25 Temmuz 2023 Salı

Eski Türk Damgaları

 



Kırgız Milli Üniversitesi Tarih Fakültesi / Kırgızistan


Bizim bu bilimsel makalede sunacak olduğumuz mesele, Türk dilli halklarda (Türk boylarında) geçmişten beri varlığını korumakta olan ilk damga işaretleri ve bunların anlamını açıklamaktır. İlk damga işaretleri etnik grupların, etnik tarihin, etnik kültürün araştırılıp öğrenilmesinde tarihi yazılı kaynaklar, yer=su, kabile=soy, halk adlandırılmalarının yanı sıra başlıca değerli kaynak olarak hizmet etmektedir. Ağaç üzerlerinde, mezar taşlarında, vb. eşyalarda bulunan damgaların ve buna benzer işaretlerin etnik tarihin araştırılmasındaki yeri büyüktür. Şüphesiz ki, asırlarca yazılı büyük kaynakların yokluğunda veya onların pek seyrek rastladığı koşullarda ilk damga işaretleri bazı etnik grupların yayılma bölgesini belirlemeye büyük katkıda bulunmuştur (bk. Vaynberg, Novgorodova, 1976, 66. s.). Kabileler arasında kullanılan ilk damga işaretleri Türk-Moğol, Fin-Ugor dilli halklarda çok eskiden kullanılmış, bazı bölgelerde istisna olarak korunmuş, bugünkü Kırgızlarda ise sürekli kullanılarak günümüze kadar gelmiştir. Mülkiyeti ve bağımsızlığı ifade eden işaretler tarım, vb. yerlerde kullanılmıştır. Türk dilini kullanan bazı ülkelerde bir düzeyde kullanılmamıştır, yani ilk damga işaretleri Türk dillerinin secerelik karizmasındaki Kırgız-Kıpçak, Oğuz-Türkmen, Türk-Uygur lehçelerinde konuşan halklara (Kırgız, Türkmen, Kazak, Karakalpak, Hakas, Altay, Lakay, Tuvalılar, Başkurtlar, Nogaylar) özgüdür. Kırgızların ve onların göçebe hayatındaki ilk damga işaretlerinin içinden özel olarak etnik adlandırmaları (etnik adları) bildiren işaretler Kırgız boy adlarında mevcuttur. Mesela, Koş (çift) damga Munguş boyu, Cagalmay (Bozdoğan) damga Munguş boyu, Aça (çatallı) damga Coru boyu, Koş (çift) bıçak Bagış boyu, Cogoru (yüksek) damga Kıtay boyu, Tömön (alçak) damga Kıtay boyu, Kılıç damga Sayak ve Basız boyları, Keser (keskin) damga Basız boyu, Ay damga Bağış boyu, Ay damga Saruu boyu, Cogoru çekti (Yukarıya çekti) Bağış boyu, Tömön çekti (Aşağıya çekti) Munduz boyu, Aça (çatallı) Munduz boyu, üç “3” ok Basız boyu, üç ”3” ok damga Kantlılar, Orok (orak) damga Kantlılar, Nayman damga, Konurat damga, Tata damga Solto ve diğer boylar için kullanılmıştır.


Boyları bildiren ilk damgaları, isimleri tarihe karışmış etnik grupları, insanların birbirinden ayırt edebildiği boy özelliklerini bu damgalara hizmeti dokunmuş etnik yapıdaki anlamlı kaynaklar olarak sayabiliriz. Damga, ülke ve boylar arasındaki anlaşmalarda, kararlarda ve diğer önemli işlerde genel boy özelliklerinin, ayrıca zenginlik ve dört büyük hayvanın belirtilmesinde kullanılarak bağımsızlık işaretini göstermiştir.


Göçebelik zamanında boyların bağımsızlığının, şahsiyetinin simgesi olan ve genel varlıklarını bildiren ilk damgalar çok kutsal olarak görülmüştür (bk. Butanaev, 1990, 100-104. s.).


İlk kullanılan damgalar insanoğlunun hayatında Tunç Devri’nden itibaren yer almaya başlamıştır. Sonuçta, onların asıl anlamları ve ortaya cıkış sebepleri genel olsa da, ilk kullanılmaya başlayan damgaların ortaya çıkış zamanlarını tam olarak açıklamak zordur (bk. Vaynberg, Novgorodova, 1976, 66. s.).


Alimlerin fikirlerine göre boylar için ilk kullanılmaya başlayan damga işaretleri sosyal aktivitelerin ve evrimin gelişmesine bağlı olarak kavimlerin varlığını bildiren damgalardan farklı şekilde belirli bir noktaya kadar ulaşabildi. Sosyal aktivitelerin gelişmesinde yönetici olan insanlar tarafından ilk damgaların günlük hayatta kullanılması yeterli derecede olduğu bilinmektedir (bk. Simçenko, 1965, 3. s.).


Yukarıdakilerin en eski olanı boy ve varlığı anlatan ilk damga işaretidir. Bunun dışındaki ilk damga işaretlerinin önemli kısmı ‘Totemleri’ anlatarak yapısı bakımından boy-akraba, soylu toplumun elemanlarını kutsal sayarak güzel düşünen insanların fikirlerini ifade etmiştir.


İlk kez kullanılmaya başlayan damgalar hukuki işaret olarak aile, boy, soylu toplumun liderleri arasında çeşitli alanlardaki anlaşmalarda, kararlarda kullanılmıştır. İlk damga işareti gelecekteki mülkiyet için de geçerli olmuştur. Babadan oğula geçerken yapısı bakımından hiç değişmemiştir. Bu örneklerden yola çıkarak boyların meydana gelmesini aile mülkiyetinin paylaştırılmasına göre açıklamak mümkündür (bk. Simçenko, 1965, 3. s.).


Türk dilli halkların içinden ilk damga işaretlerini kullanan boy olarak Prof. Dr. V. Ye. Butanaev Hakasları göstermiştir (bk. Butanaev B. Ye., Etniçeskaya istoriya Hakasov, XVII.-XVII. asırlar. M, 1990.).


Soylu toplumların ortaya çıkışı ve kabilelerin biraraya gelmesi ile soyluluk için ilk bilimsel kitapta ilk damgalar kullanılmaya başlamıştır. Bütün kabile birliklerinin başında en güçlü soyun vekilleri durmuşlardır. Çok eski zamanlarda kabile başkanı kabilesinin adına damgasını vururdu (bk. Simçenko, 1965, 5. s.).


Şayet, bu başkanlık miras olarak babadan oğula değil, beylik hakimiyetine geçerse, o zaman hakimiyetlik görevini üstlenen başkan kendi atalarının damgalarını kabilesinin adına kullanma hakkına devam etmiştir. Rus araştırmacısı V. B. Simçenko’nun bilimsel görüşlerine göre yukarıdaki olaylar bütün kabileler arasında ilk damga konusunda anlaşmazlıklara yol açmıştır. Nitekim, birçok kaynaklara göre kabilenin, kabile birliklerinin vekilleri başkanlarının yaşlılardan (aksakallardan) olmasını istiyorlardı. Kabileler ilk damga işaretini bütün cemaatin işareti olarak kabul etmemişlerdir (bk. Simcenko, 1965, 5. s.).


Damga işaretlerinin bölgesel-idari yapılardaki farklılıklara göre her zaman değişmesi sıradan bir görünüş idi. Bazı damga işaretleri anlam ve içeriklerine göre özel yerlerde kullanılmıştır. Bunlar kutsal işaretlerden sayılırdı. Kutsal damga önemli iş kaynaklarında, anlaşmalarda kullanılmıştır ve bu olayı batıl inançlar izlemiştir. Eski Türk boylarından biri olan Sarı Uygurlarda (Güney-Doğu Çin) As damga, Yag damga, Sun damga ve diğer damgalar Şamanların Tanrılarını ifade etmiştir. Mesela, Damga- Han=“Şaman Tanrısı”, “Aydınlık verici”, “Hayat veren” anlamlarına gelmektedir (bk. Malov 1957, 111. s.).


Daha sonraki kategorilerdeki işaretlerin içinde ayrı ayrı sınıflara has damgaların birçok değişik manaları bulunmaktadır. Eski İgresiz damgası (resim işaretlerinde) Şaman harfi idi ve o, Sibirya’da yaşayan birçok halkın arasında yaygın şekilde kullanılmıştır (bk. Simçenko 1965, 6. s.). Mesela, İskitlere ait taş kalıntılardaki parça halinde olan bazı işaretler sadece askeri araç gereçleri “donanımlarını” veya el sanatını ifade etmeyip, sembolik (dini ve tasavvufi) işaretleri de belirtmiştir. Bu yüzden bazı damga işaretlerinin sırrını anlamak zordur, bu damgalar basit resmi işaretten sembole doğru geçen asrı, tam anlamıyla sembolden harfe doğru giden aşamaları yansıtır veya gösterir (bk. Vaynberg, Novgorodova 1976, 67. s.).


En fazla damga işaretlerinin bulunduğu bölgeler olarak Çin yazılı kaynaklarında gösterilen Hakas-Minusinsk, Tuva-Moğolistan bölgeleri sayılmaktadır. Bunların dışında Altay Dağları, Doğu Türkistan, Türkmenistan, Kırgızistan, Kırım Yarımadası, Güney Rusya ve diğer bölgelerde bulunan kaya, taş yüzlerine yazılan işaretleri, arkeolojik araştırmalarda bulunan kaynakları delil olarak gösterebiliriz.


Türk dilli halklara ait olan damgaların araştırma kaynakları VIII. asırdan itibaren en fazla Çin yıl beyannamelerinde bulunmaktadır.


Tan İmparatorluğu’nun (VIII-X. asır) resmi saray tarihçisi Su Muyan Fu, ülkenin önemli devlet adamı Yan Sa Fu, bunlarla birlikte o zamanın çok bilgili insanı Van Pu’nun başkanlık ettiği özel komisyonlar 618-804, 804-852, 853-907 yıllarında Çin’e (Tan İmparatorluğu’na) komşu olarak yaşayan göçmen halklar ve onların adları, bindikleri atlarının özellikleri, sahipleri hakkında bilgiler toplamışlar ve bu bilgileri kağıda dökmüşlerdir. “Tanhujao” adlı bu özel bilgi antolojisi 961 yılında tam olarak işlenip yayınlanmıştır (bk. Zuev A., 1960, 93.s.). Hatırlatılacak olan bir mesele, eskiden (M.Ö. III-M.S. III. asırlar) Çin Hanedanlıkları için yaşadıkları bölgeleri bilinen, uzakta yaşayan halkları, kabileleri, ülkeleri kontrol altına almak mümkün olmasa da (Mesela, Türkler, Kırgızlar, Rum İmparatorluğu, Sasaniler Devleti), onlardan haraç toplamak sıradan bir gelenek haline gelmişti.


Tan İmparatorluğu’nda damga işaretlerinden yola çıkarak gerekli olan atların hangi halka, kabileye ait olduğunu belirleyip, atların kalitesine, vs. özelliklerine göre özel uzmanlar değer biçmişler. Bu tarihi kaynaklarda İszeguların (Kırgızlar) atları ile Gu-li-ganların (Kurıkanlar) atlarının cinslerinin benzerliği hakkında bilgi geçer. Bilindiği gibi, Kurıkanların (Çince: Gu-li-gan) şimdiki Baykal gölüne yakın bölgelerde yaşadıkları, Kırgızlara tabii oldukları hakkında bilgiler Çin yıl beyannamelerinde, Doğu, Müslüman kaynaklarında (Hudud’ül-Alem’de) bulunmaktadır.


Kurıkanların (Yakutların ataları) bazı kısımları bugünkü Sahaların boylarını teşkil etmişlerdir. Bizim daha çok önem vereceğimiz mesele, Çin kaynaklarında bulunan damgalar ve onların türleridir.


Ayrıca bu damgaların bugünkü Kırgızlarda, Türkmenlerde hâlâ mevcut olduğu bir gerçektir.


Eski Türk damgaları hakkında Orhun yazıtlarında da bilgiler bulunmaktadır. Moyun Çor’un hatırasında “... beyaz otağımı tahtım ile birlikte pınarın yanına dikip, Tanrı’ya dua ettim, kurban kestim. Damgalarımı ve yazımı taşa yazmaları için emir verdim.. Tavşan yılında (751 yılında) Tatar’ı anlaşmaya davet ettim., bin, on bin yıla (sonsuza) kadar korunacak olan işaretlerimi (damgalarımı) taş üzerlerine yazmaları için emir verdim.” sözleri mevcuttur (bk. Malov, 1959, 40. s.).


Yenisey’deki Kurganda bulunan hatırada “. yer üstünde kalan damgalarım var, sayısız hayvanım kaldı” şeklinde geçer (bk. Malov, 1952, 49. s.).


Tuva’daki hatırada “.er atim Yol Apa Ben., asnuki atlarim esintim. Baga ben er, alti yuz tamka at.” olarak geçer (Hemcik Nehri Circagi E. 41, M. 34., Eski Tuva’daki Türk Yazıları, Hatıraları. 1-2. Kızıl, 1963, 14-15 s.).


Mahmud Kaşgari’nin “Divan-ı Lügat-it-Türk”ünde, eski Oğuzlar ve onların damgaları hakkında çok değerli bilgiler bulunmaktadır. “Oğuzlar Türklerin bir kabilesidir, onlar Türkmenlerdir. Onlar 22 boydan oluşur. Her bir boyun diğerlerinden ayıran işaretleri olan damgaları mevcuttur. Bu işaretler üzerine hayvanlarını tanırlar. Bu kabileleri yakından tanımak için kabilelerin hepsini dolaştım” (bk. Mahmud Kaşgari, cilt 1, 90 s.).


XIII. asrın meşhur tarihçisi Reşideddin “Cami’üt-Tevarih”te Oğuz-Türkmen kabileleri ve onların seceresi, damga işaretleri, kutsal saydıkları kuşu, genel toplantıda dağıtılan öküzü, ayinleri, mitolojileri, misafirlerine ikram ettikleri kemikli etleri hakkında çok değerli bilgiler vermektedir.


Türk dilli hakların kabilelerinin damgaları hakkında C. A. Aristov, P. T. Kuzeev, V. V. Radlov, D. N. Sokolov, V. V. Barthold, D. Kafesoğlu, R. Kereytov, N. A Baskakov, S. M. Abramzon, vb. yazarların eserlerini kaynak olarak göstermek gerekir. Özellikle, N.A.Aristov’un eserlerinde damgaları inceleyerek öğrenme metodları ile büyük başarılar elde edilmiştir (bk. Simçenko, 1965, 2. s.). Yazar, damga işaretlerini göz önünde bulundurarak incelemiş, özel ve kabile damgalarının farklarını tespit etmiştir. Soydan ailenin bölünüp çıkışından sonra damga şekillerinin bazı değişikliklere uğradığını yazar (bk. Aristov, 1894, 284-286. s.).


N. A. Aristov ilk olarak Türk damgalarının kabile Tanrısını ifade ettiğini belirtir. Kendi fikirlerinde toplumdaki ilişkilerin gelişmeleri üzerine harflerin özel bir şeyi ifade eden damgaya geçtiğini ileri sürmüştür. N. A. Aristov ilk olarak Orhun-Yenisey’deki eski Türk dilli halklara ait yazıtlardaki Runik harfler Türk damgalarından kaynaklanarak meydana gelmiştir düşüncesini ortaya atmıştır. Runik harflerinin (38+1) 29 türünün Türk damgasına benzediği ileri sürülmektedir (bk. Kuzeev, 1994, 83-96. s.). Daha sonraları S. V. Kisiyev’in karşı çıkmasına rağmen Orhun harflerinin yarısına yakınının “Arami” yazısından olmadığı, Merkezi Asya bölgelerine ait olduğu fikrini Otto Donner ve W. Thomsen’in görüşleri desteklemiştir.


Günümüzde elimizdeki kaynaklara ve bilim adamlarının fikirlerine dayanarak Orhun-Yenisey’deki Runik harflerin çoğunluğunun Merkezi Asya’daki (Güney Sibirya, Moğolistan, Tarbagatay) etnik-kültürel çevrelere ait olduğu sonucuna varabiliriz.


Yukarıda belirtilen mesele, Türkoloji ve Türk dilli halkların tarihinde derin şekilde incelenmemiştir. Fakat, Kırgız-Oğuzların arasındaki etnik-kültürel ilişkiler hakkında bilgiler mevcuttur. Mahmud Kaşgari “..Kırgız, Oğuz, Kıpçak, Çaruk, Yağma, Tohsi, Çigil dilleri saf Türk dilleridir” demiştir. Kırgızlar ile Oğuz dilli kabilelerin etnik ilişkileri ta Güney Sibirya ve Moğolistan topraklarında başlamış, şimdi Kırgızların etnik çevresinde devam ettiği kesin olarak bilinmektedir. Buna kabile-soy, halk, yer-su adları hakkında, kabilelerin damgaları hakkında, halk folkloru hakkında kaynaklardaki mevcut bilgiler delil olabilir. “Oğuzname”de Kırgızların kökünün Oğuz Han’dan çıktığından bahsedilir. Bu bilgiler Kırgız secereleri ile tahkim edilir. Ebulgazi Bahadır Han (XVI. asır) Oğuz Han’ın Kırgızların eski ataları olduğunu yazar (bk. Abul Gazi, 1906, 23.s.).



Prof.Dr. M. Taner Tarhan’ın Ön Asya Dünyasında İlk Türkler Kimmerler ve İskitler Kitabından Alıntılanmıştır.

Kastamonu

 


Gündelik Hayatımızda Çocukluk ve Çocuk Gereçleri-3

 


Masal Mitoloji Yaratıkları


Tacitus (İS 55-116/20) Germania kitabını “Bundan ötede masal diyarı başlar. Söylendiğine göre Helusilerle Oxionların başları ve yüzleri insana, beden ve âzaları hayvana benzermiş. Bunun hakkında kesin bir delil olmadığı için meseleyi olduğu gibi bırakıyorum,” diye bitirir. Kâtip Çelebi’nin istinsah ettiği nüshası 1703-4 yıllarına tarihlenen, Amerika kıtasını anlatan Tarih-i Hind'i Garbî, incisi bol bir ada olan Küba’da yaşayan yarı insan yarı balık bir yaratıktan söz eder. Egzotik ülke ve canlılarından bahseden seyahatnameleri inanılmaz varlıklarla doldurmak sanki şarttır.

Batı’da ilk.yayınları pornografik görülerek yasaklanan Binbir Gece Masalları, Dede Korkut hikâyeleri, Köroğlu kolları, Battal Gazi menkıbeleri, çocuklar kadar büyüklere de seslenen, masal dünyasını besleyen külliyatlardır. Evliya Çelebi’ye göre Hamzaname altmış ciltken,, meddahlar onu üç yüz altmış cilde çıkarmışlardır.

Jorge Luis Borges ile Margarita Guerrero Düşsel Varlıklar Kitabı’nda (1957) çeşitli kültürlerden adı var aslı yok yaratıklara ilişkin kayıtları derlemişlerdir. Hulki Aktunç bu kitaba (Mitos Y., 1992) “Zeyl” yazarak kültürümüzdeki yaratıklar bilimine katkıda bulunmuştur.



Cin


Cin, İslamiyet’te “duyularla idrak edilemeyen, insan gibi şuur ve irade sahibi, İslamiyet’in kurallarına uymakla yükümlü tutulan, mümin ve kafiri bulunan varlık” türüdür. Arapça cenn (örtmek, örtünmek, gizli kalmak) kökünden adını alan cinler, insanlara müdahale ettikleri ve bazı insanların onlarla ilişki kurdukları iddialarıyla hep gizlilik perdesinin sınırında dururlar. Bazı insanların içine girip onları ecinnili yaparlar. Hz. İsa’nın mucizeleri arasında anlatılan dilsiz, saralı, sıtmalı hastaları iyileştirmesi, hastalığa neden olan cinleri azarlaması veya cinlerin başkanı Beel-zebub’un yardımıyla gerçekleşmiştir. İslam kültüründe cinlerle evlenenler, cin tarafından kaçırılan genç kız hikâyeleri vardır. Cinleri bugünkü bilimle çeşitli biçimlerde, örneğin mikrobiyolojik varlıklar olarak açıklamaya çalışan tefsirler yapılmışsa da, asli niteliklerinin duyularla idrak edilememeleri olduğu ve ancak ‘nakil’le bilinebilecekleri görüşüyle ortodoks görüşler bu tefsirlere itibar etmez. Bu konudaki kuramsal açıklamalardan biri de “inanmayana görünmeyecekleri” biçimindedir. Köylerde cinlerin eskisi gibi ‘faal’ olmayışı, Hac’dan getirilen kutsal toprakların artarak cinleri kaçırması veya cinlerin ezici bir çoğunluğunun Müslümanlığı kabul ederek artık insanlarla uğraşmamalarıyla açıklanır.


Cinler Arap topraklarında Ubâr denilen yerde çok bulunurlar. Yılan, rüzgâr ve insan biçiminde üç türlüdürler. Cinlerin padişahı vardır ve padişahlarının sözlerini tutmak zorundadırlar. Bismillahsız yapılan işlere karıştıkları gibi, geceleri sabaha kadar devam eden düğünleri ünlüdür. Bu düğünlerde, insanların sandıklara Bismillahsız koydukları elbiseleri giyerek süslenirler. Anadolu’nun birçok yöresinde Orta Asyalı Şaman inanç sistemi içinde yer alan ve bebekleri boğan kötü ruh albız, albastı, alkarası, al karısı adlarıyla dişi cin olarak kabul edilmiştir.


Tarihin her döneminde her kültürde çeşitli cinler vardır ve bazı kültürlerin tanrı, yarı-tanrı, melek, dev ve cinleri başka kültürlere genellikle itibar kaybederek başka niteliklerde devredilmiştir. Örneğin, Yunan daımonları, Latin genıus'ları Hıristiyanlıkta itibar kaybettikten sonra Aydınlanma çağında tekrar sanatın konusu olmuşlardır.


Geniş cin yazınından, bugün sinema ve çizgi roman, biblo vb. gibi yan ürünleriyle tekrar gündeme sokulan cinler de vardır.


Gnomlar yeraltında gizli hâzineleri bekleyen biçimsiz cücelerdir. Film kahramanı olan Gremlinler ise uçaklarda arıza yaratarak, havacılara, pilotlara zarar veren cinlerdir. Sözcüğün kökeni eski Kuzey dillerine uzanır, Tötonlarda kızdırmak, üzmek, yormak anlamında olan greme fiilinin tarihi 1000 yılından öncelere gitmektedir.


Troller İskandinav mitolojisinin Thor’a karşı savaşan devleridir; Hıristiyanlık’tan sonra cüceleştiler ve dağ koyaklarında, viranelerde yaşayan, kötü huylu perilere dönüştüler. Köylüler ekinlerine ve fırsat bulurlarsa kendilerine zarar veren bu perilerden şikâyetçiyken, Norveçli ünlü edebiyatçı Henrik Ibsen Trolleri milliyetçileştirdi. 1960’lı yılların sonlarında yayınlanan Tina adlı çocuk dergisindeki “Afacan Cüceler” çizgi öykülerinin kahramanları da köylüye zarar vermekle birlikte sevimli gösterilen Trollerdir. 1980’li yılların sonunda Trol bebek modası Türkiye’ye de geldi ve uzaylı, hippi, yuppi, Kızılderili kılığında Troller uğurlu diye satıldı.


Alaeddin’in lambası ise Çin’de bir sihirbaz veya Taocu’nun sihirli iksir şişesi olur ve en ünlü hikâyelerden biri, şişesine giren bir Taocu’yu anlatır, iksir şişesinden kötü cinleri yakalamak için çıkan bulut da lamba cinini çağrıştırmaktadır.



Peri


Periler cinler gibi her kültürde bulunurlar ve çok çeşitlidirler. Avrupa’da Latince fatum, kuzey ülkelerinde nom olarak bilinen periler, kaderle ilişkilendirilmiştir. Yunan mitolojisindeki sanat müzleri, okuyla insanları âşık eden Latince adıyla Cupido, perilerin aldığı çağdaş biçimlerdendir. Yer ve su perileri Şamanlıkta da önemli yer tutar. Evrensel masal şemalarında olduğu gibi Anadolu masallarında da kahramana sihirle yardımcı olan, şarkı söyleyen, padişah kızı güzel periler vardır.

Türkçeye Farsça peri’den geçen sözcüğün kökeni Avesta metinlerindeki pairika’ya dayanır ve burada insanları doğru inançtan saptıran cindir, iyicil anlamını sonradan kazanmıştır. Türkçeye edebiyat yoluyla girdiği, sonra halk ağzında yaygınlaştığı anlaşılmaktadır. Perihan adı da Türkçe ‘han’ sözcüğüyle değil, Farsça okuyan anlamında han ekiyle türetilmiştir ve cin efsunu okuyan, muska yazan demektir. Doğu Karadeniz’de perilere atfedilen nitelikler cadılarla özdeşlik gösterir. Örneğin, Çamlıhemşin’de ataları peri kızıyla evlendiği için, cadıların ayaklarının ters olmasından mülhem Tersbacakoğulları olarak anılan bir sülale vardır.


Cadı


Avrupa, özellikle kuzey ülkeleri cadı diyarıdır. Doğu Avrupa’da 18. yüzyıla kadar sürmek üzere 15.-17. yüzyıllar arasında Avrupa’da sayılan yüz binlerle ifade edilen kadın cadı oldukları gerekçesiyle yakılarak öldürüldüğü gibi, cadı suçlamaları ABD ’ye de sıçramış, 1630-1700 yıllarında birçok kasabada cadı avı düzenlenmiştir.


Kökleri IÖ 5. yüzyıl İrlanda’sına çıkan fdallovveen, yaz mevsimimim sonu kabul edilen 31 Ekim’de, o yıl ölenlerin ruhlarının canlıların gövdesine girmesini engellemeyi amaçlayan ve insan da kurban edilen Druid ayinidir. 1840’larda Irlandalı göçmenlerle ABD’ye taşınmıştır ve bugün ABD’de Halloween/Cadı Bayramı biçiminde, gençlerin cadı kostümleri giyerek eğlendiği resmi tatil günüdür. 1999 yılından beri İstanbul’da bazı diskolarda parti konusu olmaya başlamıştır.


Anadolu’da cadı, bir yandan cin çarpan insanlar ve hortlaklarla bir yandan da masalların kötü büyücüsü kocakarılarla karışır. Türkçeye Farsçadan girmiş olan sözcük, Divan edebiyatında sevgilinin gözü, bakışı, saçını anlatan bir mazmundur.



Dev


Eski İran dininde tanrı olan deva, Zerdüşt tarafından cin sayılmıştır ve Türkçedeki devin kökeni budur. Mezopotamya, Yunan ve İskandinav mitolojilerinde devler tanrılarla savaşır ve yenilirler. Ortaçağ Avrupa’sında birçok şehrin koruyucu devi vardı ve karnavallarda maketleri dolaştırılırdı. Masal kahramanının karşısına çıkan önemli engellerden biri de devdir. Odysseia’nm Kyklops’u ve Dede Korkut’un Tepegöz’ü en tanınmış tekgözlü devlerdendir.



Ejderha


Ağzından ateş çıkaran, kanatlı dev yılan diye tanımlanabilir, iyicil bir güç olan Çin ejderi yüzyıllarca imparatorluğun simgesi olmuştur. Eski Yunanlılar ejderha gözünden yapılan ilaçlar tanımladıkları gibi, örneğin Agamemnon’unkinde olduğu gibi, kalkanlarına ejderha resmi de çizmişlerdi. Roma’da da piyade taburunun nişanı ejderhaydı. Fenike mitolojisinden alınan Leviathan Yahudilik ve Hıristiyanlıkta puta taparlığın simgesi olmuştur. Çeşitli kültürlerde birçok kahraman, Herakles, Sigurd ya da Siegfried, İskender, vb. ejderhayla dövüşmüştür; St. Michael, St. George da ejderha öldürmüş Hıristiyan azizleridir. Ejderha, hâzinelerin bekçisi olması da dahil, birçok özelliği ile Şahmaran’a benzer.



Gulyabani


Gûl İslamiyet öncesi Araplarda kötü dişi cindir. Erkeğine de kuturb denirdi. Gül her biçime girebilir, yolculara saldırır ve öldürür; kuduz hastalığının da nedeni olarak kabul edilir. Gulyabani sözcüğü Gûl-i beyâbânî’den gelir. Hüseyin Rahmi’nin filme de alınmış olan Gulyabani (1912) eseri, kandırmacaya dayandığı için gerçek cin kitabı sayılmaz.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ kitabından alıntılanmıştır.

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak