Yaratılış: Sunuş
Tarihsel Arkaplan
Mayalar, Yeni Dünya'nın önemli kültürlerinden birini oluşturdular. Bugünkü Guatemala ve Yucatân Yarımadası'na yerleşen Mayalar o kadar zengin bir toprağı işliyorlardı ki, yiyecek fazlası elde etmek onlar için hiç de güç değildi. Temel ve en sevdikleri ürün mısırdı. Bu yiyecek fazlası, zamanlarının neredeyse yarısını başka uğraşlara ayırmalarına olanak sağlıyordu ve gök¬ bilimle, büyük piramit biçimli tapınakların ve kireçtaşı sarayların yapımıyla ve sanat eserleriyle tanındılar. Uzman matematikçiydiler ve kitap yazarken kullandıkları hiyeroglif tarzı bir yazı diline sahiptiler.
İspanyollar 1542'de Mayaları, egemenlikleri altına aldılar ve en önemli kentlerini içlerindeki tüm kitaplarla birlikte yaktılar. İspanyol misyonerler kızılderili halkı Roma Katolik inancına döndürdüler ve pek çoğuna kendi dillerini fonetik Latin alfabesiyle yazmayı öğrettiler. Mayaları, gelenek ve tarihlerini daha gelişmiş bu yazı biçimiyle kaydetmeye yönlendirdiler.
Günümüzde üç yüz binden fazla insan Maya dili konuşmayı sürdürmektedir.
Maya yaratılış söylencesi, günümüze kadar gelmiş olan en büyük Maya belgesi Popol Vuh'un bir parçasıdır. 1554-1558 yılları arasında adı bilinmeyen bir yazar tarafından Latin alfabesiyle Maya dilinde kaleme alınmıştır. Bilim adamları bu belgenin ya eski Maya hiyeroglifleriyle yazılmış bir metnin çevirisi olduğu ya da doğrudan Maya sözlü geleneğinden derlenen öykü ve şarkılardan kaydedildiği görüşündedirler.
Tahminen 1700 yılında, Katolik bir misyoner, Popol Vuh’u Ispanyolcaya çevirdi. Maya dilini akıcı bir şekilde konuşabiliyordu ve kızılderilileri eski tarihlerini anlatan bu metni kendisine göstermeye ikna etmişti. Başka hiçbir İspanyolun bu Maya belgesini gördüğüne ilişkin bir kayıt yoktur.
İspanyolca elyazması bu metin, yaklaşık yüz elli yıl boyunca gözlerden uzak kaldı. 1850'lerde, Guatemala City'deki San Carlos Üniversitesinin kitaplığında bulundu ve ilk olarak 1857'de Viyana'da basıldı.
Çekiciliği ve Değeri
Popol Vuh, çarpıcı bir edebi güzelliğe sahip eski bir belgedir. Adı bilinmeyen yazarının yeteneğinden çok daha fazlasını gözler önüne serer. Bu eski halkın düşünce ve değerlerini, dillerinin bunları anlatabilme yeteneğini yansıtır.
Destanın, Mayaların yaratılış söylencesini anlatan bu parçasında, Hıristiyanlık etkisi görülür. Kullanılan dil ve bazı düşünceler Kitabı Mukaddes'in ilk bölümleriyle benzerlik gösterir. Adsız yazar, Popol Vuh'u kaydettiği sırada, İspanyol misyonerlerin Mayalara Hıristiyanlığı öğretmeye çoktan başlamış oldukları göz önüne alındığında bu, o kadar da şaşırtıcı değildir.
Maya tanrılarının yaratmak istedikleri insan tipini ve bu tanrılarla insanlar arasındaki ilişkiyi, diğer yaratılış söylencelerindekilerle karşılaştırmak ilgi çekici olacaktır.
Yaratılış
Başlangıçta, sonsuz karanlığın içinde, yalnızca yukarıda gökyüzü, aşağıda deniz vardı. Hareket edecek ya da gürültü yapacak hiçbir şey olmadığı için sakin ve sessizdi. Yeryüzü henüz sulardan yükselmemişti. Otlar ve ağaçlar, taşlar, mağaralar ve koyaklar, kuşlar ve balıklar, yengeçler, hayvanlar ve insanlar daha yaratılmamışlardı. Kükreyecek ya da gürleyecek hiçbir şey yoktu. Koşacak ya da sallanacak hiçbir şey yoktu, çünkü yalnızca yukarıda boş gökyüzü ve aşağıda sakin deniz vardı.
Suyun içinde yeşil ve mavi tüylerin altına yaratıcılar gizlenmişti. Bu büyük düşünürler, suyun içinde sessizce konuştular. Evrende, gecenin sonsuz karanlığında yalnızdılar. Birlikte ne olacağına karar verdiler. Yeryüzünün sulardan ne zaman yükseleceğini, ilk insanın ve tüm diğer canlı türlerinin ne zaman doğacağını, bu canlı varlıkların yaşamak için ne yiyeceklerini ve şafağın dünyayı soluk ışık seline ilk ne zaman boğacağını kararlaştırdılar.
"Yaratılış başlasın!" diye heyecanla seslendi Yaratıcılar. "Boşluk dolsun! Deniz çekilsin ve yeryüzü ortaya çıksın! Dünya, uyan! Böyle olsun!"
Ve yeryüzünü yarattılar. Yaratıcılar yaptılar bunu. Sislerin arasından, bir toz bulutunun içinde dağlar ve vadiler denizden yükseldi, çam ve selvi ağaçları zengin toprakta kök saldı. Tatlı sular dağların yamaçlarında ve vadilerin içinde dere olup aktı.
Ve Yaratıcılar memnun oldular. "Biz düşündük ve tasarladık" dediler, "ve yarattığımız kusursuz oldu!"
Sonra Yaratıcılar sordular, "Yarattığımız ağaçların altında yalnızca sessizlik mi olsun istiyoruz? Vahşi hayvanlar, kuşlar ve yılanlar yaratalım. Böyle olsun!"
Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptılar bunu.
"Siz geyikler, çalılıklar ve otlaklarda dört ayak üzerinde yürüyeceksiniz. Ormanda çoğalacak, ağaçların serin gölgesinde ve nehir kıyılarında uyuyacaksınız. Siz kuşlar, ağaçların dallarında ve sarmaşıkların arasında yaşayacaksınız. Oralarda yuvalarınızı yapacak ve çoğalacaksınız." Geyik ve kuşlara böyle buyuruldu ve böyle yaptılar.
Ve Yaratıcılar memnun oldular. "Biz düşündük ve tasarladık" dediler, "ve yarattığımız kusursuz oldu!"
Sonra Yaratıcılar, yarattıkları canlılara başka şeyler buyurdular. "Konuşun, seslenin ve bağırın, her biriniz yapabildiğiniz kadar. Bizim adımızı söyleyin, bizi övün ve bizi sevin."
Fakat kuşlar ve diğer hayvanlar bunu yapamazlardı. Çığlık atabilirler, tıslayabilirler ve ötebilirlerdi, ancak yaratıcılarının adlarım söyleyemezlerdi.
Yaratıcılar, yaptıkları canlılardan hoşnut kalmadılar. Onlara dediler ki, "Sizlere verdiklerimizi geri almayacağız. Ancak bizi övemediğiniz ve sevemediğiniz için, bunu yapacak başka canlılar yapacağız. Bu yeni yaratıklar sizlerden üstün olacaklar ve sizleri yönetecekler. Sizlerin kaderi onlar tarafından parçalanmak ve etinizin yenmesi olacak. Böyle olsun!"
Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptı onları. Kendilerini övecek ve sevecek uysal ve saygılı bir canlı biçimlendirmeye karar verdiler. Önce çamurlu toprağa şekil vermeyi denediler; fakat bu malzeme çok yumuşaktı. Hareketsiz ve zayıf bir yaratık oldu. Konuşabiliyordu, ama hiç kimse dediklerine anlam veremiyordu.
"Çamurdan yapılmış yaratıklar hiçbir zaman yaşamayacak ve çoğalamayacaklar!" diye bağırdı Yaratıcılar. Ve bu yaratığı yok ettiler.
Sonra yeni yaratıklarını tahtadan oymayı denediler. "Bu malzeme tam bize uygun görünüyor! Sağlam ve dayanıklı" dediler. "Bu yaratıklar insana benziyor ve insan gibi konuşuyorlar. Bunlardan pek çok yapalım. Böyle olsun!"
Tahtadan canlılar yaşadı ve çoğaldılar, ama hiç kimse söylediklerine anlam veremiyordu ve içlerinde, yüzlerinde ruh, ellerinde ve ayaklarında güç yoktu. Ciltleri sarı ve kuruydu, altında besleyecek kan dolaşmıyordu. Dört ayakları üzerinde anlamsızca dolaştılar ve yaratıcılarını düşünmediler.
"Tahtadan yapılmış yaratıklar yaşayıp çoğalmak için yeterince iyi değil!" diye bağırdı Yaratıcılar. Ve bu tahtadan yaratıkları yok etmeye karar verdiler.
Yaratıcılar, gökte özsuyundan büyük bir sel oluşturdular ve yeryüzüne döktüler. Sel, tahta yaratıkların kafalarına çarptı ve onları ağaç gibi devirdi. Sonra bir kartal üzerlerine geldi ve gözlerini oydu. Bir yarasa üzerlerine geldi ve kafalarını kopardı. Bir jaguar üzerlerine atladı ve kemiklerini kırıp dağıttı. Yeryüzü karanlıkla örtüldü ve aralıksız bir kara yağmur yağdı.
Güçsüz kalınca, düşmanları tahta yaratıklara saldırdılar. Büyük küçük hayvanlar onlara saldırdı. Sopalar ve taşlar, tabaklar ve çömlekler onlara saldırdı. Aç bıraktıkları ve eziyet ettikleri köpekler dişleriyle yüzlerini parçaladı. Öğütmek için kullandıkları taşlar bu kez onları öğüttü. Ocak ateşi üzerinde yaktıkları kap kacaklar yüzlerini yaktı.
Yaşamları için umutsuzca savaşan tahta yaratıklar evlerinin çatılarına tırmanmaya çalıştılar, ama evler yıkılıp onları yere attı. Dallarında güvenliğe kavuşmak için ağaçlara tırmanmaya çalıştılar, ama ağaçlar onları sallayıp yere attı. Mağaralara girmeye çalıştılar, ama mağaralar kapandı ve onlara sığınak olmayı reddetti.
Birkaçı dışında tahta yaratıkların tümü yok olmuştu. Diğerleri şekilsiz yüzleri ve çeneleriyle sağ kaldı ve onların soyundan gelenlere maymun adı verildi.
Sonra Yaratıcılar, gecenin karanlığında görüşmek için toplandılar. Güneş, ay ve yıldızlar daha gökyüzünde yerlerini almamışlardı. “Yeniden bizi övecek ve sevecek yaratıklar yaratmayı deneyelim. Böyle olsun! Yeryüzünde soylu canlılar yaşasınlar. Onlara biçim vereceğimiz malzemeyi arayalım."
Dört hayvan, dağ kedisi, koyot, karga ve küçük bir papağan Yaratıcıların önüne geldiler ve onlara yakında bolca yetişen sarı ve beyaz başaklı mısırlardan söz ettiler. Yaratıcılar, hayvanların gösterdiği yola koyuldular. Mısırı buldular, öğüttüler ve bu yiyecekten soylu yaratıklar biçimlendirdiler. "Böyle olsun!" diye heyecanla bağırdılar.
Ve onları yarattılar. Onları yaratıcılar yaptılar.
Böylece dört İlk Ata yaratıldı. Yaratıcılar, gövdelerini mısır unundan yaptılar. Öğütülmüş sarı ve beyaz mısırdan içecekler yaptılar ve bunlar yeni yaratıklarına kas ve et oldu ve bunlarla birlikte güç vermek için onları beslediler.
Ve Yaratıcılar memnun oldular. "Biz düşündük ve tasarladık" dediler "ve yarattığımız kusursuz oldu!"
Bu dört İlk Ata, insan gibi görünüyor ve konuşuyordu. Çekici, akıllı ve bilgeydiler. Çok uzakları görebiliyorlardı. Dağlar ve vadiler, ormanlar ve çayırlar, okyanuslar ve göller, ayaklarının altındaki yeryüzü ve başlarının üstündeki gökyüzü onlara doğalarını açık ettiler.
Dört İlk Ata dünyada görülecek her şeyi gördüklerinde, gördüklerinin değerini anladılar ve Yaratıcılarına teşekkür ettiler. "Bizi yaratıp şekil verdiğiniz için size teşekkür ederiz" dediler. "Bize görme, duyma, konuşma, düşünme ve yürüme yetenekleri verdiğiniz için size teşekkür ederiz. Büyük ve küçük, uzak ve yakın her şeyi görebiliyoruz. Her şeyi biliyoruz ve size teşekkür ediyoruz!"
Ama Yaratıcılar yine memnun değildiler. "Amaçladığımızdan daha iyi yaratıklar mı yarattık? Çok mu kusursuzlar?" diye birbirlerine sordular. "O kadar bilgili ve bilgeler ki bizim gibi tanrı mı olacaklar? Daha az görsünler ve bilsinler diye görüşlerini mi azaltsak? Böyle olsun!"
Böyle konuştu Yaratıcılar ve yarattıkları varlıkları değiştirdiler. Gözlerine sis üflediler ki yalnızca yakınlarında olanları görsünler. Böylece, Yaratıcılar dört İlk Ata'nın sahip oldukları bilgi ve bilgeliği yok ettiler.
Yaratıcılar atalarımızı yaratıp böyle biçimlendirdikten sonra dediler ki: "Şimdi İlk Atalar için özenle eşler yaratıp biçimlendirelim. Eşleri, onlar uyurken gelsinler ve uyandıklarında onlara mutluluk vermek için orada olsunlar. Böyle olsun!"
Ve onları yarattılar. Yaratıcılar yaptılar onları.
Ve Yaratıcılar memnun oldular. "Biz düşündük ve tasarladık" dediler "ve yarattığımız kusursuz oldu!"
Bir süre sonra Yaratıcılar İlk Atalar ve Analara benzeyen birçok insan daha yaptılar. İnsanlar karanlıkta yaşayıp çoğalıyorlardı; çünkü Yaratıcılar, daha ne güneş ne ay ne de yıldızlar gibi herhangi bir ışık biçimi yaratmışlardı. Hem açık hem koyu tenli hem varlıklı hem yoksul ve farklı diller konuşan çok sayıda insan doğuda bir arada yaşıyordu.
Tanrılarının hiçbir görüntüsünü yapmadılar, ama Yaratıcılarını unutmadılar, sevgi dolu ve uysaldılar. Yüzlerini göğe kaldırıp dua ettiler: "Ey Yaratıcılar! Bizimle kalın ve bizi dinleyin! Işık olsun! Şafak olsun! Gündüz olsun! Şafak dünyayı soluk ışığa boğsun ve güneş onu izlesin. Güneş her gün aydınlatarak gökyüzünde parladıkça, bize soyumuzu sürdürmemiz için kızlar ve oğullar bağışlayın. Bize iyi, yararlı ve mutlu yaşamlar verin ve bize barış verin!"
Bu sözlerle insanlar güneşi, yükselip Yaratıcıların yaptıkları basamakları altın ışınlarıyla aydınlatmaya çağırdılar.
"Ve Öyle olsun!" dedi Yaratıcılar. "Işık olsun! Evrenin şafağında, tüm yarattıklarımızın üstünde sabahın erken ışığı parlasın! Çünkü biz düşündük, tasarladık ve yarattığımız kusursuz oldu!"
Ve onu yarattılar. Yaratıcılar yaptı bunu. Güneş sulardan yükseldi ve altın ışınlarını yeryüzüne saçtı. Ve hayvanlar ve insanlar bundan mutluluk duydular. Büyük ve küçük hayvanlar koyakların serin gölgesinde ve nehir kıyılarında ayağa kalktılar ve doğan güneşe yüzlerini döndüler. Jaguar ve puma kükredi ve yılan tısladı. Kuşlar kanatlarını açtı ve şarkı söylemeye başladı. İnsanlar, tütsüler yakan ve kurbanlar sunan rahiplerinin çevresinde dans ettiler. Çünkü Yaratıcılar dünyayı ışıkla aydınlatmışlardı ve kusursuzdu.
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder