi
derecesiyle münasip olacağını söyler. Siyaset nazariyesinde devletin Aydınlar
tarafından idare edilmesi gerektiğini, böylece idare edilenlerin de bilgi
yönünden yükseltileceğini belirtir.
Farabi’ye göre faziletli ve
faziletsiz diye iki türlü toplum vardır. Bunların birincisi yalnız ilimler ve
faziletlilerden oluşur. Aydınlar aristokrasisi tarafından yönetilir. Gerçek
mutluluk bu toplulukta olur. Faziletsiz denilen ikinci toplum gerçek bir
toplumdur.
m)-Farabi okulu: Kendisini hemen takip eden ve tesirini devam ettiren filozoflara Farabi
Okulu denir. Önemli simaları:
m1: Sicistani: Sicistani’nin felsefesinde ağırlık noktayı teşkil eden din ile
felsefeyi uzlaştırma çabası, İslam düşüncesinde kelam ve tasavvufta bazen
çatışmalara bazen de uzlaşmalara sebep olmuştur.
m2: Ebu Hayyan Tevhidi: Felsefedeki öneminin yanında edip, fakih ve sufi
olan Tevhidi, yeni fikirler getirmekten çok, devrinin bütün düşünce hayatını ve
meselelerini toplayıp aksettirmiş olmakla önem kazanmıştır. Tevhidi,
eserlerinde kelam meseleleriyle felsefe meselelerini karşılaştırarak, din ile
felsefe arasında alaka kurmaya çalışmıştır. Ona göre felsefe insanı tevhid
inancına götürür.
m3: İbn Miskeveyh: Filozof olmasının yanında tarih, edebiyat ve tasavvuf meseleleriyle de
uğraşmıştır. Fakat günümüze kadar önemini devam ettirme gücünü kurduğu felsefi
ahlak sistemine borçludur. Farabi’yi izlerken Eflatun ve Aristo’nun
fikirleriyle islamı uzlaştırma gayreti içinde bulunmuştur.
m3a)-Felsefesi Ona göre felsefe akla dayanırken, din münakaşasız bir şekilde emir ve
nehiylere hitab eder. Felsefeden önce bir yer tutan dinin asıl önemi, insanı
küçüklüğünden itibaren yetiştirmesidir. Felsefenin tesiri insan aklını
olgunluğa erişmesinden sonra görülür. Allah’ın zuhurunun şiddetinden dolayı
gizli kaldığını kabul eder. Vahy ile ilhamı birbirine karıştırır, hayvandaki
içgüdüyü vahy diye telakki eder.
m3b)-Ahlak görüşü: İslam dininin hükümleri doğru ve gerçek olarak anlaşılırsa ‘iyi ahlak’
ile tam bir uyun halinde olduğu görülür. Din toplum için bir terbiye
vasıtasıdır. İnsanın terbiye edilmesi gereken 3 melekesi vardır: a)-Alışkanlık:
İnsanın yükselmesini, faziletlerin kazanılmasını sağlar. b)-Taklit: İnsanın
başkalarının tecrübelerinden ve aklından faydalanmasını temin eder. Fakat kötü
taklit insanı en aşağı derekeye düşürebilir. c)- İntibah: Bununla iyi kötüden
tefrik edilir, ahlak yüksek bir şuur derecesine çıkar, tam ve gerçek bilgi
meydana gelir.
m4-İbn Heysem: Daha önce zannedilenin aksine görmeyi temin eden ışık şualarının
gözden çıkmadığını aksine görülen eşyadan göze geldiğini belirttiği gibi, gözün
ve görme olayının izahını da mükemmel bir şekilde yapmıştı.
Ona göre kıyas ve temsil ile
hakikata ulaşılamaz. Bunlar ancak deney yolu ile ispat edilen şeyi başkalarına
anlatmakta faydalı olabilirlerdi. Bu sebeple İbn Heysem, Empirizm ve Tümevarım
metodunun ilk müjdecisi kabul edilir.
3-İbn
Sina
a)-Psikoloji ve ruh görüşü: Psikolojiye dair görüşleri 3 kısma ayrılır:1)-Nefs
ve akıl nazariyesini içine alan tecrübi psikoloji 2)-Aklın mahiyetinden
bahseden rasyonel veya içebakış psikolojisi3)-Tasavvuf psikolojisi
Ruhu 2 delille ispata
çalışır:
1-Vahdet delili: Bütün şuur
halleri ruhta tamamlılığını kazanır.
2-Ayniyyet delili: Bütün
şuur halleri değiştiği halde ruh aynı kalır.
Ruhun bir cevher olduğunu
ispat için onun araz olmadığına dair şu delilleri getirir:
1-Ruh bedenin ölümü ile
dağılmaz, varlığında tek ve aynıdır.
2-Bedenin kemalidir ve onu
meydana getirir. Ruhtan önce beden olmaz.
3-Beden ruh tarafından terk
edilince bir cesetten ibaret kalır.
4-Ruh, melekeleri vasıtasıyla
kendi başına bedene etki eder ve onu korur.
b)-Metafiziğe dair
görüşleri: Maddenin Allah’tan sudur etmediğini söyleyerek, ma’kulata maddeden
üstün bir yer verir ve nefsin önemini arttırır. Nefs, cisimler alemi ile
akıllar alemi arasında mutavassıt bir mertebedir.
Filozof suduru anlatmak için
3 prensibe dayanır:
1-Bir’den yalnız bir çıkar.
2-Maddeden ayrı cevherler
için düşünmek yaratmaya delalet eder.
3-Kendi zatıyla zaruri
olamayan herşey kendisi için mümkün başkası için zaruridir. Sudur, tecelli ve
alemin safha safha Allah’tan çıkışını anlamak, bu prensiplere dayanarak mümkün
olur.
c)-Ahlak ve tasavvufa dair
düşünceleri: Kötülük 3 kısma ayrılır:
1-Zayıflık, bilgisizlik,
yaratılıştaki noksanlık ve eksiklik manasına gelen kötülüktür ki fizikidir.
2-Elem, keder gibi maddi ve
manevi manadaki kötülüktür ki psikolojiktir.
3-Metafizik kötülük. Filozof
buna günah diyor.
Alemde yaygın ve esas olan
iyiliktir. Kötülük, iyilik ihtiyacının bir neticesidir. İbn Sina duyularla elde
edilen lezzetlerin bir hayal olup gerçek olmadığını, gerçek olan lezzetlerin
akli lezzetler olduğunu söyler. Arifler ikinci lezzetlere itibar ederek saadete
ulaşırlar.
d)-Din felsefesi: Filozof
imanın aklı tamamladığını savunur. İman ile akıl arasında 3 çeşit ilişki
düşünülebilir:
1-İman ile aklın sahaları
birbirinden tamamen ayrıdır.
2-İman, aklın kemalidir yani
aklı kuşatır durumdadır.
3-İman, aklı bir fiil olarak
tamamlar.
Bu sebeplerle Farabi’den
ayrılır ve peygamberlere filozoflardan üstün bir değer verir.
İbn Sina’nın din felsefesi
başlıca 4 esaslı noktada toplanır.
1-Yaradılış meselesi
2-Allah’ın bilgisi meselesi
3 - Ahiret meselesi
4- Peygamberlik meselesi
e)-Eğitime dair görüşleri:
İbn Sina, bir hekim olarak, eğitim ve terbiye konusuyla da ilgilenmiş olup
eğitimde örnek olma hususuna dikkat çekmiştir. İnsanın başkalarına ahlaki
eğitim verebilmesi için önce kendinin ahlaklı olması gerekir:
C- İşrakilik
Ve Sühreverdi
Sühreverdi’nin felsefesi
esasları itibariyle Yeni Eflatunculuğa dayanır. Metodu da akıl dışı bir
sezgidir. Çünkü akıl yolu ile hakikate ulaşılamaz.
İşrakilik, Meşşailik ile
tasavvuf arasında bir yer işgal eder. Meşşailerin nazar metodunun aksine zevk
ehli olarak bilinir. Fakat İşrakiler heyecana dayanan taşkınlığı, cezbeyi ve
sekri benimsemezler. Manevi sezgi felsefelerinin esasıdır. Yalnız kalb ve işrak
yoluyla hakikate ulaşılabilir.
Psikolojide son zamanlardaki
metapsişik araştırmalarla İşrakiliğin irrasyonel metodu arasında benzerlik
görülmüştür. Fakat bu metoda İslamdaki müspet ilimler, mantıkçılar ve meşşailer
tarafından daima şüpheyle bakılmıştır.
a) İlim-Ruh ve alem görüşü: Meşşailere göre ilim mahiyeti bakımından mutlak ve
gerçektir. Biz eşyanın hakikatını bilebiliriz. Hakikate ulaşmak için tek yol
nazar ve istidlal yoludur. Sühreverdi buna itiraz ediyor. Nazar ve istidlal ona
göre yalnız eşyanın vasıflarını saymaktan ibarettir. Öyleyse eşyanın mahiyetini
anlamanın tek yolu mükaşefe yoludur.
Sühreverdi’nin alem görüşü
içinde alemin var oluşu meselesi de önemli bir yer tutar. Allah ile alem
arasındaki alakayı mantıki bir izah ile çözmeye çalışan filozof, alemin var
olma sebebini Allah’a bağlar. Nasıl bir B cisminin varlığı A sebebine bağlı ise
A var olduğunda B de vardır. Şu halde Allah ezeli olduğuna göre Alem de
ezelidir.
b)-Nur felsefesi: Sühreverdi’nin felsefesinde vücudun yerini nur ve zulmet görüşü
almıştır. Çünkü o eşyanın ya nur ya da zulmet olduğunu söyler. Bu iki kavram
Aristo’daki madde ve şeklin, güç ve fiilin rolünü oynamaktadır.
c)-Diğer görüşleri: Sühreverdi insanları ıslah için Allah tarafından peygamberlerin
gönderilmesini ve onlara inanmak gerektiğini söyleyerek İslam’a aykırı düşmeyen
açıklamalarda bulunur.
Yıldızları ve felekler
alemini canlı kabul eden Sühreverdi her feleğin nefsinin olduğunu ve kendi
iradesiyle hareket ettiğini söyler.
Sühreverdi hakikatı
arayanları 4 kısımda ele alıyor: 1- Alim derecesine ulaşamamış olan ilim
talipleri 2-Hem felsefeyi hem de ilahi bilgileri bilen hakimler (Phytogas,
Platon ve Sühreverdi) 3- Akli metoda dayanan felsefeye itibar etmeyip yalnız
keşfi bilgileri sayanlar (Hallac..) 4- Keşfi bilgilere ilgisiz kalıp akla
dayanan felsefeyi benimseyenler (Aristo, Farabi, İbn Sina)
4-MAGRİB’DE
FELSEFE
Endülüs felsefesi ana
karakteri içinde şu devrelere ayrılır: 1- İbn Bacce’den önceki devre 2- İbn
Bacce, İbn Tufeyl be İbn Rüşd felsefeleri 3- İbn Rüşd’den sonraki devre
(Endülüs Meşşai
filozofları):
A)-İbn Bacce
Akıllı bir filozof olan İbn
Bacce özellikle Aristo ve Farabi’yi takip etmiş, matematik, astronomi ve musiki
ilimleriyle nazari ve pratik olarak uğraştığı gibi tıp sahasında da üstad
olmuştur.
Felsefe anlayışında Aristocu
olan İbn Bacce, Allah’a ittisali gaye edinmiştir. Bu sebeple de felsefesi
tasavvufi bir mahiyet almış ve işraki karaktere bürünmüştür.
B)-İbn Tufeyl:
O yalnız işraki felsefesini
Magrib’te temsil edip devam ettirdiği meşhur felsefi romanı Hay bin Yeksan adlı
eseriyle tanınır. Eserinde özellikle şu hususlar üzerinde durmuştur:
Önce zamanının filozoflarını
derinden meşgul eden, insan nefsi ile faal aklın ittisalini teemmül yoluyla
halletmek, diğer yandan felsefe ile din arasında bir ahenk bulunduğunu ispat
etmek ve bu ikisini uzlaştırıp birleştirmek suretiyle İslam dünyasında iki
asırdır devam etmekte olan felsefe-din münakaşalarına son vermek. Çünkü, İbn
Tufeyl’e göre akıl eşyanın mahiyetlerine ve bu yoldan Allah’a ulaşmak için kafi
gelir. Bu eserin gayesi ayrıca saf hakikatin ancak pek nadir olan ruhlara
mahsus olabileceğini psikolojik bir problem olarak sunmaktır.
C)-İbn
Rüşd
a)-Mantık ve hakikatin bilgisi:
Mantık bilgisine sahip
olmayan halk daima his aleminde kalır ve hatalara düşer. Bilgilerinin
yetersizliği ve düşünme sistemlerindeki bozukluk sebebiyle de olgunluğa
ulaşamazlar.
b)-İbn Rüşd’ün felsefesi:
Filozof kendinden önceki
filozoflardan ve kelamcılardan “alem daima yaratılmaktadır fakat onun neş’eti
ezelidir.” Fikriyle ayrılmaktadır. Yani bir defada olan yaratılış yoktur. Fakat
her an yenilenen bir yaratılış vardır ve yaratıcı kudret alemi bir bütünlük
içinde idare eder, harekete geçirir. Alem ancak bu kudret ile kaimdir.
Filozof, Kuran’dan bazı
ayetlere isnad ederek, felsefenin din tarafından hoşgörüyle karşılanmaktan
öteye zaruri olduğunu göstermeye çalışır.
c)-Ahlak ve siyaset görüşü:
Filozof, hürriyet ve ihtiyar
konusunda kelamcılara karşı felsefi görüşleri savunarak, insanın mutlak manada
hür ve muhtar olmadığı gibi, yine bu manada mukayyet ve kadere bağlı da
olmadığını söyler.
5-MEŞŞAİ
EKOLE TEPKİ
Gazali: Güçlü bir felsefe tenkitçisi
olduğu kadar, sistematik bir kelamcı, bir fakih, gaye itibariyle tasavvufa
ulaşıp orada karar kılan bir İslam düşünürüdür.
a)-İlimlerin sınıflaması:
Gazali ilimleri ikiye
ayırır.
1-Şer’i ilimler: Bunlar da
tevhid ilmi ve ameli ilimler diye ikiye ayrılır. Bu ikinciler de fıkıh ve ahlak
diye ikiye ayrılır.
2- Akli ilimler: Riyazi ve
mantıki ilimler, tabii ilimler ve metafizik diye 3 kısımdır.
b)-Kelam ilmi:
Kelamda genel olarak
Eşari’yi takip etmiş olan Gazali’ye göre kelam ilminin yetersizliğinin sebepleri
3 noktada toplanabilir: a)-Kelamcılar, islamın akide esaslarını bidat ehline
karşı savunurken, bazen hasımlarının ve felsefecilerin dayandığı mukaddimeleri
delil olarak kullanmışlar ve sonunda bunları kendileri de kabul etmek durumunda
kalmışlardır. b)-Kelamcılar, hasımlarının düştüğü çelişkileri ortaya koyarken,
onların dayandığı fikirlerin yanlışlığı ile uğraşmışlardır. c)- Diğer taraftan
kelamcılar bu ilmin maksadı dışına çıkmışlardır.
c)-Gazali ve felsefe:
El-Munkız’da filozofları 3
kısma ayıran Gazali, onların herbirini islami ölçüler ışığında tahlil ediyor ve
aklı vahiyden üstün tuttuklarından, hakikatten uzak kaldıklarını belirtiyor
a)-Materyalistler: Yaratıcı bir Allah’ın varlığını ve ruhu kabul etmezler.
b)- Naturalistler: Allah’ın varlığını kabul ettiler fakat ruhun ölmezliğini ve ahiret
hayatını da inkar ettiler.
c)- İlahiyatçılar: Temel meselelerde dinden ayrılmaz görünürler fakat Gazali’ye göre
bunların da iman akidelerine uygun olan yönlerinin yanında imanla asla
uyuşmayan tarafları da mevcuttur.
Gazali’nin imanın
prensipleriyle filozofların düşüncelerinin bir birine tamamen zıt olduğunu
belirttiği ve onları tekfir ettiği 3 esas şunlardır: a)- Filozofların, haşrin
beden ile beraber olmayacağı, yani insanın öldükten sonra ruhunun tekrar bedeni
ile birleşemeyeceği ve yalnız ruhların devam edeceği şeklindeki görüşleri. b)-
Allah’ın dünya ve kainata ait teferruatı değil de yalnız külli kanunları
bildiği şeklindeki iddiaları. c)- Alemin kadim olduğu şeklindeki düşünceleri.
İmanı üç dereceye ayırır:
a)- Halkın imanı ki taklit
derecesindedir.
b)- Kelamcıların imanı ki
inceleme ve araştırma sonucu ulaşılan imandır.
c)- Ariflerin imanı ki
hakikatı bizzat yaşar ve herşeyi yakin nuru ile görür.
d)- Ruh psikolojisi: Alemi
bir takım mertebelere ayıran Gazali duyular alemini de mertebelendirir. Bu
alemde unsurlar sahasının üstünde canlı varlıklar yani bitki, hayvan ve insan
yer alır. Gazali canlı varlıklarda üç çeşit ruhun var olduğunu kabul eder:
Nebati, hayvani ve insani ruh.
Ona göre ruh iki şeyden
mürekkeptir. Birincisi kalıptır. Buna beden de denir. İkincisi nefs, ruh veya
kendini iç gözüyle bilen kalptir.
e)- Gazali’ye göre siyaset:
Ona göre siyaset, insanı iyi yola sevk eden bir ilim olan ahlakın yanında yer
alır.
Hükümdarın iki büyük
özelliği ilim ve ameldir. İdareci dünyanın faniliğini, ölümü, Allah’ın ve
peygamberin emirlerini akıldan çıkarmamalıdır. O adil ise Allah’ın, aksi
takdirde şeytanın vekilidir.
6-BAĞIMSIZ
FİLOZOFLAR
A)-Abdullatif Bağdadi: Şüpheci ve tenkitçi bir düşünürdür. Felsefeyi İbn
Sina ve Gazali’nin eserlerinden tanımıştı. Sühreverdi ve İbn Meymun gibi
filozofların zayıf yönlerini tartışma konusu yaptı.
B)-Nuşencani: Felsefede daha çok İbn Miskeveyh gibi ahlak problemi ile
ilgilenmiştir. Ona göre ilmin hedefi ahlak, felsefenin en esaslı konusu ise
insandır. Bilgiye kaynak olarak duyuları esas almıştır. Allah ve nefsimiz
hakkında olmak üzere iki çeşit bilgi kabul eder.
C)-Ebu’l-Berekat Bağdadi: Kendinden önce geçen felsefi ekollerin temel
fikirlerini açıklayan bir filozof olmasına rağmen daha çok kelamcı olarak
tanınmıştır.
D)-İbn Haldun: 14. yy.ın fikir hayatında doğuda ve batıda ilk tarih felsefecisi,
kendisinden 5 asır sonra kurulacak olan sosyolojinin habercisi olarak tanınır.
a)-İlimler tasnifi: Düşünür
ilimleri akli ve nakli olarak 2’ye ayırmıştır.
1-Akli ilimler: a- Mantık
b-Ta’limi ilimler c-Tabi ilimler d- İlahiyat
2-Nakli ilimler: a- Tefsir
ilmi b- Kıraat ilmi c- Hadis ilmi d- Fıkıh ilmi e- Usul-ü Fıkıh (ve feraiz) f-
Kelam ilmi g- Tasavvuf ilmi h- Rüya tabiri ilmi ı- Lisaniyat ( lügat, nahiv,
edeb)
7-İSLAM
FELSEFESİNİN TESİRLERİ
8.YY. dan itibaren tercüme
yoluyla özellikle Grekçe’den, kısmen de Süryanice, Sanskritçe, ve Pehlevice’den
yapılan tercümelerle Arapça bir ilim dili ve bir ilmi bilgi hazinesi haline
gelmiş, eski bilgiler, yeni araştırmalar ve orijinal buluşlarla
zenginleşmiştir. Yani bu toplulukta ilmi bilgi sadece zenginleşmekle kalmamış,
o zaman karanlık çağda bulunan Avrupa’ya ve dünyanın bütün diğer bölgelerine
nazaran islam dünyasında büyük bir bilgi üstünlüğü sağlanmıştı.
İslam felsefi düşüncesinin
batı Hristiyan dünyasına intikalinde, onun yüksek seviyesinin oynadığı rolün
yanında bir diğer unsur da, hemen bütün ortaçağın en mühim bir problemini
teşkil eden akıl-iman, diğer bir deyişle din ile ilmi uzlaştırma meselesinde
İslam felsefesinin geniş çalışma ve tecrübelerinden Hristiyan dünyasının da
yaralanma arzusudur da denebilir.
İslam ilim ve felsefesinin
batı alemine intikali ve tesirini üç önemli şekil içinde şöyle özetleyebiliriz:
1-İtalya, İspanya ve
Fransa’dan birçok öğrencinin bu ülkelere yakın bulunan İslam medreselerinde
ilim tahsili yapıp, bir süre sonra kurulacak olan Batı üniversitelerine
öğretici namzeti olmaları.
2-Buralarda Aristo’nun
Arapça’dan tercüme ve şerh edilen eserleri ile felsefenin Batıya nüfus etmeye
başlaması.
3-İslam ilmi ve felsefesi,
İtalya yolu ile Fransa’ya ve diğer Batı ilkelerine girmişti. 13.yy. başlarında
yeni üniversitelerin kurulmasıyla İslam felsefesinin tesiri İngiltere ve
Almanya’ya kadar ulaştı.
Yazar : Dr. Necip TAYLAN
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder