11 Temmuz 2023 Salı

RUSYA TARİHİ -8

 


MOĞOL  - TÜRK İSTİLÂSI  VE RUSYA'DA TÜRK  (TATAR) HÂKİMİYETİ


Kalka meydan  muharebesi (16- temmuz 1223)    



Türkistan seferi  bitince, Çingiz han, Kafkaslar üzerinden Kuzey  Kafkasya'ya,  Kuban boyundaki Kumanlar memleketine bir yürüyüş yapılmasını emretmişti. Kumandanlardan  Cebe- noyun ile, Subutay-batur bu emir üzerine  iki moğol  tümeni  ile harekete geçtiler. 1222 yılının ikinci yarısında Kafkasları Derbend geçidinden aştılar. Alan (As) ları yendikten sonra Kuban boyunda göçeden Kuman (Kıpçak) lar üzerine yürüdüler. Buradaki Kumanlar fazla mukavemet göstermeden teslim oldular. Moğol kuvvetleri ileri yürüyüşlerine devamla, 1223 başlarında, Cenevizlilerin elinde bulunan Kırım'daki Sudak şehrine hücum ettiler. Kumanların esas kıtaları Don boyunda idi. Moğol kumandanları hemen bunlara karşı yürüdüler.


Kuman başbuğlarından en büyüğü olan Konçak han, yardım isteyerek rus knezlerine müracaat etti. Rus knezleri, Galiç knezi Mstislav Mstislaviç'in ısrarı üzerine Kumanlara yardıma gitmek kararını verdiler.


Moğol kumandanları, rus knezlerinin kararından haber alınca, elçi gönderip bu fikirden vazgeçmelerini tavsiye ettiler, ve "Moğolların ahır uşakları olan Kumanları,, tedibe geldiklerini, Ruslara karşı hiçbir fena niyet taşımadıklarını söylediler. Rus knezleri moğol elçilerini dinlemek bile istemediler ve elçileri öldürttüler. Rus kıtaları Kumanlara yardım için harekete geçtiler. Yolda, yeni bir moğol elçisine rastlandı. Fakat rus knezleri kararlarından dönmediler.


Rus ve kuman kuvvetleri toplanınca, rus kıtaları Dnepr nehrini geçtiler ve Kumanlarla birlikte Moğollar üzerine saldırdılar. Moğol öncüleri mukavemet etmeden çekilmeğe başladılar. Ruslar ve Kumanlar tam sekiz gün Moğolları takip ettiler ve Azak denizine akan Kalka nehrine geldiler.


1223 yılının 16 temmuz günü, Kalka Meydan Muharebesi diye meşhur olan çarpışma bu suretle vukubuldu. Moğollar önünde kimse dayanamadı. Ruslar ve Kumanlar müthiş bir yenilgiye uğradılar ve canlarını kurtarmak amacile batı istikametinde kaçmağa başladılar. Birçok rus ve kuman askeri Kalka nehrinde boğuldu, veya moğol kılıçları altında can verdiler. özü (Dnepr) istikametinde kaçan Rusların hemen hepsi imha edildi. Knezlerin birkaçı müstesna hepsi öldürüldüler. Ancak Galiç knezi Mstislav ve Daniil Romanoviç kaçıp kurtulabildiler. Tatarların nehri geçmelerine mani olmak için Dnepr üzerindeki kayıkların hepsi de yakıldı. Mamafih Moğollar, Özü'yü geçmek niyetinde değillerdi. Onlar Novgorod şerine kadar ilerledikten sonra, dönüp gittiler. Bu münasebetle birçok rus köyü ve şehri yıkıldı ve yağma edildi. Ahaliden birçoğu öldürüldü veya esir edildi. Az sonra Moğollar rus sınırlarından uzaklaştılar, kaybolup gittiler. Rus vekayinâmesinde bu müthiş rus yenilgisi şu çümlelerle kaydedildi: "Bu canavar Tatarlar— taurmenlerin nereden geldiklerini ve nereye gittiklerini kimse bilmiyor... Tatarlar, belki, vaktiyle Gedeon'un çöllere kovduğu, fakat dünyanın sonlarına doğru harekete geçerek, bütün kavimleri hâkimiyetleri altına alacakları söylenen murdar kavimlerden biridir. „ Rus şehirleri ve köyleri bu ani ve müthiş afetin tesirini yavaş yavaş unutmakta iken Cebe-noyun ve Subutay-batur'un iki tümeni, süratli yürüyüşleri ile İdil nehrine doğru yol almakta idiler. Maksatları Hazar denizinin kuzeyinden yürüyerek, Aral gölü yakınından Türkistana dönmüş olan Çingiz hanın ordugâhına varmaktı. İdil'i geçtikten sonra, Moğollar, İdil Bulgarlarının bir baskınına uğradılar ve epeyce zayiat verdiler. Bu yeniliğinin intikamını ileride almak kolay olacağını bildiklerinden, moğol kumandanları daha fazla eğlenmeyip, Türkistan istikametinde yol aldılar. Rus Yurdunda ise birkaç yıl sonra Kalka yenilgisinin izleri silindi. "Tatar,, korkusu tamamiyle geçti. Her şey eskisi gibi cereyan etmekte, knezlerin birbirleriyle mücadeleleri evvelden olduğu gibi devam etmekte idi.




Rusya'nın Moğol - Türkler tarafından istilâsı



1237-1238 seferi ve Kuzey Rusyası'nın   Zaptı


1235 yılı   kurultayında,  "Batı seferine,,  karar verilmişti. 1236 da moğol orduları Batu hanın   idaresinde harekete geçtiler. 1237 yılının sonbaharında  İdil  Bulgarları  memleketi  tahrip edildikten sonra, Batu'nun kuvvetleri İdil nehrini geçip Rus Yurduna karşı sefere başladılar. İlk darbe Ryazan Knezliğine yöneltildi. Moğol adeti üzere, bir memleketin istilâsından önce, oraya elçiler gönderilir ve teslim olmaları talep edilirdi. Bu defa elçi olarak — rus kaynaklarına inanmak lâzım gelirse — Ryazan knezine 'sihirbaz bir kadınla' iki adam gönderilmiş, Ruslardan, arazi mahsulâtının onda biri nisbetinde vergi talep edilmişti. Ryazan knezi ve bu çevredeki bazı rus şehirlerinin büyükleri, Batu hanın elçileriyle Voronej nehri boyunda karşılaştılar; elçilerin sözlerinden Moğolların, Ryazan Knezliğini hâkimiyetleri altına almak istedikleri anlaşıldı. Bu durum karşısında Ruslar mukavemete karar verdiler. Batu han tarafından gönderilen elçilerin Vladimir Büyük Knezine de aynı tekiifte bulunduklarını öğreniyoruz; o da, Moğolların taleplerini reddetti. Rus knezleri, anlaşılan, moğol hücumunu durduracaklarını sanmışlardı. Ryazan knezi hemen Vladimir Büyük Knezine adamlar göndererek yardım istedi. Fakat Yuri Vsevolodoviç, Ryazanlılar yenilse bile, kendi kuvvetleriyle Moğollara karşı dayanabileceğini zannetti ve Ryazan knezine yardım göndermedi ; onu kendi haline bıraktı. Bu suretle, Ryazan Knezliği, moğol ordusunun bütün şiddetli darbesine karşı durmak zorunda kaldı.


Moğol orduları, müzakerelerden netice çıkmadığını görünce, harekete geçtiler. Suru (Sura) ve Hoper nehirleri arasından ilerleyen kıtalar, Tuna ve Voronej nehirlerinin baş kısmından Ryazan Knezliği sahasına girdiler. Rus yurdunda nehirlerin ve göllerin çokluğu nazarı itibara alınarak istilânın kış mevsiminde başlanılması, Moğolların bu seferi büyük bir ustalıkla tertip ettiklerini gösterir. Hayvanlar için yem ve kuru ot evvelden hazırlanmış olmalıdır. Ryazan şehrine giden yol üzerindeki Pronsk, Belgorod ve Ozeslaviç şehirleri kolaylıkla zaptedildi. Az sonra Ryazan şehri her taraftan sarıldı. Türkistan ve Çin seferlerinde büyük kaleleri kolaylıkla almasını bilen moğol askerleri, Ryazan gibi pek de kuvvetli olmayan bir kaleyi, altı gün süren muhasaradan sonra, 21 aralık 1237 tarihinde, aldılar. Şehre umumî hücum başlamadan önce kale surları muhasara aletleri ile yıkılmış, yanan neft (petrol) dolu şişeler atılarak şehir yakılmıştı. Mukavemete devam eden Ruslar, kılıçtan geçirildiler. Ryazan knezi, karısı, annesi ve boyarlardan birçoğu bu esnada öldürüldüler. Şehir ise kâmilen yakıldı ve yağma edildi. Ancak küçük bir rus kıtası şehirden kaçıp kurtulabildi.


Batu hanın orduları, Ryazan'ı alınca, yürüyüşlerine devamla, Kolomna şehrine hücüm ettiler. Burayı da kolayca ele geçirdiler. Sonra, o sıralarda küçük bir şehir olan, Moskova'yı da yaktılar. Büyük Knezin ikinci oğlu Vladimir, burada Moğolların eline düştü. Büyük Knez Yuri Vsevolodoviç, Moğolların tasavvur ettiğinden çok daha kuvvetli olduklarını anlamıştı. Hem kendini açıktan açığa tehlikeye koymak istememiş, hem de daha uzak mıntakalardan asker toplayabileceğini ummuş ve başkenti Vladimir şehrinden çıkıp, Volga nehrinin kuzeyindeki daha emin bir sahaya çekilmişti. Viadimir'in müdafaasını ise, oğlu üzerine almıştı. Moğol - Türk kuvvetleri, Rusya kışının bütün şiddetine bakmaksızın, yürüyüşlerini hızla devam ettirdiler. Ruslara nefes almak fırsatını vermediler ve 1238 yılının şubat başlarında Vladimir şehrini kuşattılar. Burası, Büyük Knezin başkenti olmak itibariyle, rus şehirlerinin en iyi tahkim edilenlerinden idi. Moğollar, esir ettikleri Büyük Knezin oğlunu, Vladimir şehri ahalisine göstermek suretiyle, halkı teslim olmağa davet ettilerse de, Ruslar red cevabı verdiler. O sırada Suzdal şehri Moğollar tarafından zapt ve tahrip edilmişti. 6 şubat 1238 tarihinde Moğolların, Vladimir şehrine hücum için hazırlık yaptıkları görüldü. Ertesi gün de hücum başladı. Moğollar, az süren bir mukavemetten sonra, şehire girdiler. Büyük Knezin aile efradı, boyarlar ve halktan birçoğu teslim olmak istemediklerinden, sığınmış oldukları büyük kilisede yakılarak imha edildiler. Rusya'nın en büyük şehri olan Vladimir bu suretle yakıldı. Burası bir daha eski haline gelemedi.


Moğol kuvvetleri, Vladimir şehri düştükten sonra, birkaç kola ayrıldılar ve muhtelif istikamette ilerlediler. Bir kısmı da Volga'nın kuzeyindeki Kostroma ve Galiç üzerine yürüdüler. Nehir buz tutmuş olduğundan geçilmesi kolay oldu. Aynı zamanda, muhtelif istikamette yürümekle, Ruslar arasında panik yapılmış, Rus kuvvetlerine bir yere toplanmak imkânı verilmemişti. Moğol kuvvetlerinin bir kısmı ise Rostov ve Yaroslavl şehirleri üzerine yürüdüler. 1238 yılının yalnız şubat ayında 14 rus şehir ve kasabasının Moğollar tarafından zaptı, işgal hareketinin sür'at ve şumulünü açıkça göstermektedir; müstevliler bu defa Volga nehrinin kuzeyine kaçan Büyük Knez Yuri Vsevolodoviç'i yakalamak için harekete geçtiler. Bu iş de büyük bir ustalıkla başarıldı. Moğol kumandanları, hiç bilmedikleri mıntakalarda bile, gayet mükemmel tabyeci olduklarını bir daha göstermek fırsatını buldular. Volga'nın kuzeyindeki sık ormanlar arasında gizlenen rus kuvvetlerini arayıp bulmak ve ansızın bastırmak kolay bir iş değildi. Büyük Knez Yuri Vsevolodoviç, Mologa nehrine dökülen Sit ırmağı yanında bulunuyordu. Knez, yanındaki kuvvetleriyle her taraftan sarıldı ve 4 mart 1238 tarihinde vukubulan muharebede Ruslar perişan edildiler; Büyük Knez ve boyarlardan birçoğu öldürüldü. Bununla Kuzey Rusyası'nda teşkilâtlı bir rus mukavemeti sona ermiş oldu.



Büyük Knezin ordusu ve kendisi imha edildiği sıralarda, Batu hanın kuvvetlerinden bir kısmı, Volga'nın kuzeyinden ilerleyerek, Tver (bugünkü Kalinin) şehrini aldılar; sonra Torjok şehrini kuşattılar. Bura ahalisi, Novgorod'dan yardım geleceğini umduklarından, mukavemette inat gösterdiler; bu yüzden muhasara tam iki hafta sürdü. Torjok yanında geçirilen iki hafta, moğol istilâ hareketinin seyrini değiştirdi. Mart içinde zaptedilmesi lâzımgelen Novgorod şehrinin alınması için müsait mevsim geçmiş oldu. Moğol kuvvetleri, Novgorod'a 200 km. kadar yaklaştıkları halde, karların erimesiyle yolların geçilmez bir hale gelmesi yüzünden, Novgorod üzerine gitmekten vazgeçtiler. Bu suretle zengin Novgorod şehri Moğollar tarafından tahrip ve yağma edilmekten kurtuldu. Kış seferi sona erdiğinden Batu han, askerlerine güneye, Don nehri boyuna yaylak için hareket etmeleri emrini verdi. Yol üzerindeki rus şehirleri kolaylıkla zaptediliyordu. Ancak Kozelsk şehri, yedi hafta süren şiddetli bir mukavemette bulundu. Moğolların bundan dolayı Kozel'sk'e " fena şehir,, adını verdikleri bildiriliyor. İlkbahar gelince Moğollar, Kumanların göç ettikleri Don boyuna gelmiş bulunuyorlardı. 1238 yazı burada geçirilecekti. Bu suretle 1237/1238 seferi, Kuzey Rusya'nın zaptı, Knezliklerin imhası, rus kuvvetlerinin ortadan kaldırılması gibi büyük bir başarıyle sona erdirildi. 1237/38 yılında Rusya'nın kuzey bölgelerinde yapılan fütuhatı sağlamak ve Moğol İmparatorluğu ile münasebet yollarının emin bir hale konması için Kıpçak bozkırlarının hemen işgali icabediyordu. Batu hanın orduları, 1238 ilkbaharında, Don ve Doneç boylarına gelmekle, Kuman ilinin ortasına girmiş bulunuyorlardı. Moğol askerleri, bir müddet istirahat ettirildikten sonra, Batu han, Burtas ve Kuman uruğlarını inkıyad altına almak için, harekete geçti.


Moğol kollarından biri, Don boyunca kuzeye doru çıktı ve (Fin mi, yoksa Türk mü oldukları kesin olarak bilinmeyen) Burtas'lar memleketine girdi. Bu sefer esnasında Rusların Murom ve Gorochovets şehirleri de yakıldı, Burtaslar inkıyad altına alınınca, bazı moğol kıtalarının idil istikametine döndükleri, hatta bu nehrin sol ( bulgar ) sahasına geçerek Başkurtları da hâkimiyetleri altına aldıkları anlaşılıyor.


Başka bir moğol ordusu Kırım istikametinde ilerledi ve 26 aralık ( 1. kânun ) 1238 tarihinde Sudak şehrî bunlar tarafından yağma edildi. 1238 yaz ve sonbahar hareketleri neticesinde, Moğollar, İdil ile özü (Dnepr) arasındaki bozkılardaki kuman uruğlarını dağıttılar. Kuman " hanları „ nın " il „ lerini Dnepr'in batısına, veya Orta İdil sahasına kaçırdılar. Orta idil, yani bulgar yurduna gelen Kumanlar, yerli Türk (bulgar) unsurları ile karıştılar, bunun neticesi, Bulgar'ların eski etnik hususiyetlerini kaybederek, " kumanlaşmaları „ oldu. Sonraları " Kazan Türkleri,, adiyle tanıdığımız ahali, bu suretle, meydana gelmiştir. Dnepr nehrinin batı tarafına kaçan kuman uruğları ise, kitle halinde Macaristan'a girmeğe başladılar.


Pereyaslavl ve Çernigov şehirlerinin  zaptı


1239-1240 yılı  Dnepr'in   ötesindeki   memleketlerin  zaptına başlamadan  önce, geride  herhangi  bir  düşman ordusunu bırakmamak  lâzım geldiğinden,  İgoy ehemmiyetli Rus Knezliklerinden biri olan Permin    reyaslavl ve Çernigov  Knezliklerini ele geçirmek için, 1239 - 1240 da  küçük bir sefer açıldığını  görüyoruz. Buradaki  rus kıtaları  mukavemet  edemediler.  Her iki şehir, Moğolların eline düştü. İşte bundan sonradır ki Kiyef, şehrinden başlayarak, batıdaki  memleket  ve şehirlerin zaptı için, büyük bir harekete başlandı.


Kiyef'in zaptı (1240 sonu )


Moğollar,  büyük şehirlere  karşı hücuma  geçmeden  önce,  elçi  göndererek  teslim  olmaya davet  ederlerdi. Batu hanın  ordu  kumandanlarının   biri  olan   Mengü  (Möngke,  sonraki Mengü kağan), Kiyef ahalisine elçi gönderdi. Şehrin teslim edilmesini istedi. Kiyef'liler buna yanaşmadılar; hatta moğol elçilerini öldürmekten çekinmediler. Ruslar bu hareketleriyle, moğol fatihlerinin hiddetlerini büsbütün üzerlerine çekmiş oldular. Bu durum karşısında Kiyef knezi, Moğollardan korkarak, şehirden kaçtı ve Macaristan'a gitti. Kiyef'te knezin bulunmayışından istifade eden Galiç knezi Daniil burayı işgal etti; fakat, Moğolların hücumları gecikmiyeceğini bildiğinden, Kiyef'i idareye Dimitri adlı bir başbuğu tayin ettikten sonra, kendisi, yardım istemek maksadiyle, Macar Kralına gitti. Az sonra Kiyef şehri, kalabalık bir moğol ordusu tarafından sarıldı. "Rus şehirlerinin anası,, sayılan Kiyef'in kuşatılması işi tanınmış moğol kumandanları tarafından idare ediliyordu. Çingiz oğullarından Güyük ve Mengü'nün orada bulunduklarını biliyoruz. Rus vekayinâmelerinde görüldüğü üzere 'moğol kalabalığından, develerin ve atların çokluğundan, şehir içindekilerin sesleri duyulmaz oldu'. Birkaç gün sonra şehrin kalın surları, moğol muhasara aletlerinden atılan taşlarla delindi; çarpışma, şehrin caddelerine ve sokaklarına intikal etti. Ruslar, hem elçileri öldürdükleri, hem de mukavemetten vazgeçmedikleri için şiddetli bir cezaya çarpılacaklardı. Nitekim öyle oldu; şehrin kiliselerine varılıncaya kadar yıkıldığı ve pek çok kimsenin öldürüldüğü anlaşılmaktadır. Kiyef'in Moğollar tarafından alınması, 1240 senesinin sonunda oldu. Zaten bir müddettenberi ehemmiyetini kaybetmiş olan Kiyef şehri, moğol tahribatından sonra büsbütün küçüldü.


Batu hanın orduları, Kiyef'i aldıktan sonra, kaçan Kumanları ve Rusları kabul eden Macar Kralını „ cezalandırmak „ için, harekete geçtiler. 1241 de Macaristan kolaylıkla zaptedildi.



Batu hanın  İdil boyuna dönüşü ve Altın Orda'nın kuruluşu 1241



 Çingiz handan sonra kağan olan Ügedey, 1242- yılı sonunda ölmüştü. Bunun haberi, Batu han'a ancak  yılının ilkbaharında ulaşabildi. Kağan seçiminde ve umumiyetle Moğol İmparatorluğu  idaresinde  nüfuzunu  istimal  etmesi  için, Batu'nun, İmparatorluk sınırlarına yakın bir yerde bulunması  gerekli idi.  Bunun  içindir ki  Batı Avrupa'ya karşı askerî hareketlerin durdurulması ve orduların ldil(Volga)'e çekilmesi kararlaştırıldı. Rus yurdunun ve Kıpçak sahasının temelli olarak hâkimiyet altında bulundurulması kararlaştırıldığından, Batu han Aşağı İdil boyunda durdu. Altın Orda Devleti işte bu suretle kurulmuş oldu. 1236 (veya 1237) yılında başlayan büyük " Batı seferi „ bu suretle altı veya beş yıl içinde parlak bir şekilde sona ermiş oldu. Bu seferin en büyük neticesi, Rus Yurdu gibi geniş bir ülke ve hıristiyan bir devletin kesin bir yenilgiye uğratılarak baştanbaşa istilâ edilmesi ve Rus Knezliklerinin tam bir inkıyad altına alınması oldu. İkinci neticesi de, Kumanların Kıpçak bozkırlarından koğulmaları ve buranın Moğolların eline geçmesi oldu.


Moğol-Türk istilâsından sonra Rusya'nın durumu


Moğol kuvvetlerinin ilk darbesi Rusya'nın kuzey  kısımlarına  yöneltildiği  zaman,  Ryazan knezinden  başka,  Vladimir  şehrinde hâkimiyet  süren "Büyük Knez,,  (Büyük dük)  Yuri Vsevolodoviç'in ve aile  efradının öldürüldüklerini  söylemiştik.  "Büyük  Knez,,  (Suzdal  Rusyası'nın  büyük knezi) Yuri Vsevolodoviç ise, Sit ırmağı boyunda vukubulan meydan muharebesinde ölmüştü. Bunun üzerine, Suzdal ülkesinde ötedenberi devam edipgelen adet üzerine, ölen Büyük Knezin biraderi Yaroslav Vsevolodiç tahta geçti. Gerek Kuzey Rusya'da ve gerek Moğolların geçtiği diğer yerlerde Moğol kuvvetleri bırakılmamıştı. İdare sisteminde de herhangi bir değişiklik yoktu. Fırtına geçince, hayatta kalan rus knezleri veya bunların en yakın akrabaları, eski yerlerine döndüler ve mahallî idareyi ellerine aldılar. Moğollar, kiliseler ve manastırlara hürmet gösterdiklerinden, rus ruhanilerine dokunmamışlardır. Bunun içindir ki, Rus piskoposları ve rahipleri bu istilâdan mutazarrır olmadılar.


istilâ orduları gelip geçtikten sonra, rus knezleri "babadan ve dededen kalan,, yerlerine döndüler ve eskisi gibi knez sıfatiyle halkı idareye başladılar. Fakat, rus knezleri, bundan böyle, hâkimiyet sürebilmeleri için "Kağan,, dan izin ve berat almaları lâzım geliyordu. Suzdal Rusyası, "Büyük Knezi,, Yaroslav Vsevolodoviç, moğol fatihlerinin istedikleri nizama boyun eğmekten başka bir çare görmediği gibi, diğer rus knezleri de — bir kaçı müstesna— Rusya'da ancak "Kağan„ı baş tanımak suretiyle, Knezliklerinde Kalmak mümkün olduğunu anladılar.


Batu han orduları ile 1242 yaz sonu veya sonbaharda İdil'in aşağı kısmında ordugâhını kurduktan sonra, yeni zaptedilen yerlerin idaresi tanzim edildi. Bu hususta, Moğolların eline geçen diğer medenî ülkelerde (Maveraünnehir, İran, Çin) tatbik edilen nizam esas tutulmuştu. Mamafih Doğu Avrupa'nın coğrafî durumu ve etnik hususiyetleri de nazarı itibara alınmış olmalıdır. İdil Bulgarlarının sahası ormanlık bir yer olduğundan, moğol askerlerinin ve göçebe Türk illerinin oralarda kalmalarına elverişli değildi. Hele Kuzey ve Orta Rusya mıntakaları, göçebelerin barınmalarına hiç te müsait değildi. Buna mukabil Kıpçak bozkırları, moğol ve Türk fatihlerinin sürülerini beslemek için, bütün şartlara haizdi. Moğollar tarafından zaptedilen memleketlerin birçoğunda " Moğol Kağan „ ına vergi ödemek ve ahaliye yükletilen bütün mükellefiyetleri yerine getirmek şartiyle, yerli sülâle azası veya bunların yakın akrabaları iş başında bırakılırlardı, idil Bulgarları devleti yıkılıp, hanları öldürüldükten sonra, Bulgar şehirlerinin yeniden yapıldığı ve kendi hanları tarafından idare edildikleri biliniyor. Rusya da aynı muameleye tâbi tutuldu. Rus knezlerinin hâkimiyet sürebilmeleri için, "Orda,, ya, yeni Batu han ve Moğolistan'daki "Kağan,, ın ordugâhına gidip "yarlık „ almaları lâzım geldiği ilân edildi. Suzdal Büyük Knezi Yaroslav bu emire itaatla, önce Batu han'a ve oradan da Moğolistan'a gitti; Çernigov knezi Michail, o sıralarda, Galiç'te bulunuyordu ve Kağan'a tazimat arzına gitmek istemiyordu; Galiç knezi Daniil Romanoviç te Moğollara boyun eğmeğe karar vermiş gibiydi.



Aleksandr Nevski Rusların , isveçlilere (1240) ve alman şövalyelerine karşı Zaferi     


1238  baharında,  Novgorod şehri  ve mıntakasının moğol - Türk  istilâsından  masun  kaldığını  görmüştük.  Fakat  bu  saha üç taraftan tehdit  edilmişti:  kuzeyden,  İsveçliler  ve rus tahakkümünü  tanımak  istemiyen   yerli  fin (Çud') ahali ikide bir Novgorod'a tâbi sahaya hücum ediyorlardı.

Batıdan, Finler ( Çud') le birlikte hareket eden alman şövalyeleri tehlikeli bir durum yaratmışlardı. Pskov şehrinin güneyinden de, bu sıralarda bir devlet halinde birleşen, litav uruğlarının harekete geçtikleri görüldü. Novgorod ve Pskov mıntakaları, gerçi moğol istilâsından masun kalmıştı, fakat buraları da Rusya'nın bir parçası olmakla Moğol imparatorluğunun hâkimiyeti altında sayılıyordu. Bu yüzden İsveçliler ve alman şövalyeleri, Novgorod ve Pskov çevrelerine hücumdan çekiniyorlardı. Novgorod ve Pskov'un rus knezleri, bu durumdan faydalanarak, karşı taarruza geçtiler. Fin körfezine kadar ilerliyerek, fin (çud) zümrelerini hâkimiyetleri altına koymak istediler. İsveçliler, Rusların Finlândiya'ya yaptıkları hücumları önlemek maksadiyle, 1240 yazında deniz yolu ile bir ordu gönderdiler; bu kuvvet, İsveçli, Norveçli ve Finlerden teşekkül etmişti; kumandan olarak ta kralın damadı Birger Jarl (yani Kont Birger ) tayin edilmişti. İsveçliler nehrin mansabına gelerek karaya çıktılar.


Bu sıralarda Novgorod knezi, Suzdal knezi 1. Vsevolod'un (Büyük Yuva) torunu ve 1238 denberi Vladimir'de Büyük Knez olan Yaroslav'ın oğlu Aleksandr Yaroslaviç adlı genç ve enerjik bir zattı. Birger Jarl'ın yaklaştığı haberi alınınca Aleksandr, Novgorod'dan ve çevresinden asker topladı; sür'atle hareket ederek, 15 temmuz 1240 tarihinde, Rusların gelişinden haberleri olmayan İsveçliler üzerine saldırdı. Şiddetli bir çarpışma sonunda isveçliler yenildiler ve gemilere binip, çekilip gittiler. Aleksandr, bu zaferlerinden ötürü "Nevski,, (Neva muzafferi) lâkabını aldı. Rusların maruz kaldıkları müthiş moğol-Türk yenilgisinden sonra, küçük de olsa, bir isveç ordusunun Ruslar tarafından yenilmesi, Ruslar için büyük bir sevinçe yol açtı ve Aleksandr'ın şöhret kazanmasını temin etti; bu şöhret, iki yıl sonra, yeni bir zaferle tazelendi ve Aleksandr'ın adı bütün rus yurduna yayıldı.


Pskov şehrinin knezi Yaroslav, bir müddettenberi Estonya'ya sığınmış ve alman şövalyeleri ile yakın münasebet tesis etmişti. Pskov'lu boyarlardan Tverdilo adlı biri de, Pskov'un rus (daha doğrusu Novgorod) nüfuzundan çıkıp, alman şövalyeleri himayesi altına girmesini arzu ediyordu. Tverdilo, alman şövalyelerinin yardımiyle Pskov'un idaresini ele geçirdi. Almanlar, "Novgorod Cumhuriyeti,, ne tâbi bazı yerleri de zaptettiler ve Fin körfezi sahilinde -bugünkü Oranienbaum'a yakın Koporye'de bir kale yaptılar. Yerli est ve fin ahalisinin Almanlarla işbirliği yaptıkları biliniyor; çünkü Novgorod'lular, kendilerini tehdid eden bu alman ilerleyişini durdurmak için — o sıralarda Novgorod'lular tarafından koğulmuş olan — knez Aleksandr'a müracaat ettiler. Aleksandr bu müracaatı kabulle, toplayabildiği askerle hemen harekete geçti; önce, Fin körfezi sahilindeki, Koporye'yi Almanlardan geri aldı ; sonra Pskov istikametine döndü ve Tverdilo'yu Pakov'dan koğdu. Aleksandr'ın kıtaları ilerleyerek Livonya'ya girdiler ve yerli ahaliyi soymaya başladılar. Alman Şövalyeleri de Rusları durdurmak maksadiyle harekete geçtiler; bir rus öncü kıtasının imhası üzerine knez Aleksandr geri çekildi ve Peypus gölünün buzları üstünde mevki aldı. Alman ve çud' (fin) kuvvetleri buraya gelince, 5 nisan 1242 tarihinde kanlı bir savaş oldu. Şövalyelerin kalabalık olmadıkları, esas kuvvetlerinin Çud' (Fin)lerden teşekkül ettiği anlaşılıyor. Alman Şövalyeleri "oduncu kaması,, gibi rus hatlarına daldılarsa da, buz üstünde atlarla çarpışmak mümkün olmadığından, Ruslar tarafından yapılan yan hücuma dayanamadılar, yenildiler ve çekilip gittiler. Rus tarihinde "Ledovoye poboişçe,, (buz üstü savaşı) adiyle maruf olan bu çarpışma, Aleksandr Nevski'nin zaferiyle bitti. Rus kaynaklarında 400-500 alman şövalyesinin öldürüldüğü ve 50 sinin esir edildiği bildiriliyorsa da, ölenlerin miktarı mübalâğalı olsa gerektir; bu savaş esnasında Almanlardan ziyade, Çud' (fin)lerin öldürüldükleri anlaşılıyor; Ruslar, kaçan düşmanı takip ederlerken, rastladıkları Çud' (fin )leri çokça öldürmüş olmalıdırlar. Aleksandr Nevski'nin bu zaferi, Rusların Almanlara karşı kazandıkları büyük bir zafer olarak tebcil edilmişse de, knezin Livonya'ya kadar gitmeyişi zaferin büyüklüğünü azaltacak mahiyettedir.


Mahdut isveç ve alman kuvvetlerine karşı zaferleriyle şöhret bulan Aleksandr Nevski, haddi zatında yüksek bir şahsiyet değildi. Novgorod'lular, bu knezin İsveçli'lere karşı zafer kazanmış olmasına rağmen, kendisini, knezlikten koğmuşlardı. Aleksandr, Rusya'nın düştüğü yeni durumdan faydalanarak, öz kardeşine karşı entrikalardan da geri kalmadı. Rus knezlerinden ilk olarak "Orda,, ya ve "Büyük Kağan,, a "yüz sürmek,, (bit' çelom) için gidenlerden biri de o'dur.



Rus   knezlerinin Orda' ya yüz sürmeğe gidişleri. Rua Yurdunda hamiyetinin başlangıcı  



Batu han, 1242 yaz veya sonbaharında, Macaristandan Aşağı İdil boyuna dönünce, rus knezlerine adamlar gönderip, knezlik makamında kalmak isteyenlerin, Orda'ya gelip, "yarlık,, almaları lâzım geldiğini bildirdi. Rus knezleri bu emre boyun eğmek zorunda kaldılar,


   Suzdal' - Vladimir  " Büyük Knezi „ Yaroslav, Batu  han  yanına   1242  senesinde   gitmiş, oradan  da  Moğolistan'a  "Büyük  Kağan,, 'ın ordugâhına gönderilmişti. Aleksandr Nevski'nin de 1242 de Batu han'ın katına giderek "yüz sürdüğü,, biliniyor. Batu han, onun, Novgorod'daki knezliğini tasdik etmiş olmalıdır. Büyük Knez Yaroslav, Batu han tarafından çok iyi karşılandı ve " bütün rus knezlerinin başı „ yani " Büyük Knezlik „ makamı tasdik edildi. Moğol fatihleri, bu suretle, Rusya'daki idare sistemini olduğu gibi muhafaza etmek, Rurik sülâlesinden neşet eden knezlerin meşru haklarını tanımak, Rusya'da mevcut " knezlik „ idaresini devam ettirmek sistemini muhafaza etmiş oldular. Yaroslav'ı takiben, Suzdal Rusyası'nın diğer knezleri de Batu han katına gelip "yüz sürdüler,, ve knezliklerini tasdik ettirerek " yarlık „ aldılar.

Rus knezlerinin ilerigelenlerinden ikisi ise Rusya'da hasıl olan değişikliği kabul etmek istemediler ve Moğollara karşı kafa tutmak teşebbüsünde bulundular. Bunlardan biri : Çernigov knezi Michail, diğeri Galiç knezi Daniil Romanoviç idi. Michail, moğol istilâsı zamanında Macaristan'a ve oradan da Lehistan'a kaçmış; sonra memleketine dönmüştü. Michail'in oğlu Rostislav , macar kralı IV. Bela'nın yanına sığınmıştı. Macar kralı kızını Rostisiav'a verince, Michail, Moğollara karşı Macarlardan vardım alabileceğini ummuş ve IV. Bela'nın yanına gitmişti. Fakat Çernigov knezi ümitlerinde aldandı; zira yalnız macar kralı değil, öz oğlu bile kendisini kabul etmek istemedi; bu vaziyet karşısında Michail, Çernigov'a dönmekten başka bir çare bulamadı. Michail, Çernigov'ta knez sıfatiyle kalmak istediği taktirde,  Orda'ya gidip "yarlık,, almak mecburiyetinde idi; boyarlarından Feodor'un ve torunlarından birinin refakatinde Batu han'ın ordugâhına gitti. Ordaya gitmeyen, ancak Galiç knezi Daniil kalmıştı.


Rusya'nın moğol istilâsı sırasında en, kuvvetli Knezliklerden biri Galiç idi. Knez Daniil Romanoviç'in gayreti neticesinde Galiç Knezliğinin sınırları epey genişlemişti; fakat boyarlar ve ahali, knezin zulmünden bıkmışlardı. Galiç Knezliği, Rusya'dan ziyade, Lehistan ve Macaristan nüfuzu altında bulunuyordu. Moğol istilâsı zamanında Macaristan'a, sonra Lehistan'a kaçan Daniil Romanoviç, istilâ fırtınası yatıştıktan sonra, Galiç'e döndü. Bir müddet sonra, Batu han'dan "Orda„ya gelmesi için emir aldı. Galiç knezi bu buyuruğa boyun eğmek zorunda kaldı ; hele tümen başı Kurmış kuvvetlerinin Özü (Dnepr) nin sağ sahillerinde bulunması karşısında yapılacak başka bir şey de yoktu. Knez Daniil de, bütün diğer rus knezleri gibi, "Orda., yolunu tuttu.


Suzdal - Vladimir knezi Yaroslav'ın 1243 te Batu han tarafından "Knezliğinde,, tasdik edildiğini, hatta Kiyef'in idaresini de ona verdiğini görmüştük. Yaroslav'ın 1246 da yeniden "Orda,, ya bir seyahat yapması lâzım geldi. Yeni büyük kağan Güyük'iin, tahta çıkması münasebetiyle yapılan "Kurultay,, da Moğollara tâbi bütün hükümdarlarla birlikte "rus knezi,, de bulunacaktı. Yaroslav, Moğol Kağanlığının başkenti olan Karakorum'a kadar gitti ve Kurultay şenliklerinde hazır bulundu. Şu cihet enteresandır, ki "Büyük Knez,, Yaroslav'a karşı, rus büyüklerinden biri kağan nezdinde şikâyetlerde bulunmuş ve Yaroslav'ı kağana karşı ihanetle ittiham etmişti. Bunun üzerine Yaroslav sorguya çekildi; fakat suçlu olmadığı anlaşıldı.


Knez Yaroslav'ın Güyük kağan tarafından iyi karşılandığı biliniyor; hatta Tura-kina hatunun (Ügedey kağandan sonra İmparatorluğun naibesi) kneze kendi eliyle yemek verdiği nakledilmektedir. Yaroslav, "Orda„daki ikameti sona erince, Rusya'ya dönmek üzere yola çıktı; fakat, vatanına ulaşmadan, yolda öldü. Kendisinin Moğollar tarafından zehirlendiği iddiasının aslı yoktur.


Ölümünden sonra oğulları Aleksandr (Nevski) ile Andrey arasında "Büyük Knezlik,, makamı yüzünden mücadele patlak verdi. Yaroslav, Andrey'i — küçük olmasına bakmaksızın — kendisine halef tayin etmişti. Batu han da, ölen knezin vasiyetnâmesine göre hareketle, Andrey'i tasdik etti. Aleksandr (Nevski) ise bunu kabul etmek istemedi.


1246 yılında, Batu han'ın ordugâhında Çernigov knezi Michail öldürüldü. Knez Michail Saray şehrine gelince, Batu han tarafından kabul edildiği zaman, mutad moğol merasimine riayet etmek istemedi. Moğollar, eski Türk adetinde de gördüğümüz gibi, elçileri ve hana takdim edilecek hediyeleri ateş üstünden geçirirlerdi. Hana karşı fena niyetleri varsa, ateşin bunları yok edeceğine inanılırdı. Knez Michail'in ise bu merasime uymak istemediği ve bunun hıristîyanlık akideleri ile telif edilemiyeceğini söylediği ve bunun üzerine kendisinin ve boyarı Feodor'un Moğollar tarafından öldürüldüğü rivayet edilmektedir. Mamafih Çernigov knezinin öldürülmesi yalnız putperest merasime tâbi olmak istemediği ile izah edilemez, ona karşı Vladimir knezi Yaroslav'ın Batu han nezdinde entrikalar çevirdiği bilinilmektedir.


Galiç knezi Daniil, ancak bir mecburiyet altında "Orda„ya gitmişti. Batu han tarafından iyi kabul gören knez, makamında bırakıldı ve selâmetle Galiç'e döndü. Daniil, knezliğinin coğrafî durumundan faydalanarak, Batı Avrupa devletlerinin yardımiyle, moğol hâkimiyetinden kurtulmayı umuyordu. O, bu maksatla, Papa IV. Innosan'a (1243-1254) müracaat etti. Batı hıristiyan devletlerinden yardım gördüğü takdirde kendi ülkesinde ortodoks'luğu, katoliklik ile birleştirip, papanın ruhanî reisliğini tanıyacağını vâdetti. Papa, Daniil'e birçok ümit verdi ise de, kendisine "krallık tacı„ndan başka bir şey göndermedi. Galiç knezi 1246 yılında bu tacı merasimle giydi ve "kral,, oldu. Moğollara karşı mücadele maksadiyle, bu sıralarda ehemmiyet kazanan litav beylerinden Mindovg ile anlaştı. Moğollar, knezin bu işlerinden haber alınca, Galiç üzerine bir ordu gönderdiler ve, Daniil'den, inşa ettiği kalelerin yıkılmasını istediler. Galiç knezi, mukavemet edemeyeceğini anlayınca, Moğolların bütün isteklerini yerine getirdi.


1237-1240 moğol istilâsı neticesinde, Rusya'yı teşkil eden bütün Knezlikler, "Novgorod Cumhuriyeti,, dahil, Batu han tarafından idare edilen "Cuci Ulusu„nun bir parçasını teşkil ediyordu. İstilâyı müteakip moğol idaresinin, daha doğrusu, rus tabiiyetinin nasıl tanzim edildiği hakkında sarih bir bilgimiz yoktur. Bu tabiiyetin icabı olarak knezlerin Orda'ya gidip birer "yarlık,, almaları,, icabediyordu. Ayrıca rus ahalisinden, şehirlerinden muntazaman vergi, icabında, Ruslardan askerî kıtalar alınmakta idi. Moğolların bu hususta diğer yerlerde tatbik ettikleri usûle göre hareket ettikleri anlaşılıyor. 1243 yılında, Kiyef mıntakasında Moğollar tarafından bir nüfus sayımı yapıldığı düşünülürse, vergi toplama işine istilâdan sonra hemen başlandığı anlaşılır. Rusya'da ilk umumî sayım, 1257 de yapılmıştı ; bütün Rusya'ya şamil vergi sisteminin de o zaman tatbik edildiği bilinmekle beraber, ayrı çevrelerden vergi almak için, Moğolların, istilâdan sonra tam 17 yıl beklemelerine ihtimal verilemez. 1243 te Kiyef'ten vergi alındığı bilindiği gibi, başka şehirlerden de vergi toplandığını kabul etmeliyiz.


Moğolların, Rusya'nın iç işlerine karışmak istemediklerini ve eski nizamı olduğu gibi muhafaza ettiklerini söylemiştik. Rusya, Türkistan ve iran'ın hilâfına olarak, baştanbaşa işgal altında bulundurulmayacaktı. Moğol-Türkler isteselerdi bile bunu yapacak bir durumda değildiler; çünkü göçebe idiler ve adetleri nisbeten azdı. Rusya'nın ormanlık ve bataklık arazisi göçebelerin yaşamasına elverişli değildi. Yaşayış tarzlarını değiştirip, rus şehirlerinde ve köylerinde yerleşmek, ziraat hayatına geçmekle, Rusya, baştanbaşa işgal edilebilirdi. Halbuki Moğol'lar, "göçebelik hayatının temin ettiği,, askerî teşkilâta dayanarak, rus yerleşik ahaliden vergi teminiyle hâkimiyetlerini devam ettirmek politikasını tercih ettiler. "Cuci Ulusu,, nun sınırları îrtış nehrine, Balkaş gölüne, Aral gölünün güneyine ve Kafkas dağlarına dayandığından, Rusya, zaptedilen, inkıyad altına alınan birçok beyliklerden ancak biri idi. Zaten istilâ hareketi fazla çetin olmamış, Rusların sakınılacak bir düşman olmadıkları anlaşılmıştı. Karadeniz'in kuzeyinde, sürüleri beslemek için, fevkalâde elverişli Kıpçak bozkırları durup dururken, göçebe fatihlerin ormanlık ve bataklık Rusya'ya gidip oturmalarına hiçbir sebep yoktu. İşte bütün bunlardan ötürü, Rusya, moğol istilâsından sonra, kendi halinde bırakıldı. Ancak muayyen bir vergi ödenmesi ve bazı mükellefiyetlerin yerine getirilmesi şart kondu.


Tatar istilâsı zamanında Rusya'nın fazla tahrip edildiğine ait rus kaynaklarında nakledilen malûmatın çok mübalâğalı olduğu muhakkaktır. Lüzumsuz yere mukavemet eden şehirler, veya MoğoIIarı arkadan vurmak teşebbüsünde bulunan rus zümreleri, amansız bir şekilde imha edilmişlerdi. Fakat orduların geçtiği yol üzerinde bulunmayan şehir ve köylerin, tahribattan büsbütün masun kaldıkları nazarı itibara alınırsa, moğol istilâsı, Rusya'da iddia edildiği kadar kanlı ve yıkıcı olmamıştır. Zaten istilâdan önce rus knezlerinin birbirleriyle arkası kesilmiyen boğuşmaları, boyuna kan dökülmesine sebep oluyor. Hiçbir knezlikte emniyet kalmamış, ticaret durmuş ve ziraat sekteye uğramıştı. Halbuki şimdi, Moğolların şiddetli disiplinleri sayesinde, rus ilinde tam bir sükûnet ve asayiş kurulmuş oldu.


Rusya'nın, moğol hâkimiyeti altına girmesiyle, rus ve bazı avrupalı tarihçilerin iddia ettiklerinin hilâfına olarak, dış alemle münasebeti asla kesilmiş olmadı. Zaten istilâdan önce rus knezîiklerinden, Novgorod ve Pskov şehirlerinden başkasının, alman ve isveç tüccarları ile münasebetleri yoktu. İstilâdan sonra da Novgorod'da Almanlarla ticaret kesilmedi; bilâkis, Altın Orda'nın paytahtı olan Saray şehri, Orta Asya, Kafkas ve İran ile yapılan ticaretin merkezi oluvermekle, rus tüccarları yepyeni imkânlar buldular. Bizans ile münasebet te asla inkıtaa uğramadı, hatta Altın Orda hanları tarafından teşvik edildi. Rusya'nın, Batı Avrupa'ya nisbetle, geride kalmasının, moğol istilâsı yüzünden, dış âlemle, yani Avrupa ile, temasının kesilmesi sebep teşkil ettiği yollu iddialar, hakikate uygun değildir. Rusların geride kalmalarının sebeplerini Rusya'nın tarihi ve kültür şartları ile rus devlet teşkilâtının bünyesi ve rus ahalisinin hususiyetinde aramak lâzımdır.



Rusya'da moğol hâkimiyetinin tanzimi ve maiyeti, 1257  


      

Rus Knezlikleri sahası inkıyat  altına  alınmış,  fakat  moğol devletine  ilhak  edilmiş  değildi, Moğollar,  fethettikleri Çin'de, İran'da  ve Kafkaslarda  olduğu  gibi,  Rusya'dan   muayyen nüfus sayımı  ve muntazam   bir vergi çekmek suretiyle,  burayı bir gelir kaynağı yaptılar. Bunun için başka memleketlerde tatbik ettikleri usulü kullandılar. Zaten Ügedey (Oktay) kağan zamanında,  1236 da,  bütün  Moğol İmparatorluğundaki  vergi alma usulünü tanzim eden esaslar  mevcuttu.  Buna göre, hayvanlardan  %  10 alınacaktı. Bunun dışında muhtelif vergiler ve mükellefiyetler de konmuştu.  Moğollar,  Rusya'yı istilâ ettikten sonra, bu esaslara göre  hareket ettiler.


Güyük kağanın hâkimiyetinin son yılında ve Mengü kağan zamanında (1251-1259) vergi işleri bütün Moğol İmparatorluğunda muayyen bir sisteme bağlandı. Bu maksatla muhtelif ülkelerde ahalinin sayımı yapıldı. 1250 - 1251 de Çin'de ve Batı Türkistan'da, ve 1253 de İran'da, yeni esaslara göre, vergi alınmağa başlandı. "Cuci Ulus,, unda da sayım yapılması emredildi ve buna Bitikci Berke memur edildi. Sayım yapılırken bazı "daruga„ (yani umumî vali) ların da Rusya'ya gönderildikleri anlaşılıyor. Bunlardan biri, Mengü kağanın damadının oğlu idi. Moğol İmparatorluğunda, zaptedilen memleketlerden gelen vergileri "mültezim,, ler vasıtasiyle toplamak usulü tatbik edilirdi. Daha Cengiz han zamanında büyük mevkiler işgal eden ve ehemmiyetli hizmetler gören Türkistanlı müslüman tüccarlarının bu işi üzerlerine aldıkları bilinmektedir.


Rusya'da, daha doğrusu Suzdal - Vladimir kısmında, 1257 tarihinde ilk nüfus sayımı yapıldı. Ahalinin hangi esaslara göre vergiye tâbi tutuldukları hakkında açık malûmat verilmiyor. Vekayinâmede yazıcıların sokak - sokak dolaşarak " ev „ leri kaydettikleri yazılıyor. Buna istinaden, Rusya'da verginin "nüfus” ( erkek ) başından değil, Çin'de olduğu gibi " baca „ ( ev ) hesabiyle alındığı ileri sürülüyorsa da, bu cihet kâfi derecede aydınlanmış değildir. İlk olarak Suzdal, Ryazan ve Murom mıntakalarındaki ahali tesbit edildi. Aynı zamanda, vergilerin muntazaman alınmasını temin için, askerî nizam örnek tutularak, yeni bir teşkilât kuruldu ve bu işte hizmet görenlerin "on„, "yüz„, ve "bin,, başıları tayin edildi. Bu teşkilâtın başına da "baskak,, lar getirildi. Mühim idare merkezlerine, yani rus knezlerinin baş-şehirlerine, " daruga „ lar tayin edildiği gibi, bunların yanında birer "baskak,, ın bulunduğu, hattâ daha küçük şehirlere "baskak,, ların yollandığı anlaşılıyor. " Baskak „ ların emrinde Moğollardan ve, galiba, yerli ahaliden (Ruslardan ve Finlerden) teşkil edilen kıtalar vardı. Bunlar, hem vergilerin toplanmasına, hem de asayişin muhafazasına bakacaklardı. " Baskak „ ların kıtaları fazla kalabalık değildi. Bunların rus şehirlerinde kalmaları, o havalinin " moğol işgali „ altında bulunduğu manâsına alınmamalıdır. Rus knezleri iç idare hususunda tamamiyle serbest bırakılmışlardı. "Daruga,, lar ve "baskak,, lar idare işine karışmıyorlardı. Rus ahalisi, doğrudan doğruya moğol memurları ile temas etmiyorlardı. Baskak'lardan, Vladimir şehrindeki "Büyük Baskak,, unvanını taşırdı. Bunlardan birinin adı Armağan idi. Kursk Knezliğinde " baskak „ olan "Ahmed'in adı rus kaynaklarında çok geçer; mamafih bu zatın " Baskak „ değil, "mültezim,, olması da muhtemeldir. Rostov Knezliğinde de baskak olarak Kutlubuğa adlı biri bulunuyordu. Baskaklık teşkilâtının, lüzumuna göre, genişletildiği görülüyor. "Baskak,, adlı yer isimleri, İç Rusya'da bu teşkilâtın hangi mıntakalarda en çok olduğunu göstermektedir. Doğrudan doğruya Altın Orda'ya bağlı olmayan sahada bu gibi yer adlarına rastlanmadığından, Baskaklığın ancak rus knezliklerinde bulunduğu anlaşılmaktadır.


1257 yılı Rusya'daki nüfus sayımında, ruhaniler, rahibler ve umumiyetle "din adamları,, her türlü vergi ve mükellefiyetten azat edilmişlerdi. Rus kilisesi, moğol kağanının himayesi altına konmuş ve böylelikle imtiyazlı bir mevkie çıkarılmıştı. Bunun içindir ki Rus kilisesi "Moğol hâkimiyeti,, nden asla mutazarrır olmadı. Bilâkis hem servet, hem de manevi nüfuzunu büsbütün artırdı. Rus ruhani reislerine (metropolitlere) Altın Orda hanları tarafından verilen "yarlıklar, Rus Kilisesine verilen imtiyazların çok büyük olduğunu açıkça gösterir. Rus papaslarından, bunun karşılığı olarak, "hanın (ve Hanlığın) selâmeti için Tanrı'ya dua etmekten,, başka bir şey talep edilmiyordu. Rus kilisesi mensupları, bu yüzden, moğol hanlarının sadık teb' ası idiler ve Altın Orda'nın hâkimiyetine karşı uzun zaman hiçbir ses çıkarmadılar. İstilâdan bir müddet sonra, Pereyaslavl piskoposluğunun Saray şehrine nakledilmesiyle, Saray'daki rus piskoposları Altın Orda hanlarının en sadık hizmetkârları oldular. Hanlar tarafından Rusya'da tatbik edilen bu din toleransı, "moğol tahakkümünün iddia edildiği gibi tahammül edilmiyecek bir zulüm rejimi değil, devri zamanı için, birçok rejimlerden çok daha yumuşak olduğunu göstermektedir.


Ruslara yüklenen vergiler ve mükellefiyetler 


    

Rusların  Moğollara  ödemeğe  mecbur  tutul-dukları  vergi  ve  mükellefiyetlerin  cinsi  ve miktarı  hakkında  kaynaklarda  tam bir sarahat yoktur. Bunların her zaman aynı  olmadığı ve değişegeldiği  anlaşılıyor.  Rusya'dan  alınan vergiler şunlardı: 1. Vıchod (haraç) -tış; 2. Arazi  mahsulü (ve hayvan vergisi) %10; 3. Damga (gümrük, ticaret eşyası); 4. Kılan (poşlina); Sapanlık (poplujnoye); 6. Yam (posta); 7. Ulak (podvodı); 8. Süsün (korm); 9. Baç (mit); 10. Köprü parası, Kura efradı (parası); 12. Ordu parası; 13. Han avına yardım; 14. Hediyeler, takdime (koltka); 15. Elçilerin ağırlanması v.b.; bütün bu vergilerin aynı zamanda bir tek şahıstan veya cemaattan istenmediği, vergi ve mükellefiyetlerin muayyen bir hesaba göre dağıtıldığı muhakkaktır. Han adına vergi toplayan memurların (baskaklar ve yardımcıları) hediye kabul etmeğe pek düşkün oldukları muasır kaynaklardan görülüyor.


"Moğol tahakkümü,,, her yabancı tahakküm gibi, rus ahalisi için de (ruhaniler müstesna) ağır bir durum yarattı. Bu defa yerli knezlerden başka moğol hanına da vergi ödemek ve birçok mükellefiyete tâbi olmak mecburiyeti çıktı. Irk, din ve kültür bakımından Ruslardan tamamiyle ayrı olan ve üstelik şiddetli tedbirler almaktan geri durmayan Moğol'lar, rus ahalisi arasında korku ve kin uyandırdılar. Bu kin hisleri, baskı altında tutulan her yerde olduğu gibi, fırsat düştükçe, kendini göstermeğe başladı; yer yer isyanlar çıktı. Mamafih bunlar ancak mahallî mahiyeti aşamıyorlar ve Moğol'lar tarafından kolayca bastırılıyorlardı. Rusların, Moğol'lara karşı teşkilâtlı mukavemet yapmalarına imkân yoktu; bilâkis, rus tarihinin kahramanı sayılan Aleksandr Nevski başta olmak üzere, birçok rus knezi Rusya'daki moğol hâkimiyetini, kendi mevkilerini ve servetlerini artırmak için, bir fırsat bildiler. Bu maksatlarına ulaşmak için "Orda,, da birbirlerine karşı entrikalar çevirdiler, jurnalcilik yaptılar ve birbirlerinin ölümüne sebep oldular.



RUSYA TARİHİ BAŞLANGIÇTAN 1917'YE KADAR

Prof. Dr. AKDES NİMET KURAT

Kelebekler Bahçesi / Konya

 


9 Temmuz 2023 Pazar

SİYONİST HAREKETİN BAŞLANGICI

 


I. Ani Başarı


Kongre; ulusal Yahudiliğin, Siyonizme Bağış Hareketi'nin tüm taraftarları arasında ve genelde, Batı'nın kültürlü Yahudileriyle (en sonunda) biraraya gelen ve gelecekleriyle ilgilenmeye başlayan Doğu Avrupalı Yahudi kitlelerinde, büyük bir umuda yolaçmıştı.


Basel Kongresi; Doğu Avrupa Yahudi basınında geniş ölçüde tartışılacak, propoganda ve örgütlenme sayesinde tüm Yahudiler Siyonizm adını işitecek ve Siyonist çevrelerle ilişkiye geçebileceklerdi. Siyonizm bundan böyle, Yahudi halkını daha fazla olmasa da en az kendi ölçeğinde harekete geçirebilen çeşitli akımlarla (örneğin asimilasyonculuk, Yahudi kimliğinin göç etmeksizin korunmasını destekleyen eğilimler ya da Sosyalizm yanlılığı vb.) birlikte Yahudi halkının geleceğine dair tasarılar arasında sayılmaya başlanıyordu.


Batı'da, özellikle de Fransa'da Siyonizm az yankı bulmuş, Basel kararları kısıtlı çevrelerce tanınmış, çoğunlukta olan asimilasyoncu çevreler kasıtlı bir sessizlik içine girmişlerdi.


Yahudi olmayan çevreler Basel Kongresinin çalışmalarını belli bir dikkatle izliyorlardı. Büyük gazeteler olayı anlatıp çalışmaları özetlemişler,. hatta programdan bile bahsetmişler ama yine de bunun, Yahudiliğin, küçük bir akımın marjinal bir anını temsil ettiğini düşünmüşlerdi.


İşin tuhaf tarafı, Basel Kongresi en fazla etkiyi antisemit mitolojide yapacaktı. Yahudiliğin tüm temsilcilerinin biraraya gelmesi, Yahudilerin dünyayı istikrarsızlığa sürüklemek için her yola başvurarak komplolar düzenledikleri fikrini doğuracaktı. İşte bu dönemde Çarlık polisi Yahudi tehlikesini kanıtlamak ve önlemek üzere düzmece belgeler olan, Protocoles des sages de Sion- Siyon Bilgelerinin Protokolleri'ni gündeme sokacaktı. Tüm kötülüklerde Yahudi parmağı bulunduğunu ispata çalışan ve tarihin komplolarla dolu bir yorumunu sunan protokoller, Çar rejiminden Nazizme dek pek çok iktidara hizmet edeceklerdir. Çok sayıda Arap ülkesinin propogandası da, tüm kötülüklerin kaynağı ve uluslararası bir komplo sayılan Siyonizmi çökertmek üzere belgeleri yayacaktır.


Kongre en büyük etkiyi hiç kuşkusuz Rusya'da yapmıştı: bir militanın belirttiği üzere Doğu Avrupa Yahudilerinin kaybedecek hiçbir şeyleri yoktu.


Kongrenin Fransa'da bulduğu yankı ise tamamen farklıydı: Michael R. Marrus'un Les Juifs de France a l'epoque de l'Affaire Dreyfus·- Dreyfus Olayı Döneminde Fransız Yahudileri adlı eserinde (314. sayfa) belirttiği üzere; büyük çoğunluk yurtlarına ya da asimilasyon ideolojilerine bağlılıklarından ötürü Kongre'ye düşmanca yaklaşmışlardı. Joseph Reinach ise Siyonizmin "saf ve uzun uzadıya düşünmemiş kişileri tuzağa düşürmek için antisemitizm tarafından · planlandığını" bile iddia edebilecekti.


Daha uzlaşmacı bir tavırla yaklaşan kimi yorumcular ise; Siyonizmin Fransa için zararlı olduğunu, ama belki de Doğu Avrupanın ezilen Yahudilerinin sorunlarına çare bulabileceğini savunmaktaydılar. Örneğin Louis Levy Univers Israelite­ yahudi Evreni adlı eserinde; varlıkları ellerinden alınmış Yahudilere yardım edecek insancıl bir Siyonizmi desteklerken, "milliyetçi Siyonizmi" sert şekilde suçluyordu.


Öte yandan; Almanya'daki hahamlar başından beri Siyonizme karşı şiddetli bir kampanya yürütmekteyken, Fransa'daki hahamlık daha temkinli bir hava takınmaktaydı. Topluluğun çoğunluğunun Siyonizme karşı olduğundan haberdarsa da, ezilen Yahudilerde dayanışma duygusunu uyandırmak istiyor; laikleşme sürecinden duyduğu kaygıdan ötürü, kendisinin ancak destekleyebildiği, Yahudi değerlerine dönüşü Siyonizmde görüyordu.


Yine de Basel Kongresi, Fransa'daki küçük Siyonist grubuna canlılık kazandırmıştı. Çeşitli insancıl kuruluşlar örgütlü politik hareketlere dönüşüyordu; çok sayıda Siyonist konferans, özellikle Doğu Avrupa kökenli yüzlerce dinleyiciyi biraraya getirmekteydi. Siyonist basın da yavaş yavaş oluşuyordu. Bernard Lazare bir grup entellektüeli biraraya toplayarak Zion'un Fransızca ekini yayınlayacak, Siyonizmin içeriğinden bahsederek antisemitizme karşı Yahudi yanıtı verilmesi gereği üzerinde duracaktı. Kadima 1893'ten itibaren, asimilasyona bulaşan "utanılacak Yahudileri" ifşa edecek, Yahudi devletinin kurularak Yahudi halkının onurunun korunmasını ve maddi durumunun düzeltilmesini isteyecekti. 1899'da Jacquel Bahar'ın kurduğu Le Flambeau- Meşale, Fransa'daki Yahudi topluluğunun yöneticilerinin korkak tutumunu eleştiriyor, Dreyfus davasıyla Yahudi halkı üzerinde başlatılan baskıları reddediyor; "Fransa'daki Yahudilerin durumu kabul edilemez hale gelmiştir" tespitinde bulunuyordu.

Bu koşullar altında Basel Kongresinin Fransa'daki etkisinin kısıtlı olduğu anlaşılmaktaydı: pek çok yorumcu, Fransız Yahudiliğinin yöneticilerinin açıklamalarına dayanarak, Yahudilerin artık bir halk oluşturmadıklarını ve Filistin'e yerleşmeyi kesinlikle düşünmediklerini ifade etmişti.


II. Siyonist Örgütün İlk Adımları


Hareketin gelişimi hızlı olmuştu: 1897'de örgütün 177 şubesi bulunurken ertesi yıl sayı 913'e çıkmıştı. İkinci kongrede delege sayısı iki katına çıkmıştı; aynı zamanda eğilimler de açıkça farklılaşmaya başlamış, Nahman Syrkiri'in yönettiği sosyalist kanat ile, -Hovevei Zion'un yaşlı üyelerinjn çabalarıyla- Herzl'in politik Siyonizmiyle Ahad Ha Arn'ın kültürel sosyalizmini sentezleyen prolik­ Siyonist bir kanat oluşmuştu. Siyonist militanların sayısını tespit etmek güç olmakla birlikte 1900'den itibaren 100.000 kadar Rus Yahudisinin şekellerini ödedikleri biliniyordu. Her kongrede, Şili'den Hindistan'a, Yeni Zelanda'ya dek dünyanın hemen her köşesinde gün geçtikçe yeni federasyonlar kurulduğuna tanık olunuyordu.


Ama Yahudi Sandığı'nın yürüttüğü ve 2 milyon İngiliz sterlini sermaye toplamayı hedefleyen etkinlik, Rothschild'in para vermeyi reddetmesi ve Rusya'daki milyoner Yahudilerin sözlerini tutmaması nedeniyle aksıyordu. 1900'de girişime başlamak için gerekli olan 250.000 sterlinin yalnızca dörtte biri toplanabilmişti. Herzl yavaş yavaş tüm servetini harekete aktarıyor, böylece geçinmek için gazeteciliğe bağlı kalıyordu.


1--Herzl'in Yürüttüğü Diplomasi – 


Herzl geniş kapsamlı bir diplomatik faaliyete girişmişti. Elbette ki Osmanlı İmparatorluğuyla ilgileniyordu. Nevlinski'nin ölümü kendisi için ağır bir darbe olduysa da, çok geçmeden Abdülhamit'le görüşmesini sağlayacak Macar Yahudisi Arminus Vambery'nin yardımını edinecekti. Herzl, sultana Osmanlının sanayileşmesi ve büyük güçlerin hakimiyetinden kurtulması için tüm Yahudilere maddi destek vermesini teklif edecekti. Ama Sultan'ın danışmanları kabul edilmesi mümkün olmayan şartlar koşuyorlardı. Osmanlıların borcunun silinmesi için 30 milyon sterlin gerekiyordu. Bu koşulda bile Filistin'e yerleşebilmek için Yahudilerin Türk nüfusuna geçmeleri gerekecek; yine de aynı yerde oturamayıp dağınık koloniler kurabileceklerdi.



Herzl ayrıca, Bade grandükü ve Philip Eulenburg aracılığıyla Il. Wilhelm'in desteğini almaya çalışacaktı. Onunla görüşmek üzere ilk kez İsraile gidecek, ülkenin ve Yahudi toplulukların sefaletinden çok etkilenecekti. II. Wilhelm Herzl'i 2 Kasım 1898'de Kudüs'te kabul edecek, ama görüşme hiçbir olumlu yanıt alınmadan sona erecekti. Almanların yayınladığı bildiride; İmparator'un Filistin'de tarımın gelişmesinden mutluluk duyacağı, ama bunun Sultan'ın egemenlik sınırları dahilinde olması gerektiği ifade edilmekteydi. Yani pratik çalışmanın -. kolonizasyonun- ancak büyük devletlere yaltaklanarak yapılabileceği anlaşılıyordu.


İngiltere'yle görüşmeler ise daha ileri gidecek ve somut teklifler yapılacaktı. Herzl, Nathanel Meyer Lord Rothschild'ın muhalefetine karşın 1902'de, Doğu Avrupa'lı Yahudilerin göçü ile ilgilenen Kraliyet Araştırma Komisyonunun önünde fikirlerini savunma imkanı bulacak, İngilizlerin bu bekleyiş içinde acil bir çözüm olarak Sina ya da Kıbrıs gibi Filistin'e yakın bir toprağı Siyonistlere tahsis etmesini isteyecekti. Ekim 1902'deyse, Yahudilerin El­ Ariş'e yerleşmeleri fikrine sempatiyle yaklaşan Sömürgeler Bakanı Joseph Chamberlain'le görüşecekti Bu arada, Jewish Chronicle'ın gelecekteki yazı işleri müdüru olan İngiliz Siyonist Leopold Greenburg'ü de Mısır Genel Valisi Cromer'le görüşmesi için devreye sokacaktı. Vali özellikle, gelecekteki koloninin su gereksinimini karşılama yollarını araştıracak bir uzmanlar komisyonunun kurulmasını kabul edecek ama tasarı, Nil'den çok fazla su alınacağı nedeniyle Mısır'lı yetkililer tarafından reddedilecekti. Herzl bundan sonra, pogromlardan sorumlu olan Rusya İçişleri Bakanı Plehve'yle görüşecekti. Rus Siyonistlerinin büyük tepkisini çeken görüşmede Herzl; Rus Yahudilerinin göçünü hızlandırmayı · planlıyor, Plehve'nin kimi tavizler vererek Siyonist propogandaya, Yahudi Sandığı'nın hisse satışlarına, Yahudi Ulusal vakfına para toplanmasına konan yasakları kaldıracağını umuyor, Yahudilerin kurtulmayı isteyen Rusya'nın desteğini alabileceğini düşünüyordu. Rus hükümetiyse, Yahudi milliyetçiliğini güçlendirecek girişimleri ve rejime yönelik muhalefeti yasaklamakla birlikte, Yahudi nüfusunun azalmasını sağlaması halinde Siyonizme destek vermeyi kabul edecekti.


IV. Kongre sırasında Herzl, Siyonizmin büyük bir güç tarafından ilk kez resmi olarak tanındığını ilan edecekti. Sözkonusu olan, İngiliz Sömürgeler Bakanlığı Protektora Servisi Başkanı Sir Clement Hill'in Greenberg'e gönderdiği bir mektuptu: Majestelerinin hükümeti, "Yahudi ırkının durumunun iyileştirilmesine yönelik iyi hesaplanmış tüm tasarılarla" ilgilendiğini belirtmekteydi. İngiliz hükümeti, olasılıkları araştıracak Siyonist bir komisyona tüm kolaylıkları sağlamaya hazırdı. Ayrıca, "sonucun olumlu çıkması halinde, yerel yönetimini Yahudi bir yetkilinin yürüteceği bir koloni kurulabilir ve koloniciler ulusal geleneklere saygı gösterirler" denmekteydi.


Başlangıçta, Yahudi halkının tanınması güçlü bir coşku ile karşılanacak, ama İngilizlerin yerleşim yeri olarak Uganda'yı önermesi hareketi derinden bölecekti. Herzl 1903 de Roma'da III. Victor Emmanuel'le görüşecek, kral, zaten epey Yahudi nüfusun bulunduğu Filistin'i Yahudilerin ele geçireceklerine ve yasağa rağmen topraklara yerleşebileceklerine olan inancını belirtecekti. Papa ise girişimleri açıkça suçlamamakla birlikte, Siyonistlerin, kilisenin çıkarlarına engel olabileceği ve 'aşağı konum'u ile, Hıristiyanlığın gerçeklerinin canlı kanıtı olan Yahudi halkı üzerinde yürüttüğü politikaları zedeleyebileceğinden duyduğu kaygıyı dile getiriyordu: "Bu hareketi takdir etmemiz mümkün değildir. Yahudilerin Kudüs'e gitmelerini engelleyemesek de bunu asla onaylayamayız..."



Diplomatik çabaların hayal kırıklığına uğrattığı sonuçlar verdiği ortaya çıkıyordu.


2-''Altneuland" (Eski-Yeni Ülke) – 


Herzl bu düşkırıklıklarını gidermek ve sabırsız militanların duygularını coşturmak üzere, Siyonist iradeciliği temsil eden kehanet romanını, Altneuland'ı yazar. Verilen mesaj, "Eğer isterseniz bu, uydurulmuş güzel bir öykü olarak kalmaz"dır. Aslında ütopyanın tam tersidir gösterilen, Siyonist tasarının gerçekleştirilebilir olduğu ifade edilmektedir. Roman, 20. yüzyılda Avrupa Yahudilerinin durumuyla, yirmi yıl sonra (1923'te) Filistin'de Siyonistler tarafından kurulacak olan Yeni Toplum'daki özgür yaşam arasındaki karşıtlığa dayanmaktadır.

3-Herzl romana "Judennot"u çağrıştırarak başlıyordu: 


Hukuk doktoru Friedrich Löwenberg, antisemizmin kanyerlerini tıkadığı ve "ıslah edilmiş prokerler"den öte bir şey olmayan genç Yahudi entellektüelleri temsil etmekteydi. Löwenbergin arkadaşları, intihardan ya da Yahudi proleter kolonileri kurmak üzere Brezilya'ya kaçmaktan başka çıkar yol bulamamışlardı. Yahudi burjuvazisi üstünkörü ve tasasız bir yaşam sürmekteydi. Antisemitizm onlara zarar vermiyorsa da genel durum gitgide kötüleşmekteydi. Haham Weiss çözümün Filistin'e dönüş olabileceğini söylediği zaman yalnızca alayla karşılanmıştı. Löwenberg ise bu kirli dünyadan tamamen bireysel bir kaçışla kurtulacaktı, ama bağlaını kesmeden önce, babaları Krakow'da işportacılık yapan ve Viyana'ya yerleşerek işsiz kalan Littwak ailesinin sefaletine tanık oluyordu. Aile, her şeye karşın özsaygısını ve inancını korumuştu: "Yehava sahip olduğu her şeyi geri alabilir, Tanrımız yaşıyor" demekteydiler. Ama Löwenberg kendisini Filistin' e bağ'lı hissetmemektedir: "Filistin'le hiçbir ilgim yok. Hiçbir zaman da olmadı. Atalarım orayı bin sekiz yüz yıl önce terketmişler, onunla ne yapabilirim ki? Yalnızca antisemitlerin Filistin'in bizim yurdumuz olduğunu söyleyebileceklerine inanıyorum." Tüm ulusal bilincini yitirmiştir ve bir. Siyon Dost'u ona şöyle diyecektir: "Kendi halkınıza yabancısınız. Eğer Rusya'ya gelirseniz, ulusumuzun halen yaşadığını görebilirsiniz. Bize canlı bir gelenek kaldı: geçmişimizde sevgi ve geleceğimize inanç. Aramızdaki en iyi ve bilgili kişiler bir ulus olarak kabul ettikleri Yahudiliğe sadık kaldılar. Biz başka hiçbir ulusa ait olmak istemiyoruz."


Ama antisemizm de Yahudileri göç etmeye zorlamaktadır: "Baskılar ekonomik ve toplumsal idi. İş yaşamımızda bizi boykot ediyor, Yahudi işçilere çok düşük ücretler uyguluyor, üyelerimizi serbest mesleklerden dışlıyorlardı. Yüzyılın dönüm noktasında, en yüksek kademedeki bir Yahudinin bile karşılaştı diğer güçlüklerden bahsetmiyorum bile."


Tüm bunlardan sonra Herzl, Siyonizmi salt Yahudi halkı değil tüm Avrupa için tek çözüm olarak sunmaktadır. Kitapta 'kurtuluş' kendini, Yahudilerin ahlaki ve fiziksel dönüşümü olarak göstermekte, özellikle de İsrail ülkesi bu sayede gelişmektedir: barbar ve azgelişmiş Filistin şimdi, uygarlık ve tekniğin eşiğindedir. Oysa kurgu, gerçeklerden epey esinlenmişti. Herzl'in Yeni Toplum'undaki teknik başarıların tohumları, 1900'lerin başındaki bilimsel araştırmalarla atılmıştı. Herzl'in kitapta kapitalizm (özel mülkiyet ve bireysel girişimcilik) ile sosyalizm (üretim kooperatifleri ve yardımlaşmacılık) arasında şekillendirdi toplum düzeni, yerel sosyalizm deneylerinden esinlenmişti. Herzl daha o tarihte tüketim toplumunu ve Koruyucu-Devlet'i (L'Etat-Providence) ilan ediyordu.


Herzl kitabın sondeyiş bölümündeyse sert bir şekilde gerçeklere döner: bu düşü gerçeğe çevirebilecek yegane güç iradedir. Tutsaklıktan kurtulmak istemeleri ve örnek bir toplum kurmak üzere yurtlarına geri dönmeye karar vermeleri halinde kendilerine sunulacak bu ülkede düş ve eylem (aynı eski ve yeni gibi) birbirine karışmıştır.



m. Hareketin Zayıflıkları


I. Siyonizme Muhalefetler ve iç Gerginlikler – 


A) Yahudi Dünyası İçinden Muhalefetler – 


20. yüzyılın başında Siyonizm, Yahudilik içindeki hareketlerinden yalnızca biri, hatta küçük çaplılarındandı. En temel gücü -gerginliklerle de olsa-, her köken ve eğilimden Yahudiyi, Doğulu ve Batılıları, dinci ve sosyalistleri birarada tutan uluslararası örgütlenmesi ve Yahudi halkı için tutarlı bir program sunuyor olmasıydı.


Ama yine de, kendisini propaganda ve kitleleri kazanma çalışmasına girmeye zorlayacak güçlü muhaliflere çarpacaktı.

Doğu Avrupa'nın proleterleşmiş Yahudi kitleleri, devrimci politik eylemleri, özellikle de özsaygılarını geri veren, Yidişçeyi kültürel özerkliğin dili yapan ve kendilerine, coğrafi kopukluğun olmadığı yarınlar vaadeden Bund'a anında yöneleceklerdi. Diğer bir akım ise, Yahudileri ABD'ye yerleşerek orada ulusal-kültürel özerklik geliştirmeye itiyordu.


Dinsel, ortodoks ya da Hassidi Yahudilerin çoğunluğu İsrail Ülkesi'ne bağlılıklarını belirtiyor, Siyonizmi, Tanrı'nın yerine insanı koymaya çalışan sapkın-laik bir hareket olarak görüyordu. Buna "antisiyonizm" denecektir.


Ama militan antisiyonizm özellikle, asimilasyon ideolojilerinin güçlü olduğu Batı Avrupa'da gelişmekteydi. Onlar artık, Yahudileri "özgürleşme"nin nimetlerinden mahrum etmeye çalışan antisemizme ve tuzak olarak gördüğü "özgürleşme"yi reddeden ulusal harekete karşı savunma halindeydiler.



Yahudi Olmayanların Siyonizme Muhalefetleri


 - a) Avrupa ülkelerinde Siyonizme karşı başlıca tepki, "özgürleşme"nin sorgulanması olmuştu.

Doğu Avrupa'da bu bilinçlenme genelde kaygıyla karşılanıyor ve devrimci bir hareket olarak değerlendiriliyordu.


Antisemitler, bir baskı grubuna dönüşebilecek bu uluslararası Yahudi örgütünün gizli gücünden rahatsız olmuşlar, çok geçmeden "çifte sadakat" sorununu ortaya atmışlardı.

Siyonizm, tutucu Protestan çevrelerde sempatiyle karşılandıysa da; ulusal Yahudi uyanışı ve özellikle kutsal yerleri (Lieux Saints) tehdit edebilecek olan Kudüs üzerinde hak iddiası, Romanya ve Rusya Ortodoks Kiliselerinde olduğu gibi, Katolik Kilisesinde de hoşnutsuzluk yaratmıştı.



b-Arap Sorunu - Ağırlıklı olarak Yahudilerin devleti olacak ilerideki ülkede, Arap nüfusunun geleceğinin, haklarının nasıl belirleneceği konusunda . pek az düşünüldüyse de, bu konunun tamamen atlandığı söylenemez. Filistin'in "halksız bir toprak" olmadığı bilinmekteydi. Filistin'de 600.000 Arap yaşıyordu. Yahudi hareketinden hemen sonra doğan Arap ulusal hareketi kendini yeni yeni ifade etmeye başlıyordu. Ama ayrı bir Filistinli Arap hareketinden söz etmek henüz mümkün değildi. Yönetsel bir birim bile olmayan Filistin genelde, Suriye'ye bağlı coğrafi bir bölge olarak kabul edilmekteydi.


Yine de, ilerideki gerginliklerin belirtileri yavaş yavaş ortaya çıkmaktaydı. Baştan itibaren koloniciler kendilerini Arap "eşkiya"lara karşı korumak durumunda kalmışlardı. Mülkiyet hakkının, başkalarının o topraktan geçiş haklarını engellemediği Filistin'de, Yahudilerin toprak satın almaları tepki topluyordu. 1891'de önde gelen 500 Kudüs'lü Arap, İstanbul'a, Yahudilerin giderek toprakları ve ticareti ele geçirdiklerinden yakınan bir dilekçe göndereceklerdi. Osmanlı imparatorluğunda, kamuoyunun baskısıyla Yahudi göçünü durduracaktı. 1893'te Leo Motzkin, Yahudilerle kışkırtılmış Araplar arasında çok sayıda çatışma çıktığını belirterek, Siyonistlerin Arapları fiili dostları saymalarına karşın Kilise'nin Yahudi karşıtı duyguları körüklediğini ifade ediyordu.


Basel Kongresi ve ikinci aliya yerleşimlerinden sonra 1899 yılında eski Kudüs valisi ve Osmanlı Meclisi üyesi Yusuf Ziya Alkhalid, Fransa baş hahamı Zadoc Kahn'a hitaben, Yahudileri Filistin'de bağımsız bir yurt yaratma fikrinden caymaya çağırır. Ona göre Siyonist tasarı Arap milliyetçiliğini körükleyerek, Osmanlı İmparatorluğundaki hassas dengeyi bozabilecektir. Nagib Azury, 1905'te Paris'te yayınladığı Le Reveil de la Nation Arabe - Arap Ulusunun Uyanışı adlı eserinde iki karşıt ulusal hareketin doğuşunu anlatmaktadır:


"Aynı doğadan olmasına karşın yine de birbirine karşıt iki önemli gelişme -henüz kimsenin dikkatini çekmemekle birlikte- Osmanlı'nın Asya topraklarında ortaya çıkıyor: biri Arapa ulusunun uyanışı, diğeriyse Yahudilerin eski İsrail monarşisini yeniden kurmak amacıyla yürüttükleri gizli çabalar. Bu iki hareket, biri diğerine galip gelene dek savaşmaya mahkumdur. İki karşıt ilkeyi temsil eden iki halk arasındaki bu savaşımın sonucu, tüm dünyanın kaderini etkileyecektir."


"Yani; insan, yetenekli bir yazar ve gerçek Yahudi yurtseveri olarak saygı duyduğum Dr. Herzl ve arkadaşlarının; Sultan'ın imzasını almaları halinde bile, Filistin'i elde edebileceklerini ummaları tam bir çılgınlıktır. Ama yine de, Osmanlı imparatorluğunda, özellikle de Filistin'deki Yahudiler için bu denli büyük bir tehlike görmesem, kendimde karışma hakkını hissetmezdim."


"Siyonist hareket, Osmanlı imparatorluğundaki Yahudilerin selameti için, coğrafi anlamda sona ermelidir."


Zadoc Kahn çok geçmeden bu uyarıları Herzl'e iletecektir. Herzl Fransızca bir yanıt kalerne alacak, Alkalid'in kaygılarını dindirmeye, Siyonizmin çok dinli, çok uluslu bir devlet çerçevesinde, Filistin'deki Arap'ları tehdit etmeden, Osmanlı imparatorluğunu güçlendireceğini göstermeye çalışacaktı. Ama Siyonizmin sonu gerçekten de çok uluslu bir devlete varabilecek miydi?


Tüm Siyonist eserlerde, Yahudilerle Arapların birlikte, uzlaşma içinde yaşayabileceklerine duyulan inanç ifade edilmekle birlikte, koruyucu bir üstünlük duygusuyla; Arapların kendilerine barış, refah ve güven getiren Yahudilerin egemenliğini problem çıkarmadan kabul edecekleri düşüncesi de işleniyordu.


Bu konuda en bilinçli kişi, Ahad ha Am idi. Filistin'e 1891'de yaptığı yolculuktan sonra, Arapların kolanizasyon faaliyetinden haberdar olmakla birlikte henüz herhangi bir tehlike hissetmediklerinden ötürü harekete geçmediklerini, ama kendi ülkelerinde azınlık olmayı kesinlikle kabullenmeyeceklerini belirtecekti. Bu nedenle, göçün sınırlanmasını ve Arap yetkililerle anlaşma yapılmasını öneriyordu.


Yine de, ortada gerçek anlamda bir Arap sorunu yoktu. Yahudi varlığı gerçek bir tehlike olarak hissedilmiyor, genelde mutabakat arayışlarına giriliyordu. Örneğin Lübnan'lı Hıristiyanlar, İstanbul'daki bir gazetenin Yahudi müdürü Sınai Hoch'berğe, Yahudilerin Filistin'de çok geçmeden çoğunluğu sağlayarak Müslümanların gücünü dengeleyici özerk bir statü elde edeceklerini umduklarını belirtmişlerdi. Ama kolonicilerle yerliler arasında, demografik büyüme, göç, toprak alımları ve yaşam biçimlerinin çatışması nedenleriyle önemli bir rekabet belirecekti. Arap ulusal uyanışının belirtisi olan İstanbul'daki Jön Türk devriminden sonra antisiyonizm, Filistin'deki Arap politikasının en önemli ögesi haline gelecekti.



Yahudi öğretmen ve çiftçi İtzhak Epstein 1905'de, Araplarla bir anlaşma imzalamayı, onların haklarını inkar ederek onurlarını incitmekten kaçınmayı, fellahları (Arap köylüsü) zarara uğratmamak için yalnızca işlenmemiş toprakları satın almayı öneriyordu. Tüm bu nedenler, Yahudilerin Araplarla imzalayacakları bir belgenin hazırlanmasını gerektiriyorsa da Herzl yalnızca Osmanlı İmparatorluğuyla görüşüyordu. Epstein'ınki gibi pek çok uyarı yapılmasına karşın, hiçbiri ciddiye alınmamış, Balfour bildirgesine dek Siyonist ve Arap yöneticiler arasında ilişki kurulamamıştı. Siyonist yöneticiler yöre halkından çok, büyük güçlerle görüşmeye önem veriyorlardı. Aynı zamanda kolonici anlayış sosyalist çevrelerde bile yaygındı. Ulusal Arap uyanışı ve aynı ülke üzerinde hak iddia eden iki milliyetçiliğin çarpışıyor olması gözden kaçıyordu. Ayrıca Arap milliyetçileri de Yahudi tehlikesini hareketlerini güçlendirmek için kullanıyorlardı. Kullanılan dil ve tarafların birbirleri hakkında oluşturdukları imge o kadar farklıydı ki, diyalog mümkün olamayacaktı.


Henüz her şey bitmediyse de, en bilinçli kişilerin uyarılarının kulak ardı edilmiş olmasından ötürü pek çok fırsat kaçırılmıştı.



2-Kriz ve İç Gerginlikler – 


A) Uganda Krizi –


 IV. Kongrenin başlangıcında Herzl, Uganda'nın yalnızca bir geçici çözüm, göç etmeye zorunlu Yahudiler için bir sığınak olacağına; Siyonizmin "Siyon" amacını koruduğuna özenle işaret etmişti. İngiltere dahil tüm ülkeler göçü sınırlarken, Nordau bu çözüm için Nachtasly-Gece Sığınağı deyimini kullanmıştı.


Ama çok geçmeden Rus Yahudilerinin Uganda tasarısına tepkileri ortaya çıkıyordu. En çok baskı altındaki topluluklardan olan Kişinyov delegeleri bile, Filistin'den başka yere gitmek istemediklerini bildiriyorlardı.

Doğu Afrikaya bir heyet gönderilmesi fikrinin oya sunulmasını, yalnızca Herzl'in prestiji sağlayabilmişti. Rus Yahudilerinin bölgeye gitmeyecekleri biliniyordu.


Teklif çok sert bir muhalefetle karşılandı, Herzl "hain" sayıldı, Rus delegeler kongreden ayrılma tehdidi savurdular, hatta Siyonist bir öğrenci Nordau'yu öldürmeye kalkıştı ... Kapanış konuşmasında Herzl, Basel programının değiştirilmez özelliğini vurgulamak ve sağ elini kaldırarak "Eğer seni unutursam ey Kudüs, sağ elim hünerini yitirsin" diye ifade etmek durumunda kalacaktı.


Rus Siyonistleriyle çıkan gerginlik gelişecek ve Herzl'i oldukça yıpratacaktı. Kongre sırasında Filistin'de bulunan Usiskin, delegelerin kendisini seçmeleri nedeniyle Eylem Komitesine gireceğini, ama kendisini Uganda hakkında alınmış karara bağlı hissetmediğini belirtiyor; böylece 'eylemde birlik' ilkesi zedeleniyordu. Usiskin, özellikle Filistin'de toprak alımı konusunu izlemeyi istiyordu. Harkov'da toplanan Rus Yahudileri, Herzl'in Basel programını ihlal ettiğini belirterek, her önemli konuda örgüte danışmasını ve Filistin dışındaki tüm tasarıları reddetmesini duyuran bir ültimatom hazırlayacaklardı.



Herzl hareketin birliğini korumak için Uganda tasarısını geriye çekmek zorunda kalmıştı. Böylece Siyonizm kurtulacak, politik Siyonizm üstün gelecek, 'Siyonsuz Siyonizm' söz konusu olmayacaktı. Ne pahasına olursa olsun Uganda gibi bir yerleşim biriminde ısrar edenler, örgütü terk ederek Israel Zangwill (1864-1926) liderliğinde toplanmak zorunda kalacaklardı.


 

B)-İç Bölünmeler – 


Siyonist hareket derin olarak bölünmüştü. Politik Siyonizm; liberal iyimserliğin, Aydınlanmanın ve ulus ilkesinin mirasçısı olan Yahudi hareketine canlılık kazandırmıştı. Siyonizm, antisemitzm nedeniyle Yahudilerin Avrupa'da yerlerinin olmadığı düşüncesiyle asimilasyonculardan ayrılıyordu. Ama Herzl'in hayalini kurduğu Devlet ve Altneuland'da çizdiği toplum; laik, modernist, teknik hatta ilerici görüşlerle yoğrulmuştu. Ahad ha Am'a göre Yahudilikle hiçbir ilgisi olmayan bu tür bir Siyonizm, asimilasyonun başka bir biçiminden ibaretti.


Ayrıca Herzl'in laik devleti, Musevi yasaların devlet yasaları olmasını isteyen dinsel Siyonistlere de uygun değildi. Hovevei Zion üyeleri kolanizasyon faaliyetine devam ediyorlardı. Sosyalist Siyonistler ise Herzl'i, Yahudi toplumuna nüfuz etmiş sınıfsal çelişkileri, ulusal birlikle bastırmaya çalışan bir burjuva liberal olarak nitelendiriyorlardı. Onlara göre Herzl'in Yahudilerin yaşadığı sefaletle, 'şefkatli' yaklaşımından öte bir ilgisi yoktu ve Siyonizmi, çoğu kez Avrupa'lı yöneticilere toplumsal gerginlikleri azaltmaya ve devrimci hareketleri zayıflatmaya yarayan bir sübap olarak gösteriyordu. İşte tüm bu uzlaşmaz karşıtlıklar hareketin başlangıcından itibaren mevcuttu.



Herzl 3 Temmuz 1904'te öldü. O gün, Herzl'i, umutlarını cisimleştiren karizmatik bir lider, kendilerini Vaadedilmiş Topraklar'a götürecek yeni bir Musa olarak gören yüz binlerce Yahudinin yas günü oldu. Binlerce insanın cenazesine katıldığı Herzl derin bir saygıyla uğurlandı. Oysa ki diplomatik çabaları başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Herzl'in ölümünden sonra hiçbir ardılı prestijinden yararlanamayacaktı. Bu, örgütün güçlendirilmesi kaygısının duyulduğu ve Laqueur'ün "interregne" (fetret) adını verdiği oldukça karışık dönemin başlangıcıydı. Aynı sırada, pogromlardan ve sefaletten kaçan, çoğunlukla sosyalist eğilimli Rus Yahudilerinin kurduğu ikinci aliya gelişiyor, koloniler kurulup İsrail Ülkesi ekonomisi ilerliyordu. Bu göçmenler İbranicenin kabul edilmesi (Hayfa'daki dil tartışması bu nedenle çıkacaktı), kolonilerde Yahudi işgücü kullanılması için savaşıyorlar; kollektif çalışma ve ortaklaşa bir yaşam tarzı örgütleyerek, Kibbutzların atası olan Kvutsa'yı temellerine oturtmaya çabalıyorlardı.


Siyonist hareket, Herzl'in ölümünden sonra, Uganda'ya yerleşme yanlıları ile "gece sığınağı" çözümüne karşı olanlar (yani "Neinsager"ler, ya da kendilerini adlandırdıkları şekliyle; "Zionei-Zion"lar-Siyon Siyonistleri) arasındaki anlaşmazlıkların üstesinden gelebilmiş, tarafları Basel programı etrafında toplayabilmişti. Ayrıcalık belgesi (charte) edinilmesini isteyen politik Siyonistlerden Filistin'de pratik çözüm yanlılarına, Zionei-Zion'lardan Uganda yanlılarına kadar tüm eğilimler, 1905 Basel kararı üzerinde mutabakata varacaklardı: Kararda; "7. Siyonist Kongre Basel Programı'nın temel ilkesi olan Filistin'de Yahudi halkı için 'açık güvenceleri bulunan ve kamusal hukuk tarafından tanınan bir yurt' kurulması amacına vazgeçilmez şekilde bağlıdır ve amaç ya da araç olarak Filistin dışında -ya da ona komşu- ülkelerde girişilecek kolanizasyon faaliyetlerini reddeder" ifadesi kullanılmaktaydı.



Siyonist hareket içinde yavaş yavaş, Herzl çizgisine muhalif, İngiltere'de yerleşik Rus Yahudiliğini temsil eden Weizmann figürü yükselecekti. O, diplomatik girişimleri yadsımadan pratik çalışmaya, kolonizasyon faaliyetine daha çok önem verecekti. Artık Sentez Siyonizmi dönemi başlıyordu.





HERZL'İN ÖLÜMÜNDE SİYONİZMİN BİLANÇOSU VE PERSPEKTİFLER





Açık ve somut bir program sunan, hemen hemen tüm Yahudi topluluklarına nüfuz eden güçlü bir örgütlenme oluşturan ve Jewish Colonial Tru'st ya· da Ulusal Yahudi Vakfı gibi uzmanlaşmış kurumları geliştiren Siyonizm, farklı siyasi akımları biraraya getirebiimiş ve Yahudi güçlerini coşturabilmişti. 1903'de 232 626 şakatim'in dağıtılmış olması, Siyonizmin bir kitle hareketi; Basel programının da Yahudi halkının geleceğiyle ilgili belli başlı tasarılardan biri haline geldiğini kanıtlamaktadır. Ama halen; proletarya enternasyonalizmi, dağılmış Yahudi topluluklarının ulusal uyanışı, liberal asimilasyonculuk ve dinsel geleneklerin yenilenmesi gibi rakip tasarılar da mevcuttu. Yahudi halkı gerçekten de bir "yol ayrımı"nda bulunuyordu ve kimse, hangi tasarının başarısızlığa uğrayıp hangisinin üstün geleceğinin kestirebilecek durumda değildi ... Siyonistler de henüz "kitleleri fethetmiş" olmaktan uzaktılar.


Öte yandan Siyonizm; dinsel, sosyalist, kültürel, pratik ve politik Siyonistler arasında epey bölünmüş gözükmektedir. Uganda eleştirilerinin gösterdiği üzere, otoritesi önemli ölçüde sarsılan Herzl'in ölümü, farklı eğilimlerin 'kapışması'na ve hareketin açıkça geri çekilmesine neden olacaktı: Böylelikle, "Dönüş" perspektifi uzaklaşıyordu.


Tüm politik tasarılar gibi Siyonizmin de, elle tutulur başarılara gereksinimi vardı. Herzl'in yürüttüğü diplomasinin tam bir başarısızlıkla sonuçlandığı görülmekteydi; Herzl, belirsiz vaatlerden ve kibar red yanıtlarından öte bir şey elde edememişti.


Herzl Kongre'.nin bilançosunu çıkarırken; "Basel'de Yahudi devletini kurdum" diye yazıyordu. Elbetteki bu 'Devlet' henüz bir soyutlamadan ibaretti ve Herzl, amacın tam gerçekleşmesi için daha epey çaba harcanması gerektiğinin bilincindeydi; Yahudi halkının çoğunluğunu toplamak, büyük güçlerin desteğini almak, Osmanlı imparatorluğunu razı etmek -ya da gerekirse, cesedini çiğnemek- ve Arap ipoteğini kaldırmak zorunlulukları söz konusuydu. Yine de, Herzl'e göre tüm ögeler zaten biraraya gelmişti; 20 yıllık Siyonizmden sonraki Filistin'deki dönüşümleri kurguladığı Altneuland'da, "Eğer isterseniz bir düş olarak kalmaz" diye yazıyordu. Ona göre Basel Kongresi Yahudi halkına, bir programla birlikte, o programı gerçekleştirme iradesini ve yollarını da sunmuştu. Delegeler, ulusal Yahudi meclisini oluşturdukları bilinciyle hareket etmişler ve "ulusal Yahudi görüşünün, dilleri ve dinsel, politik­ toplumsal bakış açıları farklı olan kişileri homojen bir kitle içinde eritme gücü olduğu"nun ayırdına varmışlardı.



Katılımcıların İngiliz yazar İsrael Zangwill'in Dreamers of the Ghetto (1898) da belirttiği üzere Siyonizm, Basel Kongresinden sonra, artık basit bir Siyon nostaljisinden ibaret değildir, politik bir kitle hareketi, bir gelecek tasarısı haline gelmiştir.


"Babil'de ırmağın kenarına oturduk ve ağladık ...

"Basel'de ırmağın kenarına oturduk ve artık ağlamamaya karar verdik ..."


14 Mayıs 1948'de Theodor Herzl'in portresinin altında David Ben Gurion'un okuduğu İsrail Devleti kuruluş bildirgesinin göndermede bulunduğu Basel kongresinin, dünya tarihinde olduğu gibi, yahudi tarihinde de temsil ettiği dönüşüm işte budur: "(. ..) Theodor Herzl'in ''Yahudi devleti" görüşünden esinlenen I. Siyonist Kongre, Yahudi halkının kendi · yurduna ulusal yeniden doğuş hakkını ilan etmiştir. Bu hak 2 Kasım 1917'de Balfour Bildirgesiyle tanınmış ve Yahudi halkının ulusal yurt kurma hakkıyla birlikte, İsrail Toprağıyla bağını da uluslararası düzeyde açıkça kabul eden Milletler Cemiyeti mandası tarafından yeniden ifade edilmiştir.


"(. .. ) Sonuçta, İsrail ülkesinin Yahudi halkını ve dünya Siyonist hareketini temsil eden bizler, İngiliz mandasının bitişini kutladığımız bu törensel toplantı gününde, Yahudi halkının doğal ve tarihsel hakları gereğince ve Birleşmiş Milletler Genel Kurulu'nun kararı doğrultusunda, İsrail ülkesinde, İsrail Devleti adını taşıyan Yahudi devletinin kurulduğunu ilan ediyoruz."


İsrail Devletinin tohumları Basel'de atılmış, ama tüm güçlük ve engellere karşı gelişebilmesini sağlayan uygun ortam 19. yüzyıl boyunca oluşmuştu. Temellerini en özgün Yahudi geleneklerine dayayan Siyonizm, antisemitizmin asimilasyon ideolojilerini sorguladığı bir dönemde, geleneksel Yahudiliğin moderniteyle çarpışarak ulusal hareketlerle kurduğu ilişkiden doğmuştu.




SİYONİZMİN KÖKENLERİ

ALAIN BOYER

Mevlana Meydanı / Konya

 


AKDENİZ MİTOLOJİSİNDE AŞK KAHRAMANLARI ve MÜZİSYENLER-14

 HİPPOLİTOS VE YASAK AŞK


Kral Teseus'un yaşadığı sayısız serüvenler ve gösterdiği kahramanlıklar; örneğin Kalidon kentinde o ünlü Domuz Avı'na katılması ve gene en gözüpek kahramanların Argos gemisiyle başlattıkları Altın Post'u ele geçirme seferine çıkması, onu binyıllar boyu dillerden düşürmedi... Ne var ki son olarak Amazonlar denen o ünlü savaşçı kadınların ülkesine gidip orada âşık olduğu bir Amazon kadını kaçırıp Atina'ya dönmesiyle birlikte, Teseus'un yaşamının en acılı ve son dönemeci de başlamış oldu. Çünkü bu aşamadan sonra olayların akışı, onun istenci dışındaydı artık...


Teseus'un zorla kaçırıp Atina'ya getirdiği Antiyope (Antiope) adlı bu Amazon sevgilisinden, Hippolitos (Hippolytos) adında bir oğlu oldu... Bir süre sonra da Amazonlar, Antiyope'yi geri almak için Yunanistan'a savaş açtılar... Bunun üzerine Teseus, oğlu küçük Hippolitos'u başka bir kentte oturan akrabalarının yanına gönderdi. Hem bakımı, hem eğitimi için... Savaşı kazanan Amazonlar da Antiyope'yi alıp götürdüler...


Aradan yıllar geçti. Artık gitgide yaşlanan kral Teseus, Girit kralı Minos'un kızı Faydra (Phaidra) ile evlendi. Faydra, bir zamanlar Naksos sahillerinde kendisinin tek başına bırakıp kaçtığı güzel Aryadne'nin kız kardeşiydi! Teseus onunla sessiz sedasız, kendi halinde bir yaşam sürmeye başladı... Saraydan uzak başka bir kentte yaşayan oğlu Hippolitos da geçen yıllar içinde çok yakışıklı bir delikanlı olup çıktı.


Hippolitos, özel bir yaşam yöntemi seçmişti kendine. Çoğunlukla kırlarda, ormanlarda geçiriyordu günlerini. Tanrıça Artemis de onun tek tapındığı tanrıçaydı. Çünkü o da Artemis gibi temiz, dokunulmamış kalmak istiyordu. O yüzden bir kadınla birlikte olmak düşüncesi bile onu çılgına döndürüyordu!.. Bu konuda tanrıçası Artemis'le sık sık dertleşiyor; kendisinin de hep dokunulmamış, temiz kalabilmesi için ondan sürekli yardım istiyordu. Avcılık, koşu gibi sporlar; tıpkı tanrıçası Artemis'inki gibi onun da günlük yaşamının en önemli uğraşlarıydı... Çok doğal olarak Hippolitos, aşk tanrıçası Afrodit'i hiç sevmiyor; hatta onun simgelediği aşkı kötülüyordu her yerde. Hippolitos'un bu tutumu, tanrıça Afrodit'i zıvanadan çıkarmaya çoktan yetip arttı!..


Bir gün kral Teseus, yanına karısı güzel Faydra'yı da alıp yıllardır görmediği oğlu Hippolitos'un yanına gitti. Onu görür görmez de babalık duyguları coştukça coştu. Birbirleriyle hemen canciğer kaynaştılar; sonra da hep birlikte Atina'ya döndüler. Ne var ki tanrıça Afrodit de bu arada yapacağını yaptı: Eros aracılığıyla aşk okları salıp kraliçe Faydra'yı, üvey oğlu Hippolitos'a deli divane âşık etti! Artık günden güne üvey oğluna duyduğu ve utanç verici bulduğu aşkla yanıp tutuşmaya başladı güzel Faydra!.. Haliyle bu duygularını kimseye açamıyordu... Bu yüzden de içi karardıkça kararıyordu. Yalnızca yaşlı dadısı duyuyordu onun içinde gürleyen o sessiz volkanı... Bir süre sonra Faydra, kendini deli divane eden bu yasak aşkı artık tek başına taşıyamayacağını anladı; kimselere duyurmadan, bu kimselere açamadığı sırla canına kıymaya karar verdi. Yaşlı dadısı onun niyetini anlayınca, apar topar Hippolitos'un yanına gitti: "Bak delikanlı," dedi ona. "Üvey anan Faydra sana deli divane âşık! Kimselere de söylemiyor bunu! Bu yüzden canına kıyacak şimdi! N'olur, ona biraz yakınlık göster. Onu kurtar!.."


Aşkın adından bile tiksinen Hippolitos; bu sözleri duyunca, kulaklarını kapatıp apar topar bahçeye fırladı! Dadı da onun ardından... Bahçenin bir köşesine çekilip ateşli ateşli konuşurlarken kendilerine çok yakın yerde oturan Faydra'yı göremediler... Hippolitos; "Sen ne demek istiyorsun?" diye gürledi dadıya. "Demek babamı kandırıp üvey anamla benim ilişki kurmamı istiyorsun, öyle mi? Ben bütün kadınlardan da, onların aşklarından da iğreniyorum!.." Bu sözlerden sonra yeniden odasına döndü Hippolitos...


Yaşlı dadı tam da o anda görebildi Faydra'yı ve iliklerine dek ürperdi. Az önce konuşulanları duymuştu Faydra!.. Bu yüzden de gözleri aniden büyüyüp dumanlanmış, bir başka aleme çevrilivermiş gibiydi... Faydra karşılıksız ve yasak aşktan değil, kadınlık onuruna vurulan bir çeşit tekmeden yıkılmıştı bir anda!.. Ama öcünü de yaman alacaktı, delice sevdiği bu Hippolitos denen üvey oğlundan!..


Bir süre önce saraydan ayrılan kral Teseus geri döndüğünde karısı Faydra'nın ölüsü ve yanında bıraktığı bir mektupla karşılaştı. Mektubu okuyunca da hemen bahçeye attı kendini ve çılgınca bağırmaya başladı: "Herkes duysun! Benim öz oğlum benim karımı lekelemiş! Tanrı Poseydon, benim çığlığımı duy!.. Onu cezalandır!.." Çığlıkları duyan saray görevlileriyle birlikte Hippolitos da bahçeye koştu. Babasına olup bitenlerin nedenini sordu. "Üvey ananı kirletirsin, sonra da bilmezlikten gelirsin, ha!.." deyip onu hemen kovdu saraydan... Şaşkına dönen Hippolitos; "Ama şunu bil ki baba, ben ona elimi bile sürmedim!.." gibilerden bir şeyler söylemeye çalıştı... Sonra da arabasına atlayıp son hızla uzaklaştı saraydan...



Hippolitos deniz kıyısından geçerken, denizler tanrısı Poseydon da, kral ailesine olan eski bir kızgınlığının acısını çıkarmak üzere bir deniz canavarı gönderdi hemen. Canavar, Hippolitos'un atlarını ürküttü ve gemi azıya alan atlar, son hızla koşaraktan Hippolitos'u arabadan savurup attılar... 

O anda tanrıça Artemis geldi saraydaki kral Teseus'un yanına; "Oğlun Hippolitos'un bir suçu yok bu işte," dedi kendini göstermeden. "Karın çılgınlar gibi tutkundu ona. Bu çılgınlığıyla öldürdü kendini. Bıraktığı satırlar da yalandı..." Az sonra da can çekişen, kan revan içindeki oğlu Hippolitos'u getirdiler içeri. Bir şeyler mırıldanıyordu yalnızca. "Ben suçsuzum tanrıçam Artemis," diyordu durmadan. Babasını tanıyınca da; "Baba, bu işte senin de suçun yok..." diye fısıldadı... Sonra da Hades'in dönülmez ülkesine doğru çevirdi gözlerini...


Teseus, oğlu Hippolitos'la karısı Faydra'yı yitirdikten sonra artık fazla yaşamadı... Atinalılar büyük bir anıtmezar yaptılar onun için. Yüzyıllar süresince de bu anıtmezar; yoksulların ve isyancıların sığınağına dönüştü... 



Akdeniz Mitologyasından Efsaneler

Yaşar Atan

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak