3 Eylül 2023 Pazar
AKDENİZ MİTOLOJİSİNDE AŞK KAHRAMANLARI ve MÜZİSYENLER-16
BOĞAZ'DA BİR AŞK ÖYKÜSÜ HERO İLE LEANDROS
"Bu aşk öyküsü, binyıllardan beri birçok sanatçıya konu ve esin kaynağı oldu. Homeros'tan önce yaşayan ve bu konuyu ilk ele alan ozan, Musayos'tu. Ondan yüzyıllar sonra Vergilius, Ovidius, Schiller ve Byron gibi ozanlar da aynı konuyu işlediler. Hatta İngiliz ozan Byron; bu aşkın yaşandığı Narburnu'na geldi ve bu dar boğazı, Leandros örneği yüzerekten geçti..."
Çağlar boyu dillerden düşmeyen bu öyküyle İstanbul'daki Kızkulesi'ni ilişkilendiren yazarlar varsa da gerçekte söz konusu serüvenler, Çanakkale Boğazı'nda yaşandı...
Boğaz'ın en dar yeri olan Anadolu yakasındaki Narburnu'nda, eskiden Abidos denen bir kent vardı. Tam karşıdaki Avrupa yakasında da Sestos adlı bir kent... Bu güzel kentteki tanrıça Afrodit'in tapınağını, Boğaz'ın beyaz güvercinleri yurt edinmişlerdi. Tapınağın rahibesi güzeller güzeli Hero da, bu güvercinlerin bakımıyla ilgileniyordu...
Her yıl Sestos'ta, güzellik tanrıçası Afrodit'in çok genç yaşta ölen Adonis adlı sevgilisinin anısına şölenler düzenlenirdi. Bu şölen günleri geldiğinde bütün genç kızlar; ilkbaharın cömertçe sunduğu en kokulu çiçek ve dallardan ördükleri çelenkleri, taçları boyunlarına, başlarına takarlar; rengârenk giysilerle dolaşırlardı kentin içinde... Bu arada gözlerine kestirdikleri delikanlılarla tanışırlar; çoğu zaman bu ilişkiyi yaşam boyu sürdürürlerdi... Boğaz'ın karşı yakasındaki Abidos kentinde yaşayan Leandros adlı bir prens de, bu bahar şenliklerine katılmak için bir gün Sestos kentine geldi. Başına defne dalından bir çelenk takmış, yanına da tanrıça Afrodit'e sunmak üzere bir güvercin kafesi almıştı armağan olarak. Kente gelir gelmez girdiği Afrodit tapınağının avlusunda, beyaz ve pembe giysiler içindeki güzel rahibe Hero ile karşılaştı. Hero'nun hem kendisinden, hem de üstündeki giysilerin çarpıcı renklerinden bir anda büyülenir gibi oldu Leandros... Çok geçmeden de birbirleriyle tanıştılar. Tanrıça Afrodit; bu iki gencin duygularını, saldığı aşk oklarıyla kısa sürede bir karasevdaya dönüştürüverdi!..
Ne var ki iki sevgilinin birleşmelerini önleyen bir engel vardı arada: Bir söylentiye göre kızın ailesi hem çok varlıklı, hem de çok bıçkın cinstenmiş ve kızları Hero'nun evlenmesini istemiyorlarmış. O yüzden de onu Afrodit'in tapınağına rahibe olarak kapatmışlar... Böyle bir engele karşın birbirlerine deli divane vurulan bu iki genç, bir buluşma yöntemi üzerinde anlaştılar. Buluşmak istediklerinde rahibe Hero boğazın suları karanlıklara gömüldüğünde, elindeki ışıklı meşaleyi tapınağın kulesinden karşı sahile doğru sallayacaktı... Leandros da bu ışığı gördüğünde Boğaz'ı yüzerekten geçecek ve tapınakta buluşacaklardı...
Zaten ayrıldıklarının daha ertesi günü Leandros, karşı sahilden kendisine "gel" diyecek bir meşale ışığını beklemeye başladı. Gerçekten de ertesi akşam bir ışık topunun deniz ufkunda kıpırdadığını görür gibi oldu... Hemen kendini apar topar Boğaz'ın sularına vurdu... Kulaç kulaç karşı sahile doğru yol alırken, bir yarımay da ona kılavuzluk ediyordu. Karşı sahildeki ışık topu gitgide daha da büyüyüp belirginleşiyordu. Bir süre sonra meşaleyi sallayan ve aşkla yanan Hero da, kendisine doğru yaklaşan sevgilisini gitgide daha açık seçik görmeye başladı...
Çok geçmeden de, iki sessiz çığlık gibi Afrodit'in tapınağında buluştular...
Birlikte geçirdikleri ilk gecenin nasıl oncasına çarçabuk geçiverdiğini bile anlayamayan iki âşık; güneşin atları daha günlük koşularına başlamadan zorlukla ayrıldılar birbirlerinden...
Bu buluşmalar bütün bahar ve yaz boyunca, gittikçe daha da yalazlanan bir tutkuyla sürüp gitti. Artık sonbahar gelip çattı...
Derken kış da başladı... Sert rüzgârlar Boğaz'ın sularını yalamaya, giderek dövmeye başladı. Bir süre sonra da, insan kulaçlarının alt edemeyeceği acımasız dalgalar savrulmaya başladı sularda... Leandros'un zorlukla Boğaz'ı kulaçlayıp geldiği bir akşam Hero poyrazların dinmesini beklemenin ve bu kaçak buluşmalara bir süre ara vermenin iyi olacağın söyledi. "Seni yitirmek istemiyorum!" dedi Hero... Leandros da sevgilisine hak verdi.
Ne var ki Leandros her akşam gene de sahile gidiyor, karşı yakaları gözetliyordu bir süre. Sahile her gelişinde de, sert rüzgârların estiği denizin ötelerinden bir sarkaç gibi sallanacak ve kendisine "denize açıl!" işaretini verecek Hero'nun ışık topunu bekliyor gibiydi. Hero da gene her akşam, elinde daha ateşlenmemiş meşalesiyle tapınağın kulesine çıkıyor, Leandros'un Boğaz'ı geçip kendisine gelmesini istiyor gibiydi...
Ve saatler sonra yardımcısı yaşlı kadının uyarısıyla, tapınaktaki soğuk odasına dönüyordu. Ama bir akşam gene kuleye çıktığında, içini öylesine bir hasret kasırgası sardı ki, elinde olmadan, bilinçsizce meşalesini ateşledi aniden ve onu Boğaz'ın kırçıl sularına karşı sallamaya başladı...
Gene her akşamki gibi Boğaz'ın karşı yakasından tapınağı gözetleyen Leandros, Hero'nun meşale ışığını seçer seçmez, kendini apar topar sulara attı... Denizi acı acı döven rüzgârları duymuyordu bile! Ama bir süre ilerledikten sonra, gittikçe kuduran dalgalar arasında gücünü yitirmeye başladı...
Karşı yakadaki güzel rahibe Hero, bütün gece sevgilisi Leandros'u bekledi. Sonra da böyle bir havada onun zaten yola çıkamayacağını düşünerekten kendini avutmaya çalıştı...
Gül parmaklı şafak tanrıçası Eos; Boğaz'ın sularını ve gökyüzünü maviye ve pembeye boyadığı sıralarda sahile inen güzel ve uykusuz Hero; kumların üstünde, sevgilisi Leandros'un yer yer morarmış ve karaya kesilmiş bedeniyle karşılaştı!..
Ne yapacağını şaşıran Hero, bir an kilitlenmiş gibi oldu...
Sonra da koşar adımlarla tapınağa döndü ve canhıraş kuleye tırmanmaya başladı. Kulenin sonuna ulaşır ulaşmaz da, sevgilisinin yattığı sahile doğru bakan boşluğa kendini bırakıverdi...
Akdeniz Mitologyasından Efsaneler
Yaşar Atan
2 Eylül 2023 Cumartesi
İslami Dönemde Araplarda Bilim ve Eğitim-1
İslamiyet'ten Sonra Araplarda Bilim ve Eğitim
lslamiyet'ten sonra Arapların bilim ve eğitiminden amacımız, lslamiyet'in doğuşundan itibaren lslam uygarlığının yükselmesi devrine kadar uğraştıkları bilimlerdir. Sayı olarak çok olan bu bilimler üç bölümde toplanabilir:
Öncelikle lslamiyet'in zorunlu gördüğü Kur'an-ı Kerim, hadis-i şerif, fıkıh, dil ve tarih bilimleridir. Bunlara "ulüm-i lslamiyye" veya "adab-ı lslamiyye" adını veriyoruz.
İkincisi; Cahiliye çağında bilinip lslami devirde iyice gelişen şiir ve hitabet ilimleridir. Bunlara "adab-ı cahiliyye" veya "adab-ı arabiyye" (edebiyat-ı arabiyye) diyoruz.
Üçüncüsü; tıp, hendese (geometri), felsefe, astronomi vs. "ulüm-i tabiiyye ve riyaziyye" (tabiat bilimleri ve matematik) gibi diğer dillerden aktarılan bilimler. Bunları "ulüm-i dahile" veya "ulüm-i ecnebiyye" adlarını veriyoruz.
Söz konusu bilimlerle, bu bilimlerin lslam uygarlığıyla olan bağlantısından söz etmeden önce açıklayıcı bir giriş yapmayı zorunlu görüyoruz.
İslamiyet ve İslami Bilimler
Araplar daha önce sözünü ettiğimiz yaşantı, bilim ve kültür içindeyken, Kur'an-ı Kerim Hz. Peygamber'e nazil olmuştu. Bu Yüce Kitap'ta kendilerince alışılmamış bir üslup ve tarzda gördükleri fesahat (anlatımda açıklık ve düzgünlük) ve belagat (eksiksiz ve yanlışsız anlatma sanatı-retorik veya sözbilim) karşısında şaşırıp kalmışlardı. Çünkü Kur'an-ı Kerim, onların bildikleri kahin sözü veya ölçülü ve uyaklı bir şiir çeşidi değildi. Belki her ikisine aykırıydı. Kur'an-ı Kerim, şiir ve uyaklı düz yazı (seci') biçimindedir. Ne şiir, ne düz yazı ne de yalnızca seci'e benzer. Bununla beraber o kadar belagatli ve yüce bir üsluba sahiptir ki, Arap dilinde daha önce böyle bir ifade tarzı hiç görülmemişti. Bu yüzden Araplar, Kur'an-ı Kerim'in içerdiği belagatlı ifadelere, şeriat ve hükümlere ve haberlere hayran kalmanın ötesinde aşık olmuşlardır. Daha sonra lslam'ı kabul edip, Kur'an-ı Kerim'i okumaya ve hükümlerini, yani buyruk ve yasaklarını öğrenmeye çaba harcadılar. Çünkü Kur'an-ı Kerim, din ve dünyanın temeli, hakimiyet ve halifeliğin destekçisidir. Kur'an'ın hükümlerini anlamaya çalışırken kimi zaman zorluklara ve yorumlarda farklılıklara düşünce, Hz. Peygamber'in hadis-i şeriflerine başvuruyorlardı. Bu nedenle hadislerin de toplanması ve düzenlenmesini gerekli gördüler. Hadiseleri Peygamber'in ağızından işitenlerden (sahabeler) veya onlardan aktaranlardan (tabiler) güvenilir bir zincirle toplamaya başladılar. Hadisleri toplarken kimi zaman rivayetlerde uyuşmazlık görüldüğünde doğru hadislerle diğerlerini ayırmak zorunluluğu doğdu. Bunun üzerine hadis kaynaklarını ve ravilerini inceleme ve araştırmaya başladılar. Bu zorunluluk kendilerini hadisçilerin sınıfları yani hadisi nakledenlerin Hz. Peygamber'e yakın veya uzak olmaları ve içtihad (yorum yapıp hüküm verebilme) derecesine ulaşmış alimlerden bulunmaları vs. açısından derecelerini - ve ne gibi durumdayken o hadisle karşlaştıklarını araştırma ve incelemeye yöneltti.
lslam devleti zamanla daha da güçlenip kök salınca, ele geçirilen ülkeler üzerine vergiler konulup toplanmaya başladı. Bu vergilerin, fetihlerin şekil ve tarzına yani savaş yoluyla veya barış yoluyla alınıp alınmadıklarına göre biçimi ve miktarı çeşitliydi. Buna dayanarak o vergilerin hukuka uygun biçimde, adil bir yöntemle konulabilmesi için fetihleri, savaşları ve olayları kaydedip derlemek zorunda kaldılar. Emeviler devrinde devlet idaresi bozulunca ilim ve irfan sahiplerinin özellikle Raşid Halifeler devrini bir "örnek model" şeklinde gösterip, sosyal ve idari düzeni ıslah etmeye çalıştılar. Bu bilgilerden de Hz. Peygamber, sahabe ve tabiin'e ait olan tarihler oluştu. Kur'an-ı Kerim'in hükümleriyle peygamberin sünnetini anlamak ayet ve hadis metinlerinin anlaşılması ve incelenmesine bağlıydı. Bu ihtiyaçtan da, tefsir ilmi ve ayetlerin düzgün okunmalarıyla ilgili olan kıraat ilmi, sünnetin Hz. Peygamber'e isnadıyla hadis i şerifler ve hadislerin doğruluk derecelerini ayırt etme çabaları sonucunda da hadis ilimleri doğmuştur.
Sözü edilen hükümleri asıllarından çıkarabilmek ve bunun yöntemini anlatan ve gösteren kusursuz bir metot bulmak zorunluluğundan da "fıkıh usülü" ilmi ve burdan da zamanla, fıkıh, akaid ilmi ve daha sonra da kelam ilmi doğmuştur.
Müslümanlar Kur'an-ı Kerim ile hadisleri okumaya ve yorumlamaya başladıklarında, Araplardan olmayan Müslümanlar Arapça'yı çok iyi bilmediklerinden ve kuralına uygun olarak doğru okumada zorluk çektiklerinden, Arap dilinin kayt ve düzenlenmesi, dilbilgisi kurallarının konması ve sözcüklerin belirlenip anlamlandırılması gereksinimi doğmuştur. Arap dil bilimleri ile meşgul olanların çoğunun Arap olmayanlar milletlerden olmalarının nedeni de budur. Kelimelerin çeşitlerinin belirlenmesi, anlamıyla telaffuzunun tesbit olunması, Müslümanları, Kur'an-ı Keıim'in kendilerine indiği Kureyş'in dilini incelemeye yöneltti. Daha önce belirttiğimiz üzere, dil konusunda inceleme ve araştırma yapmak için eldeki tek kaynak Arap şiir ve atasözlerinden oluşuyordu. Bunun üzerine dil bilginleri, birçok sıkıntı ve güçlüğü göze alarak, Arap çöllerine gidip, orda yaşayan Araplarla çadırlarda kalıp kaynaşarak, onların ağızından şiirler, deyimler ve atasözleri toplamaya çalışmışlardır.
Oysa bu şiirler, deyimler, atasözleri ve Arap hikayelerini iyice anlayabilmek, Arapların soylarını, tarihi olaylarını, gelenek ve göreneklerini iyi bilmeye bağlıydı. Bunun sonucunda Arap edebiyatı ve kültürü bilimi “ilm-i edeb” doğmuştur. Müslümanlar Arap şiirlerini araştırıp incelerken, anlamlarında anlaşmazlığa düştükleri gibi şekillerinde ve söylenişlerinde de birtakım uyuşmazlık ve farklılıklar gördüklerinden şairlerin derecelerini, yetiştikleri yerleri, şiirlerini, kabilelerinin tarihlerini de incelemek zorunda kaldılar.
Dil ve şiiri Arapların ağzından toplamak için onların çadırlarına kadar giden bilginler, astronomi, ilm-i enva', ilm-i hayl, ilm-i ensab, vs. ile ilgili bilgilerini de öğrenmiş olduklarından, dönüşlerinde bu bilgileri de kayd ve zapt etmişlerdir. Bu yüzden sözü edilen bu bilimler üzerinde uzmanlaşanlar, çoğunlukla dil bilginleriydi. Müslümanlar bu topladıkları bilgiler arasında örneklerine çok seyrek olarak rastlanan bazı söz ve şiirleri "nevadir" adı altında ayrı bir bölüm olarak düzenlemişlerdi.
Kısaca belirtmek gerekirse; lslam'ın ilk yıllarında, Müslümanların meşgul oldukları bilimlerin esas kaynağı Kur'an-ı Kerim'di. Dini ilimlerin dışında, edebiyat ve dil bilimlerinin doğmasının nedeni de Kuran'dı. Bu nedenle söz konusu bilimlere "lslami ilimler" adını verdik.
Corci Zeydan’ın İslam Uygarlıkları Tarihi Kitabından Alıntılanmıştır.
31 Ağustos 2023 Perşembe
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...