25 Kasım 2023 Cumartesi
24 Kasım 2023 Cuma
23 Kasım 2023 Perşembe
İLMİHAL-8 / NAMAZ-3
NAMAZA AYKIRI DAVRANIŞLAR
Bir müslümanın namaz esnasında, namazın farz, vâcip, sünnet ve âdâbını en iyi şekilde yerine getirmeye gayret etmesi ve bu ibadetin mâna ve gayesine aykırı her türlü davranıştan da kaçınması gerekir. Namaza aykırı davranışlar, bu aykırılığın derecesine göre namazın mekruhları ve namazı bozan şeyler şeklinde ikili bir ayırım içinde ele alınır.
A) NAMAZIN MEKRUHLARI
Namazda yapılması hoş karşılanmayan davranışlara "namazın mekruhları" denir. Genel olarak namaz için öngörülmüş bulunan biçimsel yapıya aykırı olan davranışlar ile namazın gerektirdiği saygı, tâzim, tevazu, boyun bükme ve sükûnet haline de aykırı olan ve namazda kalbi meşgul edecek ve insanı ibadetin gerektirdiği kalp huzurundan ve huşûdan alıkoyacak davranışlar mekruh sayılmıştır. Namaz esnasında elbiseyle veya vücudun bir yeriyle oynamak gibi namazla ilgisi olmayan ve onunla bağdaşmayan bir hareketin yapılması mekruhtur. Çünkü bu şekildeki davranışlar namazın biçimsel yapısına aykırıdır ve aynı zamanda namazın gerektirdiği saygı ve tâzim vaziyetiyle de bağdaşmamaktadır.
Bunun yanında namazın vâciplerinden ve sünnetlerinden birini terketmek de mekruh sayılmaktadır.
Namazın vâciplerinden birini, meselâ Fâtiha sûresini okumayı kasten yani bilerek ve isteyerek terketmek tahrîmen mekruhtur. Bir vâcibin terkedilmesi sebebiyle tahrîmen mekruh olan bu namaz esas itibariyle sahih yani geçerli olup kişiden namaz borcunu düşürür ise de iade edilmesi yani yeniden kılınması vâciptir.
Namazın sünnetlerinden birini, meselâ Sübhâneke okumayı, rükû veya secdelerdeki tesbihleri kasten terketmek mekruhtur. Namazın sünnetlerinden birini terketmek, genel olarak tenzîhen mekruh olmakla birlikte, tenzîhen mekruh sayılan şeylerin bir kısmı tahrîmen mekruha yakındır. Meselâ müekked bir sünneti terketmek, bir vâcibi terketmek derecesine yakın bir mekruhluğu (kerâhet) ifade eder. Müstehap (mendup) olan bir şeyi terketmek ise mekruh olmayıp daha iyi ve faziletli olanı terketmek (terk-i evlâ) sayılır.
Namazda mekruh sayılan şeyler şunlardır:
Bir zararın giderilmesi veya namazın tamamlanması amacı olmaksızın namaz dışı bir davranışta bulunmak. Meselâ alnın secde mahalline yerleşmesini engelleyen sarık vb. şeyleri çekmek namazın tamamlanması amacı taşıdığından ve akrep gibi zararlı hayvanları öldürmek de bir zararın giderilmesi amacı taşıdığından mekruh sayılmamıştır. Buna karşılık parmak çıtlatmak, giysisinin kolunu kıvırmak, bunu gerektiren bir özür olmadığı halde -peş peşe olmamak üzere- birkaç adım yürümek, sinek vb. haşeratla meşgul olmak gibi davranışlar mekruhtur. Namaz dışı davranış amel-i kesîr boyutuna varırsa namaz bozulur.
Namaza ilişkin fiilleri özürsüz yere, namazın sünnet ve âdâbına uymaksızın yerine getirmek. Meselâ bir özrü olmaksızın duvar, direk, baston vb. bir şeye hafifçe yaslanmak; daha dizleri yere koymadan elleri yere koymak, secdeden kalkarken dizleri ellerden önce kaldırmak; oturuşlar esnasında bağdaş kurmak veya dizleri dikmek; kıyam esnasında elleri yana bırakmak; erkekler için secde esnasında kolları tamamıyla yere yapıştırmak böyledir.
Kıyam, rükû ve secde aralarındaki tekbir ve zikirleri kendi yerlerinden sonraya bırakmak. Meselâ kıyamdan rükûa vardıktan sonra "Allahüekber" demek, rükûdan doğrulduktan sonra "Semiallahu limen hamideh" demek mekruhtur. Rükû tekbiri alınmaya ayakta iken başlanmalı, rükûa varırken bitirilmelidir. Söz ile fiil eş zamanlı olmalıdır.
Namazda esnemek, gerinmek ve boğazı açıyormuş gibi yapmak. Mümkün olduğunca esnemeyi önlemeye çalışmalı, esnemek durumunda kalınca sağ el ile ağzı kapatmalıdır. Nezle vb. sebepten burnu akan kişi, burnunu mendille siler. Grip olan kişi de öksürecek olduğunda ağzını eliyle veya mendiliyle kapatmalıdır. Bu durumda olan kişilerin mescide gelmeleri de mekruhtur.
Namazda iken verilen selâmı el veya baş işaretiyle almak. Tahrîmen mekruh olan bu fiille kimilerine göre namaz bozulur.
Namazda huşû halini artırmak veya uygunsuz bir şeyi görmekten sakınma gibi bir amaç olmadıkça gözleri yummak, gözleri sağa sola veya aşağı yukarı çevirmek, başı hafifçe bir tarafa çevirip bakmak.
Abdesti sıkışık olduğu halde namaz kılmak. Hz. Peygamber sıkışık durumda olan veya yemek hazırken namaza duran kişinin namazının faziletinin tam olmayacağını belirtmiştir (Müslim, "Mesâcid", 67).
Elbise, vücut veya namaz mahallinde namazın geçerliliğine engel olmayacak miktarda necâset bulunduğu halde namaz kılmak. Dinen necis sayılmamakla birlikte kirli elbise ile namaz kılmak da mekruhtur.
Temiz olmayan şeylere karşı ve bunların yakınında, kişinin kendini ibadete vermesini engelleyecek ve zihni meşgul edecek yerlerde namaz kılmak. Ateşe ve puta tapma inancını çağrıştırması düşüncesinden hareketle ateşe, insan veya hayvan tasviri bulunan resim ve heykele karşı namaz kılınması mekruh sayılmıştır. Aynı şekilde bir insanın yüzüne karşı namaz kılmak da mekruhtur.
Başkasına ait bir yerde veya başkasına ait bir elbise içinde, sahibinin izni ve razılığı olmaksızın namaz kılmak.
Dişlerin arasında kalmış yutulması namazı bozmayacak miktardaki yiyecek kırıntısını yutmak. Yutulan şey nohut tanesi büyüklüğünde olursa namazı bozar.
Cemaatle namaz kılınırken, imamdan önce rükû ve secdeye gitmek veya ondan önce rükû veya secdeden doğrulmak. Bu davranışın muktedînin namazını bozacağı, imamdan önce rükû ve secdeden başını kaldırmış kişinin rükû ve secdeye geri dönüp imamla birlikte hareket etmesi, aksi halde o rek`atın eksik kalacağı ve sonradan tamamlanması gerektiği, bu da yapılmazsa namazının bozulmuş olacağı görüşleri de mevcuttur.
Namazda kıraate ilişkin mekruhlar daha ziyade kıraatin sünnetlerinden birinin terki sebebiyle olur:
İkinci rek`atta birinci rek`attan daha uzun okumak böyledir.
Bir rek`atta bir sûrenin iki kere okunması veya farz namazlarda ilk iki rek`atta Fâtiha'dan sonra aynı sûrenin okunması mekruhtur; nâfile namazlarda mekruh değildir.
Fâtiha'dan sonra sürekli olarak belirli bir sûrenin okunması, başka sûrenin okunmaması mekruhtur.
Fâtiha'dan sonra okunacak sûrelerde Kur'an'daki sıraya uymamak, meselâ birinci rek`atta Kevser sûresini okuduktan sonra ikinci rek`atta Fîl sûresini okumak mekruhtur.
B) NAMAZI BOZAN ŞEYLER
Namazın rükünlerinden veya şartlarından herhangi birinin eksikliği durumunda namaz bozulur. Namazın bozulmuş olacağı fâsid veya bâtıl tabirleriyle ifade edilir. Rükün ve şartların eksikliği dışında ayrıca kaçınılması, yapılmaması gereken bazı durum ve davranışlar vardır ki, bunların hepsine birden "müfsidât-ı salât" (namazı bozan şeyler) denir.
Namazı bozan şeyler şu şekilde gruplandırılabilir:
1. Namazda konuşmak.
Namazda gerek bilerek gerekse yanılarak veya yanlışlıkla konuşmak namazı bozar.
Konuşmak, birine seslenmek, hitap etmek şeklinde olabileceği gibi birine selâm vermek, merhaba demek, verilen selâma sözlü olarak karşılık vermek veya aksırana "yerhamükellah" veya "çok yaşa" demek şeklinde de olur. Bu gibi durumlarda namaz bozulur. Bunların bilerek, isteyerek yapılması ile yanılarak veya yanlışlıkla olması arasında fark yoktur. Namaz kılarken, namazda olduğunu unutarak, dalgınlıkla birinin selâmını diliyle, meselâ "aleykümü's-selâm" diyerek almak namazı bozar. Hz. Peygamber'in ismi anıldığında salavat getiren kimsenin de namazı bozulur. Aynı şekilde cevap kastıyla Kur'an'dan bir âyeti okumak da insanlarla konuşma kapsamına gireceği için namazı bozar. Meselâ iyi bir haber duyduğunda "el-hamdülillah", kötü bir haber duyduğunda "İnnâ lillahi ve innâ ileyhi râciûn", hayret verici bir şey duyduğunda "sübhânellah" ve girmek için izin isteyene girmemesini anlatmak üzere "Tilke hudûdullâhi felâ takrebûhâ" (Bunlar Allah'ın sınırlarıdır; sakın girmeyin) âyetini okuyarak mukabele etmek namazı bozar.
Namazda dua mahalli olan son oturuşta insanların gündelik ve sıradan konuşmalarına benzer tarzda dua etmenin de namazı bozacağı söylenmiştir. Buna göre meselâ "Ey Allahım, bana baklava, börek yedir; falan hanımla evlendir" şeklinde dua etmek namazı bozar. Fakat insanların gündelik konuşmalarını andırmayacak şekilde yapılan dualar namazı bozmaz.
2. Amel-i kesîrde bulunmak.
Amel-i kesîr, çok veya aşırı bir davranışta bulunmak demektir. Amel-i kesîr için net bir sınır çizme imkânı olmamakla birlikte dışarıdan gözlemleyen kişide, namazda olunmadığı izlenimini verecek davranışta bulunmak şeklinde bir ölçü getirilmiştir. Bu bakımdan, namazdayken namaza aykırı, namazdaki eylemlere benzemeyen ve namazla bağdaşmayan bir davranış, namazda olunmadığı izlenimini veriyorsa amel-i kesîr çerçevesine girer. Bununla birlikte Hz. Peygamber namazda iken torunlarının sırtına bindikleri, kucağına geldikleri şeklindeki rivayetlere nazaran, benzer durumlarla karşılaşıldığında, çocukları rencide etmeden, sarsmadan usulca yere koymak veya kenara çekmekle namaz bozulmaz.
3-Biriyle musafaha yapmak, el sıkışmak da amel-i kesîr kapsamına girer.
4-Yönü kıbleden çevrilmek.
5-Bir şey yiyip içmek.
Namaza durduktan sonra ağza alınıp yenen şey susam tanesi kadar da olsa namazı bozar. Fakat namaz öncesinde yediği bir şeyden dolayı dişleri arasında kalan bir şeyi yutmak namazı bozmazsa da büyük küçük bir şeyi çiğnemek, ağzında gevelemek namaza aykırı olduğu için namazı bozar. Bu bakımdan sakız çiğnemek veya namaz öncesi ağzına bir şeker alıp şeker eridikçe yutmak namazı bozar.
Özürsüz olarak boğaz hırıldatmak (tenahnuh etmek), öksürmeye çalışmak. Ancak herhangi bir zorlama olmaksızın doğal olarak öksürmek veya sesindeki hırıltıyı giderip sesi güzelleştirmek, namazda olduğunu anlatmak ve yanlış okuyan imamı uyarmak için öksürmek namazı bozmaz.
6-Üf, tüh diyerek bir şeyi üflemek veya bezginlik göstermek ve uf, puf gibi şeyler söylemek veya ah, oh demek.
7-İnlemek.
Ah çekmek, inlemek normal durumda namazı bozmakla birlikte, huşû ve ibadet aşkından olursa namazı bozmaz.
8. Gülmek.
Kendisinin duyacağı kadar bir gülme sadece namazı bozar, yakında bulunanların işitebileceği kadar olursa abdest de bozulur. Bu şekilde gülme, bulûğa ermemiş çocukların sadece namazını bozar, abdestini bozmaz. Öteki mezheplere göre namazda kahkaha ile gülmek dahi abdesti bozmaz.
Namazda iken göze ilişen bir yazıya bakmakla namaz bozulmaz. Fakat karşısındaki Mushaf'tan ezberinde olmayan bir âyeti okumak durumunda, Ebû Hanîfe'ye göre namaz bozulur. Ebû Yûsuf ve Muhammed'e göre ise bu durumda namaz bozulmaz, fakat Ehl-i kitaba benzeyiş söz konusu olduğu için böyle yapmak mekruhtur. Hanbelîler'e göre ezbere bilen için mekruh olmakla birlikte, Mushaf'tan okuyarak namaz kılmak câizdir.
9-Birinci oturuşu, son oturuş zannederek selâm vermek namazı ifsat etmeyip sadece sehiv secdesi yapmayı gerektirir ise de, kıldığı öğle namazını cuma namazı veya yatsı namazını teravih zannederek (veya kendisini seferî zannederek) selâm vermek, namazı kesmek kastı taşıdığı için namazı bozar.
10-Farkında olmayarak veya unutarak yapılmış olsa bile avret yeri açık iken veya üzerinde namaza mani miktarda bir necâset bulunuyorken bir rükün eda etmek veya bu durumda iken bir rüknün eda edileceği bir sürenin (üç defa "sübhânellâh" diyecek kadar süre) geçmiş olması durumunda namaz bozulmuş sayılır.
11-Kendi irade ve ihtiyarı dışında gerçekleşen şu durumlarda da namaz bozulur:
Sabah namazını kılarken güneşin doğması; bayram namazını kılarken zeval vaktinin olması; cuma namazını kılarken ikindi vaktinin girmesi durumunda namaz bozulur. Fakat öğle namazını kılarken ikindi vaktinin girmesiyle öğle namazı bozulmaz.
Tertip sahibi olan yani o zamana kadar namazı kazâya kalmamış bir kimsenin, daha önce kılamadığı bir namazı (fâite) namaz esnasında hatırlaması.
Teyemmüm ile namaz kılmakta iken kullanılması mümkün suyu görmesi.
Özür sahibi olan/mazereti bulunan kişinin özrünün ortadan kalkması.
Mest üzerine meshetmiş olarak namaz kılarken, mesih süresinin dolması durumunda namaz bozulur. Bu süre mukim için bir gün bir gece, yolcu için üç gün üç gecedir. Yine, mesih yaptığı mesti ayağından çıkarması durumunda namaz bozulur. Çünkü üzerine meshettiği mest ayağından çıktığı için abdestsiz konumuna düşmektedir.
Namaz kılanın önünden geçilmekle namazı fâsid olmaz; geçenin erkek veya kadın olması arasında fark yoktur. Bu işi bilerek, farkında olarak yapan kişi mükellef ise günahkâr olur. Mekruh olan geçiş, açık alan ve büyük camiye göre namaz kılanın secde mahallinden; küçük mescidde ise karşısından geçmektir. Önünden geçilme ihtimali bulunan yerde namaz kılan kişilerin sütre edinmesi, yani bir sütunu veya baston, şapka ve şemsiye gibi şeyleri siper edinmesi müstehaptır. Cemaatle namaz durumunda imamın sütresi, ona uyanlar için de sütre sayılır. Kâbe'yi tavaf etmek, namaz benzeri bir ibadet sayıldığı için, orada namaz kılarken tavaf edenlere karşı sütre edinmeye gerek yoktur.
Namaz kılarken herhangi bir sebeple abdest bozulursa namaz da bozulmuş olur. Namaz kılarken bilerek abdest bozucu bir fiil işleyen kişinin namazı bozulur. Ancak bu iş, namazın sonunda yapılmış ise, kişi kendi fiili ile namazdan çıkmış sayılacağı için Hanefîler'e göre namaz bozulmaz. Burun kanaması gibi bir özür durumunda Hanefîler'e göre, bu durumun üzerinden bir rükün eda edecek kadar süre geçmedikçe namaz bozulmaz. Kişi dilerse, en kısa yoldan yeniden abdest alıp gelerek namazına kaldığı yerden devam eder, isterse namazını yeni baştan kılar.
Diyanet Vakfı Yayınlarının İlmihal Kitabından alıntılanmıştır.
22 Kasım 2023 Çarşamba
AKDENİZ MİTOLOJİSİNDE AŞK KAHRAMANLARI ve MÜZİSYENLER-22
KENDİNE ÂŞIK OLAN NARHİSOS
Dağlarda bayırlarda yalnız başına gezip tozan, gönlünce ezgiler söyleyen güzeller güzeli bir orman perisiydi Eko...
Bu güzel perikızı, şerrinden ürktüğü Baştanrı Zeus'un yeryüzündeki kaçamak aşk serüvenlerine birkaç kez yardımcı olmak zorunda kaldı... Zeus'un karısı tanrıça Hera bunu öğrenince de öfkeden küplere bindi ve ceza olarak Eko'nun dilini kestirdi! O yüzden de zavallı perikızı artık şarkı söyleyemez, kimselerle konuşamaz oldu... Karşısında konuşan birinin yalnızca son sözcüğünü tekrarlayabilen bir çeşit "yankı"ya dönüştü. Zaten "Eko" adı da "yankı" anlamına geliyordu... Üstelik bu kadarla da kalmadı çilesi perikızının: Aşktan yana başının gülmemesi gibi çok ağır bir ceza daha yükledi ona tanrıça Hera!..
Gerçekte bu güzel Eko; öyle önüne gelene, hatta tanrılara bile yüz vermez, gönül kapılarını kolay kolay açmazdı. Ne var ki Hera'nın çizdiği sözkonusu yazgı yüzünden olacak, bir gün dağlarda geyik izi süren Narhisos (Narkhisos) adında, çok yakışıklı bir delikanlıyla karşılaştı ve birden ısınıverdi ona; oysa bu delikanlı aşktan kaçan, kimselere yüz gönül vermeyen bencil biriydi! Zavallı Eko ne zaman onun önünü kesmeye kalksa, şöyle biraz yarenlik etmek istese, öteki hemen yol değiştirip sıvışıyordu! Sabrı taşan perikızı, bir gün gene onun önünü kesti ve zorla kucaklayıp öpmeye çalıştı... Narhisos da bir yolunu bulup kendini gene kurtardı; koşar adım kayıplara karıştı... Aşkına karşılık bulamayan Eko çok üzüldü; ama dilsiz olduğu için de derdini birilerine anlatıp açılamıyordu. Tek başına dağlarda, bayırlarda yana yakıla dolaşıp duruyordu yalnızca... Hep yankıya dönüşen çığlıklar atıyordu. Bu karşılıksız aşk yüzünden eriyip giden perikızına acıyan Baştanrı Zeus, onun aşk yüklü yüreğini hemen göklere ağdırdı... Ama bedeni; bir ses ya da söz duyduğunda, yalnızca son sözcüğü aynen yineleyebilen bir "yankı"ya dönüştü dünyamızda...
Bu acı serüvenden sonra Eko'ya acıyan aşk tanrıçası Afrodit de onu bu hallere düşüren ve yalnızca kendine âşık bencil Nahkisos'u cezalandırmaya karar verdi. Her türlü aşka kapalı bu delikanlının taşlaşmış yüreğine, en kavurucu ateşlere dönüşen aşk okları gönderdi Eros aracılığıyla. Eros'un saldığı bu kıvılcım yüklü oklar, Narhisos'un yüreğine saplandı ve gitgide yalazlanan tutkulara dönüştü. Narhisos artık av izi sürmekten, dağ bayır koşuşturmaktan haz duymaz oldu... Çünkü karşılığı olmayan bir aşkla yanıp tutuşuyordu durmadan. Üstelik sürekli susuyor; gürül gürül akan pınarlardan içtiği sular da kandırmıyordu onu...
Günlük güneşlik bir mayıs ayı öğlesinde, artık yürüyemeyecek denli yorulduğunu, hiç kanmayacakmışçasına susadığını duyumsadı iliklerine dek. Yorgun argın su ararken bir ara söğütlerin gölgesinde akan bir pınar ve yanında bir su birikintisi gördü. Görür görmez de pınara saldırdı hemen; gürül gürül akan sudan içti de içti... Ne var ki içtikçe daha da arttı susuzluğu. Üstelik boğazı da kuruyordu durmadan! Çimenlerin üstünde ayna gibi ışıl ışıl parlayan su birikintisine baktı bir ara... Bakar bakmaz da bir görüntü fark etti suyun yüzeyinde. Ve bu görüntüye uzun süredir cehennem ateşleri gibi yanan bir aşkla bağlı olduğunu anladı hemen!.. Artık gözlerini bir türlü ayıramaz oldu sudaki görüntüsünden. Daha sonra bu görüntüsünün üstüne eğildi; onu yakalayıp kollarına alabilmek için durmadan ellerini suya daldırıp daldırıp çıkarmaya başladı... Ona bir şeyler söylüyor; bazen sevinçle coşuyor, bazen de bir yanıt alamadığı için üzülüp susuyordu. Âşık olduğu görüntü de aynı şeyleri yapıyordu, aynı şeyleri yineliyordu!..
Çok geçmeden her şeyin bilincine vardı... Büyük bir hüzne kapıldı olup bitenlerden. "Tutuşturan da ben, tutuşan da ben...
Kendime olan aşkımla kendi kendime yanıp gidiyorum!.." diye mırıldanmaya başladı acı acı. Artık sudaki sevgilisine kavuşamayan Narhisos, içinde habire yalazlanan bu tuhaf aşkın ateşiyle öleceğini anladı. Bir yandan sudaki görüntüsünden de ayıramıyordu gözlerini... Bütün gücünü toparlayıp, "elveda!" diye bir çığlık atabildi sudaki görüntüsüne. Bunun üzerine dağlardan bayırlardan "elveda!.." diye inleyen bir yankı geldi kulaklarına. Bu yankı, talihsiz Eko'nun ona son yanıtıydı...
Aynı sesi duyan Eko'nun perikızı arkadaşları da pınara doğru koşuştular apar topar... Orada Eko'ya hiç yüz gönül vermemiş Narhisos'un ölüsüyle karşılaştılar. Bu güzel ve masum perikızları, bu bencil âşığın durumuna acıdılar gene de. Yaktıkları içler acısı ağıtlarla dövündüler. Saçlarını kesip onun yattığı yere koydular. Sonra da ölüsünü yakmak için odun çırpı toplamaya gittiler ormana. Perikızları kucaklarında odunlarla döndüklerinde, Narhisos'un ölüsünü bulamadılar. Ama onun yattığı yerde; beyaz yapraklı, sarı göbekli bir çiçek gördüler... Bu çiçek de yanındaki su birikintisindeki görüntüsüne eğilmiş ona bakıyordu hep!..
O günden sonra perikızları, kurumasın diye bu çiçeğe hep göz-kulak oldular. Tohumları olgunlaşınca da, onları toplayıp Narhisos'un külleri niyetine bütün göl, akarsu kıyılarına saçtılar... Sonra da aşk yangınından türeyen bu yeni cins çiçeğe Narhisos adını verdiler. Ve bu ad dilimize "nergis" olarak yerleşti...
İşte ta o günden beri, sarı göbekli bu "nergis" çiçeği; çay, göl, nehir kıyılarında, âşık olduğu sulardaki görüntüsünü salına salına seyrediyordu hep...
Akdeniz Mitologyasından Efsaneler
Yaşar Atan
21 Kasım 2023 Salı
RUSYA TARİHİ -14
KORKUNÇ İVAN'IN HALEFLERİ (1584-1605)
Çar Fedor İvanoviç (1584-1598)
Korkunç İvan'ın tayin ettiği veçhile Moskova tahtına oğlu Fedor geçti. Zayıf bünyeli, aklen de tam olmayan Fedor İvanoviç, devlet işleriyle meşgul olacak bir durumda değildi. Tabiatının icabı, fevkalâde dindar bir kimse idi. Kendisi devlet idaresine nezaret edemediğinden devlet işlerinde bazı kimseler nüfuz kazandı.
Boris Godunov
Korkunç İvan'ın itimadını kazanarak gözdesi derecesine yükselmeğe muvaffak olan Boris Godunov, İvan Kalita zamanında (1330 larda) Altın Orda'dan Rusya'ya gelen ve Ortodoksluğa geçen Çet mirza, yani moğol-Türk, neslinden türemişti. Boris Godunov çok zeki, kurnaz ve bilgili bir kimse olup, "Opriçnina,, listesine dahil olmadığı halde, "Opriçnik,, lerin başbuğu ve Korkunç İvan'ın en yakın adamı olan meşhur cellâd Malüta Skuratov'un kızı ile evlenmiş ve bu suretle, "Opriçnina,, rejimi zamanında, hayatını garanti altına koyabilmişti. Kızkardeşi İrina'yı, Korkunç İvan'ın oğlu Fedor ile evlendirmekle, Çar ailesi ile akrabalık tesis etmişti. İvan'ın son zamanlarında daima Çar ile beraber bulunmakla Devlet işlerini yakından tanımak imkânını elde etmişti. Fedor ivanoviç tahta çıkınca, Boris Godunov, yakın akraba sıfatiyle yeni Çarın en yakınlarından biri oldu. Boyar Nikita Romanoviç'in hastalanması üzerine, Boris büsbütün Çar'a yaklaşmak imkânını buldu, hemşiresi İrina vastasiyle Fedor'a tesir yapmağa başladı. Fedor İvanoviç, karısı İrina'yı çok sevdiği ve sözünden çıkmadığından, gün geçtikçe Boris Godunov'un sarayındaki nüfuzu arttı. Bir müddet sonra devlet idaresi tamamiyle Boris Godunov'un eline geçti ve Çar adına Rusya'yı idareye başladı. Bundan ötürü kendisine "devleti idare eden,, manasına gelen "Pravitel',, lâkabı verildi.
31 mayıs (1584) günü Fedor İvanoviç'in taç giyme merasimi yapıldı. Bu münasebetle umumî bir af ilân edildi; 20 yıldanberi hapiste bulunan birçok asilzade serbest bırakıldı. Bunların mal ve mülkleri kendilerine iade edildi, ivan'ın vasiyetnâmesi mucibince harb tutsakları da serbest bırakıldılar. Vergiler muayyen bir nisbette azaltıldı, bazı kimselere " boyar „ lık rütbesi verildi. O gün en çok iltifat gören ve büyük ihsanlara mazhar olan kimse, Boris Godunov idi. Çar kayınbiraderine, çok yüksek bir rütbe olan " Mirahorluk „ unvanını bahşetmekle kalmadı, on yedi yıldanberi kimseye verilmemiş olan "Yakın Büyük Boyar,, rütbesine, yani Kazan ve Ejderhan Çarlıklarının naibliğini de tevcih etti. Bu yüksek rütbeye, çok büyük bir gelir de katıldı.
İvan'ın ikinci oğlu Dimitri'nin Ölümü (15 mayıs 1591)
Korkunç ivan'ın Maria Nagaya'dan Dimitri adlı oğlu Ugliç şehri akrabaları ile Ugliç'te yaşamaları, haddi zatında bir sürgünlüktü. Bundan ötürü Maria Nagaya ve prensin akrabaları Boris Godunov'a karşı düşmanca bir durum aldılar ve " Pravitel „ aleyhinde rasgele söz söylemekte idiler. Hükümet tarafından Maria Nagaya ile oğluna bakmak ve lâzım gelen işlere nezaret etmek üzere gönderilen d'yak (memur) Bityagovski'ye karşı Nagoy ailesinin düşmanca bir tavır takındıkları ve memura hakaret etmek fırsatını kaçınmadıkları biliniyor. Ugliç şehri küçük prensin " yurt „u sayıldığından, Moskova'dan gelen emirleri yerine getirmek için, Maria Nagaya ve kardeşleri ellerinden geleni yapmakta ve Boris Godunov'u kötülemekten bile çekinmemekte idiler. Boris Godunov'un bütün bunlardan haber aldığı muhakkaktı; fakat Ugliç bir " yurt „ olmak hasebiyle adeta Moskova'dan müstakil bir şehir durumunda idi; Boris Godunov ta prense ve annesine karşı açıktan açığa sert tedbirler almak istemiyordu, bilâkis, Çar Fedor (ve dolayısiyle Boris) ile prens Dimitri arasında zahiren gayet samimî bir münasebetin mevcut olduğu bilinmektedir.
Vaziyet böyle iken 15 mayıs 1591 yılında henüz dokuz yaşında olan Çarzade Dimitri'nin öldüğü veya öldürüldüğü haberi Moskova'ya geldi. Alınan malûmata göre, prensin ölümü üzerine Ugliç ahalisi ayaklanmış, Moskova hükümeti memurlarından bazılarını öldürmüş, mal ve mülklerini yağma etmişti. Dimitri'nin "öldürülmesi,, iddiası ve onu tâkip eden ayaklanma, fevkalâde mühim bir vaka olduğundan, Boris Godunov olup-bitenleri yerinde araştırmak için hemen bir heyet gönderdi. Buna: Moskova'nın en kibar ailesinden knez Vasili İvanoviç Şuyski (sonraki Çar), Okolniçi Andrey Kleşin ve iki d'yak (Boyarlar meclisi sekreterlerinden) ve metropolit vekili Gelasi dahildir. Heyetin büyük şahsiyetlerden teşekkül etmesi, meselenin doğru ve tam bir dürüstlükle inceleneceğine bir garanti idi. Ugliç'te, Dimitri'nin cesedi muayene edildi ve prensin boğazından derin bir yara aldığı görüldü. Prens mutad merasimle gömüldükten sonra, d'yak Bityagovski ve birkaç memuru öldüren Ugliçliler sorguya çekildiler, ve suçlu tanılarak idam edildiler. Hey'et Moskova'ya dönünce, Ugliç'te Dimitri'nin ölümüne aid incelemenin uzun bir raporunu hükümete sundu (bu rapor zamanımıza kadar muhafaza edilmiştir). Raporda: 'Zaten sar'a hastalığına müptelâ olan prens Dimitri'nin, oyun esnasında, elindeki bıçağı üzerine düşerek boğazından derin bir yara aldığı ve bunun neticesinde öldüğü bildirilmişti. Dimitri'nin annesi, Maria Nagaya ve akrabaları Moskova'ya getirildiler. Maria az sonra, rahibe olarak manastıra kapatıldı. Dimitri'nin ölümü vak'ası da böylelikle kapanmış sanılıyordu. Fakat bu meselenin, haddi zatında kapanmadığını ve rus tarihinde büyük vak'alar doğuracağını ilerde göreceğiz.
Rusya'da Patrikliğin kuruluşu
Floransa Ünyonu (1439) üzerine Moskova kilisesi kendini " autokefal „ ( muhtar) olduğunu ilân (1589) etmişti. İstanbul patrikhanesi Floransa ünyonu hükümlerini reddettikten sonra da, rus kilisesinin durumu değişmedi. Moskova metropolitleri, rus başpiskoposunun ve piskopusların toplantısında seçilerek, Moskova'da makama çıkarılırlar, tasdik edilmek için İstanbul patrikhanesine gitmezlerdi. Moskova Knezliği kuvvetlendikçe, Moskova metropolitlerinin mevkileri ve nüfuzları da yükseldi. 1480 den sonra Moskova tamamiyle müstakil ve büyük bir devlet olunca, Rusya ortodoks devletlerinin en büyüğü derecesine çıktı. " Moskova - Üçüncü Roma,, nazariyesinin icabı olarak, Moskova'daki hükümdar-Çarın yanında bir de kilise reisi-patriğin bulunması da gerekiyordu.
Hele IV. İvan'ın, 1547 de "Çarlık,, unvanı alması, rus kilisesi başının da yükselmesini gerektirmişti. Fakat Korkunç İvan, kilise reisini "metropolitlikten yukarı çıkarmadı; bunun sebepleri bilinmemekle beraber, ruhanilere daha yüksek mevki vererek, kilisenin nüfuzunu çoğaltmak istemeyişi hatıra gelebilir. İvan'ın hayatının sonlarına doğru Rusya'da patriklik ihdasını düşündüğü, fakat bunu gerçekleştirmek için zaman bulamadığı da iddia edilmektedir. Böyle mühim bir meselenin halli Fedor ivanoviç zamanına kaldı ve Boris Godunov'un becerikli siyaseti neticesinde muvaffakiyetle halledildi.
Boris Godunov, Moskova'da bir "Patriklik,, yapacak olursa, rus kilise mensuplarını büsbütün elde edeceği muhakkaktı. Bunu gerçekleştirmek için durum da müsaitti. Osmanlı - Türk hâkimiyetinde bulunan "Şark kilisesi,, ile Rusya arasında hayli zamandanberi yakın bir münasebet devam ettirildiğini görmüştük. İstanbul, Antakya ve bazı diğer kilise merkezleri mümessilleri, Moskova'ya rus hükümdarlarından "sadaka,, dilenmeğe (yardım istemeğe) gelirler, Ruslardan para yardımı görürlerdi. Korkunç İvan bir defa kendiliğinden istanbul patriğine iane göndermiş, Osmanlı devletinde yaşayan hıristiyan reayanın teveccühünü kazanmak istemişti. Balkanlarda, İstanbul'da ve Şarktaki ortodoks memleketlerde, rus Çarı, adeta "bütün Ortodoksluğun hamisi,, diye telâkki edilmeğe başlanmıştı. Moskova'ya Şarktan yardım dileyerek gelenler, ekseriyetle üçüncü veya dördüncü derecedeki ruhaniler idi. Halbuki 1586 da rus payitahtına Antakya patriği Yoachim geldi. Moskova metropoliti Dionisi, onu kendine eşit bir kimse gibi karşıladı ve ilk olarak takdis etti (halbuki patrik daha yüksek makamı işgal etmekle, metropoliti takdis etmesi lâzımdı). Rus kilisesi başının bu hareketi Antakya patriğinin hoşuna gitmedi ise de, kendisine karşı gösterilen iyi kabul patriği yumuşattı. Yoachim'e Moskova'da bir patriklik ihdasının düşünüldüğü bildirildi ve Doğu kilisesinin reisleriyle bu hususta danışması rica edildikten sonra, zengin hediyeler ve para yardımı yapılarak geri gönderildi. Bu sıralarda Ortodoksluk kilisesinin dört patrikliği vardı: İstanbul, Kudüs, Antakya ve İskenderiye; Moskova'da beşinci bir merkez açılması arzu ediliyordu. Antakya patriğinin gidişinden sonra, aradan iki yıl geçtiği halde, Şark patriklerinden bir ses seda çıkmadı. Bu defa 1588 de, İstanbul patriği Yeremia Moskova'ya geldi; Moskova'da yeni bir patriklik kurmak hususunda Şark patrikleri meclisinin herhangi bir kararını getirmiş değildi. Boris Godunov ve rus kilisesi reisleri bu defa Yeremia'ya Rusya'da kalmasını ve patrik olmasını teklif ettiler. İstanbul patriği bu teklifi kabul etti ve böylelikle yeni bir patrikliğin ihdasını tanımış oldu. Boris Godunov, yabancı bir zatın rus devlet işlerinde tesiri olmamasını temin için, Yeremia'ya Moskova'da değil, ehemmiyetini kaybeden ve sönük bir şehir haline gelen Vladimir'de yerleşmesini teklif etti. Yeremia ise buna yanaşmadı, fakat Rusya'da yeni bir patrikliğin ihdası için verdiği muvafakati da geri alamadı. Uzun müzakerelerden sonra, Yeremia, Moskova metropoliti İova'nın patrikliğe çıkarılmasına muvafakat etti; bunu müteakip Novgorod, Kazan, Rostov ve Moskova yakınındaki Krutitsa'da olmak üzere, dört metropolitlik yapıldı. İova'nın Moskova patrikliğine çıkış merasimi 1589 ocağında icra edildi. 1590 da da, İstanbul patriği, ortodoks patrikleri meclisinde, beşinci patriklik olmak üzere, Moskova kilisesi reisliğini tasdik etti. Bu suretle Rusya'da, tıpkı vaktiyle Bizans'ta olduğu gibi, "Çar,, ile yanyana bir de "Patrik,, bulunuyor ve rus ortodoksluğu, Şark kilisesi arasında filen en yüksek mevkie çıkarılmış oluyordu. Bu durum Büyük Petro zamanına kadar devam ederek, Moskova Rusyası'nın devlet işlerinde, rus kilisesinin büyük bir nüfuz kazanmasına imkân verdi.
Boris Godunov zamanı (1598-1605)
Çar Fedor'un Ölümü ve Boris Godunov'un Çar seçilmesi (Şubat 1598)
Bütün hayatı boyunca hastalıktan kurtulmayan zayıf bünyeli ve çok dindar olan Fedor lvanoviç, devlet işleriyle asla meşgul olmamış, günlerini ibadetle geçirmişti. Fedor, nihayet 6 ocak 1598 tarihinde öldü; Moskova knezlerinin ivan Kalita nesli sona ermiş oldu. Fedor ölümünden az evvel, karısı irina'yı kendine halef tayin etmişti, fakat İrina, tahta çıkmak istemedi, rahibeliği kabulle manastıra kapandı. Rus tahtı boş kalmıştı, yeni bir Çar'ın bulunması icabediyordu.
Patrik lova'nın emriyle "Umumî bir toplantı,, (Zemski sobor) yapıldı; buna kilise reisleri, Boyarlar Meclisi, ve Moskova'daki hizmet erleri (devlet hizmetinde duranlar) ve Moskova ahalisinin tüccar ve iş adamları mümessilleri iştirak ettiler. Patrik lova, Boris Godunov tarafından yükseltildiğinden, Godunov'u iltizam etti. Meclise gelenlerin büyük bir kısmı da, Boris'in adamları olmaları hasebiyle, onun tarafını tuttular. Toplantı azaları Şubat 1598 de, oy birliğiyle Boris Godunov'u Çar seçtiler. Boris kendisinin seçildiğini duyunca, kat'i bir dille tahta çıkmayı reddetti. Patrik tarafından yapılan ikinci müracaat ta neticesiz kaldı. Boris Godunov, devlet yükünü, mes'uliyetini üzerine almak istemiyor gibi idi. Nihayet Patrik, ruhaniler ve Moskova ahalisi, Moskova kiliselerinin en büyük mukaddesatı sayılan "Meryem ana,, sanemini taşımak üzere, büyük bir "haç alayı,, tertib ettiler; bu alay Boris'in bulunduğu manastıra geldi; patrik, papazlar ve halk yalvarmağa başladılar. Bunun da semere vermediğini gören patrik, bu defa Boris'i tehdit etti, ve 'Şayet, Boris, Çar olmayı reddederse, Rusya'daki bütün kiliselerde ayin yapılmasının durdurulacağını' kat'î bir lisanla bildirdi. Boris Godunov, ancak bu tehdit altında ve "bütün halkın yalvarması,, üzerine tahta çıkmayı kabul etti.
Boris Godunov'un muvafakatı alınınca, Moskova kiliselerinin en mukaddes tanınan sanemleri yanında büyüklerin, hizmet erlerinin ve ahalinin biati yaptırıldı (17-21 şubat 1598). Yeni Çar'ın seçimi münasebetiyle Moskova'da üç gün şenlikler yapıldı, bütün kiliselerin çanları çalındı. Eyaletlere adamlar gönderilerek Boris Godunov'un çar seçildiği ilân edildi. Boris Godunov, bir müddettenberi kaldığı manastırdan Moskova'ya geldi ve payitaht ahalisi tarafından, o zamana kadar emsali görülmemiş bir merasimle karşılandı. Rusya'nın başına, moğol-Türk neslinden biri Çar seçilmiş bulunuyordu.
Boris Godunovun ahaliyi kazanmak siyaseti
Boris Godunov meşru bir sülâleden neşet etmediğinden, tahta daha çok hakkı olan kibar aileler nazarında bir "gasîb,, telâkki ediliyordu; bundan ötürü, yeni Çar, tahtta sağlamca oturabilmek için, ahali tarafından sevilmek ve tutulmak mecburiyetinde idi. Boris Godunov, Fedor zamanında yaptığı gibi, Korkunç İvan devrinde Rusya'nın iktisaden ve siyaseten maruz kaldığı sarsıntıları bir an evvel düzelterek ahalinin sempatisini kazanmak istiyordu. Yüksek ailelerle işbirliği yapmak mümkün olmadığından, ikinci derecede asil zümreleri memnun etmek lâzım geliyordu. İç durumda salâh elde edilebilmesi ise dış komplikasyonlardan, harplerden uzak kalmakla mümkün olacaktı. Boris, ordunun kuvvetlendirilmesine ehemmiyet vermekle beraber harblere girmekten çekiniyor, Rusya'yı içten kuvvetlendirecek tedbirlere başvuruyordu. Adaletin yer bulması, rüşvetin, hükümet memurları tarafından işlenegelen zorbalıkların önü alınması gibi, o sıralarda Rusya'yı baştan başa saran fenalıkları gidermek yolunda çok gayret sarfetti. Bütün arzularına ve gayretlerine bakmaksızın Boris bu işlerde başarı elde edemedi; Godunov, ihtiyatlı ve dirayetli olmakla beraber çok şansızdı. Birçok şansızlıklar birbirini takibetti ve yeni Çar'ın muvaffakiyetsizliğine sebep oldu. Bunlardan en mühimmi 1601-1603 yıllarındaki büyük kıtlıktır.
Büyük kıtlık (1601 -1603)
Devam edegelen kuraklık veya tabiat afetleri neticesinde büyük kıtlıklar başgösterdi. Açlıktan ölenlerin sayısı müthiş bir yekûn tutmağa başladı. Yalnız Moskova'da 127.000 kişinin devlet makamları tarafından gömüldüğü biliniyor, bir yıl içinde Moskova'da 500.000 kişinin açlıktan öldüğü iddia edilmektedir; eyaletlerdeki kıtlığın daha müthiş bir mahiyet aldığı aşikârdır; hububatın fiyatı bir çetvert'in 12-15 den'ga'dan 3 rubleye yükseldi. Köylerde, kasaba ve şehirlerde ahali kitle halinde sokaklarda ölmekte idi; insan eti yiyenler pek çoktu, anneler çocuklarını yiyorlardı. Hükümet bu felâketin önünü almak maksadiyle birçok tedbirler aldı, devletçe yapılan stoklar halka dağıtılmakta idi. Fakat, memurların bu defa suistimal yaptıkları meydana çıktı. İhtikâr yapan muayyen bir zümre türedi, bazı çiftlik sahipleri ve tüccarlar ambarlarını zahire ile doldurmakta ve fiyatların yükselmesini beklemekte idiler. Hükümet bunlarla mücadele niyetiyle, kendi namına stoklar yapmakta ve hububata tarife koymakta idi. Fakat, bu tedbirler, her zaman muvaffakiyetle başarılamıyor, açlık felaketinin önü bir türlü alınamıyordu. Bu defa, açlara hem iş, hem yiyecek bulmak maksadiyle hükümet adına büyük inşaata başlandı. Moskova etrafındaki ahali, paytahtta yiyecek bulmak ümidiyle, Moskova'ya akın etmekte idiler. Birçok köy, kasaba ahalisi yerlerini, yurtlarını bırakıp, yiyecek aramak maksadiyle yollara dökülmüştü. Bunlardan birçoğu eşkiya çeteleri halinde birleşmekte, zengin çiftlik sahipleri ve tüccarların ambarlarını yağma etmekte idiler. Bir taraftan köyler boşalmış ve ziraat yapacak kimseler ölmüş, diğer yandan eşkiyalar yüzünden Moskova civarında bile emniyet kalmamıştı. Hele, ataman Chlopka veya Kosolapa (eğri bacak) adlı çok cesur bir eşkiya reisi çetesi, Moskova dolaylarına kadar gelmiş, etrafı dehşet içinde bırakmıştı. Bu çete ancak büyük muntazam kuvvetler getirilmek suretiyle dağıtılabilmişti. Açlık ve eşkiya musibetleri 1603 yılına kadar devam etti. Boris Godunov bunları yatıştırmak için elinden geleni yaptı ve durum nihayet normal bir hal aldı. Fakat, çok geçmeden Çar'ın otoritesini kökünden sarsacak yeni vakalar baş göstermeğe başladı: kendilerine Korkunç İvan'ın oğlu süsünü veren "düzme,, prensler zuhur etti ve Rusya'da "Karışıklıklar Devri,, başladı.
Boris Godunov un Ölümü (13 nisan 1605)
Ülkede, evvelâ Lehistan'da, sonra Rusya'da Dimitri'nin hayatta olduğu ve, babalarının tahtını almak üzere, harekete geçtiği şayiası yayıldı. Düzme Dimitri 1604 te leh kuvvetleriyle birlikte rus sınırlarını geçti ve böylelikle Rusya'da "Karışıklık devri,, başlamış oldu. Boris Godunov bu adamın Moskova manastırlarından birinden kaçan Grişka Otrepyev olduğunu ilân ve Düzme'nin kuvvetlerine karşı bir ordu şevketti ve bunları Rusya'dan atmak emrini vermişti. Moskova kuvvetleri başta bazı muvaffakiyetler elde ettiler. Fakat savaş yeniden alevlendiği bir sırada, Boris Godunov, ötedenberi çektiği nekris hastalığından ve son yıllarda maruz kaldığı büyük dertler yüzünden bedenen çok yıpranmış olduğundan, henüz 53 yaşında iken, 13 nisan 1605 tarihinde, bir ziyareti müteakip, ağzından kan boşalarak öldü. Boris Godunov'un sahneden çekilmesi, (Sahte) Dimitri'ye Moskova tahtını ele geçirmek imkânını verdi.
Köylü "serfliğinin yerleşmesi
Köylülerin araziye bağlanmaları ve «Köylü serfliği» (Krevo) nin” kanunu” (1592 - 1597)
XIII. yüzyıldanberi İç Rusya'da teşekkül eden ve az sonra bütün rus knezliklerinde yayılan "Udel,, (yurt) nizamı zamanında, ahalinin köylü tabakası hukuk bakımından tamamıyla serbestti ve bir kısmı arazi sahibi idi. Fakat "Feodalizm” nizamı hâkim olmağa başlayınca, köylüler, topraklarını ellerinden çıkarmak zorunda kaldılar. Bunlardan bir kısmı, knezlerin ve boyarların (yahut manastırların) arazisinde yerleşmekte ve muayyen şartlar altında (ortakçı sıfatiyle) arazi sahiplerine karşı muayyen taahhütlerle, ekin ekmekte idiler. Köylülerin bulundukları cemaatlere "mir,, denmekte ve kneze, hükümete ödedikleri vergi veya mükellefiyetler, ayrı ayrı köylülerden değil, toptan, bütün cemaattan, "mir,, den, talep edilmekte idi. Knezlerin veya boyarların adamları, zaman zaman her köylü cemaatındaki ev miktarını, arazi sahasını, vergileri defterlere kaydederler ve ona göre vergi yükletirlerdi. Herhangi bir"mir„ e (cemaata, köye) dışardan gelen köylülerle, devletin doğrudan doğruya ilgisi yoktu. Köylülerin herhangi bir cemaata alınmaları veya çıkarılmaları, "mir,, teşkilâtına ait bir keyfiyetti; köylüler ise, bir "mir„i bırakıp, ötekine gitmekte serbest idiler. Yeni bir "mir,, e intisap eden köylüler o cemaatın elinde bulunan araziden, meradan, ormandan faydalanmak hakkını kazanır ve hissesine düşen vergiyi ödemeğe ve mükellefiyeti taşımağa mecbur tutulurdu.
Bu usul XVI. yüzyıla kadar kökünden değişti. "Udel,, (yurt) nizamı yerleşince, knezler mevkilerini kuvvetlendirmek için askerî kuvvetlerini artırmak ve teşkilâtlandırmak maksadiyle, diğer "Udel,, lerden boyarları ve serbest kimseleri hizmete almağa başladılar. Yeni gelenlere, knezler, kendi mülkleri olan -baba ve dededen kalma "votçina,, ları dağıtmağa başladılar. Boyarlar ekseriyetle, kendi "kapu-halk,, lariyle geldiklerinden, knezlerin şahsî mülkleri bir müddet sonra tükendi, dağıtılmış oldu. Bu defa, devlete ait arazi verilmeğe başlandı, ve "pomestye,, (timar) sistemi yerleşti. Verilen araziden, muayyen bir nisbete göre, asker çıkarmak mecburiyeti kondu. "Votçinnik» (baba arazisi) lerde, toprak babadan oğula geçerdi. Halbuki "pomest'ye,, (timar) ler her şahsın ancak, hizmet ettiği müddetçe elinde kalırdı; bu cins arazi sahihlerine "pomeşçik,, (çiftlik sahibi), "boyar çocukları,, (detı boyarskie) ve "dvoryane,, (saraya mensup kimseler) denirdi.
XVI. yüzyıl başında "pomest'ye,, nizamı, Rusya'nın güneyindeki bütün sahanın yarısına yayılmıştı. Yeni "pomeşçik,, lere, sınırlara yakın sahada toprak verilirdi. Devlet hizmetinde bulunanlara, timar arazisinden başka, zaman zaman, para mükâfatı, maaş dağıtılır oldu. En kibarlara ise ulufe (yemlik) tayin edilirdi ; bununla herhangi bir şehire "vali,, (namestnik ) veya nahiye müdürü (volostel) olarak gönderilmek kastedilirdi. "Pomest'ye,, (timar) sisteminin umumileşmesiyle, vaktiyle köylüler tarafından işlenen ve devlete ait sanılan sahanın büyük bir kısmı "pomeşçik,, (çiftlik sahibi) lerin eline geçti ve köylüler gitgide çiftlik sahiplerine bağlı bir duruma düştüler. Çiftlik sahibi, istifade ettiği toprak karşılığında, (Çar'a) hizmet ettiği gibi köylüler de, bu defa, "pomeşçik„in arazisinde bulunmaları hasebiyle, onun hizmetini görmek, ekip-biçmek ve mükellefiyetleri taşımağa mecbur tutuyorlardı. Çiftlik sahiplerinin ve devletin menfaati, köylülerin artık, bulundukları " mir,, den başka yere gitmemelerini icabettiriyordu. Bunun için çiftlik sahipleri, köylüleri sıkıca kendilerine bağlamağa başladılar. Köylüler bu maksatla, bulundukları yerlerde, "defter,, lere, "kütüklere kaydedildiler. Bu gibilere "yazılı,, (bağlı) köylüler dendi. Bunlar artık, yerlerini, yurtlarını bırakıp başka yere gidemezlerdi. Ancak, henüz "deftere,, girmeyenlere, "yazılı,, olmayanlara serbestçe yer değiştirmek hakkı kalmıştı. Bunlar da çiftlik sahiplerinden aldıkları borç, tohum, iribaş hayvan vasıtasiyle, çiftlik sahibine gittikçe bağlanıyorlardı. Öyle, ki çok geçmeden efendiyi bırakıp gidemiyecek bir duruma düşüyorlardı. "Yazılı olmayan,, lar, 26 Kasım'a rastlayan "Yur'yev günü,,, başka bir yere gitmek hakkını haizdiler. Serbest köylüler, her yıl, "Yur'yev günü,,, kendileri için daha elverişli saydıkları yerlere göç ederlerdi.
Gitgide "yazısız,, köylülerin adedi azalmakta idi. Köylü cemaatleri, şimdi, kendi aralarından birinin çekilip gitmesi, bütün "mir,, için zararlı görülüyordu. Çünkü, "mir,, de insan adedi azalınca, kalanlar üzerinde vergi yükü artıyordu. XVI. yüzyıl ortalarına doğru "köylülerin,, durumu artık çok zorlaşmıştı, serbestçe yer değiştirmek hakkı büsbütün tahdid edildiği gibi, çiftlik sahiplerinin eziyeti, vergi ve mükellefiyetleri artması ve bilhassa, Korkunç İvan zamanında, Rusya'nın iç eyaletlerindeki zulüm dolayısiyle çiftliklerin tahrip edilmesi, köylü zümresinin durumunu çok ağırlaştırdı. Birçok mıntakalarda ahali kalmadı. XVI. yüzyıl başında "boşalan,, köyler umumun ancak % 5 olduğu halde, aynı yüzyılın sonunda bu miktar °/o 50 ye çıktı; bilhassa, 1570 yılı Opriçnina tahribatına uğrayan Novgorod'da, köylerin ahalisi kalmamış gibi idi. Köylülerin bulunmayışı yüzünden ziraat sür'atle gerilediğinden, bazı şehirler bile sönmeğe yüz tuttu; şehirlerde de boş kalan evler çoğaldı. Köylerin ve şehirlerin boşalmasında " Opriçnina „ sistemi en mühim âmil teşkil ettiği gibi, köylülerin sosyal durumlarının kötüleşmesi de mühim rol oynadı. Bu durum karşısında, köylüler, çiftlik sahiblerini bırakarak, güneydeki serbest kırlara veya yeni zaptedilen İdil boyuna kaçmaya başladılar. "Kazak,, zümrelerinin sayısı bu suretle çoğalmış oldu. Diğer yandan, çiftlik sahipleri de topraklarını işletecek işçi bulmakta güçlük çekmekte idiler.
Durum bu merkezde iken, çiftlik sahipleri, birbirlerinden köylüleri kandırmak suretiyle kaçırmağa, veya daha müsait şartlar teklif ederek, bunları eski sahiblerinden almağa başladılar. Bu usul tatbik edilince, zengin çiftlik sahiblerinin elinde çok miktarda köylü toplanmağa başladı, halbuki bu cereyan devletin menfaatına aykırı idi. Bu devam ettiği takdirde orta halli "pomeşçik,, lerden devlet hizmetleri, askerlik ve diğer mükellefiyetler talep etmek mümkün olmayacaktı. Moskova devletinin ordusu, bilhassa küçük ve orta halli "pomeşçik,, lerden teşekkül etmekle, bu tabakanın iflâsına müsaade edilmeyeceği aşikârdı. Aynı zamanda "köylüleri kandırma,, birçok şikâyeti ve kanuni takibatı mucip olmuş, mahkemeler hep bu cins davalarla dolup taşdığı gibi, "pomeşçik,, ler arasında köylülere sahip olmak yüzünden aşırı bir geçimsizlik başgöstermişti.
Çiftlik sahibleri, dvoryan'ların elindeki köylüleri kaçırmamak maksadiyle, daha Korkunç ivan zamanında, 1580 de, manastır ve kilise arazisine verilen hususî imtiyazlar, "tarhan,, lar kaldırıldı, buradaki köylüler de "pomeşçik» köylüleri durumuna sokuldular. Köylüler bu "tarhan,, lardan faydalanmak için çok miktarda manastır arazisine gitmekte idiler. Şimdi ise bu hareketin önü alındı. 1580 de, "yazılı olmayan köylüler,, e yer değiştirme veya başka bir çiftlik sahibi ile uzlaşarak, onun arazisine geçmek hakkı verilen "Yur'yev günü,,, yeni bir kanun çıkarılıncaya kadar durduruldu. Bu suretle, köylüleri bulundukları yere bağlamak için muhtelif tedbirlere başvurulmuş oldu. Fakat buna bakmaksızın, köylülerin, eskisi gibi yer değiştirdiklerini veya kaçıp gittiklerini görüyoruz.
Boris Godunov bu duruma bir son vermek maksadiyle mühim tedbirlere başvurdu ve yeni kanunlar çıkardı. 1592 denberi "köylülere ait karar,, lar neşrine başlandı. O senelerde, bütün köylülerin bulundukları yerlerde kayıtları yapıldı. 1597 de çıkan bir kararnameye göre, ancak 1592 den sonra kendi efendilerinden kaçan köylülerin suçlu oldukları ve dava edilecekleri bildirildi. 1592 den önce gidenler ise, evvelki sahiplerine ait olmadıkları ilân edildi. Kaçan köylüleri aramak ve iade ettirmek müddeti beş yıl olarak tesbit edilmiş oldu. Bundan sonra, büyük çiftlik sahiplerinin, daha küçük çiftliklerden köylüleri kandırıp kendi arazilerine geçirmeleri yasak edildi. Bu suretle, köylüler bulundukları yerde, çiftlik sahiplerinin hizmetinde kalmağa, efendisinin arazisini işlemeğe mecbur tutuldular. Yeni hasıl olan duruma göre: köylüler hukuken da büsbütün beylere, çiftlik sahiplerine (barin) bağlı, serf vaziyetine kondular; köylülerin bu durumuna rusça "Krepostnoye pravo,, (bağlılık durumu) derler. Rus ahalisinin en büyük bir kısmını teşkil eden köylü zümresinin yarım-köle vaziyetine getirilmesi ve rus çiftlik teşkilâtının Rusya'ya has bir istikamet alması için lâzım gelen şartlar hasıl oldu. Bu gibi kanunlar, kararnameler çıktıktan sonra da, köylülerin yer değiştirmeleri, kandırılmaları veya kaçmalarının önü tamamiyle alınamadı. Hele "kazaklığa» kaçanların adedi arttı. Don nehri ve Dnepr (Özü) boyunda teşekkül eden "Kazak,, ların çoğalmasında İç Rusya'da köylülerin durumu en birinci rol oynadı.
Bu devrin edebî ve dinî eserleri
Tarih eserleri (Stepennaya kniga v. b.)
Evvelki devirlerde gördüğümüz, manastırlarda yazılagelen " Vekayinâmeler „ (letopisi), XVI. yüzyılda da devam ettirilmiş, ve Rusya'da cereyan eden mühim vakalar, veya ayrı şehirleri ilgilendiren olaylar kaydedilmiş idi. Eski vekayinâmelerden farklı olarak, daha çok malzeme ihtiva eden " Voskresenskaya letopis,, XVI. yüzyıl başında tanzim edilmişti. Bu eser, hem malzeme bolluğu, hem de bitaraflığından ötürü, gayet mühim bir kaynaktır. XVI. yüzyıl ortalarına doğru, evvelki vekayinâmeler bir araya getirilmek ve üslûbu işlenmek suretiyle " Nikonovskaya letopis,, tanzim edildi. Buraya, Bizans kronograflarından birçok malzeme nakledildi; slav memleketleri tarihine ait kayıtlar da kondu, ve bu suretle, mezkûr eser yalnız bir vekayinâme değil, aynı zamanda bir "kronograf,, mahiyetini aldı. Moskova Knezliğinin "Rusya Devleti,, mertebesine çıkmasiyle, bu yükselişi anlatan bir esere ihtiyaç görüldü, ve " Stepennaya kniga,, (Batınlar kitabı) adlı büyük bir tarih kitabı yazıldı. Bu eserde, ayrı "Batın,, (Stepen-basamak) lara ayrılmış, Rürik'ten başlayarak XVI. yüzyıl ortalarına kadar, rus knezlerinin ve metropolitlerinin hayatları ve icraatı bir kül halinde anlatılmıştı. Bununla, ilk defa olarak, bir rus tarihi telif edilmiş oldu. Metropolit Makari'nin nezareti altında gayet süslü bir üslûbla yazılan "Stepennaya kniga,, da, Moskova knezleri ve çarlarının Kiyef Rusyası ve diğer knezlerin, ve aynı zamanda Bizans imparatorlarının halefleri oldukları ifade edilmişti. Bu eserde, rus tarihinde kilisenin mühim rolü ve tesiri tebarüz ettirilmişti. "Stepennaya kniga,, da, Moskova çarlarının hâkimiyet davalarının tarihini ve meşru haklara dayandığını, "tarihî belgelere dayanarak,, isbata çalışmakta ve tamamiyle dinastik mahiyette idi; bu eserde vakalar mehanikî bir şekilde arka arkaya sıralanmamış; olaylar, dinî bir görüşle toplu bir tarih eseri olarak işlenmişti. Metropolit Makari'nin ölümünden sonra (1564) halefi Athanasi tarafından tamamlanmış ve rus historyografyasının inkişafında mühim bir rol oynamıştır.
Dinî ve ahlâkî edebiyatı Çet'ü Minei, Domostroy
Metropolit Makari yalnız tarihî bir eser yazmakla kalmadı, bütün bir senenin her gününde okunacak muazzam bir dinî-ahlâkî "mecmua,, da tanzim etti. Makari'nin edebî faaliyeti, rus yurdunda muhtelif devirlerde ve muhtelif mıntakalarda yaşamış olan "aziz,, leri, bütün rus kilisesinin müşterek malı, "müşterek aziz,, leri olarak kilise konsilince tasdiki (1574) keyfiyetiyle bağlıdır. Metropolit, rus azizlerinin hayatlarını ve öğrettiklerini bir araya getirmiş; azizler, sıra ile, aylara, günlere bölünerek rus okuyucularına günlük kıraat olarak takdim edilmişti. Bir yılda 12 ay olduğuna göre, kitap 12 fasıl halinde tertip edilmiş ve, "aylık kıraet,, adına gelen "Çet'ii Minei» başlığını almıştı. Bu eserin telifi için, Makari, İncil ve resullerin eserlerini, Zebur, Yan Krizostomos, Büyük Basil ve başka rum azizlerini ve hayatlarını tetkik etmiş; ayrıca, rus azizlerinin menkıbelerini incelemiş, lâtince kitaplardan tercümeler yaptırmış, ve yirmi yıl süren çalışmadan sonra, "Aylık kıraet,, ancak 1553 te bitirilmişti. Burada azizlerin hayatları, İncilden, Tevrattan ve Zeburdan parçalar nakledilmiş, rus okuyucuları için günü gününe okunacak, dinî-ahlâkî kıraet malzemesi hazırlamıştı. Daha Kiyef Rusyası devrindenberi, rus "okur., ları bilhassa azizlerin hayatını okumaktan zevk alırlardı. "Çet'ii Mine'i,, tanzim edilmekle, rus okuyucularının bu eski adetleri büsbütün teşvik edilmiş oldu. Metropolit Makari'nin bu eseri ve yukarda söylediğimiz "tarih,, i bu devir Rusyası'nda bazı münferit şahısların okuma yazma ve dinî edebiyat sahasındaki geniş bilgilerinin derecesini açıkça göstermektedir.
Bu devrin ikinci mühim eseri de "Domostroy,, dur. Korkunç İvan'ın "Mümtaz Heyet,, azasından biri olan Silvester tarafından tanzim edildiği sanılan "Domostroy,, (ev nizamı) adlı büyük eser de, XVI. yüzyıl rus dinî telâkkisi, aile ve terbiye zihniyetini bildirmek bakımından fevkalâde mühimdir. "Domostroy» un telifindeki esas gaye: herbir rus ailesine dinî bir zihniyet aşılamak, herkesi "dindar bir hıristiyan,, olarak yetiştirmekti. Üç muhtelif redaksiyonu zamanımıza kadar gelen bu kalın eser üç kısımdan ibarettir. Birinci bölümde : İnsanların "manevî bünyesi,, nden bahsedilir; burada, dinin, ahlâkın ehemmiyeti anlatılır. İkinci kısımda, "dünya nizamı„ndan bahsedilir; bu bahiste hükümdar ve müesseselere karşı nasıl davranmak lâzımgeldiği bildirilir. Üçüncü bölümde, "ev nizamı» hakkında talimat verilir; burada, babanın ailedeki durumu, kadınların vazifeleri ve hattı hareketleri, çocuk terbiyesi, ev idaresi v. s. meseleler hakkında tafsilâtla öğüt verilir. "Domostroy,, kitabı, bu devir rus aile terbiyesi ve ev idaresi için bir el kitabı mahiyetindedir. Teb'aların Tanrıya, ruhanilere, Çara, devlete ve çocukların babalarına karşı alacakları durum ve tavır, ev hayatı teferruatına varıncaya kadar tesbit edilmiştir. "Domostroy,, daki esaslar, müellifin bir hayal mahsulü değil, o devirde orta halli rus ailelerindeki zihniyet ve yaşayış tarzını aksettirmektedir. "Domostroy,, terbiye sistemi, Rusya'da XVIII. yüzyıla kadar devam edip gitmiş, ve bu kitap, aile reisleri tarafından en çok okunan bir eser olmuştur.
"Sultan Mehmed'e dair,,
IV. İvan tarafından tatbik edilen idare şistemi, "boyarların,, ezilmesi ve "dvoryan,, ların korunması, Peresvetov'un şahsında bir müdafi bulmuştu. Peresvetov, önce Eflâk'da, sonra Litvanya'da hizmet etmiş, sonra 1558 lerde Çar İvan'a intisap etmişti. Peresvetov, Çar ivan'ın mutlak rejim sistemini Rusya için en uygun bir rejim olarak tanımış ve bu görüşünü Çar'a sunduğu "maruzat,, ında ifade emiştir. Osmanlı sultanı Fatih Mehmed, Peresvetov'un nazarında ideal bir hükümdar telâkki edilmekte, Türkiye'deki devlet teşkilâtı örnek olarak alınmakta, bunların Rusya'da da tatbikini telkin etmek istenmektedir. "Sultan Mehmed,, adiyle kaleme aldığı risalesinde bu Osmanlı padişahının büyük bir filozof olduğu, mükemmel rumca bildiği, rum kitaplarından okuyarak birçok hikmet öğrendiği, ve Osmanlı imparatorluğunda adalet tesis ettiği, mahkeme işlerini tanzim, memurlara maaş tahsis ettiği anlatılmakta, ve bütün bu tedbirler sayesinde ahaliyi refaha kavuşturduğu belirtilmektedir. Çar'a sunduğu "maruzat” ında da "Türk Sultanı Mehmed'in medhiyesi» başlıklı bir kısım vardır. Bu suretle, Osmanlı Devlet nizamı, devlet idaresi, büyük Sultan Fatih Mehmet, Peresvetov tarafından Korkunç ivan'a bir örnek olarak tavsiye edilmiştir. Bu siyasî, püblisist risalelerde ileri sürülen fikirlerin bazılarının Çar İvan tarafından nazarı itibara alındığı bilinmektedir.
Matbaanın tesisi (1553-1564)
Hıristiyanlığın kabulünden sonra (988/9?) çok geçmeden Rusya'da yazı ile meşgul olanların gittikçe arttığını görmüştük; bu hususta manastırların büyük bir rolü olmuştu. Bir taraftan rumcadan dinî eserlerin tercümesi, diğer yandan vak'anüvislerin faaliyeti neticesinde Kiyef Rusyası'ndan başlayarak, XVI. yüzyıl Moskova Rusyası'na kadar birçok eserin yazılmasını mucib oldu. Okumak bilenlerin yüzde nisbeti pek az olmakla beraber, XV. - XVI. yüzyıl Moskova knezlerinin kütüphanelerindeki eserlerin çokluğu, Ruslarda okuma merakının büyük olduğunu gösterir. Knezler, boyarlar ve bilhassa manastır kütüphanelerinde çok miktarda elyazma kitaplar vardı. Rus okurları bilhassa " aziz „ lerin (resullerin, zahitler ve ruhanilerin) hayatını, Zeburdan parçalar ve "Çasoslov,, okumayı severlerdi. Kitap istinsahını kendilerine meslek edinen bir zümre bile teşekkül etmişti. Moskova knezleri, Batı Avrupa'da kitaplarının matbaa vasıtasiyle çoğaltıldığını öğrenmişlerdi. III. İvan'ın bile bunun ehemmiyetini takdir ettiği biliniyor. Korkunç İvan'ın 1547 denberi Rusya'da bir matbaa açmak istediğini öğreniyoruz. Bu maksatla, Almanyada, "kitap işlerini,, bilen ustalar araştırılmıştı. Fakat matbaanın kurulması ancak 1553 te oldu. Bu işe İvan Fedorov ve Petr Timofeyev adlı iki usta memur edildi. 1565 te ilk rusça kitap basıldı. "Resullerin işleri ve mektupları,, adını taşıyan eserin seçilmesi bu devir okuyucularının ihtiyaçlarını ve zevklerini açıkça göstermektedir. Bu kitap teknik bakımdan, harflerinin güzelliği ve kâğıdının iyiliği itibariyle, kendi zamanı için çok mükemmeldir. Eserin mukaddemesinden görüldüğü üzere, matbaa işine başlanmasında metropolit Makari'nin de teşviki ve takdisi mühim bir âmil olmuştur. Fakat Rusya'da görülmemiş olan bu yenilik reaksiyon uyandırdı, 1564 te vukubulan metropolitin ölümü üzerine matbaacılar yüksek hâmilerini kaybettiler. Ruhanilerden bir çoğu ve bilhassa kitap istinsahı yüzünden geçinenler, bu yeniliğe karşı ayaklandılar; matbaa, Çar tarafından yakıldığı anlaşılıyor. Mamafih bir müddet sonra Moskova'da yeni bir matbaa açıldı. 1565 de, Andronik Neveja tarafından, bir "Zebur,, basılması bunu gösterir, aynı eser 1578 de Aleksandrovsk kasabasında da basıldı. Moskova'dan kaçan ivan Fedorov ve Petr Timofeyev, Litvanya'da hetman Chodkieviç'in himayesi altında birçok rusca kitap bastılar. İvan Fedorov, sonraları, Lwow (Lemberg) ta baskı işleriyle meşgul oldu. Nihayet Volin knezi Konstantin, İvan Fedorov'u yanına çağırdı, ve 1581 de Ostrog şehrinde, ilk defa olmak üzere, Tevrat (Ahdi atik) rusca basıldı. Bu suretle, Avrupa'da ilmin yayılmasında en mühim âmil olan vasıta, matbaacılık icadından 120 yıl sonra, Rusya'ya girmiş oldu, 1565 te çıkan ilk kitaptan yüzyıl sonra bile kitap istinsahına devam edilmiş olmakla beraber, Rusya'da matbaacılık, yavaş ta olsa, ilerledi ve bazı şehirlerde matbaalar açıldı.
İlim yüzyıl başındanberi Batı Avrupa'da, Rönesans ve Reform hareketleriyle, san'at ve ilim sahasında görülen ilerleyişin tesiri Rusya'da müşahede edilmektedir. Avrupa medeniyetinin inkişafını hazırlayan Humanizma ve diğer âmiller burada zaten yoktu. Rusya, Bizans kültür dairesine dahil olmakla, Avrupa fikir hayatını benimseyecek ve inkişaf ettirecek şartlara malik değildi. Buna bakmaksızın, Avrupa ile başlayan münasebetlerin bazı izleri görülmekte gecikmedi. Boris Godunov'un "ilim severliği,, ve bu hususta bazı müsbet hareketlerde bulunduğu malûmdur. Rusya'da 1587 ile 1594 yılları arasında ilk defa topografik incelemeler yapıldı. Dûna sahasında ve Volga nehrinin her iki tarafındaki bazı arazi ölçüldü, bu işle ilgili olarak, galiba ilk "rus geometri,, kitabı yazıldı, ve yer ölçmede kullanılan bazı geometri kaideleri öğretildi. İlk rus "aritmetik,, kitabının da bu sıralarda yazıldığı anlaşılıyor; fakat bu eser çok karışık ve yanlıştı.
İlk rus coğrafya eseri ve haritası (Kniga Bolşogo Çerteja)
Rusya coğrafyası,, da, galiba, Fedor îvanoviç'in Çarlığı zamanında tertip edilmiştir. Bu eser " Kniga Bol'şogo Çerteja „ ( büyük çizgi kitabı) adını taşımaktadır ve en eski Rusya coğrafyası, daha doğrusu " haritası „ mahiyetindedir. Burada, Boris Godunov'un tahta çıkışından evvelki yıllarda, en mühim rus şehirleri, bölgeleri ve bazı eski Türk şehirleri de gösterilmiştir. Eserin en eski nüshası 1627 de kopya edilenidir. Rus tarihî coğrafyasını öğrenmek bakımından bu eser büyük bir ehemmiyeti haizdir.
RUSYA TARİHİ BAŞLANGIÇTAN 1917'YE KADAR
Prof. Dr. AKDES NİMET KURAT
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...