İKRÂR:
1.
Îmânını açıkça, dil ile söylemek.
Îmân etmek için kelime-i şehâdeti dil ile ikrar
edip, mânâsına kalb ile inanmak lâzımdır. Kelime-i şehâdet ve mânâsı şöyledir:
(Eşhedü enlâ ilâhe illallah ve eşhedü enne Muhammeden abdühü ve Resûlüh= Yerde
ve gökte, Allahü teâlâdan başka ibâdet edilmeye hakkı olan ve tapılmaya lâyık
olan hiçbir şey ve hiçbir kimse yoktur. Hakîki mâbûd ancak Allahü teâlâdır.
Muhammed aleyhisselâm adındaki yüce zât, Allahü teâlânın kulu ve Resûlüdür, yâni peygamberidir). (İmâm-ı Gazâlî)
Ey oğul! Akşam, sabah Âmentüyü okuyarak îmânını
tâzele! Âmentü, îmânın altı şartını bildirmektedir. Âmentü'nün manâsını da
ezberle ve çoluk-çocuğuna da ezberlet! Çünkü, ne zaman öleceğiniz belli
değildir. Dâimâ kelime-i tevhîd (lâ ilâhe illallâh sözünü) oku ve inanılması
lâzım olan altı şeyi iyi öğren, tasdîk (kalb ile inan) ve ikrâr eyle ve onlara
da öğret! Bunları bilmeyenlerin îmânı olmaz. (Süleymân bin Cezâ)
2. Bir kimsenin kendisiyle alâkalı olup, başkasına âit bulunan bir şeyi
haber vermesi, îtirâf etmesi.
Süt emmek, mal ikrâr etmek gibi, evlenecek veya
evli erkeğin söylemesi ve sözünde ısrar etmesi ile veya âdil iki erkeğin ve bir
erkekle iki kadının şâhid olması ile belli olur. (İbn-i Nüceym)
İKRÂZ:
Borç verme, ödünç verme. Bir kimsenin nakid para,
hacim ölçüsü ile alınıp satılan malını, daha sonra mislini (benzerini) almak
üzere bir şahsa vermesi. (Borç ve Karz-ı
Hasen)
İKTİDÂ:
Tâbi
olmak, uymak. Taklid etmek.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
İşte o peygamberler Allahü teâlânın hidâyet ettiği
kimselerdir. Sen de onlara iktidâ et. De ki: "Ben buna (peygamberlik vazîfemin îfâsına) karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O
Kur'ân-ı kerîm âlemler için öğütten başka bir şey değildir. (En'âm sûresi: 90)
Benden
sonra, Ebû Bekr'e ve Ömer'e iktidâ ediniz. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî, Hâkim)
Benden önce Allahü teâlânın bir ümmete gönderdiği
bir peygamber yoktur ki, o peygamberin ümmetinden Havârîleri ve sünnetine tâbi
olan, emrine iktidâ eden eshâbı, arkadaşları olmasın. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Bizim büyüklerimizin yolunun esâsı ikidir:
Birincisi; Resûl -i ekremin sallallahü aleyhi ve sellem sünnetine yâni
bildirdiği İslâm dîninin îmân ve amel ile ilgili hükümlerine iktidâ, ikincisi
tâbi olduğu âlim ve velîyi çok sevmek. (İmâm-ı
Rabbânî)
Kendisinde imâmlık şartları bulunmadığı hâlde
imâmlık yapan kimseye iktidâ etmemelidir. (İbn-i
Âbidîn)
İKTİSÂD:
1. Orta
yol, orta hâl. Tutumlu olma, gereği kadar ölçülü harcama.
Dağlar gibi dalgalar onları kuşattığı zaman, dîni
tamâmen Allahü teâlâya hâs kılarak (ihlâsla)
O'na
yalvarırlar. Allahü teâlâ onları karaya çıkararak kurtardığı vakit içlerinden
bir
kısmı iktisâd yolunu tutar.
(Lokman sûresi: 32)
İktisâd
eden kimse, fakir ve muhtâç olmaz. (Hadîs-i şerîf-Mir'ât-ül-Mürüvvet)
İktisâd
geçimin, güzel ahlâk da dînin yarısıdır. (Hadîs-i şerîf-Râmûz-ül-Ehâdîs)
Lokman
Hakîm, oğluna şöyle nasîhat etti:
Oğlum! Masrafları gelirine göre ayarla! Îktisâd et! Aşırı gitme. Her
şeyde îtidâl sâhibi ol, yâni orta yolu tut! Cömertliği âdet edin!
2. Üretim
ve tüketim faâliyetlerinin nasıl düzenlendiğini inceleyen ilim dalı.
İslâmiyet, ferdin iktisâdî hürriyetine saygı gösterir. Husûsî (özel)
teşebbüslere ve sermâyeye izin verir. Kısaca İslâmiyet, ferdî hürriyete
elverişli bir iktisâd sistemini emr etmektedir. (Seâdet-i Ebediyye)
İKTİZÂ-İ NASS:
Âyet ve hadîslerin gerektirdiği şey; nassın (âyet-i
kerîme ve hadîs-i şerîfin) hükmünün anlaşılabilmesi ve istenilen mânânın ortaya
çıkması için sözün tamâmına bakılarak gerekli hükmün taktir edilmesi.
"Ümmetimden hatâ (yanılma), nisyân (unutma) ve zor karşısında yaptıkları şeyler
kaldırıldı." hadîs-i şerîfinin lafzında yalnız hatâ ve nisyânın
kaldırıldığı bildirilmektedir. Hâlbuki bu haller insandan ayrılmaz. İnsanda her
zaman görülebilmektedir. Bu sebeble iktizâ-i nass, insandan kaldırılanın hatâ,
nisyân olmayıp, hatâ ve nisyân ile yapılan işten doğan günâh ve mes'ûliyet,
sorumluluk olduğunu ifâde etmektedir. Yâni hadîs-i şerîfte mes'ûliyet gibi bir
kelimenin taktir edilmesini gerektirmektedir. (Serahsî)
ÎLÂ:
Kocanın karısına dört ay veya daha çok zaman veya
zaman söylemeyerek "Sana yaklaşmayacağım" diye yemîn etmesi.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Kadınlarına yaklaşmamaya îlâ edenler için dört ay
beklemek vardır. Eğer erkekler (o
müddet içinde keffâret yaparak zevcelerine) dönerlerse şüphe yok ki, Allahü
teâlâ hakîkaten bağışlayıcı ve çok merhametlidir. (Bekara sûresi: 226)
Yemîn eden kimse dört ay içinde hanımına
yaklaşmazsa bir talâk-ı bâîn (tam boşanma) ile boşanırlar. Dört aydan az zaman
için yemîn ederse îlâ olmaz. Dört ay içinde îlâyı bozarsa zevcesi (hanımı) boş
olmaz. Yemîn keffâreti verir. (İbn-i
Âbidîn)
Îlâda söz, açık ve açık olmayan olabildiği gibi,
müddet de belirtilmemiş olabilir. Helâli kendisine haram etmek yemîn olup,
hanımına; "Sen bana haramsın" yâhut; "Sen bana haram ol!"
diyen kimse kendisine haram kılmayı kasd etmişse, îlâ etmiş olur. Îlâ etmek
istememiş ise hanımını bâîn (tam boşama) ile boşamış olur. (Mehmed Zihni Efendi)
Eğer kocası, karısına; "Ben sana yakınlıkta bulunursam hac etmek yâhut oruç tutmak, sadaka vermek üzerime lâzım olsun" dese îlâ olur. Dört ay içinde karısına yakınlıkta bulunursa yemîni bozulur; ne üzerine yemîn etmiş ise o şey lâzım olur ve îlâ düşer.
(Mevkûfâtî)
İLÂH:
Mâbud,
tanrı.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:
Onlar,
(kâfirler, müşrikler) o kimselerdir ki, Allah ile berâber başka
bir ilâh tanırlar. Onlar, yakında (başlarına gelecek âkıbeti) bileceklerdir. (Hicr sûresi: 96)
Onlar, âlimlerini ve râhiplerini Allah'tan başka
ilâhlar edindiler. Meryem'in oğlu Mesîh'i de (ilâh edindiler). Hâlbuki onlar da ancak bir olan Allah'a
ibâdet etmekle emrolunmuşlardı. Allahü teâlâdan başka hiçbir ilâh yoktur. O,
müşriklerin ortak koştuğu şeylerden tamâmen münezzehtir. (Tevbe sûresi: 31)
Kim Allahü teâlâdan başka ilâh olmadığına, Muhammed
aleyhisselâmın Allahü teâlânın Resûlü olduğuna (gözüyle görmüş gibi) şehâdet ederse, Allahü teâlâ ona Cehennem'i
haram kılar. (Hadîs-i
şerîf-Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî)
Îmânın altı şartından birincisi, Allahü teâlânın
vâcib-ül-vücûd ve hakîkî ilâh ve bütün varlıkların yaratıcısı olduğuna
inanmaktır. (Kemahlı Feyzullah)
1. "Ey Allah'ım"
mânâsına hitâb.
İlâhî! Dostlarını şöyle kıldın ki onları bilen seni
buldu. Seni bulmayan onları bilmedi.
(Abdullah-ı Ensârî)
İlâhî! Herkesi sıkıntıdan kurtaran yalnız sensin.
Bizi dünyâda ve âhirette sıkıntıda bırakma. Muhtâçlara her şeyi gönderen yalnız
sensin. Dünyâda ve âhirette hayırlı, faydalı olan şeyleri bize gönder. Dünyâda
ve âhirette kimseye muhtâc bırakma. Âmîn. (Muhammed
Rebhâmî)
Yüzüm dergâhına döndüm ilâhî,
Kapından etme red bu pür günâhı (günâhı çok olanı).
Ümîdim kesmem hiç senden ilâhî,
Ki sensin cümle mahlûkun penâhı (sığınağı).
Yüzüm karasına bakma ilâhî
Cehennem nârında (ateşinde) yakma
ilâhî.
(Beykozlu Muhammed bin Receb)
2. Allahü
teâlâ ile alâkalı, O'na âit, O'ndan gelen, O'nun gönderdiği, indirdiği.
Tasavvuf, insanlık sıfatlarından çıkarak, melek
sıfatları ile bezenmek ve ilâhî ahlâkı huy edinmektir. (S. Abdülhakîm Arvâsî)
Allahü teâlânın son ilâhî kitabı Kur'ân-ı kerîmdir.
Kur'ân-ı kerîmden Allahü teâlânın murâd ettiği mânâyı ve hadîs-i şerîflerden
Peygamber efendimizin maksâdını en iyi anlayabilenler, müctehîd denilen büyük
İslâm âlimleridir. (Seyyid Abdülhakîm-i
Arvâsî
İlâhî Dinler:
Asılları Allahü teâlâ tarafından bildirilmiş olan
dinler. Hak dinler ve semâvî dinler de denir.
Bugün yeryüzünde mensûbu bulunan üç tâne ilâhî din
vardır. Bunlardan yahûdîlik ve hıristiyanlık aslı bozulmuş, din adamları
tarafından değiştirilmiştir. Aslı bozulmamış, kıyâmete kadar da bozulmayacak
olan tek ilâhî din İslâmiyet'tir. (M.
Sıddîk Gümüş)
Allahü teâlânın var ve bir olduğunu bildiren ilâhî
dinlerin hepsi, insanlar tarafından bozulmadan önce, inanılacak şeyler bakımından
birbirinin aynı idi. (S. Abdülhakîm
Arvâsî)
İLÂHİYYÂT:
İnanılacak şeylerden bahseden kelâm ilminin; Allahü
teâlânın varlığı, zâtı, sıfatları ve fiillerinden (işlerinden) bahseden bölümü.
Kelâm kitaplarının ilâhiyyât bahislerinde Allahü
teâlânın varlığını isbat için bildirilen delillerden birisi şöyledir:
Şu âleme gözünü çevirip, üstünde, direksiz duran
yıldızları, bilhassa belli bir yörüngede ışık saçan, ziyâsıyla yıldızlarda gece
ve gündüzün meydana gelmesine sebeb olan güneşe, gökteki bulutlara ve yağan
yağmurlara, altındaki yere ve üzerindeki nehirlere, denizlere, karalardaki
ağaçlara ve meyvalara, çeşitli özelliklere sâhip memleketlere ve şehirlere,
mâdenlere, bitkilere ve hayvanlara bilhassa âlem-i sagîr (küçük âlem) denilen
insana ve kâinattaki eşyânın eşsiz bir sûrette yaratılışına bakan bunlardaki
çok ince olan nizam (düzen) ve intizamı, âhengi (uyumu) gören, bunlardaki fâide
ve hikmetleri iyi düşünen bir kimse, âlemi yoktan var eden, hep var olan bir
yaratıcının var olduğuna inanmak zorunda kalır. (Abdüllatîf Harpûtî)
Bütün nutuklarımda, atomdaki enerjiden nasıl
istifâde edileceğini anlattım. Şimdi aklımıza, haklı olarak şu soru
gelmektedir: "Bu muazzam kudreti, küçücük yere kim ve nasıl koydu?" Buna ancak İslâm ilâhiyyâtı cevap verecektir. (W. Heisenberg)
İ'LÂ-YIKELİMETULLAH:
Allahü
teâlânın ismini yüceltmek, İslâm dînini yaymak.
Kim i'lâ-yı kelimetullah için harbederse, o, Allah
yolunda savaşmış olur. (Hadîs-i şerîf-Müslim)
Peygamberimiz sallallahü aleyhi ve sellemin
vefâtında, Eshâb-ı kirâmın hepsi, sonra da evlâdları, cihâd için, i'lâ-yı
kelimetullah için Arabistan'dan çıktı. İslâm ordusu, Asya'nın ötelerine, Afrika'ya,
Kıbrıs'a, İstanbul'a hâsılı her yere dağıldı. Allah'ın dînini, O'nun kullarına
tanıtmak için savaştılar ve canlarını fedâ ettiler. Ecdâdımız keyf için, tama'
için cihâd yapmadı. İ'lâ-yı kelimetullah için yaptı. (Abdülhakîm bin Mustafâ)
Muhârebeye gitmekten maksad, i'lâ-yı kelimetullah
ve din düşmanlarını zayıflatmak ve bozguna uğratmak olmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)
İLHÂD:
Kur'ân-ı kerîmde ve hadîs-i şerîflerde açıkça
bildirilmiş olan, müctehid âlimlerin söz birliği ile bildirdikleri ve
müslümanlar arasında yayılan îmân bilgilerine uymamak, doğru yoldan ayrılmak
küfre (îmânsızlığa) sebeb olan inanış.
Allahü teâlâ
âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Kim Mescid-i Harâm'da zulm ile ilhâda yeltenirse,
biz ona pek acıklı bir azâb tattırırız. (Hac sûresi: 25)
Amellerin, ibâdetlerin, kabûl edilmesi için, yâni
sevâb verilmesi için hem şartlarına uygun olması, hem de ihlâs ile niyet
edilmesi lâzımdır. "İbâdet, sahîh olursa kabûl edilir. Niyete
bakılmaz" demek, ilhâd olur. (Muhammed
Hâdimî)
Din bilgilerinin doğrusu, Ehl-i sünnet vel cemâat
âlimlerinin bildirdikleri bilgilerdir. Bunlara uymamak, zındıklık ve ilhâddır. (İmâm-ı Rabbânî)
İLHÂM:
1.
Peygamberlerin kalblerine, uyanık iken, melek görünmeden ilâhî vahyin
bırakılması.
İlhâm,
peygamberlerin aleyhimüsselâm ve sâlih (iyi) müslümanların kalblerine gelir.
Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellemin mübârek
kalbine gelen ilhâm, her müslüman için seneddir. Herkesin bunlara uyması
lâzımdır. (Abdülganî Nablüsî)
2.
Sâlihlerin, iyi kimselerin kalbine gelen İslâmiyet'e uygun mânâlar.
Melekten gelen ilhâm, İslâmiyet'e uygundur.
Şeytandan gelen vesvese İslâmiyet'ten ayrılmaya sebeb olur. (Hadîs-i şerîf-Berîka)
İslâmiyet'in hükümleri ilhâm ile anlaşılmaz.
Evliyânın ilhâmı, başkalarına huccet, sened olamaz. Evet, Ehlullahın
(velîlerin) ilhâmları doğruluğu, İslâmiyet bilgilerine uygun olmalarından
anlaşılır. Fakat, Ehlullah, yâni velî olmak için, İslâmiyet bilgilerini
öğrenmek ve bunlara uymak şarttır. "Takvâ sâhiblerine (haramdan
kaçınanlara) Allahü teâlâ ilim ihsân eder" meâlindeki âyet-i kerîme bu
husûsu bildirmektedir. Sünnete yâni İslâmiyet'e sarılmayan, bid'atten sakınmayan
kimsenin kalbine ilhâm gelmez. Böyle kimselerin söyledikleri nefsten ve
şeytandan gelen bozuk şeylerdir. (Abdülganî
Nablüsî)
Mânevî bilgiler, keşif ve ilhâm ile hâsıl olur.
Hocadan öğrenilmez. İbâdetlerin yapılması ve bütün İslâm bilgileri ise, üstâddan
öğrenmekle elde edilir. İslâm bilgileri, ilhâm ile hâsıl olsaydı, Allahü
teâlânın peygamberler ve kitaplar göndermesine lüzûm olmazdı. (Abdülganî Nablüsî)
İnsan, ilhâm olunan şeyleri yapmalı, vesveseyi
yapmamak için gayret etmelidir. Nefse uyan kimse vesveselere uyar. Nefsin
hevâsına uymayanın, ilhâma uyması kolay olur. (Muhammed Hâdimî)
3. Allahü
teâlânın bildirmesi. Sevk-i tabîî. Bugün buna içgüdü denilmektedir.
Her sınıf hayvanın şahsının ve türünün korunması
sağlanmıştır. Yaşamaları için, insan aklını şaşırtan şeyler onlara ilhâm
olunmuştur. Bal arısı mühendis gibi, altı köşe petek yapar. Silindir yapsaydı
aralarında boşluk kalırdı. Altıgen prizmalar arasında yer kaybı olmuyor.
Dörtgen olsaydı, hacimleri daha az olurdu. Bunu insanlar okumakla, öğrenmekle
anlar. Öğrenmeyen anlamaz. Arıya bunu bildiren kimdir? Allahü teâlâ ilhâm
etmektedir. (Ali bin Emrullah)
İLKA':
Atma,
bırakma.
1.
Öğretme.
Abdullah bin Zeyd radıyallahü anh şöyle anlattı:
"Bir sabah Resûlullah'a geldim. O gece gördüğüm ezânla ilgili rüyâyı O'na
haber verdim. Buyurdu ki: "Gerçekten bu bir hak (doğru) rüyâdır.
Bilâl-i Habeşî ile kalk; çünkü o, senden daha yüksek ve uzun seslidir. Sonra
söyleneni ona ilka' et! Bilâl bununla (müslümanları namaza) çağırsın." (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Tirmizî)
2.
Bırakma, yerleştirme.
Vahyin (Kur'ân-ı kerîmin) geliş (indiriliş)
şekillerinden biri de; Peygamber efendimiz uyanık iken, Cebrâil aleyhisselâm,
görünmeksizin, Peygamberimizin kalbine ilâhî vahyi ilka' ederdi. (İmâm-ı Süyûtî)
İLLET:
Bir şeyin
veya hükmün meydana gelmesine doğrudan te'sir eden iş, sebeb.
İlletin bulunduğu yerde; te'sir ettiği, meydana
getirdiği şey veya hüküm de bulunur. İllet bulunmayınca bunlar da bulunmaz.
Satış akdi, mülkiyet için illettir. Akd yapılınca, satıcı sattığı eşyânın
bedeli olan şeye, alıcı da mala sâhib olur. Satış akdi olmayınca, alıcı da,
satıcı da hiçbir şeye mâlik olamazlar. Yâni mülkiyet denen şey meydana gelmez.
Aynı şekilde, nikah da evliliğin meydana gelmesinin illetidir. Nikâh varsa,
evlilik vardır. Nikâh yoksa, evlilik de yoktur, yâni evlilik hâli yaşansa bile
meşrû (dîne uygun) değildir. (Serahsî)
İLLİYYÎN:
1.
Yedinci kat gökte, arşın altında bulunan bir yer veya Cennet.
Allahü
teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:
Hayır (o
kâfirler gibi olmayın). Çünkü itâatkâr olan iyilerin kitâbları
(amelleri), hiç şüphesiz İlliyyîn'dedir.
(Mutaffifîn sûresi: 18)
Hafaza (koruyucu melekler) yâni Kirâmen kâtibîn,
bir kişinin amel defterini Allahü teâlâya arz ettiklerinde; "Siz kullarımın
üzerine hafazasınız. Kalbini bilen benim. Amelini hâlis ettiğinden (yâni
amellerini ihlâsla, Allah rızâsı için yaptığından), onun defterini İlliyyîn'e
koyun. Çünkü onu af ve mağfiret ettim" diye Allahü teâlâ vahyeder
(bildirir). (Zemahşerî)
2.
Mü'minlerin, öldükten sonra rûhlarının, nîmetler ve lezzetler içinde bulunduğu
yer.
Mü'min ölüm döşeğine yattığı vakit, melekler
çeşitli misk kokulu ipek mendil ile gelip, yağdan kıl çeker gibi, rûhunu
bedeninden ayırırlarken; "Ey mutmainne (Hakîkate ermiş, bu sebeble kendisinde hiçbir şüphe ve tereddüt
kalmamış ) nefs, sen Rabbinden, Rabbin de senden râzı olduğu hâlde,
Allah'ın rahmet ve keremine dön!" derler. Rûh çıktığı vakit, o kokular arasına konur, ipek mendil üzerine bağlanır ve
İlliyyîn'e götürülür... (Hadîs-i
şerîf-İhyâ-ül-Ulûm)
Mü'min ölenlerin, İlliyyîn'deki rûhları, arasıra
yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlardaki cesedlerine red olunurlar
(gönderilirler). En çok Cumâ geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşur,
konuşurlar. Rûhlar İlliyyîn'de iken, cesed olmaksızın da, nîmetlenir,
lezzetlenir. (İmâm-ı Yâfiî)
İnsanı, şehvetler, Allahü teâlânın düşmanı olan
nefsin arzû ve istekleri kaplamıştır. O, bunlarla mücâdele etmekle vazîfelidir.
Şehvetlerin düşkünü oldukça, esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına,
hayvanların ve şeytanların seviyesine) iner. Şehvetlerini yendikçe, İlliyyîn'e
ve meleklerin derecesine yükselir. (İmâm-ı
Gazâlî)