GÖÇ YOLLARI YA DA KAFKAS-DOĞU AVRUPA TÜRK HIRİSTİYANLIĞI
Türk tarihi akışı içinde en göze çarpan gerçek, Türk toplumunun yüzyıllar boyu süren göçleridir. Bu göçler İ.Ö. 3500 yıllarında başlamış ve İ.S. 14. yüzyılda son bulmuştur.
Göç dalgaları içinde Türk boyları, ya önceden edindikleri hıristiyanlığı birliklerinde taşımışlar, ya bırakarak başka inançlara geçmişler, ya da göçler sırasında hıristiyanlaşarak varlıklarını sürdürmüşlerdir. Öncelikli olarak Trakya ve Anadolu'ya gelen hıristiyan-Türk topluluklarının hangi yollardan buralara geldiklerini araştırmak, konumuzun temel ve ana basamağıdır.
Göçler zinciri içinde Orta Asya-Batı bağlantılı başlıca iki yol olmuştur. Birincisi Aral Gölünün doğusunda bulunan Sirderya (Jexartes) ve Amuderya (Oxus) ırmakları üstünden geçerek İran'a varan, ikincisiyse Aral Gölü ve Hazar Denizi'nin kuzeyinden geçerek günümüz Rusya'sının güneyi ve Karadeniz'in Kuzey kıyısıyla Tuna yöresine varan istepler yoludur.
Bu göç yolları üstünden batıya doğru devinen Turanlı Türk toplulukları, Tuna boylarına vardıklarında, Bizans İmparatorluğunu bulmuşlar, orasını çekici buldukları için, akınlar düzenlemeye koyulmuşlar, açıkçası ister istemez kaynaşmaya başlamışlar.
Kuzey Karadeniz ve Tuna boylarında yerleşen Turanlı Türk toplulukları şunlardır: Hunlar, Ogur Türkleri, Sabarlar, Avarlar, Tuna Türkleri, Volga Türkleri, Hazar Türkleri, Macarlar, Peçenekler, Avrupa Oğuzları, Kumanlar, Bulgarlar. Türklerin Doğu Avrupa'ya göçleri sırasında Orta Asya'dan birlikte getirdikleri, ya da geçtikleri yerlerde karşı karşıya gelerek benimsedikleri hıristiyanlıkla ilgili irdelemelerimizi ele alalım.
Türklerin, göçler içinde sıkça geçtikleri geçit, Orta Asya'nın istepler yöresinden başlayıp Hazar Denizi'nin kuzeyine dek sürer. Buraları milyonlarca hayvanın beslenebileceği otlaklar hattıdır. Bu yol Ural (Yayık), Volga (İdil), Don, Dinyeper ve Dinyester ırmaklarını geçerek kuzeyde Karpat ve Transilvanya dağlarıyla, güneyde Balkan dağları arasında doğuya açılan aşağı Tuna bölgesine girer. Tuna hattıysa, Macaristan ovalarına girmek için bir geçit hizmeti görmüştür. Orta Asya'dan batıya göç eden Turanlı topluluklar için, bu yolun önemi her zaman büyük olmuştur. Bunlar Tuna boylarına vardıklarında, güneyde Taçini, yani Bizans İmparatorluğuyla yüz-göz oldular, oradaki görkem ve zenginlik kendilerini oralara çekip bağlamıştır.
HUNLAR
Doğu Avrupa'ya ilk göç eden Turanlı Türk toplulukları Hun'lardır. Bunlar ikiye bölündükten sonra bir bölümü batıya göç ederek, Kazak bozkırı güney eteğiyle Çu ırmağı koyağında (vadi) olan Doğu Kangkü'de kısa yaşamlı bir siyasal birlik kurarlar. (İ.Ö. 43-36)
Sonraları (İ.S. 91) bunların Kazak bozkırına çekildiklerini, İ.S. 350'de doğudan gelen ve Türk - Moğol karışımı olarak bilinen Uar-Hun'ların baskısıyla batıya doğru akarak İ.S. 370'de Avrupa'da göründüklerini, Attila döneminde Rusya ve Avrupa'da büyük bir siyasal birlik kurduktan sonra dağıldıklarını, tarihsel kaynaklardan anlıyoruz.
Avrupa'ya gelen Hunların, hıristiyanlığı benimsediklerine ilişkin herhangi bir veriye rastlanamamıştır.
Doğu Avrupa istepleri topraklarında birçok toplulukların önce var oldukları, sonraları da tarih sahnesinden silindikleri görülmektedir. Bunun böyle olması, o toplumun tümüyle yok olmasıyla değil, ancak egemenlik gücünün yitirilmesiyle açıklanır.
Çoğu kez aynı ırktan bir başka topluluğun egemenliği eline almasıyla, bir önceki soydaş topluluk, sonrakinin egemenliği altına girer. Bu durum tarihle birçok Türk toplumlarında görüldüğü gibi, birçok Hıristiyan Türk toplumlarında da görülmektedir. Örneğin günümüzde Uygur, Peçenek, Kuman gibi Türk Hıristiyan toplulukları, yerlerini Gökoğuzlara (Gagauz) bırakmışlardır.
Doğu Avrupa istepleri yöresinde oturan ve konumuzla bağıntılı olan Turanlı Türk topluluklardan birisi de "Kumanlar'dır.
KUMANLAR
Bunlar tarihin en eski zamanlarından başlayarak Kafkasya dağlarının kuzeyinde yer alan istepler ülkesinde oturmaktaydılar. Plinius (İ.S. I yüzyıl)'un kayıtlarından buraya "Kumanya" denildiği görülür, Teofanos da, İstanbul Patriği Eren Altınağızlı Yuhanna'nın "Kumanya'da öldüğünü (İ.S. 398) kaydetmiştir.
Önceden bulundukları istepler ülkesinden güneye doğru yayılan Kumanlar, İ.S. 1067'de Dinyeper ırmağı kıyısına vararak Peçeneklerle komşu olmuşlardır. Bu yayılmaları içinde doğal olarak Ruslarla da savaşları olmuştur. Bu sıralarda Azak denizinin her iki yanında, doğu ve batı olarak iki Kumanya oluşmuştur. Tuna hattını geçerek Balkanlar'a giren Turanlı topluluklar arasında yer alan Kumanların, Bizans'la tanışmaları da bu devreye rastlamaktadır.
Türk Hıristiyan olan Kumanlarla tanışmadan önce Bizanslılar, Selçuk Türkleriyle zaten tanışmış bulunuyorlardı.
Çünkü Aleksi Komnenos zamanında Küçük Asya, Marmara kıyılarına dek Selçukluların eline zaten geçmişti. Ruslar ve Bizanslılarla türlü ilişkiler içine giren Kumanların, ilişki içinde bulundukları bir başka toplumda, yine Turan kökenli olan Macarlardır. Macarlarca "Künlar" diye çağırılan ve Kıpçak Konfederasyonunun batı kolunu oluşturan Kumanlar için 12. yüzyıl, büyük bir göç yılı olmuştur. Bunun da ana nedeni Moğol akınlarıdır (İ.S. 37 )
Moğollar, İran üstünden Karadeniz'in kuzey bozkırlarına geldikleri zaman Kumanlar, Bulgarlar ve Ruslar el ele vererek Moğollara karşı direnirler. Bu üç ortak toplumun yanısıra Alanlar da rol alırlar. Ancak Moğol orduları karşısında yenik düşen Kumanların bir kısmının, Kuzeydoğu Romanya'da olan "Comania" bölgesine yerleşerek hıristiyanlığı benimsediklerini görüyoruz. Üstelik İ.S. 1227 yılında kendileri için bir episkoposluk orunu kurulmuştur.
Ancak kurulan bu episkoposluğun Orta Aşyadakilerden farklı olduğunu görüyoruz. Şöyle ki Orta Asyadaki Nasturi ve Bizans Ortodoks Özyapılı Türk Hıristiyan toplulukları ve gözetmenlikleri (episkoposluk) yanında, Türk Hıristiyan dünyasında artık Romen-Katolik özyapılı bir topluluk da tarih sahnesinde görülür. (İ.S. 1221)
Buna bağlı olarak Romen-Katolik misyonerler İncil'i ve katolik tinsel ezgilerini Türkçeye çevirirler. Tarihçi Barthold'a göre bu çeviriler çok başarılı çevirilerdir. Böylece Romen-Katolik olan Kuman Türkleri Papalık orununca da değerli görülür. Roma episkoposu (Papa) Greguar'ın 1234 yılında Kuman episkoposuna yazdığı bir mektupta, ona "Saygıdeğer Kardeşim" sözlerini yönelttiğini ve aynı mektupta, Kuman episkoposunun yolladığı dinsel kişileri kabul etmeyen "ismen hıristiyan" Ulahlardan yakındığını da tarihsel verilerden anlıyoruz.
Kuman episkoposluğu daha sonraları Moğollar'ca yıkılır. İbni Batuta, Kırımda Kerç ve Kefe arasında hıristiyan Kumanlara rastladığını yazmaktadır. Moğollara yenilen Don - Doneç bölgesi Kumanları da Macaristan'a göçerler ve hıristiyanlaşırlar.
Topluca hıristiyanlaşan Kumanlara ilişkin bir başka olay da Transilvanya'ya (Erdel) Kumanlarca düzenlenen akınlardan sonra görülür. 1227 yılında Kuman prensi Bare, kendisine bağlı 15.000 kişiyle birlikte hıristiyanlığı benimser.
Kuman-Kıpçaklar, bazı tarihçilerce, Kuzey Türk topluluklarının tipik atlı göçebelerinin son temsilcileri sayılmışlardır. Kumanlar sayesinde kuzey Türk toplulukları yeni bir döneme girmişler ve yeni bir konglomerayla (karmaşık topluluklar) Tobol ırmağından Macaristan'a dek tüm Doğu Avrupayı etkileri altına alarak, ardıllarıyla birlikte Türk-Rus toplulukları arası yaşam kavgasına etken olmuşlardır.
Daha Batıya göçen Kumanlar, Bulgar ve Macarlarla sıkı ilişkiler içine girmişler. Orta Volga'daki Bulgar bölgesine de geçerek kendi soydaşları olan Bulgar Türklerine kendi öz dillerini de benimsetmişlerdir. Daha sonra söz konusu edeceğimiz Gökoğuz (Gagauz) Türklerinin yerleşim bölgelerinden olan Dobruca'ya adını vermiş olan Dobrotiç'in de "Kuman" ya da " Anadolulu Türk" olduğu da bazılarınca ileri sürülmektedir. Anadolu Türk Hıristiyanlığı üstünde daha sonra durulacağından, yine Karadeniz'in kuzey bozkırlarına dönelim. Bu yörede Moğolların egemenliği altında kalan Kumanların zamanla Moğolları Türkleştirdikleri de ayrı bir tarihsel gerçektir.
Kuman-Kıpçak Türklerine ilişkin tarihsel bilgiler aktaran bir başka önemli kaynağın da "Kartel Kroniki" olduğu söylenir.
Bu kronik ışığında, Kuman - Kıpçakların, Apkaz kralı IV. David'e yaptıkları yardımlarla, Iran (Selçuklu) güçlerine büyük darbe vurulduğunu, krala yardım etmiş olan 40.000 savaşçı Kuman-Kıpçakla, 5000 seçkin kölenin görgülü ve değerleri denenmiş kişiler olarak hıristiyanlığı benimsediklerini, bunların yanısıra da Kuman-Kıpçaklardan hergün hıristiyanlığa dönenlerin sayıca kabarık olduğunu öğreniyoruz.
Yine Kral David'in Tiflis'i kuşattırıp bunalttığını, buna koşut olarak da Hazar Denizi doğusu ve Sirderya boylarında bulunan Türkmenleri, Hıristiyan Kıpçaklar sayesinde kaçırttığını, ve böylece Kür ile Çoruk boylarına egemen olmaya çalıştığını, aynı kaynaktan anlıyoruz.
Hıristiyan Kıpçak-Kumanların bir başka askeri başarısı da Tiflis kentinin hıristiyan bir kent olmasıdır. Şöyle ki 400 yıl boyunca müslümanların ve 1068'den bu yana da Selçukluların elinde olan Tiflis, 1125 yılında Kıpçaklar sayesinde hıristiyan kent durumuna getirildi.
İlginç ve dikkatimizi çeken, İ.S. 2. yüzyıldan bu yana inanç sistemi olarak hıristiyanlığı benimseyen Türk toplulukları arasında egemen olan "Nasturilik", "Bizans Ortodoksluğu", "Roma Katolikliği" gibi hıristiyan mezheplerine bir yenisi daha eklenmektedir. Bu da "Gregoryanlık" olarak bilinen "Monofizit-Apostolik" mezhebidir.
1118-1185 yılları arasında tarih sahnesinde görülen Yeni Kıpçakların çoğunun, Bizans Ortodoksluğu riti içinde yer alan Gürcü-Ortodoks kilisesine bağlı oldukları halde, bunlardan bazılarının İ.S. 1200'de fethettikleri Ani-Şeddadlı Emirliği ülkesindeki "Monofizit-Apostolik" kilisesine girdikleri de biliniyor.
Kuman - Kıpçak Türklerinden günümüze dek gelen en önemli belge, bir sözlük ve metin derlemesi olan "Codex Cumanicus"tur.
Rusya bozkırlarındaki Kumanlar zamanla Moğollar, Bulgarlar ve Hazarlarla karışarak günümüze dek gelmişler, ancak Macaristan, Balkanlar ve Gürcistan'daki Kuman - Kıpçaklar hıristiyan çerçeve içinde eriyip tarihten silinmişlerdir.
Göç yolları Türk tarihini, özellikle Hıristiyan Türklerin tarihini incelediğimizde, bu konu içinde özel yere sahip olan "Peçenekler"i ele almadan geçemeyiz.
PEÇENEKLER
Peçenekler Kırım yarımadasının kuzeyinde İ.S. 612. yüzyıllar arasında egemenlik sürmüşlerdir. Göçebe ve savaşçı olan Peçenekler. Yayık (Ural) ve İdil (Volga) akarsuları arasındaki ülkelerde komşu oldukları soydaş Hazar ve Uzlarla (Oğuzlar) birçok savaşlar yapmışlardır.
Peçeneklerin sürekli ilişkide oldukları bir başka soydaş toplum da Kıpçak-Kumanlar olmuştur.
Hazarlar 9. yüzyılın ortalarında doğudan gelen bir başka Türk topluluğu akınıyla karşılaştıkları zaman zorlukla bu akınları batıya çevirmeyi başarırlar. Kıpçak denilen önderin buyruğu altına giren bu Türk topluluğu, o zamana dek oralarda oturan Peçenekleri yerlerinden kovarak, kendileri yerleşirler. Daha sonra bunlar Uzlarla birleşerek, Rus tarihçilerinin "Pölovşer" adına verdikleri siyasal bir birlik kurarlar. Peçenekleri yerlerinden eden bu toplum daha sonra Hazarlara yüklendiklerinde,bu sonuncular da, soydaşları olan Hun-Ugorlarla birlikte yurtlarını akıncılara karşı korumaya çalışırlar. Ancak Hun-Ugorlar (Macarlar) uzun süre dayanamazlar. Don'la Bog akarsuları arasında olan yurtlarını bırakarak batıya göç ederler. Bu arada Kıpçak Türkleri Doğu Avrupa bozkırlarına girerler. Bunun sonucu yerleşik topluluklar arasında dalgalanmalar olur. Bu topluluklar birbirlerini sıkıştırırlar ve batıya doğru devinerek yerlerini değiştirirler. Böylece yeni ve çok devinimli bir göç dalgası, salt batıya doğru etkili olmaz, Bizans'ı da sarsar. Dinyeper ırmağının her iki yakasında sekiz oymakla birlikte yerleşmiş olan savaşçı Peçenekler tüm komşu topluluklar için ve özellikle Bizans için tehlike olmaya başlar. Bunun sonucu İmparator IV. Leon zamanından başlayarak Peçenekler tarih sahnesinde gözde olmaya başlarlar.
Peçeneklerin savaşçı bir topluluk olduklarını, Bizans İmparatoru Konstantin'in ünlü "De Admisitrando" adlı yapıtında görmekteyiz. İmparator orada kendi oğluna "her ne pahasına olursa olsun Peçeneklerle iyi geçin" öğüdünü yermektedir.
Peçenekler arasında hıristiyanlığın başlaması ve egemen olması şu gelişmelerle oluşur:
Başlangıçta Volga ve Ural ırmakları arasında yaşayan Peçenekler, 9. yüzyılda Türklerin Hazar ve Oğuz boylarının kendilerine saldırmaları sonucunda batıya göç ederler. Böylece Macarları Karpatlar bölgesine iterek, Rus topraklarına akınlar düzenlerler. Ancak Rus ve Macarlardan direniş gördüklerinden, Trakya'ya yönelirler.
Bu arada Bulgaristan'ın Bizansça alınmasından sonra akınlarını daha da sıklaştırırlar. Dağınık olan Peçenekleri tek yönetim altında birleştirmek isteyen Başbuğ Turak ve rakibi Kegen arasında bir mücadele başgösterir. (İ.S. 1048)
Mücadele sırasında Kegen Bizans'a sığınır. Turak'sa Bizans'a tutsak düşer.
Turak'ın bundan sonra hıristiyanlığı benimsediğini ve bu inancın Peçenekler arasında hızla yayıldığını görüyoruz.
Bizans toplumu içinde, yerleşen Peçeneklere karşı İmparator Monomakhos (1042 - 1055) çok iyi davranır ve Silistre çevresindeki iç kalenin korunması görevini onlara verir. Bu Peçeneklere sınırları koruma görevi de verilir. Ancak bu Peçenekler sınırların dışında olan öbür Peçeneklere karşı da Bizansı korumakla yükümlü olurlar.
"Peçenekler Tarihi" yazarı Prof. Akdes Nimet Kurat'a göre; kitle halinde hıristiyanlığı benimseyen Peçenekler, bu Peçeneklerlerdir.
Turak'a ve Kegen'e bağlı Peçenekler arasındaki saldırılar sonucu, Turak'ın güçleri de Bizans'a yenik düşerler ve İstanbul'a götürülerek hıristiyanlığı benimserler.
Bizans'ın sınır bekçiliği görevini üstlenen Peçenekler, bu görevlerini uzunca zaman sürdüremezler. 1049 da Peçenek başbuğu Bizansla savaşa tutuşur ve yener, sonra Edirne'ye kadar ilerlerler, ancak kenti alamazlar. Ancak Bizans ordusunda uzun bir süre görev yapan Peçenekler, soydaşları olan Uzlar ve Hazarlarla birlikte, Türklere Anadolu kapılarını açan Malazgirt savaşında (İ.S. 1071) Alp Aslan'a büyük destek verirler.
Ancak bu Hıristiyan Peçeneklerin bir bölümü sonradan İslamlığı seçerler.
Malazgirt savaşının sonucunda sarsılan Bizans içinde Peçenekler yeniden güçlenerek, önceden alamadıkları Edirne'yi ikinci kez kuşatırlar. Daha sonralarıysa dinsel görünümlü bir halk devinimi olan "Bogomil" (İ.S. 1086) devinimine katılırlar. Bunlar soydaşları olan Kumanlarla birlikte Bogomilleri desteklerler.
İ.S. 1087 deyse Macar Kralıyla birlikte İstanbul'a yürüyen Peçenekler İmparator Aleksios komutasındaki Bizans ordusunu yenerler, ancak Kumanlarla ganimet paylaşılması kavgası yüzünden zayıflarlar ve Bizansla barış yaparlar.
Bundan sonra Bizans, Peçeneklere karşı Kumanları kullanma siyasetine soyunur. Bunu gerçekleştirmek amacıyla Kuman Beyleri olan Bönek ve Togurtak'ı İstanbul'a çağırarak, ordusundaki Kuman kökenli subayları da parlak biçimde ağırlayarak Peçeneklere saldırtırlar.
Bu büyük yenilgi Peçeneklerin sonunu hazırlar. Bunlar 1122-1197 yılları arasında Bizans'a altı akın daha yaparlar, ancak sonuçlar önemsizdir. 1197'den sonra Bizans kaynaklarında artık adları geçmez olur. Bir bölümü Macaristan'a yerleşirken, bir bölümü de Rusya'da kalır.
Uz ve Kumanlarla birlikte görülen ve göçebeliği bırakıp yerleşik bir konuma geçerler.
Göç yolları ve Anadolu toprakları dışında tarihten günümüze dek bozulmadan kalmış bir başka Hıristiyan Türk topluluğu da Çuvaş Türkleri'dir.
ÇUVAŞLAR
Çuvaşistan'da yaşayan Çuvaşlarla birlikte, Ruslar ve Kazan Türkleri de aynı ülkede yaşamaktadırlar.
Çuvaş Türkleri kendilerine "Çıvaş" adını vermektedirler. Bu sözcüğün Tatarca "Yavaş" anlamına geldiği biliniyor.
Bu topluluk Orta Volga bölgesinin en eski halklarından biri olarak kabul edilmekte ve kökenleri yönünden eski Bulgarlarla, yerli etnik grupların karışmasından oluşmuşlardır. Bu nedenle eski Bulgar dilini korumaktadırlar.
Prof. Kurat'a göre bunlar İslam olmayan Bulgar köylülerinin ardılları sayılmaktadırlar. Ancak yine aynı kişiye göre bu görüşü destekleyen yeterli kanıtlar bulunmamaktadır.
Barthold'sa, Çuvaş Türklerini, Bulgarların İslam dini ve Arap A, B, C sinden habersiz kalan, Rus, A, B, C sinin kabulüne kadar da yazıya sahip olamayan Bulgarlar olarak düşünmektedir.
Önceleri Şamanist olan Çuvaşların daha sonraları toplum olarak Hıristiyanlık inancını benimsediklerine tanık oluyoruz.
Siyasal yönden Çuvaşlar, 10. yüzyıl başlarında Volga (İdil) Bulgarlarının, 13. yüzyıl ortalarında Moğolların, 14. yüzyılda Kazan Hanlığının, 16. yüzyılda da Rusların egemenliği altına girmişlerdir, korkunç İvan çağında (1530-1584), Çuvaşların büyük bir bölümünün Hıristiyanlığın Bizans-Ortodoksluğu inancını benimsedikleri, ancak bir bölümünün de Şamanist kaldığı bir başka gerçektir.
Çuvaşların kullandığı dil öbür tüm Türk dillerinden ayrıcalık göstermektedir. Konuştukları dil "Yüksek Çuvaşça" (Viryal) ve "Aşağı Çuvaşça" (Anatri) olarak iki kümeye ayrılır.
Dil yönünden Çuvaş dilinin Batı Türkleri kümesini oluşturan Hunlar, Peçenekler, Hazarlar, Tuna ve İdil Bulgarları dilleri kümesine girdiği de bir başka gerçektir.
Hıristiyan Çuvaş Türklerinin Çuvaşistan'da yaşayanları Bizans Ortodoksluğu, Litvanya'da yaşayanları da Romen Katolik inancındadırlar.
YAKUTLAR
Aralarında Hıristiyanlığın egemen olduğu bir başka Türk topluluğu da "Yakut Türkleri"dir.
Kuzeydoğu Sibirya'da yaşayan Yakutlar kendi topluluklarını "Saha" olarak adlandırmaktadırlar. Çok geniş bir alan ve dağınık bir şekilde yaşayan Yakut Cumhuriyetlerinin sahası batıda Natanga'ya, ortalama olarak aşağı Tunguska'ya, güneydeyse Amur ortalarına dek uzanmaktadır. Yerleşim yeri olarak görülen toprakların tümü de Buz Denizi'ne dökülen ırmakların yanlarında yer almışlardır. Yakutların buralara yerleşmeleri yarım yüzyıldan çok zaman öncedir.
Hıristiyanlık yönünden Bizans Ortodoks olan Yakutların içinde Şamanist eğilim ve sapmalara da raslanmaktadır.
Hıristiyanlıkla ilintili görünüm sergileyen daha küçük Türk topluluklarını da bu kesime ekleyebiliriz.
TATARLAR, MOĞOLLAR, KRYAŞENLER, NOGAY BAKLARI
Genelde Tatarlar A) Kazan Tatarları, B) Kırım Tatarları ve C) Batı Sibirya Tatarları olarak üç kümeye ayrılmaktadırlar. "Tatar" adının ilk kez Orhun yazıtlarında geçtiğini görüyoruz.
Bu dönemdeki Tatarlardan, Yenisey bölgesinde bulunanları Moğolca, Çin Seddi yakınlarında oturanları da Türkçe konuşmaktaydılar. Batıdaysa "Tatar" adı, Moğollara ve azınlıkta olan Moğol tabakasına giren Türkler için kullanılıyordu. Bazılarına göre "Tatar" adı, Moğol birliği içindeki bir Türk oymağının adıdır.
Gerçekteyse Tatarlar, Altınordu'yu kuran Türk boylarının torunları olup, "Kıpçak" olarak da bilinen ve kısmen 8-9. yüzyıllardan başlayarak Moğol çağından daha sonra Ukrayna'nın ve Volga bölgesinin geniş bozkır alanlarında yerleşmiş bulunan bir kuzeybatı Türk boyunun yığılmasından oluşmuşlardır.
Avcıoğlu ' na göre Türk ve Moğollar, aynı benzer yaşam biçimini paylaşan topluluklardır.
14.yüzyıla gelindiğinde Tatarların salt adlarının kaldığını görüyoruz. Bu sıralarda Altınordu'da gelişen tarım ve ticarete dayalı uygarlıkla birlikte İslamlık da gelişir. Bunun nedeni de Orta Volga bölgesinde tarım ve ticarete dayalı bir uygarlık kuran Bulgar Türkleri ve Harizm İslam tüccarlarıdır.
İslamlaşan tabaka arasında yazınsal bir Türk dilinin gelişmesi, Volga kıyısında Eski Saray ve Yeni Saray gibi Türk-İslam kentleri de kurulması, bu gelişmenin sonucudur.
Hıristiyanlıkla ilintili olan Tatarlarsa, Kazan Tatarları olup, 14. yüzyılda kurulan Kazan kenti içinde yerleşik yaşama geçerler. Burada eski Bulgar uygarlığını geliştiren Kazan Türkleri, Baltık denizi ve Orta Asya ticaretinin, öncelikle Haçlı Seferleri ve Kıpçak akınları sonucu Akdeniz'e kayması üstüne, Kiev'den Moskova'ya ve Kuzeydoğu'ya göç eden Ruslara da uzun bir süre yol gösterici olurlar.
Macar asıllı araştırmacı L. Ligeti, Tatarların hıristiyanlığıyla, başka ve yerinde bir deyişle "Hıristiyanlıkla ilintili Tatarlar'a ilişkin yaklaşımda bulunurken, yapıtı içinde şu so¬ruyu sormaktadır:
"Tarihin ışığı altında, Tatar hanlarından hıristiyanlığı kabul etmiş olanlar var mıdır?"
Bu sorusu sonucunda sırasıyla Nasturiliğin çıkışı ve Orta Asya'ya yayılışını açıklarken Nasturiliğin Çinlilerin yanında Türkler ve Moğolların içinde de genişçe yayıldığını kaydetmektedir.
Aynı kişiye göre İ.S. 845'te kökünden yıkılan Çin Nasturiliği, daha sonraları Moğol İmparatorluğunun misyonerlere kapılarını açmasıyla yeniden canlanma göstermiştir.
Moğol egemenliği sırasında oymak olarak tümden hıristiyan olan Türk-Kereitlerden Hıristiyanlık inancı, Moğol Hanının ailesine de geçer. Mangu, Kubilay ve Hülagü Hanların annesinin bir Kereit prensesi olup aynı zamanda gayretli bir Nasturi Hıristiyan olduğu da tarihsel verilerden anlaşılmaktadır. Bunlardan başka Moğol Hanlarının danışmanları arasında da çok sayıda hıristiyan bulunduğu gerçeğin bir başka yanıdır.
Kereit-Moğol ilintili Hıristiyanlık olgusu ve gerçeği yanında "Moğol-Ak Tatar" ilintili gerçek de görmezlikten gelinemez. Göçebe oymaklar arasında ünlü olan Kereitlerden başka "Ongut" ya da "Öngüt" oymağı da özel yere sahiptir.
Öngüt oymağı Batı Göktürk İmparatorluğundan ayrılmış Şa-to Türklerinden oluşmaktaydı. Çin İmparatorluğunda çok hizmetler vermiş olan Şa-to Türklerine Moğollar "Çağan-Tatar" yani "ak-Tatar" diyorlardı.
Kazan-Tatar Türklerine gelince, bunlar 16. yüzyılda Kazan bölgesinin Rusların egemenliği altına girmelerinden sonra hıristiyanlaşırlar. Bunlardan bir bölümü de "Kreşin" (Kryaşen) adıyla hıristiyanlaşır.
Krayaşen'lerle birlikte anılan bir başka Türk Hıristiyan topluluğu da "Nogay Bakları"dırlar.
Volga Türklerinin çoğunun Sünni - Müslüman olmalarına karşın hıristiyanlığı seçmiş olan Tatar Kryaşenler yanında Nogay Baklan da Çkalov eyaletindeki Yukarı Ural bölgesinde beş ayrı Türk-Hıristiyan köylü oturmaktadırlar.
Yakut Türklerine gelince bunların "Saha" olarak adlandırıldıklarını daha önce söylemiştik.
Bu terim de bugün kullandığımız "Yaka" sözcüğü anlamındadır. "Yakut" sözcüğüyse dilimize Rusçadan geçmiş olup kimi araştırmacılara göre Tunguzca "Yako" sözcüğünden gelmektedir.
Bugün yaşadıkları yerlere 13. yüzyılda gelen Yakutlar büyük bir olasılıkla Orhun yazıtlarında görülen ve Baykal Gölü çevresinde yaşadıkları bilinen "Kurıkan" Türklerinin soyundan gelmektedirler.
Dinsel inanış yönünden Hıristiyan Ortodoks olan Yakut Türkleri arasında Şamanist gelenekler de geçerliliklerini korumaktadırlar.
Konuştukları Yakutça da Genel Türkçeden kopmuş bir dil olarak şu öğelerden oluşmaktadır:
32,5 Türkçe sözcükler
26 Moğolca
%5 Tunguzca ve Samoyetçe sözcükler
% 36,5 Kökenleri bilinmeyen sözcükler
Öbür az sayıdaki Hıristiyan-Ortodoks topluluklar içinde yer alan "Beltirler Müslüman-Sünni, Şamanist ve Hıristiyan-Ortodoks inançlarının aralarında yaygın olduğu "Çolimerler", Yalnız Hıristiyan Ortodoks olan "Tubalar", içlerinde Şaman, Lama ve Hıristiyan Ortodoks inançlarının yaygın olduğu "Telengetler'i" de sayabiliriz.
Konumuzun bu bölümü içinde sırasıyla Hazarları, Bulgarları, Macarları ve Finleri de söz konusu ederek Anadolu Türk Hıristiyanlığına geçeceğiz. Bu bölümde ilk ele alacağımız Turanlı Türk topluluğu "Hazarlardır".
HAZARLAR
Genel kanı olarak "Hazar Türkleri" Tevrat inancını benimsemiş olan Musevi-Türk topluluğudurlar . Bunların yanında yer alan ..öbür Musevi-Türk topluluğuysa "Karay Türkleri'dir.
Musevi Türklerin tarihini ele almak konumuz dışındadır. Ancak Hazar Türklerinin genelde Musevi inancında olmalarına karşın bir bölümünün Müslüman, bir bölümünün Şamanist ve bir bölümünün de Hıristiyan oldukları göz önünde bulundurularak, bunları "Türk-Hıristiyan" kapsamında ele alacağız.
Hazarlar, doğu Avrupa'da ilk düzenli devleti kurmuş olan bir Türk topluluğu olarak tarih sahnesinde kendilerine özgü yerlerini almışlardır.
Uygarlık yönünden de tüm bozkır Türklerinden daha çok "Uygar ve övgüye değer" sayılmaktadırlar.
Yahudi Ansiklopedisine göre Hazarlar uygar ulusların tüm ayrıcalıklarına sahiptirler. Onların iyi kurulmuş hoşgörülü bir hükümeti, canlı bir ticareti, iyi disiplinli orduları, tüzeli ve geniş görüşlü bir yönetimleri vardır.
Hazarların etnik kökenlerine ilişkin tartışmalar her zaman için olagelmiştir. Bunun nedeni Hazarların İsrail oymakları dışında Museviliği benimseyen tek topluluk olmalarıdır.
Üstelik birçoklarınca bunların İsrail kökenli oldukları da savunulmuştur. Ancak tüm bunlar Hazarların Türk kökenli oldukları gerçeğini ortadan kaldıramamıştır.
Prof. Kurat'a göre Hazarların köken olarak Türk olup Orta Asya'dan geldikleri kesindir,
Bunlar bir süre Hun Devletine bağımlı topluluklar olarak varlıklarını sürdürmüşler ve Attila'nın ölümü sırasında Aşağı İdil boylarında bulunmuşlardır.
Aslında Hazarlar Gök-Türk Devleti'nin en batı ucunda bir Konglomera (Karma topluluğu) görüntüsündedirler. Egemen oldukları alanlar içinde Hunlar, Avarlar, Bulgarlar gibi Türk kökenli ve Slavlar gibi Türk olmayan toplulukların da yaşadıkları bilinmektedir.
Etnik köken yönünden de Ogurlar, Onogurlar ve Kazarlardan oluşmuşlar, kan bakımından da Sabirlerin ardılları sayılmışlardır.
İstahri, Hazarları "Ak Hazar" ve "Kara Hazar" diye iki kümeye ayırır. Hazarların kullandıkları diller Nemeth'in saptamalarına göre Bulgarca, Macarca, Sabirce ve başka diller olup, yazı türleri de Rünik, Yunan, Arap, İbrani ve Kiril alfabeleriydi.
Hazarların dinsel yaşamına gelince, Hazar kağanlığının özelliklerinden birinin de, ülkenin tam bir din hoşgörüsüne sahip olduğudur.
Hazar Türklerinin esas ve eski dinleri olan Şamanlıktan başka şu üç dinin de zamanla aralarına yerleştiklerini görmekteyiz.
Halkın üst tabakasıyla Kağan ve çevresindekiler Karaim mezhebini kabul ettiler.
Ticareti elinde tutan bölüm arasında İslamlık egemendi. Üçüncü önemli ve konumuz kapsamına giren din de Hıristiyanlıktı. Bizans episkoposlarının 8. yüzyıldan kalma kayıtlarına bakılarak (Notitia Episcopatuum), hıristiyanlığın bu zamandan önce aralarında yayıldığını düşünebiliriz.
Bunun böyle olduğunu Slav Havarisi Konstantin Kirill'in 860-861 'lerde "dinsel tartışma" için Hazarların başkenti olan İdil kentine gönderilmesinden anlıyoruz.
Birkaç dinin yaygınlık gösterdiği Hazar ülkesinde, Museviliğin daha çok ağır basmasıyla sonuçlanan ilginç durum öncesi Hazarlar gerçekte Hıristiyanlık ve Musevilik arasında sallanmışlardır.
İ.S. 677-703 yıllarında görev yapan Harran metropoliti İsrail'in çalışmalarıyla, Varasan kentinde yaşayan Hazarlar arasında hıristiyanlığın yayıldığını görüyoruz.
Daha sonraları Hıristiyanlık, Slav elçisi Kirill'in çalışmalarıyla Hazarlar arasında daha da yayılır (İ.S. 851-863). Bu sırada genellikle Bizans sınırında ve Kırım'daki Hazarlar hıristiyan olurlar. Dağıstan ve aşağı İdildekilerse islamlığa geçerler
Musevilik ve Hıristiyanlık arasında sallanan Hazarlar içindeki iki dinsel ağırlıklı devinim şu tabloyla oluşur: Rus-Bizans savaşı sırasında Hazar kağanı İstanbul'a elçiler yollayarak kendi halkını hıristiyanlığa yöneltmek için dinsel önderlerin gönderilmesini ister. Kağanın Bizans İmparatoruna yazdığı mektup, Bizans kaynaklarına göre şu sözleri içerir:
"Tüm varlıkların yaradanı olan Tanrı'yı eski çağlardan beri tanıyoruz. Şimdiyse Yahudiler bizleri kendi din ve görenekleri için zorluyorlar. Araplar da barış önerip armağanlar vererek bizi kendi dinlerine çekmeye çalışıyorlar".
Bizans imparatorunun kızdığı zamanlarda kendisini "Hazar suratlı" diyerek aşağıladığı ve belki de Hazar soyundan geldiği sanılan Bizans patriği Photius da bu çağrıya dayanarak, Slav alfabesinin yapıcısı ünlü Konstantin Kirill'i Hazar ülkesine yollar.
861 yılı yazında Hazar ülkesine varan Kirill , Hıristiyanlığın üstünlüğünü savunarak Yahudi ve İslam din bilginleriyle tartışmaya girer. Yahudi din bilginleriyle olan tartışmasında üstün gelen Kirill, tüm çabalarına karşın Hazar Kağanına hıristiyanlığı kabul ettiremez. Ancak kağanın yakınlarının da içinde bulundukları 200 kadar kişiler vaftiz olarak hıristiyan olurlar.
Kağan daha sonra Bizans İmparatoruna, şu sözleri içeren bir mektup yollar:
"Majesteleri bize soylu bir kişi yolladı. O, sözleri ve davranışlarıyla bize hıristiyan inancının kutsal olduğunu gösterdi. Hıristiyanlığın gerçek din olduğunu anladık. Vaftiz olmak isteyenleri özgür bırakıyoruz. Biz de yakında hıristiyan olacağımızı umut ediyoruz."
Ancak Hazar Kağanının hıristiyanlığı kişisel olarak benimsemediğini ve Yahudi kaynaklarına göre 740'da Museviliği benimsediğini görüyoruz. Hazarların komşusu Bizans'ta da Hıristiyanlık-Musevilik ikilemli sallantılar vardır. Bu sırada, Bizans İmparatorları, Justinianus I döneminden başlayarak (527-565) yahudilere karşı dinsel baskılar uygularlar. İmparatorlardan Leo III 720 yılında Bizans'ta oturan Yahudilerin tümünün zorla vaftiz edilmelerini buyurunca başkaldıran yahudiler Hazar ülkesine sığınıp, Museviliğin orada etkin ve yaygın olmasına katkıda bulunurlar.
Hıristiyanlık, Hazarlarla bir aşamaya dek yayılmış olup, geniş bir alana yayılamamıştır. Buna karşın Kutsal Kitabın salt Eski Antlaşmasına bağlı olan Musevilik inancı genel ve etkin din durumunu almıştır..
El-Bekri, Hazarların bir dinsel tartışma sonucunda hıristiyanlığın yerine museviliği seçtiklerini söyler. El-Bekri'ye göre Kağan, önce hıristiyanlığı benimsemiştir. Ancak dinsel kuşku içine düştüğünden üç tek tanrılı dinin önderlerini yanına çağırtarak inançlarının ana yönlerini sorar ve sonunda Musevi inancının benimsemeye karar verir.
Hazar ülkesinde yayılmış olan Musevilik esas Ortodoks Musevilikten ayrı bir görünüm sergilemektedir. Bu inanış biçimi bir yerde Museviliğin "sanki Protestanlığı" özyapılı olup, inanç temeli olarak salt eski antlaşma kitabını (Tevrat) benimseyip, başta Talmud olarak tüm Rabbuni yazılarını reddeder. Buna Museviliğin "Karait" inancı denmektedir. Ancak İ.S. 800'lü yıllarda bu ikinci aşamadaki kaynaklara eğilimli reformların da oluştuğunu görüyoruz.
Konumuzun bu bölümünün başlarında Hazarlarla her ne kadar Museviliğin önde gelen ve yaygın din olduğunu söylemişsek de gerçekte Hazarlarda dört ayrı inancın egemen olduğu apaçıktır.
İbn-Rusta, (10. yüzyıl başları) Hazarların üst tabakalarının Musevi, geri kalanların Şamanist olduklarını söylerken, Mes'udi, Hazar başkenti İdil'deki halkın arasında İslamlık, Musevilik, Hıristiyanlık ve Putatapıcılık inançlarının yaygın olduğunu yazar. Yine Mes'udiye'ye göre İdil'deki yedi yargıçdan ikisi musevi, ikisi hıristiyan, biri Şamanist, ikisi de müslümandır.
Mes'udinin gözlemine göre:
"müslümanlarla Hıristiyanlar söz birliği ederlerse, Kağan kesinlikle bunlara karşı gelemez".
Bu gözlem sonucuna göre her iki inancın da yaygın ve oturmuş olduğu görülüyor.
Hıristiyanlığın, öbür dört din yanında güçlü olduğunu, ülkedeki gözetmenlik (episkoposluk) orunlarının çokluğundan anlıyoruz. 9. yüzyıldan kalma olduğu sanılan "Notitia Episcopatuum" belgesine göre Hazar ülkesinde şu episkoposluklar vardır: Hazar (Karasu-Bazar), Astil (İdil), Hvalis (Harizm), Onuger (Kuban), Retig (Terek, Dağıstan), Hun (Semender), Tamatarh (Tamatarhan).
Oldukça güçlü ve dinsel hoşgörünün yaygın olduğu Hazar Devleti, bir yandan Rus, öbür yandan müslüman ve müslüman olmayan Oğuzlar (Selçuklular) ve Kıpçaklarca (Kuman) kendisine yöneltilen darbeler sonucu çöker. İ.S. 965'te Ruslar, başkent İdil'i yerle bir ederler. Bu devletin yıkılmasında Peçenek ve Oğuzların katkısı da büyüktür.
Siyasal bir güç olmaktan çıkan Hazarlar varlıklarını sürdürürler. Üstelik Rus kaynaklarına göre 986'da Vladimir'i musevi yapmak için Kiev'e misyoner bile gönderirler. Yine Rus kaynaklarına göre Kuman saldırısına karşı Kiev yakınındaki bir Rus kentinin Hazar asıllı İvan'ca savunulduğunu öğreniyoruz. Bu bilgiden sonra Rus kaynaklarında bir daha Hazar adı geçmez olur.
1170-1245 yılları arasında sırasıyla bir Hahamın, bir Moğol çobanın, Caprini'nin sözleri ve verdikleri bilgilere göre "Hazar" sözü kayıtlarda geçmeye devam eder. Ceneviz ve Venedik tüccarları da Kırım'dan söz ederken ona "Gazaria" derler. Daha da önemlisi Orta Asya'nın batısında yer alan ve Türk soyunun doğal simgelerinden biri olan Hazar Denizi de, bu Türk devletinin adıyla anılmaktadır günümüze dek.
Hazarlardan günümüze dek gelmiş yazılı kaynaklar olarak, İbraniceyle yazılmış olan iki mektup vardır. Bunlardan ilki Hazar Hakanı Yusuf Harun'ca 960'da yazılarak, Endülüslü Yahudi bilim ve devlet adamı Hasday B. İshak B. Şaprut'a gönderilmiş, ikincisiyse adı bilinmeyen Hazarlı bir Musevice yazılıp, Mısır (Fustat'ta) Kanisat al-Şami'de saklanmaktadır.
MACARLAR
Doğu Avrupa'da yerleşmiş olan Macarlar, gerçekte Türk soyundan gelen bir topluluktur . Bunlar tarihçilere göre Türklerle akraba sayılmaktadırlar. Macar topluluğunun esas çekirdeğini oluşturan öğeler, Türkler ve Fin-Ugorlar'dır. Açıkçası Türkler Macarların babası, Fin-Ugor'larda Macarların anasıdırlar.
Macarlar uzun süre Avrupa'da Türk kültürünün temsilcileri olarak Türk tarihinin bir öğesi olmuşlardır.
En son araştırmalara göre Macarların Fin-Ugor boylarından Mansy'ler ve Onogur'ların karışmalarından doğan bir ulus oldukları ortaya çıkmıştır. Kendilerine günümüzde verilen "Macar" adı da "Mansyeri Agaçeri" adından türeyerek zamanla "Magyeri" ve sonra da "Magyar" yani Macar'a dönüşmüştür.
Yine günümüzde Avrupalılarca kendilerine verilen "Hungar" adı Slavcadaki "Ongur", Latincedeki "Hungarus", Yu-ancadaki "Ungros" şekilleriyle, kuşkusuz Onogur'dan türemiş bir terimdir.
Bir Türk topluluğu olan Macarlar, Ural çevresindeki anayurtlarını bırakarak Doğu Avrupa'ya doğru göç etmişlerdir. Bu göç 460 yılları sırasında, Avar-Sabir darbesinin Ogur topluluklarını Kafkaslara doğru sürdürdüğü zaman olmuştur. Böylece onlar Onogurlarla birlikte Kuban çevresinde bulunan Onoguria'ya, daha sonralarıysa (830 yıllarında) Kafkasya'nın kuzeyinde bulunan bu çevreden Don ve Dinyeper arasına göç etmişlerdir. 889 yılındaki Peçenek saldırıları sırasında Macarların Dinyeper, Dinyester ve Prut çevresinde sıkıştıklarını görüyoruz.
Soydaşları olan Peçeneklerle karışmaları sonucu Macar oymaklarının adlarının birçoğunun Türkçe kökenli oldukları görülmektedir. Türk kökünden gelen Macar oymak adlarından bazıları şunlardır:
Yormatı (Yorulmayan), Kürt (Kar çığı), Ker (Dev) Kesi (Parça), Tarhan ve Ynag (Ünvanlar)
Ayrıca en eski Macar kişi ve yer adlarının da çoğunun Türkçe olmaları ilginçtir, şöyle ki 10. yüzyılda Macarların iki dil konuştukları biliniyor. Bizans imparatoru Konstantin Porfirogennetos'a göre Macarlar Türkçe de konuşmaktaydılar.
Daha sonra Macarların Doneç akarsuyu sahasında olan Etelközü denilen yerde Arpad adlı bir başbuğun başlarında olarak devletlerini örgütlediklerini görüyoruz. Başbuğ Arpad'ın yönetimindeki Macarların doğudan gelen Peçenek saldırılarına dayanamayarak yeni yurt bulmak amacıyla batıya doğru ilerlediklerini de anlıyoruz.
Bu amaçla Macarlar yola çıkıp 890 yıllarında Kiev Rusya'sının güneyinden geçerek Tissa ve Tuna akarsularıyla Balaton Gölü çevresine yerleşmişlerdir. Daha sonra Macarlar Pannonya, Kuzey İtalya ve Frank devletinin içlerine dek ilerleyerek Avrupa için "Müthiş bir kırbaç" durumuna geldiler. Bu yerleşme sonucunda Avrupa'nın ortasında yarı Asyalı bir topluluk olarak yerlerini aldılar ve göçebelikten yerleşik yaşama geçtiler. Yerleşik yaşama geçen Macarlar önceleri Avrupa için bir yıkım unsuru oldular. İki kuşak süresince oralara Kiev'den Madrid'e, Hamburg'dan Napoli'ye, Paris'ten Atina'ya dek sürekli akınlarda bulundular. Avrupa kiliselerinde Macarların akınlarının durması için dualar yükseltilirken, Almanlar 955'te Macarları durdurdular.
Bu tarihten sonra Hıristiyanlığın Macarlar arasında yayıldığını görüyoruz.
Kral İştvan'ın (997-1038) Hıristiyanlığı benimseyerek onu devletin resmi dini olarak duyurması, Macar toplumu için yeni bir dönemin başlangıcı oldu. Bunun sonucu tüm Türk topluluklarının ortak özelliği olan dinin ve kültürün en ateşli koruyucuları ve yayıcıları olma gerçeği, burada da açıkça görülmüş oluyor. Çünkü aynı durum ve özelliği Türkler için Budizm, Mani ve İslam dinleriyle ilişkili olarak görebiliyoruz. Şöyle ki Rasonyi'ye göre:
"Türklük İslamlığın kılıcı olduğu gibi, Macarlar da kendi deyimleriyle Hıristiyanlığın kalkanıdırlar".
Ayrıca Türk soyundan gelen Arpad sülalesi de Hıristiyanlığa en çok erenler (aziz-saint) veren aile durumundadır.
Avrupa içinde yerleşik duruma gelen Macarların arasında, anayurtları olan Ural'larda soydaşlarının kaldırmalarına değin anılar sürekli olarak yaşıyordu. Kardeşleriyle ilişki ve bağ kurmak isteğinde olan Macarlar, önce 1232 ve sonra da 1235'te, kralları Bala IV. zamanında Dominiken tarikatı rahiplerini oraya gönderdiler. Oraya varan rahip Yulianus onları gerçekten buldu ve meslektaşı olan Rahip Ricardus da bu misyon ve ilişkiyi yazarak tarihe mal etti.
Macarların sonradan buldukları bu Büyük Macaristan (Magna Hungaria) birçok bilgine göre bugünkü "Başkırt" toprağıdır.
Macarların Avrupa'daki yurtlarının bir başka ve üstünde durulacak özelliği de, Devletleri yıkılan Kuman Türkleri'nin kitle halinde yerleştikleri ülke oluşudur.
BULGARLAR
Yanıbaşımızda komşumuz durumunda olan Bulgarların "Türk kökenli bir topluluk" oldukları da zamanımızda hiç kuşkuya yer vermeyen bir gerçek olarak bilinmektedir.
Bu görüşü destekleyen tarihsel veriler sırasıyla: Yakın zaman arkeolojik kalıntılar, Proto-Bulgar dil kalıntıları ve İdil Bulgarlarına ilişkin gömüt (mezar) taşları yazıtlarıdır.
Bulgarlara ilişkin en eski yazılı kaydın, İ.S. 3. yüzyılda yaşamış olan Suriyeli Mar Abas Katinu'ya ait olduğu ve bu kayıt verilerine göre Bulgarların İ.Ö. 149-127 yıllarında Kafkasların kuzeyinde yaşadıklarını öğreniyoruz. Bu en eski kayıttan sonra Bulgarlara ilişkin ikinci kayıt Bizans kaynaklı olup, İ.S. 482 yılına aittir.
Bazı tarihçilere göre Bulgarlar, Çin kaynaklarındaki "Ting Ling'lerden çıkmışlardır. Bu Ling'lerin, Bulgarların ataları sayılan "Onogur'lar olmaları sanılmaktadır. Onogurlar'ınsa 2.ve 3. yüzyıllarda Hun kitlesine karışarak Büyük Göçe katıldıkları, bilinenler arasında.
Büyük Hun imparatorluğu zamanında Bulgarlar Karadeniz'in kuzeyinde bulunmuşlar, Hun devleti dağıldıktan sonra da iki topluluk olarak (Utigurlar ve Kutrigurlar) yaşamlarını sürdürmüşlerdir.
"Bulgar" terimi, her iki topluluğun ortak adı olup "karışık" anlamına gelen "bulgamak"tan çıktığı sanılmaktadır.
Bulgar toplumunu oluşturan Utigur ve Kutrigur'ların arasındaki sürtüşmeler de çoğu kez göze çarpmaktadır tarihte.
Her iki toplum önceleri İdil ırmağından Tuna boyuna uzanan alanda bulunurlarken, Bizans imparatorlarının bağlaşığı olarak 6. yüzyılda Balkan Yarımadasında bulunan Slav ve Got boylarına karşı savaştıktan sonra, 530, 547 ve 549 yıllarında Tuna boyunda ve Trakya'ya yerleşmeye başladılar.
Bulgarların iki uzun ömürlü devlet kurduklarını da tarihsel kaynaklardan anlıyoruz. Bunlardan birincisi, Tuna boyundaki Küçük Bulgaristan, ikincisiyse İdil Bulgar Devleti.
Bulgarların Bizansla da çok yönlü ilişkileri olmuştur. Onlar İmparator Konstantin Porfirogenetos IV'ü yenilgiye uğratarak 713'de İstanbul'a doğru ilerlediler. 716'da Bizansla antlaşma imzaladılar. 717'de Bizansı kuşatan Müslüman Araplara karşı Bizansı savundular.
Bulgarlar, Türk soyundan olmalarına karşın benliklerini yitirmiş bir toplum oldular sonraları. Çünkü çevrelerinde bulunan Slavlarla evlenerek iki kuşak içinde Slavlaştılar.
Daha sonralarıysa Balkanlara göçen Kuman, Peçenek ve Uzları da aralarında eriterek Slav dili ve bilincinde bir ulus durumuna geldiler.
Bulgarların hıristiyanlığı benimsemeleri konusunda da şunlar söylenebilir:
Tüm Türk toplulukları gibi Bulgarların da ilk inançları Şamanlık olmuştur. Şamanlıktan hıristiyanlığa geçişleriyse pek kolay olmamıştır.
Bulgarlar, hıristiyanlığı benimseme doğrultusunda Roma Katolikliği ve Bizans Ortodoksluğu arasında sanki bir seçim deneyimi geçirdiler. Yeni inancın benimsenişi başlangıcında öldürme ve öldürülme olayları bile oldu . Şöyle ki Bizans, Krum Han'ın Trakya'yı almasından sonra kendi stratejilerinin komutasında bıraktığı hıristiyan Bizans köylü savaşçılarını ayaklandırmaya çalıştığında, hıristiyanlara karşı kırım uygulandı . Krum ve Omurtag, hıristiyanlığın yayılmasına engel olmaya çalıştılar. Üstelik Omurtag'ın hıristiyan olan oğlunu, kardeşi Melemir Han öldürmek zorunda kaldı.
Boris Han'da hıristiyan olmaya karar kıldı. Ancak inanç yolu olarak Roma Katolikliğini yeğledi. Amacıysa, Bizansın, yani Bizans Ortodoksluğunun politik amaçlarla kullanılmasından çekinmesiydi. Ancak mezhep seçiminde politik unsurlar her zaman için büyük etken olmuşlardır. Böylece Bulgarların Roma'ya bağlanmasından Bizans çok rahatsızlık duyar. Bunun sonucu olarak Bizans Bulgarların üstüne ordu gönderir. Bu sıralarda Bulgar ordusu Alman iç savaşlarında rol aldığından, ülkesinin uzağındadır. Bu durumda Boris Han Ortodoks kilisesi yandaşı olur. O'nun İstanbul'a yolladığı elçiler de hıristiyanlığı benimserler. 864-865 yılları içinde imzalanan barış antlaşması sonrasında Bizans İmparatoru, Boris Han'ın vaftiz babalığını bile üstlenir.
"Mişel" adını alan Boris Han da Bulgar kilisesini, Bizans kilisesine bağlar.
Kral'ın buyruğuyla hıristiyanlığa geçen Bulgarlarda, Şamanist ruhu daha ölmediği için, iç karışıklıklar süregelir. Şamanist eğilimli dinsel görünüm ve uygulamalar da her yerde belli olur. Hıristiyan-Ortodoks olan Boris Hansa, Roma Katolikliğiyle ilişkisini kesmiş değildir. 866'da kendisinin Papaya ve Alan kralına elçiler göndererek misyon için dinsel kişiler gönderilmesini ister. Bu arada Şamanlıkla Hıristiyanlık arasında bocalayan halkla ilişkili olarak, Papa'ya 106 soru yönelten mektubunu da yollar. Papa da bu mektubu yanıtlar ve kendisine gönderir.
Bu arada Romen Katolik misyonerlerin çalışmaları da pek başarılı olmaz, çünkü Bizansın baskısıyla Ortodoksluk ağır basar. Üstelik Boris Hanın da Ortodoksluğu yeğlemesi sonunda, Ortodoksluk üstün gelir, Boris Handan sonra tahta geçen krallar Simeon (893-927), Kloyan (1187-1207) ve Asden (1218-1241) zamanında da Roma'ya bağlanma çalışmaları bir sonuç vermez. Bulgar hıristiyanlar böylece Bizans Patrikliğine bağlanır, daha sonraları da tüm Ortodoks etnik topluluklar gibi ulusal-bağımsız kilise durumuna gelirler.
Şamanlık etkilerinden kurtulamadan Ortodoks Hıristiyanlığı benimseyen Bulgar toplumu içinde bu kez de bir sapkınlık (herezi) olan "Bogomilizm" ortaya çıkar. Kurulu sosyal ve klerikal düzene bir tepki özyapısıyla çıkan ve ge¬lişen Bogomil inancı, kilise örgütü ve inancına karşı gelişmeyle kendini belli ederken, tapınak, çarmıh, vaftiz, kilise evliliği, kilise bayramları ve pazar gününü reddetmektedir. Temel olarak iyi ve kötü ayırımından kaynaklanan Bogomilizm, aslında Anadolu ve İran kökenli olup, çıkışı eski düalist devinimlere dayanmaktadır.
Bir Şaman-Türk toplumuyken hıristiyanlaşan, ancak bir bölümüyle de Bogomilliğe eğilim gösteren Bulgarların bir bölümü de İslam inancının benimser.
Volga (İdil) Bulgarları olarak bilinen bu Bulgar toplumuna, 10. yüzyılda Abbasi Halifesi İbn Fadlan İslamlığı yaymak için 922'de geldiğinde, onların arasında zaten İslamlığın yayıldığına tanık olur. İslam Bulgarları konumuzun dışında olması nedeniyle bir başka Hıristiyan Türk toplumu olan Fin-Ogor'lara geçiyoruz.
FİN-OGORLAR
Bugün Finlandiya olarak bilinen topluluğun kökeninin de Turanlı Türk olduğu herkesçe bilinmektedir.
Göçler sonucu Rusya topraklarını geçerek Orta Avrupa'ya kadar sokulan Turanlılar Fin-Ogor adı ile Ural çevresinden Avrupa'ya gelmişlerdir.
Volga ve Oka çevresinin eskiden tümüyle Fin topluluklarınca oturulur olması da bilinenler arasında.
Orhon yazıtlarının yazınsal değeri ve orada yer alan şiirsel yazıların özelliklerinin ve ölçülerinin Kuzey-Eurasya'da yaşamış, ya da oradan çıkmış Türk, Moğol ve Fin-Ogorların eski şiirlerinin ortak özellikleri taşıması da, Fin-Ogor yazınının Türk damgası taşıdığı gerçeğini ortaya koymaktadır.
Gerçekte Fin-Ogorlar eski bir Türk topluluğu olup, Macarların annesi olarak bilinmektedirler. Fin-Ogorların hiçbir zaman büyük bir devlet kuramadıkları ancak atılgan savaşçılar oldukları bilinmektedir. 30 yıl savaşları içindeki etkinlikleri ve Ruslara karşı olan savaşlardaki direniş ruhlarıyla haklı bir ün kazanmışlardır.
Finlerin çok geniş bir yöreye yayılmaları ve Doğu Avrupa'nın kuzey kısmına yerleşerek oranın otokton topluluğu olarak tarih sahnesinde görünmeleri ve kuzey Rusya'daki akarsulara bile kendi dillerindeki adlarını vermeleri (Volga, Oka, Vetluga, Kama gibi), onların etkilerinin üstünlüğünü gösterir.
Fin-Ogorların 8-9. yüzyıllarda başka birçok Türk toplulukları gibi Hazarların egemenlikleri altına girdikleri Kumanların 1087'de Tuna boyuna inmelerinden sonra da Kumanlara bağımlı bir duruma geldikleri anlaşılıyor.
Finlerin Kazan Hanlığı içinde de II. yüzyıldan başlayarak, başka birçok din ve ırktan gelen topluluklarla birlikte bir bütün oluşturdukları da bir gerçektir.
Bugün Avrupa'nın kuzeyinde yer alan bu Türk kökenli insanların yurtlarında genellikle Hıristiyan-Protestan inanışı egemendir.
YAKUP AYGİL
HIRISTİYAN TÜRKLERİN KISA TARİHİ