HÂL:
Durum, vaziyet, tavır. Tasavvuf yolunda bulunan
kimsenin kalbine gelen sevinç, hüzün, darlık, genişlik, arzu ve korku gibi
mânâlar. Bunlar kulun gayreti ve çalışması olmadan kalbe gelir. Bu yönden makam
ile arasında fark vardır. Makam, tasavvuf yolunda bulunan kimsenin çalışmakla
kazandığı mânevî derecedir.
Hâller ve vecdler (kendinden geçmeler), matlûbun
yâni ele geçirilmek istenilenin başlangıçlarıdır. Maksat değildir. (İmâm-ı Rabbânî)
En güzel
hâl; şerîate (dînimizin emir ve yasaklarına) uymaktır. (İmâm-ı Rabbânî)
Tasavvuf yolunda ilerleyenlerin bilgileri hâl ile
kavuşulan bilgilerdir. Hâller de amellerden hâsıl olur. Amelleri dürüst, doğru
olan ve ibâdetleri hakkı ile yapan kimselerde hâller hâsıl olur. Bu hâller birçok
şeyleri öğrenmelerine sebeb olur. (İmâm-ı
Rabbânî)
Hâl Ehli:
Hâli
tavrı güzel olan gönül sâhibi kişi. Velî zat.
Almayı,
vermekten daha tatlı gören hal ehli olamaz. (Ebû
Medyen Mağribî)
HALÂL (Helâl):
Yasak edilmiş olmayan, yâhut yasak edilmiş ise de,
İslâmiyet'in özr, mâni ve mecbûriyet saydığı sebeblerden birisi ile yasaklığı
kaldırılmış olan şeyler.
Allahü
teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
Ey
mü'minler! Allahü teâlânın size helâl ettiği tayyib yâni güzel şeyleri kendinize
haram etmeyiniz! Helâllere haram demeyiniz! Allahü teâlâ helâl ettiği şeylere
haram diyenleri sevmez. (Mâide
sûresi: 87)
Duânın
kabûl olması için helâl lokma yiyin. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ıSeâdet)
Bir kimse, hiç haram karıştırmadan, kırk gün helâl
yerse, Allahü teâlâ, onun kalbini nûr ile doldurur. Kalbine, nehirler gibi
hikmet (faydalı ilim) akıtır.
Dünyâ muhabbetini, kalbinden giderir. (Hadîs-i şerîf-Kimyây-ı Seâdet)
Allahü teâlâ, peygamberlerine emrettiğini, mü'minlere de emretti ve buyurdu ki: "Ey peygamberlerim! Helâl yiyiniz ve sâlih (iyi) işler yapınız!" (Mü'minûn sûresi: 51)
Mü'minlere de emretti ki; "Ey îmân edenler! Sizlere verdiğim
rızıklardan helâl olanları yiyiniz." (Bekara sûresi: 172) (Hadîs-i şerîf-Câmi-ul-Usûl,
Mişkât, Müslim)
Allahü teâlâya itâat etmek, bir hazîneye benzer. Bu
hazînenin anahtarı duâ, anahtarının dişleri de helâl lokmadır. (Yahyâ bin Muâz)
Haram yiyenlerin yedi âzâsı, istese de istemese de günâh
işler. Helâl yiyenlerin her âzâsı ibâdet eder. Hayır işlemesi kolay ve tatlı gelir.
(Sehl bin AbdullahTüsterî)
Bizim yolumuzda el, helâl kârda (işte); gönül ise
hakîki yârdadır (Allahü teâlâdadır). (Ubeydullah-ı
Ahrâr)
Her gün helâlinden alış-veriş yapmam, geceleri
ibâdet, gündüzleri oruçla geçirmemden bana daha sevimlidir. (Muâviye bin Kurre)
Halâl Lokma:
Haram
olmayan, dinde yenilmesi yasak edilmeyen yiyecek.
Helâl lokma yemeyen kimse, Allahü teâlâya itâat
etme gücünü kendisinde bulamaz. Helâl lokma yiyen kimse de Allahü teâlâya
isyankâr olmaz. (Ali Râmitenî)
HALEF-İ MÜTTEKÎN
HALEF-İ SÂDIKÎN:
Selef-i sâlihînden yâni Eshâb-ı kirâm, Tâbiîn ve
Tebe-i tâbiînden sonra gelen Ehl-i sünnet âlimleri.
Halef-i sâdıkîn, îmân (inanç) ve amel bilgilerinde
ve kalb bilgilerinde, hep Selef-i sâlihîne (Hicrî ilk iki asırda yaşayan müslümanlara)
tâbi olmuşlar, bunların yolundan hiç ayrılmamışlardır. (İbn-i Asâkir)
HÂLET-İ NEZ':
Ölürken
rûhun çıkacağı an.
Allah'ım! Bizi ve dînimizi her türlü zarardan koru.
Hâlet-i nez'de îmânımızı alma. O anda şeytanı bize musallat etme. Bizi dünyâ ve
âhiret hayırları ile rızıklandır. Allah'ım! Sen her şeye kâdirsin. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
HALF ETMEK:
Yemin
etmek.
HÂLIK (El-Hâlık):
Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel
isimlerinden). Her şeyi taktîr ve tâyin eden, yaratan.
Allahü teâlâ
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
O öyle
Allah ki, Hâlıktır, Bâridir (yaratan var edendir), Musavvirdir
(bütün varlıklara şekil verendir), Esmâ-i hüsnâ (en güzel
isimler) O'nundur. Bütün göklerde ve yerde olanlar O'nu tesbîh eder. OAzîzdir
(her şeye gâlib ve her kemâle sâhibdir), Hakîmdir (hikmet sâhibidir). (Haşr sûresi: 24)
O'ndan
başka ilâh yoktur. Her şeyin hâlıkı ancak O'dur. (En'âm sûresi: 102)
Pek ufak bir parçasını gördüğümüz bu kâinâtın
(evrenin) bir hâlıkı ve anlamağa aklımızın ermediği pek muazzam bir kudret
sâhibi vardır. Bu hâlıkın hiç değişmemesi ve sonsuz var olması lâzımdır. İşte
bu hâlık, Allahü teâlâdır. (Ahmed Âsım
Efendi)
Rahmân, Kuddûs, Müheymin ve Hâlık (yaratıcı) gibi
yalnız Allahü teâlâya mahsûs olan isimleri insanlara isim yapmak haramdır. (A. Nablüsî)
Gece yarısı bir miktar zaman el-Hâlık ism-i
şerîfini söyleyen kimsenin kalbi ve yüzü nûrlanır. (Yûsuf Nebhânî)
Hâlıkın dururken mahlûka tapma,
Şeytana uyup da yolundan sapma.
(Lâ Edrî)
HÂLİD BİN SİNÂN ABESÎ ALEYHİSSELÂM:
Îsâ aleyhisselâmdan sonra gönderilen
peygamberlerden. Îsâ aleyhisselâm ile son peygamber Muhammed aleyhisselâm
arasında geçen fetret devrinde, Aden beldesinde bulunan bir kavme gönderilmiştir.
Hâlid bin
Sinân Abesî aleyhisselâmın kavmine musallat olan ve bir mağaradan çıkan ateş,
uzak mesâfelere yayılıyor, ekinleri ve hayvanları yakıyor, sonra tekrar geri
çekiliyordu. İnsanlar âciz kalmıştı. Bu sırada Hâlid bin Sinân aleyhisselâm peygamber
olarak gönderildi. Hâlid bin Sinân aleyhisselâm, Allahü teâlânın izniyle
mağaradaki ateşi söndürdü. Sonra mağaraya girerek kendisinin üç günden önce
çağırılmamasını vasiyyet etti. Fakat kavmi ve çocukları şeytanın vesvesesine
kapılarak üç günden önce çağırdılar. Bu çağırma sebebiyle başında bir elem
(ağrı) olduğu hâlde mağaradan çıktı ve "Beni, kavmimi ve vasiyyetimi zâyi
ettiniz" buyurarak yakın zamanda vefât edeceğini bildirdi. Vefâtından
sonra cenâzesini defn etmelerini ve kabrini kırk gün gözetmelerini, kırk gün
sonra kuyruğu kesik bir merkebin de içinde bulunduğu bir sürü, kabrinin yanına
gelince kabrini açmalarını vasiyyet etti. Böyle yapıldığı zaman kabrinden çıkıp
kabir ehlini ve kabir hayâtını aynen kendilerine anlatacağını bildirdi. Belirtilen
işâret ortaya çıkınca, mü'minler Hâlid bin Sinân aleyhisselâmın kabrini açmak
üzere harekete geçtilerse de, çocukları; "Bize öldükten sonra kabirden
çıkan kimsenin çocukları derler" diyerek engel oldular. Böylece câhillikleri
büyük bir hıyânete sebeb oldu. Dolayısıyla babaları olan bir peygamberi ve onun
bu vasiyetini de yerine getirmediler.
Muhammed aleyhisselâm peygamber olarak
gönderildiğinde, Hâlid bin Sinân aleyhisselâmın kızı hayatta idi. Peygamber
efendimizin huzûruna kavuşmakla şereflendi. Peygamber efendimiz ridâsını
(hırkasını) sererek üzerine oturttu ve taltif buyurarak; "Merhabâ ey kavmi vücûdunun
zâyi (yok) olmasına sebeb olduğu peygamberin kızı!"
buyurdu. (İbn-ül-Esîr-Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)
HÂLİDİYYE:
Evliyânın büyüklerinden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî
hazretlerinin tasavvuftaki yolu. Nakşibendiyye yolunun bir kolu olan Hâlidiyye
yolu daha çok Anadolu, Irak ve Sûriye taraflarında yayılmıştır.
Hâlidiyye yolunun büyüğü olan Mevlânâ Hâlid-i
Bağdâdî hazretleri; "Bizim büyüklerimizin yolunda tasavvuf, İslâm dîninin
emirlerini yapmak içindir. Ama tasavvufu hakkıyla yapmak da herkesin işi
değildir. Bu yolun büyükleri kendilerine bağlı olanlardan gâfil
değildirler. Hangi şekilde olursa olsun bu büyüklere bağlılık büyük
nîmettir" buyurdu.
HALÎFE:
Birinin
yerine geçen.
1. Resûlullah efendimizin (sallallahü aleyhi ve
sellem) vekîlî ve yeryüzündeki bütün müslümanların reîsi (başı).
Allahü teâlâdan istedim ki, benden sonra Ali halîfe
olsun. Melekler dedi ki: "Yâ Muhammed! Allahü teâlânın dilediği olur.
Senden sonra halîfe, Ebû Bekr-i Sıddîk'tır. (Hadîs-i şerîf-Gunyet-üt-Tâlibîn)
Peygamber efendimiz, hazret-i Muâviye'ye; "Halîfe
olduğun zaman, yumuşak ol veya güzel idâre et!" buyurdu. (Hadîs-i şerîf-İzâlet-ül-Hafâ)
Peygamberlerin sonuncusu olan Muhammed Mustafâ'dan
sonra müslümanların halîfesi, müslümanların reîsi Ebû Bekr-i Sıddîk'tır. Ondan
sonra halîfe, Ömer-ül-Fârûk'tur. Ondan sonra Osmân-ı Zinnûreyn, ondan sonra Ali
bin Ebî Tâlib'dir (radıyallahü anhüm). Bu dördünün üstünlük sıraları, halîfelik
sıraları gibidir. (Ömer Nesefî)
2.
Bir
tasavvuf büyüğünün yetiştirip, hayâtında veya vefâtından sonra insanları
terbiye etmek ve talebe yetiştirmekle vazîfelendirdiği talebesi.
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin halîfelerinden Muhammed
Ma'sûm hazretleri şöyle buyurdu:
"Dünyâ hayâtı gâyet kısadır. Ebedî saâdete
kavuşmak, dünyâ hayâtına bağlıdır. Saâdetli kimse; bu kısa dünyâ hayâtındaki
fırsatı ganîmet bilip, âhirette kurtuluşa sebep olacak işleri yapan ve âhiret
azığını hazırlayandır." (Mektûbât-ı
Ma'sûmiyye)
Halîfe-i Âdile:
Halîfe olacağı, âyet-i kerîme ve hadîs-i şerîfin
işâreti ile anlaşılan halîfe. Hazret-i Ebû Bekr'in halîfeliği böyledir.
Halîfe-i Câbire:
Halîfeliği
kuvvet zoru ile ele geçiren.
Halîfe-i Râşide:
İnsanlara, İslâm dînini anlatma vazîfesini
Peygamber efendimiz gibi yapan ve âyet-i kerîmelerde veya hadîs-i şerîflerde
halîfe olacağı işâret olunan halîfe. Buna, Halîfe-i âdile de denir.
HALÎL:
Dost.
Kelime-i tevhîdi (Lâ ilâhe illallah Muhammedün
resûlullah sözünü) çok söyleyenlerde, Allahü teâlâya karşı fevkalâde sevgi hâsıl
olmaktadır. Artık o, Allahü teâlânın halîlidir. Her kim, nefsinin boş
arzularından sıyrılırsa, artık onda, Allahü teâlâdan başkasına bağlılığa yer
kalmaz. (İmâm-ı Süyûtî)
HALÎLULLAH:
Allahü
teâlânın dostu mânâsına İbrâhim aleyhisselâmın lakabı. Halîlürrahmân da denir.
İbrâhim aleyhisselâm Halîlullah'tır. Çünkü, bunun
kalbinde, Allah sevgisinden başka hiçbir mahlûkun (yaratılmışın) sevgisi yoktu.
(Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî)
Halîlullah İbrâhim aleyhisselâm, kendi kavmine,
Allah'tan başka şeylere tapınmanın yanlış olduğunu pek güzel bildirdi.
Müşrikliğe (Allah'a eş, ortak koşmağa) yol açacak kapıların
hepsini kapadı. (Ahmed Fârûkî)
İbrâhim Halîlullah, sevgili Peygamberimiz Muhammed
aleyhisselâmın ecdâdındandır, yâni Efendimizin mübarek, pak, temiz soyu ona
dayanır. (İbn-i Hişâm)
İbrâhim Halîlullah, Habîbullah'ın yâni Resûlullah
efendimizin ümmetinden olmayı temennî buyurmuştur. (İmâm-ı Rabbânî)
HALÎM (El-Halîm):
1. Allahü teâlânın Esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden).
Hep hilm sâhibi olan; günâh işleyenlerin, günâh işlemelerini ve emirlerine
muhâlefetlerini, karşı geldiklerini gördüğü hâlde gazablanmaya ve onları
cezâlandırmaya gücü yettiği hâlde, acele etmeyen. Allahü teâlâ kullarına cezâ
vermekte acele etmez fakat ihmâl de etmez.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyruldu ki: Bilin
ki, Allahü teâlâ
mağfiret edicidir
(bağışlayıcıdır), Halîm'dir. (Bekara sûresi: 235)
Peygamber efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem
sıkıntılı zamanlarında; "Azîm, Halîm olan Allah'tan başka ilâh
yoktur. Büyük arşın Rabbi olan Allah'tan başka ilâh yoktur."
buyururlardı. (İmâm-ı Müslim)
El-Halîm ism-i şerîfini okuyan denizde ise
boğulmaktan, bir vâsıtada ise helâk olmaktan kurtulur. (Yûsuf Nebhânî)
2. Yumuşak, sertlik göstermeyen,
kızmayan kimse. Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:
İbrâhim (aleyhisselâm) Allahü
teâlâdan çok korktuğu için çok âh ederdi. Halîm idi. (Tevbe sûresi: 114)
Allahü teâlâ halîm, iffetli kimseyi sever; çirkin şeyler konuşan,
ısrarla halktan bir şey isteyen kimseye gazab eder. (Hadîs-i şerîf-Taberânî)
Halîm kimse, gadaba sebeb olan şeyler karşısında kızmaz, heyecâna
gelmez. Korkak olan, kendine zarar verir. Gadablı kimse ise, hem kendine, hem
başkalarına zarar verir. (Hâdimî)
HÂLİS:
Saf, temiz, hîlesiz, katkısız. Menfaat düşüncesi karışmadan sırf Allah
için olan, riya ve gösteriş bulunmayan.
İbâdetin
kabûl olması için niyyetin hâlis olması lâzımdır. (Ali bin Emrullah)
Bir kimse başkalarının görmesi için ibâdet eder veya başkasının görmesi
de hoşuna giderse veya ibâdetinde başkasından bir karşılık beklerse, o kimse
hâlis olmaz. (M.Hâdimî)
Allah sevgisini hâlis olarak tadanı; bu sevgi, dünyâyı istemekten
alıkoyar ve bütün insanlardan uzaklaştırır. (Hazret-i
Ebû Bekr)
Ey nefs!
Hâlis ol ki kurtulasın! (Ma'rûf-i Kerhî)
HALK:
1.
Yaratmak, yoktan var etmek.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyuruyor ki:
Biz
insanı en güzel biçimde halk ettik. (Tîn sûresi: 4)
O (Allahü teâlâ), hanginizin daha güzel amel (ve hareket) edeceğini (hakkınızda) imtihan etmek için ölümü ve hayâtı halk edendir. (Mülk sûresi: 2)
Ey
insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden halk ettik. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi milletlere ve kabîlelere ayırdık... (Hucurât sûresi: 13)
Biz inanıyoruz ki, Allahü teâlâ sonsuz kudret (güç,
kuvvet) sâhibidir. Yedi kat yerleri ve gökleri halk etmesi ile bir karıncayı
halk etmesi O'na göre aynıdır. Allahü teâlânın halk etmesi mümkün olmayan hiçbir
şey yoktur. (Harputlu İshâk Efendi)
Allahü teâlâ her şeyi bir sebeb ile halk etmektedir.
Âdet-i İlâhiyyesi böyledir. (Muhammed
Hâdimî)
2.
Mahluk, yaratılmış, insan topluluğu.
Halkı
dara düşürmek, sıkıştırmak ve incitmek haramdır. (İmâm-ı Rabbânî)
Halk ile konuşmalar yumuşak Halka hizmet, zikr
(Allahü teâlâyı daha sevaptır). (İmâm-ı
Rabbânî)
ve tatlı olmalıdır. Hiç kimseye sertlik
göstermemelidir. anmak ile meşgul olmak)den efdâldir (daha fazîletlidir,
HALLÂK:
Yaratan,
her şeyi yoktan vâr eden Allahü teâlâ.
Allahü
teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:
Şübhesiz ki senin Rabbin (seni de onları da) Hallak'tır (yaratandır). (Senin de
onların da hâlini ve her şeyi) kemâliyle bilendir. (Hicr sûresi: 86)
Gökleri ve yeri yaratan (Allah) onlar gibisini yaratmağa kâdir değil midir? Elbette (kâdirdir
ve) hallâktır,
her şeyi hakkıyla bilendir. (Yâsîn
sûresi: 81)
Can alıcı melek geldiğinde, mâsûm (günâhsız)
kimseyi şefâat tâcını ve gömleğini giymiş, gözünün perdesi kalkmış görür. Ona;
"Yâ mâsûm! Hallâk-ı âlem sana selâm söyledi ve buyurdu ki: "Ben onu
yarattım, yine bana gelsin. Zîrâ o cân emânetini ben verdim, yine bana versin.
Onun karşılığında Cennet ve dîdâr (Allahü teâlânın cemâlini görmeyi)
vereyim." Eğer inanmazsan yüzünü çevirip göklerden tarafa bak
görürsün" derler. O mâsûm dahi bakıp melekleri ve Allahü teâlânın cemâlini
seyreder. (Kutbüddîn İznikî)
HALVET:
Yalnızlık,
yalnız olarak kalma.
1.
Yabancı bir kadınla yabancı bir erkeğin bir odada, kapalı bir yerde yalnız
kalmaları.
Bir erkek, yabancı bir kadın ile halvet ederse,
üçüncüleri şeytan olur. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)
Allah'a ve kıyâmet gününe inanan, yabancı bir
kadınla, yalnız kalıp halvet etmesin. (Hadîs-i şerîf-Zevâcir)
Halvet haramdır. Mescid gibi dışardan içerisi
görünen umûma açık yerlerde yalnız kalmak halvet olmaz. (İbn-i Âbidîn)
2.
Tasavvuf
yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek için belli bir müddet tenhâda kalma hali
yalnız kalmak.
Tasavvufta
halvet, vuslat (kavuşma) alâmetidir. (Ebü'l-Kâsım)
Halvet Der-Encümen:
Nakşibendiyye
yolunda on bir esastan biri. Halk içinde Hak ile (Allahü teâlâ ile) olmak.
Kur'ân-ı kerîmde meâlen; "Öyle adamlar vardır ki,
ticâretleri ve alışverişleri onları Allahü teâlâyı hatırlamaktan, anmaktan alıkoymaz."
(Nûr sûresi: 37) buyrulan âyet-i kerîme,
halvet der-encümen makâmına işârettir. (SeyyidAbdülhakîm
Arvâsî)
Yolumuzun esâsı halvet der-encümendir. (Behâeddîn-i Buhârî)
HALVETHÂNE:
Çilehâne. Tasavvuf yolunda olgunlaşmak ve ilerlemek
için belli bir müddet kendi hâlinde yalnız kalınan ve ibâdetle vakit geçirilen
yer.
HALVETİYYE:
Evliyânın
büyüklerinden Muhammed bin Nûr Halvetî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.
HAMD:
En üstün
şekilde senâ, övgü.
Kur'ân-ı
kerîmde meâlen buyruldu ki:
Dünyâda ve âhirette hamd Allahü teâlânın hakkıdır,
O'na mahsustur. Hükm de O'nundur. Sonunda O'na döndürülürsünüz. (Kasas sûresi: 70)
Allahü teâlâ birdir, O'ndan başka bir ilâh yoktur. Her
şeyden yücedir. Bütün hamdlerin hepsi O'na mahsûstur. Âlemlerin Rabbi olan
Allahü teâlânın şânı ne yücedir. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed ibni Hanbel)
Herhangi bir kimse, herhangi bir zamanda, herhangi bir
yerde, herhangi bir kimseye, herhangi bir şeyden dolayı, herhangi bir sûretle
hamd ederse, bu hamd ve şükürlerin hepsi, Allahü teâlânın hakkıdır. Çünkü her
şeyi yaratan, terbiye eden, yetiştiren, her iyiliği yaptıran, gönderen hep
O'dur. (Seyyid Abdülhakîm Arvâsî)