25 Temmuz 2023 Salı

Gündelik Hayatımızda Çocukluk ve Çocuk Gereçleri-3

 


Masal Mitoloji Yaratıkları


Tacitus (İS 55-116/20) Germania kitabını “Bundan ötede masal diyarı başlar. Söylendiğine göre Helusilerle Oxionların başları ve yüzleri insana, beden ve âzaları hayvana benzermiş. Bunun hakkında kesin bir delil olmadığı için meseleyi olduğu gibi bırakıyorum,” diye bitirir. Kâtip Çelebi’nin istinsah ettiği nüshası 1703-4 yıllarına tarihlenen, Amerika kıtasını anlatan Tarih-i Hind'i Garbî, incisi bol bir ada olan Küba’da yaşayan yarı insan yarı balık bir yaratıktan söz eder. Egzotik ülke ve canlılarından bahseden seyahatnameleri inanılmaz varlıklarla doldurmak sanki şarttır.

Batı’da ilk.yayınları pornografik görülerek yasaklanan Binbir Gece Masalları, Dede Korkut hikâyeleri, Köroğlu kolları, Battal Gazi menkıbeleri, çocuklar kadar büyüklere de seslenen, masal dünyasını besleyen külliyatlardır. Evliya Çelebi’ye göre Hamzaname altmış ciltken,, meddahlar onu üç yüz altmış cilde çıkarmışlardır.

Jorge Luis Borges ile Margarita Guerrero Düşsel Varlıklar Kitabı’nda (1957) çeşitli kültürlerden adı var aslı yok yaratıklara ilişkin kayıtları derlemişlerdir. Hulki Aktunç bu kitaba (Mitos Y., 1992) “Zeyl” yazarak kültürümüzdeki yaratıklar bilimine katkıda bulunmuştur.



Cin


Cin, İslamiyet’te “duyularla idrak edilemeyen, insan gibi şuur ve irade sahibi, İslamiyet’in kurallarına uymakla yükümlü tutulan, mümin ve kafiri bulunan varlık” türüdür. Arapça cenn (örtmek, örtünmek, gizli kalmak) kökünden adını alan cinler, insanlara müdahale ettikleri ve bazı insanların onlarla ilişki kurdukları iddialarıyla hep gizlilik perdesinin sınırında dururlar. Bazı insanların içine girip onları ecinnili yaparlar. Hz. İsa’nın mucizeleri arasında anlatılan dilsiz, saralı, sıtmalı hastaları iyileştirmesi, hastalığa neden olan cinleri azarlaması veya cinlerin başkanı Beel-zebub’un yardımıyla gerçekleşmiştir. İslam kültüründe cinlerle evlenenler, cin tarafından kaçırılan genç kız hikâyeleri vardır. Cinleri bugünkü bilimle çeşitli biçimlerde, örneğin mikrobiyolojik varlıklar olarak açıklamaya çalışan tefsirler yapılmışsa da, asli niteliklerinin duyularla idrak edilememeleri olduğu ve ancak ‘nakil’le bilinebilecekleri görüşüyle ortodoks görüşler bu tefsirlere itibar etmez. Bu konudaki kuramsal açıklamalardan biri de “inanmayana görünmeyecekleri” biçimindedir. Köylerde cinlerin eskisi gibi ‘faal’ olmayışı, Hac’dan getirilen kutsal toprakların artarak cinleri kaçırması veya cinlerin ezici bir çoğunluğunun Müslümanlığı kabul ederek artık insanlarla uğraşmamalarıyla açıklanır.


Cinler Arap topraklarında Ubâr denilen yerde çok bulunurlar. Yılan, rüzgâr ve insan biçiminde üç türlüdürler. Cinlerin padişahı vardır ve padişahlarının sözlerini tutmak zorundadırlar. Bismillahsız yapılan işlere karıştıkları gibi, geceleri sabaha kadar devam eden düğünleri ünlüdür. Bu düğünlerde, insanların sandıklara Bismillahsız koydukları elbiseleri giyerek süslenirler. Anadolu’nun birçok yöresinde Orta Asyalı Şaman inanç sistemi içinde yer alan ve bebekleri boğan kötü ruh albız, albastı, alkarası, al karısı adlarıyla dişi cin olarak kabul edilmiştir.


Tarihin her döneminde her kültürde çeşitli cinler vardır ve bazı kültürlerin tanrı, yarı-tanrı, melek, dev ve cinleri başka kültürlere genellikle itibar kaybederek başka niteliklerde devredilmiştir. Örneğin, Yunan daımonları, Latin genıus'ları Hıristiyanlıkta itibar kaybettikten sonra Aydınlanma çağında tekrar sanatın konusu olmuşlardır.


Geniş cin yazınından, bugün sinema ve çizgi roman, biblo vb. gibi yan ürünleriyle tekrar gündeme sokulan cinler de vardır.


Gnomlar yeraltında gizli hâzineleri bekleyen biçimsiz cücelerdir. Film kahramanı olan Gremlinler ise uçaklarda arıza yaratarak, havacılara, pilotlara zarar veren cinlerdir. Sözcüğün kökeni eski Kuzey dillerine uzanır, Tötonlarda kızdırmak, üzmek, yormak anlamında olan greme fiilinin tarihi 1000 yılından öncelere gitmektedir.


Troller İskandinav mitolojisinin Thor’a karşı savaşan devleridir; Hıristiyanlık’tan sonra cüceleştiler ve dağ koyaklarında, viranelerde yaşayan, kötü huylu perilere dönüştüler. Köylüler ekinlerine ve fırsat bulurlarsa kendilerine zarar veren bu perilerden şikâyetçiyken, Norveçli ünlü edebiyatçı Henrik Ibsen Trolleri milliyetçileştirdi. 1960’lı yılların sonlarında yayınlanan Tina adlı çocuk dergisindeki “Afacan Cüceler” çizgi öykülerinin kahramanları da köylüye zarar vermekle birlikte sevimli gösterilen Trollerdir. 1980’li yılların sonunda Trol bebek modası Türkiye’ye de geldi ve uzaylı, hippi, yuppi, Kızılderili kılığında Troller uğurlu diye satıldı.


Alaeddin’in lambası ise Çin’de bir sihirbaz veya Taocu’nun sihirli iksir şişesi olur ve en ünlü hikâyelerden biri, şişesine giren bir Taocu’yu anlatır, iksir şişesinden kötü cinleri yakalamak için çıkan bulut da lamba cinini çağrıştırmaktadır.



Peri


Periler cinler gibi her kültürde bulunurlar ve çok çeşitlidirler. Avrupa’da Latince fatum, kuzey ülkelerinde nom olarak bilinen periler, kaderle ilişkilendirilmiştir. Yunan mitolojisindeki sanat müzleri, okuyla insanları âşık eden Latince adıyla Cupido, perilerin aldığı çağdaş biçimlerdendir. Yer ve su perileri Şamanlıkta da önemli yer tutar. Evrensel masal şemalarında olduğu gibi Anadolu masallarında da kahramana sihirle yardımcı olan, şarkı söyleyen, padişah kızı güzel periler vardır.

Türkçeye Farsça peri’den geçen sözcüğün kökeni Avesta metinlerindeki pairika’ya dayanır ve burada insanları doğru inançtan saptıran cindir, iyicil anlamını sonradan kazanmıştır. Türkçeye edebiyat yoluyla girdiği, sonra halk ağzında yaygınlaştığı anlaşılmaktadır. Perihan adı da Türkçe ‘han’ sözcüğüyle değil, Farsça okuyan anlamında han ekiyle türetilmiştir ve cin efsunu okuyan, muska yazan demektir. Doğu Karadeniz’de perilere atfedilen nitelikler cadılarla özdeşlik gösterir. Örneğin, Çamlıhemşin’de ataları peri kızıyla evlendiği için, cadıların ayaklarının ters olmasından mülhem Tersbacakoğulları olarak anılan bir sülale vardır.


Cadı


Avrupa, özellikle kuzey ülkeleri cadı diyarıdır. Doğu Avrupa’da 18. yüzyıla kadar sürmek üzere 15.-17. yüzyıllar arasında Avrupa’da sayılan yüz binlerle ifade edilen kadın cadı oldukları gerekçesiyle yakılarak öldürüldüğü gibi, cadı suçlamaları ABD ’ye de sıçramış, 1630-1700 yıllarında birçok kasabada cadı avı düzenlenmiştir.


Kökleri IÖ 5. yüzyıl İrlanda’sına çıkan fdallovveen, yaz mevsimimim sonu kabul edilen 31 Ekim’de, o yıl ölenlerin ruhlarının canlıların gövdesine girmesini engellemeyi amaçlayan ve insan da kurban edilen Druid ayinidir. 1840’larda Irlandalı göçmenlerle ABD’ye taşınmıştır ve bugün ABD’de Halloween/Cadı Bayramı biçiminde, gençlerin cadı kostümleri giyerek eğlendiği resmi tatil günüdür. 1999 yılından beri İstanbul’da bazı diskolarda parti konusu olmaya başlamıştır.


Anadolu’da cadı, bir yandan cin çarpan insanlar ve hortlaklarla bir yandan da masalların kötü büyücüsü kocakarılarla karışır. Türkçeye Farsçadan girmiş olan sözcük, Divan edebiyatında sevgilinin gözü, bakışı, saçını anlatan bir mazmundur.



Dev


Eski İran dininde tanrı olan deva, Zerdüşt tarafından cin sayılmıştır ve Türkçedeki devin kökeni budur. Mezopotamya, Yunan ve İskandinav mitolojilerinde devler tanrılarla savaşır ve yenilirler. Ortaçağ Avrupa’sında birçok şehrin koruyucu devi vardı ve karnavallarda maketleri dolaştırılırdı. Masal kahramanının karşısına çıkan önemli engellerden biri de devdir. Odysseia’nm Kyklops’u ve Dede Korkut’un Tepegöz’ü en tanınmış tekgözlü devlerdendir.



Ejderha


Ağzından ateş çıkaran, kanatlı dev yılan diye tanımlanabilir, iyicil bir güç olan Çin ejderi yüzyıllarca imparatorluğun simgesi olmuştur. Eski Yunanlılar ejderha gözünden yapılan ilaçlar tanımladıkları gibi, örneğin Agamemnon’unkinde olduğu gibi, kalkanlarına ejderha resmi de çizmişlerdi. Roma’da da piyade taburunun nişanı ejderhaydı. Fenike mitolojisinden alınan Leviathan Yahudilik ve Hıristiyanlıkta puta taparlığın simgesi olmuştur. Çeşitli kültürlerde birçok kahraman, Herakles, Sigurd ya da Siegfried, İskender, vb. ejderhayla dövüşmüştür; St. Michael, St. George da ejderha öldürmüş Hıristiyan azizleridir. Ejderha, hâzinelerin bekçisi olması da dahil, birçok özelliği ile Şahmaran’a benzer.



Gulyabani


Gûl İslamiyet öncesi Araplarda kötü dişi cindir. Erkeğine de kuturb denirdi. Gül her biçime girebilir, yolculara saldırır ve öldürür; kuduz hastalığının da nedeni olarak kabul edilir. Gulyabani sözcüğü Gûl-i beyâbânî’den gelir. Hüseyin Rahmi’nin filme de alınmış olan Gulyabani (1912) eseri, kandırmacaya dayandığı için gerçek cin kitabı sayılmaz.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ kitabından alıntılanmıştır.

23 Temmuz 2023 Pazar

Safranbolu / Karabük

 


İRAN TARİHİ-1

 İRAN'IN COĞRAFÎ DURUMU


Memleket ve Dicle ırmağının doğusundaki dağlardan Afganistan’a kadar uzayan, kuzeyde Hazer  denizi, Harezm  bölgesi  güneyde Umman denizi, güney-batıda Basra körfezi ile çevrilen alan  Iran  platosunu teşkil eder. Eskiden daha geniş olan İran’ın bugünkü sınırları içindeki platoda, meskûn kısımlar kuzey-doğu, kuzey­ batı, güney-batı bölgeleridir. Orta kısım doğuya doğru daha çok genişliyen bir çölden ibarettir. Meskûn kısımlar, doğuda Horasan, Kuhistan, kısmen Siyistan, Kirman ve Mekran, kuzeyde Astarabad, Mazendran (Taberistan), Geylan, batıda Azerbeycan, Irak-ı Acem, Loristan, lozistan, Faristan, Laristan bölgelerine ayrılmaktadır.


Genel bakımdan plato oldukça yüksek, aynı çeşit alüvyonlarla örtülü vadilerden terekküp eder. Derin tabakalarda, yuvarlanmış çakıllardan, kumdan, topraktan ibaret bir karma vardır. Bu tabakalarda kuyular, yer altında galeriler açmak kolaydır. Yaylanın dördüncü zamanda su altında bulunduğu sanılmaktadır. Yayla güneyden kuzeye doğru tatlı bir meyil ile iner.


Yayla bitki türleri bakımından zayıftır. Umumi manzara çoraktır. Toprağın sarı rengi her yerde hâkimdir. İlkbaharda kısa bir zaman için ufak ağaçlar çiçek açar. Tepeler dağ bitkileriyle örtülür. Fakat yazın ilk sıcaklariyle bütün bunlar kaybolurlar. Nehirler boyunca sulanan topraklarda en çok rastlanan ağaç kavaktır. Ondan sonra Akçakavak, atkestanesi, karaağaç, dişbudak, söğüt ve ceviz ağaçları gelir, çam ve servi nadirdir. Servi, akasya, Türkistan dışbudağı bahçelerin tezyini için yetiştirilirler. Muşmula ve yoda ağacı dağlardaki vadilerde çok bulunur. Yemiş ağaçları hususi ihtimamla yetiştirilmektedir. Platonun üzüm ve kavunu meşhurdur.


Platonun Hazer deniziyle nihayetlenen kuzey bölgesi El-burz dağlariyle çevrilmiştir. Bu dağların en yüksek tepesi olan Demavend 5500 metre yüksekliğinde volkanik bir dağdır. Eski çağlarda Demavend'den lâcivert taş çıkarılırdı.

Elburz dağları, üzeri daima karlarla örtülü olan ve 5146, metre yüksekliğinde bulunan meşhur Küh-i baba ile Hindu-kuş dağlarına müntehi olur.


Elburz dağlarının kuzey bölgesinde iklim son derece mutedildir. Toprak her türlü bitki yetiştirmeğe elverişlidir. Bu sebepten bu bölgede her taraf yeşil mer'alar ve ormanlarla örtülüdür. Dağların eteklerini yalayan Hazer denizi sahilleri lâtif bir manzara arzederler. Hazer deniziyle dağ silsilesi arasında batıdan doğuya Geylan, Mazendran ve Astarabad vilâyetleri vardır. Hazerin en derin kısmı, Iran sahilleri civarıdır. Hazerin su seviyesinin, tarihin bilindiği zamanlarından beri alçalmakta olduğu tesbit edilmiştir. Kuzey bölgesi için çok faydalı olan Elburz dağları, serin rüzgârlarla yağmur bulutlarının önünü kestiğinden orta bölgelere çok zararlı olmaktadır.


Batıdaki Zagros dağları Urmiye gölü bölgesinden başlayarak güneye doğru uzanır, eski Akbatan (Hemedan) güneyinde Elvend adını alır ve Elâm dağlarını teşkil eder. Sonra doğuya dönerek Hind denizi sahillerine paralel olarak Indus ırmağının denize döküldüğü yere kadar gider.


Jeolojik bakımdan güneydeki ve doğudaki dağ zincirleri bir tek sistem teşkil ederler. Her ikisi de ibtidal üçüncü devre ait nummulit’li kalkerlerden mürekkeptir. İran'da gıranite-Urmiye gölü bölgesinde, Hemedan’a hâkim olan 3440 metre-râkımlı Alvend dağında rastlanmaktadır. Kuzey-batı köşesinde volkanik arazi ve Erdebil’in üstünde 4813 metre yüksekliğindeki Savalan dağı gibi, sönmüş yanar dağlar vardır.


Orta  iran çala Plâtoda kuzeyden güneye doğru inildikçe iklim   kuraklaşır, ısı   artar, toprak   bitki kabiliyetini kaybeder. Yaylanın iç taraflarına girilince tamamile bir çöl ile karşılaşılır. lran plâtosunun üçte ikisini teşkil eden bu çöl, ya rüzgârların havaya kaldırdığı, gayet ince kırmızımtrak bir kum ile örtülü geniş ovalar veya güneş ziyası altında parıldayarak uzaktan göl manzarası gösteren toz tabakalarile örtülü boş topraklardan ibarettir. Bu çöle güney halkı tarafından Deşti -Lut, kuzey halkı tarafından da Kavir adı verilmektedir. Kavir adı, güneşin şiddetli ziyası karşısında kuruyarak yerinde beyaz bir tuz tabakası bırakan geniş su birikintilerine verilmiş bir isimdir. Çölde rüzgârlarla yerlerini değiştiren kum tepeleri çok olduğundan bu bakımdan Afrika'nın büyük çölüne benzer. Kervanların bu çölü geçmeleri çok güçtür. Fırtınaya tutulmak çok tehlikelidir. Çölün batakları ve hareket halinde bulunan kum tepeleri arasında ölüm tehlikesinden kurtulabilmek büyük bir şanstır. Buralarda ırmak ayakları yerine çakıllı kum ile dolu sel yatakları görülür.


Çölün doğuya uzanan yerlerinde kışları hararet sıfırın altında kırka kadar iner, yazları ise sıfırın üstünde elliye kadar çıkar. Çölün orta ve güney kısımlarında bâd-ı-semum denilen yakıcı ve boğucu bir rüzgâr eser, yağmurlar toprağa inmeden havada tabahhur eder.


Çöl kısmı, çevresindeki meskûn araziye nisbetle çukur olmakla beraber deniz seviyesinden ortalama takriben 2^W İngiliz ayağı yüksekliktedir.


Bab bölgesi İran'ın en iyi ve en bitkili bölgesi batı taraflarıdır. Eski zamanlarda bu bölgenin kuzey tarafı Medye, güney tarafı ise Elâm ve Anşan adlariyle anılıyordu. Eski Medye bugünkü Iran Azerbaycan'ı ile Irak-ı Acemi kapsamakta idi. Azerbaycan sınırılarında Ararat, Savalan, Karadağ, Sehend dağları vardır. Sehend’in eskilerce mukaddes tanılan tepesi, Urmiye gölüne hâkimdir.


İran'ın en büyük gölü olan Urmiye, Van ve Lut göllerinden daha tuzludur. Deniz seviyesinden 4100 ayak yüksekliktedir. Kuzeyden güneye uzunluğu takriben 80 mildir. Genişliği ise 20 mildir. İran’ın belli başlı ırmakları bu bölgededir. Araks ırmağının aşağı kısmı İran ile Maveray-ı Kafkas arasında Sovyetlerle olan sınırı teşkil eder.


İran'ın en büyük ırmağı Urmiye gölü civarından çıkarak Reşt şehri doğusunda Hazer denizine dökülen Kızıl-Uzen ırmağıdır. Eskilerin Amardis dedikleri bu ırmak, Elburz dağlarını derin vadiler içinde katettikten sonra Sefid-rud (beyaz ırmak) adını almaktadır.




Medye'nin İklimi



Medye'nin  kışı  sert ve karı boldur.   İran şairlerine  yüksek ilhamlar  veren ilkbaharı  ise   çok lâtiftir. Bu mevsimde buralarda her taraf leylaklar, gelincikler, yaseminler, sünbüller ve menekşelerle örtülür. Kayalar arasında bile otlar bittiği görülür. Her türlü meyve bol bol yetişir. Yaz mevsimi ise kış kadar şiddetli ve yakıcıdır. Pelin ile kaba yoncanın Büyük Darius (Dârâ)'ıın seferleri esnasında Medye’den Yunanistan'a getirildikleri rivayet edilir. Zagros dağlarında Alaca geyik, bu dağların eteklerinde ise yabani koyunlar çoktur. Zagros dağları ve Medye eski zamanlardan beri at yetiştirmekle meşhurdur.


Güney -batı İran'ın  güneybatı bölgesinin Mezopotamya'ya hâkim olan kısmı, eski Elam mıntakasını  teşkil eder. Elam'ın  etekleri  Dicle kıyılarına  doğru alçalarak uzanır. Elam'ın arka bölgesi ise Persya denilen kısmı teşkil eder.


Büyük ırmakları olmayan İran'ın bu bölgede oldukça önemli iki ırmağı vardır. Bunlardan biri Kerha, diğeri ise Karun'dur. Bunlardan Kerha ırmağı, eski Elam ve Sus havalisini suladıktan sonra Şat-tül-Arab’a dökülür. Bu ırmağın Elvend dağından çıkan kolları arasında Babil'den Akbatan'a (Hemedan) giden eski büyük yol üzerinde Darius'un meşhur Bisütun yazıtını kapsayan 456 metre yükseklikte bir kaya bulunmaktadır. Çivi yazısı ve üç lehçe ile yazılmış olan bu kitabe Dârâ'nın zaferlerini anlatmaktadır.


Karun ırmağı, İran’ın seyrüsefere elverişli tek nehridir. İran'ın 180 kilometre iç topraklarına girmeğe elverişlidir. Bu yol Bahtiyari dağlarının eteklerinde nihayet bulmaktadır. Karun ırmağının bir kolu Şat-tül-Arab'a, diğer kolu ise Basra körfezine akar. İngilizler Muhammere'den Şuşter'e kadar bir kanal açmışlardır. Elâm dağlarının kuzey-doğusundan çıkan Zende-rud ırmağı Isfahan bölgesini sulamaktadır. Selçukluların bu eski başkentinin meşhur köprü-barajını geçtikten sonra Gao-Khana denilen bataklıkta kaybolur.


Persya veya Fâristan denilen bölge iklim bakımından az çok Medye'ye yakındır. Umman denizinden sarp dağlarla ayrılmıştır. Güneyde Laristan bölgesi ile çevrili olan Fâristan'ın bağ ve bahçelerle süslü olan bölgesini, sarp dağlardan sonra gelen yayla teşkil etmektedir. Bu bölgede şeftali, yasemin, leylak, mersin ağacı ve gül pek iyi yetişirler. Fâristan'ın yukarı ve doğu tarafları çöl ile nihayetlenir. Burada Mahalu ve Niris adlarındaki göller civarında, ırmak yataklarının teşkil ettiği yelpazenin merkezinde meşhur Şiraz şehri vardır. Niris gölü bir kara parçasiyle ikiye bölünmüştür. Bu iki gölden Mahalu gölü Şiraz'ın güney-doğusunda, Niris gölü ise bir az kuzey-doğusundadır.


Fâristan, Elâm ve Medye'den sonra yüzyıllarca İran'ın kalbi olmuştur. Ahamanişler zamanında İran'a başkent olan Pasargad, Perse polis (Istahr) ile Şiraz, Isfahan, Yezd, Kerman bu alandadırlar. İsfahan'la Şiraz arasında 5180 metre yükseklikte Kuh-i-Delma bulunmaktadır. Kimyon Kerman'a mahsus bir mahsuldür.


Doğu bölgesi 


İran'ın kuzey-doğu sınırını  eskiden Ceyhun (Oksus) ırmağı ayırıyordu. Fakat bu ırmak şimdi tamamen Sovyetler ülkesi içinde kalmıştır.  İran'ın Horasan vilâyetini teşkil eden kuzey-doğu bölgesi Orta Asya ile Yakın Şark arasında bir geçit olduğundan, karanlık devirlerden beri doğudan ve kuzey-doğudan akan göç dalgalarına yol olmuştur. En meşhur şehirleri Meşhed ile Kuşan'dır. Eski zamanlarda Horasan'ın beygirleri meşhurdu. Horasan'ın güney kısmı Kuhistan'ı teşkil eder, Reşt-Lut'u kuzey ve doğudan çeviren Kuhistan güneyindeki Hamun Farah, Afganistan'la sınırı teşkil eder. Bunun güneyindeki Seistan (Sakistan) ın bu kısmı bugün Afganistan sınırları içindedir. Burada Hamun denilen büyük Seistan gölü vardır. Gölün seviyesi mevsimlere göre değişir. Çünkü Hilmend ırmağı kaynağının bulunduğu yüksek dağlar karlarla örtülüdür. Suların azlığı veya çokluğu karların erimesine bağlıdır. Kış aylarında göl tamamen kurur. Bahardan itibaren gittikçe artan sularla dolar. Suların gittikçe artmasından gölün taşarak her tarafı kaplayacağı sanılır. Suyun pek çok olduğu yıllarda fazla sular, Gaudi-zerre denilen yerde Şila adı verilen geniş bir kanala akar. Burası 100 mil uzunluğunda ve 30 mil genişliğinde çukur arazidir. Hilmend ırmağının suları eskiden buraya akardı. Aynı tipten bir başka Hamun da Gazmodan’dır. Kirman’daki Halil ve Pampur ırmaklarının suları buraya dökülür.


Doğuda, Afganistan topraklarından akan Hilmend ırmağının döküldüğü Zerre gölü Seistan’da Afganistan’la Iran arasında büyük bir bataklık teşkil eder.


Gone  Bölgesi 


 İran’ın  Belücistan’la  sınırlanan  güney-doğu bölgesi Umman  denizi ile nihayetlenir. Lüristan  ve  Mekran bölgelerini  ihtiva  eden  bu  arazi  ile  Ormuz boğazını çevreleyen Bender Abbas bölgesi iklimce ekvator altında bulunan yerlerden farklı değildir. Burada hava çok sıcak ve çok kurudur. Bu kuruluk oralarda doğup büyümüş olanlar için bile tehlikeli olacak kadar fazladır.



İRAN TARİHİ 1.CİLT

EN ESKİ ÇAĞLARDAN İSKENDER'İN ASYA SEFERİNE KADAR

Ord. Prof. M. ŞEMSEDDİN GÜNALTAY

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak