22 Nisan 2022 Cuma
KEHANET VE FALCILIK
Eski toplumların herhangi biri için doğadaki fenomenlerin hepsi belitseldi, yani insanoğlunun kontrolü dışında olduğu görülen olağanüstü olayların hepsi kudretli ama insana benzeyen güçler tarafından düzenlenirdi, dünyanın bölümlere ayrılması ve her birinin ayrı bir ilahi gücün kontrolü altında olması, insani olayları deneyim sonucu kolaylıkla ortaya çıkarılabilecek bir görüştü, ki bu görüş kuşkusuz aynı tanrılara tapınan iki toplumun hiç olmamasının erken keşfiyle desteklendi. Her kentin kendi tapınağı vardı ve her tapınakta normal olarak görülemeyen ve hatırlanamayacak kadar eski zamandan beri orada var olan bir varlık yaşardı. Bir Hititli masal anlatıcı bunu şöyle ifade eder:
Güneş Tanrısı Sippar'da oturur,
Ay Tanrısı Kuzina'da oturur,
Fırtına Tanrısı Kummiya'da oturur,
İştar Nineve'de oturur,
Nanaia Kissina'da oturur ve
Babil'de Marduk oturur.
Tanrılar, bu yüzden, görülemez ve ölümsüzlerdi. Fakat diğer açılardan, ihtiyaçları, ilgi duydukları konular ve kendilerine tapınanlara yönelik tutumlarında kesinlikle bir insan olarak düşünülürlerdi. Bu tarihe kadar sözü edilen teolojik kurgulama henüz ortadan silinmemişti. Özellikle Hititler tanrı ve tanrıçalarına bizlerin yakışıksız veya en azından ağırbaşlılıktan yoksun kabul edeceğimiz davranışları atfetmekte hiç tereddüt etmiyorlardı. Bir köleye göre sahibi neyse, kendisine tapınan için bir tanrı da tam olarak oydu. Tanrının beslenmesi, bakılması, tatmin edilmesi ve iltifatlara boğulması gerekliydi. Bu durumda bile, kullarının çıkarlarını her an için gözeteceğine tam olarak güvenilemezdi; zamanının bir kısmını eğlenerek, seyahat ederek, uyuyarak veya başka işlerle meşgul olarak geçirebilirdi ve böylesi zamanlarda kendisine tapınanlar yardım dilemek için ona boş yere yakarmış olacaklardı (Karmel Dağı'ndaki Baal Azizleri'nin yaptığı gibi). Görevini yaptığı zamanlarda bile, hareketleri daima makul olmayabilir ve beklenmedik sonuçlar doğurabilirdi. O taktirde, bu hatasına işaret etmek sadık hizmetkârlarının görevi olur ve tanrıdan hatasını düzeltmesi beklenirdi. Bir Hitit kralı tanrı huzurunda insanların iflah olmaz günahkârlar olduğunu kabul ederdi; fakat bir insan ya da ulus, sadece işlediği günahın cezasının bir sonucu olarak değil, ama tamının ihmalkarlığı ve kayıtsızlığı yüzünden de bir felaketle karşı karşıya kalma talihsizliğini yaşayabilirdi. Koruyucu tanrının ihtiyatı bir an için olsun elden bıraktığı anı kollayan şeytan ve kötü ruhların varlığına inanılırdı.
Ey tanrılar, nedir bu çektirdiğiniz bize? (Kral Murşili yalvarır) Siz ülkeme ve Hatti Ülkesi'ne veba salgını verdiniz, herkes ölüyor, öyle ki size yiyecek ve içecek sunularını hazırlayacak hiçkimse yok. Ve siz bize geliyorsunuz, ey tanrılar, ve bu meseleden dolayı bizi suçlu buluyorsunuz ... ve sizin gözünüzde doğru yaptığımız hiçbir şey yok.
Burada kral, açık bir biçimde, böyle bir ihmalkârlığın son tahlilde tanrılara hiçbir fayda sağlamayacağını, çünkü bu durumda kendilerine tapınanların hizmetlerinden mahrum kalacaklarını anlatıyor.
Ancak, eğer felaket bir günahın cezası olarak gelirse, günah itiraf edilip zararı tazmin edilinceye kadar ceza kaldırılmayacak ve affedilmeyecektir. Fakat suçlu herhangi bir günah işlediğinin bilincinde olmayabilirdi; aslında Hititler, babaların işlediği günahlar için çocuklarının cezaya çarptırılacağına inanırlardı ve bu açıdan söz konusu olan suç bir nesil önce işlenmiş olabilirdi. Böylesi durumlarda tanrının, kefaret ödenmeden önce cezalandırılacak suçluyu cezanın içeriği hakkında bilgilendirmesi gerekirdi. Bu bilgi kimi zaman, vecde gelmenin ve rüya görmenin ilahi kudret sahibi olmanın biçimleri olduğuna inanıldığı için, doğrudan vecde gelen birinin ağzından veya bir rüya yoluyla ulaştırılırdı. İlahi soruşturmanın daha güvenilir ama daha yorucu ve emek isteyen bir metodu ise kehanette bulunmaktı. Kehanetin üç biçimi vardı: Kurban edilen hayvanların iç organlarının incelenmesi, fal (kuşların hareketlerinden anlam çıkarılması) ve basitçe kendilerine "Yaşlı Kadınlar" denilen falcı kadınların uzmanlık alanına giren bir tür piyango. Kehanet sanatı Hititlere, Babilli kahinlerinin gaipten haber verme ilminden miras kalmıştır. Tanrıların kendilerine tapınanlara onları gelecekte bekleyen kaderlerine ilişkin kimi işaret ve alametler, ama özelikle de kurban edilen insanların karaciğeri ve iç organları vasıtasıyla uyarılar gönderdiklerine inanılırdı. Karaciğerin ve diğer bazı iç organların aldığı şekiller, kuşların bazı hareketleri ve diğer bazı fenomenler olumlu, diğer bazıları ise olumsuz kabul edilirdi (bu bakış açılarının hangi prensiplere dayandığı çoğu durumda belirsizdir). Hititler, tıpkı diğer eski toplumların yaptığı gibi, askeri bir sefere çıkmadan veya önemli bir girişimde bulunmadan önce mutlaka kahinlere başvururlardı. Ayrıca tanrının gazabının nedenini soruşturmak amacıyla da bu geleneksel kehanet ilmine başvururlardı. Olumlu bir kehanet "evet", olumsuz bir kehanet ise "hayır" cevabının karşılığı olarak görülürdü (sorunun anlamına göre bunun tersi de olabilirdi). Bu esaslara göre kâhine sorular yöneltilirdi ve oldukça uzun süren olasılıkları ayıklama süreci sonunda hata payı olmaksızın kefaret gerektiren suç meydana çıkarılırdı. Aşağıda böylesi bir soruşturma verilmiştir:
Saraydan (yani, sarayın yetkili rahibinin) "Kâhin, Nineve'li İştar'ın tapınağında kızgın" olduğunu bildiren yazısını aldığımızda diğer rahiplere danıştık ve dediler ki: "Bir şarkıcı altından bir kâseyi çaldı ve yerine yenisi konulmadı; tanrının giydiği altından bir Amurru giysisi eskidi; savaş arabası bozuk; saray dan bir sunulurdu, fakat sunulmadı; Asrahitassi Festivali kutlanırken, tanrıya bir şekel değerinde gümüş, kırmızı yün, mavi yün ve bir verilirdi, fakat şimdi Asrahitassi Festivali'ni kutladıkları halde, ne bir şekel değerinde gümüş, ne kırmızı yün, ne mavi yün ve ne de verilmedi; Aiaru Festivali her yıl kutlanırdı, fakat bu kez ihmal edildi." Tanrının kızgınlığının nedeni bu günahlar mıdır? O halde kehanetimiz olumsuz olsun. Eğer neden bu ve başka bir şey yoksa, o zaman kehanetin olumlu olması için çabalamak...
Kehanetin olumsuz çıktığı durumlarda, olumlu bir cevap alınana kadar soruşturma devam ederdi.
Bir başka durumda, Tanrı Hurianzipaş'ın öfkeli olduğu görülür. Soru yöneltilen rahiplerden şu cevap alınır:
... festivali ihmal edilmiştir; Altar'daki güneş kursu süslenmemiştir." Kâhin, tanrının bu nedenle kızgın olduğunu bildirdi, fakat kızgın olmasının tek nedeni bu değildi. "Kehanet olumsuz çıktığına göre, acaba tanrı adakların kendisine geç sunulduğu için mi kızgındır? Eğer böyleyse, alametler olumsuz olsun." (Sonuç:) Olumsuz. Keza aynı durum söz konusuysa (yani, tek nedeni bu ise), kehanetler olumlu olsun. (Sonuç:) Olumsuz. Bunun üzerine tapınak hizmetkârlarını tekrar sorguya çektik ve dediler ki: "Tapınağa bir köpek girdi ve masayı devirdi ve üzerindeki adak ekmeğini yere düşürdü. Tanrı bunun için mi kızdı?" Olumsuz.
Bu böylece sürer gider. "Kâhinin" kehanet soruşturması kayıttan Hitit arşivlerinin en büyük ve en çok sayıdaki (ve en kötü yazılmış) tabletleri arasındadır ve yaratıcılığın yanlış yönlendirilmesinin tuhaf bir abidesi gibidir.
Alıntıdır.
TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 5
AĞAL
Ataların ruhundan yardım isteme. Özellikle ataların ruhlarının yardım etmesi için bazı ritüellerle çağrılmasıdır. Yakut geleneğinde yaygın bir uygulama olarak görülür. Öteki alemle bağlantı kurma anlayışı, insanoğlunun daima ilgisini çekmiştir, çünkü bilinmezlik daima merak uyandırır. Bunun yanı sıra modern toplumlarda, hatta kendilerini elit olarak gören sınıflarda dahi ruh çağırma uygulamalarının zaman zaman moda olması dikkat çekicidir. Fakat ilkel topluluklarda dini bir ayin olarak görülen Ağal ile bu tip modaların birbirinden çok farklı yönleri olduğu kesindir. Ağal uygulaması hayatın güçlükleri karşısında kutlu sayılan ruhların insanlara yardımcı olacağı inanışına dayanır. Ata ruhlarına saygı gösterme anlayışıyla bağlantılı bir uygulamadır. Bu inanışa göre ölmüş aile üyelerinin veya daha üst kuşaklarda soyundan gelinen kişilerin dünyayla ilişkilerini kesmedikleri ve yaşayan insanların, özellikle de kan bağı bulunan kimselerin yaşamlarını etkileyebilecekleri düşünülür. Bu nedenle onları kızdırmamak ve saygı göstermek gerektiğine inanılır. İslamiyet'le birlikte bu tür mistik törenler hoş görülmemiş hatta yasaklanmış olmakla birlikte yine de evliyaların darda kalanlara yardıma geldiği düşüncesi devam etmiştir.
AGLIS
Dünyanın ilk demircisi olduğuna inanılır. At nalını ilk kez o keşfetmiştir. Bazı rivayetlere göre körük, çekiç ve örs gibi demircilik araçlarını bulan kişi de odur. Yakutların demirci atası olarak kabul edilir.
AHAGA (HAYVAN TANRISI)
Hayvanları korur. Hayvanların ağası, onların efendisi olarak görülür. Ülgen tarafından yabani hayvanların ve onların yavrularının sorumluluğu kendisine verilmiştir. Türk kültüründe insanların diğer canlılarla, hayvanlarla, bitkilerle ve hatta cansız varlıklarla kardeş olarak görülmesinin en güzel dışavurumlarından birisidir.
Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
GEÇ TUNÇ ÇAĞINDA TİCARİ BİR KENT “UGARİT”
ERYAYAR, Umut Devrim - Protohistorya ve Önasya Arkeolojisi, Ege Üniversitesi, Bornova/İzmir
Ugarit Krallığı'nın hükmettiği alan günümüzün Lazkiye kentinin kuzeyinde ve güneyinde sahil boyunca uzanan dar bir ovayı ve bölgeyi Asi vadisi ile iç bölgelerden ayıran, Suriye Alevileri’nin kutsal dağı Cebel Ansariye'nin yamaçlarını kapsamaktadır. Bu alanın, kuzeyde yerel mitolojide tanrı Baal'in yaşadığı yer olan Cebel Akra Dağı’nın yüksek kayalıkları ve güneyde de ovanın deniz ile yalıyar arasında boğulup kalmış olması, 2000 kilometrekareyi hiçbir zaman aşmamış bir çevrenin doğal sınırlarını çizmektedir.
Günümüzde Ras Şamra olarak bilinen Ugarit kenti adı ilk olarak Ebla Arsivleri, Tell-el Amarna mektupları ve Boğazköy'de ortaya çıkarılan Hitit yazılı belgelerinde görülmüştür.
Lazkiye kentinin
Ras Şamra'da süregelen çalışmalar sonucunda şehrin mahalleleri, mabetleri, sur kalıntıları, büyük bir kral sarayı ve çok sayıda tableti bulunmuştur. Gerek kentin adının tespiti gerekse de önemi ve sürdürdüğü uluslararası ilişkilerin boyutu, elde edilen yazılı belgelerin zenginliği ve çeşitliliğinin bir sonucu olarak karşımıza çıkar.
Ugarit kazıları verileri ışığında, bu merkezde beş kültür katı tespit edilmiştir. Burada Neolitik Dönem’den itibaren güvenilir stratigrafik kayıtlar elde edilmiştir. İlk yerleşim (V. Kat), M.Ö. 7. binyıla ait ufak bir kasabadır. Akeramik Neolitik Dönem’e tarihlenen bu katmanda çakmaktaşı endüstrisi, geç dönemlerinde ise hafif ve güneşte kurutulmuş çanak çömlek yapımı görülmektedir. IV. katın tamamı ve III. katın bir kısmında ise Kalkolitik Dönem izleri bulunur. Bu dönemde kuzey-doğu ve doğudan etnik gruplar gelmeye başlamıştır. Ayrıca Mezopotamya ve Akdeniz etkisi de kendini göstermeye başlar. Erken Kalkolitik Çağ boyunca Kuzey Irak kültürleri etkisi, Hassuna ve Halaf boyalı çanak çömlekleri sıkça görülür. Geç Kalkolitik Çağ’da da yeniden Mezopotamya etkisi hakim olur ve özellikle de Ubaid etkili, monogrom, geometrik, boyalı çanak çömlekler olarak karşımıza çıkarlar. Daha sonraki dönemlerde ise bakırdan yapılan ilk araçlar, çakmaktaşı endüstrisi ile rekabete girer. III. katın hemen üzerine denk gelen Erken Bronz Çağ (3. Binyıl) katmanlarında ise fazla boyalı çanak çömlek görülmezken, burnished ware ile Anadolu etkisini yansıtan parlatılmış kırmızı kaplar dikkat çeker. Erken Bronz Çağ III’ün başlangıcıyla birlikte de metal işçiliği hızlı bir gelişim sürecine girer. Bu çağın ortalarında ise( M.Ö. 2000-1900 ) metal işçiliğinde uzman göçmenler gelmeye başlar. Ras Şamra höyüğünün katları olan II. ve I. katmanlar da M.Ö. 2. binyıla yani Hitit ile Assur Ticaret Kolonileri Dönemi’ne denk gelmektedir.
Ras Şamra; ılıman Akdeniz iklimi sayesinde Suriye'nin iç bölgeleri gibi kurak olmayıp bol yağış alan ve bunun sonucunda da verimli toprağa sahip bir coğrafyada yer almaktadır. Bundan kaynaklı antik çağlarda üzüm ve zeytin yetiştiriciliği gibi tarımsal faaliyetlerde de gelişme gösterir. Yakınındaki dağdan elde ettiği orman zenginliği ile de bu uygarlık ahşap ve ahşap oymacılığında gelişme göstermiştir. Ancak asıl zenginliğinin ve gelişmişliğinin altında yatan ana etken kuşkusuz coğrafi konumudur. Çünkü burası Kuzey Suriye'nin tek önemli limanıdır ve Lübnan ile Filistin sahil kentlerinden daha büyük bir hinterlanda sahiptir. Ayrıca Mezopotamya'dan başlayarak Halep, Kargamış ve Emar üzerinden gelen yolların doğal son durağını oluştururken Kıbrıs aracılığı ile de Ege dünyasıyla kolay bir iletişim noktasını meydana getirir.
Özellikle 2. binyılın ortalarından itibaren ticaret ve uluslararası diplomaside Yakın Doğu'yu da içine alan atılımları sonucu, Ugarit Bölgesi, gerek kara gerekse de deniz yolu ile Mısır'ı Hitit İmparatorluğu'na, Mezopotamya'yı da Miken Uygarlığı’na bağlayan geniş bir alışveriş ağının merkezi konumuna gelmiştir. Bu bölgede M.Ö. 8. binyılda bir köy kurulmuş ve bu köyün yerini M.Ö. 3. binyıla doğru bir kent almıştı. En güzel konutların, Tanrı Baal ile Tanrı Dagan'a adanan büyük tapınakların ve yaklaşık bir hektarlık alan kaplayan krallık sarayının inşa edildiği 15. yüzyıl, kentin en parlak dönemi olmuştur. Kenan diline yakın bir lehçeyle konuşan Sami’lerin yaşadığı Ugarit kenti; Mısır, Hitit, Hurri ve Mezopotamyalı tüccar, memur ve askerlerin yollarının kesiştiği bir ticaret alanıydı. Ancak bağımsızlığına sahip değildi. Diğer Kenan siteleri gibi zamanın dev imparatorlukları arasında sıkışmış ve hepsine bağlılıklarını bildirmişti. Ugarit, M.Ö. 1299'da Kadeş'te II.Ramses'le karşı karşıya gelen Hitit kralı Muvatalli'ye asker sağlamış, fakat aynı dönemde kendi sınırları içinde yaşayan Mısırlıları rahatsız etmekten de kaçınmıştı. Ticaretteki usta manevralarıyla da bu alanda ne denli becerikli olduğunu gösteriyordu Ugaritliler. Akdeniz'in tüm ürünleri, ihraç edilen Lübnan kerestesi, denizcilerin dönüşte getirdiği maden cevherleri ve köleler de Ugarit’ten geçiyordu. Kendine özgü bir alfabe geliştiren bu kentte, Doğu'da kullanılan bütün dillerde yazılır, bilim adamları Sümer metinlerini kopya eder, yazıcılar Kenan ülkesinin mitolojik ve edebi metinlerini Ugarit diline aktarırdı.
Ugarit ticaretindeki ana mal grupları, ithal malların yerel gemi endüstrisi ürünlerini de içine almış ve bol miktarda fildişi kakma, tekstil, yağ ve şarap imal ediminden oluşmuştu. Ayrıca bu kent nadide bulunan mücevherlerin ve metallerin, Kıbrıs'tan bakırın, İran'dan ise kalayın transfer olduğu bir merkez konumundaydı. Burada yerel bir mal olan hububatın ise ticari olarak pek öneminin olmadığı görülmektedir. Ayrıca kazılar sonucunda tacir bir sınıfın varlığı tespit edilmiş, birçok evde ticari aktivitelerin gerçekleştirildiği ve yüksek rütbeli kişiler tarafından yönetilen uluslararası ticari firmaların olduğu görülmüştür. Aynı zamanda kraliçelerin de bu faaliyetlerde yer aldığı bilinmektedir.
Ugarit kenti, M.Ö. 3. binyılın sonlarından itibaren Mısır'la ticari ve dostani ilişkilerini geliştirmişti. İlk Tutmosis hanedanı firavunlarının Asya İmparatorluğu’nu genişletmeye başlamasıyla Ugarit, Mısır'ın ulaşabildiği alanın en kuzey ucunda olmasına rağmen herzaman, Mısır'a bağımlı bir kent kimliğinden çok, ticari bir ortak kimliği ile kendini gösterir. M.Ö. 1350'ye gelindiğinde önemli bir ticari merkez olan Ugarit, artık Hitit denetimine geçer. Ancak bu durum Ugarit kentinin ticari konumu ve barışçıl tutumunu değiştirmez. Çünkü bu dönemde Ugarit kenti gerek Mısır gerekse de güneyindeki Suriye-Filistin sahilleri boyunca ticari faaliyetlerini sürdürmüş ve bu bölgelerle bağını koparmamıştır. Zaten Hitit politikasına göre Hitit’e bağımlı bölgeler, Hitit hükümdarının koruması ve gözetimi altında görülüyordu. Bu nedenle de Hitit’in kurduğu ilişkiler daha çok yönetsel anlamda olup, iç ilişkileri düzenleyici ve kendisine bağlı kalındığı sürece, sadık prenslerin ek kazanımlarla ödüllendirileceği bir anlayış üzerine kurulmuştu. Nitekim Hitit hükümdarı Şuppiluliuma, M.Ö. 1350'lerde Ugarit Kralı II. Nikmadu'ya şunları yazmıştı:
" Sen Nikmadu, eğer efendin Büyük Kralın sözlerini dinlersen ve ona sadık kalırsan, efendin Büyük Kralın sana bahşedeceği lütufları da göreceksin. "
Ticari becerilerinin yanında, Hitit ve Mısır yetkililerine karşı politik cambazlıklarıyla da tanınan Ugarit, M.Ö. 13. yüzyıla gelindiğinde, Hitit egemenliğindeki çok önemli ve zengin bir vasal şehirdi. Ancak Ugarit'in yıkımı bu zenginliği de beraberinde götürmüştü. Bu yıkılışın sadece Ugarit'i etkilemediği, Anadolu, Suriye, Filistin, Yakın Doğu ve Mısır 'a dek uzanan bir etkileşim sürecini de beraberinde getirdiği görülür. Çünkü M.Ö. 1200 'lerde, yeni yurt bulma amacını güden ancak daha sonraları bir yağma hareketine dönüştüğü anlaşılan denizden gelen halklar, yukarıda sayılan coğrafi bölgelerde gerek siyasi gerekse de ekonomik, kültürel ve teknolojik birçok değişimin de nedenini oluşturmuşlardır.
Ugarit'in yıkılışı arkeolojik olarak ispatlanırken M.Ö. 13.yüzyıl sonu ve 12. yüzyıl başlarına tarihlenen bir yazıtta da bu durum görülmektedir. Yazıtta, düşman bir gemiden olan kişilerin Ugarit kentini yağmaladığından bahsedilir. Aslında deniz kavimlerinin Ugarit'ten daha önce saldırdığı Alashiya (Kıbrıs), Ugarit'e bu saldırıyı bildirse de, Ugarit ordusunun askeri yardım için Hitit İmparatorluğu'na gönderilmesi nedeniyle kendini savunamadığı (bir fırının içinde bulunan tabletlerden de anlaşıldığı üzere) görülmektedir.
Arkeolojik buluntular sonucunda Ugarit'in, M.Ö. 12. yüzyıl başlarında tahrip edildiği ve M.Ö. 5. yüzyıla dek yerleşilmediği anlaşılır. Ugarit devletinin ikinci önemli şehri olan Ras Ibn Hani'de aynı biçimde tahribe uğramış ancak bu şehire de yeniden yerleşilmemiştir.
Kuzey Suriye kent devletlerinin en önemlilerinden biri olan Ugarit kenti, yukarıda değinilen ticari önemi ve faaliyetlerinin yanı sıra birçok alanda da kendini göstermiştir. Gelişmiş mimari yapısı, kendine özgü dili ile yazısı, ahşap ve ahşap oymacılğındaki becerileri, mitolojisi, tanrıları, cam işçiliği ve müziği ile de ayrı bir özgünlüğe sahiptir.
Ras Şamra Höyüğü yaklaşık 22 hektarlık bir alanı kapsar ve bu alan üzerinde kentin surları, yol sistemi, görkemli sarayı, tapınak ve seçkin mahalleleri ile iskan alanlarını görmek mümkündür. Burada önemli bir mimari unsur olarak karşımıza çıkan saray yapısı, beş avlunun etrafında yer alan yüz kadar odadan oluşmuş 6000 metrekareyi bulan oldukça büyük bir mimari yapıdır. Bu sarayda beş önemli arşiv ortaya çıkarılmıştır. Bu arşiv, uluslararası içerikli belgelerin korunduğu " güney arşivi " , Hitit kralları ile yapılan anlaşmalar, siyasi ve diplomatik yazışmalardan oluşmaktadır. Orta Tunç Çağı’ndan itibaren Suriye saray mimarisinin karakteristik özelliklerinden biri olan, kral mezarlıklarının kral ikametgahı ile birarada bulunması da sarayın diğer ayırt edici özelliği olarak karşımıza çıkar. Ayrıca sarayda atık su toplama sistemi gibi bir alt yapının bulunduğu da tespit edilmiştir.
Höyükte, Orta Tunç Çağı’ndan kalan iki tapınak kompleksi dikkat çeker. Bunlar, Baal ve Dagan Tapınakları’dır. Baal Tapınağı’nın içinde bulunan adak nitelikli gemi demirlerine bakılarak, Ugarit denizcilerinin bu tapınağa özel bir saygı gösterdikleri düşünülmektedir. Hatta Baal Tapınağı'nın denizden bakıldığında, çok uzaklardan dahi görülebildiği de yapılan öneriler arasındadır.
Ugarit kentinin, akropolün kuzeyinde uzanan alçak bölgesi ve güney kısmının tamamından oluşan bölümü, iskan alanlarını ve mütevazi evlerden oluşan semtleri içermektedir. Bu semtlerde sarayda çalışan seçkin kişilerin ve meslek gruplarının yanı sıra, metinlerde belirtilen kırk kadar sınıf ve meslek grubu da ikamet etmekteydi. Bu semtlerde, saraydakinin aksine herhangi bir kanalizasyon sisteminin bulunmaması dikkat çekicidir. İntremual olarak yapılan gömüler ise, Yakın Doğu'nun diğer bölgelerinde sık rastlanmasa da Ugarit ev mimarisinin bir özelliği olarak karşımıza çıkar.
Ugarit denilince akla ilk gelen unsurlardan bir diğeride kendine özgü bir dili ve yazısının olmasıdır. Yapılan kazılar sonucunda, yaklaşık M.Ö. 14. yüzyıla tarihlenen ve sayısı bini aşan kil tablet bulunmuştur. Bu tabletlerde en çok iki dile rastlanır; Akadça ve Ugaritçe... Bu tabletler dört aşamalı bir işlemden geçirilmekteydi. Önce şekillendirilir ve düzleştirilirler, daha sonra da yazının niteliğine bağlı olarak ön hazırlık ( resmi yazılar için silindir mühür baskı ) yapılırdı. Mitolojik yazılar için ise tablet bir sicimle kolonlara ayrılır ve böylece yazı çizime hazır olurdu. Tabletler genelde doğal kurumaya bırakılırken, çok nadir olarak da ateşte pişirilmekteydi. Yönetsel yazılar küçük listeler halinde genelde 10x5 cm.lik tabletlere yazılırdı. Sümer-Babil çivi yazısına dış görünüşleriyle benzeyen, fakat alfabetik olan bu yazıda sadece otuz işaret vardır ve bir de kelime ayracı kullanılmıştır. Bu işaretler daha geç dönemlerde ortaya çıkan, İbrani ve Fenike alfabelerinde olduğu gibi, sadece sessiz harflerle ifade edilen harfleri yansıtırlar. Ancak Ugarit alfabesinde üç tane de sesli harf kullanılmıştır.
Ugarit alfabesinin yüzlerce işaret yerine otuz kadar harften oluşması bu dilin öğrenilmesini kolaylaştırmış ve daha çok insan tarafından kullanılmasını sağlamıştır. Bunun nedeni ise Ugarit’te yazının Mısır ve Mezopotamya gibi genelde dine değil, ticarete yönelik olmasıdır. Her ne kadar işaretler çivi yazısıyla benzerlik gösterse de soldan sağa ve stylus ile kil üzerine yazılmalarından başka hiçbir ortak yanı yoktur. Ancak yazı, mitolojik betimlerde olduğu gibi iki kolonu geçmişse tabletlerin diğer tarafı ters yönde yazılmaktaydı.
Ugarit'te, Ugarit dili ve Babilce yazılmış ekonomik içerikli belgelerin yanısıra iktisadi ve hukuki içerikli özel arşivler, teoloji çalışmalarına kaynaklık eden mitolojik ve ayinleri anlatan metinler de bulunmuştur. Bir Batı-Sami dili olan Ugaritçe ve alfabesi, Charles Virrolleaud ile Edouard Dhorme'nin çalışmaları sayesinde kısa zamanda çözülmüştür.
Bronz çağının ortalarında, özellikle Akdeniz kıyı bölgelerinde bronz üzerine kaydadeğer endüstriyel çalışmalar göze çarpar. Ugarit bu alanda adından bahsettirmiş olsa da veriler ancak Geç Bronz Çağına dek aydınlatılabilmiştir. Metalleri karşılayan terimlerin Ugarit’in yerel sözlüğüne de yerleşmiş olması, bu uygarlığın metal ticaretinde de kendini gösterdiğinin bir kanıtıdır. Örneğin tlt (bronz), brr (teneke) sözcükleri metalürjinin yerel kültüre etkisini yansıtan işaretlerdir. Altın ve gümüşün Ugarit dünyasındaki yeri işçilerin tanrısı olan Kothar-wa-Hasis mitolojisinde de görülür. Bu mitolojide tanrı Baal için binalar, altından saraylar ve gümüşten evler yapıldığından bahsedilir. Ayrıca Geç Bronz Çağı’na ait değerli metallerle süslenen bronz eserlerde de tanrı Baal’in adı geçer. Dikkat çekici bir başka buluntu ise bir balta ucudur. Törenlerde kullanıldığı düşünülen bu balta ucu üç metalden (bakır, altın, demir ) oluşur ve Ugaritli işçilerin işçiliği hakkında bilgi verir. Hatta bu işçilerin çalıştığı şehirler krallık boyunca bir yaygınlık gösterir ve metal işçilerinin ait olduğu sosyal sınıf ‘‘ kralların adamları ’’ olarak adlandırılırdı. Ugarit metinlerinde geneli Semitik kökenli olan yirmi kadar metal işçisinin adı yer almakta ve bu merkezde metal işçiliğinin saray endüstrisi ile de ilintili olduğu anlaşılmaktadır.
Yönetsel yazılar, metal hammaddelerinin hem dolaşımı hem de kullanımı hakkında bilgi verirken diğer buluntu toplulukları da yine bu konularda ki bilgileri desteklemektedir. Örneğin metal ticaretinde Minet el-Beida’daki buluntular sonucu Mısır, Hitit, Ege ve Mezopotamya ile ilişkiler açıklığa kavuşmuş, Akropolis’te geçen bir av sahnesinin işlendiği altın tabaktaki ikonografiler sayesinde de kültürün yayılım alanı gözlenebilmiştir. Yine Kamid el-Loz ve Tell el-Ajjul gibi uzakta olan yerleşimlerde ortaya çıkarılan kadınsı figürlerle donatılmış, şematik motif ve yıldız motifleriyle süslenen kolyeler, bu kültürün yaygın etkisinin bir sonucudur. Kıbrıs ise bu dönemde Ugarit’e bakır sağlayan önemli bir merkezdir ve burada işlenen madenlerin Ugait’e satıldığı anlaşılmaktadır. İnek derisine sarılmış külçe formundaki bakır ise, Akdeniz’deki uluslararası ticaretin bir objesi olarak karşımıza çıkar. Hatta bu ticaret Mısır’daki rölyeflere de yansımıştır. Bu külçelerin bulunduğu yerler arasında Girit, Kıbrıs, Uluburun ve Cape Gelidonya’nın Türkiye sahillerini sayabiliriz. Arşivlerdeki mektuplar, Ugarit Krallığı’nın işlenmiş metal nesneler ihraç ettiğini gösterirken, bunların işleniş ve teknikleri hakkında bilgi vermemektedir.
Camdan yapılmış objelerin üretimi, Ugarit’te sanat eserlerinin bir endüstri oluşturmasında etkili olmuştur. Burada görülen Mısır mavisi, cam ve kilden yapılan seramiğin üzerine cam geçirilerek oluşturulan objeler Erken Bronz Çağı’nı göstermektedir. Bu çağ boyunca, faicence (işlenmiş ve parlatılmış toprak mallar), cam ve Mısır mavisinin üretimindeki tekniklerde gelişmiştir. Böylece kalite ve nicelikte bir gelişme yaşanır. Üstüne cam geçirilerek yapılan seramiklerin de M.Ö. 2. binlerde yapılmaya başlandığı ve ana maddesi kil olan bir bileşikle oluşturulduğu anlaşılmaktadır. Bunlar Ugarit’te vazo formunda sadece yirmi tane bulunabilmiştir.
Ugarit sanatının kozmopolitik doğası ve tarzındaki çeşitlilik çevre bölgelerle olan ilişkisini de ortaya çıkarır. Örneğin Mısır ile Ege bağlantılı formların yanında Akdeniz’in ve az da olsa Mezopotamya’nın doğu sahillerinin karakteristik özellikleri Ugarit cam işçiliğinde kendini göstermiştir. Özellikle faicence içinde hayvan şeklinde vazolar ve üzerine cam geçirilmiş seramik şişeler Kıbrıs’ta bulunanlarla büyük benzerlik taşır. Ege Denizi’nden Mezopotamya veya İran’a uzanan etkileşim ise kadehler, çiçek taçları ve camla dekore edilen kolyelerde kendini gösterir.
Ticaret ve zanaat faaliyetlerinde kendine ait bir özgünlüğü yaratan Ugarit kentinin; köy ve kent şebekeleri, çeşitli merkezler arasındaki faaliyetlerinin dağılımı, bölgenin iktisadi ve idari organizasyonu gibi konuları yazılı kaynaklardan yola çıkılarak açıklanmaya çalışılsa da çevresinin arkeolojik araştırmalarının henüz tamamlanmaması nedeniyle uzun süre daha araştırılması gereken unsurları içermektedir.
KAYNAKÇA
- J.L.Huot, J.P.Thalmann, D.Valbelle, Kentlerin Doğuşu,İmge Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2000.
- Kuhit, Amelie, The Ancient Near East, c-3000-330 BC, Volume One.
- Klengel, Horst, Syrıa, 1992.
- Near Eastern Archeology, Vol 63, No 4, Dec. 2000.
- Bilim Teknik, Fenikeliler, shf. 90-94, Şubat 2001.
- http://mezopotamya.tripod.com/
- http://www.arkeolog.org
- http://www.homsonline.com/Citeis/Ugarit.htm
- http://www.shunya.net/Text/Ugarit/Ugarit.htm
- http://www.bible.org/docs/ot/topics/baal.htm
- http://members.bellatlantic.net/~vze33gpz/canaanite-faq.html
- http://www.sevivon.com/tarih/sevivonpost/volume1/vol1no8syf4_1.htm
- http://www.arkeolog.netteyim.net/arkeo/denizkavimi/2.htm
- http://www.arkeolog.netteyim.net/arkeo/denizkavimi/5.htm
- http://homepages.ed.ac.uk/ugarit/rsintro/intro001.htm
DOKUMACI KARINCALAR
Dokumacı karıncalar Afrika'nın yağışlı ormanlarında yaşarlar. Bu karıncaların özelliği yuvalarını diğer hemcinsleri gibi toprak altında değil de ağaçların tepelerinde yaprakları kullanarak yapmalarıdır.
Karıncalar ilk aşamada yerleşmeyi planladıkları ağaç üzerine dağılırlar. Ağacın yuva yapacakları bölgesini tespit ettikten sonra süratle işe koyulurlar. Kullanacakları yaprakları kenarlarından bükerler. Yaprakları biraraya getirmek için, birbirlerine kenetlenerek asma köprüler oluştururlar. Zincirin en başındaki, yaprağı ucundan yakalar ve kendine kenetlenen ikinci karıncaya uzatır. Bu nakil işlemi, yaprak ucunun en son karıncaya ulaşmasına ve iki yaprağın üst üste gelmesine kadar sürer.
LARVADAN DİKİŞ MAKİNESİ OLUR MU?
Birkaç karınca ayak ve ağızlarıyla yaprakların kenarlarını tutarken diğerleri de kuluçka yuvasından yarı gelişmiş larvalar getirir.
Larvalar ağız salgılarıyla birlikte mekik vazifesi görecektir. Yetişkin karıncalar larvaları yaprak kenarlarına bastırınca larvaların ağ salgı bezleri çalışmaya başlar. Karıncalar yapraklar birbirine sımsıkı tutununcaya kadar larvaları bir dikiş iğnesi gibi ileri getirip götürürler.
Alıntıdır.
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...