8 Şubat 2022 Salı

Enuma Eliş

 




Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu. Baba Apsu ortaya çıktı ve tatlı suların efendisi oldu, Ana Tiamat ortaya çıktı, tuzlu suları yönetti ve her iki su birlikte aktılar, Onların oğlu Mummu, suları kaplayan sislerin içindeydi. Ne yukarıdaki gökler ne de yeryüzü henüz ortaya çıkmamıştı. Suların üstünde henüz ne bataklık ne de otlak araziler vardı. Ve henüz kamışlardan örülmüş barınaklar yapılmamıştı.

Daha sonra, Apsu'nun tatlı, Tiamat'ın tuzlu sularının içinde Anşar ve Kişar şekillenmiş ve sulardan dışarı çıkmışlardı. Zamanı gelince, Anşar ve Kişar, göklerin tanrısı olan Anu'nun ana babası oldular. Buna karşılık Anu, Ea'nın babası oldu. Onlardan daha akıllı, daha anlayışlı ve güçlü olduğundan, sihir kullanmada çok yetenekli olduğundan, Ea, hem babasını hem de büyükbabasını geçti. Yeryüzü tanrısı oldu, büyük tanrılar arasında rakibi yoktu.


Genç tanrılar bir araya geldiler ve çok güzel zamanlar geçirdiler. O kadar başına buyruk idiler ki bu, Tiamat'ı rahatsız etti ve taşkınlıkları onu gücendirdi. Zaman geçtikçe Ana Tanrıça onların davranışlarından nefret etmeye başladı, fakat onlara nasıl davranması gerektiğini de bilemedi. Apsu'dan onlarla konuşmasını istedi, fakat genç tanrılar Apsu'yu dikkate almadılar.


Apsu, Tiamat ve Mummu, sorunu tartışmak için bir araya geldiler. Apsu şöyle konuştu: "Tanrıların davranışlarına tahammül edemiyorum! Gece ve gündüz hiç durmadan yaygara yapıyorlar ve hiç uyuyamıyorum. Umutsuzca huzura ve sessizliğe ihtiyacım var. Eğer benim ricalarımı dinlemezlerse, gürültülerini, yapabileceğim tek şekilde, yani onları yok ederek durdurmak zorunda kalacağım."


Kocasının sözleri Tiamat'ı sinirlendirmişti, şöyle yanıt verdi: "Apsu neler hissettiğini çok iyi anlıyorum. Biliyorsun ben de aynı sorundan yakınmıştım. Ama yine de senin çözümün çok zalimce! Kendi yarattığımız çocukları mı yok edeceğiz? Davranışları kaba ve oyunları çok can sıkıcı, fakat yine de anlayışlı olmayı denemeliyiz."



 Mummu, Apsu'yu destekledi ve "Tiamat’ın bu konudaki fikirlerini dikkate almamanızı öneriyorum" diye tavsiyede bulundu. "Planınızı uygulayın ve otoritenize karşı geldikleri için tanrıları yok edin. Gece ve gündüz, emirlerinize karşı itaatsiz lik ediyorlar ve davranışları sizde huzur bırakmıyor." Muinimi'nun düşüncesini duyduğu zaman, kafasındaki şeytani planı beğendiği için, Apsu'nun yüzü şevkle doldu.

Genç tanrılar, Apsu ve Mummu'nun kendilerine karşı olan komplosunu çabucak öğrendiler. Haberi ilk duyduklarında ağladılar, daha sonra kaderlerine karşı gelmenin bir yolunu bulamamanın çaresizliğiyle sustular.


Ancak tanrıların en akıllısı, en zekisi ve en hünerlisi olan Ea, Apsu ve Mummu'nun planlarını bozmanın bir yolunu buldu. Önce tanrıları koruyacak büyülü bir daire oluşturdu ve onları güvenli bir şekilde içine yerleştirdi. Sonra Apsu'nun derin sularına doğru, onu derin bir uykuya daldıracak, Mummu'yu da güçsüz bırakacak bir büyü okudu.


Daha sonra Ea, Apsu'yu zincirlerle bağladı, başındaki tacı ve ışık halkasını aldı ve kendi başına yerleştirdi. Krallık simgelerini aldıktan sonra Apsu'yu Öldürdü. Sonra da Mummu'nun burnunun içinden geçirilmiş bir iple, onu, her istediği yere çekip götürecek şekilde bağladı.


Düşmanlarının üstesinden gelince Ea, Apsu'nun ve onun emrindeki tatlı suların üzerine yerleşti. Orada, suların derinliklerinde karısı Damkina ile huzur içinde yaşadı. Görkemli evi, kaderlerin evi haline gelirken, kutsal odası da talihin odası olmuştu.


Nihayet Ea ve Damkina, bütün tanrıların en yeteneklisi ve akıllısı olan Marduk'un ana babası oldular. Tam bir yetişkin olarak doğmuş olsa da, tanrıçalar doğduğu günden itibaren Marduk'u beslediler ve onu korku veren bir görüntüye büründürdüler. En baştan beri Marduk, doğal bir önder görüntüsündeydi ve Ea, oğlunu görür görmez baba yüreği memnuniyetle doldu. Ea, Marduk'u, görünüş ve güç bakımından diğer bütün tanrılardan üstün olacak şekilde çifte tanrı yaptı. Marduk'un yüzündeki ışıklar saçan dört adet göz her şeyi görmesini sağlıyor ve dört adet geniş kulak her şeyi duymasına yardımcı oluyordu. Marduk dudaklarını ne zaman oynatsa ağzından ateşler saçılıyordu.


Ea, "Oğlumuz göklerin güneşidir" diye bağırıyordu. Gerçekten de Marduk'un başındaki on tane tanrı halesi öylesine parıldıyordu ki, ışınların parlaklığı korkunç bir görüntü oluşturuyor, kendisine bakanlara dehşet kadar huşu da veriyordu.

Bu arada Anu kuzey, güney, doğu ve batı rüzgârlarını yarattı ve bu şiddetli rüzgârlar, Tiamat'ın sularını şiddetle karıştırdı. Bazı tanrılar bu fırtınalardan acı çekip huzur bulamayınca, kalplerinde kötülük duyguları oluştu.


Kingu'nun önderliğinde annelerine şöyle dediler: "Ea ve ona yardım eden tanrılar, babamız Apsu'yu öldürdüğünde, sen onlara bunu yapmaları için izin verdin. Şimdi de Anu seni rahatsız eden ve bizi hiç uyutmayan bu korkunç rüzgârları yarattı ve sen yine ona izin verdin. Uykusuzluktan gözlerimiz yorgun düştü. Hiçbir şey yapmadığına göre, görünen o ki bizleri sevmiyorsun! Biraz o tanrıların yok ettiği kocanı ve Mummu'yu düşün! Tamamen yalnız kaldın. Neden kendine gelmiyor ve onlara saldırarak Apsu ve Mummu'nun intikamını almıyorsun? Biz seni destekleyeceğiz."


Tiamat bu cesaret verici sözleri duymaktan çok memnun olmuştu. "Bana iyi bir öğütte bulundunuz" diye yanıt verdi. "Bize yardım etmeleri için canavarlar yaratacağım ve o tanrılara karşı savaşacağız."


İsyankâr tanrılar şimdi kızgınlıklarını ifade etmek için kendilerini özgür hissetmişlerdi. Ayaklanmalarını planlamak için gece gündüz bir araya gelerek görüştüler.

Bu arada Tiamat yenilmez silahlar olarak canavar yılanları yarattı. Gövdelerini kan yerine zehirle doldurdu ve onlara keskin, uzun zehir dişleri verdi. Çok korkunç ejderhalar yarattı ve bakanların dehşetten ölmeleri için, tıpkı tanrılar gibi onların da başına ışık haleleri taktı. Yılanlar bir kez ayağa kalktı mı kimse onlara karşı ayakta duramazdı. Toplam on bir canavar yarattı: Engerek yılanı, ejderha, sfenks, büyük aslan, çılgın köpek, akrep adam, üç güçlü fırtına canavarı, yusufçuk böceği ve kentaur.


Sonra Kingu'yu, isyankâr tanrıların ve canavarların başına kumandan olarak seçti. Ona "Sana büyü yaptım Kingu" dedi. "Sana topluluktaki bütün tanrılara öğüt verme gücü verdim. Sen şimdi üstünlerin efendisi ve benim tek arkadaşımsın. Emirlerin ebedi ve sözlerin daim olacaktır." Sonra da Kingu'nun göğsüne Kader Tabletini astı. 


Böylelikle Tiamat, Apsu'nun intikamını almak için, kendi çocuklarına karşı savaşmak üzere hazırlandı. Hiçbir şeyden korkmayan canavarlar onun çevresinde toplandılar ve yanında yürüdüler. Öfkeliydiler ve savaşa hazırdılar. Tiamat "Zehriniz düşmanlarınızın üstesinden gelsin" diye bağırdı.


Ea, Tiamat ve Kingu'nun tanrılara karşı isyan hazırlıklarını duyar duymaz büyükbabası Anşar'a gitti ve onu savaş hazırlıkları konusunda uyardı. Anşar oldukça kaygılandı: "Ea, Apsu' yu öldürdün, şimdi de Tiamat'ın kuvvetlerinin önünde yürüyen Kingu'yu öldürmelisin."

Ea, büyükbabasını hoşnut edebilmek için elinden geleni yaptı. Ancak Tiamat'ı ve kuvvetlerini görür görmez, kalbi dehşetle doldu ve onları karşılayacak cesareti kendinde bulamadı. Korkaklığından utanarak geri çekildi ve Anşar'a döndü. "Tiamat, Kingu ve Tiamat'ın canavar yılanları asla büyülerime karşılık vermeyecekler" diye bağırdı, "onlar benden çok daha güçlüler."


Bunun üzerine Anşar Anu'ya döndü ve "Sen hem cesur hem de güçlüsün. Tiamat'a karşı çık. Eminim ki Kingu'nun saldırısına karşı koyabilirsin" dedi.

Anu babasının emrine itaat etti ve Tiamat'a karşı yola çıktı. Ama onun dehşetli güçlerini görünce, o da karşı koyacak cesareti gösteremedi. Ea gibi, Anu da utanç içinde geri döndü. "İsteklerinizi yerine getirecek kadar güçlü değilim" diye itirafta bulundu.


Anşar, Anu ve Ea sessizlik içinde oturdular. "Hiçbir tanrı Tiamat ve kuvvetlerine karşı savaşamaz ve hayatta kalamaz" diye düşündüler.


En sonunda Anşar neşeyle bağırdı, "Kahraman Marduk intikamımızı alacaktır. O çok güçlü ve savaşta çok büyüktür. Ea, oğlunu getir."


Marduk onların huzuruna çıktığında, "Kaygılanmayın, ben kalbinizin isteklerini yerine getirebilirim. Her şeyden önce, size karşı gelen bir erkek değil. Tiamat, tüm silahlarına rağmen bir kadın! öyleyse tanrıların babası, neşelen ve mutlu ol. Yakında Tiamat'ın boynunu ayaklarının altına alabileceksin." 


Anşar şöyle yanıt verdi: "Oğlum! Sen tanrıların en akıllısısın. Tiamat'ı kutsal sözcüklerinle sakinleştir. Fırtına arabanı al ve hemen git. Kingu ve Tiamat'ın canavar yılanları seni durduramayacaklardır. Yok et onları!"


Marduk, Anşar'ın sözlerini duymaktan çok mutlu oldu. "Anşar, eğer intikamınızı alacak, Tiamat'ı yenecek ve tanrıların hayatını kurtaracaksam, bütün tanrıları meclise çağır ve üstün kaderimi ilan et! Kaderleri benim sözlerim tayin etsin. Yarattığım her şeyin daim olmasını sağla. Emirlerim ebedi kalsın ve sözlerim daima yaşasın!"


Anşar, danışmanını yanına çağırdı ve şöyle dedi: "Bütün tanrılara Tiamat'ın bize karşı olan isyanından söz et ve onlara, Ea ve Anu'nun başarısızlığa uğradığı yerde Marduk'un nasıl başarılı olacağını anlat. Onlara burada toplanmalarım söyle. İyi şarap ve ekmekle kendimize bir ziyafet çektikten sonra, intikamcımız Marduk'un kaderine karar vereceğiz."


Böylece tanrılar mecliste görüştüler ve Marduk'u yücelttiler. Önce ona, üzerinde oturarak başkanlık yapacağı soylu bir taht inşa ettiler. Sonra "Sen Marduk, sen yüce tanrıların en Önemlisisin. Senin yönetiminin rakibi yoktur ve gökyüzü tanrısı Anu'nun otoritesine sahipsin. Bugünden itibaren mecliste toplandığımızda, senin sözlerin en üstün olacaktır. Senin kararların ebedi olacaktır. Tanrılar arasında hiçbiri senin hükmüne karşı gelmeyecek. Sana tüm evrenin krallığını bağışlıyoruz. Yücelme veya alçalma, yaratma veya yok etme senin elinde olacak" dediler.


Sonra tanrılar Marduk'un önüne bîr giysi getirdiler ve "gücünü kanıtlamak için bu giysiyi gözden kaybet ve tekrar ortaya çıkar. Gücünün büyüklüğünü ortaya koy" dediler.


O zaman Marduk giysiye emretti: "Kaybol!" ve giysi kayboldu. Tekrar emretti: "Ortaya çık!" ve giysi tek parça halinde ortaya çıktı. Tanrılar, onun sözlerinin gücünü gördüklerinde coşkuyla bağırdılar: "Marduk kraldır!.." Ona tahtını, asasını ve tören kıyafetlerini, sonra da düşmanlarına karşı kullanması için benzeri olmayan silahlar verdiler.


"Silahların başarısız olmayacaktır; düşmanlarını gerçekten de yok edeceksin" dediler. "Sana güvenenlerin yaşamlarını bağışla, ama kötü olan tanrıların yaşamalarına izin verme. Şimdi git ve Tiamat'ın hayatına son ver. Rüzgârlar onun kanını gizli yerlere taşısın. Başarılı ve amacına ulaşmış olarak geri dön!"


Marduk kendine bir yay yaptı, ona bir ok taktı ve omuzuna astı. Sağ elinde asasını tutuyordu Sol elinde ise zehiri yok eden bir bitki vardı. Yanında, Tiamat'ı yakaladığında içine sokmak için ağ taşıyordu, önünde yıldırımlar vardı. Gövdesini yakıcı ateşlerle doldurdu. Sonra, Tiamat'ın kaçamaması için, çevresine dört farklı yöndeki rüzgârları yerleştirdi.


Daha sonra Marduk kötü rüzgârı, hortumu, kasırgayı, dört katlı rüzgârı, yedi katlı rüzgârı, siklonu ve benzeri olmayan rüzgârı getirdi ve yedisini birden tuzlu suların tanrısı olan Tiamat'ın içini karıştırmak için gönderdi. Yenilmez fırtına arabasını dört canavardan {Tahrip Edici, Acımasız, Ezici ve Uçucu) oluşan yabanıl hayvanlar çekiyor, görenlerin yüreği dehşetle doluyordu. Marduk arabasına çıktı ve savaşta korku salan Vurucu sağında, en ateşli savaşçıları defedebilecek Dövüş ise sol tarafında yer aldılar. Her iki canavarın da, ucundan zehir damlayan keskin dişleri ve dilleri vardı.


Sonunda Marduk dehşetli bir zırha büründü ve kafasına korkunç ışık halelerini yerleştirdi. Dudaklarına, şeytani güçlere karşı büyülü bir koruma sağlayan kırmızı bir macun sürdü. En sonunda da en güçlü silahı olan tahrip edici yağmur fırtınasını çağırdı. Artık kudurmuş Tiamat'ı karşılamak için her şey hazırdı.


Marduk'un görüntüsü Kingu'nun kalbine dehşet saldı ve aklını karıştırdı. Kingu'nun güçleri Marduk'un parlaklığına karşı gelemedi ve dehşete düştüler.

Sonra Marduk, güçlü silahı tahrip edici yağmur fırtınasını, kızgınlıktan kuduran Tiamat'a karşı kaldırdı ve "Neden böylesine kötü bir savaş başlattın? Kendi çocuklarına saldırıyorsun! Onları sevmiyor musun? Oğullar babalarına karşı savaşıyorlar ve onlardan nefret etmek için bir nedenin yok! Kingu'ya gerçekten hak etmediği bir rütbe bağışladın. Silahlarla donanmış ve güçlerinle sarılı olsan da, seni benimle teke tek savaşmaya çağırıyorum." 


Bu sözler üzerine Tiamat bilincini kaybetti. Bacakları titredi ve bütün sihirlerini kullanarak yüksek sesle bağırdı. Sonra Tiamat ve Marduk teke tek savaştılar. Marduk, Tiamat'ı etkisiz hale getirmek için ağını fırlattı. Tiamat, Marduk'u yakıp yok etmek için ağzını açtığında Marduk onun ağzını açık tutması için kötü rüzgârı yolladı. Diğer rüzgârlar Tiamat'ın gövdesine girdi ve onu iyice genişletip açtı. Daha sonra Marduk yayıyla onu vurdu. Ok midesine girdi, gövdesini yırtıp kalbini parçalayarak onu öldürdü.


Marduk, Tiamat'ın cesedini yere fırlattı ve üzerine çıktı. Tiamat ölünce, onun yanında yer alan tanrılar, kendi canlarını kurtarmak için dehşet içinde kaçtılar. Ancak Marduk'un güçleri onları çembere aldı ve kaçmalarına izin vermedi. Marduk, isyancı tanrıları tutsak etti, silahlarını parçaladı ve onları ağının içine aldı. Sonra onları hücrelere kapattı.


Marduk, Tiamat'ın yanındaki on bir canavarı zincirlerle bağladı ve vücutlarını ezdi. Kingu'yu tutsak aldı, gerçekte hak etmediği Kader Tabletini ondan aldı, mühürledi ve kendi göğsüne bağladı.


Marduk tüm düşmanlarına boyun eğdirdikten sonra, Tiamat'a döndü, bacaklarına bastı ve asasıyla kafatasını ezdi. Kan damarlarını parçaladıktan sonra, kuzey rüzgârı kanı gizli yerlere götürdü. Sonra Marduk, Tiamat'ın cesedini kabuklu bir hayvan gibi iki parçaya ayırdı. Tiamat'ın yarısıyla gökyüzünü kurdu, diğer parçasıyla da yeryüzünü oluşturdu. Tiamat'ın tükürüğüyle bulutları yarattı ve onları suyla doldurdu, ancak rüzgârların, yağmurların ve soğuğun sorumluluğunu kendisi aldı. Tiamat'ın başını yeryüzündeki dağları oluşturacak şekilde yerleştirdi ve Dicle ile Fırat nehirlerinin Tiamat'ın gözlerinden akmasını sağladı.


Sonra Marduk, gökleri yönetmesi için Anu'ya, yeryüzünü yönetmesi için Ea'ya ve gök ile yeryüzü arasındaki havayı yönetmesi için Enlil'e emir verdi. Yılı, aylara ve günlere böldü. Ayın, yani Sin'in, geceleri değişik günleri işaret edecek şekilde parlamasını sağladı. Geceleri Sin'e verdiği gibi, güneşi yaratarak gündüzleri de Şamaş'a verdi.


Evrende düzeni sağladıktan sonra Marduk, yarattığı emanetleri Ea'ya, Kader Tableti'ni Anu'ya verdi ve Tiamat'a yardım eden tanrıları babalarına iade etti. En sonunda Tiamat'ın on bir canavarını, tanrılara karşı ayaklanmanın boşuna olduğunu anımsatacak heykeller haline getirdi.


Anu, Enlil ve Ea'ya dönerek şöyle dedi: "Çok lüks bir ev ve siz göklerden inip meclise katılacağınızda geceyi geçirebileceğiniz bir tapınak inşa edebilecek şekilde toprağı sağlamlaştırdım. Tapınağıma 'Büyük Tanrıların Evi' anlamına gelen Babil adını vereceğim. Tapınağı yetenekli işçiler inşa edecek."

Tanrılar Marduk'a sordular, "inşa edeceğin tapınakta kim yetki sahibi olacak? Yarattığın yeryüzünde kim senin iktidarına sahip olacak? Babil'i sonsuza dek evimiz olacak şekilde oluştur! Birilerinin bizim günlük ihtiyaçlarımızı getirmesini sağla ve biz de daha önce yaptığımız işleri yapmaya devam edelim. Her işte yetenekli olan Ea'nın Babil klanlarını hazırlamasını sağla ve biz de işçi olalım."


Marduk'un kalbi, bu yanıtı duyunca neşeyle doldu. Ea'ya "Kan toplayacağım ve kemikler yaratacağım ve onlardan bir vahşi yaratıp, ona 'insan' adını vereceğim" dedi. "Onun görevi rahat içinde yaşamaları için tanrılara hizmet etmek olacak."


Bilge Ea yanıt verdi: "Tanrıları meclise çağır. Tiamat'a isyan etme fikrini aşılayan tanrıyı bize vermelerini söyle. Bu tanrının ölmesini sağla ve onun kanından insanlar ortaya çıksın."


Marduk, tanrıları topladığında şöyle dedi: "Aranızdan kimin isyanı tasarladığını ve Tiamat'ı ayaklanmaya yönelttiğini yemin ederek açıklayın. Sorumluluğu, utancı ve cezayı üstlenmesi için onu bana teslim edin. O zaman geri kalanlarınız bundan sonra huzur içinde yaşayacak."


İsyankâr tanrılar kendilerini ayaklanmaya teşvik edenin Kingu olduğunu açıkladılar. Sonra onu bağlayarak Marduk ve Ea'nın huzuruna çıkardılar.

Ea, Kingu'yu öldürdü, kan damarlarını parçalara ayırdı ve onun kanından ilk insanları yaptı. Sonra Ea onlara, görevlerinin sadece tanrılara hizmet etmek olduğunu anlattı.

Tanrılar, böylece huzurlu bir hayat sürmek için özgür kalmışlardı. Ama önce Marduk'u onurlandırmak ve kendilerini kurtarmasına teşekkür etmek için, yeryüzündeki evleri olan Babil'i kurmak üzere iki yıl boyunca çalıştılar. Tapınak tamamlanınca tanrılar duvarların arasında toplanıp olayı kutladılar. Sonra Marduk'un kaderi için iyi dileklerde bulunup onu övdüler.


"Marduk tanrılar arasında en üstün olsun ve onları yönetsin" diye bağırdılar. "Yarattığı insan ırkına çobanlık etsin. Onlar için ibadet ayinleri oluştursun: Kurban edilecek yiyecekler, koklanacak tütsüler ve ezberlenecek kutsal sözcükler. Bütün insanlar, günlerin sonu gelene dek Marduk'u övmeyi ve ona saygı göstermeyi unutmasınlar. Tanrılarına hizmet etsinler ve beslesinler, tapınaklarına kusursuz baksınlar. Ülkelerini kalkındırsınlar, türbelerini inşa etsinler ve Ana Tanrıçayı anımsasınlar."


Tanrılar, kutlamalarının sonunda, görkemli başarıları ve işleri nedeniyle onurlandırmak için, ulu tanrı Marduk'un sahip olduğu elli ad ve niteliği ilan ettiler. Son olarak şöyle konuştular: "Önder ve çoban Marduk'u sevindirsinler ki ülkeleri verimli, kendileri zengin olsun. Marduk'un emirleri sabittir, söylediklerini hiçbir tanrı değiştiremez. Aklı çok, sevgisi engindir. Ama Marduk kızınca, kimse gazabı önünde duramaz. Marduk'un emirleri, Tiamat'ı yendiği ve sonsuza kadar sürecek krallığı elde ettiği için hem üstümüzdeki göklerde hem de yeryüzünde her şeyden üstün olsun." 


Hadis-i Şerif

 Abdullâh (r.a.)’dan; Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

– Sizce (rekub) nedir?

– Çocuğu olmayandır, dedik. Resûlullah (s.a.s.):

– (Rekub) o değil. (Rekub), hayatında çocuklarından hiçbiri ölmeyendir” buyurdu. (Yine Resûlullah (s.a.s.) )

– Sizce pehlivanlık nedir? buyurdu.

– Adamların güreşte yenemedikleri kimsedir, dedik. Resûlullah (s.a.s.)

– Pehlivanlık o değil, (pehlivan) hiddet ânında kendine hâkim olandır, buyurdu.

(Müslim, Birr, 106, III, 2014)

Yılbaşı

 



Hayvancı Orta Asya toplumlarında koyun ve at sürülerine yıl kökünden yılkı denmesi, aynı kökten yılsığ sözcüğünün servet anlamına gelmesi, yıl sonunda doğan yavruların serveti oluşturduğunu ve zamanın döngüsel olarak anlaşıldığını ortaya koyar. Germenlerde de yıl ve bolluk tek sözcükle, ar olarak ifade edilirdi. Fransızcada heureux (mutlu) sözcüğü heur’den (talih, baht) gelir, bunun da kökü heure yani Saat’tir.


Bilinen en eski yılbaşı törenleri, Babillilerin Mart ayının sonlarında kutladıkları ve on bir gün süren bahar bayramlarıdır ve yılbaşıyla aynı gün başlar. Romalılar da yılbaşı olarak baharın başlangıcı kabul ettikleri Martın 25’ini benimsemişlerdi. Roma imparator ve üst düzey görevlileri görev sürelerini uzatmak için takvimle o kadar oynadılar ki, lO 153 yılında Roma senatosu takvimi yeniden düzenlemek zorunda kaldı ve yılbaşını 1 Ocak’a aldı. Takvimde bundan sonra yapılan düzenlemeleri düzeltmek için İO 46 yılında Iulius Caesar bu yılı 445 güne uzatarak yılbaşını tekrar 1 Ocak’a getirdi.


Hıristiyanlığın yayılıp güçlenmesiyle Roma împaratorluğu’ndaki yılbaşı kutlamalarına karşı Katolik Kilisesi kendi kutlama anlayışını getirmek istedi, 1 Ocak’ı İsa’nın sünnet günü olarak kabul etti. Ancak ortaçağda yılbaşı Ingiltere’de 25 Mart’ta, Fransa’da astronomik olarak 22 Mart'la 25 Nisan tarihleri arasına rastlayan Paskalya Yortusu’nda, İtalya’da 15 Aralık’ta, Iber Yarımadası’nda ise 1 Ocak’ta kutlanıyordu.


Amerika’da Iroquois Kızılderilileri yeni yıl arifesini, maskeler ve değişik kıyafetler içinde her şeyin kırılıp döküldüğü tam bir zamanın alt üst edilmesi örneği olarak kutluyorlardı. New Yorkluların arife kutlamalarını aynı çılgınlıkla sürdürmeleri sonucu 1773 kutlamaları sonrasında yılbaşı arifesinde havai fişekler ve her türlü patlayıcı ile ateşli silahların kullanılmasını yasaklayan bir düzenleme getirilmişti.


Philadelphia’da gelenekselleşen ve başı çeken Kral Momus’un adından Mummers Geçidi olarak adlandırılan arife kutlama yöntemi İngiliz, Alman ve İsveç geleneklerinin bileşimidir. Kılık değiştirmiş biçimde kapı kapı dolaşarak para veya çeşitli ikramlar istenen geleneğin kökeninde maskeli biri (‘şampiyon’, eski törenlerde ‘tanrı’) sahnelenen dövüş oyunuyla öldürülür ve yeniden (doktor, eskiden başrahip olarak) dirilir.


Koç katımından yüz gün sonra çobanların çeşitli hayvan kılıklarına girerek oba oba dolaşıp türküler söyleyerek sürü sahiplerinden armağanlar aldığı ‘saya’ adı altında toplanabilecek ritüeller, Trabzon’da aynı mantıkla çocukların ‘kalandar’ oyunları, Nasturilerin, kız ve erkeklerin, Yortu Gelini seçerek her evin kapısını çaldığı ve evlerden aldıkları yiyeceklerle pikniğe gittikleri, salıncak kurulup büyük küçük herkesin sallandığı 6 Ocak Yükseliş Yortusu, bahar bayramları yanında, kış ritüellerinin de Anadolu folklorunda yer bulduğunu ve kökenlerinin Germen gelenekleriyle ortak öğeler içerecek biçimde, çok eski zamanların evrensel anlayışına uzandığını göstermektedir. Gerçekten Çin’de de yaz gündönümünde özellikle genç kızların salıncakta sallanarak eğlenmelerine izin verilir, bu sallanış uzun ömür duasını simgelerdi.

25 Aralık’ta Isa’nın doğum günü olarak kutlanan Christmas veya Noel günü, Kilise’nin, Isa’nın doğum gününün kutlanmasına karşı olmasına karşın, pagan Roma’da tarım tanrısı Saturnus ve Hıristiyanlığa karşı ciddi bir rakip haline gelen Mitracılığın güneş tanrısı Mitra’nın doğum günü kutlamalarına baskın çıkma gayretiyle benimsediği bir gün olarak ortaya çıkmaktadır. 337 yılında İmparator Constantinus’un vaftiz edilip Hıristiyanlığı devlet dini yapmasından sonra 25 Aralık kutlamaları devamlılık kazanmış ve 354 yılında Roma piskoposu Liberius’un Isa’nın doğum gününün kutlanabileceği kararıyla resmileşmiştir. Yılbaşı kutlamaları laikleştikçe, yüzyıllardır çeşitli geleneklerin birleşimiyle Noel törenlerinin parçası haline gelmiş âdetler de yılbaşı âdetlerine dönüşmüştür. ‘Modern’ yılbaşı kutlamalarının zaman ve biçim olarak şehirlere girip bütün toplumsal katmanlarda yaygınlaşması Fransa ve Amerika kaynaklıdır.


Osmanlı toplumu yılbaşı kutlamalarını, 1829 yılında İngiltere elçisi Haliç’teki bir gemide verdiği baloya kazasker, serasker gibi devlet adamlarını davet edince, diplomatik bir zorunluluk olarak tanımıştır. İstanbul’un gayri Müslim semti Pera’da yapılan kutlamalara ise Müslümanların da sessizce katıldığı Refii Cevad, Refik Halid, Ahmed Rasim, Ercümend Ekrem’in anılarında görülebilir. 1926 yılında Tayyare Piyangosu’nun yılbaşı çekilişi düzenlemesinden sonra 1929’da devletin üst kademesinin verdiği Yılbaşı Balosuyla, yılbaşının kutlanacağı anlaşılmıştır.


1935 yılında çıkarılıp bayram ve tatilleri düzenleyen 2739 sayılı kanunla resmi tatil olan yılbaşının toplumsallaşmasında, 80’li yılların tüketim toplumu mecrasına girilmeden önce, 70’li yıllarda Orhan Gencebay ve dansöz ödüllü TRT televizyon programlarının ve Milli Piyango’nun büyük ikramiyelerinin de katkısı olmuştur. Gazino ve lokantaların, eğlence yerlerinin eğlence programlan, gençlerin, akraba ve komşuların kendi aralarında toplanmalarıyla kapalı mekânlarda kutlanan yılbaşılar, Noel Baba’nın tebrik kartlarından vitrinlere, sokağa inmesinden sonra, Taksim’de futbol zaferlerinin ve siyasallaşan milli bayramların kutlanmaya başlanmasıyla, Taksim, Ortaköy gibi yerlerde kalabalık halinde açık havada kutlanır olmuştur.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.


Çekirdek Çitleyen Eşek Heykeli / Eskişehir

 


7 Şubat 2022 Pazartesi

TÜRK MİTOLOJİSİNDE DAĞ ATA/ANA

 



Türeyişle ilgili anlatılarda dağ ve mağara unsurunun birleştiği görülür. Mağara ana rahmi işlevi üstlendiği için dağ da doğurganlık özelliği kazanmış olur. Ayrıca Altaylarda dağla akrabalık bağı kurulduğuyla ilgili tespitler yapılmıştır. Altaylı Çalıatların kendilerinin dağdan çıktıklarına inanırlar, dağla soy arasında kan akrabalığı kurulur. Potapov bu şekilde yapılan dağ kültü açıklamalarının totemizme dayandırıldığını belirtir. Potapov'a göre, bu konuya soylardaki mülk anlayışıyla bakmak gerekir: Soy dağı hem soyun koruyucusu, hem de soya bağlı toprağın, memleketin yansımasıdır. Stenberg ise dağ kültünün oluşumunu yağmurun oluşum sürecine bağlar. Çünkü göğe ulaşan dağın zirvesinde bulutlar toplanır, şimşekler çakar. Böylelikle çiftçilikte üretim için gerekli olan yağmur yağar. Dağ kültü böylelikle totemik izler, üretim ve mülkiyet ilişkileriyle açıklanmış olur.

Türk Memluk türeyiş anlatısında Ay Atam ve eşi Ay-va, Karadağda bir mağarada insan haline gelirler. Öldükleri zaman da çocukları, onları bu dağdaki mağaraya yerleştirirler. Dırenkova'nın yayınladığı bir Şor anlatısında, Alaş ve Palaş'ın Kobıy soyunun ataları olduğu, onların Ordo Dağı'ndan çıktıkları anlatılır. Dağ, dünya ağacının değişik bir şeklidir. Kozmik yapının da eksenidir. Bu yüzden yaratıcı bir enerjiyi de içinde barındırır.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Çin'in Qin ile Han Hanedanlıkları ve Konfüçyüs

 



MÖ. 485 - 221 yılları arasında, Çin çeşitli rakip krallıklara ve kent devletlerine bölünmüştü. (Bunlardan biri de Zhou' dur). Qin Krallığı (Çin kelimesi de  bu  imparatorluğun  adından türemiştir) M.Ö . 221 yılında Çin' in ilk birleşik imparatorluğunu teşkil edecektir.

Qin imparatoru katı bir yönetim sistemi uyguladı. Tek biçimli bir yazı ve ölçü sistemini geliştirdi. Kuzeyin göçebe kabileleri ile mücadele etti. Çin Seddi'ni inşa etmeye başladı (Önceki savunma duvarlarını birleştirdi). Gerçek boyutlu heykellerden oluşan bir ordu inşa edilmesi emrini verdi. Bu heykellere " Terakota Ordusu" adı verilmektedir. Qin Hanedanlığı M.Ö. 207 yılına kadar yaşayabildi. Buna karşılık kısa bir dönemde neredeyse bugünkü Çin'le bire bir aynı olan sınırlara ulaştı ve kendine özgü bir yönetim sistemi yarattı.

Daha sonra uzun bir dönem  başta kalan Han Hanedanlığı (M.Ö.206-M.S. 220) Çin kültürünü şekillendirdi  (Öyle ki Han kelimesi genel olarak Çinlileri tanımlayan bir sözcük haline gelmiştir ). Sahne sanatları büyük bir gelişme gösterdi. Resim ve heykel alanında da önemli eserler verildi. Bilim ve teknolojide son derece önemli ilerlemeler yaşandı (Bu dönemde ortaya konulan yenilikler çok uzun bir süre Batı dünyası tarafından öğrenilemeyecekti).  Dönemin teknolojik ilerlemelerinin arasında kağıdın keşfi, güneş saati, sismograf ve pusula bulunmaktadır.  Han  yöneticileri  sınırlarını Kore'yi   ve   Vietnam 'ın   kimi   bölgelerini   içine   alacak    şekilde genişlettiler. Dış dünya ile başka ilişkiler de kuruldu. Çinli tüccarlar M.S. 100 yılı itibariyle, özellikle 6 bin kilometrelik ticaret rotası olan ipek Yolu üzerinden Batı dünyasına ipek kumaşlar taşıdılar.

Han liderleri , büyük Çin filozofu Konfüçyüs'ün (y. M.Ö . 551-479) öğretilerine saygı göstermelerine rağmen; Qin' in merkezi yönetim biçimini devam ettirdi. Konfüçyüs'ün öğretileri, günümüzde Çin, Kore, Japonya ve Vietnam ' da etkileri devam etmekte olan bir sosyal kod olarak mütevazi ve erdemli olmayı, bireyin kaderini kendisinin belirleyebilmesi imkanını vurgular. M.S. 189 yılından itibaren Hanlar, kendi aralarında mücadele eden savaş lordlarının yönettiği küçük bölgesel rejimlere ayrılmıştır.


Fotoğraflarda gözler niçin kırmızı çıkıyor?

 


 


Geceleri flaşla çekilen fotoğraflarda genellikle gözler kırmızı çıkar. Peki fotoğraftaki güzelliği bozan bu olay nasıl olur? Niçin her zaman olmaz? Niçin gündüzleri flaşla çekilen fotoğraflarda olmaz?

Gözümüz iç içe geçmiş üç tabakadan oluşur. En dışarıdaki gözümüzü koruyan ve göz akı da denilen sert tabakadır. İkincisi, kan damarlarından meydana gelmiş ve ortasında göz bebeğinin bulunduğu damar tabakadır. Bu damarlar sayesinde fazla ışıkta göz bebeğimiz küçülür, karanlıkta ise daha çok ışık alabilmek için büyür ama bu hareketi oldukça yavaş yapar. Üçüncü tabakada retina adı verilen, ışığa duyarlı kılcal damar ağlarından oluşan ağ tabakasıdır.

Köpek, kedi, geyik, karaca gibi hayvanların gözlerinin arkasında, yani retinalarında ayna gibi, yansıtıcı özel bir tabaka vardır. Eğer karanlıkta gözlerine el lambası veya araba farı gibi bir ışık tutarsanız, bu ışık gözlerinin içinden yansır ve gözleri karanlıkta pırıl pırıl parlar. İnsanların gözlerinin retinasında ise böyle bir yansıtıcı tabaka yoktur.

Fotoğraf makinesinin flaşı çok kısa bir zamanda çok kuvvetli bir ışık verir. Gözbebeğimiz ise bu kadar kısa zamanda küçülmeye fırsat bulamaz. Işık doğrudan retinaya ulaşır ve oradan da doğrudan kılcal damarların görüntüsü yansır. İşte flaşla çekilen fotoğraflarda görülen bu kırmızılık retina tabakasındaki kılcal damarların görüntüsüdür.

Günümüzde, birçok fotoğraf makinesinde, gözün bu kırmızı görüntüsünü azaltacak önlemler alınmıştır. Bu makinelerde flaş iki kere çakar. Birinci çakış resim çekilmeden az önce olur ve gözbebeğinin küçülerek gözdeki yansımayı azaltmasına zaman tanır. İkincisi de tam fotoğraf çekilirken olur ki, gözbebeği olması gereken durumu almıştır zaten. Başka bir önlem de odadaki bütün ışıkları açarak gözbebeğinin önceden küçülmesini sağlamaktır.

Geceleri flaşlı fotoğraflarda, gözlerin kırmızı çıkmasının önlenmesinin bir yolu da flaşı objektiften olabildiğince uzak tutmaktır. Günümüzde fotoğraf makineleri o kadar küçülmüştür ki, flaş makinesinin bünyesinde ve objektife birkaç santim mesafededir. Flaşın ışığı göze gelip yansıyarak geri döndüğünde doğrudan objektife gelir. Gündüzleri ise gözümüze dışarıdan, her yönden ışık geldiği için, flaşın ışığı bunların arasında daha az oranda gözümüze girer ve kırmızı göz olayı yaratmaz.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak