4 Ağustos 2023 Cuma

Dünyaya Yön Veren Müslüman Bilim Adamları-2

 Sabit Bin Kurra



Yezidi bir ailenin çocuğu olarak Harran’da doğan (d.821) Sâbit b. Kurra (ö.901), gençlik yıllarında sarraflık mesleği ile uğraştı. Bu yıllarda nasıl olduğu tam olarak bilinmeyen bir biçimde Arapça, Yunanca, Süryanice ve Rumca’yı çok iyi bir biçimde öğrenmiştir. Bağdat’a gelirken yolda daha sonraları mekanik ve matematik konularında önemli eserleri kaleme alacak olan Beni Musa ailesinin üç oğlundan Muhammed b. Musa (ö.873) ile karşılaştı. Sâbit b. Kurra ile konuşan ondaki yeteneklerin farkına varan Muhammed, Beytü’l-Hikme’deki çeviri faaliyetlerine katılmayı teklif etti. Böylece Sâbit, Bağdat’ta bir müddet sonra Halife el-Mutezid’in (saltanatı: 892-902) huzuruna çıkmıştır.


İslâm’ı kabul etmesi hususunda kendisine yapılan teklifleri kabul etmemiş ve Harran’ın geleneksel yıldız-gezegen kültüne inanan bir Yezidi olarak ölmüştür.


Beytü’l-Hikme’nin en önemli dört çevirmeninden biri Sâbit b. Kurra’dır. Çeviri işindeki çevirmenlerin tamamına yakını Nesturi, Yezidi veya Yakubi Hıristiyanlardan oluşmaktaydı.


Sâbit’in, matematik, astronomi, tıp, mantık, eczacılık, geometri, felsefe ve musiki ile ilgili telif, yorum ve özet çok sayıda eserin sahibi olduğu bilinmektedir. Dağların oluşumu, güneş ve ay tutulması, kızamık ve çiçek hastalıkları gibi konular hakkında da eserleri mevcuttur. Bunların sayısı konusunda çeşitli rakamlar ileri sürülmektedir. Bazı araştırmacılara göre, 10’u Süryani ve Sabii inançları ve tarihi ile ilgili olmak üzere toplam 133, bazı düşünce tarihçilerine göre ise 150 kadar Arapça, 15 dolayında ise Süryanice çalışması bulunmaktadır. Bu eserlerden elliden daha çoğu günümüze kadar gelebilmiştir.


Yine Sâbit’in Süryanice olarak yazdığı “Hermes’in Kitabı” adlı eseri, Arapça’ya çevrilince Hermesci düşüncenin yayılmasına hizmet etmiştir. O, özellikle Aristo’nun “Organon” adlı eseri üzerinde durmuştur. Eflatun’un Devlet’ini incelemiş ve bu eserle ilgili olarak Eflatun’un Devlet’indeki “Remzlerin İzahı” isimli bir eser telif etmiştir. Matematik alanında yeni kuramlar ortaya atmış olan Sâbit, Grek öncesi bilgi külliyâtı üzerine araştırmalarda bulunmuştur.


Sâbit’ in bazı eserleri şunlardır:


“Kindi’ye Reddiye” (Süryanice) (bunu daha sonra öğrencilerinden İsa b. Useyyidin- Nasrâni, Arapça’ya çevirmiştir), “Deniz Suyunun Tuzlu Oluşunun Sebebine Dair”, “Calinus’un Gıdalar Üzerine Olan Kitabının Özeti”, Ay Tutulmasının Belirtileri Üzerine, “Güneş ve Ay Tutulmasının Nedeni” Hakkında, “Süryanice ve Arapça’nın Grameri” Hakkında.


Bu eserler yanında, Süryanice yazılmış, 

Sabiilerle ilgili bazı eserleri de şunlardır:


“Ölülerin Tekfini Hakkında,” “Sabiiler’in İtikadı Hakkında”, “Taharet ve Necaset Hakkında”, “İbadetlerin Vakitleri Hakkında”. Bu eserlerin yanında Sâbit’e atfedilen çok sayıda eserin varlığı da bir gerçektir.



Dünyaya Yön Veren Müslüman Bilim Adamları

Yazar: Hacı Mahmut Hatun

Kastamonu

 


3 Ağustos 2023 Perşembe

RUSYA TARİHİ -9

 RUSYA'DA «UDEL»  (YURT)  SİSTEMİNİN YERLEŞMESİ


Udel   (yurt) nizamının başlangıcı 


 Vladimir  knezi  Yaroslav'dan  sonra  Kuzey    Rusya'nın her  knezin  kendine ait sahada temelli ve  devamlı  hâkimiyeti  başlar;  bundan böyie knezler, kendi "yurt„larını bırakıp başka yere gitmez oldular; bununla  rus tarihinde "Udel,,  nizamı ve devri başlanmaktadır, Buna göre, her knez idare ettiği mıntakayı kendi oğulları arasında böler, "Büyük Knezlik,, makamına çıksa bile Vladimir şehrine gitmez, kendi "yurt„unda (udel) kalırdı. Viadimir şehri ve çevresi yalnız "Büyük Knez,, olan kimseye ait idi. Aleksandr Nevski'nin oğulları ve torunları zamanında bu nizam kökleşti; bunun neticesi olarak ta, Suzdal-Vladimir Rusyası'ndaki knezliklerinin, knezlerin oğulları arasında mütemadiyen bölünmesi yüzünden, küçük küçük kneziikler meydana geldi. Vladimir'den başka, Kuzey Rusyası'nda, Rostov, Tver, Kostroma, Pereyaslavl, Gorodets knezlikleri vardı; bunlar da birkaç knezliğe bölününce sayıları büsbütün arttı.



Büyük Knezlik İçin savaşlar

 

Moğol'lar Rusya'yı zaptettikten sonra  eski nizama dokunmadılar,  böylelikle "Büyük  Knezlik,, enstitiisyonu da olduğu gibi  kaldı. Hanın itimadını  kazanmağa muvaffak olan, daha doğrusu moğol büyüklerini hediyelerle elde eden knezler bu makama çıkmakla beraber, Rurik sülâlesinden başka kimsenin bu makama getirilmemesi esasına riayet ediliyordu. Vladimir knezi Yaroslav'ın, Batu han ve Güyük kağan tarafından makamında tasdik edildiğini söylemiştik. Yaroslav Vsevolodoviç, 1246 da Karakorum'dan dönüşünde öldükten sonra, Yaroslav'ın oğlu Andrey "Büyük Knez,, oldu. Fakat Yaroslav'ın büyük oğlu Aleksandr (Nevski) bunu tanımadı ve Orda'da çevirdiği entrikalar neticesinde, Andrey'i Vladimir şehrinden kaçmağa ve tâ İsveç'e iltica etmesine sebep oldu. Aleksandr Nevski, gerek Altın Orda ve gerek Moğolistan'daki Büyük Kağanın itimadlarını kazanmış olduğundan, ölüm tarihi olan 1263 yılına kadar "Büyük Knez,, sıfatiyle Vladimir'de kaldı.


Aleksandr Nevski ölünce, oğulları arasında mücadele başladı. Oğullarından Tver knezi olan Yaroslav'ın "Büyük Knezliği,, Orda'da tasdik edildi. Knezlerin birbirleriyle savaşlarında Novgorod'a hâkim olmak meselesi de mühim rol oynuyordu; hâkem sıfatiyle han'a başvuruluyor, hanın iltizam ettiği kimse partiyi kazanıyordu. Aleksandr Nevski'nin oğullarından Dimitri ile Andrey arasındaki mücadelenin bilhassa kanlı olduğu biliniyor. Andrey, birkaç defa Orda'dan moğol kuvvetlerini çağırdı ve rus şehirlerini yağma ettirdi. Bir müddet sonra Tver knezi Michail Yaroslaviç'in ve Moskova knezi Yuri Daniiloviç'in Saray'a giderek, "Büyük Knez,, olmak sevdasına düştüklerini görüyoruz. Tver knezi Michail partiyi kazandı, fakat, 1313 te Altın Orda tahtına Özbek han çıkınca, vaziyet değişti. Moskova knezi Yuri, Saray'a giderek, Özbek hanın kızkardeşi Konçak ile evlendi ve 1317 de bir moğol ordusu ile döndü ve hemen Tver knezine karşı savaş açtı. Moskova kuvvetleri yenildi ve esir düşen Konçak'ın, Tver knezi tarafından zehirlendiği ve öldürüldüğü şayiası çıktı. Bunun üzerine "Büyük Knez,, Michail, Orda'ya çağrıldı ve Moskova knezi Yuri tarafından öldürüldü. Tver knezinin oğlu 1325 te Orda'da bulunduğu sırada, Moskova knezi Yuri'yi hanın huzurunda boğazladı. Tver knezi Aleksandr, elçi olarak giden Moğol'ların öldürülmesine müsaade ettiğinden, cezalandırılması icabediyordu; bu işi Moskova knezi İvan Daniiloviç (Kalita) üzerine aldı. Bununla Moskova knezi hanın itimadını kazandı ve han Moskova Knezliğinin yükselmesine müzaharet etti. Rus knezleri arasında cereyan eden mücadelelerin gelişigüzel sayılması bile, bu sıralarda Rusya'daki durumu göstermeğe kâfidir. Knezler, kendi menfaatlerini korumak için, hiçbir vasıtadan çekinmiyorlar ve Moğol'ları Rusya'nın iç işlerine karıştırmayı tamamiyle mübah görüyorlardı. Altın Orda hanlarının bu devirde herhangi bir gaye güden bir politika takibettiklerini iddia için müsbet delillerimiz yoktur; Altın Orda'nın arzusu, rus knezlerinin moğol isteklerine boyun eğmeleri ve mevcut nizama karşı gelmemeleri idi.



Moğol'lara karşı ayaklanmalar: 1262,  1289, -1315, 1320 ve1327 yılları 


Rus şehirlerinden  bazıları, moğol hâkimiyetinin başlangıcından 20 yıl  sonra, Altın  Ordaya  vergi  göndermekten  vazgeçmek  teşebüsünde bulundular; bu hususta, istilâ zamanında nisbeten az tahribata maruz kalan Rostov şehrinin  ön  ayak  olduğu  biliniyor.  Rostov  ve Suzdal Rusyası'ndaki  bazı şehirler, 1262 de, Moğol'lara  vergi ödemeyeceklerini ilân ederek, isyan bayrağını kaldırdılar; ve moğol askerlerini öldürdüler. Aleksandr Nevski'nin el altından bu isyanı teşvik ettiği ve hatta buralara gönderilen beyannâmeleri imzaladığı iddia ediliyorsa da, bunun aslı olmasa gerektir. Aleksandr Nevski, bu ayaklanmayı müteakip hemen ertesi sene 'Ruslar üzerinden belâ ve kazayı gidermek için' Orda'ya gitmek ve handan afdilemek mecburiyetinde kaldı. 1289 da Rostov ahalisi tekrar ayaklandı. Şehirdeki Moğol'lar koğuldular, mal ve mülkleri Ruslar tarafından yağma edildi. 1315 ve 1320 yıllarında yine Rostov mıntakasında isyan çıktığı biliniyor. Moğol'lar her defasında bu ayaklanmaları zorluk çekmeden bastırdılar. 1327 de Tver ahalisinin Şevkal adlı bir moğol büyüğüne karşı geldiklerini öğreniyoruz. Bu hareket de çabucak yatıştırıldı. Rostov mıntakasında ayaklanmaların tekrarlanması, buraya daha çok baskakların tayinini ve muhafız kıtalarının yerleştirilmesini mucip oldu. Baskakla ilgili yer adlarının çokluğu bunu göstermektedir.



Altın Orda'da baş gösteren (1267-1280) İkilikten bazı rus knezlerinin Yararlanmaları


 Orda hanı Mengü Timür zamanında Cuci oğlu Moğol'un torunu Nogay, Batı Kıpçak sahasının kumandanı "Tümen Başlığ,, sıfatiyle ehemmiyet kazanmıştı. Nogay, "Mengü Timür'ün ölümünden sonra, Altın Orda tahtına çıkan Tuda Mengü zamanında (1280-1287) müstakil bir hükümdar rolünü oynamağa başladı. Teleboğa han zamanında da (1287-1291) Nogay, kendi başına harekete devam etti. Altın Orda, bu suretle, adeta ikiye bölünmüş gibi idi. Bu durum, Rusya üzerinde de tesirini gösterdi; knezlerin bir kısmı Saray'daki hanı baş tanıyorlar, bir kısmı da Nogay ile münasebet tesis etmişlerdi. Saray hanına bağlı kalanlar: Suzdal, Rostov -Vladimir knezleri idi; halbuki Pereyaslavl ve, galiba, Tver knezi, Nogay'ın otoritesini tanımak istemişlerdi. Nogay (han) tarafını tutan Pereyaslavl knezi Dimitri Aleksandroviç'e karşı, birçok rus knezinin ricaları üzerine, Saray'daki han tarafından, Tuda'nın kumandasında bir moğol tedib ordusu gönderildi; bu ordu yanında Gorodets, Yaroslav ve Rostov knezleri de bulunuyorlardı. Bu münasebetle birçok rus şehri — Moskova da dahil olmak üzere — tahrib ve yağma edildi; rus knezlerinin iç işlerine Moğol'ları karıştırmaktan asla çekinmediklerinin bir misalini bu münasebetle yine görmüş oluyoruz. Tuda'nın kuvvetleri, asayişi ve Saray hanının otoritesini temin ettikten sonra, Orda'ya döndüler.



Moğol elçisi huzurunda rus  knezlerinin toplantıları


Rus knezleri arasındaki  geçimsizlikler, bazan Altın Orda'dan gönderilen  moğol elçisi huzurunda ve Saray'daki rus piskoposunun  iştirakiyle yapılan knezler toplantısında halledilirdi.


Böyle bir toplantı, 1287 de Vladimir şehrinde oldu ve hanın elçisi Nevriiy'ün riyaseti aitında yapıldı. 1301de, Dimitrov şehrinde de böyle bir toplantı aktedildi; 1304 de Pereyaslavl'de bir toplantı oldu. Rus knezliklerinde daimî bir moğol nizamı olmamakla beraber, baskakların ve moğol kıtalarının bulunması ve nihayet sık sık moğol elçilerinin gidip gelmeleri, Rusya'da moğol tesiri ve nüfuzunun artmasını mucip oluyordu. Knezlerin Orda'ya "yüz sürmeğe,, gitmeleri ve uzun zaman hanın ordugâhında kalmaları, rus knezlerinin ister istemez moğol tesirine maruz kalmalarını icap ettiriyordu. Hatta rus büyüklerinden bazılarının, müslümanlığı kabul eden hanların hizmetine girenler de görünmeğe başladı; mamafih bu gibilerin az olduğu ve rus ahalisi tarafından takip ve tevbih edildikleri biliniyor: 1262 de Yaroslav şehrinde Zosirna adlı böyle birinin halk tarafından öldürüldüğünü rus kaynakları yazarlar.


Moğol'lardan da rus yurduna gelip hıristiyanlığı kabul edenlere erkenden rastlanmaktadır. Altın Orda'nın ilk hanları nazarında din, ehemmiyetli bir rol oynamıyordu. Batu hanın oğlu Sartak hıristiyanlığı kabul etmişti; Saray'da bir ortodoks piskopusluğu mevcuttu. Hanların yakınlarından bazılarının da ortodoksluğa meyilleri olduğu biliniyor; hatta bunlardan biri Rostov knezinin hizmetine girmiş, hıristiyanlığı kabul etmiş ve "Çarzade Petr,, adiyle tanınmıştı. XIV. yüzyıl başında Rostov şehrinde Altın Orda'dan gelen birçok moğol büyüğünün yaşadığı da malûmdur. Islâmiyetin Altın Orda'da henüz kuvvet bulmadığı bir devirde, rus şehirlerine gelip yerleşen bu moğol büyüklerinden bir kısmının, rus knezleri tarafından menfaatler temin edilince, temelli olarak Rusya'da kaldıkları, az zaman sonra hıristiyanlaştıkları ve ruslaştıkları biliniyor ; böylelikle, daha XIV. yüzyıldanberi, rus asilzadelerinin Moğollarla karışmağa başladıklarını görüyoruz. İlk Moskova knezi Yuri Daniloviç'in, Özbek hanın kızkardeşi ile evlenmesi, bu "karışma,, ya önayak olanların bizzat knezlerin kendileri olduklarını göstermektedir.



RUSYA TARİHİ BAŞLANGIÇTAN 1917'YE KADAR

Prof. Dr. AKDES NİMET KURAT

2 Ağustos 2023 Çarşamba

Türk Soylu Halklarda Şaman ve Şamanlar-4

 


Şamanizm ve Hayvanlar Âlemi



Şamanizmle ilgili kabûl edilen bazı kutsal hayvanlar, Sibirya halklarının inançlarında çok önemli bir yer tutar. Bu hayvanların kutsallıklarının nelere dayandığı pek belli olmamakla birlikte, bunların bazıları genel olarak kutsallaştırılmış hayvanlar, bazıları da belirli bir bölgede belli bir kabile veya boy için önem taşıyan, hâtta kendisi ile olan gizemli bir ilişkisi sebebiyle tek bir kişi tarafından kutsallaştırılmış bir hayvan bile söz konusu olabilmektedir. Bu kutsallaştırılmış hayvanlar arasında başta kartal ve kuğu olmak üzere, bazı kuşlar özellikle dikkâte değer bir yer tutarlar.


Şamanizmin kökeniyle ilgili efsanelerde kartal, Tanrıların ulağı olarak kabûl edilir. Agapitov ve Changalov’un naklettikleri bir efsaneye göre, kötü ruhlar insanların başına belâları musallat edene kadar, dünyada hastalık ve ölüm yoktur. Bunu gören Tanrılar, insanlara yardım etmesi için kartalı yeryüzüne yollarlar, ama insanlar kendilerini korumak için gelen kartalın ne dilini, ne de geliş maksadını anlamadıkları için kartal çaresizce gökyüzüne geri döner. Tanrılar bu sefer kartala yeryüzünde karşılaştığı ilk insanı şamanlık yetenekleriyle donatma vazifesi vererek geri gönderirler. Kartal yeryüzüne tekrar geldiğinde, bir ağacın altında uyuyan bir kadınla karşılaşır. Kadın eşinden ayrı yaşamaktadır ve kartal bu kadınla ilişkiye girer, kadın hamile kalır. Daha sonra kocasına geri dönen kadın, bir süre sonra bir erkek çocuğu doğurur ve dünyadaki bu çocuk ilk şaman olur. Aynı efsanenin bir başka anlatım biçimine göre de, kartalla karşılaştıktan sonra kadın, ruhları görebilmeye başlar ve ilk şaman olur. Buryatların bu sebeple kartalları kutsal kabûl ettikleri ve çadırlarının üzerinde uçan bir kartal gördüklerinde, kartalın şerefine havaya süt veya tarasun (bir nevi damıtma içki) serptikleri anlatılır. Buryat inançlarında, bir kartalı öldüren kişi de ölür, Yakutlar için bir kartalı yaralamak çok büyük bir günahtır. Kurulan tuzaklardan birine yakalanan bir kartal ölürse, onu kayın kabuğuna sarar ve ölülerine yaptıkları şekilde özel bir kerevetin (arangas) üzerine veya bir ağaca defnederler. Serschevskij, kartalın kemiklerini onun için hazırlanan defin yerine götürürken, Yakutların kartal ile “senin bakır kemiklerini kerevet üzerinde muhafaza ediyorum, senin gümüş iskeletini yükseklere kaldırıyorum” diye dua ettiklerini aktarır. Kartalın insanlara yardım ettiği gibi, isterse onlara hastalık ve çeşitli belâları da getirebileceğine inanılır. Bazı durumlarda Yakutlar kartalın bir resmini çizip, ruhunu bu resme koyar ve bu resmi çadırın kutsal kabûl edilen köşesine asarlar. Troschtschanskij’nin anlattığına göre, yakınlarında bir kartal gö-ren bir Yakut, bir dana kurban edip, etin bir parçasını kartalın yemesi için bırakır, hâtta yakınlarda bir kartal yoksa bile, bazı zamanlarda evin/çadırın önüne kartal için bir masa konulur ve üzerine kurban edilen bir hayvanın kalbi bırakılır. Bazı bölgelerdeki Altay Tatarları nezdinde kartalın özel bir yeri vardır. Geçen asrın başlarında Altay bölgesine seyahât eden Aleksander von Bugge, Çariş nehri kıyısındaki bir kulübede, kulübenin en kutsal yerinde doldurulmuş bir kartal gördüğünü anlatır. Bunun anlamını sorduğunda; onun bir Tanrı olduğu cevabını alır. Ancak, bu anlatılan kuşun, daha önceki bölümde bahsi geçen ve mitolojik bir anlam yüklü kartalla karıştırılmaması gerekir. Altay bölgesindeki kartalla ilgili inançlar bu bölgedeki diğer kutsal kuşlarla karşılaştırılmalıdır.


Avlanması ve öldürülmesi günah kabûl edilen bir başka kuş da kuğudur. Kuğu ile ilgili olarak Buryatların ilginç bir efsanesi vardır. Efsaneye göre bir gün üç kuğu, yüzmek için bir göle inerler. Kuğular, kuğu kıyafetlerini çıkarttıklarında her üçü de çok güzel kızlara dönüşürler. O esnada kıyıda duran Khoredoi isimli bir avcı, kuğulardan birinin kıyafetlerini alıp, saklar. Kuğu kızlar yüzdükten sonra giyinmek için kıyıya çıktıklarında, içlerinden birinin kıyafetinin çalınmış olduğunu görürler. Ancak yapılacak bir şey olmadığından, elbisesi çalınan kuğu, insan suretinde orada kalırken, diğer ikisi uçarak gözden kaybolurlar. Avcı, kıyıda kalan kuğu kızı kendine eş olarak alıp onunla evlenir ve kadın 11 erkek ve 6 kız evlat doğurur. Sonra bir gün göl kıyısındaki elbisesi aklına gelir ve kocasına onu nereye sakladığını sorar. Karısının artık kendisini ve çocuklarını terk etmeyeceğinden emin olan adam, kadına elbisesini geri verdiğinde üzerinde nasıl duracağını görmek isteyen kadın, elbiseyi giymesiyle, bir kuğu olup, çadırın bacasından çıkarak göklerde kanat çırpmaya başlar. Kocasının çadırının üzerinden uçarken onlara şöyle seslenir: ”siz yeryüzü yaratıklarısınız ve yeryüzünde kalın, ben göklerin yaratığıyım ve oraya geri dönüyorum.” Yükselip uzaklaşırken de, son olarak; “Her ilkbaharda kuğular Kuzeye uçup, her sonbaharda geri dönerlerken, benim şerefime özel âyinler yapın” diyerek, gözden kaybolur. Buryatların anlattığına göre, kadının kızlarından biri annesinin gitmesine engel olmak için onu ayaklarından yakalamaya çalışırsa da başaramaz. Ancak, kızın elleri kurumlu olduğu için, kuğunun ayakları siyaha boyandığından dolayı, o zamandan beri kuğuların ayakları siyah olarak kalmıştır.


Çin’de ve Avrupa’da da yaygın olarak anlatılan bazı masalları hatırlatan bu efsaneyi, yukarıda görmüş olduğumuz kartal efsanesiyle kıyaslayacak olursak, her ikisinde de insan soyunun başlangıcının bazı kutsal hayvanlara dayandırıldığı görülür. Birinde kartal, soyun kutsal babası olurken, diğerinde kuğu, kutsal anne olur. Bu bakış açısından devam ettiğimiz takdirde ise, karşımıza totemizm çıkmaktadır.

Bir çok ilkel halk inançlarını oluşturan totemizmde, bir soyun veya kabilenin atasının belli bir hayvan türü olduğuna inanılır ve bu kabileye genellikle bu hayvanın ismi verilir ki, kabilenin üyeleri bu hayvana büyük bir değer atfederken, bu hayvan türü asla avlanmaz, öldürülmez ve eti yenmez. Bu türden bir hayvanın cesedi bulunacak olursa, özel bazı tören ve ayinlerle defnedilir. Totemizm kelimesi bir Amerikan Kızılderili kabilesinin dilinde “kabile, soy, akrabalar” anlamına gelen “totem” kelimesinden türemiş ve bu kelimeyi Kızılderili inançlarını ifade etmek için ilk olarak kullanan kişi, Kızılderili kabileleri arasında dolaşan ve intibalarını 1791 yılında yayınladığı seyahâtnâmesinde anlatan Kanadalı tüccar J. Long olmuştur. Ondan on yıllar sonra Mac Lennan totemizmi dinler tarihi ve sosyoloji konusundaki araştırmalarına konu ettiğinde, ilim çevreleri bu konuya ilgi göstermeye başlamışlardır. Eldeki bilgiler çoğaldıkça, daha çok araştırmacı bu konu üzerinde çalışmaya ve fikir yürütmeye başlamış, bunlardan bazıları ilkel toplumlardaki bütün hayvan tapınmalarını totemizm kalıntıları olarak değerlendirmeye tabi tutarak, bu arada “ayı şölenlerini” bile totemist inançlarla açıklamaya çalışmışlardır. Oysa, hayvanların içinde yer aldığı bütün gelenek veya inançların totemizm yoluyla açıklanamayacağı malûmdur.


Sibirya halklarının gelenek ve inançlarında Amerikan Kızılderililerininkileri andıran bazı özellikler tesbit edilmiştir. Mac Lennan, ilim âleminin dikkâtini totemizm üzerine çekmeden, hâtta J. Long’un eserinden çok önce Ph. J. Strahlenberg, 1730 yılında yayımladığı çalışmasında Yakutların inançlarını şu sözlerle anlatılmaktadır: “Her kabilenin kutsal saydığı kuğu, kaz veya karga gibi kendine has bir hayvanı vardır ve o kabile bu kutsal hayvanın etini yemez. Diğer kabileler ise bu hayvanı yiyebilirler” Aynı tespiti, 1844 yılında, içinde iki eski elyazmasını yayınladığı eserinde, Schtschukin; “Her soyun kendi koruyucusu ve temsilcisi bir hayvan vardır. Bu hayvan beyaz burunlu bir aygır, karga, kuğu veya atmaca olabilir ve o hayvanın eti yenmez” diyerek, isabet kaydetmiştir.


Bu tarz inançlar Yakutlar arasında günümüze kadar yaşamaya devam etmekte olup, bu satırların yazarı değişik Yakut kabilelerine mensup ve hâlen Finlandiya’da yaşayan üç mültecinin bu konudan bahsettiklerini duymuştur. Bu üç mülteciden birinin kabilesinden birinin kartal, birinin karga, diğerinin de ak ayaklı, başı ak lekeli bir kahverengi inek olmak üzere, ayrı “soy hayvanları” olduğunu ifade etmişlerdir. Kabile üyelerinden birinin o kabilenin “soy hayvanı”nı korkutması, yaralaması veya öldürmesi yasaktır, bunun ihlâli çok büyük uğursuzluklar getirir. Soy hayvanı inek olan mültecinin anlattığına göre, kabile üyelerinin sürülerinde “soy hayvanı” tanımına uygun bir inek doğacak olduğunda, bu başkalarına satılabilir veya hediye edilebilir, ama yabancı bir yerdeyken bile böyle bir hayvanın etini yemek veya sütünü içmek bir Yakut için yasaktır. Yabancılar için ise böyle bir yasak yoktur. Bu mülteciler bana; Yakut kabilelerinde baba tarafından alt kuşaklara aktarılan böyle bir çok soy hayvanı olduğunu anlattılar, saydıkları hayvanlar arasında at, ayı, köpek, kedi, atmaca, kuğu, guguk kuşu, çavuş kuşu gibi bir çok hayvan vardı. Bir soyun veya kabilenin bu soy hayvanının adıyla anılıp anılmadığı hakkında ise bilgileri olmadığı gibi, bu soy hayvanı ile kabile arasında ne tür bir bağ olduğunu da açıklayamamışlardır. Tek bildikleri ve anlattıkları, bu soy hayvanlarının her anlamda daha “değerli” ve “iyi” oldukları idi.


Türk ve Moğol halkları arasında da bu tarz inançların izlerine rastlamaktayız. Meselâ, bazı Buryat kabileleri kendi soylarının kökeninin-buna ”Uthka” adını veriyorlar-kuğu olduğuna inanırlar. Changalov’un aktardığına göre, Khangin kabilesinin şaman şarkılarından birinde kabilenin ”Tthka”sının “Sen kuşu” olduğu söylenir, Serel Moğolları ise “Tthka”larının “Hun kuşu” olduğuna inanırlar. Bu her iki kuş türü de Sibiryada yaşayan kuğu türlerinden olup, Potanin, kuğunun kendilerinin kutsal annesi olduğuna inanan Hangin kabilesi üyeleri için bir kuğuyu öldürmenin çok ağır bir günah sayıldığını, hâtta içlerinden bazılarının kuğunun tüylerine dokunmaya bile cesaret edemediklerini anlatır. İnanışlarına göre, bir kuğunun resmini veya heykelini yapan bile hastalanır. Schaschkov aktarmış olduğu bir Buryat efsanesinde, bir kuğunun yuvasını bozup, yavrularını kaçıran bir avcıdan bahsedilir ki, rivayete göre ana kuğu, gagasına bir parça ateş alıp, avcının çadırının üzerine atmış ve bütün köy yanmıştır. İlkbaharda kuğular geri geldiklerinde Buryatlar kuğuların şerefine sunu olarak havaya biraz içecek serperken, kadınlar da ilkbaharda gelen ilk kuğuyu gördüklerinde, önünde eğilip, ona dua ettikleri anlatılır.


Kuğuya tapma inancı, muhtemelen ilk olarak kuğunun kendi soyunun atası olduğuna inanan kabilede başlamış ve sonra da yayılmıştır. Balagansk bölgesindeki Hangin kabilesi dışında, Alarsk bölgesindeki Buryatlar arasında da kendi soylarının atası olarak kuğuyu kabûl eden iki kabile daha bilinmektedir. Yukarıda nakledilmiş olan “kuğu kıyafetlerini çıkartıp, yüzen ve avcının karısı olan kuğu” efsanesine her iki bölgede de rastlanmaktadır.


Kartal için yapılan özel tören ve ayinler de, muhtemelen belli bazı kabile veya soylarla sınırlı olup, çıkan bir metal plaka şekilde Jutty kabilesi, soylarının koyundan, Jurta kabilesi ise, beyaz Kaynak: Alföldi başlı kartaldan geldiğine inanırlar.


Agapitov ve Changalov, soy atası olarak “Buga noyan” (Boğa Bey), kurt, tatlı su gelinciği (Lota) gibi hayvanları da sayarlar. Bunlardan “Buga Noyan” hakkında şamanların anlattığı bir çok efsane vardır ve Buryatlar onun için kurban da verirler. Bu yaratık, efsanelerde hem boğa, hem de insan olarak karşımıza çıkar ki, anlatıldığına göre bir hanın kızı ile evlenmiş ve bu evlilikten doğan oğlu Bulagat kabilesinin atası olmuştur. Uygur efsanelerinde de “Boğa Bey” ve kardeşi “Kartal Bey” Uygurların bey sülalesinin ataları olarak yer alır ki, Uygur efsanelerinde; “Boğa Bey”in, Tola ve Selenge ırmaklarının beraber aktığı yerde, iki çam ağacının arasındaki bir tepede doğmuş olduğu anlatılır. Bu sebeple, Macar araştırmacılardan A.Alföldi, Noin Ula’daki Hun mezarlarında bulunan metal levhalardaki boğa resminin bu tarz bir efsanevî soy atasının resmi olduğunu ileri sürmektedir.


Sibiryada soylarının atasının kurt olduğuna inanan birçok kabile ve boya rastlanır ki, meselâ Uygurların kökenlerine ilişkin bir efsanede anlatıldığına göre, çok güzel iki kızı olan bir Hun Hakanı, etrafındaki damat adaylarını kızları için uygun bulmayıp, Gök Tanrıya dua eder. Bunun üzerine kızlara damat olarak Tanrı, göklerden bir kurt gönderir ve kızlar da Uygurların soyunun başladığı kutsal anneler olurlar. Bir Çin vekayinâmesinde, “Tukiu”ların (Türkler) armalarında altın bir kurt başı olduğu yazılıdır. Radloff, bu sembolün kökeninin Türklerin atalarının bir dişi kurt tarafından büyütüldüğüne ilişkin efsaneye kadar uzandığını kabûl eder. Doğu Altaylarda yaşayan Bersit kabilesi mensupları da atalarının kurt olduğuna veya Cengiz Han’ın kabilesinin atasının da boz bir kurt olduğu anlatılır.

Goldelerin Aktenka kabilesi de kendi soylarının kaplandan geldiğine inanırlar. Anlattıklarına göre, soy ataları olan Aktenka, bir erkek kaplanın bir Golde kadınıyla olan evliliğinden doğmuştur. Bu kabile mensuplarının kaplandan korkmasına gerek olmadığı, kaplanın onlara bir zarar vermeyeceği söylenir. Tabii ki kabile üyelerinin de kaplana zarar vermeleri veya yaralamaları, hâtta kaplanın peşine düştüğü bir avı yakalamaları yasaktır. Avladıkları hayvanın, daha önce bir kaplan tarafından yakalanmaya çalışılan av olduğundan şüphelenildiği takdirde, o hayvanın etini yemedikleri gibi, hâtta postunu bile kullanmazlar. Kaplanlara zarar vermeme konusunda sadece kendi kabile üyelerinin değil, başka kabilelerin de aynı hassasiyeti göstermesi beklenir, kabile dışından biri yanlışlıkla bir kaplanın ölümüne sebep olursa, cezalandırılır. Cezadan kurtulmak için Aktenka kabilesinden birine gidip hatasını itiraf ederek, o da kabilenin diğer üyelerini toplar ve durumu aktarır. Kaplanı öldüren kişi, kefaret olarak içki ve av eti getirip, bunlar kabilenin ormandaki sunak ağacına götürerek, orada kabilenin yaşlısı tarafından bir konuşma yapılır: “İhtiyar, öfkelenme, oğlun talihsiz bir kaza sonucu vuruldu, bundan sonra daha dikkâtli olacak. Sana getirdiği ikramları kabûl et, bunları ye, iç ve olanları unut” dedikten sonra, köyde birkaç gün süren bir af şöleni düzenlenir.


Sternberg de yaptığı araştırmalar esnasında Amur vadisindeki bir çok kabilenin kendi soylarını kaplana veya ayıya dayandırdıklarını aktarır ki, bu kabilelerin efsanelerinde, rüyasında kaplanla –veya ayıyla- evlenip, hamile kalan bir kutsal büyük anneden bahsedilir. Bu yoldan olmak üzere, “soy atası” ayı olan Altay Tatarlar olduğu gibi, Teletskoi gölünün Doğu kıyısında yaşayan Telengitlerden Kara-Tele kabilesi bunlardan biri olup, Bijsk ve Kuznetsk bölgesindeki bazı Tatar kabileleri de soylarının ayıdan gelmiş olduğuna inanırlar.

Yukarda aktardığımız efsane ve inançlardan anlaşılacağı üzere hayvan, soyun ilk kurucusu olarak görülür ve bir kadının bu soy hayvanıyla ilişkiye girmiş olduğuna inanılır. 1774’te yayınladığı çalışmasında Kamçatka’daki intibalarını aktaran Steller, Kamçaladların ikizler hakkındaki ilginç bir tasavvurunu nakleder: Bu tasavvura göre Kamçaladlar, ikiz doğumlarda çocuklardan birinin babasının bir kurt olduğuna inanmaktadırlar. Bu sebeple, her sene Ekim ayında yapılan şenliklerde samandan bir kurt yapılır ve bu kurt bir yıl boyunca saklanır ki, bundan maksat, kurdun köydeki genç kızlardan biri ile evlenmesidir. Sternberg, kadın ile hayvan arasındaki ilişkinin rüyada gerçekleşmesinin ilkel halkların bakış biçimleri düşünüldüğünde gayet anlaşılabilir bir şey olduğunu söyler. Burada dikkât çeken husus, her ne kadar gördüğümüz örneklerde “soy atası” erkek hayvan olsa da, aslında bu insan-hayvan arası ilişki her iki cins ile de gerçekleşebilecek bir şeydir. Yukarıda bahsi geçen Yakut göçmenlerden biri, “soy atas”ı olarak kahverengi bir ineği anlatırken, kastettiği kahverengi bir boğa idi ve konuşmalarında bir “soy annesi” bahsi geçmiyordu. Genelde bu “soy hayvanları”, hayvanın anne değil, baba olarak yer aldığı efsane ile ilişkilendirilir. Bu sebeple, bir hayvanın kabilenin “soy atası” değil de, “soy annesi” olarak yer alması anlaşılması güç bir durumdur. Bu konuda benim bildiğim yegane dişi soy hayvanı, Sibirya halkları arasında kuğudur. Yeniseyler bir defasında bana, kuğuların da kadınlar gibi âdet gördüklerinden bahsetmişlerdi. Soyun kurucusu olan kuğunun en baştan itibaren “soy anası” olarak yer alıp almadığı belli değildir. Soy hayvanına ilişkin bütün bu inançların tek ve aynı kaynaktan çıkıp çıkmadığı da tartışmalıdır.

Daha önce bahsi geçmiş olduğu gibi, bazı kabilelerin totemi gök gürültüsüdür. Gök gürültüsü çoğu zaman büyük bir kartal veya benzeri bir varlık olarak tasavvur edilmektedir. Bazı kabilelerin hayvanlara verdikleri isimler veya bey ailelerinin hayvana benzeyen armaları, bu totem inançları konusunda aydınlatıcı bilgiler sunabilir.

Şamanların koruyucu ruhları, sadece kabilenin totem hayvanlarının suretlerinde görünmeyip, başka hayvan suretlerinde de ortaya çıkabilir, ancak çoğu zaman şamanların kendileri bile bu hayvanların ne ifade ettiği konusunda tam bir fikir sahibi değillerdir. Bu ruhların büründükleri suretlere “şaman hayvanları” adı verilir. Meselâ, Buryatların Sartul kabilesi kendi soy hayvanlarının (uthka) onlara her türlü hayvan kanı-özellikle de Sartul kabilesinin “şaman hayvanlarının” kanını-tüketmeyi yasaklamış olduğunu anlatırlar.

Burada “şaman hayvanları” ifadesi ile kastedilenin ne olduğu pek belli değildir. Buryat şamanlarının kulübelerinin genelde arka taraftaki duvarında büyücü asasıyla beraber, bir dizi küçük orman hayvanının postu asılı durur, fakat bu postların-eğer sadece kurban hayvanlarının postları olmak dışında bir özellikleri yoksa-aslında ne anlama geldiği bilinmemektedir. Tunguzların “Syvén”inin ve Goldelerin “Seon”unun bazen hayvan suretinde göründüğünü daha önce aktarmıştık. Sibirya halkları, kaz veya dalgıç kuşları gibi bazı su kuşlarının ruhanî varlıklar olduklarına, özellikle kızıl gerdanlı dalgıç kuşunun parmakla gösterilmesinin bile uğursuzluk getireceğine inanırlar. Tunguzların, Dolganların ve Yakutların sunak taşlarında veya mezarlarında bu kuşun resimleri bulunur ki, kanaatimizce bunun arkasında yatan, muhtemelen ölmüş şamanların bu kuşun suretine girmiş oldukları, en azından Tunguz inançlarına göre ölen şamanın “Martı”sının bu surette yeni şamana geçmiş olduğudur.


Tunguzların şaman ayinlerinde, çeşitli hayvanlardan yardım alınır. Turuhansk’ta bulunduğum sırada, şamanın ayinden önce özel bir çadır kurduğunu ve bu çadırın etrafına üzerine tahtadan oyulan ve ayinden sonra imha edilen güneş, ay, gök gürültüsü kuşu gibi bazı figürlerin konduğu, sekiz kazık çaktığını anlatmışlardı. Güneş, gök gürültüsü kuşu, kuğu ve guguk kuşu figürleri çadırın Doğusuna, ay, turna kuşu, martı ve dalgıç kuşu ise Batısına yerleştirilir. Ayinin başlangıcında şaman, çadırın içinde, ateşin arka tarafında çıplak toprağa oturur ve yanına bazı hayvan figürleri koyar. Sol tarafında gri alabalık, su samuru, kurt ve kurbağa larvası, sağ tarafında “nelma balığı”, yılan, kertenkele ve ayı figürleri, önüne de bir başka kertenkele figürü koyar. Tunguzlar, havada, suda, yer altında veya yerüstünde yaşayan çeşitli hayvanların şaman ayini için çok önemli olduğuna, şamanın bu hayvanların yardımına başvurduğuna inanırlar. Ayinin başlangıcında şaman, bu figürleri sırasıyla havaya kaldırıp eliyle tartar ve ağırlıklarına göre bazı sonuçlar çıkartır.


Dolgan ve Yakut şamanları da küçük figürlerini yaptıkları kurt veya tilki gibi hayvan yardımcıları olup, bazen bunları bir işi halletmeleri için ruhlar alemine gönderirken, Buryat şamanları, aynı şekilde bu hayvan yardımcılarına başvurdukları şu şarkıdan anlaşılmaktadır:


Koşucumuz bir tavşan, ulağımız bir Bozkurttur, Kuğu kuşu bizim “Khubilghan”ımızdır Khoto kartalı bizim elçimizdir”


Zatoplajev, her Buryat şamanının kendine mahsus bir “Khubilghan”ı olduğunu ve birinin bir kartal, bir diğerinin akbaba, bir başkasının kurbağa v.b. olduğunu aktarır. Buryat şamanlarının “Khubilghan”ının belirli bir hayvan olması gibi, Dolgan ve Yakutlar şamanlarının da belirli bir hayvan suretinde görünen özel bir ruhlarının olduğunu anlatılır. Dolgan ve Yakutlarda bütün şamanların balık, kuş, böcek ve benzeri hayvan suretlerinde çeşitli yardımcı ruhları olduğuna, ancak her şamana ait “İjä kyl” (Ana hayvan) adı verilen bir tane “asıl ruh” olduğuna ve şamanın hayatıyla, ölümünün bu hayvana bağlı olduğuna değinen V. N. Wasiljew, bir şamanın bu “asıl ruh”u, birinci defasında, şamanlık yetileri kendisine bahşedildiğinde, ikincisi şamanlık hayatının ortalarında ve üçüncüsünde de ölümünden önce olmak üzere, hayatı boyunca sadece üç defa gördüğünü, “ana hayvan”ın şamandan daha önce öldüğü, herhangi bir sebeple ana hayvan öldüğünde şamanın da ölmesinin kaçınılmaz olduğunu anlatır. Wasiljew’in aktardığı bir inanca göre, kötü niyetli bir şaman, büyü yoluyla bir başka şamanın “ana hayvan”ını korkutup ölmesine sebep olursa, ölen “ana hayvan”ın sahibi de ölür.

Serosevskij’nin aktardığına göre, bu hayvanlar arasında en kudretli olanlar boğa, aygır, ayı, geyik ve kartaldır. En şanssız şamanlar, “İjä kyl”i köpek veya kurt suretinde olan şamanlardır. Özellikle köpek suretindeki “İjä kyl”ler, sahipleri olan şamanları asla rahat bırakmayıp, devamlı surette sahiplerinin “kalbini kemirip” “bedenlerine eziyet ederler”. Etrafta yeni bir“İjä kyl”in dolaşmasından, yakınlarda yeni bir şamanın doğduğu anlaşılabilir. Bu şaman hayvanlarının kabilenin totem hayvanlarından farkı, “sadece şamanların görebildikleri” hayâl mahsûlü varlıklar olmalarıdır. Yakutlar iki şamanın mücadelesinde, onların hayvanlarının birbirleriyle dövüştüklerine ve bu dövüşün aylar hâtta yıllarca bile sürebileceğine inanırlar. Hayvanı kavgada yenilen şamanın, artık ölümü yaklaşmıştır. Şamanın hastalanması, “İjä kyl”inin bir başka şamanın “İjä kyl”i ile dövüşmesi olarak algılanır.


Altay Teleütleri, şamana ait özel bir ruha inanırlar ve bu ruha “tin bura” adı verilir. “Tin” ruh, “Bura” ise hayvan anlamındadır. Anohin’in anlattığına göre, şamanlar arası mücadelede daha güçlü olan şaman, rakibinin “tin bura”sını elinden alabildiği gibi, onun ayaklarını veya kafasını kesebilir. Bir şamanın “tin bura”sı ölecek olursa, kendisi de iki veya üç gün içerisinde ölür.


Yukarıda verilen misâllerden de anlaşılacağı üzre bu hayvan suretindeki ruhlar, sahipleri olan şaman ile çok yakın bir ilişki içindedirler. Muhtemelen bu ruhlar aslında şamanın hayvan suretine giren kendi ruhudur. Şamanın kendi ruhunun ren geyiği suretinde dolaşıyor olması en yaygın tasavvurlardan biridir. Nitekim, Golde şamanları ölen kişiyi ölüler ülkesine götürecekleri zaman, ren geyiği suretine bürünür ve ölen kişiyi sırtlarına alırlar. Orman Jurakları da, şamanlarının ruhları öte dünyaya yolculuğa çıktığında, “boğa suretinde dolaşıyor” ifadesini kullanırlar. Tretyakov’un aktardığına göre Turuhansk Samoyedleri, her şamanın hizmetinde ren geyiği suretinde dolaşan bir yardımcısı olduğuna inanırlar. Duruma göre gevşeyen veya gerilen gizemli bir bağ, şamanla, bu ruh hayvanını birbirlerine bağlar. Kimi zaman birkaç şaman bir araya gelip, “ren geyiği ruh”larını hoşlanmadıkları bir başka şamanın “ren geyiği”ne saldırtırlar. Bu saldırıya maruz kalan “ren geyiği” dayanamayıp, pes ederse, sahibi olan şaman da ölür. Lehtisalo’nun Jurak Samoyedlerinin ölüler kültü üzerine aktardığı; “yaşlı bir şaman (ngytterma) öldüğünde oğlu, ngytterma’nın bir tahta üzerine boynuzları ve bacakları olan bir ren geyiği tasviri hazırlayıp, ölen şamanın karısının bu tasviri, ren geyiği derisine sarıp, çadırın kadınlar bölümünde muhafaza etmesi” bu konuyla yakından ilgilidir. Benzeri inancın Laponlar arasında rastlanması, konu açısından J. Kildal’ın 18.yy’da yapmış olduğu gözlemler oldukça önem taşır: “İki büyücünün ren geyiklerinin birbirleriyle dövüştürmesi, kazanan geyiğin sahibinin kazanması ve kaybedenin sahibinin de kaybetmesi anlamına gelmektedir. Ren geyiklerinden biri, diğerinin boynuzlarını kırdığı takdirde, boynuzları kırılanın sahibi hastalanır, biri diğerini öldürdüğü takdirde, ölen geyiğin sahibi büyücü de ölecektir. Dövüşen ren geyiklerinin hissettikleri yorgunluk veya bitkinlik, adlarına dövüştükleri büyücüler tarafından da yaşanır”


Burada ilgi çekici olan husus, birbirlerinden çok uzak yerlerde yaşayan çeşitli halklar arasında ren geyiğinin “şamanın ruhu”nu temsil etmiş olmasıdır. Büyücüler arası mücadelede, aslında mücadele edenler, ren geyiği suretine girmiş olan şamanların kendi ruhlarıdır. Lapon inançlarını inceleyen Forbus, şamanın bazen, kendi kuşunu (vurnes lodde) rakibinin kuşuna saldırttığını aktarır. Goldelerin inanışları ise, Yakutların “İjä kyl”ına benzer şekilde, insan ruhlarının belli bazı suretlerde olduğuna inanırlar. İnanışlarına göre, iyi insanların ruhları ren geyiği, geyik veya balık suretinde; kötülerin ruhları ise kurt ve kakım gibi yırtıcı hayvanların veya sivrisinek, at sineği gibi kan emici hayvanların suretinde görünürler. Skolt, Laponlarının inançları arasında geçen “Kaddz” ve İskandinav inanışlarındaki “Fylgja” ise, bir nevi “refakatçi hayvan” olarak tarif edebileceğimiz varlıklar olup, yukarıda bahsi geçen ruh tasavvurlarıyla bazı yönlerden paralellik gösterirler.




Uno Harva'nın Altay Panteonu adlı kitabında alıntılanmıştır.


Çeviren: Erol Cihangir

Kastamonu

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak