İslam-Bizans İlişkilerinin Edebiyata Yansıması
Asırlarca birbirlerinin komşusu olarak yaşayan müslüman Araplarla Bizanslılar arasında, toplumlarası ilişkilerde savaş ve barışın içiçeliğini sergiler biçimde gerçekleşen askeri, diplomatik, ticari ve sosyo-kültürel ilişkiler, halk muhayyilesinde geniş bir etki uyandırmış ve edebi ürünlere de yansımıştır. Her iki toplumda kuşaklar boyu süren derin izler bırakmış olması dolayısıyla, savaş ve mücadele boyutunun daha fazla vurgulandığı bu ürünler, çeşitli destan ve hikayeler ile şiirlerden oluşmaktadır. Hem İslam dünyası hem de Bizans'ta ortaya çıkan bu ürünlerde taraflardan her biri, kendi toplumunun kahramanlıklarını mübalağalı bir şekilde sunmakta, bu arada kendi dininin üstünlüğünü gösteren motiflere ağırlık vermekte, ayrıca zaman zaman her iki taraf arasında barış, dostluk ve yardımlaşmanın yanısıra bir kısmı evlilikle sonuçlanan aşklar yaşanmaktadır. Başlangıçta İslam-Bizans ilişkilerinin bir yansıması şeklinde ortaya çıkan edebiyat ürünlerinin, ahbdr veya kıssa anlatımı geleneğine uygun olarak kuşaktan kuşağa aktarıldığı dikkate alındığında, bir müddet sonra her iki toplum mensupları arasındaki ilişkilerin şekillenmesinde etkili olduğu da gözardı edilmemelidir. Aslında geniş bir hacim tutan bu ürünlerin çeşitli açılardan incelenmesi ve ayrıntılı bilgilerin elde edilmesi, edebiyat tarihi başta olmak üzere birçok disiplinin yaptığı/yapacağı müstakil çalışmalara havale edilerek, burada konunun sınırları içerisinde yapılacak seçmelerle özet bilgiler verilmeye çalışılacaktır.
Destan ve Hikayeler
Emire Zatü'l-Himme Destanı (Siretü'l-Emire Zutü'l-Himme)
Arap kahramanlık hikayelerinin en önemlilerinden olan Zatü'l-Himme (veya Zü'l-Himme, Delhemma) destanı, başlangıçta şifahi olarak halk arasında dolaşmış ve muhtemelen VI. /XII. yüzyılda yazıya geçirilmiştir. Abdülhamid Hanefi tarafından 1327/1909'da Kahire'de, herbiri 10 bölümden oluşan 7 cilt halinde toplam 5084 sayfa olarak neşredilen eserin tam adı, destan kahramanlarını da özetleyecek biçimde Siretü'l-Emire Zutü'l-Himme ve Veledihü 'Abdülvehhab ve'l-Emir Ebu Muhammed el Battül ve 'Ukbe Şeyhu'd-Dalül ve Şumedris el-Muhtal şeklinde zikredilmektedir.
Hikaye temelde, Emeviler döneminden başlamak üzere Abbasi halifesi Vasık döneminin sonuna kadar Arap-Bizans savaşlarını menkıbe tarzında ele alır. Bunun yanında hemen eşdeğer vurgularla Kays kabilesinin iki kolu Beni Kilab ile Beni Süleym arasında ötedenberi sürüp giden mücadeleler, öne çıkarılan kahramanlar etrafında Beni Kilab kabilesi merkeze alınarak anlatılır. Hikayede kabile reisleri, diğer yerli kahramanlar, Emevi ve Abbasi halifeleri ile Bizans imparatorları veya diğer Bizanslı unsurlar içiçe sunulmaktadır. Hikayede adı geçen kahramanlar ve yerlerin bir kısmı gerçek hayattan alındıkları halde, destana asıl adını veren Zatü'l-Himme'nin gerçek şahsiyet olmadığı bilinmektedir. Hikayenin bir başka özelliği, Emeviler döneminde Bizans'a karşı gerçekleştirilen askeri seferlerde büyük kahramanlıklar gösterdiği bilinen ve Akroinon (Seyitgazi) savaşı sırasında öldürülen Abdullah el-Battal (ö. 122/740?) etrafında oluşan destani anlatımları da içermiş olmasıdır.
Hikayeye göre Abdülmelik b. Mervan döneminde Beni Kilab kabilesinin reisliğini Haris b. Amir, Beni Süleym kabilesinin reisliğini de Mervan b. Heysem yapmaktaydı. Haris'in ölümünden sonra, düşmanlarının intikamından çekinen hamile hanımı, geceleyin hizmetçisiyle birlikte, evinden ayrılır ve yola koyulur. Yolda hizmetçisinin kötü emelleri yüzünden aralarında geçen bir çekişmede, çocuğunu dünyaya getirdikten sonra vefat eder. Hizmetçinin kaçması ve annenin ölümüyle yalnız kalan çocuk, çok yakında kaybettiği Cendebe adlı çocuğunun acısını unutabilmek amacıyla gezinmekte olan emir Darim tarafından alınır ve büyütülmek üzere eve getirilir. Ölmüş olan çocuğun hatırasına binaen kendisine Cendebe adı verilir. Gençlik çağına gelen Cendebe'nin yiğitlik gösterileri, emir Darim'i korkutmaktadır. Aralarında yaşanan rekabet üzerine Darim, Cendebe'ye bütün gerçekleri anlatarak onun öz babası olmadığını belirtir. Bu arada, ölümünden önce annesinin isteği üzerine hizmetçi tarafından göğsüne asılan yazıyı da gösterir. Bunun üzerine, Cendebe, mensubu bulunduğu Beni Kilab'ı, Beni Süleym başta olmak üzere diğer Arap kabilelerine karşı savunmak amacıyla kabilesine döner. Ancak Cendebe, amacını gerçekleştiremeden vefat eder. Ardından da hamile hanımından Sahsah adlı oğlu dünyaya gelir. Sahsah büyüyünce, kabile reisi amcasının kızı Leyla'ya aşık olur. Amcası, Sahsah'tan yüklü bir mehirden başka, Cendebe'nin kaçırılan meşhur atını da düşmanlardan geri almasını şart koşar. Sahsah, kahraman bir şekilde bütün engelleri aşarak atı geri almayı başarır ve bu arada hac dönüşü bedevilerin baskınına uğrayan Abdülmelik'in kızı ve dolayısıyla Mesleme'nin kızkardeşini de kurtarır. Bu şekilde halifenin dostluğunu kazanan Sahsah emirlik rütbesini elde eder. Daha sonra Leyla ile evlenebilmek için evine dönmek isterken halifenin isteği üzerine, Arap kabilelerinin kumandanlığını üstlenerek Mesleme ile birlikte Bizans seferine katılır.
Mesleme ile Sahsah'ın Diyarbakır yakınlarında Bizans kuvvetlerine karşı kazandıkları zafer, Abdülmelik b. Mervan'ı sevindirir ve adı geçen komutanlara İstanbul'un fethedilmesi için emir verir. Mesleme ile Sahsah ordularıyla birlikte İstanbul kuşatmasına çıkarlar. İstanbul üzerine giderken Bizanslı bir prensesin yaşadığı kaleye yolu düşen Sahsah, prensese aşık olur ve kısa süreli bir direnmeden sonra onu yanına almayı başarır. lstanbul'un geçit vermeyen surları önünde İmparator Leon ve müttefiklerine karşı cereyan eden çatışmalarda, Sahsah büyük kahramanlıklar gösterir. Şehrin kuşatılması uzayınca müslümanlar yakın bölgede bir yerleşim birimi kurarlar. Müslümanlara hile yapmak isteyen bir gurup Bizanslı, yiğit bir şahsı süslü bir sandığa koyarak müslümanlara getirirler ve lslamiyet'i kabul ettiği için rahipler tarafından işkenceye tabi tutulurken ellerinden alıp kurtardıkları bir kişi olarak tanıtırlar. Müslüman askerler sandıktaki şahısla ilgilenmek üzere iken komplo gerçekleşir ve bazı müslüman askerler öldürülür. Bu arada düzenlenen diğer entrikalar boşa çıkarıldıktan sonra Sahsah, Mesleme ile birlikte muzaffer bir şekilde şehre girer ve burada bir cami yaptırır. Entrikacıların elebaşısı Şemmas ise idam edilir. Uzun süren kuşatmanın ardından imparator ile halife arasında yapılan barış anlaşması üzerine geri dönülür.
Daha sonra Sahsah, Leyla ile evlenir ve dünyaya gelen iki çocuğuna, önceden gördüğü bir rüyadan hareketle Zalim ve Mazlum adlarını verir. Rüyada Sahsah'a söylenenler yıllar sonra gerçekleşip Zalim'in zulmü artınca, küçük kardeş Mazlum, kabilesine başvurarak bir çözüm yolu bulmalarını ister. Kabile ileri gelenleri, liderliğin iki kardeş arasında paylaşılmasına ve aynı prensibin doğacak erkek çocuklar için de geçerli olmasına karar verirler. Ancak Zalim'in Haris adındaki oğluna karşılık, Fatıma adlı kızı dünyaya gelen Mazlum, kızı için taşıdığı endişelerden dolayı, onu besleyip büyütmek üzere gizlice bir süt anneye teslim eder. Kısa sürede serpilip büyüyen Fatıma, gösterdiği cesaret ve yiğitliklerinden dolayı Zatü'l-Himme diye anılmaya başlar. Bu arada gerçek kimliğiyle birlikte ailesinin başından geçen olayları da öğrenir ve kabilesine dönerek amcası Zalim'den intikam almaya karar verir.
Zatü'l-Himme, kabilesine döndükten sonra amcasının oğlu Haris, onunla evlenmek ister. Hem amcasından hem de oğlundan intikam almaya kararlı olan Zatü'l-Himme, teklife karşı direnmekle birlikte, Haris'in başvurduğu bazı hileler neticesinde onunla evlenmek zorunda kalır. Bir müddet sonra Abdülvehhab adında bir oğlu dünyaya gelir. Çocuk biraz büyüyünce Zatü'l-Himme onu da yanına alarak, sınır bölgesinde Bizans'a karşı şiddetli bir şekilde devam etmekte olan savaşlara katılmak istediğini belirtir. Kocası Haris, buna müsade etmediği gibi, anne ve babasının aksine Abdülvehhab'ın siyah olduğunu bahane ederek, çocuğun kendisine ait olmadığını iddia eder. Oldukça sıkıntılı günler yaşayan Zatü'l-Himme, büyük güçlüklerden sonra kendisini aklamayı başarır ve Allah yolunda Bizanslılara karşı cihad etmek üzere sınır bölgesine gider. Beni Kilab'ın temsilciliğinde Arap kabilelerinin komutanlığını üstlenen Zatü'l-Himme, Malatya'yı merkez edinir.
Bu arada Abbasiler, Emevi hakimiyetine son vererek iktidarı ele geçirirler. Daha önce Abbasileri desteklemiş olan Beni Süleym kabilesi reisi Abdullah (Ubeydullah) b. Mervan, Halife Ebu Ca'fer el-Mansur tarafından Arap kabilelerinin lideri olarak tanınır ve böylece Sahsah'la elden çıkmış olan liderlik, tekrar Beni Süleym kabilesine geçmiş olur. Ebu Ca'fer el-Mansur'un bağlılıklarını istediği Beni Kilab, başlangıçta gösterdikleri tepkilerden sonra, Zatü'l-Himme'nin ikna etmesi üzerine Abbasi iktidarının yanında yer alırlar. İslam toplumundaki bazı iç problemler ve iktidar değişikliğini fırsat bilen Bizanslılar, lslam topraklarına karşı saldırıya geçince, halifenin isteği üzerine Beni Kilab ve Beni Süleym kabileleri, Ubeydullah b. Mervan'ın liderliğinde Bizans'a karşı birlikte savaşırlar. Diyarbakır ve Malatya alındıktan sonra, sınır hakimiyetini elde tutmak amacıyla Beni Süleym Malatya'ya, Beni Kilab da yakındaki Hısnü'l-Kevkeb'e yerleşirler.
Zatü'l-Himme'nin oğlu Abdülvehhab olgunluk çağına gelince, Beni Kilab kabilesinin liderliğini üstlenir ve bundan sonra annesiyle birlikte katıldığı Bizans seferlerinde büyük kahramanlıklar gösterir. Bu sırada Beni Süleym'e mensup olmakla birlikte Battal da Abdulvehhab'ın, diğer bir deyimle Beni Kilab 'ın yanında yer alır. Malatya'dan ayrılarak onların yanına gider ve onlarla birlikte hareket eder. Ancak yiğitliklerinden daha ziyade, başvurduğu savaş hileleriyle meşhur olur. Battal'ın ilk hedefi, kendisinin de hocalığını yapmış olan Beni Süleym'e mensup kötü ruhlu bir insan olan kadı Ukbe'dir. Ukbe doğmadan önce annesinin gördüğü rüya, onun ne kadar bozguncu ve kötü şahsiyetli bir kişi olacağını göstermekteydi. Nitekim Ukbe, Haris'le evlenmek istemeyen Zatü'l-Himme'yi etkisiz hale getiren ilacı sağlamış, şimdi ise gizlice hıristiyanlaşarak Bizans'ın en başta gelen taraftarı ve lslam'ın azılı düşmanı olmuştu.
Arap kabilelerinin liderliğini yürüten Malatya emiri Amr b. Ubeydullah, her ne kadar Abdülvehhab'la bir kardeşlik anlaşması yapmış ve bir defasında Bizanslıların elinden Zatü'l-Himme tarafından kurtarıldığı için dost gözüküyorsa da Beni Kilab'a karşı gizli bir düşmanlık beslemekteydi. Bu dönemde, daha önce Zatü'l-Himme'nin kocası Haris tarafından Bizans'a götürülüp imparatorun hizmetine sunulmuş olan "hıristiyanlaşmış Araplar" ile Ukbe Bizans' a destek olurken, Bizans'ta imparatorun yakın çevresinden Marius liderliğinde müslümanlığını gizleyen bir gurup, imparatorun kız ve erkek kardeşi ile Malatya'da bulunan yine imparatorluk ailesine mensup Ioannes'in birlikleri, müslümanları desteklemekteydi.
Halife Mehdi döneminde Mercü'l-'Uyfın'da İmparator Theophilos birliklerine karşı büyük bir savaş yapılır. Mehdi'nin ölümünden sonra Harun er-Reşid halife olurken, Bizans'ta da Theophilos'un yerine oğlu Manuel tahta çıkar. Bu sırada Battal ile Ukbe arasında kıyasıya bir çatışma yaşanır. Zatü'l-Himme, Abdülvehhab ve Battal'ın çeşitli deliller ileri sürerek Ukbe'yi İslam'a hıyanetle suçlamalarına rağmen, bu deliller emirle birlikte Beni Süleym ve halife tarafından kabul edilmez ve çatışmada Ukbe'nin tarafını tutarlar. Bundan sonra Battal batıya doğru sefere çıkar; müslümanlığı kabul eden Frank kralı ve bazı Mağrib askerleriyle birlikte geri döner. Daha sonra Beni Kilab ile Beni Süleym'in araları düzelince, birlikte hareket ederek Kilikya kapılarında Bizanslılara karşı önemli başarılar elde ederler ve Malatya'yı da geri alarak, Bizans'ı barış istemek zorunda bırakırlar.
Harun er-Reşid'in ölümünden sonra cereyan eden Emin-Me'mun mücadelesinde her iki kabile farklı taraflarda yer alırlar. Me'mun'u destekleyen Kilab kabilesi liderleri, kaçmayı başaran Battal hariç, Bağdat'a getirilip hapsedilirler. Ancak kısa bir zaman sonra Kilab kabilesi, Abbasi ve Süleym birliklerini yenerek Bağdat'a girer ve Zatü'l-Himme ile Abdülvehhab'ı hapisten kurtardıkları gibi, Emin'i yakalayıp hapsederler. Bununla birlikte Emin, Zatü'l-Himme ve Abdülvehhab'ın isteği üzerine serbest bırakılır.
Manuel'den sonra Bizans tahtına çıkan Mikhail, Emin-Me'mun mücadelesini fırsat bilerek Ukbe'nin tavsiyeleri doğrultusunda müslümanlara olan düşmanlığı yeniden canlandırır. Battal tarafından desteklenen Me'mun halifeliği ele geçirir, ancak Emin'e yardım ettikleri gerekçesiyle Zatü'l-Himme ve Abdülvehhab ile Kilab kabilesinin diğer ileri gelenlerini tutuklatır. Me'mun, aslında imparator adına çalışan Ukbe'nin sözlerine kanarak, Kilab kabilesi liderlerini de yanına alır ve Rakka'ya doğru sefere çıkar. Ancak hepsi yakalanarak İstanbul'a götürülür. Zatü'l-Himme, Battal tarafından kurtarılır. Diğerleri, Kuşanuş adlı kralın imparatora karşı açtığı savaştan yararlanarak kaçmayı başarırlar. lstanbul'u aldıktan sonra İslam topraklarına yürüyen Kuşanuş, Basra'ya kadar gelir, fakat burada Kilab kabilesine yenilir ve bizzat Zatü'l-Himme tarafından kellesi uçurulur. Öte yandan Bizans imparatoru, Kilab kabilesinin girişimleriyle tahtına yeniden kavuşur ve daha önce halifeye ödediği vergiyi onlara vereceğini taahüt eder.
Kilab kabilesinin daha sonraki hedefi, kabile mensubu bazı kadınları esir olarak elinde tutan Karakuna adası kralı olur. Tarsus emiri Ali el-Ermeni'nin de yardımıyla deniz seferine çıkan Kilablılar, Me'mun'un İstanbul kuşatmasına çıktığı ve kuşatma sırasında Frankların yardımıyla esir alındığı haberini alınca, hemen donanmalarıyla İstanbul önlerine gidip şehri kuşatırlar. İmparator esir alındığı gibi, müstakbel halife Mu'tasım kuvvetlerinin desteğiyle, Me'mun esaretten kurtarılır. Ancak Ukbe tarafından yaralanmış olduğu için vefat eder. Kumandayı ele alan Mu'tasım, Battal'ın ricası üzerine, vergi karşılığında imparatoru serbest bırakır ve orduya Malatya'ya dönüş emri verir. Burada Beni Kilab ve Beni Süleym'in aralarını yeniden düzelttikten sonra Bağdat'a döner.
Bir müddet sonra Zatü'l-Himme, Abdülvehhab ve Battal, Bizans topraklarına akın etmek için Malatya'ya gelen Halife Mu'tasım tarafından yakalanarak Bağdat'a getirilir ve hapsedilirler. Ukbe'nin tavsiyesi üzerine Bizans imparatoru, müslümanlara karşı sefer hazırlıkları yapmaya başlar. Ancak bu sırada başkenti kuşatan Kameran adası kralı Bahrun tarafından tahtından indirilir. Daha sonra İslam topraklarına saldıran Bahrun, Malatya'yı ele geçirir, emir Amr b. Ubeydullah'ı ve ardından halifeyi esir alarak Irak'a ilerler. Çıkan karışıklıktan yararlanarak hapisten kaçmayı başaran Beni Kilab liderleri, Bahrun'u yenip esirleri geri alırlar. Bundan sonra halifeye verdikleri destekle İstanbul yeniden ele geçirilir ve Bizans imparatoru tahtına yeniden kavuşur.
İmparator Mikhail'in ölümünden sonra yerine, asi lider Romanos (Ermanus) geçer. Bahrun'u yanına alan Romanos, müslümanları lstanbul'dan çıkarır. İslam topraklarına saldırıp Malatya'yı ele geçirdikten sonra Musul'a kadar ilerleyen Romanos, burada yenilir ve teslim olur. Bütün düşmanlıklarına rağmen, topladığı askerlerle İstanbul'u ele geçirmiş olan Kerfenas'a karşı yardım isteyen Romanos, müslümanlardan beklediği yardımı görür. Halife, Kerfenas üzerine Beni Süleym birliklerini gönderir. Ancak Kerfenas, emir Amr'ı esir aldığı gibi halifenin kuvvetlerini de yenerek Diyarbakır'a kadar ilerler. Bu sırada Abdülvehhab'ın devreye girmesiyle Kerfenas öldürülür ve Romanos tahtını tekrar elde eder.
Mu'tasım'ın gerçekleştirdiği Amorion muhasarasında da yine önemli olaylar cereyan eder. Bu sırada Bizans'ta çıkan taht kavgasında Romanos tahttan indirilerek oğlu Bimund imparatorluğa getirilir. Bimund, babası zamanında esir alınmış olan Battal'a kötü muamele etmek suretiyle, Abdülvehhab ve emir Amr'ı kışkırtmak ister. Amr esir alınır. Esirleri kurtarmaya gelen Zatü'l-Himme, Bimund'u öldürür ve Romanos'u tekrar tahta çıkartır.
Ukbe'nin planlarıyla, halife ile Kilab kabilesinin araları yeniden açılır ve çatışmalar meydana gelir. Halife, imparator Romanos'tan yardım ister. Değişik zamanlarda yapılan kanlı savaşlarda Zatü'l-Himme, Kudüs'u almak isteyen Frank kralı Milas'ı öldürür. Abdülvehhab, Peçenekler tarafından götürülür. Malatya'yı ele geçirmiş olan Romanos, Zatü'l-Himme tarafından barışı kabul edip vergi ödemeye mecbur bırakıldığı gibi, lstanbul'da Mesleme kumandanlığındaki muhasara sırasında yapılan camiin yeniden inşa edilmesini de onaylar. Battal tarafından yakalanan Ukbe, lstanbul'da idam edilmekten zor kurtulur ve halifenin yanına döner. Ukbe'nin hazırladığı tuzaklar neticesinde yakalanan Abdülvehhab ve Battal, Dicle nehrine atılmak suretiyle öldürülmekten vezirin yardımıyla ancak kurtulabilirler. Kilab ve Süleym arasındaki mücadele böylece sürüp gider.
Bizans tahtına çıkan Mikhail, biri Frank kralının kumandasında olmak üzere müslümanlara karşı iki defa ordu gönderir. Malatya'yı ele geçiren Frank kralı, halife ve Abdülvehhab tarafından yakalanır. Bu sırada halife, Ukbe'yi, evinin alt kısmında yaptırdığı kilisede ibadetini yaparken görür ve onun bir hain olduğuna kesin kanaat getirirerek desteğini çeker. Ayrıca Amr'ın da hıristiyanlığa geçtiğinden şüphelenmeye başlar.
Hikayenin son kısmında, lspanya'dan Yemen'e kadar birçok ülkenin desteğini almış olan Ukbe, yakalanıp onyedi kralın kumanda ettiği büyük ordulara rağmen lstanbul'daki "Altınkapı" önünde idam edilir. Müslümanlar zafere ulaşmış olmanın sevinciyle hep bir ağızdan: "De ki! Hak geldi, batıl yok olup gitti. Şüphesiz batıl yok olmaya mahkumdur" ayetini okurlar. Ancak İstanbul dönüşü müslümanlara kurulan hain tuzak, büyük bir zayiata sebep olur. Tuzaktan sadece 400 kişiyle birlikte halife, Battal ve arkadaşları, Zatü'l-Himme, Abdülvehhab ve bir mağaraya kapanıp mucizevi şekilde bir cin tarafından kurtarılan birkaç insan kurtulur. Mu'tasım bir müddet sonra vefat eder.
Mu'tasım'ın halefi Vasık, İstanbul üzerine bir intikam seferi düzenlemeye karar verir. Bizans imparatoru yakalanıp esir alınır. O güne kadar imparatorların canları vergi ödeme karşılığında bağışlandığı halde, bu defa öldürülür. İstanbul, müslümanların eline geçer ve şehrin yönetimi Abdülvehhab'ın oğluna verilir. Abdülvehhab'ın oğlu camiyi görkemli bir şekilde yeniden inşa eder. Öte yandan, öldürülen Malatya emiri Amr'ın yerine oğlu Cerrah tayin edilir.
Nihayet hikaye kahramanlarından Zatü'l-Himme ve ardından Abdülvehhab, hac için gittikleri Mekke'den döndükten sonra dindar birer insan olarak vefat ederler. Battal ise, Vasık'tan sonra halife olan Mütevekkil döneminde Bizanslıların, yeniden aralıksız saldırılara başlayıp bu arada Ankara ile Malatya arasındaki tüm toprakları ele geçirdiklerine dair haberlerin üzüntüsü içerisinde Ankara'da gözlerini kapar. Ankara'daki cami avlusuna defnedilen Battal'ın mezarı, gizlenmiş olduğu için düşmanlar tarafından farkedilemez. lslam'ın yaşadığı bu zor günler, Türklerin (Selçuklular) hakimiyetine kadar devam eder. Ankara'yı geri alan Ak Sungur Bey, Battal'ın mezarını da keşfeder.
Ömer b. Nu'man Hikayesi
Ömer b. Nu'man (veya Ömer en-Nu'man) hikayesi, Binbir Gece masallarının en uzun bölümünü teşkil etmektedir. Binbir Gece masal külliyatı, karısı tarafından aldatıldığı için, evlendiği kadınları ertesi gün öldürten Sasani hükümdarı Şehriyar'la evlenmek durumunda kalan Şehrezad tarafından, her gece sürükleyici hikayeler anlatarak onu oyalamak suretiyle idamdan kurtulmak amacıyla anlatılan masallardan oluşmaktadır. Kaynakları, ortaya çıkış tarihi ve yazarı hakkında farklı görüşler ileri sürülmekle birlikte, bazı bölümlerinin Harun er-Reşid dönemine ait olduğu kabul edilmektedir. Ömer b. Nu'man hikayesi, İslam-Bizans ilişki noktaları merkeze alınarak şöyle özetlenebilir:
Abdülmelik b. Mervan (685-705) döneminden önce Bağdat'ta (veya Dımaşk'ta) Ömer b. en-Nu'man adında bir hükümdar yaşamaktadır.
Çok cesur ve kahraman olan Ömer, birçok ülke fethetmiştir. Dört karısından sadece birinden, büyüdüğünde kahramanlığıyla meşhur olacak olan Şarkan adlı bir çocuğu olur. Aynı zamanda 360 tane de cariyesi bulunan kralın, Kaysariyye kralı tarafından kendisine hediye edilen Rum asıllı Safıyye (Sophia) adlı cariyesinden, ikiz olarak Nüzhetüz zamil adında bir kızı ve Dav'ulmekan adında bir oğlu dünyaya gelir. Bu doğumdan son derece memnun kalan kral, çocuklara ve anneleri Safıyye'ye büyük ilgi göstermektedir. Tahtın varisi olacak olan Şarkan, bu doğum döneminde henüz evden ayrılmıştır ve erkek kardeşinin dünyaya geldiğinden habersiz olarak sadece baba-bir kızkardeşinin doğumunu bilmektedir.
lstanbul'da oturan Bizans kralı Efridun, Ömer en-Nu'man'a bir elçilik heyeti göndererek, kendisine isyan etmiş olan Kaysariyye kralı prens Hardub'a karşı yardım ister. Elçilerin anlattıklarına göre Kaysariyye kralı Hardub, kral Efridun'a çeşitli hediyeler götürmekte olan iki gemiye saldırarak yağmalamıştır ki, bu hediyeler arasında sihirli üç mücevher de bulunmaktadır. Kendi vassalı olan prensin bu davranışına kızan Bizans kralı, Ömer en-Nu'man'dan onu cezalandırmak için yardım istemektedir. Elçileri dinleyen Arap hükümdarı Ömer, veziri Dendan'ın görüşünü de alarak yardıma karar verir. Ömer'in emri üzerine on bin kişilik süvariden oluşan bir ordu hazırlanır ve Şarkan ile vezir Dendan'ın komutanlıklarında yola çıkar. Bizans elçilerinin de eşlik ettikleri ordu yirmi günlük bir yolculuktan sonra Bizans sınırına yakın bir vadide konaklar.
Geceleyin Şarkan etrafı gözetlemeye çıktığında ormanda bir manastırın yanında bir gurup güzel kızla karşılaşır. Kızlara, daha sonra Kaysariyye kralı Hardub'un kızı oluğunu öğreneceği Ebrize adlı güzeller güzeli bir kız başkanlık etmekte ve onlarla güreşmektedir. Şarkan bir müddet onlan seyre dalar. Daha sonra Ebrize ile güreşe tutuşurlar, fakat rakibinden daha kuvvetli olduğu halde Şarkan yenilir. Ebrize tarafından manastıra davet edilen Şarkan, onunla üç gün geçirir. Üçüncü gün Ebrize'nin babası kral Hardub tarafından Meysure b. Kaşirde reisliğinde kendisini yakalamak üzere gönderilen yüz kişilik şövalye gurubunu Şarkan, bir bir öldürür.
Beraber kaldıkları süre içerisinde Ebrize Şarkan'a, Bizans kralı Efridun'un müslümanlara tuzak kurduğunu ve yardımı bahane ederek onları pusuya düşüreceğini açıklar. Ebrize'ye göre olayın aslı şudur: İmparatorun kızı Sophia'nın da içerisinde bulunduğu bir gemi, Kafür adalarından bir gurup korsan tarafından yağmalanır. Sonra gemi Hardüb'un ülkesinin kıyısından geçerken prens tarafından kuşatılır ve gemidekilerle birlikte Sophia da yakalanır. Ele geçirilen değerli eşyalar arasında sihirli üç mücevher de bulunmaktadır ve bunları Hardub, kızı Ebrize'ye vermiştir. Sophia'nın Bizans imparatorunun kızı olduğundan habersiz olan Hardub onu, başka cariyelerle birlikte Arap hükümdarı Ömer'e hediye olarak gönderir. Bütün bu olup bitenlerden haberdar olan imparator Efridun, Ömer en-Nu'man'la kurduğu bu yapmacık dostluk sayesinde Hardub'tan öç almak istemektedir. Gerçeği öğrenen Şarkan ordunun yanına gelir ve askerlerine geri dönüş emri verir. Ebrize de üç gün sonra Şarkan'ı takib edip onunla evlenmek üzere Bağdat'a gideceğine dair söz verir.
Şarkan ülkesine geri dönmek üzere yüz kişilik bir süvari gurubunun başında ilerlerken yolda, yine yüz kişilik bir Hıristiyan şövalye gurubunun baskınına uğrar. Özellikle Şarkan, Hıristiyan şövalye gurubunun lideri ile kıyasıya döğüşür, ancak tam rakibini öldüreceği sırada bunun, kız arkadaşlarıyla birlikte erkek kılığına girip döğüşmek için gelen Ebrize'den başka kimse olmadığını görür. İki ordu birlikte Bağdat'a döner.
Bağdat'ta Ömer, gelenleri sıcak bir şekilde karşılar. Ebrize, yağmalanmış gemiden ele geçirilen ve tehlikelere karşı korunması için babası tarafından kendisine hediye edilmiş olan sihirli üç mücevheri krala sunar. Kral en değerli mücevheri oğlu Şarkan'a verdikten sonra, diğer ikisini de Dav'ülmekan ve Nüzhetüzzaman'a verir. Şarkan bu arada bir erkek kardeşinin dünyaya gelmiş olduğunu da öğrenmiş olur.
Ebrize ile Şarkan arasındaki gönül ilişkisi sürerken Hükümdar Ömer de Ebrize'yi elde etmek istemektedir. Ebrize'den olumlu cevap alamayan kral, bir gece onu sarhoş edip arzusunu gerçekleştirir. Bunun üzerine Ebrize babasının yanına dönmek üzere, hizmetçisi Mercane ile birlikte saraydan kaçar. Ancak kendi ülkesine yaklaştığı bir sırada, Ömer'in görevlendirdiği zenci bir köle tarafından yakalanır ve öldürülür. Ölümünden önce de bir çocuğu dünyaya gelir. Bu arada bir seferde bulunan Şarkan, döndüğünde Ebrize'nin saraydan kaçtığını öğrenir ve üzülür. Ayrıca babasının diğer kardeşlerine gösterdiği ilgiden de gün geçtikçe rahatsız olur. Şarkan'ın üzüntüden zayıfladığını gören babası, onu Dımaşk'a vali olarak tayin eder.
Kızı Ebrize ve bebeğinin başından geçenlerden Mercane tarafından haberdar edilen Hardub, kızının öldürülmesine oldukça kızar ve müslümanlardan öç almaya karar verir. Zatü'd-Devahi (=felaketler anası) adında, kurnaz planlarıyla ünlü Rum bir kadın, bu öç alma işinde ona yardımcı olur.
Ömer en-Nu'man ve Rum asıllı karısı Safiyye'nin çocukları Dav'ulmekan ve Nüzhetüzzaman, anne-babalarınn muhalefetine rağmen hac için Mekke yolculuğuna çıkmışken yolda bir bedevi Nüzhetüzzaman'ı kaçırır ve sonunda vali Şarkan'a satar. Şarkan ile Nüzhetüzzaman birbirlerinin baba-bir kardeşi olduklarını taşıdıkları mücevherden anlarlar. Burada Nüzhetüzzaman sarayın baş mabeyncisiyle evlendirilir. Daha sonra Bağdat'ta Ömer'in sarayına gitmeye karar verirler ve oldukça görkemli bir kervan eşliğinde yola çıkarlar.
Nüzhetüzzaman Bağdat yolunda uzun süredir ayrı kaldığı kardeşi Dav'ulmekan'la buluşur. Beraberce yola devam ederken bir ordunun başında Dımaşk'a doğru gitmekte olan vezir Dendan'la karşılaşırlar. Vezir Dendan onlara, babaları kral Ömer'in Rum asıllı Zatu'd-Devahi tarafından zehirlenerek öldürüldüğünü ve Bizanslı Safiyye'nin de kaçırıldığını bildirir.
Ömer en-Nu'man'ın öldürülmesi karşısında Şarkan ve Dav'ulmekan Bizanslılara karşı savaş ilan ederler. Ülkeyi aralarında paylaşan kardeşler, ülkenin her tarafından topladıkları askerlerle kuvvetli bir ordu hazırlarlar. Dav'ulmekan ordunun başkumandanlığını yürütürken, Şarkan sağ kanadın, başmabeynci enişteleri de sol kanadın komutanlığını üstlenir.
Araplar dört yıl boyunca İstanbul'u kuşatırlar. Şarkan ve Efridun'un ölümlerinden sonra şevkleri kırılan Arap ordusu, memleketlerine dönmek üzere komutanlarından izin isterler. Vezir Dendan, Dav'ulmekan'a geri çekilmesini ve yeni bir akın için hazırlık yapmasını önerir. Henüz dünyaya gelmiş olan çocuğunu görmek isteyen kral da vezirin tavsiyesini kabul ederek, kuşatmayı kaldırır ve ordu geri döner.
Bağdat'a döndükten kısa bir süre sonra Dav'ulmekan ölür ve yerine vasiyetine binaen oğlu Kanmekan geçer. Kanmekan, henüz yeterli yaşta olmadığı için devlet yönetiminde inisiyatif yine Dav'ulmekan'ın vasiyeti doğrultusunda başmabeyncinin/Sasani hacibin elindedir. Ancak bu durum, hacibin tüm yetkileri elde etmesiyle birlikte, Kanmekan'ın aleyhine döner ve Kanmekan tek başına Bağdat'tan ayrılmak zorunda kalır. Issız çöllerden sonra Fırat kıyısına varır. Fırat suyundan abdest alıp namazını kılar. Memleketi iç ve dış düşmanlardan kurtarıp birliği sağlamanın kendisine düştüğünün bilinciyle, bu arzusunu gerçekleştirmede yardımcı olması için Allah'a dua eder. Bir müddet sonra Sasani hacibe karşı kendisini meşru kral olarak tanıyıp yardıma gelmiş olan İslam ordusuyla karşılaşır. Kendisinden önce Bağdat'tan ayrılmış olan Vezir Dendan'ın da bu orduda yer almış olması onu oldukça sevindirir. Birlikte istişare edip, amaçlarına ulaşmak için her şeyden önce Bizans engelinin ortadan kaldırılmasına karar verirler ve sefere çıkarlar. Ancak kendilerinden sayıca üstün olan Bizans ordusuna mağlup olurlar. Kanmekan ve vezir Dendan, Bizans'a esir düşer.
Bizans askerleri tarafından esir alınan Kanmekan ve Dendan, imparator Rumzan'ın huzuruna getirilir. Rumzan aslında Ebrize'nin oğludur ve annesinin yolda öldürülmesinden sonra Mercane tarafından Bizans'a getirilmiştir. İmparator cellada esirlerin kafalarını uçurmasını emreder. Tam bu sırada hizmetçi Mercane devreye girer. Kellesini uçurmak istediği Kanmekan'ın aslında kardeşi Dav'ulmekan'ın oğlu olduğunu belirtir. İmparatorun şaşkın bakışları arasında Mercane, bütün olup bitenleri anlatır. Kanmekan'ın göğsündeki sihirli mücevherin kendi göğsündekiyle aynı olduğunu farkeden Rumzan'ın artık hiçbir şüphesi kalmaz. Zincirler çözülür ve Rumzan'la Kanmekan hasretle kucaklaşırlar. Rumzan hemen orada müslümanlığını ilan eder. Ardından ordularını hazırlayarak Sasani hacibin üzerine gider ve onun hakimiyetine son vererek Kanmekan'ı tahta çıkartır. Sonunda müslümanlarla Bizanslıların toprakları birleştirilir. Vezir Dendan'ın tavsiyesi üzerine Rumzan ve Kanmekan İslam devletini birlikte yönetmeye karar verirler. Bu karar her tarafa duyurulur. Kurbanlar kesilir; ziyafetler verilir ve şenlikler düzenlenir. Bu arada Rumzan daha önce tek başına yönettiği halka tellallar göndererek, bundan böyle halkın dininin İslam olacağını "ama isteyen kimsenin -yanlış da olsa kendi dinine bağlı kalmakta özgür olduğunu" duyurur. Bunun üzerine aynı günde binlerce kişi gönüllü olarak İslamiyet'i kabul eder.
Antere Kıssası (Siretü 'Antere)
Arap kahramanlık hikayelerinin en güzel örneklerinden biri kabul edilen ve lslam öncesinden başlamak üzere, Arap tarihinin beş asırdan fazla bir kısmını içine alan Antere kıssasındaki birçok devlet, toplum, şahıs ve farklı coğrafyalar arasında, doğal olarak Bizans'a da yer verilmiştir. Kıssanın muhtelif metinleri içerisinde es-Siretü'l-Hicaziyye diye adlandırılan metin en hacimlisi olup, otuz iki cüz (Kahire 1306-1311), 154 cüz (Beyrut 1869-1871) ve altı cilt (Beyrut 1883-1885) halinde yapılan baskıları bulunmaktadır. Hikayenin Basralı meşhur dil ve edebiyat alimi Asmai (ö. 216/831) tarafından derlendiği, ancak Vl/XII. yüzyıla kadar yeni unsurların ilave edildiği anlaşılmaktadır.
Hikaye, adını muallakat şairi Antere b. Şeddad b. Amr el-'Absi'den (ö. 614?) almaktadır. Necid'de oturan Abs kabilesine mensup Antere, Zebibe adlı siyah bir cariyeden dünyaya geldiği için dönemin anlayışına göre köle sayılmakta, bu durum küçük yaştan beri sevdiği amcasının kızı Able ile evlenmesinde bir engel olarak görülmekteydi. Kölelikten kurtulabilmek için üstün kahramanlıklar gösteren Antere, bir defasında Abs kabilesine baskın yapıp, Able dahil birçok kişiyi esir alan Arap kabilelerine karşı yiğitçe döğüşerek, gasbedilen herşeyi geri almayı başarmış ve hürriyetine kavuşmuştu. Gösterdiği yiğitliğe rağmen sevgilisi Able'ye kavuşmasına müsaade edilmediği veya birçok güçlüğe katlandıktan sonra onunla evlenebildiğine dair farklı rivayetler bulunmaktadır. Aynı zamanda şair olan Antere, Abs kabilesinin meşhur bir yiğidi olarak Beni Zübyan'a karşı yapılan Dahis ve Gabra savaşında büyük kahramanlıklar göstermiş ve kendisini muallakat şairleri arasına sokan şiirini, bir rivayete göre bu savaştan sonra yazmıştır. Antere, ilerlemiş yaşına rağmen katıldığı, Tay kabilesine karşı yapılan savaşta öldürülmüştür.
Antere'nin gerçek hayatından bazı unsurların destanımsı bir şekilde anlatımını da içeren kıssa, Kral Züheyr'in Abs kabilesini yönettiği dönemde, kabilenin önde gelen kahramanlarından Şeddad'ın, bir savaş sırasında, Sudan melikinin kızı olduğu sonradan anlaşılacak olan Zebibe'yi esir alışı ve daha sonra gerçekleşen evliliklerinden Antere'nin dünyaya gelmesiyle başlamaktadır. Bebekliğinde kundağı parçalayan, iki yaşında çadırı yıkan, dört yaşında iken bir köpeği, dokuz yaşında iken bir kurdu, genç bir çobanken de bir arslanı öldüren Antere, köle statüsünden kurtulup Able ile evlenebilmek için çok zor ve tehlikeli birçok maceraya girişmek zorunda kalır. Kabile üyelerinden bazılarıyla olduğu gibi, kabile dışından en ünlü cengaverlerle döğüşür ve onları dize getirerek barış istemek zorunda bırakır. Bir kısmıyla arkadaşlık da kurar. Bu arada şiirdeki yeteneğini de gösterir ve düzenlenen bir yarışmada diğer muallakat şairlerini devre dışı bırakarak, kendi şiirini Kabe'ye asmaya muvaffak olur. Mekke'den kalkıp yahudilerin yaşadığı Hayber'e gider ve yahudilere zor anlar yaşatır.
Arap yarımadası dışına çıkarak Irak, Suriye, Iran, Kuzey Afrika ve ispanya kralları ve vezirleriyle tanışan Antere'nin kahramanlıkları, bu ülkelerde de devam eder. Able'yi alabilmesi için şart koşulan ve sadece Hire kralı Münzir tarafından yetiştirilen iyi cins develeri elde edebilmek için Irak topraklarına giden Antere, daha sonra Bizanslı ünlü kahraman Badramüt'a karşı savaşmak üzere lran'a çağrılır. Bütün bu aşamalarda Münzir, Nu'man, Esved gibi Hire kralları ve özellikle vezir Amr b. Bukayle ile, Iran şahlarından Husrev Enuşirvan, Hudavend ve diğerleriyle tanışır. Suriye'de kral Haris el-Vehhab'ı mağlup ettikten sonra onun dostu haline gelen Antere, kralın ölümünden sonra prenses Halime'nin ricası üzerine, henüz küçük yaştaki taht varisi Amr b. Haris'in muhafızı olarak bir nevi Suriye krallığını da yürütür. Burada Franklarla karşılaşır. Frankların bazen düşmanı, bazen de İranlılara karşı yakın bir müttefiki olur. Bu dönemde Suriye, Bizans hakimiyeti altında olduğundan Antere'nin hıristiyanlara verdiği hizmet, imparatorluk merkezinde olumlu yankılar uyandırır. Antere lstanbul'a davet edilir, görkemli törenlerle karşılanır ve itina ile ağırlanır. Bu gelişmelerden rahatsız olan Frank kralı Leyleman, Bizans imparatorundan Antere'yi tutuklatıp kendisine teslim etmesini ister. Frank kralının bu isteği Bizans başkentinde tepkiyle karşılanır ve Antere, imparatorun oğlu Herakleios'la birlikte Bizans ordusunun başında Frankların üzerine gider. Frank krallığını Bizans'a bağlamayı başaran Antere, buradan lspanya'ya geçerek kral Santiago'yu mağlup eder. Bununla yetinmeyerek Kuzey Afrika'ya gider ve Fas'tan Mısır' a kadar bütün bölgeleri fetheder.
Bütün seferleri ilgiyle takip edilen Antere'nin, Avrupa ve Kuzey Afrika'da Bizans adına elde ettiği başarılar, ülkede dilden dile dolaşır. Fetihlerin ardından muzaffer bir komutan olarak lstanbul'a dönen Antere, görkemli törenlerle karşılanır ve kendisini kahramanlığını yansıtacak şekilde atını mahmuzlamış haliyle gösteren güzel bir heykeli dikilir. Bizans'a gelirken kendisine eşlik eden iki kardeşinin heykelleri de her iki tarafında yer alır. Antere ölümünden kısa bir süre önce Roma'ya gelir. Burada Roma krallığını tehdit eden Bohemund'u ortadan kaldırır. Daha sonra Sudanlılara karşı giriştiği bir intikam seferi dolayısıyla Afrika'da ülke ülke dolaşan Antere, sonunda Habeşistan' a kadar gelir. Habeş kralının (Necaşi), annesi Zebibe'nin dedesi olduğunu öğrenir. Antere bundan sonra da Hind-Sind ve hıristiyan kral Leyleman'ın ülkesi başta olmak üzere, birçok yerde zaferler elde eder. Sonunda ötedenberi mücadele ettiği Vizr b. Cabir' in zehirli okunun etkisiyle ölür. Ancak hasmı da kendisinden önce can vermiştir.
Able ile evliliğinden hiç çocuğu olmayan Antere'nin, yaptığı gizli evliliklerden birçok çocuğu dünyaya gelir. Bunlar arasında Roma kralının kızından doğan Gadanfer ile Frank asıllı bir prensesten doğan Cufran adlı iki hıristiyan oğlu da yer almaktadır. Antere'nin ölümüyle oldukça sarsılan çocukları, onun intikamını almaya karar verirler. Gadanfer ve Cufran Avrupa'ya dönerken, Abs kabilesi lslamiyet'i kabul ederek müslüman olur.
Antere Kıssası'nda Hz. İbrahim, Hz. Muhammed ve Hz. Ali'ye dair bazı rivayetlere yer verildiği gibi, Cahiliyye'den İslam dönemine geçileceği bir sırada sergilediği erdemli yaşayışıyla Antere, İslamiyet'in gelişini hazırlayan bir kahraman kişiliğine büründürülmekte ve İslam döneminde gerçekleşen fetihlerin adeta bir sembolü haline getirilmektedir. Kıssanın kahramanı Antere İranlılara karşı Araplara, Bizanslılara karşı İranlılara veya İranlılara karşı Bizanslılara, Franklara karşı Bizanslılara, Hintlilere karşı İranlılar ve Araplara, Sudanlı ve Habeşlilere karşı Araplara yardımcı olmakta ve onların yanında savaşmaktadır.
Digenis Akritas Destanı
İslam-Bizans ilişkilerinin Bizans edebiyatındaki yansımasının başlıca örneğini teşkil eden Digenis Akritas destanı, kuşaktan kuşağa aktarılan sözlü anlatımların, muhtemelen XII. yüzyılda yazıya geçirilmiş şekli olup yaklaşık 3.000 mısradan oluşmaktadır. Destanın ortaya çıkış tarihi hakkında farklı görüşler ileri sürülmektedir. Destanda başkahraman Digenis Akritas'ın Araplarla savaştığına dair herhangi bir ifade bulunmadığına, dolayısıyla onlara karşı gerçek bir düşmanlık gösterilmediğine dikkat çeken H. Gregoire ve V. Christides, bu durumdan hareketle destanın, müslümanlara dostça tavır takınan Pavlikianlar arasında ve özellikle daha ılımlı politika izleyen imparatorların yaşadığı X. yüzyılda ortaya çıktığı görüşündedirler. Bundan başka Christides, destanda bir Arap emirinin akınlarından övgüyle bahsedildiğini dikkate alarak, destanın oluşumunda bir Arap kaynağından yararlanılmış olabileceğini düşünmektedir. Yine aynı araştırmacıya göre Digenis Akritas destanı, VII ve. VIII. yüzyıllarda İslam toplumunda ortaya çıkan Kral Ömer en-Nu'man masalının birtakım ekleme ve değişikliklerle Bizans'a geçmiş ve bu kültüre mahsus bir şekil kazanmış halidir.
Bizanslıların milli destanı durumundaki Digenis Akritas'ın ana muhtevası şöyledir: Suriye'de yaşamakta olan çok akıllı, bilge, yakışıklı ve cesur bir Arap emirinin Türk, Deylemli ve Araplardan oluşan bir ordusu vardır. Ordusuyla birlikte Bizans'ın Kapadokya bölgesine bir akın düzenleyen emir, general/prens Andronikos'un evini yağmalayarak generalle oğullarının yokluğundan istifadeyle kızı lrene'yi kaçırır. Ailenin delikanlıları eve döndüklerinde, kızkardeşlerinin kaçırıldığını, emirin askerlerinden kaçmayı başaran anneleri Anna'dan öğrenirler. Anna, çocuklarını emirin üzerine gönderir ve kızkardeşlerini geri almadan eve dönmemelerini ister. Bu arada emirin askerleri tarafından başka kızlar da kaçırılmıştır.
Arap askerleri tarafından öldürülen birçok hıristiyan kadının cesetleri arasında kızkardeşlerini arayan delikanlılar, onu emirin çadırında bulurlar. Bu arada emirle de karşılaşınca, kardeşlerin en küçüğü emirle döğüşür ve onu mağlup eder. Emir, generalin kızına karşı derin bir sevgi duyduğunu itiraf eder ve onunla evlenebilmek için din değiştirerek hıristiyan olmayı bile düşündüğünü belirtir. Kendisinin aslında Krisoherpes adlı bir baba ve Spathia adlı bir anneden doğduğunu, dedesinin Amr olduğunu, babasını küçük yaşta kaybedince amca ve halaları tarafından müslüman olarak yetiştirildiğini söyler. Emirin teklifi, kızın kardeşleri tarafından memnunlukla karşılanır. Her iki taraf karşılıklı olarak ne kadar asil ailelerden geldiklerini ve üstünlüklerini dile getiren konuşmalar yaparlar. Emir, onlarla birlikte Bizans'a döner, vaftiz olur ve yapılan görkemli bir düğünle generalin kızıyla evlenir. Bu evlilikten Digenis Basileos Akritas adlı bir erkek çocuk dünyaya gelir.
Aradan bir müddet geçtikten sonra emir, Suriye'de kalan annesinden bir mektup alır. Mektupta annesi kendisine, babasının ve amcasının Bizanslılara karşı sergilediği kahramanlıkları sıralamakta, bunun yanında memleketini, dinini ve ailesini terkettiği için ona sitem etmektedir. emirin mektup üzerine annesini görmeye gitmek istediğini öğrenen kayınbiraderleri, emirin gizli olarak Araplarla ilişkide bulunduğu ve kendilerine ihanet içerisinde olduğu yolunda derin şüpheler duyarlar. Ancak daha sonra emirin masum olduğunu anlarlar ve annesini görmek üzere memleketine gitmesine müsade ederler.
Annesini görmek için Rahab'a (Urfa) gitmek üzere yola çıkan emir, yol arkadaşlarına o güne kadar gerçekleştirmiş olduğu bazı kahramanlıklarından bahseder. Yolda da bir arslanı öldürür. Rahab'a ulaştıklarında annesi emire, yeniden müslümanlığa dönmesi için ısrar eder, fakat muvaffak olamaz. Dahası bütün konuşma ve tartışmalardan sonra emirin annesi ile birlikte birçok müslüman din değiştirerek Hıristiyanlığı kabul ederler. Bundan sonra hep birlikte Bizans'a giderler ve burada Bizanslılar tarafından büyük bir sevinç ve coşku ile karşılanırlar.
Destanın bundan sonraki kısmında olayların kahramanı olarak emirin yerini, oğlu Digenis almaktadır. Çocukluğunda kılıç kullanıp güreş tutabilen Digenis, daha oniki yaşında iken vahşi hayvanları öldürebilmekte, olgunluk çağına geldiğinde ise yağmacı ve zorbalara karşı savaşıp hiç bir zaman yenilmez sanılan elebaşılarını ele geçirmektedir.
Bir gün ava çıktığı sırada Digenis'in yolu, oldukça lüks bir köşke düşer. Burası general Dukas'a aittir ve generalin Eudokia adlı bir kızı bulunmaktadır. İki genç biribirine aşık olurlar, fakat kız babasının muhalefetiyle karşılaşırlar. Kız, Digenis'e yüzüğünü gönderir ve o gece buluşmaya karar verirler. Buluştuklarında Digenis sevgilisini, ailesini terketmeye ve kendisiyle birlikte kaçmaya ikna eder. Kızın kardeşleri askerlerle birlikte Digenis'in peşine düşerler ve aralarında şiddetli bir çatışma meydana gelir. Digenis sevgilisinin kardeşlerine dokunmaksızın büyük kahramanlık göstererek askerleri bozguna uğratır. Sonunda generalin çocukları Digenis'in isteğini kabul ederler ve generalin de rızası üzerine bir müddet sonra iki sevgili görkemli bir düğünle evlenirler.
Bir defasında Digenis, genç bir Bizanslının yolunu kesip canına kıymak isteyen Mousour (Mansur?) adındaki eşkiyayla çarpışıp onu öldürür. Sonra kurtardığı Bizanslı'nın kimliğini öğrenir. Bizanslı genç, aslında bir müslümanın yanına esir düşmüştür. Bu arada ailenin kızı ile evlenmiş ve bir gün hanımının yardımıyla kaçmayı ve onu da yanına almayı başarmıştır. Ancak bütün iyiliklerine rağmen kadını çölde terkedip yalnız bırakmıştır. Durumu öğrenen Digenis kadını bulur ve onu yüz kişiden fazla bir Arap gurubuna karşı savunup kurtarır. Fakat onunla sonradan büyük pişmanlık duyacağı bir ilişkide bulunur. Daha sonra kadını çölde terketmiş olan kocasına baskı yaparak, tekrar hanımına dönmesini sağlar.
Birgün Digenis hanımını da yanına alarak güzel bir çimenlikte gezintiye çıkar. Burada Digenis, hanımını taciz etmek isteyen ve "istediğinde yakışıklı bir delikanlı oluveren" bir ejderhayı öldürür. Ardından üç meşhur haydutu püskürtür. Digenis'in elinden kurtulmayı başaran haydutlar, Amazon Maximo'dan yardım isterler. Maximo yardım etmeyi kabul eder ve başmuhafızı eşliğinde yüz yiğit askeriyle birlikte yardıma gider. Maximo'yu takib eden Digenis, önlerine çıkan nehri geçmesi için Maximo'yu beklemez. Nehire dalar, taşmak üzere olan nehirde atını adeta yüzdürerek nehri geçmeyi başarır.
Digenis ansızın gerçekleştirdiği bir atakla Maximo'nun atını öldürür. Maximo başına gelenlerden ürkmüş bir halde Digenis'ten eman diler. Digenis ona acır ve hayatını bağışlar. Sonra haydutların peşine düşer ve çok kısa bir süre içinde Maximo püskürtülmüş olur. Ancak bir müddet sonra Digenis'le Maximo arasında o zamana kadar görülmemiş bir çatışma yaşanır. Maximo'nun görünüşü müthiştir ve kahramanca döğüşür, fakat sonunda yenilir. Digenis ona tekrar acır ve öldürmekten vazgeçer. Bununla beraber sonradan onunla cinsel ilişkiye girer. Ancak bu yaptığından o derece utanç duyar ki, onu öldürmekte tereddüt etmez.
Fırat nehri kenarındaki bir köşkte yaşamakta olan Digenis'in yaptığı hayırlı hizmetler ve imparatorluğun barış ve huzuru için sarfettiği gayretler ilgiyle takib edilir ve Digenis'in ünü, her tarafa yayılır. Bizans imparatoru, prensler ve valiler ona sürekli hediyeler gönderirler. Bizanslılar, Araplar, İranlılar ve Tarsus halkından hiç kimse onun bilgisi dışında hareket etmez. Bu arada Digenis babasının hastalandığını öğrenir. Hemen Kapadokya'ya doğru yola çıkar, fakat oraya vardığında artık vaktin çok geç olduğunu görür. Çünkü babasını çoktan kaybetmiştir. Digenis, babasının ölümünden sonra dul kalan annesini de yanına alarak tekrar Fırat kenarına döner. Beş yıl sonra da annesi vefat eder.
Bir gün Digenis, Amidalı (Diyarbakır) akrabalarıyla birlikte ava çıkar. Daha sonra aldığı duş sonucu rahatsızlanır ve yatağa düşer. Dönemin en ünlü doktorları tedavisiyle ilgilendiği halde, Digenis'in hastalığı gün geçtikçe artar. Ölümün çok yakın olduğunu farkeden Digenis, hanımı Eudokia'yı yanına çağırarak başından geçenleri ve yaptığı kahramanlıkları anlatmaya başlar. Bütün bu yiğitlikleri onun aşkı uğruna yaptığını söyler. Son nefesini vermeden önce, kendisinden sonra başka bir erkekle evlenmesini tavsiye eder. Oldukça üzülen ve duygulanan hanımı, odasına çekilip saatlerce ağlar ve kendisini yalnız bırakmaması için Tanrı'ya dua eder. Duyduğu derin acılardan dolayı çok geçmeden o da hayata veda eder. Digenis ve Eudokia'nin cenazeleri Trosis tepesinde toprağa verilir ve üzerine erguvani mermerlerden büyük bir türbe inşa edilir. Dönemin kralları ve prensleri gelip türbeye çelenk koyarlar ve ziyaret ederler. Destan, düşmanlara karşı güç ve kuvvet vermesi ve Digenis ile hanımını azaptan koruması için Baba, Oğul ve Kutsal Ruh üçlüsüne yapılan dua ile sona erer.
Görüldüğü gibi İslam toplumunda veya Bizans'ta ortaya çıkan destan, masal ve hikayelerden bir kısmı ya tamamen İslam-Bizans ilişkilerini konu edinmekte, ya da çerçeve konu farklı olmakla birlikte, ikinci ve üçüncü çerçeve içinde bu unsurlara yer vermektedir. Her iki taraf kendi kahramanını ön plana çıkararak adeta olağanüstü güçlerle donatılmış olarak göstermekte, karşı tarafa yüklediği kuvvetlilik tasviri, yine ona galip gelecek olan kendi kahramanının yiğitliğini anlatmak için kullanılmaktadır.
Destan ve hikayelerde dini motiflere ağırlık verilmekte, genellikle kahramanlar dini amaçlarla çarpışmaktadır. Her bir tarafın arzusu karşı tarafa boyun eğdirmek ve kendisinin inandığı "hak din"e girmesini sağlamaktır. Bu sebeple toplumun her kesiminden ferdi olduğu gibi topluca gönüllü veya zor kullanılarak din değiştirmeler de görülmektedir.
Bazen karşı tarafın zayıf unsurları elde edilerek iç karışıklıklara sebebiyet verildiği gibi, yaşanan iç karışıklıklardan istifadeyle saldırılar da düzenlenmektedir. İslam toplumunda ortaya çıkan hikayelerde özellikle İstanbul kuşatmalarının merkeze alındığı ve zorlukların vurgulandığı görülmektedir. Ayrıca, hemen her zaman iki toplumu birbirine düşüren veya kışkırtıcı faaliyetler yapan kötü tiplere de rastlanmaktadır.
Müslümanlarla Bizanslılar genellikle birbirlerinin düşmanı olarak kendi aralarında savaşmakla birlikte, dostça münasebetler de gerçekleşmektedir. İmparatorlar ve halifeler birbirlerine elçiler gönderip yazışmakta ve hediyeleşmektedirler. Birçok defa üçüncü bir düşman unsuruna karşı birbirlerinden yardım istemekte ve birlikte hareket etmektedirler. Böylece ya bir iç ayaklanma bastırılmakta veya bir diğer ülkenin saldırıları geri püskürtülmektedir. Bizanslılarla müslümanlar arasında kız kaçırma veya normal yollarla evlilikler gerçekleştirilmekte, her iki toplumda karşı tarafa mensup dini ve etnik unsurlar yaşamaktadır.
Destan ve hikayelerde hayal ürünü varlıklara, şahıs ve coğrafyalara çoğu defa yer verilmekle birlikte, bazı kahramanlar ve diğer şahsiyetler ile coğrafya isimlerinin gerçek hayattan seçildiği görülmektedir. Böylece dönemin ileri gelen devletleri, ünü çağları aşan şahsiyetler, her iki toplumda hakim olan örf, adet ve anlayışlar, bazı kültür unsurları, tarafların birbirine bakışı gibi hususlarda dikkate değer ipuçları yakalamak mümkün olmaktadır.
Casim Avcı’nın İslam Bizans İlişkileri Adlı Kitabından Alıntılanmıştır.