3 Kasım 2022 Perşembe

TABGAÇ DEVLETİ (385-550)

 Hunların yıkılmasından sonra Çin’e giden Türklerin kurduğu devletlerden biri de Tabgaç Devleti’dir. Tabgaçlar, 250’li yıllardan sonra Çin Seddi’nin kuzeyinden, güneye indiler. IV. yüzyıl başında Tai (P’ing-ch’eng) şehri merkez olmak üzere siyasi bir güç haline geldiler. Tabgaç hükümdarı Kuei (386-409) Hsien-pilerin bir kabilesi olan Mu-jungları mağlup ederek büyük miktarda toprak ele geçirdi. Bu sıralarda kuzeyde Juan-juan Devleti oldukça güçlenmişti. Tabgaçlar, onlarla yaptıkları 150 yıl kadar süren mücadeleden galip çıktılar ve bugünkü İç Moğolistan’a da hâkim oldular. Batıya doğru genişleyerek Hunların eski komşusu Wu-sun Devleti başta olmak üzere Yüeh-pan, Kaşgar, Kuça ve Turfan gibi merkezleri kendilerine bağladılar.


460 yılına kadar hâkimiyet sahasını genişleten ve Güney Çin’de de bazı bölgelere hâkim olan Tabgaç Devleti, bir yandan Çinlilerin gittikçe daha fazla miktarda devlet memuriyetlerine getirilmesi, diğer yandan Budizm ve Konfüçyanizmin etkisi ile çinlileşmeye başlamıştır. Tabgaç Devleti’nin idari kadrosunun gittikçe çinlileşmesi sonucunda millî varlığını korumak isteyen halk içinde birçok isyanlar ortaya çıkmış, bu isyanlar bir yandan şiddetle bastırılırken öbür yandan da ileride daha şiddetli bir bozulmayı getiren kararlar alınmıştır. İsyan ve iç karışıklıklar sonucunda Tabgaç Devleti, 534 yılında ikiye ayrılmıştır. Doğudaki topraklarda daha sonra çinlileşen Kuzey Ch’i sülâlesi (550-577), millî benliğini korumak isteyen batıdaki topraklarda da Chou sülâlesi (557-581) kurulmuştur.


Tabgaçların örf âdet ve geleneklerinin çoğu, kendilerinden önceki ve sonraki Türk boylarının kültürü ile benzer özellikler gösterir. Dinî inançları hakkında verilen bilgilere göre Tabgaçlarda mağara, dağ ve orman kültleri bulunuyordu. Diğer Türk boylarında olduğu gibi kurttan türeme ve göç efsaneleri, Tabgaçlar arasında da anlatılıyordu. İbadetlerini taştan binalar içinde gerçekleştiriyorlardı. Ataları, hakanlarının soyu, Gök ve Yer’in kutsal ruhları için kurban keserler ve kutsal saydıkları kayın ağaçlarını dikerlerdi. Bu kayın ağaçları büyüdüğünde kutsal ormanlar meydana geleceğine inanırlardı. Budistleşme ile birlikte bu gelenekler unutulmuştur.


Alıntıdır.


Türk Tarihinin Bizans Kaynakları

 Bizans kaynakları özellikle Doğu Avrupa Türk tarihinin en önemli kaynakları arasında ilk sırada gelmektedirler. Bu eserler doğu kaynaklarının yani Arap, Çin ve Rus kaynaklarının verdiği bilgileri tamamlamaları veya düzeltmeleri bakımından da ayrı bir değere sahiptirler. III-XIII. yüzyılları arasında Avrupa, Balkanlar ve Karadeniz’in kuzeyinde kurulan Türk devletlerine ait ilk bilgileri bu eserlerden öğrenebilmekteyiz. Bizim için çok kıymetli olan bu eserlerin büyük kısmı maalesef Türkçe ’ye kazandırılamamıştır.


Türk tarihi hakkında en eski bilgileri Herodot’un İskitya’dan bahseden bölümünde bulabilmekteyiz. Sonrasında Pomponius Mela, Strabon ve Plinius’un eserlerinde muhtemelen Türklere ait olduğu düşünülen bilgiler mevcuttur. Milattan sonraki ikinci yüzyılda Ptolemaios ve Dionysios Periegetes Hazar Denizi çevresine yayılan Hunlar hakkında bilgi vermektedirler. Bizans kaynaklarından bazıları hakkında kısaca bilgi vermeye çalışalım:


Ammianus Marcellinus


Ammianus Marcellinus (IV. asır), Grek Antiocheia (Antakya) bölgesinden Orontes’li Roma tarihçisidir. Doğum tarihi tam olarak bilinmemektedir. 322-400 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Döneminin birçok savaşlarına yüksek rütbeli subay olarak katılmış, yaşadıklarını ve gözlemlerini kaleme almıştır. Res Gestae adlı 31 kitaptan oluşan, Lâtince olarak kaleme aldığı Roma Tarihi mevcuttur. Eser, Tacitus’un eserinin devamı olup, İmparator Nerva’nın ölümünden (98) İmparator Valens’in ölümüne (378) kadar olan hadiseleri ihtiva etmektedir. Fakat yazdıklarının çoğu günümüze intikal etmemiştir. Yalnız 353 yılından sonraki tarihin kayıtlı olduğu 18 kitap (XIV-XXXI. kitaplar) bulunmaktadır. Ammianus Marcellinus’un Res Gestae adlı tarihi eseri Türk Tarihi bakımından oldukça ehemmiyetlidir. Hunların Avrupa önlerinde görüldükleri ilk devirlerine dair malûmat veren ilk Roma kaynağıdır. Hunların Alanları hâkimiyet altına alarak Tın (Don) Nehri üzerinden Avrupa içlerine ilerlemeleri, Gotları mağlup etmeleri; kültürleri, âdetleri ve sosyal hayatlarına dair enteresan bilgiler ihtiva etmektedir.


Jordanes


Romalı bir tarihçi olan Jordanes, VI. yüzyılda iki tarihi eser kaleme almıştır. Birisi Got Tarihi diğeri ise bir dünya kroniği’dir. Got Tarihi adını taşıyan eser hem Hunlar hakkında çok geniş bilgiler vermekte hem de dönemin en önemli kaynaklarından biri olarak kabul edilmektedir.

 Prokopios


Kaisareia’lı (Filistin) tarihçidir. Hitabet öğrenimi gören fakat daha sonra İstanbul’da hukukçu ve devlet memuru olarak kariyer yaparken; hükümdar Justinianos’un (527-565) generali Belisarios’un tavsiyesi ile Perslere, Vandallara ve Doğu Gotlarına karşı yapılan savaşları ele alan 8 kitaplık bir eser yazmıştır. Bu eserde kavimler göçü dönemi ile Hun-Türk tarihine ait pek çok değerli bilgiye rastlamak mümkündür. Özellikle Attila’nın faaliyetleri ve Hun adı altında Bulgarlar, Ak Hunlar, Sabirler ve Utigur gibi diğer Türk boylarına dair verdiği bilgiler dikkat çekicidir.

Agathias


530’lu yıllarda Anadolu’da Myrina şehrinde doğduğu tahmin edilmektedir. 554 yılında İstanbul’a gelmiş ve avukatlık yapmaya başlamıştır. 582 yılında ölen Agathias’ın yazdığı eser 552- 558 yılları arasında meydana gelen olayları kapsamakta ve Prokopios’un eserinin devamı niteliğini taşımaktadır. Eftalitlerin Perslere karşı savaşları, 555-556 yılında Sabirlerin Bizanslılarla beraber Perslere karşı savaşları, 552 yılındaki İtalya-Got savaşında tatbik edilen savaş taktiğinin Hun taktiği şeklinde olduğuna dair bilgiler ile Utrigur ve Kutrigurlara ait önemli detayları da yine bu kaynaktan edinmek mümkündür.


Menandros Protektor


VI. Yüzyılın en önemli tarihçilerinden olan Menander vea Menandros, İstanbullu olup hukuk eğitimi görmüştür. Tarihi eseri Agathias’ın bıraktığı yerden devam etmektedir. Bu eserin en önemli özelliği Avar Hakanlığı ve Türklerin yayılmaları ile ilgili çok detaylı bilgileri aktarmasıdır. Avarların Tuna havzasına yerleşmeleri, mücadeleleri, Gepidler ve Langobardlarla olan ilişkileri, Bizans’a karşı izlenen politikalar eserde detaylı bir şekilde ortaya konmaktadır.


Maurice- Strategicon


Bizans imparatoru Maurice (582-602) tarafından kaleme alınan eser, askeri stratejilerin anlatıldığı önemli bir kaynaktır. On iki kısımdan oluşan eser, ordunun teşekkülü, savaş yöntemleri ve hileler ile lojistik destekler hakkında bilgiler sunmaktadır. Ayrıca Avarların askeri disiplin ve taktikleri konusunda da ayrıntılar yer almaktadır.


Theophylact Simocatta


VII. yüzyılın ilk müellifidir ve Mısır’da doğmuştur. İmparator Herakleios zamanında (610-...)


Menander’in kitabının devamı mahiyetinde olan ve 8 kitaptan oluşan eserin sahibidir. Simocatta kendisinden önceki kaynaklar ve saraydaki arşivleri de incelemek suretiyle eserini ortaya koymuştur. Özellikle Avarların tarihi bakımından son derece mühimdir. Müellif İmparator Tiberios’un ölümünden sonraki olayları anlatmaktadır. Bununla beraber Avarların Singidonum, Viminacium ve diğer şehirlerin işgalini, Trakya seferini, elçilik heyetlerinin gidiş gelişlerini de eserde bulmak mümkündür.

Theophanes


IX. yüzyıldaki en önemli tarihi kaynaklardan biridir. 284 yılından başlayarak 813 yılına kadar geçen dönemi ihtiva eden bir eserdir. Bu eser verdiği bilgiler açısından Hun, Bulgar, Avar, Sabir ve Hazarlara dair en değerli eserlerden biridir.


Nikephoros


Nikephoros, hükümdarın kâtibidir ve daha sonra rahiplik yaparak İstanbul patrikliği görevinde bulunmuştur. Tarihle ilgili iki eseri vardır. Türk tarihi için önemli olan eseri Brevarium adı ile bilinmekte ve 602 ile 796 yılları arasını kapsayan dönemdeki olayları anlatmaktadır. Eserde 619 yılında Hristiyanlığı kabul eden Hun hükümdarından, Avar-Bizans mücadelelerinden ve Hazar-Bizans münasebetlerinden bahsedilmektedir.


Türkler Hakkında Bilgi Veren Diğer Bizans Kaynaklarından Bazıları


Olympiodoros (V. Yy. Hunlar)


Zosimos (V. Yy. Hunlar)


Sozomenos (V. Yy. Hunlar)


Sokrates (V. Yy. Hunlar)


Theodoretos (V. Yy. Hunlar)


Mytilene Psikoposu Zacharias (VI. Yy. Hunlar)


Josua Stylitzes (VI. Yy. Hunlar)


Ioannes Malalas (VI. Yy. Hunlar, Avarlar)


Eugarios (VI. Yy. Hunlar, Avarlar)


Georgios Pisides (VI. Yy. Avarlar)


Theodoros Synkellos (VII. Yy. Avarlar)


Chronicon Paschale (VII. Yy. Avarlar)


Ermeni Psikoposu Sebeos (VII. Yy. Türkler, Hazarlar, Eftalitler)


Antiochia Patriki Michael (VII. Yy. Hunlar, Avarlar)


Epitome (IX. Yy. Avarlar, Bulgarlar, Hazarlar)


Georgios Kedrenos (XI.yy. Hun, Avarlar, Hazarlar, Peçenekler)


VI.Leon’un Savaş Taktiği kitabı (X. Yy. Türk, Frank, Langobard Savaş Usulleri)


VII.Konstantinos Porphyrogennetos (X. Yy. Peçenekler, Oğuzlar, Hazarlar, Alanlar,



İoannes Skylitzes (XI.yy. Hunlar, Uzlar, Peçenekler, Macarlar)


Anna Komnena (XII.yy. Peçenekler, Uzlar, Kuman/Kıpçaklar, Selçuklu Türkleri)


İoannes Zonaras (XII.yy- Hunlar, Macarlar, Peçenekler, Uzlar, Kuman/Kıpçaklar)


Michael Glykas (XII.yy- Avarlar, Hazarlar, Bulgarlar, Peçenekler, Uzlar, Kuman/Kıpçaklar)

İoannes Kinnamos (XII.yy- Selçuklular, Peçenekler, Macarlar)


Georgios Akropolites (XIII.yy- Bulgarlar, Tatarlar, Kuman/Kıpçaklar)


Georgios Pachymeres (XIV.yy- Kuman/Kıpçaklar, Tatarlar, Moğollar)


VI. İoannes Kantakuzenos (XIV.yy- Kuman/Kıpçaklar, Tatarlar, Osmanlılar)


Bizans kaynaklarının bazıları Türkçe’ye tercüme edilmiştir.


Alıntıdır.


Çatalhöyük / Çumra / Konya

 


Çatalhöyük / Çumra / Konya

 






Deve Kervanı Heykelleri / Viranşehir / Şanlı Urfa

 




VÜCUDUMUZUN İKİ HAKİMİ: HİPOTALAMUS VE HİPOFİZ

  

Koltuğunuzda rahat rahat oturup bu satırları okuyabilmenizi, vücudunuzun iç dengesini sizin adınıza düzenleyen sistemlere borçlusunuz. Örneğin içinde bulunduğunuz ortamda ısı kaç derece olursa olsun vücut ısınızın hep 36.5-37.5 derece arasında sabit tutulması gereklidir. Vücut ısısının ani bir şekilde düşmesi veya yükselmesi ölümle sonuçlanır. Sağlıklı bir insanın vücut ısısı ise vücudundaki sistemler sayesinde bir gün içinde en fazla 0.5 derece fark eder. Aynı şekilde damarlardaki kan basıncı, kanın içinde bulunan su miktarı, hücrelerin çalışma hızları gibi etkenler de hassasiyetle ölçülmeli ve mevcut denge her an korunmalıdır.

Vücuttaki bu dengelerin yapay bir şekilde sağlanmaya çalışıldığını düşünelim. Öncelikle insan bedeninin birçok noktasına çok hassas termometreler, damarların içine kanın yoğunluğunu ölçen özel aletler, damarların yüzeyinde kan basıncını ölçen alıcılar ve hücrelerin çalışma hızlarını kontrol eden mini laboratuvarlar yerleştirilmedir. Ardından vücudun her noktasına yerleştirilen bu binlerce mikro aletten gelen bilgiler çok gelişmiş bir bilgisayara aktarılmalı ve gerekli değerlendirmeler her saniye yapılmalıdır.

Bu değerlendirmelerin yapılması da tek başına yeterli değildir. Aynı zamanda, mevcut verilere göre hangi tedbirlerin alınacağının belirlenmesi ve alınacak tedbirlerin uygulamaya konulması için hangi hücrelere, nasıl bir emir verilmesi gerektiğinin de bilinmesi gerekir.

Şüphesiz günümüz teknolojisi ile insan bedeninin derinliklerine binlerce termometre, mini laboratuvar, basınç ölçer gibi aletler yerleştirmek henüz imkansızdır. Ancak mümkün olan en mükemmel tasarıma sahip özel bir sistem, insan vücudunun derinliklerine doğuştan yerleştirilmiştir.

Binlerce farklı alıcı vücudun mevcut ısısı, damarlardaki kan basıncı gibi bilgileri ölçer ve yapılan ölçümler çok özel bir bilgisayara gönderilir. Bu bilgisayar, beynin hipotalamusisimli bölgesidir.

 

 

Bedeninizin Gizli Yöneticisi: Hipotalamus

 

Hipotalamus hormon sisteminin genel yöneticisidir. İnsan vücudunda iç istikrarın sağlanmasında hayati bir önemi vardır. Hipotalamus her an beyinden ve vücudun derinliklerinden kendisine ulaştırılan mesajları değerlendirir. Ardından vücut ısısının sabit tutulması, kan basıncının düzenlenmesi, su dengesi ve hatta uyku düzenliliğinin sağlanmasına kadar birçok işlevi yerine getirir.

Hipotalamus beynin hemen alt bölümünde bulunur. Büyüklüğü bir fındık tanesi  kadardır. Vücuda ait istihbaratın çok önemli bir bölümü hipotalamusa ulaştırılır. Beynin duyu merkezleri de dahil, vücudun her noktasından hipotalamusa istihbarat getirilir. Hipotalamus kendisine ulaşan bilgileri yorumlar, alınması gereken tedbirlere, vücutta yapılması gereken değişikliklere karar verir ve kararlarını ilgili vücut hücrelerine uygulattırır.

Hipotalamusun önemli bir özelliği, vücudun diğer kontrol ve denetleme sistemi olan sinir sistemi ile hormonal sistem arasında bir köprü oluşturmasıdır. Çünkü hipotalamus yalnızca hormonal sistemi değil, sinir sistemini de aynı ustalıkla kullanır.

Hipotalamusun vücut üzerindeki hakimiyetine yardımcı olan çok önemli bir yardımcısı vardır. Aldığı kararları gerekli yerlere bu yardımcısı sayesinde bildirir. Örneğin vücutta kan basıncı düştüğünde ilk olarak istihbarat birimleri harekete geçer ve bu basınç değişikliğini hipotalamusa bildirirler. Hipotalamus da basıncın yükselmesi için ne gibi bir tedbir alınması gerektiğine karar verir. Kararını yardımcısına bildirir.

Yardımcısı bu kararın uygulanması için vücudun hangi hücrelerine emir verilmesi gerektiğini bilir. Bu hücrelerin anlayabileceği dilde mesajlar yazar ve bu mesajları hemen gönderir. Mesajı alan hücreler kendilerine gelen emre itaat eder ve kan basıncını yükseltmek için gerekli tedbirleri alırlar.

Hipotalamusun yardımcısı, hormonal sistem üzerinde çok büyük bir etkisi olan hipofiz bezidir.

Hipotalamus ile hipofiz bezi arasında mükemmel bir iletişim ve haberleşme sistemi kuruludur. Bu iki küçük et parçası adeta iki şuurlu insan gibi haberleşirler. Hipotalamusun hipofiz bezi üzerinde tam bir kontrolü vardır. Hipofiz bezi hayati öneme sahip birçok hormonu hipotalamusun denetiminde salgılar.

Örneğin gelişme çağındaki bir çocuğun hipotalamusu, hipofiz bezine bir mesaj gönderir. Bu mesaj "büyüme hormonu salgıla" emri taşır. Hipofiz bezi de tam gerekli olduğu kadar büyüme hormonunu salgılar.

Benzer bir olay, vücut hücrelerinin daha hızlı çalışması gerektiğinde yaşanır. Ancak bu sefer iki aşamalı bir emir-komuta zinciri gerçekleşir. Hipotalamus hipofize, hipofiz tiroid bezine bir emir gönderir. Tiroid bezi de gerekli tiroid hormonunu salgılar ve vücut hücrelerinin çalışma hızı artar.

Hipotalamus, böbrek üstü bezlerinin (ki bu bezler çok önemli hormonlar üretirler) çalışması gerektiğinde ya da üreme organlarının hormon üretmeleri gerektiğinde yine hipofize bir emir gönderir. Hipofiz de yine kendisine ulaşan emri, ilgili bölgelere iletir ve bu bölgelerde gerekli hormonların salgılanmasını sağlar.

Hipotalamusun hipofiz bezini kontrol etmek için ürettiği hormonları şöyle listeleyebiliriz:

* Büyüme Hormonu Salgılatıcı Hormon

* Tiroid Hormonu Salgılatıcı Hormon

* Kortikotropin Salgılatıcı Hormon

* Üreme Hormonu Salgılatıcı Hormon (GnRH)

Kimi durumlarda da hipotalamus, vücut hücrelerine müdahale etmek için bizzat kendisinin ürettiği iki hormonu kullanır. Bu hormonları depolanması için önce hipofize gönderir. Sonra ihtiyaç duyulduğu anda  hormonların hipofizden salgılanmasını sağlar. Bu hormonlar da;

* Vazopressin (Antidiüretik Hormon) ve

* Oksitosin Hormonu'dur.

Hipotalamusta üretilen bu iki hormon boyut olarak oldukça küçüktür. Bir tanesi yalnızca 3 amino asit büyüklüğündedir. Hipotalamus hormonları, diğer hormonlardan sadece küçük olmaları ile farklılık göstermezler.    Vücut içinde katettikleri yol da diğer hormonlardan farklıdır. Hormonlar genel olarak üretildikleri hormonal bezden hedeflenen organa ulaşıncaya kadar oldukça uzun bir yol katederler. Oysa hipotalamus hormonları yalnızca birkaç milimetrelik bir kılcal damar yolculuğu yaptıktan sonra hipofize ulaşırlar. Genel dolaşım sistemine hiç girmezler.

Hipotalamus, hipofiz bezini harekete geçiren hormonlar ürettiği gibi, aynı zamanda gerektiği zamanlarda hipofiz bezinin hormon salgılamasını durduran hormonlar da üretir. Böylece hipofiz bezinin faaliyetlerini tümüyle kontrol altına almış olur.

 

 

Hormon Orkestrasının Şefi: Hipofiz Bezi

 

Hipofiz bezi nohut büyüklüğünde, 0.5 gram ağırlığında, küçük, pembe renkli bir et parçasıdır. Beynin hipotalamus bölgesine küçük bir sap ile bağlıdır. Bu bağlantı sayesinde hipotalamustan doğrudan emir alır. Bu emir doğrultusunda gerekli hormonu üretir ve vücutta ihtiyaç duyulan düzenlemenin yapılmasını sağlar.

Bir nohut büyüklüğündeki hipofiz bezi insan vücudu üzerinde o kadar etkilidir ve o kadar harika işler başarır ki, bu sebeple uzun yıllar bilimsel araştırmaların konusu olmuştur ve halen de olmaktadır. Hatta bu küçük et parçası bir anlamda bilim dünyasının "saygısını" kazanmıştır. Birçok kaynakta hipofiz bezine, sahip olduğu olağanüstü yetenekler göz önünde bulundurularak, ilginç "yakıştırmalar" yapılmaktadır. Örneğin kimi kaynaklarda hipofiz bezi "hormon orkestrasının şefi" olarak tanımlanmaktadır. Bazı kaynaklarda da hipofiz bezine hormonal sistemin "şahı" yakıştırması yapılmaktadır. Aynı zamanda hipofiz bezi "olağanüstü biyolojik harika" olarak da tanımlanmaktadır.

Bir nohut büyüklüğündeki hipofiz bezi, ürettiği 12 farklı hormon ve hormonal sistem üzerindeki hakimiyeti ile bu yakıştırmaları hak etmektedir. Çünkü hipofiz bezi yalnızca belirli doku hücrelerini etkileyen hormonlar üretmekle kalmaz, aynı zamanda kendisinden çok uzakta bulunan diğer hormonal bezlerin çalışmalarını da düzenler.

Hormonal bezlerin vücut hücrelerine belirli emirler vererek bu hücrelerin faaliyetlerini düzenleyen organeller olduklarını hatırlarsak, bu durumda hipofiz bezinin önemi daha iyi ortaya çıkar. Çünkü hipofiz bezi yalnızca birçok vücut hücresine emir vermekle kalmaz, aynı zamanda vücut hücrelerine emir veren diğer hormonal bezlere de emir verir. Bir anlamda yöneticilerin yöneticisi gibi çalışır.

Örneğin tiroid hormonunun salgılanması gerektiği durumlarda tiroid bezine bir emir gönderir ve bu hormonun salgılanmasını sağlar. Aynı şekilde böbrek üstü bezlerine, erkek bedeninde testislere, kadın bedeninde yumurtalıklara ve süt bezlerine, ihtiyaç duyulan hormonların salgılanması için emir gönderir.

 

 

Hipofizin Salgıladığı Hormonlar

 

Hipofiz bezi ön ve arka hipofiz olmak üzere iki parçadan oluşmuştur. Her iki parçadan da farklı hormonlar salgılanır.

 

 

Ön Hipofiz Bezi

 

Ön hipofiz bezinden şu ana kadar fonksiyonları tanımlanmış  6 ayrı hormon salgılanır. Bu hormonların bazıları, hormonal sistemde yer alan diğer hormonal bezleri hedef alır. Yani hormon sistemini yönetmek için tasarlanmış hormonlardır ve "tropik hormonlar" olarak adlandırılırlar. Bu hormonların diğer kısmı da vücut dokularını uyarırlar. Bu hormonların isimleri şöyledir:

Diğer hormon bezlerini uyaran hormonlar (Tropik Hormonlar);

1) Tiroid uyarıcı hormon

2) Böbrek üstü bezini uyarıcı hormon (Adrenokortikotforik hormon)

3) Folikül Uyarıcı Hormon (FSH)

4) Luteinleştirici Hormon (LH)

Vücut Dokularını Hedef Alan Hormonlar (Tropik Olmayan Hormonlar);

5) Büyüme Hormonu (STH)

6) Prolaktin Hormonu

 

 

Arka Hipofiz Bezi

 

Hipofiz bezinin arka bölümü, hipotalamusun ürettiği hormonların depolandığı yerdir. Gerekli durumlarda yine hipotalamustan gelen emirle hormonlar salgılanır. Bu hormonlar şöyledir:

1) Vazopressin (Antidiüretik Hormon)

2) Oksitosin

 

Alıntıdır.

HİTİTLERDE DİL

 Anadolu’da ilk yazılı kaynaklar İÖ 2. binin başlarında ortaya çıktığı için daha önceki bin yıllarda Anadolu’da hangi etnik grupların yaşadığı ve hangi dillerin konuşulduğu hakkında doğrudan bilgiler bulunmamaktadır.

İÖ 2. bine ait olan Boğazköy kaynaklarına göre, İÖ 3. bin yıllarda Orta Anadolu’da Hattice konuşan bir halkın varlığını kabul etmek gerekiyor. Hattice’nin kaçıncı bin yıla dayandığı konusu belirsizdir.

Yazılı kaynaklara göre Hititler tarafından kullanılan diller: Hattice, Hititçe (Nesaca), Luvice, Palaca ve Hurrice’dir. Boğazköy kaynakları arasında, çağın diplomasi dili Akadca (Babilce ve Asurca) ve çivi yazısı kültürünün yaratıcısı olan Sümerce metinlere rastlanılmışsa da, bu dillerin Hititler tarafından konuşulmadığı, sadece ticari ve diplomasi de kullanıldığı düşünülmektedir.

HATTİCE

Dil örnekleri Hititler tarafından Boğazköy devlet arşivlerinde çiviyazılı metinler halinde bize günümüze ulaşan Hattice’nin Orta Anadolu’nun kuzey kısmında Kızılırmak ve çevresindeki bölgelerde İÖ 3. binde konuşulduğu kabul edilmektedir. Hattice’nin bu çağda Anadolu’nun diğer bölgelerinde konuşulduğu hakkında bilgi yoktur. Hattililer ile Hititlerin Orta Anadolu’da yüzyıllar boyunca iç içe yaşadıkları kabul edilmektedir. Her iki dil arasındaki benzer sözcükler ve dil elemanlarının beraberliği bu şekilde açıklanmaktadır. Örneğin Hattice hanvasuit “taht” ile Hititçe halmasuit “taht”, Hattice Estan “Güneş tanrısı” ile Hititçe Istanu “Güneş tanrısı” ve Hattice Taru “Fırtına tanrısı” ile Hititçe Tarhu “Fırtına tanrısı”.

Hatti uygarlığı, dini ve dili Hititleri çok etkilemiştir. Bu muhteşem uygarlığın maddi kalıntılar Alacahöyük kral mezarlarında, Mahmatlar buluntularında ve Eskiyapar’da bulunan altın ziynet eşyasında kendini sergilemektedir.

Hattilerde ve neolitik çağdan itibaren Anadolu’da anaerkil bir aile yapısı var olduğu halde Hititlerden itibaren Anadolu’da ataerkil bir aile düzeni söz konusudur, fakat anaerkil aile yapısının kalıntılarına Hitit çağında da rastlanmaktadır.

İÖ 2. binin ilk çeyreğine ait çiviyazılı Eski Asur dilindeki Kültepe metinlerinde geçen yerlilere ait kişi ve yer adlarının incelenmesinden Hattice’nin Erken Hitit çağı dediğimiz bu çağda çok gerilediği ve kaybolma aşamasına yaklaştığı anlaşılmaktadır. 

Eski Hitit çağından (İÖ 1650) itibaren İÖ 1200 yıllarında Büyük Hitit İmparatorluğu’nun çöküşüne kadar Hattice tapınaklarda ölü bir dil olarak kullanılıyor, rahipler tarafından Hatti tanrılarına Hattice ilahiler söyleniyordu.

Hitit metinlerinde geçen hattili “Hattice” sözü bir coğrafi bölgenin adı olan Hatti sözüne dayanmaktadır. Hattililerin de kendi dillerine aynı adı verip vermedikleri kesin olarak bilinmemektedir.

Hatti aynı zamanda Hatti ülkesinin başkentinin adı idi. Bu kentin adı Koloni çağında (Erken Hitit çağında) Hattuş olmuş, Hitit çapında Hattuşa haline gelmiştir. Hatti sözü ülke ve kent adı olarak yaşamını sürdürmüştür.

Yalnız Boğazköy’de bulunmuş olan Hattice metinler dinsel ve mitolojik içeriklidir. Bu metinlerin birçoğunun Hititçe tercümleri ile birlikte verilmesi Hatticenin Hitit çağında ölü bir dil olduğunun kanıtı sayılmaktadır. 

Yapılan araştırmalarla Hatticenin Sümerce, Hurrice, Urartuca ve Türkçe gibi bitişimli dil ailesindendir. Bazı araştırmacılar Hattice’nin Kafkas dillerine benzerliği üzerinde durmuşlardır.

Hattice’nin önemli bir özelliği, isim ve eylemlerin önekler ile çeşitlendirilmesidir. Örneğin binu “çocuk”, lebinu “çocuklar”. İsimde ayrıca soneklerin varlığı söz konusudur: Örneğin katte “Kral”, kattah “Kraliçe”.

HİTİTÇE (NESACA)

Otuz bini aşan çiviyazılı kil tabletten (ya da tablet parçasından) oluşan Boğazköy arşivinin en önemli dili, aşağı yukarı yüzde sekseni, Hititçedir. Hitit kanunları, kral yıllıkları, antlaşmaların büyük kısmı, ülke içi yazışmalar, mitolojik metinler, dinsel içerikli binlerce metin, yüzlerce fal metni bu dilde yazılmıştır.

Hititçe ilk kez 1915 yılında Çek bilim adamı B. Hrozny tarafından çözüldü. Hititoloji bazı alman bilim insanlarının (H. Ehelolf, J. Friedrich, A. Götze, F. Sommer) öncülüğünde Almanya'da kuruldu ve oradan bütün dünyaya yayıldı.

Hrozny'nin Hititçenin bir Hint-Avrupa dili olduğu hakkında görüşü (daha önce de Norveçli bilim insanı Knudson, Mısır'da Tel el-Amarna'da bulunan ve Arzava mektupları diye anılan aynı dilde yazılı iki tabletteki dilin bir Hint-Avrupa dili olduğunu yazmıştı) önceleri kuşku ile karşılanmış ise de sonradan bütün dünyada kabul edilmiştir.

Hititçe ile Hint-Avrupa dilleri arasındaki yakınlık bakımından bazı karşılaştırmalar vermek gerekirse:

Hititçe vatar "su", İngilizce water "su", Slav dillerinde voda "su".

Hititçe et "yemek", İngilice eat "yemek", Almanca essen "yemek".

Hititçe eku "içmek", Latince aqua "su".

Hititçe genu "diz", Almanca Knie "diz", İngilizce knee "diz".

Hititçe milit "bal", eski Yunanca meli "bal".

Hititçe viyana "şarap", İngilizce wine "şarap", Fransızca vin "şarap".

Hititçe kuis "kim", Latince quis "kim". 

Hititçe kuiski "bir kimse", Latince quis quis "bir kimse".

Sayılarda da Hititçe ile diğer Hint-Avrupa dilleri arasında benzerlikler vardır. Hititçede geniş zaman 1. şahıs eki -mi ile biten fiiler eski Yunanca'da da vardır.

Hitit tabletlerinin Boğazköy'den (Hattuşa'dan) başka çok sayıda bulunduğu diğer merkezler: Maşathöyük (Tapigga), Ortaköy (Şapinuva) ve Sivas yakınındaki Kuşaklı (Sarissa)'dır. Ayrca sayısı az da olsa Alacahöyük'te (Arrinna'da), İnandık'ta (Hanhana'da), Tarsus'ta (Tarsa'da), Tel Atçana'da (Alalah'ta), Suriye'deki Ras Şamra'da (Ugarit), Meskene'de (Emar'da) ve Mısır'da Tel el-Amarna'da Hitit tabletleri bulunmuştur.

"Hitit" ve "Hititçe" sözcükleri Hitit İmparatorluğu'nun merkezi olan Boğazköy (Hattuşa) keşfedilmeden ve Hitit dili çözülmeden önceki kullanışa dayanmaktadır. Hititçe tabletler okunduktan sonra Hititlerin kendi dillerine nasili, nisilli ya da nesunnili "Nesaca" (Nesa kentinin dili), kendilerine de nesumna "Nesalı" dedikleri anlaşıldı. 

Nesa, Hititlerin Erken Hitit çağındaki (Koloni çağında) bir başkentinin adıdır. Bu kentin aynı çağda ve Hitit çağındaki diğer adı Kaneş'tir. Bu nedenle Hitit metinlerindeki Kanisumnili "Kaneşçe" sözü de Hititçenin diğer adıdır. Kaneş/Nesa günümüzdeki Kayseri'nin doğusundaki Kültepe'dir.

Durum anlaşıldıktan sonra, Hitit ve Hititçe sözleri bir karışıklığa meydan vermemek için kullanılmaya devam edildi.

Hititler Koloni çağında Nesa ile birlikte daha eski başkentleri olan Kuşşar'ı da başkent olarak kullanmaya devam ettiler ve Boğazköy'e (Hattuşa'ya) Kuşşar'dan taşındılar. 

Hititler oturdukları coğrafi bölgenin adı olarak, Hattililerden aldıkları Hatti sözünü benimsediler. Hitit krallarının kendilerine Hatti ülkesinin kralı dedikleri görülmektedir. Kendi halklarına verdikleri diğer ad da "Hatti adamları"dır. 

Hititlerin çağdaşı olan Babilliler ve Asurlular da onların ülkesi için Hatti sözünü kullandılar. Onların Nesaca ve Nesalı kavramlarından haberleri olup, olmadıkları bilinmemektedir. Mısırlıların Hititler için kullandıkları Hetta sözü ile Tevrat ve İncil'deki "het" sözü Hatti sözüne dayanmaktadır.

Boğazköy kaynakları keşfedilmeden önce Avrupalı bilim insanları İncil'e dayanarak Fransızca "Heteen" ya da "Hittite", İngilizce "Hittite", Almanca Luther'in İncil'den tercümesi esas alınarak "Hethiter" sözünü kullanıyorlardı. Ülkemizde Cumhuriyetin başlangıç yıllarında kullanılan Eti sözü, Fransızcada h'nun telaffuz edilmemesine dayanmaktadır. Bizdeki Eti sözü gibi İtalyanlar da aynı nedenle Eteo sözünü kullanmaktadır.

Son araştırmalara göre, Hititler İÖ 2. binin başlarında Orta Anadolu'da bir çoğunluk oluşturmaya başlamışlardı. Bu görünüşe Asur Ticaret Kolonileri çağında yerlilere ait yer ve kişi adları ile bu metinlerde geçen bazı Hititçe sözler tanıklık etmektedir.

Hititlerin ve onların yakın akrabaları olan Luvililer ile Palalıların daha önce de , örneğin İÖ 3. binin sonlarına doğru, Anadolu'ya gelmiş olmaları olasıdır. Hatti dilinin ve dininin Hititçeye etkileri bu iki topluluğun yüzyıllarca iç içe yaşamalarıyla açıklanabilir. Alacahöyük kral mezarlarındaki buluntularda görülen bazı kültür elemanlarının, litius'lar, güneş sembolleri, boğa ve geyik kültüne ait eserlerin Hitit çağında da görülmesi, Hititlerin bu çağda Anadolu'ya gelmiş olduklarını düşünmemize neden olabilir.

Nesaca dilinde yazılı Boğazköy tabletleri İÖ 1200 tarihlerinde sona ermektedir. Bu tarihten sonra Nesaca dilinin Anadolu'da konuşulmaya devam ettiğine dair elimizde bir buluntu yoktur. Herhalde bu dil birdenbire ortadan kaybolmamıştır. Nitekim, Helenistik çağa ait Yunanca yazıtlarda Hitit çağında kullanılan şahıs adlarına çok benzeyen kişi adlarına rastlanılmaktadır.

Anadolu'da İÖ 2. binde iki tür yazı kullanılmıştır: Çiviyazısı ve hiyeroglif yazısı. İÖ. 4. binde Güney Mezopotamya'da Sümerlilerin buldukları çiviyazısını ilkten İÖ 2. binin başlarında Asurlu tüccarlar Anadolu'ya getirmişler ve bu yazıyı kendi dillerinde yazdıkları ticari mektuplaşmalarda ve diğer işlerinde kullanmışlardır. Asur ticaret kolonilerinin İÖ 2. binin ilk çeyreğinin sonlarında sona ermesi ile bu yazının Anadolu'da kullanımı da sona ermiştir. Koloni çağında Kültepe, Alişar ve Boğazköy kaynaklarında yerli halkın da bu yazıyı kendi dilleri için kullandıklarına dair elimizde bir kanıt yoktur.

İkinci tür çiviyazısı Hititlerin İÖ 1650 tarihlerinden itibaren kullandığı kabul edilen ve İÖ 1200 tarihlerinde büyük Hitit İmparatorluğu'nun yıkılması ile kullanımı sona eren eski Babil türündeki çiviyazısıdır. Bu yazının kuzey Suriye yolu ile Anadolu'ya girdiği düşünülmektedir.

Her iki çiviyazısı türünün kullanımı arasında yüzyıllık bir boşluk varsa da son araştırmalar sonucunda bu boşluk kapanmaya başlamıştır.

Hititlerin ilk başkenti Kuşşar'da eski Babil türündeki çiviyazısını kullandıkları ve bu yazı ile yazılmış olan Koloni çağına ve sonrasına ait belgeleri Kuşşar'dan Hattuşa'ya taşıdıkları düşünülebilir. Koloni çağı sona ermeden önce Kral Anitta'nın Hattuşa'yı tahrip ettiği, orada insan bırakmadığı ve Hattuşa'nın yeniden Hititler tarafından iskan edilene kadar boş kaldığı düşünüldüğünde, bu görüş önem kazanmaktadır.

Hiyeroglif yazısı eski Anadolu halkının kendi bulduğu ve geliştirdiği bir yazı türüdür. Bu yazı Koloni çağında semboller halinde başlamıştır. Hiyeroglif yazısı eski ve orta Hitit çağlarında resim ve hece yazısı haline gelmiştir. Bu çaplarda hiyeroglif yazısı daha çok mühürler üzerinde şahıs, meslek ve tanrı adlarının yazılışlarında görülmektedir. İmparatorluk çağında mühürlerden başka kaya anıtları ve taş anıtlar üzerinde de hiyeroglif yazısı kullanılmıştır.

Hiyeroglif yazısı herhalde üzerine bal mumu sürülmüş ağaç tabletler üzerine de yazılıyordu. Ağaç dayanıksız bir malzeme olduğu için bu tabletlerin hiçbiri korunmamıştır. Ağaç tablet yazıcıları ve ağaç tabletler orta Hitit çağından itibaren çiviyazılı Hititçe metinlerde anılmaktadır. Güney Anadolu kıyılarındaki Uluburun deniz altı araştırmalarında bir batıkta bir ağaç tablet takımı bulunmuş ise de tabletin üzerindeki bal mumu tabakası korunmamış olduğundan söz konusu örnekte hangi yazı ya da dilin kullanıldığı bilinmemektedir.

Taş anıtlar üzerindeki hiyeroglif metinlerinin sayıları imparatorluk çağının son döneminde artmıştır.

Hititler devlet idaresi ile ilgili yazışmalarda, saray mensuplarının, aristokrasinin ve yüksek bürokrasinin gereksinmeleri için çiviyazısı kullanmışlarsa da, halka hitap eden kaya anıtları ile taş anıtlarda yanlık hiyeroglif yazısı kullanmışlardır. Bu nedenle geniş halk kitlelerinin daha çok hiyeroglif yazısını öğrendiğini düşünebiliriz.

Hititçe, "Nesaca" bir metnin hiyeroglifler ile yazıldığına dair elimizde hiçbir kanıt yoktur. Yalnız, Hititlere ait kişi, tanrı ve meslek adları ya da unvanlar, mühürler, kaya anıtları ve taş anıtlar üzerine hiyeroglifler ile yazılmıştır. Yazılıkaya'daki Hurri tanrılarının adları da bu yazı ile yazılmıştır.

Hiyeroglifler ile yazılı uzunca metinlerin Hiyeroglif-Luvicesi ile yazıldığı anlaşılmıştır. Kayseri'nin güneydoğusundaki Fraktin anıtının sağ kısmındaki kısa yazıt bile Kraliçe Puduhepa için "tanrının sevgilisi Kazuvana ülkesinin kızı" ibaresinin Hiyeroglif Luvicesi ile yazılması bu dilin geniş halk kitleleri tarafından kullanıldığının bir kanıtı olarak görülmektedir.

Birçok hiyeroglif anıtı Boğazköy arşivleri keşfedilmeden çok önce bulunduğu ve bu yazıtlar Hititlere mal edildiği halde çözüm çalışmaları çok yavaş yürümüştür. İngiliz bilim adamı Sayce iki yazılı ünlü "Tarkondemos" mührüne dayanarak "kral" ve "ülke" anlamına gelen önemli hiyerogliflerin anlamını bulmuştur. 1930'lu yıllarda birkaç bilim insanının öncülüğünde (Bossert, Hrozny, Forrer, Gelb, Meriggi) önemli atılımlar gerçekleşti. Bu bilim insanları birçok hiyeroglifin fonetik okunuşlarını buldular. 1933 yılından itibaren Boğazköy'de çiviyazılı ve hiyeroglif yazılı bigraf Kral mühürlerinin bulunması ve bunların H.G.Güterbock tarafından incelenerek yayınlanması yeni bir atılıma yol açtı. 

1940'lı yılların sonlarından itibaren çözüm çalışmalarına katılan Sedat Alp "gök", "adam" ve daha sonra da "sevgili" anlamına gelen hiyeroglifleri çözmüştür. 1945 yılında Bossert ve çalışma arkadaşlarının Ceyhan nehri üzerinde Karatepe'de iki dilde, Hiyeroglif-Luvicesi ve Fenike dilinde yazılmış yazıtları keşfi, daha önce yapılan araştırmaları desteklemiştir.

Daha sonra kuzey Suriye Ras Şamra'da (Ugarit'te) bulunan bigraf mühürler ile Orta Suriye Meskene'de (Emar'da) bulunan bigraf mühürler hiyerogliflerin çözümüne yeni katkılarda bulunmuştur.

Hititlerin ve Luvilerin kullandıkları Eski Anadolu Hiyeroglifleri 400 kadar işaretten oluşmaktadır. Bunların bir kısmı ideogramlar, büyük çoğunluğu fonetik işaretlerdir. Fonetik işaretler ideogramların telaffuzundan veya bunların kısaltmalarından doğmuştur.

LUVİCE

Luvice dil elemanlarına ilk kez Hititçe ile birlikte Asur Ticaret Kolonileri zamanına ait eski Asurca tabletlerde yerlilere ait şahıs ve yer adlarında rastlanmaktadır. Hititler gibi Luvice konuşan etkin grupların da İÖ 2. binin başlarından önce Anadolu'ya yerleşmiş oldukları düşünülebilir.

Hitit çağında Luvice Anadolu'da en çok konuşulan ve en uzun süre yaşamış olan dildir.

Çiviyazılı Hitit metinlerinde luvili "Luvice" denilen dil Luviya ülkesinin dilidir. Hitit kanunlarında Luviya ülkesi ile Arzava ülkesi değişik olarak kullanılmaktadır. Bundan Luvice'nin Arzava bölgesinde konuşulduğu ve bu bölgenin dili olduğu anlamı çıkmaktadır. Güney Anadolu'da Çukurova'nın batısından itibaren Batı Anadolu'ya yerleştirilen Arzava ülkesinin sınırları siyasal duruma göre değişmekle birlikte, Luvicenin İÖ 2. binde Güney ve Batı Anadolu'da konuşulduğu kabul edilmektedir.

Luvice ile Hititçenin yapısal birer parçası olan -nt ve -ss sonekleri ile oluşturulan yer adları Hitit çağında Batı, Güney ve Orta Anadolu'da çok yaygın olduğu gibi, aynı tür yer adlarına Anadolu'dan başka Ege Adalarında, Girit'te, Yunanistan'da ve italya'da rastlanmaktadır.

Yer adlarının çok kalıcı oldukları göz önünde tutulursa, prehistorik çağlarda Ege Adaları, Yunanistan ve Anadolu'da yaşayan halklar arasında bir dil yakınlığı söz konusu olabilir. Yukarıda Hititçede sözünü ettiğimiz zamirler ile Latince'deki zamirler arasındaki sıkı benzerlik bu görüşü destekleyebilir.

İÖ 2. binde Hattuşa'nın doğusundaki bölge ile Kizzuwatna'da (Çukurova ile kuzeyindeki dağlık bölge), Güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye'de ve Yukarı Mezopotamya'da Hurrice konuşan bir halkın varlığı bilinmektedir. İÖ 2. binde Çukurova’da Luvice'nin ve Hurrice'nin birlikte konuşulduğu düşünülmektedir.

İÖ 1. binde Luvi dili Batı Anadolu'da büyük ölçüde varlığını yitirmekte ve onun yerine Frig dili, Lidya'nın dili, Karya'nın dili, Likya'nın dili ve Side'nin dili geçmektedir. Buna karşılık Orta Anadolu'da (Tabal bölgesinde), güneyindeki dağlık bölgede (Bulgar, Maden), Kayseri'nin doğusunda (Sultanhanı, Kululu) Elbistan Karahöyük, Maraş'ta, Malatya'da (Arslantepe), Adıyaman'da (Boybeypınarı, Ançoz'da), Karkemis'te Çukurova'da (Ceyhan üzerinde Karatepe) ve Kuzey Suriye'de (Hamat, Cekke) Hiyeroglif-Luvicesi ile yazılı taş anıtlar yoğunluk kazanmaktadır. Böylece Luvice'nin eski Anadolu'da yaklaşık 1500 yıl yaşadığı kabul edilebilir.

Luvice için elimizde iki önemli kaynak türü vardır: Bunlardan biri çiviyazısı ile yazılan Luvi dilindeki Boğazköy tabletleri diğer kaya anıtları ile çoğu taş anıtlar ya da diğer malzeme üzerinde olmak üzere büyük çoğunluğu İÖ 1. binin ilk çeyreğine ait hiyeroglif yazıtlardır. İÖ 2. binde ağaç tabletlere sürülen balmumu üzerine Hiyeroglif-Luvicesi ile yazıldığı tahmin edilen metinler ne yazık ki korunamamıştır.

Hititçe ve Luvice'nin yakın akraba olduğu aşağıdaki karşılaştırmalardan anlaşılmaktadır:

Luvice adduvali "kötü", Hititçe idalu "kötü".

Hiyeroglif-Luvicesi amu "ben", Hititçe uk "ben", ammuk beni, bana.

Luvice anni "anne", Hititçe anna "anne".

Luvice as "olmak", Hititçe es olmak.

Hiyeroglif-Luvicesi aza "sevmek", Hititçe asiya "sevmek" 

Luvice aya "yapmak", Hititçe iya "yapmak".

Luvice hassa "kemik", Hititçe hastai "kemik".

Luvice kuis "kim", Hititçe kuis "kim".

Luvice hattulahi "sağlık", Hititçe haddulatar "sağlık". 

Luvice man "eğer", Hititçe man "eğer".

Luvice tarmi "çivi", Hititçe tarma "çivi".

Luvice Tivat "Güneş tanrısı", Hititçe sivat "gün".

İÖ 1. binde Batı Anadolu'da yaşayan dillerden Luvice'ye en yakın olanı Likçe'dir. Likya bölgesinde İÖ 2. binde Lukka diye adlandırılan denizci bir kavim yaşıyordu. Lukka sözü ile Likya arasındaki benzerlik dikkat çekicidir. Likya'nın Lukka'dan geldiği düşünülebilinir. Ayrıca klasik çağlarda Konya ve bölgesinin adı olan Lykaonia da İÖ 2. bindeki Lukka sözüne dayanmaktadır. Likya ve Likaonia bölgeleri İÖ 2. bindeki Luvia ülkesinin sınırları içerisindedir.

PALACA

Pala sözüne ilk kez İÖ 2. binin ilk çeyreğine ait eski Asurca metinlerde rastlanmaktadır. Palalılar da, Hint-Avrupalı bir dil konuşuyorlardı. Yakın akraba olan Hititler ve Luviyalılar ile aynı çağlarda Anadolu'ya geldikler sanılmaktadır.

Hitit metinlerindeki Pala ve Tummana ülkelerine klasik çağlardaki Blaene ve Domanitis uymaktadır. Pala klasik çağlarda Blaene'nin bulunduğu Kastamonu bölgesine yerleştirilmektedir. Hitit metinlerinde Palaca için palaumnili sözü kullanılmaktadır.

Palaca metinlerin sayısı oldukça sınırlıdır. Bu dildeki metinlere Tanrı Ziparva'nın kültünde rastlanmaktadır. Hitit kanunlarına Pala, Luvia gibi Hitit ülkesinin (Hatti ülkesinin) dışında bir ülke olarak kabul edilmektedir.

Palaca ile Hititçe (ya da Luvice) arasındaki yakınlık aşağıdaki karşılaştırmalardan anlaşılmaktadır:

Palaca ahu "içmek", Hititçe eku "içmek".

Palaca ani(ya) "yapmak, icra etmek", Hititçe aniya "icra etmek".

Palaca apa "o", Hititçe apa "o".

Palaca ar "varmak", Hititçe ar "varmak".

Palaca as "olmak", Hititçe es "olmak".

Palaca ad "yemek", Hititçe et "yemek".

Palaca azzik "sık sık yemek", Hititçe azzik "sık sık yemek".

Palaca eshar "kan", Hititçe eshar "kan".

Palaca hapna "ırmak", Hititçe hapa "ırmak".

Palaca has "doyasıya içmek", Hititçe hassik "içmek".

Palaca iyannai "yürümek", Hititçe iyannai "yürümek".

Palaca ka "bu", Hititçe ka "bu".

Palaca kart "kalp", Hititçe ker/kart "kalp".

Palaca kiat "burası, buraya", Hititçe ket "burası, buraya".

Palaca ar "varmak", Hititçe ar "varmak".

Palaca kuis "kim", Hititçe kuis "kim".

Palaca kuit "çünkü", Hititçe kuit "ne, çünkü".

Palaca mayanaza "yetişkin", Hititçe mayanza "yetişkin".

Palaca malitanas "ballı", Hititçe melit "bal".

Palaca man "eğer", Hititçe man "eğer".

Palaca mi "benim", Hititçe mi "benim".

Palaca mu "beni, bana", Hititçe mu "beni, bana".

Palaca nu "şimdi", Hititçe nu "sonra, şimdi".

Palaca papa "baba", Hititçe atta "baba".

Palaca parkui "temizlemek", Hititçe parkui "temiz".

Palaca savidar "boynuz", Hititçe savatar "boynuz".

Palaca sena "doldurmak", Hititçe sunna "doldurmak".

Palaca ti "sen", Hititçe zik "sen".

Palaca tu "seni, sana", Hititçe ta "seni, sana".

Palaca vite "inşa etmek", Hititçe vete "inşa etmek".

Palaca vaşu "iyi", Hititçe vasu "iyi".

HURRİCE

Boğazköy kaynaklarında Hititçeye komşu diller arasında Hurrice metinler en geniş yeri tutmaktadır. Hitit metinlerinde Hurrice için hurrile sözü kullanılıyordu. Hurrice İÖ 2. binde Doğu Anadolu'da ve Kuzey Mezopotamya'da en çok konuşulan dil idi. Son araştırmalara göre, Hurriler İÖ 3. binde Doğu Anadolu dağlarında ve Kuzey Mezopatamya'da yerleşmişlerdi. Kısa zaman önce elde edilen kaynaklarda Akkad Kralı Naram-Suen zamanında Aus bölgesinde ve Yukarı Mezopotamya'da Hurrice olarak açıklanan kent adları ile kişi adlarına rastlanmıştır. Doğu Anadolu dağlarında, madencilik ve onun ticareti önemli bir rol oynuyordu. Bu tarihlerde Kuzey Mezopotamya'da Hurrice konuşan bölgenin adı Subartu idi.

Hurrilerin Güney Kafkasya'dan ve Hazar Denizi'nin güney bölgesinden Doğu Anadolu'ya geldikleri sanılmaktadır.

Anadolu'da İÖ 2. binin ilk çeyreğine tarihlenen Koloni çağına ya da Erken Hitit çağına ait Eski Asurca metinlerde yerlilere ait kişi ve yer adlarında Hurrice dil elemanlarına pek rastlanmıyorsa da, bu çağda Hurrilerin Doğu ve Güney Anadolu'da yaşadıklarına kuşku yoktur. Nitekim Kaneş Kralı Varsama'ya mektup yazan Mama Kralı Anumhirbi'nin Hurrice bir ad taşıdığı anlaşılmaktadır. Kısa zaman önce Suriye'den geldiği kabul edilen Ib katına ait bir Kültepe tabletinde Hurrice şahıs adlarına rastlanmıştır. Bu durum bu çağda Suriye'de Hurrilerin varlığına işaret etmektedir.

Eski Hitit çağında Hititler I. Hattuşili'nin Güneydoğu seferinde Hurrililer ile yakından tanışmışlardı. Muhtemelen onun torunu olan I. Murşili, Halep'i ve Babil'i zapt etmeden önce herhalde Hurrileri yenmek zorunda kalmıştı. İÖ 2. binin ortalarında Hurrililer, Çukurova bölgesi ile kuzeyine (Hitit metinlerinde Kizzuvatna, Hatay bölgesine, Güneydoğu Anadolu'ya, Kuzey Mezopotamya'ya, Kuzey Suriye ile onun Akdeniz bölgesine ve Filistin'e kadar yayılmışlardır. Bu çağlarda Kizzuvatna'da Hurrice ile birlikte Luvice konuşan etkin grubun bir arada yaşadığı görülmektedir.

Hurrice tabletlerin belli başlı buluntu yerleri Boğazköy'den başka Ortaköy (Şapinuva), Kuzey Suriye'de Ras Şamra (Ugarit), Suriye'nin orta Fırat bölgesinde Meskene (Emar)'de, yine Suriye'de Tel Hariri (Mari)'de, Yukarı Mezopotamya'da Tel Berak ve Mısır'da Tel el-Amarna'dır. Boğazköy'de bulunan Hurrice metinlerin büyük çoğunluğu dinsel içeriklidir.

Hurri diline ait zengin şahıs adı malzemesi Akadca yazılı Nuzi (Kuzey Irak'ta Kerkük civarı) tabletlerinde ortaya çıkmış ve işlenerek yayınlanmıştır. Hurrice kişi adlarına diğer bazı merkezlerde özellikle Tel Atçana'da (Alalah) bulunan tabletlerde de rastlanmaktadır.

Hurrililer Ari menşeli bir hanedan tarafından yönetiliyordu. Devletin adı Mitanni idi. Mitanni devletinin merkezi olan Vaşukanni'nin yeri henüz bulunamamıştır. Ari menşeli kral adlarında başka Hurri panteonunda Sanskrit kaynaklarından tanınan İndra, Mitra ve Varuna gibi Ari tanrılarının bulunması Hurrililerde Ari bir hanedanın varlığının kanıtıdır.

Hititler savaş arabalarının atları için yetiştirici olarak Mitanni ülkesinden getirilen uzmanları kullanıyorlardı. Boğazköy tabletleri arasında Mitanni ülkesinden Kikkuli adındaki bir uzmanın at yetiştirmeye ait eseri bulunmuştur. Bu eserde kullanılan teknik terimler arasında Sanksrit dilinde kullanılan sayılara benzer sayıların bulunması Mitanni ülkesinde Ari bir dilin kalıntılarının varlığına işaret etmektedir.

Hurrice en önemli dil anıtı Mısır'da Tel el-Amarna arşivlerinde bulunan Mitanni Kralı Tuşratta'nın Mısır Firavunu III. Amenofis'e gönderdiği 400 satırdan oluşan mektuptur. Tuşratta'nın aynı konularda Mısır firavununa gönderdiği Akadca mektupları Hurrice mektubun anlaşılmasını kolaylaştırmıştır. Mektubun konusu firavun ile evlenen Mitanni prenseslerinin çeyizleridir.

Diğer çok önemli bir dil anıtı da 1983 yılında Boğazköy'de bulunan Kuzey Suriye menşeli "Serbest Bırakma Destanı"dır. Halep'in 65 km güneyindeki Ebla'nın Kralı Megi'nin Fırtına Tanrısı Teşup'un emri üzerine köleleri serbest bırakmayı istemesini ve bu isteğe bölgedeki güçlü ailelerin karşı çıkmasını ve buna karşı Ebla'yı Teşup'un tehdit etmesini işleyen Hurrice eser Hititçe tercümesi ile birlikte düzenlendiği için Hurri dilinin araştırılmasında yeni atılımlara neden olmaktadır.

Bu eser, Orta Bronz çağında Suriye'deki etnik durumu çok iyi canlandırmaktadır. İkidilli metin Orta Hitit çağında yazılmışsa da Hurrice orijinalinin yazılışı çok daha gerilere, belki de Orta Bronz çağın başlangıcına gitmektedir. Hurrice destanın şimdiye kadar Ebla kazılarında bulunmamış olması dikkat çekicidir.

Ras Şamra (Ugarit)'da bulunan dört dilli yazıt da araştırmalara yararlı olmaktadır.

Hititlerde Hurri etkisi I. Hattuşili'nin ve I. Murşili'nin güneydoğu seferleri ile başlamış olabilir. Bu seferler esnasında Hititler ile Hurrililer zorunlu olarak birbirleriyle temas ettiler. Orta Hitit çağında Hurri etkisinin çok arttığını görüyoruz. II. Tuthaliya'nın eşi Nikalmati ve I. Arnuvanda'nın eşi Aşmunikkal ve III. tuthaliya'nın eşleri Taduhhepa ile Şatantuhepa birer Hurrice bir ad olan Taşmişarri idi. Bu durum imparatorluk çağında da artarak sürmüştür. Nitekim II. Muvatalli'nin Hurrice adı Şarri-Teşup, III. Murşili'nin Hurrice adı Urhi-Teşup, IV. Tuthaliya'nın Hurrice adı Taşmi-Şarruma idi. Bunların yanında imparatorluk çağında da Hurrice birer ad taşıyan II. Muvatalli'nin eşi Tanuhepa'yı ve III. Hattuşili'nin eşi Puduhepa'yı anabiliriz.

İmparatorluk çağında Hurri kültürünün ve özellikle Hurri dininin Hitit kültürüne çok etkisi olduğunu görüyoruz. Hitit panteonunda Hurri tanrılarının çok önemli bir yeri vardır. Bunlar arasında Fırtına tanrısı Teşup, onun eşi Hepat, oğulları Şarruma, kızları Alanzu, Teşup'un boğaları Şerri ve Hurri, Güneş Tanrısı Şimegi, Ay Tanrısı Kuşuh, Savaş ve Aşk Tanrıçası Şausga (En eski formu Şauşa, III. Ur çağı metinlerine kadar geriye gidiyor. Tanrı İştar'ın Hurrice adı.), Savaş Tanrısı Aştabi anılabilir.

IV. Tuthaliya zamanına ait olan Boğazköy'ün kuzeyindeki Yazılıkaya açık hava kaya tapınağında hiyerogliflerle yazılı tanrı adlarının büyük ölçüde Hurrice oluşu Hitit kültürüne Hurri etkisinin zirvesini oluşturmaktadır.

Mitoloji'de Kumarbi efsanesi ile Ullikummi destanı Hurri kültürünün Hitit kültürüne etkisine diğer bir kanıtıdır.

Bağımsız Mitanni Devleti'nin Hitit İmparatorluk çağının kurucusu I. Şuppiluliuma tarafından yılıkması, Hattuşa'da Hurri etksini azaltmamış olmakla birlikte Hurri dili Çukurova ve kuzeyinde, Doğu Anadolu'nun batı kısmında ve Kuzey Suriye'de Hiyeroglif-Luvicesi karşısında yavaş yavaş gerilemeye başlamı ve İÖ 1. binin ilk üç yüzyılında yerini büyük ölçüde Hiyeroglif-Luvicesi ile daha güneyde Sami dillerine bırakmıştır. İÖ 1. binin ilk yarısında Hurricenin kalıntıları Güneydoğu Anadolunun dağlık bölgelerinde yaşamış olabilir.

Hurrice, Sümerce, Hattice ve Urartuca, Türkçe gibi bitişken bir dildir. Bu dillerden yalnız Urartuca Hurrice'nin yakın akrabası ve onun (belki de yakın bir kolunun) İÖ 1. binin ilk yarısında Doğu Anadolu ve Azerbaycan bölgesindeki devamıdır.

Hurricede Türkçede olduğu gibi gramerde cinsiyet ayrımı yoktur. Hurricede önek yoktur. Gerek isimler gerek fiiller sonekler ile çalışmaktadır.


Alıntıdır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak