18 Ağustos 2022 Perşembe
TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 28
DAG
Türklerde kutsal dağların dünyanın merkezinde olduğu kabul edilir. Ortadoğu mitolojilerinin etkisiyle yerleşen "Kaf Dağları" da yine dünyanın merkezi olarak ele alınır. Mitolojik Kaf Dağları büyük olasılıkla gerçek dünyada var olan Kafkas Dağları'yla bağlantılıdır. Ancak bazı dağlar Türklerce kutsal kabul edilir ve özellikle en kutsal görülen dağ Altaydır. Komşu kavimlerin diğer bir kutsal dağı da Ural'dır. Özellikle Macar ve Ugor kökenli kavimler için Ural Dağları öne çıkar. Ayrıca mitolojik başka dağ motifleri mevcuttur: Demir Dağ, Bakır Dağ, Buz Dağ, Kil Dağ, Or Dağ, Kuz Dağ, Kur Dağ, Ak Dağ gibi. .. Mitolojik dağların en önemli üç tanesi şu şekildedir:
1. Altındağ: Gökyüzündedir. Dokuz rüzgarın kesiştiği yerde başlar.
2. Demirdağ: Yeryüzündedir. Dokuz ırmağın kavuştuğu yerdedir.
3. Bakırdağ: Yeraltındadır. Dokuz yeraltı denizinin birleştiği yerdedir.
Dağlar Türk halk kültüründeki bir anlayışa göre insan gibi yıldan yıla büyürler ve yaşlanırlar. Yer değiştirebilirler, bazen bu durumu insanlar fark edebilirler bile. Dağlar da öfkelenebilir, hatta kendi aralarında vuruşabilirler ve bunun sonunda bir memleketin dağı diğerini yenebilir. Bir görüşe göre dağlar canlıdırlar. Nart destanlarında "Tavas" adlı kahramanın dağ kadar iri olduğu söylenir. Dağların insan biçimli veya insansı vasıflarla düşünülmesi Türklerde her zaman bir biçimde kendisini gösterir.
DAG İYESİ
Dağın koruyucu ruhudur. Her dağ için farklı bir iye vardır. Türklerdeki en kutsal dağ Altay'dır. 'Altay İyesi" (Altay Ezi/Eyezi/Eğesi) de en önemli dağ ruhlarından birisidir. Dağların daha küçük olanlarının koruyucu ruhuysa "Tepe İyesi" olarak anılır. Benzer özelliklere sahip farklı iyelerden de bahsedilir:
1. Kaya (Kayalı, Hayah, Heyeh, Heye) İyesi: Kayalık bölgelerin koruyucu ruhu.
2. Cara (Carah, Yar, Yaralı, Yere) İyesi: Uçurumların koruyucu ruhu.
Dağ iyesi birinin adını söylediğinde dönüp bakmamak gerekir. Aksi takdirde o insanı alır götürür veya canını alır. Dağ iyeleri bazen ördek, bazense kaz şeklinde uçar ve göllerde yüzerler, onlar öldürülürse dağlar sahipsiz kalırlar. İnsan kılığına girdiklerinde genellikle eril olarak algılanmakla birlikte bazı masallarda ve halk öykülerinde sarı saçlı bir kız görünümüne bürünebilir. Dağ İyesi müziği çok sever. Bu nedenle kuş cıvıltılarından çok hoşlandığı söylenir.
Bazı Dağ İyeleri:
Aşağıda adı verilen dağ iyeleri kendi adlarıyla anılan efsanevi dağlarda yaşarlar.
ı. Kil-Han (Kildağ’da yaşar)
2. Kur-Han (Kurdağ'da yaşar)
3. Kuz-Han (Kuzdağ'da yaşar)
4. Buz- Han (Buzdağ'da yaşar)
5. Or-Han (Ordağ’da yaşar)
6. Taş- Han (Taşdağ'da yaşar)
DARGAN HAN
Metal tanrısı. Metal ocaklarını, metal işliklerini, metal ustalarını korur. Elinde bir çekiç ve önünde bir örsle betimlenir. Söylendiğine göre Darhan kısa boyludur. Kendisine saygısızlık yapıldığında çok kızar ve her tarafı yakar. Aynı zamanda ateş tanrısı olarak da görülür. Çünkü metal ve demir işçiliği ateşten ayrılamaz ve ateş bu zanaatın bir parçasıdır. Metallerin dayanıklılığı ve ateşte dövülerek şekillendirilmeleri bu durumun en önemli nedenidir.
DEMİRKIYNAK
Tımaklı canavar. Dağlarda yaşayan, her kılığa giren, korkunç sesler çıkaran bir canavardır. Demirden tırnakları vardır. Çok pis koktuğu, çünkü sudan çok korktuğu için yıkanmadığı söylenir. Bu yüzden onu görünce akarsulara giren insanların kurtulabileceği düşünülür. Ormanlarda yaşayan bu korkunç varlık aynı zamanda demir burunludur. Asya varyantlarında Tepegöz'ün bazen kızı veya kız kardeşi olarak anılır. Yani dişi bir varlık olarak algılanır. İnsanları cezbedip etkileyerek delirmelerine sebep olur. Bu öykülerde bir avcı veya bir yiğit önce Demirkıynak'ı, sonra da Tepegöz'ü öldürür.
DENİZ HAN
Deniz kağanı. Oğuz Kağan'ın ilk eşinden olan oğullarından biri. Türk Devleti'nin sonsuzluğu, yurdun genişliğini, hakanın egemenliğini, devletin gücünü, daha özel bir çağrışımla devletin denizlerdeki egemenliğini ve enginliğini simgeler. Ongunu çakır kuşudur. Bu kuş maviye çalan rengi nedeniyle denizi çağrıştırır.
DOHSUN
İşkence tanrısı. Yeraltında yaşar. Ateşten yaratılmıştır. Boynuzlu ve kuyrukludur ama elleri ve ayakları yoktur. Tek gözü olduğu söylenir. Bir görüşe göre Duyar (Tuyar) Han ile aynı varlıktır ve "Dohsun Duyar" olarak da anılır. Fakat bazı kaynaklarda Tuyar'ın yalın olarak kullanılması ayrı değerlendirilmelerini gerektirir.
DOLAY
Açgözlülük tanrısı. Arsan Dolay olarak anılır. Sınırsız servete sahiptir. Kötü ruhların bir kısmının önderi konumundadır. Boynuzlu ve sakallıdır. Kocaman bir köpeği vardır. Gölgesi yoktur. Karısı ve yedi oğlu vardır. Yakutların inancındaki Tuyla adlı tanrıyla büyük benzerlikler gösterir. Köpeği başını salladığında depremlere neden olur.
DOLUN
Verimlilik tanrısı. Hayvanların ve ekinlerin verimli olmalarını, çoğalmalarını sağlar. Yeryüzüne bereket verir. Dolunayla bağlantılı olma ihtimali yüksektir. Çünkü dolunay bereketin, bolluğun ve güzelliğin sembolüdür. Masallarda, türkülerde güzel kızlar bu nedenle hep dolunaya benzetilir.
DOYDU
Ölüm balığı. Yeraltındaki büyük denizde yaşadığına inanılan efsanevi devasa balık. Ağzı gırtlağının altında, gözüyse ensesindedir. Belkemiği ters çevrilmiştir. Zincirlerle bağlı tutulur. Başını ve vücudunu oynatınca depremler olur, tufanlar kopar. Ker Balık da denir. "Ker" sözcüğünün anlamını kör olarak açıklayan bazı görüşlere göre, bu onun öte aleme ait olduğunu gösterir. Adı Abra ve Yutpa ile birlikte anılır. Doğu ve Ortadoğu Mitolojilerinde dünyayı taşıyan balık anlayışı oldukça yaygındır. Fakat Türk halk kültüründe bu taşıma işlevi çok fazla ilgi görmemiştir. Balığın yalnızca büyüklüğü ve yeraltında yaşaması daha fazla ilginç bulunmuştur ve bu yönü vurgulanmıştır.
DÖRT ÖGE
Dört unsur veya Dört element olarak da bilinir. Maddenin dört halini simgeleyen ve yaşamın asal (temel) unsurları olarak kabul edilen toprak, su, hava ve ateşi ifade eder. Bu kavrama pek çok inançta rastlanır. Maddi evrenin farklı düzlemlerini sembolize eder. Soyutluk dikkate alındığında en üstte ateş yer alır (Tanrı'yı simgeler), en aşağıdakiyse topraktır (bedeni simgeler), çünkü en katı olan odur.
• Od (Ateş): Etkindir. Dört öğenin "en soyut" olanıdır. Tanrı'yı sembolize eder.
• Kal (Hava): Etkindir. Dört öğenin "en algılanamaz" olanıdır. Ruhu sembolize eder.
• Su (Mai): Edilgindir. Dört öğenin "en biçimsiz" olanıdır. Yaşa¬ mı sembolize eder.
• Yer (Arz}: Edilgindir. Dört öğenin "en somut" olanıdır. Bedeni sembolize eder.
Ayrıca bu dört elementi birbirine bağlayan beşinci bir unsurun var olup olmadığı, varsa ne olacağı tartışmaları da mevcuttur. Dört element geçmiş çağlarda bilimin ve felsefenin de ilgi alanına girmiş ve üzerinde yüzyıllarca süren tartışmalar ortaya çıkmıştır.
DUMRUL
En yetkin biçimini Korkut Ata öykülerinde bulmuştur. Yol kesicilik yaptığından dolayı Tanrı'yı kızdırır ve canını almaya gelen Aldaçı'yla (İslam sonrası Azrail) karşılaşınca canını vermek istemez. Diğer başka halk anlatılarında da farklı serüvenlerde görünür. Ancak hepsinde de pervasız, kimseden çekinmeyen, hoyrat, korkusuz bir kişilik olarak yer alır. Tanrı'ya meydan okuyan Deli Dumrul, Azrail'in canını almaya gelmesi üzerine Tanrı'nın gücünü anlar. Deli Dumrul'a kendi canı yerine can bulmasını söylendiğinde annesine ve babasına gider ama onlar kendi canlarını vermezler. Karısıysa hiç tereddüt etmeden ve kendi rızasıyla canını vermeyi kabul eder. Bunun üzerine Deli Dumrul Tanrı'ya yalvarır, Tanrı da onları bağışlar ancak evlat sevgisinden yoksun olan annesinin ve babasının canını alması için Azraile emir verir. Deli Dumrul öyküsü Türk halk inancında "Aylanu" (can yerine can) motifinin en güzel ve en yetkin olarak işlendiği yerdir. Deli Dumrul'un suyu akmayan bir derenin üzerine köprü kurup "geçenden beş akçe, geçmeyenden on akçe" alması Türk halk kültürü içerisinde artık bir deyim haline gelmiş durumdadır. Bu ifadeye bazen şu şekilde de rastlanır: "Geçenden iyilikle otuz akçe, geçmeyenden döverek kırk akçe:'
DUYAR
Eziyet tanrısı. Ateşten yaratılmıştır. Boynuzlu ve kuyrukludur. Eli ve ayağı yoktur. Ölüm tohumu eker. Mutsuzluk getirir. İnsanlara eziyet eder ve delilik verir. Alnının ortasında tek gözü vardır. Bazen yarı insan, yarı şeytan olarak tanımlanır. Üç ayaklı atı vardır. Yeraltında yaşar. Bir görüşe göre Dohsun (Toksun) Han'la aynı varlıktır ve "Dohsun Duyar" olarak da anılır. Yine de bazı kaynaklarda Tuyar/ Toyar adının yalın olarak kullanılması ayrı ayrı değerlendirilmelerini gerektirir. Bu husus netleşmiş değildir. Ulu Tuyar (Uluğ Duyar) olarak da bilinir.
Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
17 Ağustos 2022 Çarşamba
Britanya Adalarının Söylenceleri - 8 İngiltere-İskandinavya
Beowulf III. Bölüm
(Grendel'in annesi, Heorot'u istila eder ve Hrothgar’ın en yakın dos¬tunu Öldürür. Beowulf canavarı su altındaki mağarasına dek izler ve onu öldürür. Övgü ve kutlamalardan sonra Geatland’a döner.)
Gözden ırak puslu lorlarda yaşamakla cezalandırılmış Grendel'in karanlık ininde annesi de yaşıyordu, iğrenç oğluna büyük sevgi besliyordu. Ölüm karanlık ruhunu aldığında, annenin yüreğindeki üzüntü, düşüncesini öç almaya yöneltti. O gece, yaslı anne sessizce puslu kırlardan süzüldü, oğlunun kötü kaderiyle buluştuğu yüksek kuleli Heorot'u basmaya niyetlendi. Beowulf, yiğit kahraman, mızraklı Danların kalkanı ve kılıcı, bir başka iblisi daha yok etmek zorundaydı.
Yüksek kuleli şatoya girdiğinde, tehlike zamanlarında cesur ve yürekli olan mızraklı Danlar dehşete düştüler. Ama bu canavarın kadın olmasından bir an rahatlık duydular. Kadınlar ne olsa daha zayıf, daha korkak ve savaşta daha az şiddetli olurlardı.
Mızraklı Danlar, üstünde kan lekeleri olan ve ışıldayan kalkanlarına güvenmeyi denediler. Düşmanlarını yok etme telaşıyla miğferlerini ve ağır zincirden örülü giysilerini unuttular. Beowulf yüreklerini coşturmak için orada değildi, o gece Heorot'ta uyumamıştı.
Neyse ki, Grendel'in annesi de onlar kadar korku duyuyordu. Tehlikeyi sezdiğinde canını kurtarmak istedi. Hızla Aeschere'yi, kralın en güvendiği danışmanını ve yoldaşını yakaladı, kanlı dişleriyle parçaladı ve taşkın suların altındaki mağarasına taşıdı. Mızraklı Danlar onun Grendel'in ürkütücü kolunu da aldığını sonradan fark ettiler.
Yürek parçalayıcı ağlaşmaları işiten yaşlı kral yüksek kuleli şatosuna döndü. Aeschere'nin ölümünü duyduğunda ruhu çok büyük üzüntüyle doldu, çünkü o Hrothgar'ın en iyi dostu ve çok ünlü bir savaşçıydı.
Parlak sabah ışığı yukarılardan parıldadığında Hrothgar, Beowulf ve savaşçılarını büyük kuleli şatoya çağırdı. Yüzük sunan efendi, içindeki sözleri döktü: "Bu topraklarda yaşayanların, puslu kırların karanlığında sinsi sinsi dolaşan ve evlerinin sınırları boyunca kötü niyetle gizlenmiş iki korkunç yaratık gördüğünü söylediklerini duydum. Onlara, bunlardan biri kadın diğeri de dev bir adam olarak görünmüş. Geçmiş günlerde bu insanlar adamı Grendel olarak adlandırmışlar. Onun babası olacak adamı hiç görmemişler."
"Bu iki korkunç yaratık ıssız kırların kendilerinin olduğunu iddia ettiler. Kendilerine, dik kayalıkların dibine doğru akan ve çamurlu bataklıkta gözden kaybolan bir dağ akıntısının bulunduğu tehlikeli yollarla kaplı toprakları seçtiler. Bu vahşi, sert rüzgârların estiği ıssız topraklar buradan çok uzakta değil. Orada, korkunç su taşkınlarının üzerinde gölgeli ormanlar seçilir. Rüzgâr hoş olmayan havalar estirirken, bu karanlık sular köpürür ve kaynar, dumanları göklere yükselir. Gece, bu dipsiz taşkın sular yükselen alevlerle yanar ve korkunç bir görüntü oluşturur."
"Hiç kimse o karanlık, ürkütücü bataklığın derinliğini bilmez" diye sürdürdü konuşmasını Hrothgar. "Güvenliğini boynuzlarının gücüyle koruyan, fundalıklarda aylak aylak gezinen erkek geyik bile bu bataklığın kenarında duracak, orada saklanmaktansa bir avcının elinden ölümüyle yüzleşecek. Bu yer kötü ruhlarla dolmuş!"
"Beowulf, yalnızca sen, bir kez daha bize yardım edebilirsin. Cesaret edebilirsen bu dişi canavarın iğrenç mağarasını ara. Suların derinliklerinin bu korkunç ve acımasız koruyucusunu öldür. Canlı kalırsan seni eski hâzinelerin değer biçilmez armağanlarıyla ve altın taçlarla ödüllendireceğim."
Beowulf'un yanıtı şöyle oldu: "Üzüntünü bir yana bırak bilge kralım. Arkadaşının ölümünün öcünü almak, onun için günlerce ağlamaktan daha iyi."
"Her insan ölmeli, er ya da geç. Savaşçı, yapabilirse ölüm ruhunu almadan önce zafer ve ün kazanmalı. O zaman, yaşamı sona erdiğinde adı ondan sonra da yaşayacaktır."
"Şimdi, kralım, Grendel'in yoldaşının izlerini hemen arayalım. Size söz veriyorum ki o barınacak yer bulamayacak; ne toprağın yüreğinde, dağ ormanlarının derinliklerinde ne de okyanusun dibinde. Yalnızca bugün sabredin."
Hrothgar, Beowulf'u gönderdiği için tanrıya minnet duydu. Yüzük dağıtan kral atını getirtti, Beowulf ve onun kahraman savaşçıları Geatlara katılmak için hazırlandı. Kalkan taşıyan yaya savaşçılarının eşliğinde görkemli bir biçimde atına bindi. Canavarın geçtiği yol açıkça görülüyordu. Hrothgar'ın adamlarından en iyisinin kanlı cesedini taşıyarak kırlarda sapmadan yol almıştı.
Yol ip gibi ince ve kayalık bir hale geldi. Dipsiz koyaklardan, taş bayırların üzerinden, yalçın uçurumlar ve deniz canavarının birçok ininin olduğu kayalıklar boyunca uzuyordu. Cesur kral ve beraberindeki savaşçıları, bıçakla kesilmiş gibi dik uçurumların kasvetinden eğilmiş ormanların bulunduğu yere kadar ilerlediler. Birden dik bayırın ucunda Aeschere'in koparılmış kanlı başını gördüler. Soylu savaşçıya olanları gördüklerinde yürekleri kederle doldu. Koparılmış başa yaklaştılar ve uçurumun dibine sabit gözlerle baktılar. Gözleri fokurdayan, kanla kaynayan ve pıhtılaşmış kanla dolu anaforlu suları görünce kederleri korkuyla birleşti.
Adamlar sessizce kayalıkların ucuna oturdular. Dalgaların içinde yüzen bir çok tuhaf deniz yılanı gördüler. Gemilere saldırarak deniz yolunda korkuya yol açan diğer deniz ejderhaları çıkıntılı kayaların düz yüzeylerinde dinleniyorlardı. Savaş boynuzunun sesiyle irkilen yılana benzer canavarlar hızla uzaklaştılar.
Beowulf zırhını giydi. "Yaşamım için korku duymuyorum" dedi. "El dokuması zincir gömleğim bedenimi yılanın savaş pençesinden koruyacaktır. Usta demirci, eski kalkanımın üstünü yaban domuzu şekilleriyle donattı, ki hiçbir savaş kılıcı onu bereleyemesin."
Unferth, mızraklı Danların en büyük savaşçısı, kendi kılıcı Hrunting'i Beowulf'a uzattı. Danlı kahraman şarabın söylettiği alaycı sözleri unutmuştu. Kendisinin bir savaşçının ödevini yerine getirmek için kanlı dalgaların altında yaşamını tehlikeye atacak cesarete ve ustalığa sahip olmadığını biliyordu.
"Kılıcımı al" dedi. "En değerli eski hâzinelerden biri. Demir bıçağı zehir parçalarıyla boyandı ve kanla sertleştirildi. Onu taşıyan birçok savaşçı korkulu yolları aştılar, Hrunting savaşta onu elinde taşıyan hiç kimseye ihanet etmedi!"
"Teşekkür ederim" diye yanıtladı Beowulf. "Böylesine güven verici bir arkadaşa sahip olmaktan mutluluk duyacağım.'"
Beowulf silahları kuşandı, yolculuğunun getireceği her türlü tehlikeye hazırdı artık. Hrothgar'a şöyle dedi: "Unutma yüce kral, bu yolculukta yaşamımı kaybedersem sizden adamlarıma bakmanızı istiyorum. Bana verdiğiniz hâzineyi kralım Hygelac'a gönderin ki sizin ne denli yüce bir yüzük dağıtıcısı olduğunuzu ve yaşarken başarılarımdan Ötürü nasıl ödüllendirilmiş olduğumu bilsin. Ve ünü uzaklara yayılmış savaşçın Unfert eski, görkemli, keskin ağızlı bu kılıcı alsın. Hruntingte kendim için ün kazanacağım ya da ölüm beni alacak!"
Bu sözlerden sonra Beowulf köpüren, girdaplı, kanlı sulara daldı. Bütün gün boyunca, sonunda en dibe ulaşıncaya kadar suyun derinliklerine doğru indi. Çok geçmeden, elli kıştır derinliklerin koruyucusu olan Grendel'in annesi, kuytu deniz mağarasını arayan savaşçıyı gördü.
Grendel'in annesi aniden sisli sularda göründü ve Beowulf davranmadan onu yakaladı, korkunç pençeleriyle kavradı. Ama Beowulf'un derisini bile tırmalayamadı. Kirli tırnakları Beowulf'un zırhlı gömleğini bile yırtamadı. Beowulf'u inine taşıdı, o kadar güçlü olmasına karşın Beowulf silahlarını kullanamadı. Sonra birçok tuhaf deniz canavarı, hain dişlerini onun bedenine batırdı, savaş gömleğini parçaladı ve derisini tırmaladı.
Hemen sonra, Beowulf içerisine hiç su giremeyen yüksek tavanlı bir salonda kendini buldu. Parlak alevlerinin duvarlar¬ da parıldadığı ateş korkunç şeytanı aydınlatıyordu.
Beowluf, kanla sertleştirilmiş savaş kılıcı Hrunting'i doğrulttu ve korkunç yaratığın kafasına öyle güçlü bir darbe vurdu ki, yüzüklerle süslü kılıç bitmek bilmez savaş şarkısını uğuldadı. Ne yazık ki güçlü silahın ağzı ne onun etini kesmiş ne de öldürmüştü. Cesur ağız, en çok gereksinim duyduğu zamanda Beowulf a ihanet etmişti. Geçmişte Hrunting birçok savaş başlığı ve gömleği parçalamış, düşmanını ölümle cezalandırmıştı. Ama bu değerli kılıç, şimdi ilk kez zafer kazanamıyordu.
Korkusuz savaşçı, kılıcını öfkeyle bir yana fırlattı. Kendi gücüyle pençesinin büyük gücüne güvendi. Bir savaşçının yapması gerekeni yaptı; çünkü eğer bir adam savaşta devamlı bir ün kazanmak istiyorsa, bütün ölüm korkusunu bir yana bırakmalıydı.
Beowulf hırsla Grendel'in annesinin omuzlarını kavradı, öylesine cesaret ve öfkeyle doluydu ki, gücü onu yere fırlatacak kadar artmıştı. Ama canavar hızla onu kavradı. Onun korkunç gücünü hissettiğinde Beowulf un cesareti azaldı, savaşçıların bu en güçlüsü sersemledi ve yere düştü.
Grendel'in annesi kendini onun üzerine fırlattı ve geniş, parlak ağızlı hançerini çekti. Tek çocuğunun öcünü almaya kararlıydı.
Beowulf, savaşçı Geatların en Önde gelen dövüşçüsü, dayanıklı ağ örgülü savaş gömleği onu kurtarmasa derinliklerdeki deniz ininde ölümüyle karşılaşacaktı. Zincir bağlar, şeytanın hançerinin hamlesine dayandılar. Beowulf'un göğsüne kalkan oldular ve canını korudular. Kutsal Tanrı, bilge Efendi ve göklerin Hâkimi, Beowulf'a savaşta zafer bahşetmişti. Canavarı hızla geri itti ve ayakları üzerine doğruldu.
O sırada, eskiden devlerin işlemiş olduğu, duvarda asılı eski bir kılıç gördü. Silah, güçlü bir adamın savaşta taşıyabileceği herhangi bir silahtan çok daha büyüktü.
Beowulf, dev kılıcı zincirle çevrilmiş kabzasından kavradı. Hiddetten kudurmuş bir biçimde savurdu, öylesine kızgınlıkla ve güçle canavarın boynuna vurdu ki, sert ağızlı kılıç canavarın boynunu kesti, kemiklerini kırdı ve bedenini parçaladı. Korkunç yaratık ayaklarının ucuna ölü olarak düştü.
Beowulf kılıcın kanlı ağzına gözlerini dikti ve zaferiyle övündü. Ateş birdenbire yukarılara yükseldi, göklerde ışıldayan gökyüzünün kandili kadar parlak bir aydınlık getirdi. Daha sonra Beowulf geniş mağarada Grendel'i aradı. Sonunda canavarın cansız, parçalanmış cesedini bulunca, dev kılıcını öyle bir kızgınlıkla savurdu ki, Grendel'in başı bir yöne fırlarken bedeni başka bir yöne fırladı.
Aynı anda, kayalıkların ucunda Hrothgar ve iki grup savaşçı bekliyorlar ve çevreyi gözlüyorlardı. Aniden taşkın sular yüzeyinin kanlı dalgalarla çalkalandığını gördüklerinde, Danlar Grendel'in annesinin Beowulf'u öldürdüğünü düşündüler. Dokuz saat daha beklediler ve sonra Heorot'a geri döndüler. Geatlarsa, hâlâ kanlı sulara gözlerini dikmiş oturuyorlardı. Üzüntülü yürekleriyle ve umutla bekliyorlardı, ama önderlerini ve efendilerini göreceklerine inanamıyorlardı.
Korunaklı deniz mağarasında, yerdeki iki canavarın sıcak, zehirli kanları parlak dev kılıcının geniş ağzını yiyip bitirmişti. Günleri ve mevsimleri yöneten Tanrı, donmuş suları dağıttığında ve yerin zincirini çözdüğünde buzun erimesi gibi kılıç erimeye başladı. Beowulf mağarada birçok hazine gördü, ama yalnızca Grendel'in başını ve dev kılıcın mücevherli kabzasını aldı.
Sonra kanlı denizin girdaplı yüzeyine doğru yüzdü. İki elinde iki ganimetle karaya çıktı. Adamları canlı dönmesinden duydukları sevinçle ona doğru koştular. Daha önce savaş kanlarıyla boyanmış bulutların altındaki göl, şimdi temiz ve duruydu. Gölü terk ettiler. Grendel'in tuhaf kafasını dik kayalıklardan ve ürkütücü yollardan altın süslemeli Heorot şatosuna mızraklarının sapında taşımaları, dört adamın bütün gücünü tüketti.
Savaşta en yürekli, büyük utkulu adam Beowulf, Grendel'in kafasını saçlarından tutup taşıyarak şatoya, Hrothgar'ın önüne geldi. Dan savaşçılar şaşkınlık içinde bakıp görüntüden hayrete düştüler.
Beowulf şöyle dedi: "Bu görkemli yenginin işaretini büyük bir zevkle size getirdik. Canımı güç bela kurtardım! Eğer Tanrı beni korumasaydı suların altındaki bu uğursuz savaşta Ölebilirdim. Her ne kadar kusursuz, sert ağızlı bir silah ise de Hrunting'le hiçbir şey yapamadım."
"İnsanların efendisi, yalnızlara yol gösteren Kutsal Tanrı, dev bir demircinin işlediği duvarda asılı, eski ve mükemmel kılıcı görmeme İzin verdi, O kılıçla deniz mağarasının ürkütücü canavarını öldürdüm ve Grendel'in başını cansız bedeninden ayırdım. Bu canavarların kaynayan kanları, pıhtılaşmış kanları, kılıcın ağzını geride bir şey bırakmadan yaktı, ben kalıntının bir işareti olarak kabzasıyla ve Tanrı'nın düşmanları olan yaratıkların, bu korkunç şeytanların ölümüyle geri döndüm."
"Söz veriyorum" diye bitirdi Beowulf; "siz ve savaşçılarınız yüksek kuleli Heorot'ta artık korkudan uzak uyuyabilirsiniz.
Beowulf, sonra mücevherli kılıç kabzasını yaşlı krala sundu. Kabza, eski tufan öyküsünü açığa vuruyordu. Bu sel suları dev ırkını yok etmiş, deniz dibine batırmıştı. Çünkü yasa tanımadan yaşamışlardı. Ejderha şekilleriyle süslü kabzadaki eski harfler öyküyü anlatıyordu.
Hrothgar, Beowulf'a şöyle dedi: "Ünün bütün dünyada herkesin arasında yankılanacak. Gücünü bilge bir yürekle birlikte kullan. Halklarına huzur veren, savaşçılarına yardım eden biri ol! Eski günlerde yaşamış Kral Heremod da senin gibi, diğer insanlardan güçlüydü. Ama bir kana-doymaz oldu. Kızgınlıkla kendi arkadaşlarını Öldürdü. Yalnızca kendi için, eğlenceden uzak yaşadı ve hınç dolu saldırıları nedeniyle acı çekti. Tek başına öldü."
"Kudretli Tanrı her şeyi yönetir" diye öğütledi Hrothgar. "O, bir soylunun güç, toprak ve hazine kazanmasına, onları elinde tutmayı bilmesine izin verir. Böylece bir adam rahat içinde yaşayabilir. Hastalık ve yaşlılığın gölgesi onu kaygılandırmaz. Üzüntü ruhunu karartmaz. Kavga krallığını tehdit etmez. Bütün dünya onun isteklerine uyar. O, kibrin kendi içinde yeşerdiğinin ayırdında olmaz. Eğer dikkatli olmazsa, zehirli bir ok ansızın göğsünden vurur onu. Yeterli güce ve servete sahip olmadığını düşünür. Açgözlülükle altın yüzükleri kendine saklar. Tanrının nimetleri, utkuların kralı, onu geleceğini ve kaçınılmaz kaderini unutmaya sürükler. Sonunda bedeni Ölür, başka bir kral onun mülküne sahip olur."
"Sen ünlü bir savaşçısın Beowulf. Bir zaman gücünün doruğunda olacaksın. Sonra bir kılıç darbesi ya da bir mızrak savuruşu, bir ateşin eli ya da taşkın suların pençesi, hastalık ya da acı veren yaşlılık gücünü elinden alacak. Gözlerinin parlaklığı zayıflayıp kararacak, ölüm üstün gelecek sana. Yaşlı bir adamın bu kadar öğüdü yeterli" diyerek sona erdirdi konuşmasını Hrothgar. "Şimdi git, eğlencenin tadını çıkar. Sabah sana birçok hazine vereceğim."
Parlak sabah ışığı toprakların üzerinde parıldadığında, Geatlar artık balina-yolunu geçmeyi ve evlerine dönmeyi arzuluyorlardı. Beowulf, Hrothgar'a şöyle dedi: "Uzakları aşıp gelen bizler eve dönmek için hazırız. Bize her bakımdan cömert davrandın. Ne zaman yardıma ihtiyaç duyarsanız, hazır olacağım. Eğer komşularınız size saldırırsa, bin savaşçıyla birlikte sizin yardımınıza geleceğim. Genç kralım, sözlerimi ve yaptıklarımı destekleyecektir."
Hrothgar şöyle yanıtladı Beowulf'u: "Bilgece konuşan böyle genç birini daha önce hiç duymamıştım. Eğer bir mızrak, bir korkunç kılıç ya da hastalık kralını öldürürse, Geatlar senden daha iyi bir kral bulamazlar. Mızraklı Danlar ve Fırtına-Geatlar, ben kral olduğum sürece birbirleriyle barış içinde yaşayacaklar. Bizler hâzineleri ve sevgiyi paylaşacağız."
Hrothgar, Beowulf'a on iki hazine verdi. Oğlu gibi sevdiği genci öperken, ak saçlı kralın gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Beowulf'a o kadar değer veriyordu ki, gitmesinden yüreği yaralandı. Gönlü genç savaşçıyı kendi krallığında alıkoymayı istiyordu.
Gururlu savaşçı Beowulf, on iki hâzinesini aldı, adamlarıyla denize doğru yürüdüler. Kıyıya ulaştıklarında muhafız onları selamladı. Hrothgar'ın verdiklerini, atları, savaş zırhlarını, hâzineleri gemiye yüklediler. Beowulf, gemi gözetleyicisine, eskiden kalmış altın bir kılıç verdi; savaşçı bu armağanla arkadaşları arasında saygı kazandı.
Sıra Beowulf'un, savaşçıları ve adamlarının balina-yolunda bir kez daha yola koyulmalarına gelmişti. Sert bir rüzgâr, pruvası köpüklü gagaya benzeyen gemilerini deniz kuşu gibi doğuya doğru sürükledi. Gemi, Geatland'ın parlayan deniz kayalıklarını görene dek yol aldı. Liman koruyucusu onlara hoş geldin demek İçin hazır ve sabırsızdı. Kral Hygelac şatoyu büyük bir kutlama için hazırlatmıştı; Beowulf'un serüvenlerini toplanan savaşçılara anlattı. Beowulf, Hrothgar'ın verdiği hâzineleri kralına sundu. Çünkü bunlar bir kraldan diğer bir krala verilebilen en üstün armağanlardı.
Karşılık olarak Hygelac Beowulfu, fırtına-Geatlar arasında hâzinelerin en büyüğü olan altın bir kılıçla, bir şato, bir prens tahtı ve çok büyük bir yurtlukla ödüllendirdi. Beowulf artık insanlar arasında en büyük onura sahipti.
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...