20 Nisan 2022 Çarşamba

AKREP

 AYAKLAR

Ayaklarındaki alıcılar hayvanın her türlü hareketi, sesi ve titreşimi algılamasını sağmaktadır. Bu alıcılar o kadar hassastır ki, akrep, yakınındaki bir canlının kumda neden olduğu titreşimleri, saniyenin 1/1000'i kadar bir sürede algılıyabilir.

 

BEYİN

Başından kuyruğuna kadar uzanan 15 sinir düğümünden oluşan bir beyin yapısına sahiptir. Beyinin bu yapısı hayvanın süratli karar alma, refleks ve gerekli emirlerin organlara ulaştırılması için büyük bir avantaj sağlar.

 

ZEHİRLİ MIZRAK

Akreplerin bazen insanı bile öldürecek derecede olan kuvvetli zehirleri vücutlarının arka tarafında bulunan mızrakları vasıtasıyla düşmanlara aktarılır.

 

KISKAÇLAR

Akrebin kıskaçlarının görevi, kurbanlarını iğnesiyle sokmadan önce etkisiz hale getirmektir. Ayrıca kıskaçlar vasıtasıyla kumu kazıp yer altına gizlenebilirler.

 

GÜÇLÜ ZIRH

Vücudunu bir zırh gibi saran kabuğu, onu yalnız düşmanlarından değil, radyasyondan bile koruyacak kadar dirençlidir. İnsan vücudunun radyasyona direci 600 rads dolayındadır. Oysa akreplerde bu direnç 40-150 bin rads'a kadar yükseliyor.

 


CİĞERLER

Karınlarında sekiz adet nefes deliği bulunur. Bunlardan sadece biri açık olsa bile hiç zorlanmadan nefes almaya devam eder. Güçlü ciğerleri sayesinde iki gün suyun altıda rahatlıkla kalabilir.

 

KARIN BÖLGESİ

Dişi akrebin karnı tarak adı verilen çok duyarlı organlarla kaplıdır. Bunlarla toprağın sertlik düzeyini tespit eder ve yumurtaları bırakmak için en uygun yeri belirler.

 

Alıntıdır.

19 Nisan 2022 Salı

ÇINGIRAKLI YILAN

 Bu yılan türünün başının ön kısmındaki yüz çukurlarında bulunan ısı algılayıcılar, çevresindeki avın vücut sıcaklığının neden olduğu infrared ışınını saptar. Bu saptama, ortam sıcaklığındaki 1/300'lük bir derece artışını tespit edebilecek kadar hassastır. Yılan, koku alma organı olan çatal dilinin yardımıyla, koyu karanlıkta yarım metre ilerisinde yere çömelmiş hareketsiz bir sincabın durduğunu anlayabilir. Avının yerini hatasız tespit eden yılan önce ona sessizce sokulur, saldırı mesafesine girer, ardından boynunu yay gibi gerer ve avının üzerine büyük bir hızla atılır. Bu sırada 180 derece açılabilen güçlü çenesindeki dişlerini avına geçirmiştir bile. 

Tüm bunlar, bir otomobilin yarım saniye içinde sıfırdan 90 km/saat hıza erişmesi ile eşdeğer bir süratte olup biter. Yılanın, avını etkisiz hale getirmek için kullandığı en büyük silahı olan 'zehir dişleri'nin uzunluğu 4 cm kadardır. Bu dişlerin içi oyuktur ve zehir bezlerine bağlıdır. Bez kasları, yılan ısırdığı anda büzülür ve zehiri önce diş kanalına, oradan da avın cilt altına basınçla püskürtürler. Yılan zehiri, ya avın, merkezi sinir sistemini felce uğratır ya da kanını pıhtılaştırarak ölümüne neden olur. Bazı yılanların 0.028 gramlık zehiri, 125.000 fareyi öldürecek kadar güçlüdür. Zehir, avın yılana bir zarar vermesini engelleyecek kadar çabuk etki eder. Artık yılanın yapacağı iş, felce uğramış avını son derece esnek olan ağzıyla yutmaktır. 


Alıntıdır.


TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 4

 


ADSIZ/ATSIZ HANlM  (KÖTÜLÜK TANRlÇASI)


Kötülükler yapar, adı olmadığı için bu kötülükleri kimin yaptığı bilinmez. Adı olmayan kötülük, bu aleme değil farklı bir evrene, başka bir boyuta aittir. Adsız Hatun'un, Adsızlar'a (henüz kahramanlık gösteremediği için ad alamayan çocuklara) ilişeceğinden ve onlara zarar vereceğinden korkulur. Adı olmayan ruhsal varlıkların diğerlerinden daha tehlikeli olduğu düşünülür. Sibirlerin halk inanışlarında yer alan mitolojik bir kişiliktir.

AFRASYAB/EFRASİYAB


Pers efsanelerinde Türklerin kağanı olarak anılır. Yetenekli bir savaşçı ve komutandır. Turan (Türk) ülkesinin hakanı ve Farsların baş düşmanı olarak tanıtılır. Efsanevi Kral Tur'un soyundan gelir ve torunlarından biridir. "Hanakana'' adıyla bilinen demirden yapılmış 100 sütunlu bir yeraltı kalesinde oturur. Fars Mitolojisi'nde Turan hükümdarlarının en önde gelen arasında sayılmaktadır. Oğullarının adı ise Barsgan ve Barman'dır. Türk kavimleri İran efsaneleriyle tanıştıklarında kendilerini gururla Turan Kralı Afrasyab'ın uyruğu saymışlardır. Örneğin Selçukluların 33 atasından biri olarak kabul edilmiştir. Geçmişte İran ve Ortadoğu halklarının pek çoğu tarafından tanındığı eski metinlerde yazılıdır. Sözcük eski Persçe kökenlidir ve Türkçeyle olan bağlantısı tam olarak kurulamamıştır. Afrasyab'ın Türk efsanelerindeki "Alper Tunga" ile aynı kişi olduğu Divan-ı Lügat-it Türk'te Kaşgarlı Mahmut tarafından öne sürülse de etimolojik verilerle bu iddianın kanıtlanması mümkün değildir.



AĞAÇ ANA


Yerle göğü birbirine bağlayan yaşam ağacı Ulukayını (Beyterek) korur. Bazı Türk boyları ağaçtan türediklerine inanırlar. Örneğin bir boy adı olan "Kıpçak'' kelimesi "ağaç kovuğu" demektir. Annesi, Kıpçak'ı bir adanın ortasındaki ağacın kovuğunda doğurmuştur. Kıpçaklar da onun soyundan türemişlerdir. Aslında ağaç kovuğunun içerisindeki kadın motifinin daha gerçekçi bir anlatım için oluşturulduğu sonraki çağlarda anlaşılmaktadır. Daha eski dönemlerdeyse doğrudan ağaçtan doğma anlayışının var olduğu söylenebilir. Bu da aslında sıradan bir ağaç olmayıp Ulukayın'dır. Çünkü o, tüm yaşamı ve doğurganlığı simgelemektedir. Oğuz Han'ın bularak evlendiği ilk eşi olan kız da efsaneye göre bir ağacın ortasında oturmaktadır. 


AĞAÇ ATA


Bazı Türk boyları, örneğin Uygurlar ağaçtan türediklerine inanırlar. İki nehrin kavşağında bulunan bir adacığın tam ortasında, yan yana duran iki ağacın arasına düşen yıldırımlar sonrasında beş tane çadır belirir. Bu çadırların her birisinin içerisinde birer çocuk oturmaktadır. Bu çocuklar o bölgedeki insanlarca bulunarak büyütülürler. Büyüdüklerindeyse o iki ağaca saygı gösterirler ve bunun üzerine ağaçlar konuşup alkımada (hayır dua) bulunurlar. Daha sonra Uygurların atası olan bu beş çocuğun adları şöyledir: 1. Sonkur Tekin, 2. Kotur Tekin, 3. Oğur (Or) Tekin, 4. Tükel Tekin, 5. Bögü Tekin. Bu isimlerden birisi olan Tükel sözcüğü Türk kültüründeki anlatılarda zaten ağaçtan doğan kişiler için kullanılmaktadır. Bögü Tekin'se Mani dinini Türkler arasında yayan kişidir ve aslında tarihte yaşamış gerçek bir kişi olmasına rağmen ağaçtan doğma efsanesine dahil edilmiştir. Belki de tarihte gerçekten yaşamış olan Bögü Tekin'in adı daha önceden farklı biçimleriyle bilinen bu efsaneye istinaden verilmiştir. Bu ise başka bir olasılıktır. Beş çocuk motifinin Kırgızistan'ın başkenti Bişkek'in eski adı olan Pişbeg'le (Beş Bey) bağlantılı olma ihtimali de vardır. Korkut Ata öykülerindeki Basat adlı kahraman (veya onun ataları) ulu ve büyük bir ağaçtan türemiştir. Dolganların kendilerine verdikleri diğer isim olan Tığa Kihi (Orman Kişi) ise ''Ağaç Adam'' anlamına gelmektedir. Mitolojik olarak ele alındığında ağaçtan doğma motifini bünyesinde barındırır. Terekeme adlı Türk boyunun adının kökeni olan "Terek" (Kavak ağacı veya genel anlamda ağaç) sözcüğü yine bu anlayışla yakından alakalıdır.


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Mardin

 


Mardin

 


SIÇRAYAN ÖRÜMCEK

 Bilindiği gibi, örümcekler, avlanmak için bir ağ örer ve buna takılacak hayvanı beklemeye koyulurlar. Buna karşın, sıçrayan örümcek, diğerlerinin tersine, avına kendisi gitmeyi tercih eder. Avına ulaşmak için çok usta bir sıçrayış yapar. Yarım metre ötesinden geçmekte olan bir sineği, sıçrayarak havada yakalayabilir.

Örümcek, şaşırtıcı sıçrayışını, hidrolik basınç ilkelerine dayanan 8 ayağı ile yapar ve saldırı alanındaki avının üzerine bir anda çökerek güçlü kıskaçlarını avına geçirir. Bu atlayış çoğu zaman bitkiler arasındaki karmaşık ortamlarda gerçekleşir. Hayvan, başarılı bir atlayış için en uygun açıyı hesaplamak, yakalamak istediği avının hız ve yönünü de göz önünde bulundurmak zorundadır.

Daha da ilginç olan, avını yakaladıktan sonra ölmekten nasıl kurtulduğudur. Örümcek ölebilir, çünkü avını yakalamak için atlarken doğal olarak kendini de boşluğa atmaktadır ve bulunduğu yüksek mesafeden (çoğunlukla bir ağacın tepesindedir) yere çakılabilir.

Ama, örümcek böyle bir sonla karşılaşmaz. Çünkü sıçramadan hemen önce salgıladığı ve bulunduğu dala yapıştırdığı iplik, onu yere düşmekten kurtarır, havada asılı tutar. Bu iplik, hem kendini, hem de yakaladığı avını taşıyacak kadar sağlamdır. 

Bu örümceğin diğer bir ilginç özelliği kurbanına enjekte ettiği zehirin, yakaladığı hayvanın dokularını sıvı hale getirmesidir. Çünkü örümceğin besini, avının sıvılaşmış dokularından başka birşey değildir. 


Alıntıdır.


ESKİ HİTİT DEVLETİNİN KURULUŞU: 1.HATTUŞİLİ

 


Devletlerin ilk kuruldukları andaki sınırları dışına iten, başka topraklar üzerinde yayılmaya zorlayan etkenlerin başlıcası büyük imparatorluklar kurma, daha büyük alanları ve daha kalabalık toplumları egemenlik altına alma gibi tutma gibi tutkuların yanında, hiç kuşkusuz ekonomik faktörlerdir. Devlet, ekonomik, askeri, dinsel ve sosyal her alanda örgütlenme demektir. Bu örgütlemeyi yapabilmek ve yürütebilmek ise, tümüyle ekonomik güce dayanır. Tanrılara düzenli kurbanlar adanmasından, kentlerde savunma sistemleri inşa edilmesine değin her şey, devletin maddi varlığı ile orantılı olarak gerçekleştirilebilir. Bu bakımdan, Hitit Devleti de kuruluş evresini tamamlar tamamlamaz, ekonomik gücünü artırmak için zengin alanlara yönelik bir genişleme siyaseti izlemeye çift-dilli olan ve Askeri Yüksek İdare Mahkemesi icraatını konu alan belgesi, bu siyasetin ana ilkelerini saptamaktadır.

1. Hattuşili’nin bu belgesine göre ilk seferler güneydoğu Anadolu ve Kuzey Suriye Bölgesi’ne düzenlenmiştir. Bu alandaki en büyük başarı, Alalah kentinin alınmasıdır. Bugün Hatay ilindeki Tell Açana olan Alalah, Kuzey Suriye kapılarının kilidi durumundaydı. Bu kentin düşmesi ile beraber, daha güneydeki alanlar Hitit kuvvetlerine açılmış oluyordu. Ancak, Anadolu’nun batısı ve Hitit Devleti’nin çekirdeğini oluşturan Kızılırmak kavsi içinde kalan toprakların kuzey ve güneyinde de düşman toplumlar vardı. Belgeden anlaşıldığına göre, 1. Hattuşili güneydoğuya yönelince, Anadolu Yarımadası’nın güneybatısına lokalize edilen Arzawa Hititler’e karşı gelmiş, bu kez kral o yöne yürümek zorunda kalmıştı. Bu durumda ise, güneydoğuda ele geçirdiği topraklarda kıpırdanmalar başlamış ve Hititler iki ateş arasında kalmışlardır; öyle ki, belgedeki anlatımla ülkelerin tümü Hititlerden kopmuş, geriye yalnız Hattuşa kalmıştı. Ancak Hitit kralı kısa sürede toparlanmayı başarmıştı: Güneş Tanrıçası, gözdesi Büyük Kralı dizlerine oturttu, onun elinden tuttu ve savaşa onun önünde koştu, artık kentler birbiri ardından düşüyor, Büyük Kral bir aslanın pençesiyle yaptığı gibi ülkeleri yeniyordu. Altın ve gümüşün ne başı ne sonu vardı, Hattuşa’yı ganimetle doldurdu... aldığı kentlerin tanrıların altın ve gümüş heykellerini ülkesine getirdi ve onları kendi tanrı ve tanrıçalarının tapınaklarına koydurdu. Büyük Kral, aldığı ülkelerde kadın köleleri de kendi ülkesine getiriyor ve Arinna’nın Güneş Tanrıçası’nın hizmetine veriyordu. Hattuşili’nin en büyük başarısı da belgede şu sözlerle anlatılmaktadır: Fırat Irmağı’nı benden öncekiler hiç geçmemişti. Ben, Büyük Kral, onu yaya geçtim, ordularım da benim ardımdan yaya geçtiler. (Akadlı) Sargon da onu geçip, Hahhu ordusunu yenmişti. Ama, Hahhu’ya kötülük yapmamıştı; kenti ateşe vermemiş, dumanını Gökyüzünün Fırtına Tanrısı’na yükselttim ve Hahhu kralını bir yük arabasına koştum!

Bu metinden de görüldüğü gibi, Hitit genişleme siyaseti öncelikle Kuzey Suriye’ye yönelikti. Önce Alalah, sonra Hahhu ile Haşşu’nun ele geçirilmesi, Hititler’e miktarı hesaplanamayacak kadar çok altın ve gümüş ile içinde insanlar da olan çeşitli zengin ganimetler sağlamıştı. Anı metnin başka yerlerinde, Anadolu içindeki düşmanlara karşı yapılan askeri seferlerde kazanılan ganimetler, sadece koyun ve sığır olarak bildirilmektedir. Şu halde, Hitit kralının neden ısrarla güneydoğuyu topraklarına katmak istediğini anlamak güç değildir. İlgi çekici bir başka nokta yenik düşen ülkelere ait tanrı heykellerinin Anadolu’daki tapınaklara taşınmasıdır. Tanrı heykelleri sadece maddi değerleri bakımından götürülmemiştir; eğer böyle olsaydı, bunlar eritilip, başka eşyaların yapımında kullanılırdı. Bunlar, Hititlerin kendi tanrılarına ait tapınaklarda kutsanıyor ve böylelikle Hitit pantheon’u dediğimiz tanrılar topluluğunun birer üyesi oluyorlardı. Bu olay bize, ileriki bölümlerde değineceğimiz gibi, Hititler tarafından kutsanan tanrıların neden fazla olduğunu göstermektedir. Belgedeki diğer önemli bir nokta, Hattuşili’nin Fırat Irmağı’nı geçmekle övünmesidir. Hitit kralı Fırat’ı kendinden önce geçen Akadlı Sargon’dan söz etmektedir. Bu, Hititler’deki tarih bilincini kanıtladığı kadar, Sargon’un bütün Ön Asya’da nasıl yaygın bir efsane kahramanı halini almış olduğunu da göstermektedir.

Hattuşili’nin güneydoğudaki askeri faaliyetleri başka tabletler üzerinde de anlatılmaktadır. Bunlar, gerçi küçük ve kırık parçalar olmasına karşın bu bölgeye Hititler tarafından verilen önemi belirtmeye yeterlidir. 

Hitit genişleme siyasetinin uygulanmasının pek kolay olmadığı, toprakların genişlemesi ile birlikte, askeri ve yönetim kademelerinde görev yapanların zaman zaman ihmaller ve yanlışlar yaparak, Hitit çıkarlarına zarar vermeleri yüzünden cezalandırılmalarını konu alan metinlerden belli olmaktadır. Urşu adlı kentin sarılması ve düşmeye zorlanması sırasında görevlilerin, Hattuşili’ye ihanetleri ve bu gibilerin, düşmanların yandaşları durumunda olan Karkamış, Halpa (bugün Halep) ve Hurriler tarafından nasıl desteklendiği, bir tablette çok açık dile getirilmektedir. Yukarıda ana çizgilerini verdiğimiz ve Hattuşili’nin vasiyetnamesi niteliğini taşıyan belgede, bu kral zamanında iç siyasette de her şeyin iyi gitmediği, tahta geçmek için bazı prens ve prenseslerin daha komploların içine girdiği, belirgin biçimde ortaya konmaktadır. Ancak bütün zorlulara karşın, devletin esasları ve özellikle dış siyasetinin ilkeleri Hattuşili döneminde saptanmış oluyordu.


Alıntıdır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak