14 Ağustos 2022 Pazar

Silivri / İstanbul

 


TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 27

 


ÇAKILGAN


Şimşek tanrısı. Fırlattığı şimşekler onun mızraklarıdır. Şamanların davula vurarak ses çıkarmalarındaki amacın aslında şimşek çakmasına benzetmek olduğu düşüncesi de öne sürülür. Yeryüzündeki toplulukların ortak belleklerinde yıldırımlara ve şimşeklere dair anılar (söylenceler) bulunur. 


ÇARŞAMBA


Türklerde haftanın çalışma   günlerinin   sonuncusudur   (bazen de haftanın  tam  ortasıdır)  ve bu  nedenle  bu  güne  değişik  anlamlar yüklenmektedir. Diğer günlerden farklı olarak görülmektedir. Nevruz'dan önceki son dört çarşambaya özellikle Azeri kültüründe ayrı bir önem verilir. Nevruz yaratılışın aşamalarını simgeleyen dört öğeyle (su, ateş, rüzgar ve toprak) ilgili kutlamaları içerir. Genel olarak çarşamba günlerinde ve özellikle bu son dört çarşambada gece vakti dikkatli olunması ve doğaya (doğa ruhlarına) saygısızlık yapılmaması gerektiğine inanılır.

1. Su Çarşambası (Sular Nevruzu) : Ezel Çarşamba da denilmektedir. Bugünde su kanallarında düzenleme çalışmaları yapılır, su kaynakları ve kuyular temizlenir.  Henüz  gün  doğmadan  tüm  insanlar su kıyılarına veya kuyulara, çeşmelere gider. Önce ellerini yüzlerini yıkarlar ve sonra su üstünden atlarlar. Yaralılar yaralarına su sürer. İnsanlar birbirlerinin üzerine su serperler.  O  gün  sudan  geçenlerin yıl boyunca hastalığa yakalanmayacağına inanılır. Eski Türklerde su tanrıları Aban ve Yadan'ın onuruna türküler ve dualar okunduğu bilinmektedir.

2. Od Çarşambası (Otaş Navruzu): Üskü Çarşamba veya Addı Çarşamba olarak da bilinen gündür.  Bu gelenek eski Türklerin güneşe ve oda (ateş) olan kutsal inancından veya saygısından kaynaklanmaktadır. Geleneklere göre, bugün ateş yakılarak ateşin üzerinden atlandığı takdirde insanın içinde bulunan tüm kötülük ve çirkinliklerin yakılmış (ortadan kaldırılmış) olacağına inanılır.

3. Yel Çarşambası (Salhın Navruzu): Uyandıran Çarşamba veya "Esen Çarşamba" olarak da bilinir. Bu günde esen sıcak veya ılık rüzgarlar yazın gelişini insanlara haber verirler. Uyanan yel, daha önceden uyanmış olan suyu ve ateşi harekete geçirir. Nevruz şenliklerindeki Yel Baba töreni geçmiş çağlardaki yel tanrısı inancıyla ilgilidir. O gece söğüt ağacının veya kutlu sayılan başka bir ağacın altına gidilerek "Yel Baba" çağırılır. Eğer Yel Baba (Yel Ata) insanların sesini duyup eserse ve söğüdün dallarını toprağa dokundurursa, tutulan dilekler yerine gelecek demektir.

4. Yer Çarşambası (Toprak Nevruzu): Toprak Çarşambası veya Yılahır Çarşambası da denir. Nevruz öncesindeki son çarşamba gününde nihayet yer uyanır, nefes almaya başlar. Toprak artık ekilmeye hazır olduğu için ona tohum serpilebilir. Söylencelere göre geçmiş çağlarda gıda kıtlığından dolayı eziyet ve sıkıntı çekilen bugünde su, ateş ve yel bir araya gelerek Toprak Hatun'un yeraltı tapınağına konuk olarak giderler, ondan yiyecek isterler ve böylece uyumakta olan toprağı uyandırırlar.



ÇIS HAN


Kış tanrısı. Kış  mevsiminin  tanrısıdır.  Kış Baba veya Gış  Babay da  denir.  Bu  mevsimi  düzenler  ve  zamanında  başlayıp  zamanında sona ermesini sağlar. Kışın gerçekleşecek olayları belirler. Kışla köylerini (kışın kalınan köyleri) korur. Daha çok Yakutlar arasında inanılan bir kişiliktir. Tıpkı Ayaz Ata gibi o da çocuklara armağan dağıtmanın bir simgesi haline gelmiştir. Çıs Han (Kış Han) mavi ve beyaz renklerin ağırlıkta olduğu bir  cübbe veya kaftan giyer. İyi kalpli ve uzun sakallı bir yaşlı olduğu anlatılır. Elinde beyaz ve çok uzun bir asa taşır. Başındaysa çok uzun ve sivri iki boynuzu olan bir börk bulunur. Bu boynuzlar bağayı (veya mamutu) anımsattığından onu tanımlamak için "Kış Buka" (Kış Boğa) veya "Kış Mamont" ( Kış Mamut) sıfatları lakap olarak takılır.

ÇIVI


Savaş cini.  Geceleri birbirlerine ok attıkları söylenir.  Bu nedenle bu varlıkların bulunduğu söylenen yerlerde dışarıya çıkmaya korkulur ve mecburen çıkıldığında ise temkinli davranılır. Divan-ı Lügat-it Türk'te şu cümleler yer alır:

"Çıvı cinlerden bir bölüktür. Türkler şuna inanırdı ki, iki bölük birbiriyle  çarpıştığı zaman bu iki bölüğün vilayetlerinde oturan  cinler dahi kendi vilayetlerinin halkını kollamak için çarpışırlar. Cinlerden hangi taraf yenerse onlardan yana çıktığı vilayet halkı da yener. Geceleyin bu cinlerden hangisi kaçarsa onların bulunduğu vilayetin hakanı da kaçar. Türk askerleri geceleyin cinlerin attıkları oktan korunmak için çadırlarında saklanırlar. Bu, Türkler arasında yaygındır görenektir."

Bu sözlerden de anlaşılacağı üzere eski Türk inancında cinlerin veya ruhsal varlıkların  da tabi oldukları uluslarının veya kavimlerinin olduğu düşünülmektedir.



ÇOLPAN


Gezegenler tanrıçası. Gezegenleri yönetir ve birbirleriyle çarpışmadan hareket etmelerini sağlar. Adı gökyüzündeki en parlak gezegenlerden biri olan Venüse verilmiştir. Türklerde dişil olarak algılanmıştır (Moğollarsa eril olarak kabul ederler). Bir kelime benzerliği nedeniyle yanlış olarak "Çoban Yıldızı" dendiği de olur. Bir başka görüşse çobanların bu yıldızı yön bulmakta kullandığı ve bu nedenle de Çalpan'ın aynı zamanda bir Çoban Tanrıçası/Sürü Tanrıçası olduğudur. Çoban kılığında dağlarda gezdiği söylenir.

ÇOR


Cin. Gözle görülemeyen, ateşten yaratılmış varlık. İyicil veya kötücül olanları mevcuttur. Çor bazen de ruhsal hastalık anlamına gelir. Çor vurması, çor çarpması, çor değmesi gibi  deyimler  cinlerle  alakalı hastalıkları ifade eder. En çok da ağız eğilmesi, kısmi felç veya us kaybı bu olayla bağlantılandırılır. Her yerde bulunabilirler fakat göze görünmezler. Koruyucu ruh  değildirler.  Çarlar  başıboşturlar  fakat bir yere bağlı olabilirler (İyeler yani koruyucu ruhlarsa bir nesneye, canlıya veya varlığa bağımlıdırlar). Ağaç altı, örenler, yıkık evler, su kıyıları, köprü altları gibi doğanın sınırı olan yerlerde yaşamaları onların karanlık güçlerle olan ilgisini ortaya koyar. Demirden korkarlar. Besmele çekmek onları uzaklaştırır (Besmeleden çekinmeleri İslam'ın etkisiyle gelmiş bir unsurdur). Çarların başlarındaki kalpak veya papak ele geçirildiğinde ölür. Ölmeden önce de görünmezliğini yitirir. Çünkü görünmezliği sağlayan başındaki kalpaktır. Yeri gelmişken belirtmek gerekir ki, masal ve destanlarda sihirli börkünü giyerek görünmez olan kahramanlar vardır. Bu başlıkların cinlerden ele geçirilme olasılığı yüksektir. Yılan ve kuş görünümünde olanları vardır. Kılıktan kılığa girebilirler. Bu varlıklar niteliklerine göre ikiye ayrılırlar:

1- Akçora (Akçor): İyi ruh/cin.

2- Karaçora  (Karaçor):  Kötü ruh/cin.

Ayrıca çarların daha özel niteliklere sahip türleri de bulunur. Bunlar farklı özelliklere sahip olsalar da hepsinin ortak yönü, soyut varlıklar olmalarıdır.  Örneğin, Tatar halk kültürü içerisinde birbirinin akrabası olduğu söylenen iki varlıktan çok sık olarak bahsedilir:

1. Bıçura (Kiler Cini): Evlerde ve bodrumlarda yaşar. Kırmızı giysili kadın kılığına girebilen varlıklar olarak betimlenirler.

2. Arçura (Orman Cini): Ormanlarda gezer. Oyun oynamayı sever ve onun isteğini kabul eden olursa öldürene kadar gıdıklar. 



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Girlevik Şelalesi / Hanönü / Kastamonu

 


Şanlı Urfa

 


Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


13 Ağustos 2022 Cumartesi

Hezil Çayı Irak Sınırı / Silopi


 

DÎNİ SÖZLÜK “A”

 ÂSÎ:

 

İsyân eden, emre karşı gelen, itâatsizlik eden.

 

1- Allahü teâlânın emir ve yasaklarına uymayan, günâhkâr.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Allahü teâlânın ve Resûlünün (Muhammed aleyhisselâmın) emirlerine âsî olanlar, beğenmeyenler,(asra, fenne uygun değildir, modern ihtiyaçlara kâfi değildir diyenler)

 

kıyâmette Cehennem ateşinden kurtulamayacaklardır. Bunlara Cehennem'de, çok acı azâb vardır. (Nisâ sûresi: 14)

 

Melekler emrolundukları şeyde Allahü teâlâya âsî olmazlar ve emr olundukları şeyi yaparlar. (Tahrîm sûresi: 6)

 

Ana-babaya iyilik etmek; nâfile namaz, oruç ve hac ibâdetlerinden daha üstündür. Ana-babasına hizmet edenlerin ömrü bereketli ve uzun olur. Ana-babasına karşı gelip, onlara âsî olanların ömürleri bereketsiz ve kısa olur. Ana-babasına âsî olan mel'ûndur. (Hadîs-i şerîf-Miftâh-ul-Cenne)

 

Îmânsız gitmenin sebepleri kırk kadar olup, bunlardan birisi de anaya babaya âsî olmak, yâni İslâmiyet'e uygun olan emirlerini dinlememektir. (Kutbuddîn İznikî)

 

Âsî mü'min tövbe etmezse veya şefâate kavuşmazsa yâhut Allahü teâlâ affetmezse, Cehennem'e girip yanar ise de îmânı olduğu için Cehennem'de sonsuz kalmaz. (Reyhâvî)

 

2. Hükûmete, devlete baş kaldıran. Bâgî.

 

Müslümanlar devlete âsî olmaz. Fitneye, isyâna karışmaz. Kânunlara karşı gelmez. (Abdülganî Nablüsî)

 

ASL:

 

1. Kök, temel, esas.

 

Nefsin hastalıklarını tedâvî eden şeylerin aslı beştir. 1) Az yemek, mideyi fazla doldurmamak, 2)Başa gelen işlerden Allahü teâlâya sığınmak, 3) Fitne yerlerinden kaçmak,

 

4)   Devamlı istiğfar ve Resûlullah efendimize salât ve selâm okumak, 5) Allahü teâlânın emirlerini yerine getirmeye, rızâsını kazanmaya çağıran kimse ile berâber olmak. (Ahmed Zerrûk)

 

2-Soy, neseb.

 

Zevil-erhâm adı verilen vârisler beş sınıf olup, ikinci sınıf meyyitin aslıdır. Bunlar fâsid cedler (dedeler) ve fâsid ceddeler (büyük anneler) ve bunların anaları ve babalarıdır. Meyyitin anasının babası ve bunun babası veya anası fâsid ced ve ceddelerdir. (Muhammed Secâvendî)

 

ASR (Asır):

 

1. Zaman, devir, yüz yıllık zaman.

 

Hadîs-i şerîflerde buyruldu ki:

 

Zamanların en hayırlısı benim asrımdır. Ondan sonra kıymetli olan, benim asrımdan sonra gelen asırdır. Daha sonra kıymetlisi, onlardan sonra gelen asrın müslümanlarıdır. Bunlardan sonra, yalancılık yayılır. Şâhid olmaları istenmediği hâlde, yalancı şâhidlik yapılır. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)


 

Benden sonra her asırda bir âlim çıkar, dînimi kuvvetlendirir. (Hadîs-i şerîf-Ebû


Dâvûd)

 

2. İkindi vakti.

 

Asr-ı Evvel:

 

İmâmeyn'e (İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Muhammed'e) göre ikindi vaktinin başlama zamânı.

 

Asr-ı Sânî:

 

İmâm-ı a'zam'a göre ikindi namazının başlama zamânı.

 

İslâm memleketlerinde ikindi ezânları, asr-ı evvele göre okunmaktadır. İkindi namazı, asr-ı sânîde yâni bu ezândan kışın 36, yazın ise 72 dakîka sonra kılınırsa, İmâm-ı a'zâm'a uyulmuş olur. (İbn-i Nüceym)

 

Asr-ı Seâdet:

 

Mutluluk devri. Peygamber efendimizin yaşadığı  mübârek, bereketli ve hayırlı  devir.

 

Zamân-ı seâdet ve vakt-i seâdet de denir.

 

Asr-ı seâdet, zamanların en iyisidir.Sevgili Peygamberimiz; "Asırların en iyisi benim asrımdır." buyurmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Resûl-i ekrem efendimizin eshâbı (arkadaşları) buyurdu ki: "Sizin gözünüzde kıl kadar önem vermediğiniz öyle işleriniz var ki, asr-ı seâdette biz bunları büyük günâhlardan sayardık." (İmâm-ı Gazâlî)

 

En mes'ûd en kazançlı kimse, dinsizliğin çoğaldığı zamanda unutulmuş sünnetlerden birini meydana çıkaran ve yayılmış bid'atleri yok eden kimsedir. şimdi öyle bir zamandayız ki, insanların en iyisinden yâni Peygamberimizin asr-ı seâdetinden uzaklaştıkça, sünnetler örtülmekte, yalanlar çoğaldığı için bid'atler yayılmaktadır. Bir kahraman lâzımdır ki, sünnete yardım edip, bid'atı durdursun. Bid'atı yaymak, İslâm dînini yıkmaktır. Bid'at çıkarana ve işleyenlere hürmet etmek, onları büyük bilmek, İslâmiyet'in yok olmasına sebep olur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Asr Sûresi:

 

Kur'ân-ı kerîmin yüz üçüncü sûresi.

 

Asr sûresi, Mekke-i mükerremede nâzil oldu (indi). Üç âyettir. Sûrede insanların zararda oldukları, bu kötü durumdan kimlerin kurtulacakları haber veriliyor. (Taberî, İbn-i Abbâs)

 

Asr sûresinde meâlen buyruldu ki:

 

Asra yemin olsun ki, muhakkak insan (ömrünü yalnız geçici dünyâ isteklerine kavuşmak için harcadığından) büyük bir (zarar ve) ziyândadır. Ancak îmân edenlerle, sâlih(iyi işler) amel yapanlar, birbirlerine hakkı, (inanılması ve yapılması lâzım olan şeyleri ve ibâdetleri yapmak, günâhlardan sakınmak husûsunda) sabrı tavsiye edenler böyle değil (onlar zararda ve ziyânda değildirler). (Âyet: 1-3)

 

Kim Asr sûresini okursa, Allahü teâlâ onun günahlarını affeder. Hakkı ve sabrı tavsiye edenlerden olur. (Hadîs-i şerîf-Envâr-ut-Tenzîl ve Esrâr-üt-Te'vîl)

 

Kur'ân-ı kerîmde başka hiç bir sûre nâzil olmasaydı, inmeseydi şu pek kısa olan Asr sûresi bile, insanların dünyâ ve âhiret seâdetlerini te'mine yeterdi. Bu sûre, Kur'ân-ı kerîmin bütün ilimlerini içine alır. (İmâm-ı Şâfiî)

 

AŞERE-İ MÜBEŞŞERE:

 

Peygamber efendimiz tarafından Cennet'e girecekleri dünyâda iken müjdelenen on sahâbî.


 

Ebû Bekr Cennet'tedir. Ömer Cennet'tedir. Osman Cennet'tedir. Ali Cennet'tedir.


Talhâ Cennet'tedir. Zübeyr Cennet'tedir. Abdurrahmân ibni Avf Cennet'tedir. Sa'd ibni Ebî Vakkâs Cennet'tedir. Saîd ibni Zeyd Cennet'tedir. Ebû Ubeyde ibni Cerrah Cennet'tedir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

 

Muhammed aleyhisselâmın ümmetinin en üstünleri, O'na îmân ederek, mübârek yüzünü görmekle şereflenen Eshâb-ı kirâmdır. Bu Eshâbın da en üstünü Hudeybiye'de Resûlullah efendimize bî'at edip söz verenlerdir. Bunların da en üstünü Bedr muhârebesinde bulunanlardır. Bunların da en üstünü ilk müslüman olan kırk kişidir. Bunların da üstünü Aşere-i mübeşşeredir. (Teftâzânî)

 

ÂŞİR:

 

İslâm devletlerinde, şehir dışında durarak; müslüman tüccârdan o anda yanında bulunan ticâret malının zekâtını, müslüman olmayanlardan ise, gümrük denilen vergiyi toplayan me'mur.

 

Hükûmetin âşirlerle müslüman tüccardan zekâtları toplaması, onların bu ibâdeti yerine getirmelerine yardımcı olmak içindir. (İbn-i Hümâm)

 

İslâm devletlerinde yaşayan zımmî (gayr-i müslim vatandaş) ve harbî (İslâm hükûmetinden izin alarak, müslüman memleketine giden pasaportlu gayr-i müslim) tüccârın, mal ve can güvenliklerinin korunmasına karşılık her çeşit ticâret mallarından alınan vergiler de âşirler tarafından toplanırdı. (İbn-i Âbidîn)

 

Amr bin Şuayb şöyle rivâyet etti: Müslüman olmayan Menbic halkı, hazret-i Ömer'e mektûb yazarak; "Bize memleketine girmemize izin ver, ticâret yapalım. Biz kazanır size de vergi veririz" dediler. Hazret-i Ömer, Eshâb-ı kirâmı (Peygamber efendimizin arkadaşlarını) toplayıp, mes'eleyi istişâre etti, görüştü. Uygun görülünce, âşirler vâsıtasıyla uşr (gümrük vergisi) denilen bir vergi almaya karar verdiler. Harbîlerden ilk gümrük vergisi, hazret-i Ömer zamânında alındı. (İmâm-ı Ebû Yûsuf)

 

AŞK:

 

Şiddetli sevgi. Allahü teâlâyı ve O'nun sevdiklerini çok sevmek. Buna hakîkî aşk denir.

 

Hakîkî aşk, nefsi terbiye eder, ahlâkı güzelleştirir; insanın kalbinde bir ateş olup, Allah sevgisinden başka her şeyi yakar, yok eder. Hak âşığı olanın sözü, işi ve düşüncesi doğru ve saftır. (İbrâhim Hakkı Erzurûmî)

 

Aşk-ı İlâhî:

 

Allahü teâlâyı çok sevme hâli.

 

Aşk-ı ilâhînin alâmeti, Allahü teâlânın emirlerine çok uymaktır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

AŞR (Aşır):

 

On. Bir cemâat içerisinde ve daha çok cemâatle kılınan namazlardan sonra Kur'ân-ı kerîmden sesli olarak okunan on âyet veya bu mikdara yakın bir bölüm.

 

ÂŞÛRE GÜNÜ:

 

Hicrî senenin ilk ayı olan Muharrem ayının onuncu günü.

 

Bir kimse Âşûre günü oruç tutsa, Allahü teâlâ ona bir şehîd sevâbı verir. Âşûre günü oruçlu olan için, yedi gök ehlinin sevâbını yazar. Âşûre günü, bir mü'mine iftâr verene, ümmet-i Muhammed'in hepsine iftâr ettirmiş gibi sevâb yazılır. Âşûre günü bir yetimin başını okşıyana, Allahü teâlâ o yetimin başındaki kıllar kadar Cennet'te derece verir.

 

(Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)

 

Muharrem ayı, İslâm dîninde kıymetli olduğu bildirilen dört aydan biridir. Aşûre gecesi bu ayın en kıymetli gecesidir. Nûh aleyhisselâm tûfânda gemisinde aşûre tatlısı pişirdiği için


müslümanların, Muharrem'in onuncu günü aşûre pişirmesi ibâdet olmaz. Bugün aşûre pişirmeyi ibâdet sanmak günâhtır. (Muhammed Sıddîk bin Saîd)

 

ATÂ:

 

İhsân, lütuf, bağış. Buna atiyye de denir.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

 

Biz (dünyâyı isteyenlerin de, âhireti isteyenlerin de) her birine, kısmet ettiğimiz rızkı veririz. Bu, Rabbinin atâsındandır. (İsrâ sûresi: 20)

 

ATEİST:

 

Dehrî, dinsiz.

 

Kötülüklerin en kötüsü, Allahü teâlâya inanmamak (ateist olmak)tır. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

 

Ateistler, Allahü teâlâya inanmazlar. "Her şey tabîat kânunları ile vâr oluyor. Bir yaratıcı yoktur. Dehr yâni zaman ilerledikçe, her şey değişmektedir" derler. (Seyyid Şerîf Cürcânî)

 

Kitablarında din ile mücâdele eden ve "Dinleri yok etmek, materyalizmin, marksizmin alfâbesidir" diyen Lenin, iktidârı ele geçirdikten sonra Rusya'da ateistler birliğini kurmuştur. (Seâdet-i Ebediyye)

 

Kendilerini akıllı, ilim adamı ve hiç yanılmaz sanan dinsizler üç kısımdır: 1) Ateistler. 2) Herşeyi tabîat yapıyor diyen tabî'iyyeciler. 3) Yunan filozofları ve bu arada Sokrat ile talebesi Eflâtun ve onun da talebesi Aristo'nun yolunda olanlar. (İmâm-ı Gazâlî)

 

ATEŞPEREST:

 

Ateşe tapan, mecûsî. Zerdüşt tarafından kurulan bâtıl dîne inanan.

 

Ateş perestler Cehennem'in Hutame denilen beşinci tabakasında yanacaklardır. Birini görünce kendi elini veya onun elini öpmek ve eli göğse koymak ve eğilmek ve yere kapanmak ateşperest âdetidir. (Muhammed Rebhâmî)

 

Horoz, tavuk ve vahşî hayvanları, meselâ geyiği kurban etmek haramdır. Ateşperestlere benzemek olur. (İbn-i Âbidîn)

 

Nevrûz günü, ateşperestlerin bayramıdır. O gün, onların yaptıklarını yapan, bayram yapan müslümanın îmânı gider de haberi olmaz. (Kerderî)

 

ATEŞPERESTLİK:

 

Mecûsîlik, ateşe tapma.

 

Ateşperestliğin (mecûsîliğin) kurucusu Zerdüşt, mîlâddan altı yüz sene önce Hindistan'da doğdu. Brehmen din adamları tarafından kovuldu. Ateşperestliği Belh şehrinde yaydı. "İyilik tanrısı (Îzed) veya (Ormüzd) ile kötülük karanlık tanrısı (Ehrimen) olmak üzere iki tanrı vardır" dedi. (Zend) adlı kitabı ve (Avesta) denilen şerhi Avrupa'da basılmıştır. Ateşperestlik İran Şâhı İsfendiyâr tarafından İran'da yayıldı. Hazret-i Ömer İran'ı fethedince acemler müslüman oldu. Ateşperestlik Hindistan'da kaldı. (Şemseddîn Sâmî)

 

ATİYYE:

 

İhsan, lütuf, muhtaç olanlara yapılan bağış.

 

Kim dilencilik kapısını açarsa, Allahü teâlâ dünyâda ve âhirette ona fakirlik kapısını açar. Kim Allahü teâlânın rızâsını kasdederek atiyye kapısını açarsa, Cenâb-ı Hak ona hem dünyâ, hem âhiret seâdeti ihsân eder. (Hadîs-i şerîf-Sünen-i Ebû Dâvûd)

 

Peygamberler, ümmetleri için Allahü teâlânın atiyyesidir. Fakat Resûl-i ekrem efendimiz hediyyedir. Hediyye ile atiyye arasında fark vardır. Atiyye muhtaçlara, hediyye ise sevilenlere


verilir. (Ebü'l-Abbâs-ı Mürsî)

 

AVÂM:

 

Amme'nin çoğulu, halk, topluluk.

 

1. Müctehid (âyet ve hadîslerden şer'î yâni dînî hükümler çıkaran İslâm âlimi) olmayan, mukallid (yâni mezhebinin usûl ve kâidelerini anlayıp taklîd eden).

 

Müctehid olmayan âlime nâkil, yâni haber iletici denir. Müctehid olmayan müftîler mukalliddir. Avâm, hadîs-i şerîflerden doğru mânâ çıkaramaz. Bunun için müctehidlerin anladıklarına uymaları, yâni onları taklîd etmeleri lâzımdır. (Feth-ul-kadîr)

 

Dînî mes'elelerde, şöyle veya böyle yapılabilir şeklinde ruhsat (izin vermek) avâmın sözü ile olamaz. Burada ancak müctehidler yetkilidir. (Reddül-Muhtâr)

 

2. Dînî ilimlerden haberi olmayan câhiller.

 

Avâm, fetvâ kitablarını anlıyamaz. Bunların, îmân ve ibâdet bilgilerini arayıp, sorup, öğrenmeleri farzdır. Müctehid âlimlerin de, sözleri, vâzları ve yazıları ile önce îmân, sonra dînin temeli olan beş ibâdeti öğretmeleri farzdır. (Muhammed Es'ad)

 

Sultanlar, milletin malını, zâlimler ve haydutlardan korudukları gibi; havâss yâni müctehid âlimler de, avâmın îtikâdını (inancını) bid'atçilerin (sapıkların) şerrinden korurlar. (İmâm-ı Gazâlî)

 

3.    Olgunlaşmamış, irşâda (öğrenip, aydınlanmaya) muhtaç. Kulluk zevkini tatmamış; nefs-i emmâresinin te'sirinden kurtulamamış olan. Tasavvufta; takvâ, ihlâs derecelerinin en aşağısında bulunan kimseler.

 

Avâmın orucu, yemek içmek gibi şeylerden sakınmaktır. (İmâm-ı Gazâlî)

 

AVL:

 

İslâm mîrâs hukûkunda belirli hisse (pay) sâhiplerinin (Eshâb-ı ferâizin) mîrâstan alacakları payların toplamının ortak paydadan fazla olma hâli.

 

Avlde, hisse sâhibi mîrâscıların hisseleri orantılı olarak eksilir. (Seyyid Şerîf Cürcânî)

 

Zevce, ana, iki kız kardeş ve anadan iki kız kardeş bulunduğu zaman, mîrâs on ikiye taksim edilip, zevceye 3 hisse, anaya iki hisse, iki kız kardeşe sekiz hisse (her birine dörder hisse), ana bir iki kız kardeşe dört hisse (her birine ikiş er hisse) verilir ki, hisseler toplamı on yedi oluyor. Şu hâlde problemin aslı on yediye (Avl) etti denir ve mîrâs on yediye taksim edilir. (Mevkûfât)

 

AVRET:

 

1. İslâmiyet'te akıllı ve bâliğ (ergen ve evlenecek yaşa gelmiş ) olan kimsenin namaz kılarken açması veya her zaman başkasına göstermesi ve başkasının bakması haram (günâh) olan yerleri.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

 

Ey Resûlüm(sallallahü aleyhi ve sellem)! Mü'min erkeklere söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haramdan korusunlar. Îmânı olan kadınlara da söyle, harama bakmasınlar ve avret yerlerini haram işlemekten korusunlar. (Nûr sûresi: 30)

 

Avret yerinizi açmayınız (yâni yalnız iken de açmayınız). Çünkü yanınızdan hiç ayrılmayan kimseler(melekler) vardır. Onlardan utanınız ve onlara saygılı olunuz. (Hadîs-i şerîf Eşi'at-ül-Lemeât)

 

Hanefî mezhebinde erkeklerin avret yeri göbek altından diz altına kadardır. Diz avrettir. Kadınların ellerinden ve yüzlerinden başka yerleri, bilekleri, sarkan saçları ve ayaklarının altı


avrettir. Ancak, kadınların elleri örtecek kadar uzun kollu namazlık veya geniş baş örtüsü ile elleri örtülü olarak kılmaları daha iyi olur. (İbn-i Âbidîn)

 

Konuşmaya başlamamış olan küçük çocukların avret yerleri yalnız sev'eteyn'i yâni önü ile arkasıdır. Erkek çocukların on yaşına kadar, kızların ise gösterişli oluncaya kadar galîz (kaba) avretlerine (göğüs, koltuk, böğür, uyluk, diz ve sırtlarına), bundan sonra bütün avretlerine bakmak câiz değildir, günâhtır. (İbn-i Hümâm)

 

Hamamda çok oturma. Hamamda göbeğin ile dizlerinin arasını  açma. Erkeklerin ve

 

kadınların, hamamda da avret yerlerini açmaları  haramdır, günâhtır. Açan da, bakan da

mel'ûndur. (Süleymân bin Cezâ)

 

2. Kadın, hanım.

 

Bir erkek, avretini döğerse, ben onun dâvâcısı olurum. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak