9 Mayıs 2022 Pazartesi

Rönesans

 Uzakdoğu ve  Müslümanlarla   olan  ilişkiler  Avrupa'da  bilim   ve düşüncenin gelişimini destekledi. Antik Yunan ve Roma'ya ve genel olarak kültüre karşı bir merak uyandı. Söz konusu sanatsal ve entelektüel uyanış, yeniden doğu anlamına gelen Rönesans kelimesi  ile adlandırıldı. Her şey 14. yüzyılda italya'da başlamıştı. Bu dönemde Rönesans bilginleri klasik metinleri yeniden keşfedip onlar üzerinde çalışmalar yaptılar (Bunların pek çoğu Müslüman ispanya veya Bizans üzerinden Arap dünyasından gelmişti).

Rönesans aynı zamanda hümanizm adıyla bilinen düşünce akımının gelişmesini sağladı. Bu düşünce doğaüstü güçler ya da ruhban sınıfından ziyade bireyin yeteneklerine önem veriyordu. Botticelli ya da Michelangelo gibi sanatçılar büyük bir gerçekçilikle insan formları çizmeye başladılar. Dante ve Petrarch gibi şairler insan doğasını açıkladılar. Brunelleschi ve Palladio gibi mimarlar antik dünyanın en başarılı eserleri ile karşılaştırılabilecek  binalar tasarladılar. Ressam, heykeltıraş , mühendis ve diğer pek  çok disiplinin ustası olan Leonardo da Vinci Rönesans insanının tipik bir  örneğini teşkil ediyordu. Floransa'daki Mediciler gibi zengin ve güçlü aileler Rönesans'ın sanatsal ve teknik başarılarına finansal destek  sağladılar.

1500' lerden sonra Rönesans Kuzey Avrupa'ya doğru yayıldı. Burada çok daha dinci bir karakter taşıyordu. Alman bilgini Erasmus, orijinal Yunanca Yeni Ahit üzerindeki çalışmasından yola çıkarak yeni bir Hıristiyan hümanizmi geliştirdi. Kiliseye dönük eleştirileri, Protestan reformunun gelişimine katkı sundu . 1450 yılında Gutenberg tarafından matbaanın keşfedilmesi Avrupa'da fikirlerin özgürce yayılması noktasında son derece önemli bir rol oynamıştı (Araplar ve ç inliler baskı tekniklerini yüzlerce yıldan beri kullanmaktaydılar).


Alıntıdır.


Silopi Barajı / Hezil Çayı

 


Gündelik Hayatımızda Ev ve Çevresi - 9

 



Boya, Badana


Tarih öncesi çağlardan beri bilinen fakat 1880’lerden itibaren sanayi dalı haline gelerek günlük kullanıma girebilen maddelerin bir örneği de boyalardır. Kumaş ve halı boyaları yanında mozaik, fresk, çinilerin renklendirilmesiyle boyama ve boya üretme teknikleri gelişmiştir, fakat kamusal yapılar dışında sıradan evlerin boyanması çok daha yenidir. Evlerin iç ve dışlarının boyanması toplumsal zorunluluk haline geldiğinde, hazır boyaların satışa çıkarılması insanlara kendi evlerini istedikleri renkte boyama olanağını sağlamıştır.


Eski edebiyatımızda hep geçen, fakat ahşap evleri kararmış tahtalarıyla gördüğümüz için İnebolu, Safranbolu’yu görmeden gözümüzde canlandıramadığımız aşı boyası, tabii mineral pigmentidir. Hidratlı demir oksidin, hidratlı alüminyum oksit ve silisle etkimesinden oluşur. Ham veya kireç halinde sarı veya kırmızı renkte bulunur ve demir oksidin oranına göre manganez oksidin karıştırılmasıyla kahverengi ve daha koyu tonlar elde edilir. Atmosfer etkilerine karşı çok dayanıklı olduğu gibi, başka renkleri örtücü gücü de yüksektir. Kırmızı renk sarı pigmentlerin 250 dereceye kadar ısıtılması ile hazırlanır ve boya inceliğine göre altı sınıfa ayrılarak su ve tutkalla uygulanır.


1870’de Henry Alden Shenvin ortaklarına hazır boya üretimine geçmelerini önerdiğinde, herkesin istediği karışımla evini boyadığını öne süren ortaklarından destek görmedi. Edward Williams’la yeni bir ortaklık oluşturularak uzun denemelerden sonra piyasaya ancak 1880’de hazır boya sürülebildi.


Yaşar Holding 1945’te kuruldu, DYO 1954’de üretime başladı. 1954’de Marshall, 1956’da Polisan, 1969’da Ç BS faaliyete geçti.


Eskiden kireç inşaatlarda açılan kuyularda söndürülür ve mükemmel oyun alanı oluştururdu. Kireç sözcüğünün kökünün Girit adasının Latincesi Creta’dan gelen creteus veya Farsça giraç olduğu ileri sürülmektedir. Sözcük Balkan dillerine yayılmış olduğu gibi, Ermenicesi de kir’dir. Ancak Batı’da görülmez (Almanca Kalk, İtalyanca calce, Fransızca chaux, İngilizce lime). Badana söndürülmüş kireç, şap, terebentin veya içyağıyla hazırlanır ve Fransızcada 1676’dan beri kullanıldığı saptanmış olan badigeon sözcüğünden gelir, ancak kökeni bilinmemektedir. Bugün boyalar, yağlıboya, plastik, saten türleri ve bin bir renkleriyle kimya sanayiinin dalı haline gelmiştir.




Süpürge, Gırgır


Süpürge kir ve tozla birlikte kötülükleri de süpürür. Loğusa bekleme âdetinde yeni annenin yanına Kuran, bıçakla birlikte süpürge de konur. Konuğa süpürge değerse tükürmek gerektiği gibi, evden seyahate çıkan olursa hemen süpürmeyip evle ilişkisini kesmemek gerekir. Evde cenaze olduğunda da ölü çıkarılana kadar süpürmemek gerekir. Süpürge Avrupa cadılarından Çin’deki bilgelik ve zekâ simgeselliğine kadar büyüsel nitelikler taşır.


Süpürgenin yoldaşı faraş Arapçadan gelir. Ferraş Arapça yayıcı, döşeyin, hizmetçi anlamındadır, cami, imaret gibi yerleri süpürme ve halı kilim düzeltmekle görevli kişilere denir; Yeniçeri Ocağı’nda da Kâbe’yi süpürmekle görevli olanlara ferraş denirdi.


Süpürge önce mekanik sonra elektrikli teknoloji ile görev alanını daralttı. 1699’da Londra sokaklarını temizlemek için bir makinenin patenti verilmişse de, evde kullanılan gırgırın üreticileri, toza karşı alerjileri olan Anna ve Melville Bissell’dir. 1876’da üretilen makine 1890’larda İngilizcede ‘halı hissellemek’ diye fiil haline gelecek kadar yaygınlaşmıştı. Mekanik süpürme aracının adı olarak Türkçeye yerleşen ‘gırgır’ sözcüğü de üretici firmanın adından kaynaklanıyor. Sürekli, usanç verici ses, hafife alarak alay etme anlamlarına da gelen sözcük yansıma kökenlidir ama, niteleyici özelliği ve elektrikli süpürgenin evlere girmesiyle önemini yitirmesi sonucu, artık herhalde adı değişmeyecektir.



Elektrikli Süpürge


1898 yılında Londra’da bir sanayi sergisine katılan H. Cecil Booth, burada sergilenen ve halılara hava üfleyerek tozu ve kiri uçurup üstündeki metal kutuda toplamayı amaçlayan toz kaldırma makinesini görünce, böyle bir makine üzerine çalışmaya başladı. Tozu emme ve filtre etme esası üstüne kurduğu makinesinin patentini 1901 yılında aldı. İlk ticari elektrikli süpürge bugünün buzdolabı büyüklüğündeydi ve iki kişi tarafından kullanılıyordu. İşyerleri değil evler için yapılan daha küçük modelleri bile önceleri tek başına kullanmak mümkün değildi.


James Murray Spangler’in 1908 yılında patentini aldığı elektrikli pervane ve torbalı makinenin yaygınlaşması üretim hakkını deri eşya ve otomobil aksesuarı üreticisi William Hoover’in aynı yıl satın almasıyla başladı. Hoover müşterilerine on günlük deneme süresi tanıyan geniş bir kampanya başlattı.


Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Silopi Barajı / Hezil Çayı

 


8 Mayıs 2022 Pazar

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 12

 ALBASTI


Albıs'ın neden olduğu ruh hastalığı, boğucu sıkıntı. Loğusa humması denilen ve yüksek ateşle ortaya çıkan bir hastalık ve bunlara bağlı baygınlık, sara nöbeti. Bir çeşit korku halidir. Gebe kadın hastalanıp kan kaybettiğinde gözüne değişik varlıklar görünmeye başlar, nefesi daralır, yemeden içmeden kesilir. En çok korktuğu şeyler zihninde ortaya çıkar ve bazen bayılır. Albıs'ın o esnada göğsüne dizleriyle çökerek soluğunu kestiğine inanılır. Albastı'ya tutulan kişiye Albıstar denir ve kurtulması için "Al Ocağı"na götürülür. Bu yer genelde kutlu bir mekandır veya bir evliya mezarıdır. Ayrıca Udmurt ve Mari dillerinde de Alvasta ve Alvastı olarak yer almaktadır. Aleybanı (Alyabani) varlığı da akla getirir.



ALBIS


Albastı'ya neden olan kızıl renkli kötü varlık. Çirkin, saçları darmadağınık, gözleri kanlı,  uzun tırnaklı, uzun boylu, çok kuvvetli olarak betimlenir. Develerle güreşebilecek kadar uzun ve güçlü olduğu anlatılır. Kızıl elbiseler giyer. Kimi anlatılarda bir küpün içine girerek

orada yaşar. Bazen de ırmak kenarlarındaki ıssız bölgelerde veya içi boş ağaç kovuklarında yaşadığı söylenir. İri gözlüdür. Çok fazla sayıda ağır, demirden yapılmış takıları vardır. En sevdiği şey atların yelesini örmektir. Albıs'ı yakalamak için elbisesine veya kendisine iri bir iğne saplamak gerekir. Demirden ve demircilerden korkar. Lohusalara musallat olur ve ölümlerine sebebiyet verir. Korunmak için lohusaların odalarında demir eşya bulundurulur. Kötülük yapmaktan zevk alır. Ayakları ters olarak betimlenir. Kendisiyle konuşan Kam (Şaman) ne derse, söylenenin tersini yapar. Başı sıkışınca bir kuyuya girerek kaybolur. Bazen de iğne batırılınca su olup bir kuyuya doğru akar.  Ayrıca genel  özellikleri itibariyle Kızıl  Albıs olarak da bilinen bu varlığın iki türü daha vardır: Sarı Albıs ve Kara Albıs.

1. Kızıl Albıs: "Kızılsaç" olarak da  bilinir.  Al  renkli giysiler  giyer. Kızıl hummaya neden olur. Yaptığı kötülükler "albasmak" fiiliyle anlatılır. Kızıl saçlı bir kadın olarak betimlenir. Uzun boylu, uzun parmaklı ve sivri tırnaklı, dağınık saçlı, yağlı vücutlu, dişlek, çıplak gezen, göğüslerinden birini geriye atmış, tepesinde gözü olan çok çirkin bir yaratıktır. Irmaktan veya denizden çıkan ve yalnız oynayan çocukları çalarak suyun dibindeki evine götüren bir kadın olarak da anlatılır. "Gökçe Munçuk"tan (Mavi Boncuk) çok korkar, ki "nazar boncuğu" kavramının kökeninde bu anlayış yatar. Küplerin içinde saklandığı da düşünülür. Ağzında sihirli bir taş olan bir kuş kılığına girebilir. Öleceğini anladığında kendini yaralar ve akan kanından bir süre sonra yeni bir Albıs doğar. 'Alkarısı" olarak da bilinir.

2. Sarı Albıs: "Sarısaç" olarak da bilinir. Sarı giysiler giyer. Sarıhummaya  neden  olur.  Oluşturduğu  hastalık "sarı basmak"  tabiriyle ifade edilir. Sarışın bir kadın görünümündedir. Kötülükte Kızıl Albıs'a göre biraz daha düşük seviyededir. Ölümcül  değildir.  Keçi veya tilki donuna (kılığına) bürünebilir. Şımarık yönü ağır basar, hoppa ve oynaktır. Kandıracağı kişiyi cilvelerle kendisine çeker. Dünyadaki en güzel kadından daha güzel bir görünüşe sahip olabilir. Şehvetli ve açgözlüdür.

3. Kara Albıs: "Karasaç" olarak da bilinir. Kara giysiler giyer. Karahummaya neden olur. "Kara basmak" tabiri yaptığı kötülükler için kullanılır ve kabuslarla da ilgilidir. Esmer, koyu tenli bir kadındır. Diğer Albıslara göre daha ağırbaşlı ve ciddi görünümlüdür. Ancak daha aldatıcı ve baştan çıkarıcıdır. Albıslar içinde  nadiren  rastlanır  ve en ölümcül olandır. Çakal veya sırtlan kılığına girebilir.


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Mem-u Zin / Cizre

 


Mardin

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak