18 Kasım 2022 Cuma

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 40

 


MAGARA İYESİ


Mağaraları koruyan ruhlara genel olarak verilen isimdir. Türklerde mağaralar gizemli hatta kutlu mekanlardır. Örneğin kısır kadınlar mağaralarda duvarlardan damlayan suları içtiklerinde çocuk sahibi olacaklarına inanırlardı. Ata mağaraları da ataların ruhlarının barındığı veya ziyaret ettiği yerler olarak algılanırdı. Dolayısıyla Mağara İyesi'nin bu ata ruhlarıyla alakalı olduğu düşünülür.



MAL İYESi


Atların ve sığırların koruyucu ruhudur. Türkler  ahır  hayvanlarını genelde dört türü esas alarak sınıflandırırlar: Atlar, inekler, koyunlar ve develer. Bu hayvan türlerinin bazıları farklı bölgelerde doğal koşullara uyumları ve beslenme kolaylıkları ölçütünde kısmen veya tamamen diğerlerine göre daha fazla yetiştirilirler. Mal kavramıysa aslında bu grupların tamamını kapsar. Ancak kimi yörelerde yalnızca büyükbaş hayvanlar (at ve inek) veya sırf inekler için kullanılır. Mal İyesi'nin hayvanlarla birlikte otlağa gittiği ve geri döndüğü, çoban başlarında yokken onlara göz kulak olduğu ve dağılmalarını engellediği, onları bir arada tuttuğu söylenir.

1. Davar (Tavar) İyesi: Koyun sürülerinin koruyucu ruhu.

2. Sığır (Sıyır) İyesi: İnek sürülerinin koruyucu ruhu.

3. Deve (Teve) İyesi: Develerin koruyucu ruhu.

4. At (Yunt) İyesi: At sürülerinin koruyucu ruhu.


MANAS


Heybetli, görkemli, büyük demektir. Ayrıca bu sözcük huy, mizaç, karakter anlamlarına gelir. Dolayısıyla sağlam karakteri  ifade eder. Ural- Kırgız destan kahramanı. Kırgızların bir ulus haline gelmelerinde büyük bir etkisi  olmuştur.  Hatta  adını taşıyan  destanın kendisi  bile  Kırgızları  bir  araya getirerek ortak  bilinç  aşılayan bir etkendir. Babasının adı Çakıp'tır (Cakıp/Yakıp/Yakup). Destana göre Manas annesinin karnında on ay kalmıştır. Anadoluda karşısındakinin kendisini üstün görmesini eleştiren "Sen on aylık mısın?" sorusuyla bu motif ilginç bir benzerliğe sahiptir. Doğarken elinde bir kan pıhtısı tutmaktadır.  Pek çok Türk söylence kahramanı gibi o  da bir günde bir yaşına gelir. Altı yaşındayken güreşmeye başlar. Yedi günde yedi yaşına ulaşır. İlerleyen yıllarda büyük bir savaşçı olur. Ayrıca öldükten  sonra tekrar dirilişi  anlatılır.  Yanında kırk yiğidi vardır ve bunların da kendi aralarında bir hiyerarşi bulunur. Manas'ın atının adı “Ak-Kula" ve zırhının adı ise "Ak-Kübö" olarak geçer. O yüzden şöyle denir: 'Ak-Kula'ya at erişmez/Ak-Kübö'ye ok işlemez:' Manas'ın karısı Kanıkay Hanım'ın da savaşçı Kırk-Kız'ı vardır.  Manas dünyanın en uzun destanlarından biridir (kimi görüşlere göre en uzundur) ve aslında üç bölümden oluşur: Manas, Semetey ve Seytek. Yani Manas'ın oğlu olan Semetey'le, Semetey'in oğlu (Manas'ın torunu) Seytek'in serüvenleri de öyküye dahildir. Birinci bölümde birlik fikri vurgulanır, ikinci bölümde kavga ve anlaşmazlıklar ele alınır, üçüncü bölümdeyse karmaşa ve dağılmaya neden olanların cezalandırılmaları anlatılır. "Manasçı" adı verilen destanı okuyucuları tarafından ezberlenir ve nesilden nesle aktarılır.

MANKURT


Türk, Altay ve Kırgız efsanelerinde bahsedilen bir kavramdır. Genel bir tabirle "bilinçsiz köle"  demektir.  Mankurt  haline  getirilmek istenen kişinin başı kazınır, ıslak deve derisi sarılır ve böylece elleri kolları bağlı olarak güneş altında bırakılır. Deve derisi kurudukça gerilir ve başı mengene gibi sıkar. Bunun sonuncunda insana inanılmaz acılar vererek aklını yitirmesine neden olur. Ters yönde uzamaya başlayan saçlar onun büyük  acılar  çekmesine  sebebiyet verir. Böylece bir müddet sonra hafızasını yitirir, düşünemez  hale gelir. Hatta anne-babasını bile tanımaz. Efendisi  ne  söylerse  itaat eder. Her isteneni sorgulamadan yerine getiren bilinçsiz bir köleye dönüşür. Ünlü yazar Cengiz Aytmatov'un 1980 yılında yazdığı "Gün Olur Asra Bedel" adlı eserinde, Kırgız destanlarından yararlanarak yeniden işlediği bir kişiliktir. Anlatılan  öyküde  Mankurt  nihayet kendi annesini öldürür.  Kitabın ardından  tüm  dünya literatüründe ilgi gören bu kavram siyasi sistemler içerisinde öz benliğini yitirerek kendisini kimliksizleştiren, kukla haline gelmiş zavallı insan tipini simgeler. O geçmişiyle bağlarını koparmış, hafızasız kalmıştır, aklını başkalarının insafına terk etmiştir. Yani düşüncesi, anlayışı ve hatta vicdanı artık özgür değildir. Dolayısıyla bir anlamda yaşayan bir ölüye dönüşmüştür.



MAY ANA


Varlık tanrıçası. İnsanların koruyucusu, kollayıcısı ve gözeticisidir. Göğün üçüncü katında oturur. Kırk başlı bir kadındır. Kimi yerlerde gümüş saçlı sarı bir kadın olarak betimlenir. Evini havada kurar ve çocuklarını orada doğurur. Yay ve okuyla kötü ruhları çocuklardan uzak tutarak onları korur. Bayanay'la aynı kişilik olduğu öne sürülür.


MENERİK


Şaman hastalığı. Bir kişi bu hastalığa yakalanınca ağzından kan gelir ve böylece şaman olur. Şamanlığa doğuştan gelen bir yeteneği olan kişilerde görülen ve coşkuya (vecde, transa) erişmesini sağlayan sinirsel hastalığa denir. Altaylarda Şamanlık, soydan gelen (kalıtsal) bir özellik olarak görülür ve özellikle çocukluk çağında saraya benzer nöbetlerle ortaya çıktığına inanılır. Meneriğe tutulan aday önce büyük bir yorgunluk hisseder; gövdesi kasılıp titrer, bedeni hissizleşir, göğsü daralır, tuhaf sesler çıkararak ağlar, gözleri döner. Sonra aniden sıçrayarak ayağa kalkar ve deli gibi dönmeye başlar. Nihayet ağzından köpükler saçarak yere yığılır. Bu durum birkaç gün hatta birkaç hafta sürer. Yakutlarda Şaman olacak kişi ormanlara kaçar, kendisini ateşe veya suya atmak ister. Sonunda davulunu alıp çalmaya başladığında dinginleşerek kendine gelir. Kendisine bu görev verildiği halde Şaman olmak istemeyen kimselerin ya delirdiği ya da genç yaşta öldüğü söylenir. Şamanlığı bırakan kişilerde bu hastalığın yeniden başladığı pek çok defa kaydedilmiştir.



MERGEN


Akıl tanrısı. Aklı ve zekayı temsil eder, bilimi ve felsefeyi simgeler. Bilgedir, hikmet sahibidir ve insanlara bilgelik verir. Her şeyi bildiği için her şeye gücü yeter. Göğün yedinci katında oturur. Oku ve yayıyla betimlenir. Bilgeliğiyle attığı ok hedefini şaşırmaz. Türk halk kültürü içerisinde hedefini kendisi bulan ok motifine masallarda zaman zaman rastlanır.

MİTE


Bit cadısı. Üstü başı pislik içinde ihtiyar bir kadın kılığındadır. Bazen 12-13 yaşlarında bir çocuğa dönüşüverir. Ormanlarda ve dağlarda yaşar. İnsanların arasına girip dolaşarak genç ve saf kızları kandırıp evine götürür. Sonra da onlara başındaki bitleri ve pireleri temizletir. Kızların dizkapaklarından kanlarını emer ve birkaç gün sonra öldüklerindeyse onları yer. Etrafına  uyuz  hastalığıyla  bit ve pire saçar. İnsanların yabancılara inanarak bilmediği yerlere gitmemesi gerektiğini vurgulayan bir motiftir.



NİGEZ İYESİ


Ev ruhu. Evin temelinin koruyucu ruhudur ve yapının sağlam durmasını sağlar. Depremlerde evi koruduğuna inanılır. Yangın çıktığında veya eve hırsız girdiğinde gürültü çıkararak evde yaşayanları uyandırır. Hatta uyanmadıklarında ev sahiplerinin ayaklarını çekiştirdiği bile söylenir. Bodrum katta yaşar ve orada un eler, yün veya keten eğirir. Yukarıya yalnızca geceleri çıkar. Her insan onu farklı kılıkta görür, ancak genel  olarak  orta boylu,  ak yüzlü, buruşuk derili, ak elbiseli, hafif kambur bir kadın olduğunu söylenir. Bazen gece yarısı uyanan insanlar evin içinde yürüme veya nefes alma sesleri duyarlarsa işte bu sesler ona aittir. Hatta o, beşiğinde ağlayan bebeği sallar, bulaşık yıkar. Bazen uyuyan kadınların saçlarını bile örebilir, sabah uyandığında bu durumu fark eden kadının örgüyü sökmesi iyi karşılanmaz, kendi kendine çözülmesini beklemek gerekir.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Çatalhöyük / Çumra / Konya

 


Kastamonu

 


17 Kasım 2022 Perşembe

Japonya'daki Meiji Restorasyonu

 1639 yılından beri Japonya, Tokugawa Sogunluğu'nun soyutlayıcı politikaları nedeniyle dış dünya ile pek az ilişki kurmuştu. Bu durum ticareti kısıtlamıştı. Japonların ülkeden ayrılması ve yabancıların ülkeye girişi yasaktı. 1853 yılında ABD donanmasına mensup dört gemi Japonya'ya gelip ülkede ABD ticareti  için  iki merkez kurulmasını dayatınca bu dönem son bulmuş oldu.

Aralarında Rusya  ve  İngiltere'nin  de  bulunduğu  diğer  güçlerle kurulan ilişkiler Sogunların zayıflığına işaret eden bir dizi ödünün verilmesine neden oldu. 1866 yılında toprak sahibi ve işadamı olan Daimyolar bir isyan başlattılar. isyanın sonucunda son Tokugawa Sogunu görevden alındı. 1868 yılında Meiji imparatoru Mutsuhito liderliğinde bir restorasyon süreci başlatıldı.  "Güçlü  ordu,  zengin ülke" Meiji döneminin sloganıydı.

Bir yıl sonra imparatorluk   başkenti   Kyoto’dan Edo’ya (Tokyo) taşındı. Japonya'yı modernleştirmek için bir dizi reform yapıldı. Bu sayede ülke Batılı güçlere direnebilecekti. Batı tipi bir anayasa yapıldı. Daimyo ve samuraylık sistemleri ortadan kaldırıldı.  Ulusal bir eğitim sistemi kuruldu (Bu sistem sayesinde 1900 yılında Japonların neredeyse yüzde yüzü okuma yazmayı öğrenmişti). Tarım, finans, mühendislik ve askeri teknoloji alanlarında yabancı uzmanlardan yararlanıldı. Fabrikaların, tersanelerin ve tren yollarının kurulması ile devlet destekli bir sanayileşme sürecine geçildi. İhracat 1878-1882 yıllarında 30 milyondan , 1913-1917 yıllarında 932 milyona çıktı.

Japonya'nın   modernleşmesi   1894-1895   yıllarındaki    Çin-Japon Savaşı'nda Çin'i yenmelerine imkan verdi.  Savaşın  temel  meselesi Kore'yi  bu iki   güçten   hangisinin   kontrol   edeceğiydi.   Çinliler Kore'nin bağımsızlığını kabul etmeye ve bazı bölgeleri Japonlara bırakmaya mecbur kaldılar. Bunların arasında Tayvan da vardı. Japonya, Rus-Japon Savaşı'nda (1904-1905) hem karadan hem de denizden Rus güçlerini yenilgiye uğrattığında Batılı güçleri şaşırttı. Bu olay Doğu'da önemli bir güç dengesinin kurulmasına ve 1905 Rus Devrimi’ne neden oldu.


Alıntıdır. 


Britanya Adalarının Söylenceleri – 13 İngiltere/Fransa "Kral Arthur"

 


II. Bölüm


(Merlin, Arthur'a doğarken olanları anlatır. İkisi de Britanya kralı olan amcası Aurelius Ambrositts ve babası Uther Pendragon hakkında bilgi verir.)



Merlin anlatmaya başladı. "Arthur" dedi, "doğumunla başlayacağım.


"Uther Pendragon bütün Britanya'nın kralı olduğu günlerde, Sakson işgalcilerle uzun ve zorlu savaşlara girdi. Comwall dükü, savaşta büyük deneyimi olan yaşlı bir adam, bu savaşlarda Uther'e yardımcı oldu. Kral Londra'da büyük bir şölen verince, Comwall dükünü ve karısı İgraine'i de davet etti.


"İgraine'in ünü kendisinden önce Londra'ya ulaşmıştı. Britanya'daki en güzel kadın oydu ve güzel olduğu kadar da iyiydi. Kral Uther'in, ziyafet sırasında dükün karısına âşık olmasında şaşılacak bir yan yoktu. Öteki konuklarını ihmal ederek, uşaklarını sürekli onun tabaklarını yemekle ve altın kadehini şarapla doldurmaya yolladı. Bu sırada ona gülümseyip duruyor ve hep onunla sohbet ediyordu. Gözlerini ondan alamıyordu ve cesaret edebildiği kadar ona sevgisini gösterdi.


"Yaptığı kur, Comwall dükünün dikkatinden kaçmadı ve karısını baştan çıkarmaya çalışan bir krala sadakat borcu kalmadığına karar verdi. Hiçbir söz söylemeden masadan kalktı, İgraine'i elinden tutup kaldırdı ve salondan çıktı. Hiç kimse dükü dönmeye razı edemedi. Kralın emirleri bile onu ikna edemedi; karısı onun için o kadar değerliydi.


"Dük, Comwall'a döndü, karısını Tintagel şatosunda kapatıp gözaltına aldı. Uther ise, İgraine'le sevişmeye kararlıydı. Kale girişteki dar, kayalık patika dışında her yandan denizle çevrili olduğundan, Uther amacına ulaşabilmek için benden yardım İstedi.


"Kralın arzusunun derinliğini ve kararının gücünü görünce, 'Sör, arzunun gerçekleşmesi için çalışacağım' dedim. 'Çünkü İgraine'in kaderinde sana bir oğul vermek yazılı. Bu oğul Britanya'nın en itibarlı kralı olacak. Sonsuza kadar yaşayacak; çünkü halkı, bu dünya durdukça, onun görkemini anımsayacak. Britanya'da yaşayan herkes onun önünde diz çökecek. Ozanlar onun maceralarını anlatacak, şairler onun başarılarından esinlenecek. En güçlü ve cesurlar onun yoldaşı olmak isteyecekler; çünkü onun ruhu onlarda da yaşayacak. Onun saldırıları karşısında taş duvarlar çökecek. Dükler ve baronlar kaçıp teslim olacak. Şövalyeleriyle birlikte, bazıları deniz aşırı birçok ülkeyi ve halkı fethedecek ve herkes onun yönetimi altında barış içinde yaşayacak.”

"Fakat Igraine'i kazanman için, büyü kullanmak zorundayım. En güçlü insan bile, Tintagel Şatosu'nun güçlü, yüksek duvarlarını aşamaz. Kalede yeterli yiyecek depolanmıştır, kuşatmak bir işe yaramaz. Dahası, İgraine o kadar sıkı gözaltında tutuluyor ki ona yaklaşma umudu da yok. Yaklaşabilsen bile umudun olamaz, çünkü Igraine, hiçbir kadının kocasına bağlı olmadığı kadar Cornwall düküne bağlı.


'Dolayısıyla' diye açıkladım, 'her bakımdan sana dükün görüntüsünü vermek için ilaçlarımdan kullanacağım. Yüzün, gövden, konuşman, davranışın, elbisen, hatta atın bile İgraine'in kocasınınkilerin aynısı olacak. Kendi görüntümü ve arkadaşın Ulfius'un görüntüsünü de dükün yoldaşlarının yerini almak üzere değiştireceğim. Kuşku uyandırmadan şatoya girebileceğiz; çünkü kimse kimliğimizi bilemeyecek.' Baban Uther'e öğüdüm böyleydi.


"Böylece Uther Pendragon, Tintagel Şatosu'nda İgraine'le akşam yemeği yedi ve geceyi onunla birlikte geçirdi. Görüntüsü ve konuşmasıyla İgraine onıın kocası olmadığını anlayamadı. Gerçek dük o gün bir savaşta öldürülmüştü ve o gece İgraine sana hamile kaldı.


"Sabah dükün adamları efendilerinin ölüm haberiyle geldiklerinde, Uther'i İgraine'in yanında buldular. Uther onları dük olduğuna, canlı ve iyi olduğuna ikna etti. Kral Uther Pendragon'un saldırısı nedeniyle Tintagel Şatosu tehlikede olduğundan, yardımcı birlikler almak için hemen hareket etmek zorunda kaldığını söyledi. Böylece üçümüz güven içinde şatodan dışarı çıkabildik ve gerçek görüntümüze döndük.


"Uther, İgraine'in serbest kalmasına sevinirken dükün ölümüne üzülüyordu. Tİntagel'e döndü, kaleyi kan dökmeden aldı ve İgraine'le evlendi. Zamanı gelince İgraine seni doğurdu, iki yıl sonra da Uther öldü. Uther ve annen, birbirlerini gerçekten sevdiler ve birbirlerine sadık kaldılar.


"İgraine sana hamileyken, Uther ona kimin çocuğunu taşıdığını sordu. 'Bana gerçeği söyle' dedi kral, 'sana olan sevgim değişmeyecek.' İgraine bir yabancıya kocası gibi davrandığını, çünkü her yanıyla Cormvall dükü gibi olduğunu anlattı. Uther güldü ve 'dediklerin doğru, çünkü dükün görüntüsü içinde sana gelen bendim' dedi. 'Ve çocuğun babası da benim!' İgraine'in yüreği sevinçle doldu, çünkü çocuğunun babasının kim olduğunu öğrenmekten ve onu sevmekten mutlu olmuştu.


"Sen doğduktan kısa süre sonra krala, 'Çocuğunun seninle birlikte yaşaması güvenli değil' dedim. 'Britanya tahtının varisi olduğu için birçok düşmanı olacak. Sör Ector adlı, sadık ve iyi bir lord tanıyorum. Bebeğini evlatlık olarak onun karısı büyütsün. Vaftiz olmadan önce arka kapıdan bebeği bana ver.'


"Senin doğumunda cinler de vardı. En güçlü büyüleriyle seni büyülediler ve sana özel yetenekler verdiler. Bütün şövalyelerin en iyisi olman için sana cesaret ve güç verdiler. Güçlü bir kral olman için sana akıl ve sonsuz ün, bağlılık kazanman için iyilik verdiler. Ve son olarak, sana uzun yaşam bağışladılar.


"Kral, annene, seni altın battaniyeye sarmasını ve yanlarında iki şövalyeyle, iki hanımın seni bana getirmelerini emretti. Yoksul bir adam kılığına girdim, kimse beni tanımadı. Seni Sör Ector'a getirdim ve kutsal biri tarafından vaftiz edildin. Ve böylece Sör Ector'un evinde büyüdün.


"Baban, kardeşi Aurelius Ambrosius'un yanında, Stone-henge'de, Devlerin Yüzüğü'nün içinde gömülüdür. Bu yüzüğü Aurelius'la birlikte nasıl yaptığımızı anlatacağım. Kral Aurelius, Sakson savaşlarında ölen ve Salisbury yakınında gömülen birçok soylu önderin onuruna anıtsal bir yapı inşa etmek istiyordu. Kâhin ve inşaatçı olarak ünlü olduğumdan, Canterbury piskoposu bana haber salmasını önerdi.


"Kral tarafından karşılandım; Aurelius beni karşılamaya, yanında birçok şövalyesiyle kendisi çıktı. 'Bu yurtseverlerin gömülü olduğu yere ezeli ve huşu veren bir anıt dikmek istiyorsan, İrlanda'daki Devlerin Yüzüğü ‘nü getirt' dedim ona. 'Bu yapı taştandır, bütün dünyada eşi yoktur. Bu koca daireyi oluşturan taşlar o kadar büyük ve ağırdır ki, ne kadar güçlü olursa olsun normal bir insan onları kıpırdatamaz.'

"Aurelius güldü. 'Merlin' diye sordu, 'bu taşları kaldırmak insan gücünün üstündeyse, benim taş ustalarımın onları taşımasını nasıl bekliyorsun? Ve bu taşların İrlanda'dan Britanya'ya getirilmelerini niçin istiyorsun? Kendi ülkemizde yeterince büyük taş bulamaz mıyız?' 


'“Öncelikle' diye yanıtladım, 'bu taşları hareket ettirmek için güçten çok yetenek ve beceri gerekir. Çünkü bunlar olağan taş değildir. Çok eskiden, İrlanda'da devler yaşarken bu taşları Afrika'dan getirdiler; çünkü bunların belli dinsel ve tıbbi özellikleri vardır. Ne zaman bir dev hastalansa, bu taşların dibinde yıkanır ve iyileşir. Başka ilaca gerek kalmaz.'


"'Bilgi ve beceri, güçten iyidir' diye sözlerimi tamamladım. 'Bir ordu topla; ben de onlara İrlanda'ya kadar eşlik edeceğim. Mezarları, istediğin gibi bir anıtla onurlandırmış olacaksın ve sen de yaşamın sona erdiğinde oraya gömüleceksin.'


"Açıklamalarım Aurelius'u ikna etti ve babanla onbeşbin şövalyeyi benimle birlikte İrlanda'ya taşları getirmeye gönderdi. İrlandalılar bizi kendi ordularıyla karşıladılar. Kralları işgalimizin nedenine inanamadı. 'Saksonların Britanya Adası'nı işgal etmeleri boşuna değil!' diye bağırdı. 'Britonlar bizim taşlarımızın kendilerininkilerden daha iyi olduğuna inanıyorlarsa gerçekten aptallarmış! Aklı başında kim, bu kadar değersiz bir hazine için denizi aşıp bir ülkeyi işgale kalkar? Fakat Devlerin Yüzüğünden bir taş bile kaldıramayacaklar. Kanlarını İrlanda topraklarına dökerek, onlara taşları sevmenin ne kadar aptalca olduğunu öğreteceğiz!'


" İrlandalılarla savaştık; fakat onlar barışçı bir halktı ve zırh giymiyorlardı. Toprakları bizimkinden çok onların kanıyla sulandı. Orada yedi binden çok İrlandalı toprağa düştü!


"Savaş bitip de adamlarımız zırhlarını çıkarınca, onları Devlerin Yüzüğüne götürdüm. Baban ve şövalyeleri, onu görünce taş kestiler. 'Bu taşları yalnızca devler böyle düzenleyip üst üste koyabilir' dediler.


"'Şövalyeler' dedim, 'sizler şampiyonsunuz. Bu taşları gemilerimize taşıyacak kadar güçlü olup olmadığınızı anlayın.'

"Bu on beş bin güçlü adam yelken ipleri kullanıp çektiler ve ittiler, taşları kıpırdatmayı başaramadılar. Onlara 'Daireden uzaklaşın ve beni seyredin' dedim. 'Bilgi ve becerinin fizik güçten çok daha değerli olduğunu size kanıtlayacağım. Size söyleyene kadar bir daha taşlara yaklaşmayın.'


"Devlerin Yüzüğüne girdim ve taşların çevresinde dolandım. İçerden ve dışardan üç kez yüzüğün çevresinde yürüdüm,  yürürken sessizce taşlarla konuştum. Bitirince adamlara 'şimdi yüzüğün içine girin ve taşları taşıyın. Ellerinizde çakıl taşı gibi olacaklar ve az bir çabayla onları gemilere götürebileceksiniz' dedim. Ve öyle de oldu.


"Britanya'ya dönünce Aurelius, rahipleri ve zengin, yoksul, krallığın her yanından Bretonları Salisbury yakınındaki mezarlıkta topladı. Canterbury piskoposunun mezarlığı yeniden kutsamasından sonra, taşları, İrlanda toprağındaki gibi daire oluşturacak biçimde yerleştirdim. Bu anıt Stonehenge olarak anıldı.


"Çok geçmeden kral zehirlenip öldü. O gece Aurelius'tan millerce uzakta olan baban, göklerde olağanüstü parlaklıkta kocaman bir yıldız gördü. Yıldızdan tek bir ışın uzandı, ucunda ejderha biçimli ateşten bir top vardı. Ejderhanın ağzından iki ışık çıkıyordu. Biri Galya'ya yönelirken, öteki daha küçük yedi parçaya bölünmüş, İrlanda Denizi'ni işaret ediyordu. Bu harika yıldız üç kez göklerde göründü!


"Herkes gibi Uther de bu garip işaretten korkuya kapıldı. Beni çağırttı. 'Merlin, sevgili dostum' dedi, 'bilgeliğini göster ve bana ne gördüğümü ve ne anlama geldiğini anlat.'


"Önce rüyadaymış gibi oturdum. Uyandığımda ve titremem durduğunda, 'Ülkemize acılar gelecek! Aurelius Ambrosius, kralların en soylusu öldü. Soylu ailenden yalnız sen sağ kaldın, İyi bir kral olacaksın, ama önce Saksonların üzerine yürümelisin. Yıldız, kardeşinin ölümünü gösterdi. Öfkeli ejderha seni temsil ediyor. Sakson işgalcileri yeneceksin ve bütün Britanya'nın kralı olacaksın.'


'"Galya'ya yönelen ışın, doğacak oğlunu (seni) gösteriyor. Oğlun güçlü bir kral olacak ve ışının üstünde parladığı bütün ülkeleri yönetecek, İrlanda Denizi'ni İşaret eden ışık çok seveceğin kızına işaret ediyor. Işık içinde yedi ışın, oğlun öldükten sonra Britanya kralları olacak yedi oğlunu ve torununu temsil ediyor.' Böylece kehanette bulunarak gelecek olayları babana anlattım.


"Uther, barbar Saksonların çoğunu öldürmeyi başardıktan sonra Stonehenge'de Aurelius için görkemli bir cenaze töreni yaptı. Yüce kral, İrlanda'dan getirttiği Devlerin Yüzüğünde gömülmüştü. 


"Sonra baban, Britanya tacını giydi. İyi bir kraldı. İyi yasalar çıkardı ve halkını sevdi. Uther Pendragon adıyla anıldı; bunun anlamı da 'ejderha, bu yürekleri acı ve sevinçle doldurup taşır'dır; çünkü ışıkta gördüğü ejderha onun krallığını gösteriyordu. Uther ve adamları son Sakson önderleriyle karşılaştıklarında, Saksonlara şaşırtıcı bir gece baskını yaptılar ve iki Sakson şefini ele geçirdiler. Bu zaferle baban Uther Pendragon, Britanya'daki Sakson korkusuna son verdi.


"'Böylece başladığım yere dönüyorum' diye sözlerini tamamladı Merlin. 'Şimdi kendine güvenmen için bilmen gerekenleri biliyorsun. Onurlu krallar soyundan geliyorsun ve sen de büyük bir kral olacaksın. Çık ve Kuzey Britanya, İskoçya, İrlanda ve Galler'in dükleriyle yüreğin cesaret dolu olarak karşılaş. Zamanla önünde diz çökecekler ve senin yanında savaşacaklar.'"



Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Ahmetusta Geçidi / Safranbolu / Karabük

 




Çatalhöyük / Çumra / Konya

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak