3 Eylül 2022 Cumartesi

HİTİTLER

  

 

      Hititler ile ilgili bilgilerimiz daha bu yüzyılın başlarına dayanır. Ondokuzuncu yüzyılın sonlarına kadar, Hititlerin tarih içindeki konumu bilinmiyordu. Gerçi Mısır metinleri ve Tevrat bir kavimden söz ediyordu ama bu kavmin Anadolu kökenli olabileceği kimsenin aklına gelmemişti. 


      İç Anadolu’nun İlk Çağ tarihi ile ilgili yapılan araştırmalar , On dokuzuncu yüzyılda buraları gezen Charles Texier , William Hamilton gibi gezginlerin izlenimlerinden öteye gitmemiştir. 


      Daha sonra “Yozgat Tabletleri” adı verilen , Boğazköy arşivine ait eserler bulunmuş ve ünlü Çek bilgini Hronzy tarafından 1917 yılında çözülmüştür. 


      Bu tabletlerde Anadolu’nun bu bölgesinden Hatti Ülkesi diye sözedildiği görüldüğünden bu uygarlığı yaratanlara , Tevrat’taki isimle de uyuşturarak Hititler denmiştir. 


      Hititleri tanımak Anadolu uygarlığını, hatta Anadolu’nun bugününü tanımak demektir. 


      Anadolu toprakları üzerinde Hititler’in mirasçısı olan bizler , bu kültürü tanıdıkça, inançlarını öğrendikçe, bugünkü kültürümüzü daha iyi anlayabiliriz. 


      M.Ö. yaklaşık 1750'den sonra Orta Anadolu'da bir krallık, M.Ö. XIV. ve XIII. yy'larda da Yakındoğu'nun büyük bölümünü egemenliği altına alan güçlü bir imparatorluk kurmuş olan Hint-Avrupa kökenli eski halktır. Başlangıçta Karadeniz'in kuzeyinde göçebe hayvancılıkla geçinen bir halk olan Hititler, M.Ö.2300'de Anadolu'ya göçerek, daha önce bölgeye yerleşmiş olan Hattilerle kaynaştılar. M.Ö.1640'a doğru kral Labarna l (ya da Tabarna), krallığını Akdeniz'e kadar genişletti (Tabarna adı, sonraki bütün hükümdarlar tarafından krallık unvanı olarak benimsendi; eşi Tavanana'nın adı da kraliçelerin unvanı oldu). Bu arada Suriye'de ve Mezopotamya'nın bir bölümünde, Hint-Avrupa kökenli başka devletler de kurulmuştu. Aralarından en güçlüleri, Mitanniler ile Halepliler'di. Labarna'nın oğlu Hattuşili l, krallığın merkezini Hattuşaş'a (Boğazköy) aktararak, Eski Krallık Dönemini başlattı. Halep'e savaş açtıysa da, büyük başarı sağlayamadı. Oğlu Murşil l'se, Halep'i ele geçirip, Hammurabi'nin kurmuş olduğu Babil sülalesine son vermeyi başardı. Hitit Krallığı, M.Ö. XVIII. yy'ın ikinci yarısından, M.Ö. XVI. yy'a kadar sık sık iç ve dış savaşlarla çalkalandı. Ünlü krallarından Telipinu, imparatorluğu yeniden düzenlemeye çalıştıysa da, başarıya ulaşamadı. Tuthalya II'yse, Hurri-Mitanni ve Halep krallıklarına büyük bir darbe indirip, M.Ö.1440'a doğru Yeni Krallık Dönemini başlattı. 


      M.Ö.1371 'e doğru tahta çıkan Hititlerin en büyük hükümdarı Şuppiluliuma, bazen kaba kuvvete, bazen de diplomasi oyunlarına başvurarak yurdunu askerlik ve siyaset açısından Ortadoğu'nun en güçlü ülkesi haline getirmeyi başardı, Hurri-Mitanni Krallığı'nı da parçaladı. Ayrıca Mısır'a bir sefer düzenleyerek, ilk Hitit-Mısır çatışmasını başlattı. Yerine geçen oğlu Murşil II (M.Ö.1344'e M.Ö.1315), babasının izinden yürüyüp, birçok başarılı sefer düzenleyerek egemenliğini yaygınlaştırdı. Murşili'nin oğullarından Muvatallis'in, Ramses II'yle Suriye'yi paylaşarak, Mısır tehlikesini önlemesinden sonra öbür oğlu Hattuşili III'de, Ramses II'yle M.Ö.1283'te, her iki krallığın saygınlık ve etkisini artıracak bir antlaşma (tarihte bilinen en eski yazılı antlaşma olan Kadeş Antlaşması) imzaladı. Yerine geçen oğlu Tuthalya IV, çeşitli savaşlarla topraklarını batıya doğru genişletti. Bütün bu başarılara karşın, Hitit imparatorluğu M.Ö.1190'a doğru "Deniz Halkları" adı verilen halklar tarafından ortadan kaldırıldı ve yerinde küçük krallıklar kuruldu. Zaman içinde yıkılan bu Hitit kent devletlerinin sonuncusu olan Kargamış devleti de, M.Ö.717'de Asur kralı Sargon II'ye boyun eğmek zorunda kaldı. 


      Hitit uygarlığında şiddet yerine hoşgörü egemendi. Adalet işleri kısasa kısas yerine, cezayı ödeme ilkesine göre işlerdi. Kadınları, yarı kölelikten kurtulmuş, büyük saygınlık kazanmıştı. Akkad, Sümer ve Hitit dilinde yazılmış tabletler yardımıyla uzun çalışmalardan sonra çözülen Hitit hiyeroglifleri, eski Hattuşaş'ta (Boğazköy) pek çok metnin anlaşılmasını sağlamıştır. Gene belgelerden öğrenildiğine göre Hitit halkı, bir tapınağa, bir saraya ya da beylik topraklarına bağlı, ama özgürdü. Soylu diye adlandırılabilecek kesim, genellikle krallık soyundan gelenlerden oluşuyordu ve üyeleri, sarayda askeri ve yönetici işlerle görevliydiler. 


      Tanrının "sevgili kulu" sayılan kral, hem siyasal önder, hem de din adamıydı. Kralın yanı sıra kraliçenin de dinsel törenlerde önemli görevleri vardı. Hükümdarlar öldükten sonra tanrılaştırılırdı. Hititlerin dini, yabancı tanrılara da açık, bağdaştırıcı nitelikte bir dindi, imparatorluk döneminde, ilkel tanrılar (verimlilik, fırtına, güneş ve cehennem tanrıları) ile büyük önem taşıyan eski totemlere (boğa, aslan, geyik) aynı derecede saygı gösterilirdi.


Yazılıkaya Tapınağı  

 



      Hattuşaş örenyerinin 2 km. kuzeydoğusunda yer alan Yazılıkaya Tapınağı, önünde Hitit mimari özelliklerinin yansıtıldığı iki kaya odadan oluşmaktadır. 


      Yazılıkaya Tapınağı'nın kayalığa yapılmış olan bu odaları "Büyük Galeri" (A odası) ve "Küçük Galeri" (B Odası) adıyla anılmaktadır. 


      Büyük Galeri'nin (A odası) batı duvarı tanrı kabartmalarıyla, doğu duvarı ise tanrıça kabartmalarıyla bezeli olup her iki duvardaki figürler, doğu ve batı duvarlarının kuzey duvarı ile birleştiği ana sahnenin yer aldığı kısma doğru yönelmektedir. Tanrıların genel olarak sivri bir külâhı, belden kuşaklı kısa bir elbisesi, kalkık burunlu papuçları ile küpeleri vardır. Çoğu zaman kıvrık bir kılıç ya da topuz taşırlar. Tanrıçaların hepsi uzun bir etek giyer, başlarında silindir biçimli bir başlık vardır. Doğu ve batı duvarının birleştiği kuzey duvarında, ana sahneyi oluşturan baş tanrılar yer almaktadır. Burada dağ tanrıları üzerinde duran Hava tanrısı Teşup ve karısı tanrıça Hepatu ile arkasında oğulları Şarruma ve çift başlı kartal yer almaktadır. Kral IV. Tuthalia'nın kabartması ise doğu duvarda yer almakta olup, galerinin en büyük kabartmasıdır. 


      Ayrı bir girişi bulunan Küçük Galeri'yi (B odası) girişin iki yanında bulunan aslan başlı, insan gövdeli kanatlı cinler korumaktadır. B odasının batı duvarında sağa doğru sıralanan oniki tanrı, doğu duvarında ise Kılıç Tanrısı ile Tanrı Şarruma ve himayesindeki kral IV. Tuthalia yer almaktadır. Bu kısımda iyi korunmuş kabartmalar dışında kayaya oyulmuş üç adet niş bulunmakta olup, bu nişlere bir takım hediyelerin veya Hitit kral ailesinin ölü küllerinin saklandığı kapların konulduğu düşünülmektedir. 

 

Boğazköy (Hattuşaş) Örenyeri  

 



      Boğazköy (Hattuşaş) örenyeri, Çorum İli'nin 82 km. güneybatısında yer almakta olup Ankara'ya uzaklığı ise 208 km'dir. Hitit devletinin eski çekirdek bölgesinin merkezinde bulunan Boğazköy (Hattuşaş) örenyeri Budaközü Çayı vadisinin güney ucunda, ovadan 300 m. yükseklikteki sayısız kaya kütleleri ve dağ yamaçlarının bölünmesiyle çevrili olarak kuzey ve batıda derin yamaçlarla sınırlandırılmıştır. Şehir kuzeye doğru açık olup kuzey kısmı dışında diğer kısımları surla çevrilidir. 


      Hattuşaş örenyeri ilk kez 1834 yılında Charles Texier tarafından gezilmiş ve dünyaya tanıtılmıştır. Bu kalıntılarla Hitit devleti arasında ilk kez bir bağ kuran kişi Sayce'tır. Bu zamana kadar Hitit'lerin merkezinin Suriye olduğu sanılmaktaydı. 1882'de Carl Human, Otto Puchstein ile Boğazköy'e birlikte gelmiş ve ilk kez toplu bir plan çalışması yapmıştır. Halen Pergamon Müzesinde bulunan Yazılıkaya'nın kalıplarını da çıkarmışlardır. E. Chantre ilk test kazısını 1893-1894'te gerçekleştirmiş, 1905 yılında ise Makridi ve H. Winckler Boğazköy'ü gezmişler ve 1917 yılına kadar devam eden kazı çalışmalarını yürütmüşlerdir. 1932 yılında ise Alman Arkeoloji Enstitüsü adına Kurt Bittel tarafından başlanılan sistemli kazılara II. Dünya savaşı sırasında bir süre ara verildikten sonra, yeniden başlanmış ve 1978 yılına kadar çalışmalar aralıksız sürdürülmüştür. 1978 yılından 1993 yılına kadar Dr. Peter Neve başkanlığında yürütülen kazı çalışmalarını, 1994 yılından itibaren Dr. Jurgen Seeher üstlenmiştir. 


      Boğazköy (Hattuşaş) örenyerinde M.Ö. III. binden itibaren yerleşim görülmektedir. Bu dönemdeki küçük ve müstahkem yerleşmenin Büyükkale ve çevresinde olduğu tespit edilmiştir. M.Ö. 19. ve 18. yüzyıllarda Aşağı Şehir'de Asur Ticaret Kolonileri Çağı yerleşmeleri görülmektedir ve şehrin adına ilk kez bu çağa ait yazılı belgelerde rastlanmıştır. 


      Hattuşaş'taki ilk gelişme dönemi büyük bir yangınla sona ermiştir; bu yangının sorumlusu Kuşşara kralı Anitta olmalıdır. Belgelere göre hemen bu tahripten sonra yaklaşık M.Ö. 1700 yıllarında yeniden yerleşime açılan Hattuşaş 1600'lerde Hitit devletinin başkenti olmuştur; kurucusu tıpkı Anitta gibi Kuşşara kökenli olan I. Hattuşili'dir. 


      Hattuşaş başkent olduktan sonra şehrin gelişmesinin en uç noktasında anıtsal bir yapılaşmayla karşılaşılmaktadır; 2 km. genişliğindeki şehir saray, tapınak ve mahalleleriyle M.Ö 13. yüzyıldaki haline kavuşmuştur. Hattuşaş'ın ikinci gelişme döneminde imparatorluğun son yıllarında hem içte hem de dışta üç önemli Hitit kralı etkin olmuştur. Bunlar III. Hattuşili, oğlu IV. Tudhalia ve onun oğlu II. Şuppiluliuma'dır. II. Şuppiluliuma'nın son dönemlerinde (M.Ö. 1190) ekonomik sıkıntılar ve iç karışıklıklar nedeniyle yıkılan Hitit devletinden sonra Boğazköy 4 yüzyıl boyunca terk edilmiştir. Daha sonra buraya Frigyalılar (M.Ö. 8. yy. ortaları) yerleşmiştir. Hellenistik ve Roma Döneminde (M.Ö. 3. - M.S. 3. yy.) Hattuşaş küçük surla çevrili bir beylik merkezi, Bizans Döneminde ise bir köy durumundadır. 


      Hattuşaş'ın "Yukarı Şehir" olarak bilinen kesimi 1 km² den daha büyük bir yüzölçüme sahip, eğimli bir arazidir. Bu alan M.Ö. 13. yüzyılda Geç İmparatorluk Çağında şehrin gelişmesine sahne olmuştur. Yukarı Şehir'in geniş bir bölümü yalnızca tapınak ve kutsal alanlardan oluşmaktadır. Yukarı Şehir geniş bir kavis halinde onu güneyden çeviren bir surla donatılmış olup, sur üzerinde 5 kapı mevcuttur. Şehir surunun en güney ucunda ve kentin en yüksek noktasında bastion ile sfenksli kapı yer almaktadır. Diğer dört kapıdan güney surunun doğu ve batı ucunda karşılıklı Kral Kapısı ve Aslanlı Kapı yer almaktadır. 


      Yukarı Şehir'de görülen yapılaşma üç evrelidir. Birinci evre ilk surların inşaatı ile çağdaştır. İkinci evre, surlarda görülen ilk tahribattan sonraki yeniden yapım ve tapınak kentinin son biçimini almış olması ile belli olan evredir. Son evrede ise mevcut yapılarda görülen tadilat ve tamiratlar dışında dinsel amaçlar dışında bir yeni yapılaşma başlamıştır. Yukarı Şehir'de "Mabedler Mahallesi" olarak bilinen alan sfenksli kapıdan; Nişantepe ve Sarıkale'ye kadar uzanır. Bu alanda çeşitli evrelere ait bir çok tapınak açığa çıkarılmıştır. Tapınak planlarının genel karakteri, bir orta avludan girilen ve birer dar ön mekân ile derin ana mekânlardan oluşan kült odaları grubunun yapıyı biçimlendirmesidir. Tapınaklarda ele geçen malzemeler beş gruba ayrılmaktadır. 


                1-Seramikler, 

               2-Aletler, 

               3-Silahlar, 

               4-Kült objeleri, 

               5-Yazılı belgeler. 


                Yukarı Şehir'in girişinde, Büyükkale'nin hemen önünde yer alan Nişantepe ve Güneykale'de Hitit sonrası yapılaşmalar dikkat çekicidir ve bu M.Ö. 7-6. yüzyıla tarihlenen Frig yerleşmesidir. Hitit Döneminde bu alan topoğrafyaya göre üç bölümde incelenir: 


      Büyükkale'nin güneyindeki geçit (viaduct), Yukarı Şehir'e giden yolun iki tarafında ve Nişantepe'nin kuzeyinde önceden yerleşilen plato ile Güneykale'nin yerleşim alanı. 


      Kuzey ve güney binası dışında önemli bir yapı da Batı Binası ve Saray Arşividir. Büyük bir yangınla tahrip olmuş binanın yamaçta iki bodrum katı olduğu düşünülmektedir. Bu iki bodrum katında yaklaşık 3300 adet bulla ve 30 çivi yazılı tablet bulunmuştur. Bullaların 2/3'ü büyük kral mühürleri taşımakta ve kronolojik listeye göre I. Şuppiluliuma'dan Hattuşaş'ın son kralı ve onun torunu II. Şuppiluliuma'ya kadar kralları temsil etmektedir. Kral mühürleri yanında kraliçe mühürleri de açığa çıkarılmıştır. 


      Güneykale'deki yapılaşma ise II. Şuppiluliuma tarafından gerçekleştirilmiştir. Bu alanda geniş bir gölet ile üç ayrı noktasında üç yapı mevcuttur. Oda 1 ve 2 olarak adlandırılan ve ayakta duran iki yapıdan oda 2, göletin kuzey köşesinin batısında yer alır. Tek mekânlı olan bu oda içe doğru daralarak küçülen parabol biçimli bir kubbeye sahiptir. Oda 1'de ise in situ olarak az kalıntı ele geçmiştir. Oda 2'nin duvarlarının üçü de kabartmalarla bezelidir. Karşı duvardaki ana tasvirde sola dönmüş, uzun elbiseli bir figür vardır. Yuvarlak başlığı üstünde kanatlı bir güneş kursu bulunmakta, sol elinde litus, sağ elinde ise ankh motifini tutmaktadır. Doğu duvarında Şuppiluliuma'ya ait kabartma vardır. Karşısındaki batı duvarında ise hiyeroglif kitabe yer almaktadır. 


      Hattuşaş örenyerinde Büyükkale'de yapılan kazılar M.Ö. 13.-14. yüzyılda Hitit krallarının saray yapılarını ve bunları koruyan sur sisteminin özelliklerini gün ışığına çıkarmıştır. Giriş kapısı güneybatıda olan kalenin surları, sandık duvar tekniğiyle inşa edilmiştir. 


      Büyükkale'de bir bütün halinde saray yapısı görülmez, kazılar sonucunda ortaya çıkan farklı boyutta ve türdeki yapılar, büyük iç mekânlar, avlular ve direkli galeriler yoluyla birbirine bağlanarak kale içindeki bütünü oluştururlar. Kalede arşiv odaları, depo odaları, büyük kabul salonu, su kültü ile ilgili bina ve kutsal mekânlar yer almaktadır. Hitit sonrasında ise kalede Frig yapı kalıntılarına rastlanmıştır. 


      Boğazköy'de en önemli mimari alanlardan birisi de Büyük Mabet'tir. (1 No.lu Mabet) Hattuşaş'ta kuzey şehrin merkezini oluşturan Büyük Mabet, Hatti'nin Fırtına Tanrısı ve Arinna Şehri Güneş tanrıçasının evi olarak yapılmıştır. Tapınak iki aditonlu olup, tapınağın çevresinde kaldırım taşlı yollar, meydanlar ve bunların arkasında bu yollara açılan dört yönde depo odaları yer almaktadır. Büyük Mabet, Aşağı Şehir mahallelerinden bir temonos duvarı ile ayrılmaktadır. Taş bir teras üzerine kurulan Büyük Mabet'in, kutsal bir merkez olduğu kadar, ekonomik bir merkez olarak da kullanıldığı magasinlerde açığa çıkarılan büyük küplerden anlaşılmıştır. Yine mabedin doğu magasinlerinde tabletlerin bulunması burada bir arşivin olduğunu da ortaya koymuştur. 


      Büyük Mabetin etrafı ikinci derecede önem taşıyan yapılarla çevrilmiştir. Bunlardan en önemlisi yamaç evidir. Büyüklüğü, planı ve çok katlı oluşuyla dikkat çekmektedir.


HİTİT İNANÇLARI  

 

     Hititler, belki de Anadolu’nun o dönemdeki mozaiğinden olsa gerek, her topluluğun Tanrısını benimsemiş, çok geniş bir panteon yaratmıştır. Bu yüzden olsa gerek tabletlerde “Hatti Ülkesi’nin bin tanrısı” deyimi geçer. Yazılıkaya’daki tanrılar geçidi de bu konu hakkında oldukça iyi bilgi vermektedir. Ancak tanrı isimlerinin bir çoğu bize yapılan anlaşmalarda tanrıların tanıklığı bölümlerinden ulaşmaktadır. 


     Hititler, Eski Krallık döneminde Hint-Avrupa ve Hatti kökenli tanrıları benimserlerken, daha sonraları Hurri, hatta Mezopotamya kökenli tanrıları da benimsemişlerdir. Hititler’de Mezopotamya tanrıçası İştar da çeşitli adlarla anılmakta ve büyük önem taşımaktaydı. Bununla birlikte aynı kökenden suların tanrısı Ea ve Damnika, Güneş tanrısı Şamaş ve karısı Aya ve Ay tanrısı Sin, Hitit panteonunda yer almışlardır. Bu tanrılar ayrıca şahitliğin gerektiği yerlerde yer almışlardır. 


     Hititler’de tanrılar tamamen insanlar gibi düşünülmüştür; buna göre tanrılar insanlara ait duyguları yaşayabilmekte, hatta acıkmakta, susamakta ve hastalanmaktadırlar. 


     Bu tanrılardan büyük bölümü yerel ve çeşitli topluluklara ait tanrılardır. Bu dönemde Hurri, Luwi, Pala, Hatti ve Mezopotamya tanrıları çoğunluktadır. Tanrılar ne kadar çok olurlarsa olsunlar aslında belli özellikleri ortak olan tanrılardır. Diğer bir deyişle, farklı isimlerde aynı özellikleri taşırlar. Bu bağlamda belli başlı tanrı özelliklerini ortaya koyabiliriz.


HİTİT MİTOLOJİSİ  

 

      Hititlerde özgün bir mitolojiden söz etmek oldukça güçtür. Hitit efsaneleri çok güçlü bir şekilde Hurri, Hatti ve Mezopotamya etkisinde kalmıştır. Hititlerden günümüze gelen efsanelerde bu etki açıkça görülmektedir. Ancak bir başka gerçek de Hitit efsanelerinin Yunan mitolojisine kadar sürekliliğini koruduğudur. 


      Günümüze gelen belli başlı Hitit mitoslarına göz atarsak bu etkileri daha iyi görebiliriz. 




Kaybolan Tanrı Efsaneleri 


      Daha önce de belirttiğimiz gibi, Hititler bir çok doğa olayını tanrılara bağlamakta, ancak onları, insan şekilli (antropomorfik) olarak düşünmekteydiler. 


      Buna göre bir tanrı canı isterse çekip gidebiliyordu. Ancak tanrının gitmesiyle ona bağlı olan doğa olayları da etkileniyordu. 


      Ele geçen metinlerden biri de Fırtına tanrısının oğlu Telipinu’nun kaybolması ile ilgili olandır. Hatti kökenli bu efsanenin kahramanı Telipinu aslında bir tarım tanrısıdır. Tohum ekmek, tarla sürmek, sulamak, ürünü yetiştirmek ve toplamak gibi tarım işleri ile ilgilidir. Doğal olarak bu tanrının kaybolması bütün hayatı etkilemiştir. Farklı versiyonlardan derlenen efsanenin ilginç bir konusu vardır. 


      Tanrı o kadar sinirlidir ki elbisesini ve ayakkabılarını ters giyecek kadar sinirlenmiştir ve fırlar gider. Tanrının gitmesiyle beraber ülkede her şey değişir. Sıkıntılar başlar : 


      “ Pencereleri sis doldurdu, evi duman doldurdu. Ocakta odunlar boğuldu, ağılda koyunlar boğuldu. Koyun kuzusunu istemedi, inek buzağısını istemedi.[…] Arpa ve buğday yetişmez oldu, sığırlar koyunlar ve insanlar gebe kalmadılar, gebe kalanlar ise doğurmadılar. Dağlar kurudu, ağaçlar kurudu ve çiçek açmaz oldu; otlaklar kurudu, kaynaklar kurudu.” 


      Tanrının gidişi o kadar etkili olmuştu ki diğer tanrılar da bundan etkilenmişti, hatta bütün tanrıların katıldıkları bir ziyafette yiyip içmelerine rağmen açlık ve susuzlukları geçmemişti. Bu pasajın açıklaması şu şekilde olabilir , burada tanrıların yemesi ve içmesi kendilerine sunulan sunular olabilir, ancak bu sunuların fayda etmedikleri görülmektedir. 


      En sonunda Fırtına tanrısının aklına oğlu Telipinu gelir ve iyi olan herşeyi alıp götürdüğünü söyler, ve yüksek dağlarda Telipinu’yu araması için kartalı gönderir. Ancak kartal Telipinu’yu bulamaz. O zaman bütün tanrıların annesi tanrıça Hannahanna Fırtına tanrısı’na bizzat aramasını söyler. Ancak fırtına tanrısı da başarılı olamaz. Hannahanna en sonunda bir arı gönderir. Arı sonunda tanrıyı bulur ve onu sokarak uyandırır (bu bölüm değişik versiyonlarda farklıdır). Telipinu daha da öfkelenir . En sonunda bir ayin yaparak öfkesini dindirmeye karar verilir. Bu işi büyü tanrıçası Kamrušepa yapar: 


      “ Ey tanrılar gidin! Şimdi tanrı Hapantali için Güneş Tanrısı’nın koyunlarını güdün. Telipinu’nun Karaš-hububatların…] Telipinu’nun hiddeti, öfkesi, günahı ve küskülüğü gitsin. Ev onu bıraksın. İçindeki...ondan kurtulsun. Pencere ondan kurtulsun. Menteşe[ondan kurtul]sun. İç avlu ondan kurtulsun. Şehir kapısı ondan kurtulsun. Kapı ondan kurtulsun. Kral yolu ondan kurtulsun. Meyve bahçesine, tarlaya ya da ormana o girmesin. (Karanlık) toprağın Güneş tanrısının yoluna o gitsin. Kapıcı yedi kapıyı açtı. Yedi (kapı) sürgüsünü çekti. Karanlık toprağın altında bronzdan palhi kapları durur. Kapakları kurşundandır. Tutamakları ise demirdendir. İçlerine giren bir şey, bir daha geri çıkamaz. İçlerinde mahvolur. Bundan dolayı onlar Telipinu’nun hiddeti, öfkesi, günahı ve küskünlüğünü yakalasın ve onlar (buraya) geri dönmesin.” 


      Sonuçta bu büyü etkili olur . (Başka versiyonda bu büyüyü bir insan yapmıştır.) Telipinu’nun öfkesi diner ve evine döner. Böylece ortaklık yatışır ve eski haline döner. 


      Bu efsanaye çok benzeyen bir de Fırtına Tanrısı’nın kaybolması efsanesi vardır. Ancak ikisini aynı efsanenin değişik anlatımları olarak kabul edebiliriz. 


      Bu efsanelerin dışında Güneş Tanrısı’nın, Hannahanna’nın ve başka tanrıların da kayboluş mitosları vardır. Ancak bunları aynı efsanelerin farklı yorumları olarak düşünebiliriz. 


      Bu konuya dahil edebilceğimiz ilginç bir motif de Ay’ın düşme mitosudur. Hatti kökenli bu mitosun bir ay tutulmasını mı anlattığı yoksa farklı bir ritüelden mi bahsettiği bilinmemektedir : 


      “ Kaşku (Ay tanrısı) gökten düştü. Şimdi o Kilammar (tapınak) üstüne düştü. Ancak onu kimse görmedi. Şimdi tanrı (Gök/Fırtına tanrısı) onun arkasından yağmur saldı. Ve arkasından yağmur sağanakları gönderdi. Onu korku aldı. Hapantalli aşağıya onun yanına gitti, o zaman onunla konuştu. Gidiyor musun? Ne yapıyorsun? “ 




İlluyanka Efsanesi 


      Hatti kökenli en önemli mitoslardan biri de Fırtına tanrısı ile yılan arasındaki savaştır. Bu mitosun izleri daha sonra kendini Apollon ya da Saint George mitoslarında da gösterir. Belki de izleri daha da derindir . Bu konuda İsmet Zeki Eyüboğlu şöyle yazmaktadır: 


      “ Bugün Anadolu halk masalları içinde, İlluyanka ile devlerin savaşını işleyen bir çok öyküler, gerçeküstü olaylar vardır. Yılanlarla kartalların savaşını içeren bütün masalların kaynağı budur. Kimine göre çok büyük bir devdir İlluyanka. Yalnız adı değişmiş, Anadolu türkçesinde ejder olmuştur. Halk ona ejderha diyor. […] İlluyanka başka başka ülkelerin halk anlatışlarına, dini inanışlarına göre nitelikler kazanmış. Anadoluda büyük bir yılan olarak nitelendirilen Şahmeran, onunla ilgili olanlar, boğuşmalar bu eskiçağ anadolu masalının değişikliğe uğramış kalıntılarıdır. “ 


      Bazı yorumcular bu efsanede sözü geçen yılanın öldürülmesi motifinin baharın, kışı yenmesi şeklinde yorumlanması gerektiğini belirtmişlerdir. Bütün kültürlerde hemen hemen tanrının yılanı öldürmesi motifi olması bize bu sembolün ezoterik bir açıklaması da olabileceğini düşündürtmektedir. 


      Bu efsane, bahar bayramı olan Purulliyaş törenleri sırasında da anlatılıyordu. Ele geçen tabletlerde efsane şöyle başlar : 


      “ Nerik şehri Fırtına Tanrısı [Merhemli rahibi] Kella’ya göre (bu) göğün Fırtına Tanrısı’nın […] için Purulli (festivali) metnidir (sözleridir). Onlar şöyle konuştuklarında : “Ülkede büyüme (bolluk) ve gelişme (bereket) olsun. Ve eğer (gerçekten ülkede) büyüme ve gelişme olursa, onlar Purulli festivalini kutlar. “ 


      Efsane bu sözlerden sonra dev yılan Illuianka/İlluyanka ile Fırtına tanrısının savaşı ile başlar ve Fırtına tanrısı yenilir. Bunun üzerine Fırtına tanrısı bütün tanrıları toplar ve yardım ister. 


      Tanrıça İnara buna bir çözüm düşünür ve bir festival düzenler. Daha sonra tanrıça Ziggarata şehrine giderek burada Hupašiia adında bir ölümlü ile anlaşır ve planını anlatır. Hupašiia, karşılığında tanrıça ile yatmak koşulu ile bunu kabul eder. 


      İnara daha sonra süslenerek yılan İlluianka’nın deliğine gider ve onu festivale çağırır. Deliğinden çocukları ile çıkan İlluianka oradaki içkilerin çoğunu içer ve sarhoş olur, hatta deliğine de geri dönmek istemez. Hupašiia yılanı bir ip ile bağlar. Fırtına tanrısı da İlluianka’yı öldürür. Böylece Fırtına tanrısının sorunu çözüme bağlanır. 


      İnara ise Hupašiia için Tarukka şehrinde kaya üzerine bir ev inşa eder ve onu oraya yerleştirir. Ancak karısını ve çocuklarını görmemesi için Hupašiia’nın pencereden bakmasını yasaklar. Ancak yirmi gün geçince Hupašiia pencereden bakarak karısını ve çocuklarını görür ve İnara’ya eve dönmek istediğini söyler. İnara da Hupašiia’ı öldürür. 


      Bu efsanenin ele geçen bir versiyonu daha vardır. 


      Bu versiyonda da efsane, İlluianka’nın Fırtana tanrısını yenmesi ile başlar. Ancak bu kez İlluianka Fırtına tanrısının kalbini ve gözlerini de alır. 


      Fırtına tanrısı daha sonra fakir bir adamın kızı ile evlenir ve bir oğlu olur. Oğlan büyüdüğünde İlluianka’nın kızını alır. Fırtına tanrısı öcünü almanın peşindedir : 


      “ Fırtına tanrısı ona (oğluna) sürekli olarak şöyle emreder : «Karının evine (yaşamaya) gittiğinde (başlık parası olarak) kalbi(mi) ve gözleri(mi) onlardan iste.» “ 


      Oğlu Fırtına tanrısının istediğini yapar ve gözleri ile kalbini geri alır. Bunun üzerine yeniden İlluianka ile döğüşe tutuşur. Ancak bu kez oğlu da yılandan yanadır. 


      Fırtına tanrısı İlluianka’yı ve kendi öz oğlunu öldürür. 


      Bu iki versiyonda da ortak nokta Fırtına tanrısının yılanı öldürmesidir. Bu efsane daha da önce belirttiğimiz gibi farklı kültürlerde farklı şekillerde yaşamıştır.


HUKUK  

 

Hitit hukuk sistemi Sümer kanunlarından etkilenerek hazırlanmıştır. Eski Mısır ve Mezopotamya gibi Hititler de adalet kavramını güneşle sembolize etmiştir. Sümerlerde olduğu gibi Hititlerde de mülkiyet hakkı güvence altına alınmıştır. Hititler aile hukukuna ve ceza hukukuna büyük önem vermişlerdir. Yaptıkları medeni kanunla evlilik resmi bir sözleşme olarak kabul edilmiştir


ORDU  

 



      Hititlerin ilk zamanlarında daimi ordu yoktu. Eli silah tutan bütün erkekler asker sayılırdı. Ancak Hititlerin dört tarafından düşmanla sarılmış olması ve beyliklerin sık sık ayaklanmaları sonucunda imparatorluk döneminde sürekli ordu kurulmuştur. 


       Hitit ordusunun büyük kısmı yaya askerlerden oluşuyordu. Yaya askerlerin yanı sıra savaş arabalarını kullanan askerler de bulunuyordu. Ayrıca asiller kendilerine verilen toprakların gelirleriyle asker beslemek ve savaşa katılmak zorundaydı. Hititler bazı savaşlarda ücretli askerlerden de faydalanmışlardır.


DEVLET YÖNETİMİ  

 



      Hititlerin başında büyük kral ünvanını taşıyan bir hükümdar bulunuyordu. Krallık babadan oğula geçmekteydi. Kral aynı zamanda başkomutan, baş yargıç ve baş rahipti. Kralın yanında Pankuş denilen bir tür asiller meclisi de yönetimde söz sahibiydi. İlk zamanlarda kralın yetkileri meclis tarafından sınırlandırılmıştı. Ancak imparatorluk döneminde meclisin yetkileri azalmıştır. 


       Kraldan sonra devlet yönetiminde en yetkili kişi Tavananna denilen kraliçeydi. Tavananna, kral sefere çıktığı veya oğlu küçük yaşta kral olduğu zaman devlet işlerini yürütür, dini törenlere başkanlık ederdi. 


       Hitit devlet yönetiminin temelini feodal tımar sistemi oluşturmaktaydı. ilk zamanlarda fethedilen toprakların yönetimi prenslere verilmiş, böylece küçük krallıklar ortaya çıkmıştır. Yeni krallık zamanında feodal beylikler kaldırılmış, yerine valiler gönderilmiştir. Böylece devletin merkezi otoritesi güçlenmiştir.


Hitit Krallıklar Dönemi  

 

ESKİ KRALLIK

 

I.Hattuşili M.Ö.1660-1630 

I.Murşili M.Ö.1630-1600 

I.Hantili M.Ö.1600-1570 

I.Zidanta M.Ö.1570-1560 

Ammuna M.Ö.1560-1540 

I.Huzziya M.Ö.1540-1535 

Telipinu M.Ö.1535-1510 

Alluvamna M.Ö.1510-1500 

II.Hantili M.Ö.1500-1490 

II.Zidanta M.Ö.1490-1480 

II.Huzziya M.Ö.1480-1460 


 

 

BÜYÜK KRALLIK

 

Tuthaliya  M.Ö.1460-1440 

I.Arnuvanda M.Ö.1440-1420 

II.Hattuşili  M.Ö.1420-1400 

II.Tuthaliya M.Ö.1400-1380 

Şuppiluliuma M.Ö.1380-1345 

II.Arnuvanda M.Ö.1346-1345 

II.Murşili M.Ö.1345-1315 

Muvatalli  M.Ö.1315-1282 

III.Murşili(Urhi-Teşup) M.Ö.1282-1275 

III.Hattuşili M.Ö.1275-1250 

III.Tuthaliya  M.Ö.1250-1220 

III:Arnuvanda M.Ö.1220-1200 

II. Şuppiluliuma M.Ö.1200-1190 


Alıntıdır.

 


Parmaklarımız niçin çıtlar?

 Bazı insanlar her iki elinin parmaklarını birbirine geçirerek ve onları gererek ses çıkartırlar, yani çıtlatırlar. Çoğumuzun buradan gelen sesin kemiklerden geldiğini sanırız, hatta rahatsız oluruz ama nedense bunu yapanlar hallerinden memnun görünürler.

En çok ve kolaylıkla çıtlattığımız yerler vücudumuzda en çok bulunan sürtünmeli eklem yerleridir. Bu tip eklem yerlerinde, örneğin parmaklarınızda, iki kemiğin birleştiği yerde bir bağlantı kapsülü vardır. Bu kapsülün içinde kemiklerin hareketleri sırasında buraları yağlayan bir sıvı vardır. Bu sıvının içinde erimiş halde oksijen, nitrojen ve karbondioksit gazları bulunur.

Vücudumuzda en kolay çıtlatabileceğimiz eklem yerlerimiz parmaklarımızdır. Parmaklarımız gerilince ve eklem yerlerimiz düzleşince bu kapsül de gerilir. İçindeki sıvının basıncı azalır ve gaz kabarcıkları patlamaya başlar. İşte kulağımıza gelenler bu seslerdir. Patlayan kabarcıklar neticesinde gazlar bu sıvıyı terk eder, sıvı daha da genleşir ve eklem yerinin hareket kabiliyetini arttırır.

Şüphesiz ki eklem yerinin gerilmesi, bu kapsülün boyu ile sınırlıdır. Eğer parmaklarınızı çıtlattığınız anda röntgenini de çekerseniz, eklem içinde oluşan gaz kabarcıklarını görebilirsiniz. Bu olay eklem yerindeki hacmi yaklaşık yüzde 15-20 arttırır.

Aynı parmağınızı arka arkaya çıtlatamazsınız. Bir süre beklemeniz gerekir, çünkü gaz kabarcıklarının sıvı içerisinde tekrar oluşması biraz zaman alır.

Tüm bu açıklamalar, deneylerle ispatlanmasına rağmen, yine de bu kadar küçük gaz miktarının bu kadar büyük bir ses çıkartabilmesinin nedeni hala anlaşılmış değildir. Bu sorunun tatmin edici bir cevabı da henüz yoktur. Ayrıca detaylı çalışmalar göstermiştir ki, çıtırdama sırasında iki ayrı ses duyulmaktadır. Birincisinin gaz kabarcıklarının patlaması olduğu biliniyor. İkinci sesin ise kapsülün uzama sınırına vardığında çıktığı sanılıyor.

Evet geldik en çok merak edilen soruya! Parmaklarımızı çıtlatmak vücudumuz için zararlı mıdır? Bu konuda elde çok az bilimsel çalışma sonucu vardır. Bir görüşe göre parmak çıtlatmanın eklem yerlerimizdeki sıvıya bir tesiri yoktur. Diğer bir görüşe göre ise sürekli olarak bunu yapanlarda ve bunu alışkanlık haline getirenlerde, eklemler etrafındaki yumuşak doku zarar görmekte, parmaklar şişmekte, dolayısı ile elin kavrama gücü azalmaktadır.


Alıntıdır.


Amasra / Bartın

 


1 Eylül 2022 Perşembe

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


Uygur Yazıtları

 


Şine-Usu Yazıtı: 

Orhun-Selenga nehirleri arasındaki Şine-Usu gölü yakınında, Uygur Kağanlığı’na ait bir kitabe bulunmuştur. Bu yazıt “Teñride Bolmış il itmiş Bilge Kağan” adına dikilmiş ve Gök-Türk harfleriyle yazılmıştır. Yazıtın Moyun Çur Kağan’a (746-753) ait olduğu tahmin edilmektedir. VIII. yüzyılda dikilmiştir. Yazıtta Türk boyları arasındaki mücadelelerden söz edilmektedir. Tarduş, Töles ve Kırgız kavimlerinden de bahsedilmekte, Uygur hanının Çikler üzerine yürümesi ve Basmıllarla mücadelesi anlatılmaktadır.

Kara Balgasun Yazıtı: 

Gök-Türk alfabesiyle yazılan diğer bir yazıt Uygurların ilk hükümet merkezi olan kuzeydeki Kara Balgasun’da bulunmuştur. Türkçe, Çince, Soğdça olarak üç dilde yazılan bu yazıt, başlangıçtan IX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Uygur tarihini konu alır. Ay Tengride Kut Bulmuş Alp Bilge Kağan (808-821) adına dikilmiştir. Yazıtın Türkçe olan kısmı çok tahrip olunmuştur. Sadece bazı kelimeler okunmaktadır. Soğdça olan yüzü ise çok fazla silinmiştir. Sadece Çince kısmı sağlam kalmıştır.

Yazıtta, Uygurların hükûmet merkezinin Orhun ovasında olduğu yazılıdır. Dokuz Oymaklı Uygurlardan, Basmıllardan, Üç Oymaklı Karluk’tan, kuzeyde yer alan Kien-Kun (Kırgız) Devleti’nden bahsedilmektedir. Uygur kağanının Lo-yang seferinden (762) ve onun Çinli T’ang hanedanını desteklemesinden bahis vardır.

“Çin imparatoru Uygurlarla sarsılmaz kardeş hükümet ve ebedi akraba devlet etmeğe sözleşmişlerdi” denilmektedir. Bu arada, Uygur ülkesine dört Mani rahibin geldiğinden söz edilmektedir. Bunlar Mani dinini yaymaya çalışıyorlardı. Kağan bu dinin yayılmasını teşvik etmiştir. Yazıtlarda yerleşik hayata geçmekle ilgili atıflar da vardır. Uygur kağanı çoraklarda gezenleri tatlı diller dökerek yerleşmeye davet etmektedir.


Alıntıdır.

GÖK-TÜRK DEVLETİNİN İKİYE AYRILMASI VE DOĞU GÖK-TÜRK DEVLETİ - 5

  Tardu'nun Askeri Gücünün Bertaraf Edilmesi


600 yılının haziran ayında Tardu'nun yine Çİn sınırlarına akın yaptığı görülmektedir. Ling-wu ve Ma-i garnizonlarına çinliler yeni yığınaklar yapular. Ling-wu-'da Chin bölgesi prensi Kuang ve Yang Su, Mai'de ise Han prensi Liang ile Shib Wan-sui kumandan olarak vazife almışlardı. Bu arada Ch'ang Sun-sheng, Çin'e teslim olmuş yabancıların kumandanı sıfatıyla Ch'in eyaleti ordusu başkumandanı oldu. Ch'ang Sun - shengin bu ordulara katılmasıyla durum birden değişti. Çünkü Gök-Türk ordusunu çok iyi tanıyan bu casus-elçi yeni bir hile düşündü . Gök-Türk ordusuyla savaşmak yerine onların su kaynaklarına kolayca zehir akıtılırsa, orduları zayıflayabilirdi. Yine onun düşündüğü gibi yapıldı. Gök-Türklerin askerlerinin bu hayvanlarının su içtiği kaynaklara gizlice zehir akıtıldı, Bu sulardan içen Gök-Türk askerlerinin büyük bir kısmı öldüğü gibi, hayvanlarının da çoğu telef oldu. Perişan olan Gök-Türk halkı zehir akıtma olayından habersiz olduğu için bunu "göğün suyu bulandırdığı (zehirlediği)" şeklinde yorumlayarak, gece yola çıkıp oradan uzaklaştılar. Bu arada Ch'ang Sun-sheng onları takip etmiş ve binden fazlasını öldürtmüştü. Ağır mağlubiyete uğramış olan Gök-Türk ordusu geri çekiliyorken, çinli kumandanlar takibe çıktı. Yüz li'den fazla süren bu takip sonunda Gök-Tûrklerden bir kaç bin kişi daha öldürülmüştü. Askerî gücü iyice zayıflayan Tardu, gerilere çekilmişti. Gobi Çölü'nûn içine giren Çin ordusu da geri döndü. Çİn ordusu geri döndükten sonra Shih Wan-sui'in kazandığı başarılar, diğer Çinli devlet adamları tarafından kıskanılmış ve "zaten Gök-Türklerin kendiliklerinden teslim olacakları, Çin sınırlarının kuzeyinde hayvanlarını otlatacakları" iddiasıyla küçümsenmiştir.






Yukarıda bahsettiğimiz başarısızlıklara rağmen Tardu ülkesinde tek hakim olmaya devam ediyordu. 601 yılının Çin sınırlarına tekrar hücum etti. Heng-an mevkiinde çinli kumandan Han Hung'u bozguna uğrattı. Bozguna uğrayan Çin ordusunun kemiklerinin yığıldığı yere daha sonra Budist tapınağı yapılacaktır.


a - Tardu'nun  Ch'i-min'i Ortadan Kaldırma Teşebbüsü:


Yukarıda çok sayıda Gök-Türk boyunun gidip, Ch'i-mip Kagan'a bağlandığını söylemiştik . Onun bulunduğu Ta-li kalesinde nüfusun aniden artması üzerine Ch­ 'ang Sun -sheng buraya onları kontrol altına almak için gönderildi. Bu esnada Gobi Çölü'nün doğusundaki bölgeler Ch'i- min'in idaresi altında idi. Ülkenin tek hakimi olan Tardu, Ch'i-min varlığını kendi aleyhine tehlike kabul ediyordu. Kardeşinin oğlu İlteber unvanlı şahsı çölün doğusuna saldırmak üzere gönderdi . Ancak, tam bu sırada Çin ordusu harekete geçip, Ilteberin geçeceği yolları kapadı. Yanında az kuvveti olan ilteber geri döndü . Neticede bu tehlikeden kurtulan Ch'i-min, Sui imparatoruna teşekkür mektubu göndererek" Büyük Sui'in bilge imparatorunun zavallı halkını beslediğini, bunu yerin ve göğün bildiğini, bütün kabilelerin imparatora bağlı olduğunu; diğer boyların da bağlanacağını, hepsinin Pai-lao'ya girip, burada yaşayacaklarını at ve koyunların dağları, vadileri dolduracağını, Ch'i-min'in kuru ağacın yeniden yeşermesi, kuru kemiğin yeniden edenmesi gibi çok fazla büyüyeceğini, büyük Sui'in at ve koyun işleriyle iştigal edeceğini" bildirdi. Çin imparatoru onun bu mektubundan memnun olmuş ve Chao Chung-ch'ing'i Ch'i-min İçin Ting-hsiang'da kale yapmak üzere vazifelendirmişti.


b - Tardu 'ya Karşı Büyük Askeri Harekât  ve Töles Boylarının İsyanı:


Çinliler, Gök-Tûrk Devletinin tek hakimi olan Tardu (Pu-chia) 'yu devirmek, onun yerine Çin'de kendilerinin desteğiyle kağanlığını ilân eden Ch'i-min'i kuzeye yerleştirmek istiyorlardı. Bunun için iki koldan harekete geçme planı hazırladılar. Birinci koldan daha önce Gök-Türklere karşı bazı başarılar kazanmış olan Yang Su, Yün eyaletine baş kumandan tayin edilerek, yollandı. Diğer taraftan Ch'ang Sun-sheng, Ch'i-min'e onun kuvvetleriyle başka bir yoldan Tardu İle çarpışmak üzere yola çıkti(601). 602 yılının mayıs ayında Gök - Türklerden A-wu-ssu-li Erkin ve beraberindeki kuvvetler, güneye ilerleyip, Ch'i-min'e saldırdılar . Ch'i - min'in yanında bulunan çinli kumandan Sarı nehrin kuzeyine geçmiş, fırsattan istifade eden Erkin ani bir hareketle Ch'i-min'i bastırmıştı. Aslında bundan önce Hu-hsie gibi Töles boyları Ch'i-min'e itâat etmişler. Ancak, sonradan bundan vazgeçip, ayrılmışlardı.



Ch'i-min'i bozguna uğratan, A-wu-ssu-li Erkin, ondan beş-altı bin Türk insanını geri almayı başarmış ve iki yüz bin hayvanını ele geçirmişti. Fakat, çinli başkumandan Yang Su, derhal harekete geçti. Emrindeki bütün orduları seferber ettiği bu savaşta 60 li'den fazla bir alanda dönerek çarpışmalar oldu. Gök-Türkler kuzeye çekildi. Gece takibe çıkan Yang Su, onların bulunduğu yere yaklaştığında iki kişiyi önden Gök-Türkleri kandırmak için gönderdi . İki çinliye inanan Erkin ve adamları, hazırlıksız bir şekilde Çin ordusuna yakalanıp, ağır bir mağlubeyete uğradılar; Ch'i-min'deri aldıkları hayvan ve İnsanları geri bırakmak zorunda kaldılar. Yang Su'nun emrindeki generallerden silahşor Liang Mo, bu çarpışmalarda esas saldırıyı yapmıştı. Baş kumandan Yang Su, generaller Chang Ting-ho ve Liu Sheng i farklı yollardan Gök-Türklerin üzerine yollamış, bunlar çok sayıda asker yakalayıp ve öldürüp geri dönmüşlerdi. Çin ordusu geri dönünce Tardu'ya bağlı olduğu anlaşılan kuvvetler, Ch'i-min'e bir hücum daha yaptılar. Yang Su, bu sefer Fan Kui vasıtasıyla K'u-chie-ku'da onları tekrar yendi.



Tardu'nun Sonu ve Ch'i-min'in Doğu Gök-Türk Devletinin Kağanı Olması


Çin baskısı ve arka arkaya gelen maglubiyeder neticesinde Tardu'nun askeri gücü çok zayıflamıştı. Bundan faydalanan Töles boyları birer birer ayaklanmaya başladılar. Ssu-chie (Izgil), Fu-li (Börü), Chü - hun, Hu-sa, A-pa ve P'u-ku gibi daha isimlerini öğrenemediğimiz ondan fazla Töles boyu ayaklanmıştı Batı Gök-Türklerinden Ch'u – lo Kağan ve yabgusu Tölesler tarafından mağlubiyete uğrayınca, isyanın önü bir türlü alınamadı. Doğudaki Moğol kabilelerinden K'u - mo-hsi, Hsi ve beş boy da harekete geçtiler. Ülkesi karışan Tardu, T'u-yü-hunlara sığındı. Bundan sonra onun akıbeti hakkında kaynaklarda bilgi bulamıyoruz. Dolayısıyla 603 yılının sonunu Tardu'nun nihayeti olarak kabul etmek durumundayız.


Tardu'nun ortadan kalkmasıyla boş kalan Gök-Türk tahtına, Çin'de onlara tabî olarak yaşayan Ch'i-min oturdu. Ch'ang Sun-shengin refakatinde Gök-Türk ülkesine yönelerek Ta-li kalesinden ayrılmıştı. Ancak Doğu Gök-Türk devletinin merkezi ötüken'e gitmedi. Gobi çölünün doğusunda Chi-k'ou (çölün ağzı) diye adlandırılan mevkiye yerleşti. Onun Ötüken'e gitmeyip, Sui hanedanına yakın bir mevkide bulunmasıyla, normal olarak Çin'in daha çok tesirinde kalacak, diğer taraftan her hangi bir isyanla karşılaştığında Çin'e sığınabilecek veya yardım alabilecek idi . Çinli Ch'ang Sun-shengin askerî desteğiyle güvenli bir şekilde Chi-k'ou'ya yerleşen Ch'i-min Kagan'a, Tardu'nun ortadan kalkmasıyla başı boş kalan boyların çoğu itaat etti.



Doğu Gök-Türk devletinin tahtına Çin'e bağlı bir kağan geçmesine rağmen ülkede bütün Chi-min'e İtaat etmediği, dolayısıyla Çin'e bağlılığı kabul etmediği anlaşılmaktadır. Bunu Han bölgesi prensi Liangin imparator Yang'a sunduğu 604 yılındaki bir rapordan anlıyoruz. Prens, Gök-Türklerin kuvvetlendiğini, Çin'in mukabil askerî hazırlıklar yapması gerektiğini söylemişti. Bu rapor uyarınca hemen askerî hazırlıklara başlandı. Gök-Türkler sık sık hücuma geçip Çin sınırlarına tecavüz ettiler. Gök-Türklere karşı savaşmakla vazifelendirilen prens Liang mağlup edildi. Söz konusu Gök-Türk akınlarının hangi kumandan veya hangi boy tarafından yapıldığı kaynaklarda yazılmadığı için bilinememektedir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi çinli tarihçiler Gök-Türklerİn kazandığı askerî başarıları bir-iki karakterle kısaca ifade ederlerken, Çinlilerin elde ettiği başarıları gayet teferruatıyla zikretmektedirler. Yine aynı yıl Sui imparatoruna isyan eden çinli kumandanlardan Wang Kui, Gök-Türklere sığınmak istiyordu. Fakat, yolda imparatorun kuvvetleri tarafından önü kesilmiş o da kendini öldürmüştü.



a - Ch'i-tan İsyanının Gök-Türk ve Çin Askerleriyle Bastırılması:


Mukan Kağan zamanında Gök-Türklere tabî olan Moğol asıllı Ch'i-tan'lar, Işbara devrinde devletin zayıflaması neticesinde isyan etmişlerdi. Tou-lan ve Tardu Kağanların ortadan kalkması yerlerine Çin destekli zayıf Chi - min'in Doğu Gök-Türk devleti tahtına oturması üzerine serbest kalan ve kuvvetlenen Ch'i-tan'lar, Çinin Yıng eyaletini işgal ettiler. Sui hanedanı aniden gelişen bu tehlikeli durumu kendi askerleri yerine Gök-Türklerin kini kullanarak önlemek İstedi. Çünkü bir bozkır kavmi olan Ch'i-tan'lar savaş karakteri yönünden Gök-Türklere benziyordu. Zaten Sui imparatorluğuna bağlılığını defalarca bildirmiş olan Ch'i -min Kağan derhal yirmi bin asker çıkararak, çinli kumandan Wei Yün-ch'i'nin emrine verdi. Çinli general yirmi bin kişiyi dört ayrı kola ayırdı. İleri harekata başlayan bu ordu uyumlu değildi. Gök-Türk askerleri, çinli generalin taktiklerini beğenmemişlerdi . Bu uyumsuzluk devam ederken, kendini tutamayan Ho-kan unvanlı bir Gök-Türk ileri atıldı. Fakat, Ch'i-tanlar onu öldürüp kesik başını geri yolladılar. Diğer Gök-Türk kumandanları buna çok üzüldüler, kesik başa bakamadılar.


Çin askerî taktiği ile başarılı olamayınca Wei Yün-ch'i yeni bir plan hazırladı. Ch'i-tan'ların daha önce Gök-Türklere duyduğu kinden istifade etmeyi düşünerek, onlara bir elçi gönderip yalanla Gök-Türklerin Kao-li(Kore)lerle ticaret yapmak için Liu kalesine gittiklerini, bu yüzden öldürüldüklerini söyledi. Bu arada Çinli kumandan kendi sınırlarına dönmüştü . Gök-Türklerin bertaraf edildiğine inanan Ch'i-tan'lar, hazırlıksız bir şekilde 50 li (yaklaşık 28 km) ilerlediler. Bu sırada pusuda olan Gök-Türk askerleri hızla bunlara saldırdı. Bozguna uğrayan Ch'i-tan'la-rın on binden fazlası yakalandı. Reislerinin çoğu öldürüldü . Ele geçen kızların ve sürülerin yarısı Gök-Türklerin, diğer yarısı Çinlilerin olmuştu.


b - Ch'i-min'in  Çinlileşmek İstemesi:


604 yılının sonunda Doğu Gök-Türk devleti tahtına kesin olarak oturan Ch'i - min, Çin'e bağlılığını sürdürüyordu. Bunu daha sonra Sui imparatorluğu topraklarını istilâ eden Ch'i-tanların bastırılmasına yirmi bin süvari göndererek göstermişti. Aradan bir kaç yıl geçmesine rağmen Ch'i-min, Çin'in kuzeyinde kağanlık yapmaya alışamadı. 599-603 yılları arasında Çin'de yaşadığı devrede Çin kültürünün etkisinde kalmıştı. Bozkırın sert iklimi ve zor hayat şartlarının yanında güneyde sıcak ve nemli hava, kolay hayat tarzı Ch'i-mİn'e çok tesir etmiş; dolayısıyla Çin'e hayranlık duymaya başlamıştı. Kendisinin kağan olması yolunda Çinlilerin uzun zaman verdiği destek ve yardımlar sebebiyle de Ch'i-min'in Çin'e minneattar kaldığını söylemek mümkündür .



Bundan dolayı 607 yılının ilk baharında Çin sarayına imparatoru ziyarete geldiğinde, Ch'i-min Kağan, Çinliler gibi yaşamak istediğini bildirdi, imparator Yang, onun teklifini kabul etmedi. Ertesi gün tekrar arzusunu ısrarlı bir şekilde bildiren Ch'i-min'in bu tavrını imparator "Gök-Türklerin artık tamamen çözülmesi" şeklinde yorumladı. Sonra Ch'an-yu nün çözüldüğünü bunun kendi bakanlarının bir başarısı olduğunu söyledi. Bütün vezirlerine işlenmiş güzel ipeklerden bol bol bağışladı. Hunlar zamanına atıfta bulunarak onların yıkılıp Ch'an-yü unvanlı hükümdarlarının (Hu-han-ye) çinlileşmesiyle Ch'i-min'in durumunu aynileştiriyordu. Aynı yılın haziran ayında imparator Yang, kuzey eyaletlerinde keşfe çıktı. Bir ay sonra Ch'i-min Kağan oğlu olan T'uo-t'e Tegin'i imparatorun bulunduğu yere gönderdi . Arkasında da ağabeyinin oğlu Pi-li-chia (Bilge) Tegin'i yine imparatorun konvoyuna gönderdi . En sonunda tekrar elçi yollayıp, Çin sınırlarına girerek, imparatoru bizzat karşılamak istediğini bildirdi ise de Çin İmparatoru bunu kabul etmedi. İmparator Yangin konvoyu Yü-lin mevkiine geldiğinde, Ch'i-min Kağan ve hatunu I-ch'eng prenses seyyar saraya (imparatorun otağı) gelip, onu ziyaret ettiler. Ch'i-rnin, Sui İmparatoruna üç bin baş at sunarken, memnun kalan Çin imparatoru Yang karşılık olarak on iki bin top ipek sundu.


Ch'i-min Kaganin bu davranışlarından iyice cesaretlenen Sui imparatoru, Çin sınırlarından çıkıp, Gök-Türk ülkesine girmeye karar verdi. Bundan sonra Chou - chün'e yöneldi. Kendisinin bu yeni teşebbüsünden Ch'i-min'in endişelenebileceğini göz önüne alarak, Ch'ang Sun-shengi onun yanına yolladı. Bu elçi Ch'i-min'in yanına vardığında Doğu Gök-Türklerine bağlı boyların reisleri de toplanmıştı. Ch­'ang Sun-sheng, bazı boyların isyan niyetinde olduklarını, dolayısıyla oraya gelecek olan imparatorun tehlikede bulunduğunu ima etti. Bunun üzerine Ch'i-min de gerekli tedbirleri aldı. Bütün boylar Yü-lin'den Ch'i-min'in otağına üç bin li uzunluğunda bin adım genişliğinde bir yol düzenledi.


Ch'ang Sun-shengin kendi geçeceği yolları temizleyip, muhafaza aluna almasından çok memnun olan imparator Yang, ona hayran olmuştu. Bu sırada Ch'i-min Kağan, Çin imparatoruna elçiyle mektup göndermiş, çinlileşmek isteğini açıkça bildirmişti. Söz konusu mektupta önceki imparatorun (Wen) çok büyük iyilikler yaptığını söyleyen Ch'i-min, Gök-Türk ülkesinden kaçarak onun yanına sığındığını ölecek iken, beslenip hayat bulduğunu, sonra kağan olup, Gök-Türk ülkesine döndüğünü, şimdi imparatorun vassalını ziyaret ederek şereflendirdiğini, bundan faydalanarak, boylarına liderlik edip, çinliler gibi giyinmek, yaşamak istediğini belirtti. Fakat, imparator yine kabul etmedi. Eylül ayında Ch'i-min'e cevabî mektup gönderen imparator Yang, "Gobi çölünün kuzeyinin tam olarak sakinleşip Çin'e bağlanmadığını ileri sürerek, madem iyi niyeti ve Çin'e bağlı olduğunu söylüyor; o halde hala uzaklarda savaşa ihtiyaç var iken neden elbise değiştirip Çinlileşmek istediğini" sordu.



Ch'i-min Kağan ile hatunu t-ch'engin Çin'e gelişi sırasında imparator Yang, Shih Yang adlı bir bakanını onları karşılamak üzere gönderdi . Ch'i - min ve hatununun gelişinde büyük bir gösteri yapmak isteyen Sui imparatoru, İçinde bir kaç bin insanın oturabileceği büyük bir çadır kurdurdu. Bu büyük çadırda Ch'i - min'in şerefine muhteşem bir eğlence tertip etti. Dans edildi ve müzik çalındı. Gök-Türklerin yanında Soğdlular da hayran kalmışlardı. Orada bulunan bütün yabancılar (Gök-Türk, Soğd, Hsi, K'u-mo-hsi vb.) sığır, koyun, at ve deveden bir kaç on milyon sundular. Bunları sunarken de birbirleriyle adeta yarış etmişlerdi . Arkasından tören sırasında yirmi milyon top ipek Ch'i-min'e sunuldu. Ona sunulanlar, diğer sunulanların hepsinden farklı idi. Üstelik savaş arabasına koşulan atlardan verilmiş ve onun sancağının propagandası yapılmıştı. Ch'i-min'in ismini özel olarak selâmlayan İmparator, onu bütün prenslerin, beylerin üstünde bir yere oturtmuş, özel ilgi göstermişti. Doğu Gök-Türk devletini Ch'i -min liderliğinde hakimiyeti altına alan Sui imparatoru Yang, tertip ettiği bu eğlence sayesinde, onun Çin nazarında diğer yabancılardan üstün ve farklı olduğunu göstermişti. Esasen onun niyeti Ch'i-min sayesinde bütün kuzey ülkelerini kontrol etmek idi.



Fakat, Çin imparatorunun yabancıları Çin topraklarına sokması ve yakınlaşması bazı çinli devlet adamların memnun etmiyordu. İmparatorun nedimelerinden Ho Ch'ou "Gök-Türklerin, Çin'in boş yerlerini, dağlarının yapısını öğrendiklerini, bu sebepten daha sonra tehlike oluşturacaklarını" ima etti.


Bu eğlence törenlerinden sonra Gök-Türk topraklarına giren Çin imparatorunu karşılamak için Ch'i-min, imparatora bir çadır hazırladı, imparator, onun çadırını ziyaret ettiğinde, bir kap içkiyi yerlere yatarak hürmet gösterip ona sundu. Ch'i - min'in ileri gelen adamları da bu esnada yerlere kapanmıştı . Böylesine karşılanmaktan çok memnun olan imparator, Büyük Hun imparatorluğu döneminde Hu-han-ye ve dönemini hatırlatan bir şiir söyledi. Arkasından Ch'i-min ve hatununa birer çömlek altın sundu. Ayrıca çok miktarda renkli elbise, örtü, yatak ve benzeri şeyleri teginler ve daha aşağı rütbelerde olanlara, makamlarına göre farklı olarak verildi. Bundan sonra geri dönen imparatoru, Ch'i-min, Çin sınırlarına kadar takip etti. Sui hanedanı topraklarına ulaşıldığında imparator, onu geri gönderdi.



Ch'i-min Kaganin çinlileşme isteği bir türlü dinmiyordu. 608 yılında da bu arzusu yolunda faaliyetlerde bulundu, Ağustos ayında Çin sarayına giden Ch'i-min için Sui imparatoru, Wan-shou-shu'da bir kale yaptırttı. Kalenin içinde ev oda inşaa edilmişti. İçine çin yatakları, perdeleri ve benzeri zengin eşyalar konulup, burada ikamet eden Ch'i-min'in gözü bir nebze boyandı. Aynı yıl Hami kalesini ele geçirmek isteyen Çin ordusuna yardımcı yollama gönderme kararı alan, Ch'i-min göndermedi. Bunun sebebi de Hami'yi ellerinde bulunduran T'u - yü - hunların, küçük oğlu Baga Şad(daha sonra II Kagan)'nın annesinin ülkesi olmasıydı. Ch'i-min'in gitmemesi üzerine Hami'liler hazırlık yapmaktan vazgeçtiler. Ancak çinli kumandan Hsie Shih-hsiung, hazırlıksız yakaladığı şehir ve kaleyi ele geçirdi . Han hanedanı zamanında yapılmış olan eski kaleyi tamir için binden fazla zırhlı muhafız bırakıp geri döndü.




609 yılının ilkbaharında tekrar Çin sarayına gelen Ch'i-min'e aşırı hürmet gösterilip, çok miktarda hediye bağışlandı.


Bu devrede Kore(Kao-li)'lilerin, Doğu Gök-Türk devletiyle yakınlaşmak için Ch'i-min'e elçi gönderdikleri görülmektedir. Ancak, Ch'i-min, Çin'in aleyhine her hangi bir ittifaka girmeyi reddetmiştir. Kore elçisi daha sonra imparatorun huzuruna geldiğinde Sui imparatoru ona ülkesine gidip, krallarının derhal gelip itaat ettiğini bildirmesini söylemesini istemiş; aksi takdirde Ch'i-min'i üzerine saldıracağını açıklamıştır.



Ahmet Taşağıl'ın Göktürkler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak