ORTA ASYA TÜRK HIRİSTİYANLIĞI
Orta Asya'da hıristiyanlığın varlığının incelenmesi, 19. yüzyılın sonlarına doğru bazı Avrupalı araştırmacıların atılımlarıyla olmuştur. Bu araştırmacıların en önemlileri Von Harnack ve Sachan'dırlar.
Birincisinin yapıtı "Die Entwicklung des Christiadums", ikincisininse "Die Gesichte des Manichoer"dir.
Elimizde bulunan tarihsel verilere göre Hıristiyanlık inancı Orta Asya'da İsa'nın 2. yüzyılının sonunda yayılmaya başlamıştır. Hıristiyanlığın Batı Kilisesinin babalarından olan ve Kutsal Kitabı Latinceye çeviren Eren Jerom (4. yüzyıl), kendisinin kaleme aldığı "Latin Patrolojisi"nin 12. cilt, 870, sayfasında yer alan 107. mektubunda şöyle demektedir.
"Hunlar (Türkler) Zeburu öğrenerek, Schythiade'nin kargılarını, inancın sıcaklığıyla eritiyorlar".
Dünyaca ünlü bu kilise düşünürünün bu sözleri Schytiade'de, yani günümüz Azerbaycan yöresindeki Türkler arasında hıristiyanlığın yaygın olduğunu göstermektedir. Yazar bu sözlerini, Kuzey doğusu Asya havasının sertliğine karşı, inanan sıcaklığını göstermek için söylemektedir. Bu arada şu ek bilgiyi de göz önünde tutarak tarih akışı içindeki ilerlemeleri ele almalıyız, şöyle ki Orta Asya'daki hıristiyanlığın ekolü Nestoryen olup, genellikle Nestor inancı doğrultusundaki hıristiyanlık yaygın bir durum göstermiştir burada.
Buna bağlı olarak Orta Asya Türklerinin bağlı oldukları Bağdat Nestoryen Patrikhanesi evrakları da bu konuda bizlere ışık tutar niteliktedirler. Bu Patrikhanedeki evraklar özel olarak, Manchester John Rylands kitaplığı el yazmaları koruyucusu ve aynı kent üniversitesi Arapça öğretmeni Alphonse Mingana'ca ele alınıp araştırılmış ve kitap halinde yayınlanmıştır.
Kitabında şöyle bir bölüm dikkat çekicidir.
"Yazgının bir alayı olarak "Türk" sözcüğü, "Müslüman" sözcüğünün anlamdaşı olarak tanınmıştır Avrupa'nın çağdaş dillerinin sözlüklerinde: Oysa Anadolu, üstelik İstanbul Türklerinin ataları, Hz. Muhammed'in doğumundan önce etkin hıristiyanlardılar".
Nestoryen bu verilerin dışında Süryani kökenli verilerin de Orta Asya Türk hıristiyanlığı konusunda ışık tutar nitelikli olduklarını çekinmeden söyleyebiliriz. Söz konusu kişi, Edessa (Urfa) doğumlu Bardesane olup, İ.S. 210 yıllarında yaşamış Süryani asıllı bir tarihçidir. Bu kişinin İ.S. 196 yıllarında Hazar denizinin güney batısında bulunan Gılani, Bactrian ve Oksus yörelerinde ve daha kuzeydeki Hindikuş Hıristiyanlarına yönelik şöyle bir önerisi vardır.
"Gılanilerle Bactrianlar yanında bulunan hıristiyan kız kardeşlerimiz, yabancılarla ilişkide bulunmasınlar".
Bardesan'ın bu önerisi İ.S. 196 yıllarında olduğuna ve İslamlığın çıkmasına daha 500 kadar yıl varken, putataparlığın egemen olduğu Türk topraklarındaki hıristiyan genç kızlara yönelik bu önerinin, o yörede hıristiyanlığın bulunduğunun bir başka kanıtıdır.
Yine Süryani yazını kökenli bir başka bulgu da bizlerin dikkatini Orta Asya hıristiyanlığına" çevirmektedir. Bu belge de Londra British Museum'da bulunan ve Süryani yazınının bir el yazmasından alıntılar içeren, ek olarak da İ.S. 5-6 yüzyıl tarihli "Havariler Felsefesi" adlı belgedir. Bu belge ilk kez 1864 yılında M. Cureton'ca yayınlanmış olup, bunun 34-35. yapraklarında Addai adlı hıristiyan tinsel önderin öğrencilerinden Haggay adlı misyonerce atanan dinsel önderlerin, İsa'nın 2. yüzyılı başlarında ve ortalama 120-140 yıllarında, Gılanilerle, Gog ve Magog ülkesinde hıristiyanlık etkinliklerinde bulunduklarını ortaya koymaktadır.
"Gog ve Magog" sözcükleri Tevrat ve İncil'de geçmekte, ayrıca Kuran'da da "Yecüc ve Mecüc" şekliyle yer almaktadır.
12.yüzyılda yaşamış olan Antakya'lı Süryani rahip Yakubi, kendi yazdığı Vakayinamesinde bu konuya değinir ve Türk ırkı konusunda şöyle bir yorumda bulunur.
"Turkaye milleti Yasef soyuna dayanır, çünkü bunların soyları Magog'dan gelmektedir."
İ.S. 644 yıllarında Merv metropoliti Elizah Türklerin pek çoğunu hıristiyanlığa çevirmiştir, Süryani belgelerinde şu öykü aktarılmaktadır.
"Oksus yöresinin padişahı, düşmanına karşı savaşmak için yola çıktığında kar fırtınasına yakalanarak yolunu yitiriyor.
Yolda Episkopos Elizah'a raslıyor. Bu sonuncusuysa bir çarmıh simgesi yaparak fırtınayı durduruyor. Böylece padişah kolaylıkla düşmanını yeniyor. Çok etkilenen padişah hıristiyanlığı benimseyip yanındakilerle birlikte vaftiz oluyor".
Bu metin İ.S. 680 yıllarında yazılmış olup, bundan çok sonraları yani 781 yılında Nasturi Patriği Timothe, bir başka Türk Hanının da tüm halkıyla birlikte hıristiyanlığı benimsediğini Marunilere yazarak şöyle diyor.
"Türklerin padişahı, ülkesinin tüm halkıyla putataparlığı bırakarak hıristiyan oldu".
Aynı patrik Rabban Serge'ye yazdığı mektubunda Türkler için bir episkopos kutsadığını, Tibetliler için de kutsayacağını belirterek şöyle diyor:
Üç günde, Kutsal Ruh Türkler için bir metropolit kutsadı, Tibetliler için de bir başkasını hazırlamaktayız".
Sözü geçen patrik yine Rabban Serge'ye yazdığı bir başka mektubunda da, pek çok rahibin İncil'i yaymak için Hindistan, Çin ve Türkeli'ye gittiklerini kaydediyor. Bu konuyla bağıntılı olarak Thomas da Marga da mektuplarının birinde şu sözlere yer veriyor:
"Bize verilen bilgiye göre Patrik Timothe, iletişimde bulunduğu Türk ve öbür kağanları hıristiyanlığa çevirmiştir".
Thomas da Marga İ.S. ortalama 840 yıllarında yaşamış, Patrik Timothe'yse 823'de ölmüştür, yani çağdaştırlar. İslamın hicret çağındaki bu gelişmeler içinde islam dininin Orta Asya'ya daha girmemiş olduğu da gerçeğin bir başka yanıdır.
Bundan iki yüzyıl sonraysa Merv metropoliti Addiş-ho, Bağdat patriği Yuhanna'ya, Orhun ırmağı ve Baykal gölü yörelerinde yaşayan Keraits'ler padişahının 200.000 nüfusla birlikte hıristiyanlığı benimsediğini bildiriyordu.
Ab'ul-Farac olarak da bilinen Bar Hebraeus yazılarında, Türk ırkından olan Samarkant metropolitinden sözetmişti.
Aynı tarihçi, kitabının bir başka yerinde de, İ.S. 1281 yılında Katolikos Mar Denha'nın Bağdat'a giderken hastalandığını ve aynı yılın 24 Şubatında öldüğünü yazar. Ölmeden önce Kubilay Han'ın buyruğuyla Çin'den iki Uygur (Türk) rahibinin Yeruşalem'e tapınmak için geldiklerini, ileriye gitmek için araç bulamadıklarından Mar Denha'nın yanında konukladıklarını, Mar Denha'nın düşmanı olan Bar Kaligh'in Çin'e gitmesine engel olmak için de, yanında konuk kalan bu iki Türk hıristiyan rahibinden birini Çin'e metropolit olarak atadığını ve ona "Yahbh-Allaha" adını verdiğini, bu iki Türk rahibinin Çin'e dönecekleri sırada Mar Denha'nın öldüğünü, Emir Asmut'un Hanlar Hanı'na Yahbh-Allaha'dan sözederken şunları söylediğini kaydediyor:
"Hıristiyanlar onu katolikos olarak getirmek istiyorlar. Bağdat halkı da ırk ve dil bakımından Moğollara yakınlığı nedeniyle onu istemektedirler. Çünkü ondan yardım göreceklerdir".
Bundan sonra Uygur - Türk hıristiyanı olan Yahbh Allaha'yı Katolikos atamak ve kutsamak için gerekenler yapılmış ve 24 episkoposla birlikte yola çıkılmıştır.
İ.S. 2. yüzyılın sonlarında başlayan Orta Asya Türk Hıristiyanlığı, bu başlangıç çağından bir süre sonra, yani 3. yüzyıldan başlayarak, Maniheizm inancıyla koşut (paralel) olarak Türkler arasında yayılmaya başlamıştır. Bu arada Zerdüşt inancı da egemen olmaya yüz tutmuştu. Bunun doğal sonucu olarak Türkler arasında Maniheizm inancını Hıristiyanlık ve Zerdüşt manayla uyuşturmak düşüncesi de ortaya çıkmıştır. Şunu da bilmekte yarar vardır ki Maniheizm Orta Asya'da Hıristiyanlıktan çok önceleri yayılmıştı. Dinlerin bu çokluğu sonucu Türkler arasında inanç ve dil farklılıkları da kendisini gösteriyordu. Maniheistler kendi alfabelerini kullanırken, Hıristiyan Türkler de Süryani yazısını kullanmaktaydılar. Bunların yanısıra Soğd yazısıyla yazılmış bazı Mani ve Hıristiyan metinlerine de raslamak olasıdır.
Bunun dışında bazı Türk maniheist metinlerin her iki dil ile yazılanlara da raslanıyor, bu dillerden biri "Mani" öbürü de "Ulusal Soğdca"dırlar. Bu iki yazıların dışında maniheistler, tapınış kitaplarının bazısında Uygur yazısını da kullanagelmişlerdir.
Uygur Türkleri arasındaysa, sırasıyla Maniheizm, Budizm ve Hıristiyanlık 10. yüzyılda güçlenmeye başlamıştır.
İslam dininin yayılışının başlangıcına dek, Hıristiyanlık inancının Orta Asya Türk'leri arasında yandaşları çoktu. Hıristiyanlık inancı Orta Asya'da salt Uygur Türkleri arasında değil, Peçenek ve Oğuz'ların arasında da yayıldığına ilişkin pek çok tarihsel belirtiler vardır. Peçenek Türklerine daha sonra değineceğimizden, kısaca Oğuz Türklerine değinelim.
OĞUZLAR (Uzlar)
İ.S. II. yüzyıla doğru Musevi-Türk devleti olan HAZAR DEVLETİ'nin çöküşünden sonra, İdil ırmağı üstünden geçen Oğuzlar, soydaşları olan Peçeneklerle mücadele etmişler, onları kovalayarak Balkanlara dek varmışlardır. Bunun sonucu Bizans da Türk akınları karşısında payına düşeni almıştır. Ancak burada bizleri ilgilendiren göç ve kovalama davranışı içinde bulunan Oğuz Türklerinin, İslam din ve uygarlığıyla hiç ilişki içinde olmadıklarıdır. Buna göre 13. yüzyılda yaşamış olan Zekeriya Kazvini, kendisinden önceki zamanlardan kendisine varan bir söylentiye dayanarak Oğuzlar arasında Hıristiyanlığın bulunduğunu kaydetmektedir.
Oğuzların ilk önce Hıristiyanlıkla, daha sonra da İslamlıkla tanışmış olmaları, onların sıkı bir ticari ilişkide bulundukları uygar saha olan "Harizm" aracılığıyla olanaklı oluyordu. Harizmlilerin içinde de hıristiyanların bulunduğunu yine II. yüzyıl Harizm alimlerinden Biruni bizlere bildiriyor.
Şu ana dek Orta Asya Türk Hıristiyanlığına ilişkin açıklamalarımızda özellikle Nasturi mezhebinden söz ettik, çünkü erken çağlardan başlayarak egemen olan ekol buydu. Ancak şimdi hıristiyanlığın bir başka mezhebini de konumuza sokuyoruz, bu da "Bizanten-Ortodoks" mezhebidir.
Bunun nedeni olarak da Harizm ve Oğuz Türklerindeki hıristiyanlığın öz yapısını söz konusu ediyoruz. Çünkü şu konu dikkate alınmalıdır ki, Harizm ve Oğuz Türk Hıristiyanları, İran ve Türkistan Hıristiyanları gibi Nasturi değil, Ortodoks inancını benimsemiş hıristiyanlardılar.
Zaten konumuzun akışı içinde ve sonucunda "Türk-Ortodoks Hıristiyanlığı" kavramına varacağız.
Orta Asya Türk Hıristiyanlığı için önemli bir kaynak olan "Sources Syriaques'i de göz ardı edemeyiz. Sachan, bu yapıtı 1925'te "Abhandhingen d. Preuss. Akad. d. Wiss" adıyla Almancaya çevirmiştir. Bu yapıtta da Hıristiyanlığın Orta Asya'ya yayılışına ilişkin geniş bilgiler veriliyor.
Sachan, bu yapıtı içinde tanınmış Arbela Kroniki'ni araştırmaktadır. Bu kronik, aynı yayın içinde yar alan "Zur Aubsieitung des Christendums" adlı araştırmanın ana kaynağıdır.
Hıristiyanlığın Orta Asya'ya yayılmasıyla, doğal olarak hıristiyan topluluğun salt "organizm" değil, "organizasyon" olarak da özyapılanması söz konusu olmaktaydı. Bunun doğal sonucu olarak da gözetmenlik (episkoposluk) ve metropolitlik orunlarının (makam) görülmeleri doğaldır. Buna bağlı olarak Samarkant metropolitliğinden daha önce söz ettiğimiz gibi, bununla birlikte üç metropolitlik orununun kurulduğunu, bunlardan ikincisinin Kaşgar, üçüncüsünün de Tankut metropolitlikleri olduklarını burada belirtebiliriz.
Bunlardan Samarkant orunu, önceleri sade bir episkoposluktu ve tüm Buhara kazalarını içeriyordu. Daha sonraları Nasturi Patrik Sliba-Zkla'ca (İ.S. 712-728) metropolitlik aşamasına yükseltilmiştir.
Bu metropolitlikler yanında tarikat düzeyiyle birlikte yaşayan dinsel kişilerin varlıkları da yadsınamaz. Buna bağlı olarak Süryani Patriği Timothe, mektuplarında Orta Asya'daki Türk ırkı rahiplerinin kurdukları tarikattan da söz etmektedir.
Kaşgar metropolitlik orununa gelince, Patrik Eliza'nın İ.S. 1170-1190 yıllarında, bu tinsel orun için 1180'de bir episkopos kutsayarak atadığı, bunun ölümünden sonra da "Sabris-ho" adlı bir başka dinsel kişiyi, aynı orun için episkopos olarak kutsayıp atadığını bir başka tarihsel veriden anlıyoruz. Tankut metropolitlik orunuysa Çin'de bulunmakla birlikte gerçek Türk soyundan gelen hıristiyanlara da hizmet veriyordu.
Bu orunsa 790 yıllarında metropolitliğe yükseltilmiştir. Tibet Hıristiyanlarının da bu tinsel orun yetkesi içinde olduklarını biliyoruz. Ayrıca Orta Asya Hıristiyanlığıyla tarih bilimine ışık tutan tanınmış "Singnan-fu" anıtı da bu metropolitlik sınırları içinde yer alıyordu.
Kaynaklara göre İsa'nın 11 . ve 12. yüzyılları, Hıristiyan inancının Orta Asya'ya yayılması çabaların harcandığı yüzyıllardır. Türkler yanında birçok Moğol topluluklarının, bu yüzyıllar içinde Hıristiyanlığı benimsedikleri bilinmektedir. Moğolistan'ın içinde oturan Naymanlar ve Kereitlerin de hıristiyanlığı benimsediklerini de, Prof. Peliot'un bulgularından öğreniyoruz.
Barthold'a göre Cengiz Han, Naymanların ülkesinde bunların bir Uygur tamgacısına rastlamış ve ondan Uygur, A,B,C'sini öğrenmiştir.
Bunun sonucu olarak hıristiyanlığı yayma etkinliklerine Uygur Türklerinin özellikle katıldıkları anlaşılıyor.
Yedisu vilayetinde, Çu ırmağı yöresinde yer alan Süryanice ve Türkçe yazılı hıristiyan anıtlarının varlığı bugüne dek araştırma konusu olmuşlardır. Bunların 13. ve 14. yüzyıllara ait oldukları sanılmaktadır. Bunlar üstüne araştırmalarda bulunan Rus Akademisi üyelerinden Kokovcov, Yedisu hıristiyan anıtlarını, Turfan hıristiyan yapıtlarıyla karşılaştırarak, Turfan hıristiyanlarının Yedisu hıristiyanlarına göre daha uygar olduklarını, buradaki hıristiyanların birbirlerine etkilerinin Turfan'dan Yedisu'ya, yani doğudan batıya doğru olduğu sonucuna varıyor. Yedisu'da bulunan hıristiyan gömüt taşlarında "II" yerine, "bir 20", yani Orhun yazıtlarında ve Uygur metinlerinde kullanılan geleneğin var olmasından, Yedisu hıristiyanlarının da Uygur Türkleri oldukları sonucu çıkmaktadır.
Uygur hıristiyanlarının merkezi Turfan'ın doğusundaki "Bulayık" kasabası olmuş ve burada hıristiyanlıkla ilgili birçok yazma yapıtlar bulunmuştur . Bunlar sırasıyla Süryani, Soğd ve Türk dilleriyle yazılmış yapıtlardır.
Orta Asya'ya ilişkin toplumsal ve siyasal bakışlar açısından ele alınan hemen hemen tüm bilimsel yapıtlarda az ya da çok, Hıristiyan Türklere değinen bölümler bulmak olasıdır.
E.H. Parkir'in bir yapıtında Tzsi adlı bir Türk generalin öyküsü bulunuyor. Bu general, Maryoncho adlı bir başka generalin yardımıyla Amreshar başkaldırmasına karşı çıkarılan güçlerin komutasını ele alıyor. Generel Maryonc - ho'ysa Çin-Moğol güçlerinin önderi olarak Cathayan'lara karşı savaşı yönettikten sonra, kendi buyurmanı olan Çin imparatoruna karşı kendisi başkaldırıyor. Bu Türk generalinin Nasturi Hıristiyan olduğu kaydediliyor.
Diyarbakır Kıldanileri episkoposluğu kitaplığında Gana-tu-Uriyang (Hıristiyan Uygurlar) padişahı Corc'un kızkardeşi olan Orangul Sultan için Süryanice yazılı İncil yaprakları bulunmuştur.
Blocket de ve 13. yüzyılda "Yrıyan-gakit" denilen Hıristiyan Türklerin ne denli çoğaldıklarını yapıtında belirtiyor.
Aynı tarihçi kendi yazdığı "Catalogue Persan des Manuscripts de Paris" adlı yapıtında, 1374 yıllarında Samarkant'ta Türkçe olarak yazılmış olan bir Nasturi dua kitabından da söz ediyor.
Psalty'ye göre Orta Asya kökenli ve öz Türkçeyle yazılmış birçok Türk yazını örnekleri de vardır. Bunlar 4. yüzyıla dek çıkmaktadır. Tarihçi bunlardan bazılarını şöyle sunuyor:
12.yüzyılın sonlarında Hive Hanı olan Süleyman Bekir Han, Nasturi yazılarından esinlenerek Meryem Ana'nın ölümüne ilişkin bir şiir yazmıştır. Şiirin öz Türkçe yazılmış olması dikkat çekicidir.
İ.S. 523 yılında Paphlagonia'nın Gangra kentinde ölmüş olan ve Philoxenus adıyla tanınmış olan Nabbug episkoposu Akhsua'ya dayandırılan bir Süryani dokümanında, Hıristiyan Türklere ilişkin çok anlatımlar vardır. Sözü geçen dokümanın ilk bölümünde Türklerin eski boş inançlarından, ikinci bölümündeyse hıristiyanlığın etkilerinden söz edilmektedir.
Ayrıca bu dokümanda dört Türk-Hıristiyan önderinin adları da geçmektedir. Bunlar sırasıyla: Gawirk, Gark, Tasahs ve Langu'dur. Dokümanın içinde bu dördünün yaşadıkları ülkeye "Sorikon" denilmiştir. Ülkenin sınırında Karagur adlı bir kentin bulunduğunu anlıyoruz .
Kaydedilen dokümandaki bu dört Türk-Hıristiyan önderin yaşadıkları çağı saptamak da, bu konuda yetke sahibi bilim adamlarına düşmektedir. Bazı bilim adamları Saoki olarak bilinen Hıristiyan Uygurlarla, önceden sözü edilen Hıristiyan Türk Generali Tzsi'nin çağdaş olduklarını ileri sürmektedirler. Ayrıca bu Türk Hıristiyanlar, her ne kadar şeklen hıristiyan inancını benimsemişlerse de, günlük yaşam ve görenekleri pagan soydaşlarından pek ayrıcalıklı değildi. Kullandıkları genel dil Çağatay dialekti olup, bunun böyle olduğunu, kullandıkları tinsel ezgi (ilahi) kitaplarının içeriğinden anlaşılmaktadır.
Bu kitaplara ilişkin herhangi bir bulguya daha rastlamadığımızı burada belirtiyoruz. Ancak bu konuda çalışmalarımızı sürdürmekte kararlıyız. Konumuzun bu ilk bölümünü bitirmeden önce, Psalty'nin şu görüşünü de yansıtmak istiyoruz. Ona göre, birçoklarının "Tatar" olarak bildikleri Hıristiyan Türkler genellikle çadırlar altında yaşamaktalar ve kendileri gibi soydaş olan hıristiyan rahipleri, diakonları ve keşişleri vardır. Sayıları da 400.000 kişi kadardır.
YAKUP AYGİL
HIRISTİYAN TÜRKLERİN KISA TARİHİ