17 Mayıs 2024 Cuma

ORTA ÇAĞ'DA RUSLAR

 


KARADENİZ'İN KUZEYİNDE HAKİMİYET


Milattan önceki yüzyıllardan itibaren aralarında Türk boylarının da olduğu çeşitli kavimler, Orta Asya'dan; Karadeniz'in kuzeyindeki Don-Volga ve Dinyeper Nehirlerinin bulunduğu topraklara göç etmişler, buralarda değişik aralıklarla hükümranlıklar oluşturmuşlardı. Zamanla bu topluluklar, batıdan gelen Slav kabileleriyle kaynaşarak günümüz Rus, toplumunun atalarını oluşturdu.

Rusların ilk siyasi organizasyonu gerçekleştirdikleri yerler, Kiev ve Novograd'dı. 862 yılında İlmen ve Ladoga Gölleri civarında Novograd'da (yeni şehir) devlet yapılaşmasını gerçekleştiren İskandinav kökenli Rurik; Rusların ilk siyasi kişiliği olarak bilinmektedir. Prens Rurik'in varisi olan Oleg, 882 yılında Kiev'in kontrolünü de ele geçirerek Rus hakimiyetinin temellerini atmış oldu.

Ruslar, 13. asırdaki Moğol işgaline kadar, bölgede kendi halinde prenslikler (knezlikler) şeklinde yaşamakta ve kürk ticaretiyle geçinmekteydiler.

Bizans'la ticari ilişkiler; ekonomik, sosyal ve dini açıdan etkileşimi beraberinde getiriyordu. Bizans'ın başkenti İstanbul'a ticaret için gönderilen heyetler ve güvenliklerini sağlayan askerler; Bizans kültüründen hatta Ortodoksluktan etkilenmekteydi. Hazar Denizi ve Kafkaslarda etkili bir diğer güç de Hazarlardı. Hazarlar; bir yandan Rus knezlikleriyle, öte yandan İtil Bulgarlarıyla yoğun bir ticari münasebet içindeydi. Hazar Kağanlığı, kuzey ve doğu ticaret yolları üzerinde bulunmakta ve ticaretten kaynaklanan sosyal ve kültürel etkileşimin yoğun yaşandığı bir bölgeyi denetim altında tutmaktaydı. Hazarlar, Hz. Osmandan itibaren Orta Avrupa güzergahında ticari ve askeri faaliyetler içerisindeki Müslümanlara karşı set vazifesi görmekteydi. Tüm engelleme çabalarına rağmen Volga kıyılarına hakim olan İtil (Volga) Bulgarlarının yoğun olarak yaşadığı bölgelerde 9. asırdan itibaren güçlü İslam toplulukları oluşmuştu. Hatta 921 -922 yıllarında Bulgarlar ile Abbasi Halifesi arasında karşılıklı elçiler gönderilmişti. Bunun sonucunda İslam aleminin en kuzeyinde yeni Müslüman devleti olarak İtil Bulgar Devleti resmen tanınmış oluyordu. Bulgar Devleti'nin yöneticileri gerçekte Hazar Kağanlığı'ndan bağımsızlığını kazanmışlar ancak belirli zamana kadar formalite icabı onların iktidarı yörüngesinde görünmeyi tercih etmişlerdi.

İtil Bulgar Devleti, Rus Kiev Knezi Vladimir ile 985 yılında barış antlaşması imzalayarak otoritesini daha da pekiştirdi. Böylece İtil Bulgarları, Ruslar tarafından da resmen tanınmış oldu. Ruslarla bir barış antlaşması imzalanması, İtil Bulgar Devleti'nin artık tamamen bağımsız bir devlet konumuna yükseldiğini ispatlamaktadır. Bundan sonra 10. yüzyılın sonlarında Bulgarlar Sura Nehri çevresindeki Burtasları hakimiyetleri altına almış ve Doğu Avrupa'nın önemli bir devletini meydana getirmişlerdir. Bu sıralarda İslamiyet bütün İtil Bulgar topraklarında tam olarak kabul edilmiştir.


RUSLARIN ORTODOKSLUĞU BENİMSEMESİ


Ruslar önceleri putperest bir toplumdu. İslamiyet'in; doğuşundan itibaren başta Suriye, Mısır ve Anadolu'da etkili bir biçimde süratle yayılması ve bu topraklarda yaşayanların da kitleler halinde Müslüman olması, Bizans İmparatorluğu'nu endişeye sevk etmişti. Kaybettikleri kitleleri kazanmak ve yeni topluluklara açılmak amacıyla Bizans, başta Balkanlar olmak üzere Slav toplulukları üzerinde Ortodoksluğu yaymak istiyor ve bu yönde çeşitli faaliyetlerde bulunuyordu. Nitekim 10. asrın son çeyreğinde Balkan Bulgarlarının Ortodoksluğu benimsemesi, Bizans'ın Ruslar üzerindeki misyonerlik faaliyetlerini artırma isteğini kamçıladı. Bu misyonerlik faaliyetleri sırasında Bizanslı rahipler; İslamiyet'le ilgili son derece olumsuz ve yanıltıcı yorumlar yaparak, Rusya topraklarında zaten şehirlerde etkili olan İslamiyet'in kır bölgelerine de yayılmasını önlemekteydiler. Bizanslı misyonerler; asırların verdiği eziklik ve intikam duyguları ile, temas kurdukları Rus topluluklarına, İslam düşmanlığını aşıladıkları gibi Hıristiyanlığı da benimsetmekteydiler. Bu çabalar sonucunda başlayan hıristiyanlaştırma süreci giderek hız kazandı. Moskova Prensi Vladimir Svyatoslaviç'in (956-1015) Hıristiyanlığı resmen kabul etmesi ise Rusya tarihinin dönüm noktasını teşkil etti. Rusya'nın Hıristiyanlığı benimsemesi; sadece Slavlar arasında dini birliği sağlamakla kalmamış, aynı zamanda Rus topluluklarını yeni bir hedef etrafında da birleştirmişti. Kendilerini Bizans'ın varisleri olarak gören Rus prensleri ve çarlar; daima kiliseyi kontrol altında tutmuş, kiliseden güç almış ve geniş Rusya topraklarına ve yakın komşularına karşı Ortodoksluğu yayma ve koruma adına, yaygın faaliyetlerde bulunmuşlardır.

Bizans'ın çabaları sonucu Rusların Hıristiyanlığın Ortodoks mezhebini benimsemesi, Rus kültür hayatında canlılık meydana getirdi. Yine Bizans'ın etkisiyle Kiril alfabesini kullanmaya başlayan Ruslar, yazı diline de sahip oldular.

Esasen putperestlikten Ortodoksluğa geçişle birlikte Rusların ve diğer Slav topluluklarının karakterlerinde bir yumuşama meydana gelmiş, birçok barbar adetler de bu sayede bırakılmıştı. Bu arada Macar krallarının müdahaleleri ve etkileriyle; Ukrayna'da Ortodoks Ruslardan ayrı, bir de Katoliklik etkisinde ayrı bir Slav topluluğu meydana gelmişti.

Dünyada Rusya kadar yayılan ve yayıldığı bölgelerde hakimiyetini ve nüfuzunu her şartta sürdüren bir başka sömürge imparatorluğu olmamıştır.


MOĞOLLARIN RUSYA'YI İŞGAL ETMELERİ ve ALTINORDA HANLIĞI'NIN KURULMASI



Moğol Hükümdarı Cengiz Han (1167-1227) başarılı geçen Türkistan Seferi'nin ardından, kumandanlarından Cebe Noyan ve Sübidey Batur'a; Kuzey Kafkasya ve Kumanların memleketine yönelmelerini emretmişti. Bu durum karşısında Kumanlar, Rus prensliklerinden yardım istediler. Fakat prensliklerin yardım etmeleri de Kumanların yenilmesini önleyemedi. Böylelikle Ruslar dolaylı olarak ilk büyük Moğol darbesini yemiş oldular. Nihayet 1237 yılında Batu Han kesin istila hareketlerine girişerek Ruslara ikinci büyük darbeyi indirdi ve Kievdeki son direnci de kırarak Rusları, Moğol hakimiyeti altına aldı. Moğollar, Rusları kontrol altına almalarına rağmen iç işlerine karışmadılar. Rus knezleri, Moğol Hanı'na bağlılık göstererek iç işlerinde serbest, genelde barış içerisinde hayatlarını sürdürdüler.


RUSYA'NIN YÜKSELİŞİ ve DEĞİŞEN DENGELER


23. yüzyılın başında, doğudan batıya dünyayı kasıp kavuran Moğol İmparatorluğu, Cengiz Han'ın ölümünden sonra dört büyük parçaya ayrılmıştı. Çin'deki Kubilay Hanlığı hariç, Türkistan'daki Çağatay Hanlığı, İran'daki İlhanlılar, Rusya ve Kafkaslara hakim Altınorda Hanlığı güçlü mahalli İslami etkiler sonucunda kısa zaman sonra İslamlaşma sürecine girdiler. Berke Han'ın Müslüman olmasıyla beraber Altınorda Hanlığı'nda İslami ağırlık artmıştı.

Nihayet Özbek Han, 1314 yılında İslamiyet'i devletin resmi dini ilan etti. Böylece Moğol lmparatorluğu'nda Cengiz Han'dan beri uygulanan «her dine eşit mesafede durma politikası» da -en azından bir süre- Altınorda hakimiyetindeki topraklarda geçerliliğini kaybetti. Böylece Özbek Han ile birlikte yeni bir süreç başlamıştı. Zamanla, İslamiyet Altınorda ülkesinde müesseseleşti. Nitekim gerek Özbek Han'ın gerekse de Canibek Han'ın paralarında İslami unvan ve isimlerin kullanılması da bunu göstermektedir.

Ayrıca Özbek Han'ın kendisi için; «Gıyaseddin» ve «Muhammed» gibi iki İslami ismi tercih etmesi; halka şirin görünme kaygısından ziyade, İslamiyet'in bütün Altınorda topraklarında yayılmasına yönelik samimiyetle gösterilmiş çabaların bir parçası olarak anlaşılmalıdır. Nitekim meşhur seyahatnamesinde İbn-i Battuta'nın, Özbek Han'ın kişiliğine ve dindarlığına dair vermiş olduğu bilgiler son derece kıymetlidir.

Altınorda Hanları; Bulgarlardan kalan şehircilik mirasına sahip çıkarak, şehir kültürünün Deşt-i Kıpçak genelinde yaygınlaşmasında önemli bir rol oynamışlardır. Şehirleşme, bölge halkı arasında İslamlaşma sürecine de büyük katkılar yapmıştır. O dönemde Altınorda topraklarında, yaklaşık 150 kadar şehir bulunmaktaydı. Ancak bunlar arasında en önemlileri, devlete başkentlik yapmış olan Saray-Batu (Saray-Berke), Saray el-Cedid (Yeni Saray) şehirleridir.


lbn-i Battuta 1334 yılında Saray el-Cedid şehrini ziyaret etmiş ve şehirle ilgili olarak aşağıdaki bilgileri vermiştir:

"Saray, Özbek Han'ın başkentidir. Saray şehri; en güzel şehirlerden birisi olup, geniş ve düz bir alanda insanlarla dolup taşan güzel pazarlar ile geniş caddelere sahip bir şehirdir. Bir defasında şehrin büyüklüğünü görmek maksadıyla atla şehrin ileri gelenlerinden biriyle şehrin çevresini dolaştık. Biz şehrin bir ucunda kalıyorduk bu sebeple de; sabah buradan yola çıkıp, şehrin diğer ucuna ancak öğle vakti ulaştık ve burada öğle namazımızı kılıp, yemek yedikten sonra yola çıkarak, eve ancak günbatımına doğru vardık. Bir defasında da şehri yarım günde enine geçip geldik. Şehirde evler sıralı halde dizilmiş olup, arada ne boş bir alan ne de bahçe var. Sarayda ibadet için kullanılmak üzere 13 tane büyük cami olup, bunlardan biri Şafiiler içindir. Bunun dışında şehirde çok sayıda da mescid bulunmaktadır. Şehirde çok çeşitli halklar yaşamakta olup, bunlardan biri, bir kısmı Müslüman olan Moğollar -ülkenin asıl halkı ve gerçek sahipleri ile Aslar ve hıristiyan olan; Kıpçaklar, Çerkezler, Ruslar ve Bizanslılardır. Her halk kendi bölgesinde yaşamakta olup, kendi bölgelerinde pazarları bulunmaktadır. Tüccarlar ve yabancılar; Irtlk-ı Acem, lrtlk-ı Arap, Mısır, Suriye ve diğer ülkelerden gelmekte olup, tüccarların mallarını koruyabilmeleri için kendilerine ayrılan duvarlarla çevrili bir bölgede yaşarlar. Sultanın sarayına «Altuntaş» adı verilmektedir.



ALTINORDA DEVLETİ'NİN YIKILIŞI


Çağatay Hanlığı'na son veren Timur, 1393-1395 yılları arasında Altınorda topraklarına iki büyük saldırı düzenledi. Bu saldırılar sonucunda Altınorda Devleti zayıfladı ve parçalandı. Bu gelişme, Volga steplerinde, Kuzey Karadeniz ve Kafkaslarda etkili olan Müslümanların durumunu sarstı. Ruslar çok geniş bir manevra alanına kavuşarak tarih sahnesine çıkacakları önemli bir fırsatı yakaladılar. Nitekim Altınorda Hanlığı'nın dağılışı, o dönemin kayıtlarına şiir diliyle şöyle girmiştir:



"Cengiz'den kalan han tahtı, kan tahtına dönüştü. Han sarayı kuşatıldı.”


Kırım, Kazan, Astrahan, ayrı ayrı il oldu. Altınorda dağıldı.

1330 yılında bölgeyi ziyaret eden Faslı bilgin ve seyyah lbn-i Battuta, «Seyahatnamesi»nde Altınorda'yı yedi büyük imparatorluktan biri sayar. Bu devletin çöküşü, sadece Rusya'nın büyümesine ve kısa zamanda çok önemli bir güç  haline gelmesine yol açmamış; çoğunluğu Müslümanların oluşturduğu bölge yerleşim merkezlerinin ve şehirlerinin de Slav hakimiyetine geçmesine yol açmıştı.


ALTINORDA DEVLETİ'NİN DAĞILMASINDAN SONRAKİ GELİŞMELER


Altınorda Devleti'nin parçalanması sonucunda, birbirleriyle rekabette her türlü ittifakı meşru gören güçsüz hanlıklar dönemi başladı. Kırım, Kazan, Astrahan Hanlarının birbirleriyle rekabetleri ve taht kavgaları; bölgedeki Müslüman toplumları belirgin şekilde zaafa uğrattı. Bu durum, siyasi konjonktürü menfaatleri doğrultusunda kullanma becerisi gösteren Rusların etkinliklerini ve bölgeyi hakimiyet altına alma arzularını kolaylaştırdı.

Bu hanlıkların en güçlüsü olan Kırım Hanlığı, kötü yönetim ve iç çekişmeler yüzünden Cenevizlilerin ticari ve siyasi vesayetine girmişti. Fatih 1475 Haziran'ında bu vesayete son vermek maksadıyla Gedik Ahmed Paşa'yı 300 parçalık büyük bir filoyla Kırım üzerine gönderdi. Osmanlı kuvvetleri, Kefe'yi ve Karadeniz'in kuzeyindeki bütün Ceneviz kalelerini kısa bir zamanda zaptetmeyi başardı. Kırım-Tatar kuvvetleri de kendilerine yardımcı oldu.

Osmanlı Devleti'yle, her geçen gün güçlenmekte olan Moskova Devleti arasında; ticaretle başlayan dolaylı yakınlaşma, ortak düşman Lehistan'a ve yeniden güçlenerek Kırım'ı ele geçirmek isteyen Altınorda'ya karşı, mecburi bir işbirliğini beraberinde getiriyordu. Moskova ile Osmanlı arasındaki bu yakınlaşmaya Kırım Hanları aracılık ediyordu. Şimdilik uzak bir tehlike olarak bile görülmeyen Moskova'ya verilen ticari imtiyazlar, Kırım Hanı'nın arzına cevap teşkil eden bir atiyye niteliğindeydi.

Bölgedeki hassas dengeler, Kırım Hanı Mengli Giray'ın 1502 yılında Altınorda'ya öldürücü darbeyi vurmasıyla köklü değişikliğe uğradı. Altınorda Devleti tarihe karıştı. Böylece Ruslar için Tatar boyunduruğu dönemi bütünüyle sona ermiş oldu. Ruslar bir yandan elde ettikleri imtiyazlarla büyük gelirler elde ediyor ve siyasi şartların olgunlaşmasını iyi değerlendirerek, Rus knezlikleri arasındaki birliklerini kuvvetlendiriyor; öte yandan askeri açıdan da gittikçe güçlenerek eski ihtişamından çok şey kaybeden Kazan ve Astrahan Hanlıklarının topraklarını kendi topraklarına katma hayalleri kuruyordu. Kırım Hanlığı'nın Kazan Hanlığı'nı kendine bağlama gayretlerini dikkatle takip eden Rus Çarı IV. İvan, müthiş topçu kuvvetleri ile güçlendirilmiş bir orduyu Kazan üzerine gönderdi ve 2 Ekim 1552 yılında Kazanı ele geçirdi. Kazan'ın kaybedildiğini gören Kırım Hanı Devlet Giray, Moskova'ya karşı amansız bir savaş dönemi açtı. Hatta bir aralık Moskova önüne kadar gelerek şehrin dış mahallelerini yaktı. Bu dönemde Osmanlı topçusu da kendisine destek vermekteydi. Ancak Rus yayılmasının önü alınamıyordu. 1554 yılında Çar IV. İvan, Astrahan Hanlığı'nı da imparatorluğuna kattı. Orta Asya'dan gelen kervanların ve Hazar Denizi yoluyla İran ticaretinin transit merkezi olan Astrahan'da bir kale yaptırarak oraya Kazakları yerleştirdi ve ardından Kafkasya'ya sarktı. Doğu Avrupa'da Altınorda'nın varisliği davasını kaybeden Kırım Girayları, Rusların ilerlemesini durdurmak için; "Ruslar, Kazan ve Astrahan'daki camileri kiliseye çeviriyor." diye haberler yayarak Osmanlı'yı kışkırtıyordu. Ruslar ise bu durumun doğru olmadığını iddia ediyor ve Osmanlı ile karşı karşıya gelmekten çekiniyordu. Olan olmuş, Rus Çarlığı kurularak Volga havzasını tamamıyla ele geçirmişti. Artık Kafkaslar ve Karadeniz, Rus tehdidi altındaydı.


SOKULLU'NUN DON-VOLGA PROJESİ ve ASTRAHAN'A GÖNDERİLEN KUVVETLER


Rusların Kazan'ı, Astrahan ve Aşağı Volga'yı kontrol altında tutmaları; Orta Asya müslüman tüccar ve hacılarının bölgedeki hareketlerini büsbütün sınırlandırmış, hatta ibadet için geçişleri bile engellenmeye başlamıştı.

Osmanlı Sadrazamı Sokullu Mehmed Paşa; Rusların Volga Havzası'ndaki hakimiyetlerini kırmak, bölge müslümanlarına verdiği zararı önlemek, bu bölgedeki tüccar ve hacılara güvenli seyahat sağlamak, Safevilerin yönettiği İran'a karşı kuzeyden baskı kurmak ve Kırım Hanlığı'nı daha iyi kontrol altına almak gibi stratejik amaçlarla kuzey bölgesine bir sefer düzenleme kararı aldı. Esasen Kırım ve kuzeyinde bulunan Volga Havzası'ndaki gelişmeler; Osmanlılar tarafından endişeyle takip edilmekte, birçok cephede savaşan Osmanlı Devleti, bu sefer için uygun bir ortam aramaktaydı. Nitekim 1569 yılında Don Nehri yoluyla bir ordu ve hafif donanma gönderildi. Sokullu, Don ve Volga Irmaklarını en yakın noktasından birleştirmek için kanal açma çalışması başlattı. Böylece donanma Volga'ya geçirilerek oradan Astrahan'a asker sevk edilmesi sağlanacaktı. Ancak başlanan kanal çalışmaları; Kırım Hanı'nın oyalaması ve Rusların çıkardığı engeller yüzünden tamamlanamadı. Bir süre sonra kanal projesinden vazgeçildi.

Öte yandan Astrahan önüne gelen Osmanlı ordusu, Rusların müthiş direnciyle karşılaştı. Erzaklarının ve ağır toplarının olmaması yüzünden kuşatmayı kaldıran Osmanlı ordusu, Azak Kalesi'ne doğru perişan bir biçimde çekilmek zorunda kaldı.

13. yüzyılın başından itibaren siyasi ve askeri gücü artan bir Rusya ortaya çıkmıştı. Daha 1617 yılında Rus ordusu üstün nitelikli yivli tüfekler kullanıyordu. Hakimiyetini Uralların ötesine taşımayı başaran Ruslar, Orta Asya hanlıklarını da birer birer hakimiyetleri altına aldılar. Nihayet 1637 yılında stratejik öneme sahip Azak Kalesi'ni zapt ettiler. Ruslar, bu geçici işgalden sonra da Kırım'a sarkmayı hiçbir zaman akıllarından çıkarmadılar.




Ahmet Meral’in Kısa Dünya Tarihi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak