24 Ekim 2022 Pazartesi

Çatal Höyük / Çumra / Konya

 


Amasya

 




Amasra / Bartın

 






Codex Cumanicus'ta İskitler Hakkında Verilen Bilgilerin Türkçesi

 İskitlerin adı çok eski zamanlardan beri kolektif olmuştur. Bu adın bir zamanlar Hyperborei denilen bölgelerden İran kökenli insanların ülkelerine kadar her yere dağılmış olan insanlara, aynı zamanda Turaniklere tekabül ettiği ortaya çıkıyor. Pers destanı Şehname, Turanlılarla İranlıların çok eski ve kanlı savaşlarının hatırasını hâlâ koruyor. Ephori'nin coğrafya otoritesi olan Strabon yalnızca Sauramatları İskitlerden ayırmakla kalmadı, aynı zamanda İskitlerin kendi aralarında karakter ve gelenekleri bakımından çok farklı olduğunu söyledi.


Herodotos da İskitlerin dilinin aynı karakterde olmadığını söyledi. Bu yüzden örneğin, Gelonların dilini Budinlerin dilinden açıkça ayırdı ve burada ses bakımından Gelonların dilinin yalnızca Grek değil, aynı zamanda İskit dili de olmadığını anladı. Çünkü Grek dilini Budinlerin dilinin karakterinden ayırmak ihtiyacı asla olmadı. Bir başka yerde Sauramat dilinin, diğer İskitlerin dilinden farklı olduğu bilgisini verdi. Grekler, etnografik konularda bilgisiz oldukları için, İskitlerin adını hatalı bir şekilde kolektif kullanmışlardır. Gerçekten eski Grekler, kuzey insanlarının etnolojik farklılıklarını yeterince gözlemleyemeden bu insanların hepsine birden İskitler diyorlardı.


Pompeji Trogi'nin epimatoru Justinus, İskitlerin özellikle Mısırlılardan daha eski olduğunu şu şekilde belirtti: "Her ne kadar İskitler ve Mısırlılar arasında soyun eskiliği konusunda çok uzun bir çekişme olmuşsa da İskitlerin soyu en eski olmuştur." Mısırlılar üstün olmalarına rağmen, İskitlerin her zaman daha eski olduğu görüldü. Artık belgelerin bolluğu İskitlerin kolektif adının farklı Türk soylarını içerdiğini açıkça gösteriyor. Eski yazarlar Massagetler, Alanlar, Sakalar ve Partlara "İskitler" diyorlardı. Son zamanlarda Grek yazarları onların açıkça Türk olduğunu söylüyor. Theophanus Byzantinus, Perslerin kendi dillerinde "Kermichionlar" dedikleri Massagetlerin Türkler olduğunu açıkça beyan etmiştir. Ammianus Marcellinus, Alanların Massagetlerden türemiş olduğunu açıkça şöyle ifade etti: "Alanlar, dağların adından bu adı almışlardır." Strabon'un Massagetlere benzer gördüğü Sakalar, bir zamanlar Oxus ve Jaxartes arasındaki bu bölgelerde ikamet ediyorlardı. Bütün zaman boyunca Türk insanlarının ele geçirmiş oldukları bu bölgeleri tutmuş oldukları biliniyor. Gallia'nın önde gelen öğreticisi Guiardus de Lauduno, 13. yüzyılın başında Partların bu zamanın Türkleriyle, halklarının karakterleri nedeniyle en iyi şekilde bir araya geldiğini, "Çünkü kökleri Türk olanlar, eski adı dolayısıyla Partlardır" diyerek belirtti.


Burada Part krallarının kolektif adının Arsak (Romalılar arasında Arsaces) ve Massagetlerin etnik adında (Massag) Sacarum'un (Saklar) eski adının (Grekler arasında Sakai) kuşkuya yer bırakmamış olduğunu gözlemliyorum. Sak, Saka oriental Türk sözünün sağ, akıllı, yetenekli, ileri görüşlü anlamına gelen kelimelerle aynı olduğu görülür. Eskiçağ yazarları Karadeniz'den Hazar Denizi'ne kadar çok geniş bir sahada Türk diline ait coğrafya adlarını kullanmışlardır.

Mesela, Temerinda, Karumpaluk, Graucasus, Silyn. Plinius NH. 7'de Temerinda adını orijinal belirtisine matrem maris, denizin anası dedi. Bizzat Tanais'e İskitler Silyn (sinum, koy, körfez) diyorlardı. Maeotis, Temerinda, ki bu matrem maris'i, yani denizin anasını işaret eder. Bu yüzden de Dionysos Maeotis'e denizin anası diyor. Birleşik sesin ilk kısmını Tengiz ve Tenger ile karşılaştırmak niyetindeydim. Dahası bu sesin formundaki Temer'in (Tenger yerine) Türkçe dillerdeki "r" ile "s" harf değişiminin eski örneği olarak, özellikle Çuvaşça'da sık sık kullanıldığı anlaşılır. Türkçe oriental közeng, "pencere" formundaki ıslık sesi "z"yi körmak kelimesinin kuruluş formunda görüyoruz. Göstermek, Yakutça gösttör, körögüh ile birleştirilmiştir. İşte bu annottan Plinius tarafından aktarılmış olan temer formundaki "e" ve "i" seslerinin değişimi ortaya çıkıyor. Plinius hatalı bir şekilde "n" yerine "m" yazmıştır. Türkçedeki Silyn adı oriental Siliğ'e karşılık geliyor. Çünkü bu aydınlığa, parlaklığa, berraklığa işaret eder. İskitler Jaxartes'e Silis adını veriyorlardı (bugün Sır ya da Sır-Derya). Yine Plinius, İskitlerin Kafkas dağlarına kendi dillerinde Graucasum adını vermiş olduklarını belirtti. Bizzat İskitler, Perslere Chasaros ve Kafkas dağına Graucasum, yani Akkar dediler. Türk dilinin kar, nixe, kar'a ve okar, yükseğe denilmektedir. Çünkü biçimlerdeki augan, Uygurca okan, Çağatayca ogan, "ens supremum" deus maximum'a, en büyük Tanrı'ya işaret eder. Plinius tarafından aktarılmış olan Graucasus adı, Türkçe kar aukas (aukar) "ulu ak kar"ın bileşimi olduğu inanılmaz değildir, çünkü Graucas formunun ıslık sesi, belirsiz dental "r"ye kolayca dönüşebilir. Türkçe Kaukcasi Kafdağ adındaki kau hecesiyle kaf hecesi açıkça bir araya geldi, gerçekten dağ, eski aukas, aukar (okar)la aynı şeye işaret ediyor. Dünya coğrafyasında üstat olarak bilinen H. Kiepert, bunun ilk kısmını kısa süre önce açıkça aydınlattı, ki Caucasi dağının bazı vadileri çok eski zamanlardan beri Türk kökenli insanlar tarafından iskân edilmiştir. İskân bizim Plinius'tan aktardığımız Caucasi adının etimolojisi için çok güçlü bir destek olarak görülmektedir. Maeotis'e İskitler Karumpaluk adını vermiştir. Onların dilinde bu ad balık gölüne işaret eder. Türkçe balık, balık, piskis, yalnızca İskitlerin önceden söylenmiş olan coğrafya adı değil, aynı zamanda tarihin babası Herodotos'un aydınlattığı Tanrıların İskitçe terminolojisinin, Türkçe dillerin herhangi bir uzmanının bunun karakterini fark edeceği kadar açıktır. Çünkü Herodotos, İskitlerin Vesta'ya Tabiti, Zeus'a Papaeos, Gaea'ya Apia, Venus Urania'ya Artimpasa, Neptunus'a Thami-masadas dediklerini söyledi. Bizzat bu kökene dayalı adlar için kendi kitabında, Celsus'a karşı tam ters bir tez ileri sürerek, Apollonis'e Gongosür adını veriyor. Herodotos'taki Oitosyros'un yerine Gongos formu açıkça Türkçe Güneş, Sol ile bir araya geliyor. O, gerçekten Thamimasadas'ın yerine Thagimasad yazmıştır. Onun birinci kısmının Türkçe Tengiz, Tengis'in aynı olduğu görülür. Thamimasadas belki aynı şey olabilir. Çünkü Tengising atası Denizin babası, Pater maris'tir. Bu adla birinci kısımda söylenmiş olan Temerinda bir araya gelir. Kesin olarak Artimpasa, Türkçe Erdem Paşa, bütün cesaretlerin başı anlamındadır. Tabiti bana Tanrı'ya tapımı işaret ediyor gibi geliyor ve en büyük Tanrı'nın adı Papaeos, Türkçe Baba, Dede, Ata, Babir, Bayat, yaşlı; Uygurca, Bayat, Çağatayca Biyat Tanrı ile çok uygun bir şekilde bir araya geliyor. Dahası Macar dilinde Tanrı'ya zaman zaman "yaşlı, senex" adı veriliyor ve bizzat Deus, Tanrı'nın ilk hecesi açıkça "eski, Ebedi'ye işaret ediyor. Böylece eski Türklerin Tanrısı" ens supremum'u okan, aukan, ki insan soyunun eski atası Bayat, Papaei adında söylediğimiz Baba gibi seslendiriliyor. Bu kısa etimolojik ara sözü tamamladıktan sonra, tarihi izaha geri dönelim.


Herodotos, Tanais ırmağının sağ tarafından Budinlerin ülkesi üzerine Tyssagetlerin komşuları Tyrkaslar'ın (ki bu bana yazının hatası dolayısıyla eski Turkai'den doğmuş gibi geliyor, çünkü "T" ve "İ" harfleri kendi aralarında kolayca değişebiliyor) ikamet etmiş olduklarını söyledi. Plinius Maeotis civarındaki Tussagetler (Thussagetae) yakınındaki farklı Türk (Turcae) soylarını da zikrediyor. Tussagetler, Türkler ta etrafı ağaçlı vadilerle kapalı çetin çöllere kadar, bunların ötesinde Riphaeos dağlarına kadar Arimphaeilerin olduğunu belirtiyor. Herodotos'un av peşinde koşan göçebeler olduğunu, onların Volga ve Ural arasında yerleşmiş olduklarını söylediği Turkai halkının adının, Türkçe Yürük, gezici ile aynı olduğunu Kiepert ortaya koydu. Gördüğümüz gibi, Bizans yazarları arasında kolektif olarak düşünülmüş olan Türklerin adı aydınlatılmıştır ve bizzat bu ad Doğulu yazarlar arasında kolektif olarak adlandırılacak kadar sık kullanıldı; öyle ki, Sa'adia açıkça kolektif adı yorumlanıyor ve Türklerin adını Talmude yerine Togarma okuyabiliyor. Togarma adının Türk adıyla aynı olduğuna Mordtmann haklı olarak dikkat çekti. Th. D'Okza ve diğerleri Persçedeki Türklerin adı Turan'ın aynı şekilde gizli bulunduğunu söylüyorlar. Şemseddin, devam eden yerde Türk kelimesini kuşkudan uzak kolektif bir düşünceye çekti. Bulgarlar kendilerinin Türkler ve Slavlar arasında yerleşmiş olduğunu söylüyor. Sakaların adı Herodotos'ta olduğu gibi, Persler tarafından da aynı şekilde kolektif olarak kullanılmıştır. Diğer Bizans ve Doğulu yazarlar bölünmüş Türk halklarını Hunların adıyla belirtiyorlardı. Procopius Got savaşı adlı kitabında Massagetlere Hunlar dedi. Bunu şu şekilde belirtti: "Massagetler ya da şimdi Hunlar diyorlar." Evagrius tarihinde, "Hunlar bir zamanlar Massagetlerdi" şeklinde geçiyor. Theophylactus Simocatta, Perslerin komşuları olan Partlara birçokları tarafından Türkler denilmiş olduğunu söyledi ve eserin bir başka yerinde, Persler tarafından Doğulu Borea'ya doğru yerleşmiş olan Türklere Hunlar adı verilmiş olduğunu söyledi. Procopius, Bulgar halkına kesin olarak Hunlar diyordu. Doğu bilimciler arasında Hunların adı artık kolektif düşünceyle güçlendi. Böylece, örneğin Persli tarih yazarı Mirchond, Avarları, Hazarları, Uzları, Peçenekleri Hun soyunun dört kolu olarak adlandırdı ve Suriyeli yazarlar Cyrillona zamanında Barhebraeum zamanına kadar, Türk ve Moğol soylu insanları Hun adıyla anıyorlardı. Artık Türk soylu aynı halkları, Uğurlar, İugurlar, Ugorlar diye adlandırdılar. Ugor adının en eski izi açıkça Strabon'da keşfediliyor. Çünkü çok zeki coğrafyacı, soyların terminolojisinde, Tanai ve İstrum arasında yerleşmiş olan halkları bir zamanlar lazygislere komşu olan Urglar olarak adlandırdı. Eğer Türegetlerin adı, Plinius'ta geçen Tussagetlerin adıyla aynı ise, -ki buna hiç kuşku yoktur- Urgların da Plinius'un Türkleriyle aynı halka işaret edeceğine kesin olarak inanıyorum.


Iordanis, Hunların ve Uğurların adını, daha sonra Hunugurlar birleşik adıyla çağırılmasına neden olacak kadar birleştirdi. Fakat burada Hunugurlar olarak tanınıyorlar. Bunların adı Suriye tabirinde zaman zaman Unoje formu altında söylenir.


Thephylactus Simocatta, Uarlara yani Avarlara tek ve aynı adla Ugorlar dedi. Avarlar arasında en rütbeli öndere işaret eden Kağan'ın adı, küçük rütbelilerin adları Tudun ve İugur (Türkçe tutmak kelimesi, yalnızca tutmak, korumak, almak, zaptetmek değil; aynı zamanda hükmetmek'e işaret eder, en tanınmış kağanların bizzat özel adı Bayan, Çağatayca "Bay", "zengin", "önder"), rahip Avarların tanımlaması Theophylactus tarafından nakledilmiştir. Bokolabra, bu formun ilk kısmını üstat P. Hunfaluu, Türkçe Buki kelimesiyle karşılaştırdı. Avarların Türk soylu olduğunu açıkça onayladı. Yalnızca Hunlar, Avarlar, Kumanlar değil; aynı zamanda Deşti-Kıpçak toprağına yerleşen diğer Türk boylarına Batılılar tek kelimeyle Ugor adını verdiler. Şimdi Ianuesis tarihinin diplomatlarını ve gizlenmiş kitaplarını hiç bıkmadan incelemiş olan Usta Oliver! notlarla açıkladı. Elia ve İharcassius'un diplomatlarında, bunların orijinal dili Ogareşa değil, lingua Tatarica diye adlandırılıyor. Yalnızca İanuenses değil, aynı zamanda diğer Doğulu yazarlar Taurikler'i ve Deşti -Kıpçak Türklerini Ugorlar diye adlandırıyorlardı. Ugor adının Türklerin eponim adı Oğuz ile aynı olduğu görülüyor, çünkü Persli Reşideddin Oğuz boyuyla aynı zamanda takip eden Kıpçak, Kangli, Karlık, Kalagi, Ağaç-Eri ve Uigur'u zikrediyor. Aynı adın formunun açılımında, Ogor ve Oğuz'da "r" ile ıslık sesi değişiminin, diğer eski örneğini gözlemliyorum. Pliniustan aktarılan Temerinda adı ve Neptunus'un İskitlerin Thamisadas'ının adı bu şekildedir. Ruslar zaman zaman Oğuz boyuna Polowzi adını veriyorlar, gerçekten Polowzi hepsinin arasında Kumanlara işaret ediyor. Fakat Theophylactus, Kumanlara aynı zamanda Avarlarla birlikte Ugorlar diyor. Bu öngöndermeleri Ugor ve Oğuz adı izler ve aynı orijinli olduğunu gösterir. Chalcondylas, Oğuzların iki lideri Duzalp ve onun oğlu Oğuzalp'in Bizanslılarla savaş yapmış olduğunu söyledi. Oğuz boyunun daha sonra Türkmenlerden olduğunu söyledi. Oğuz boyunun daha sonra Türkmenlerden olduğu söylenmiş ve Türkmenlerin herhangi bir boyuna Oğuzçali değil, Ogurçali deniliyor. Fakat H. Kiepert, Türkmenlerin orijinini hiç kuşku duymaksızın deklare etti ve onların Dahların, Parnların, Massagetlerin neslinden olduğunu açıkladı. Bizzat Ogur adı"ikinci talih, iyi kehanet"e işaret ediyor.




Gördüğümüz gibi Kumanlara Theophylactus, Ugorlara İbni Fadlan ve diğer Doğulu ve Batılı yazarlar Türklere, Georgius Cedrenus İskitlere ad veriyor. Plinius Kaspio denizinden doğuya yerleşmiş olan soylar arasında Kumanları ve Iatiosları zikrediyor ve Kafkasya kapılarının yakınındaki kaleye "Kumania" adını veriyor. Bunlardan sonra Kafkasya kapıları vardır, büyük bir hatayla buraya bir çokları tarafından Kaspialar denilmiştir. Dağlar arasında geçitler vardır. Bunlar ağaçtan direklerle kapatılmıştır. Buranın ortasında aşağıya doğru bir ırmak akmakta ve alt tarafta bir kale bulunmaktadır (o kaleye kumania adı veriliyor). Claudius Ptolemaeus, Maeotis yakınındaki Kumanların Basternler ve Roxalanlar arasında yerleşmiş olduğunu söyledi. Cornides de Georgium Pray'a yazdığı mektuplarında bu yeri notlarla açıkladı. Aynı şeklide Ptolemaedos Udosların (Uzlar) Volga içlerine kadar yerleşmiş olduklarını söyledi. Kumanların Kaspium denizi yakınında eski Parthia'da yerleşmiş oldukları artık takip edilebiliyor. Çünkü Persler Kaspia Denizine ya Bahr'il uz ya da Bahr'il uze adını veriyorlar. Bu ad artık Türkler arasında tam olarak yerleşti. Kafkaslar'dan doğup Kaspium denizine dökülen Kuma ırmağını da aynı şekilde Kumanlar kendi adları olarak aldılar. Eskiler Kuman'a Udon adını veriyorlardı. Cihannuma'da Kumanların kasabası Sevayih olarak zikrediliyor. Adın ilk formunun sevaniç, sevinç, "zenginlik", "iyi haber" olarak yazıların ihmalinden dolayı düzeltilmesine inanıyorum. Frâhn haklı olarak burada "çangü, çayigü" okunmasının gerekli olduğu uyarısında bulundu, yani Jaik ki bu ırmağı Ptolemaeus Daix yazdı. Kumanlar böylece zaman zaman göçebe hayatı sürdürdüler. Fakat zikredilmiş kelimelerden anlaşılacağı üzere, onların liderleri kente ve saraya sahip oldular. Bu kenti Moğolların tahribinden sonra yeniden restore ettiler. 9. yüzyılın sonuna kadar Kumanlar, Hazarlar ve Peçenekler arasındaki bölgeyi ellerinde tutmaya devam ettiler. Fakat o zaman aynı zamanda Hazarlarla birlikte Peçeneklerin toprağına saldırarak eski yerleşikleri sürdüler, fakat Constantinus'un öğrettiğine göre, Peçeneklerin hiçbirisi yine de geri dönmeyerek, Uzlarla, yani Kumanlarla dostluk kurdular. O zaman ve daha sonra kendi aralarında bölünmüş olarak kaldılar. 9. yüzyılda Bulgar kırallığına ve daha sonra Hazarya'ya giden İslamiyet artık Kumanlar arasında da yayılmıştır. Kumanların bu dinine daha sonraki Latin yazarları "Tatar ayini" adını veriyorlardı, böylece Ioannes diaconus küküllöiensis, Kumanların Tatar ayini yaptıklarını belirtmektedir. Kazvini Kosmographia'da Guzların kendi zamanında Hıristiyan olduğunu belirtmektedir. Kazvini ardından Guzl'arın ülkesini Kırnak bölgesi olarak tanımladı, çünkü buradaki adın Kumak yazılmış olduğuna inanmış bulunuyorum, çünkü Türkçe yargının sesli harfi "i" ve "u"nun bu kadar küçük olması ilginçtir. Kazvini şunu söyledi: Bu bölgenin yerlilerini özel olarak yazacağım ve bu ülkenin kutsal dağındaki Guzlar, Menkur kültürü tayin etmişlerdir. Menkur kelimesi bana iki kelimeden "mengü" ve "ur"dan birleşmiş gibi görünüyor. Bunların ilki "ölümsüzlük"e, ikincisi "efendi"ye işaret ediyor, bir venetli tabletin Kumanca sıfatı "mengü", örneğin pag. 144'te "mengü yıllar", "sayılamaz yıllar", "sonsuzluk" ve "ur" sesi, ki bu yalnızca Macarcada değil, aynı zamanda Bulgarcada "efendi"ye işaret ediyor. Belki İskitlerin "Sakaurak" adındaki Partların kralının işi güçten düşünce bitmiştir. Kendi krallarını Sinatraklem'den seçiyorlar, Urak aynı zamanda "efendi"ye işaret eder. Daha sonraki Kumanların yazma sanatında uzman oldukları Bohuslavus Baldini tarafından belirtilmiştir: Bugün Evaczicio ve Oslova-nersi Coenobio'ya uzak olmayan barbarların herhangi bir anıtı Hıristiyan mezar anıtından üstündür ki, bunda Kumanların birçok mezar ve kaya yazılarının onların harfleriyle yazılmış olduğu gözleniyor.



İlhami Durmuş'un İskitler adlı kitabından alıntılanmıştır.


 

Mardin

 


23 Ekim 2022 Pazar

İSKİT KÜLTÜRÜ-5

 İSKİT SANATI





İskitler hakkında yapılan araştırmalar bir tesadüfle başlar. 17. yüzyılın son çeyreğinde, Sibirya'daki kurganlarda gizli kazılar yapan bazı defineciler çok kıymetli altın eserler ele geçirir. Durum I. Petro'ya ihbar edilerek, eserlere el konulur ve söz konusu eserler St. Petersburg'a götürülür. Koleksiyoncular ve sanatseverler, o zamana kadar hiç görmedikleri bu değişik tarzdaki ilgi çekici eserlere hayran olurlar. Bunun hemen ardından Sibirya ve Güney Rusya'da bulunan benzer türden buluntular, bir yandan bu sanata olan ilginin daha da artmasına vesile olurken, öte taraftan da bunların, bir zamanlar Asya bozkırlarında yaşamış göçebelerin sanat eserleriyle olan benzerliğinin gündeme gelmesine sebep olurlar. Günümüzde "Göçebe Hayvan Üslubu" olarak tarif edilen bu zengin arkeolojik materyal "Bozkır Kurgan Medeniyetlerinin başlıca tipik kültür ürünlerindendir (Tarhan 1979: 356).


Sanat eserlerinin ortaya çıkması üzerine General Melgunov 1763 yılında Sibirya'ya ilk keşif seyahatini yapmış ve orada bulunan mezarları açmıştır. Bu durum bundan sonra yapılacak olan araştırmaların hızlanmasına sebep olmuştur. Bu mezarlardan insan ve at gömülerinin yanında birçok metal obje de meydana çıkarılmıştır. 1865 yılında Radlof güney Altaylar'da bulunan Katanda'da kazılar yapmıştır (Rice 1958: 26-27). 1924 yılında doğu Altaylar'da Pazırık vadisinde bulunan kurganlar, 1929 yılında antropolog Rudenko tarafından kazılmıştır (İnan 1991:261). Güney Rusya'da yapılan kazılar sonucunda çok sayıda arkeolojik buluntu elde edilmiştir. Bunlar içerisinde Chertomlyk buluntuları önemli bir yer tutmaktadır. Burada bulunan objeler çeşit olarak zengin olduğu gibi, sanat kalitesi bakımından da mükemmeldir (Rice 1958: 92).


Açılan pek çok kurgandan kendine has bir tarzda süslenen çok sayıda sanat eserinin çıkarılması, bilim adamlarını bu eserler üzerinde çalışmaya sevk etmiştir. Bu sanat eserleri üzerinde yapılan çalışmalar devam etmekte olup, bugüne kadar yapılan çalışmalarda söz konusu eserlerin yayıldığı coğrafya, ortaya çıkışları, gelişmeleri ve genel özellikleri ortaya konulmaya çalışılmıştır.





1) İskit Sanatının Doğuşu



İskit sanat eserlerinin gün ışığına çıkmasıyla, İskit sanatı ve bu sanatın özünü oluşturan "Hayvan Üslubunun doğuşu hakkında birtakım görüşler ileri sürülmüştür. Bozkırda gelişen, Orta Asya ve Ön-Asya'ya kadar yayılan "Hayvan Üslubu" geniş bir coğrafyaya yayılmış insanların doğaüstü güçlere karşı olan eğilimlerinden çıkmıştır.


İskit Hayvan Üslubu'nun doğuşu bunu meydana getiren toplulukların inançlarıyla yakından alakalıdır. Bunu gerçekleştiren insanlar manevi değerlere büyük ölçüde bağlıydılar ve bu değerlere sihir ve tılsımla ulaşabileceklerini sanmaktaydılar. Bir insan ya da hayvan onlara fenalık yaptığında, eğer ondan öç almak istiyorlarsa, düşmanına ait bir şeyi ele geçirerek bununla bir şekil meydana getirirlerdi ve onu dinî bir merasimle imha ederlerdi. Sihrin kuvveti ile dinî merasimin doğaüstü unsurlarının düşmanlarına gerçekten bir fenalık getireceğine inanıyorlardı. Hislere hitap eden sihir, başlangıcından bugüne kadar avcıların hayatında önemli bir rol oynamıştır. Bazı ilkel topluluklar, geyiklerin ve domuzların çene kemiklerini evlerine asarlar ve böylelikle kemiklerin içindeki ruhların yaşayanları kendine çekeceğini sanırlardı. Böyle bir uygulama İç Asya'nın "Hayvan Üslubu" sanatının kökeni bakımından önemlidir. Sir James G. Fraser'in Hayvan Üslubunun ilk defa kemiklerin kullanılmasında başladığı görüşünü yukarıdaki bilgiler desteklemektedir. Hayvan Üslubu'nun kendine has karakterini incelemekten doğan bu sonuç aynı zamanda antropolojik araştırmalarla da desteklenmiştir (Diyarbekirli 1972: 114-115).


Atlı bozkır kültüründe, insanla savaş, hayvanla savaş, bozkırın sert ve amansız mücadeleciliği, desen temalarını mücadele esasına bağlamıştı. Hayvan Üslubu'nun doğuşunun bir sebebini de burada aramak gerekmektedir. Dokumalarda, keçelerde, kılıç saplarında, mızrak ve bıçaklarda, kuşandıkları kuşaklarda, at koşumlarında, eyerlerde, maşrapa kulplarında ve gövdelerinde hemen her tarafta hayvan figürleri yer almaktadır (Diyarbekirli 1973: 300).


Hayvan Üslubu ve dolayısıyla onun doğuşu üzerine çeşitli çalışmalar yapılmıştır. İskit Hayvan Üslubu'nun kökü değişik coğrafyalarda aranmıştır. İskit Hayvan Üslubu, Rostovtzeff'e göre Orta Asya'da, Tallgren ve Chirsten'e göre Batı Türkistan'da, Borovka'ya göre Kuzey Sibirya'da doğmuştur. Von Merhart ve Schmidt ise, eski Doğu'da doğduğunu kabul etmektedirler. Furtwaengler ve Ebert'e göre bu sanatın doğuşunda İskitlerle bağı olan Karadeniz sahillerindeki İon kolonilerinin etkisi büyük olmuştur. Ebert, İon sanatının yanında doğu sanatının etkisini de kabullenmektedir (Schefold 1938: 65-66).


İskit sanatının doğduğu coğrafyanın Sibirya, Orta Asya ve Güney Rusya olduğu şeklinde farklı görüşler ileri sürülmüştür. Fakat İskit Hayvan Üslubu'nun Orta Asya'da ortaya çıktığı ve sonradan batıda yaşayan İskitler arasında yaygınlaştığı düşüncesi kuvvetlenmektedir (Diyarbekirli 1973: 298). Hayvan Üslubu'nun kökünün Sibirya'da olduğu, Olgun Taş ve Tunç devrinde bütün kuzey sahasına yayılmış olan bu sanattan Olgun Hayvan Üslubu'nun ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Hayvan Üslubu'nda önemli yeri olan büyük kuzey geyiği ve ayının Olgun Taş ve Tunç devrinden beri kullanıldığı kabul edilmektedir (Hentze 1930: 162). Herodotos'un, İskitleri Orta Asya kökenli bir kavim olarak bildirilmesi de bu görüşü desteklemektedir (Herodotos IV: 11). Hazar Denizi'nden Tuna nehrine kadar olan sahaya yayılmış olan batı İskitlerinin doğuyla bağlantılı olmaları ve onlarla sürekli irtibat halinde bulunmaları da, bu sanatın kökünün doğuda aranması gerektiğini düşündürmektedir.





2) İskit Sanatının Gelişimi ve Yayılışı


İskit sanat eserlerinin yayıldığı coğrafyayı en açık şekilde İskit kurganları göstermektedir. Bu kurganlar Sibirya'dan Avrupa içlerine kadar geniş bir coğrafyaya yayılmıştır. İskit Hayvan Üslubu MÖ 7. yüzyılda İskitya'da bilinmektedir. Buranın kuzey ve güneybatı bölgelerine de yayılmıştır. Asya bozkır kuşağı üzerinde Çin sınırına kadar ulaşmıştır (Tallgren 1933: 258-259). İskit kurganlarının büyük bir kısmı Güney Rusya'da bulunmaktadır ve bu kurganlardan çok sayıda eser meydana çıkarılmıştır. Burada bulunan kurganların içerisinde Chertomlyk kurganı önemli bir yer tutmaktadır. Bu kurganda sanat yönünden oldukça kaliteli eser ele geçmiştir. (Rice 1958: 92). Daha doğuya yönelindiğinde, Kazakistanda Alma-Ata'ya elli kilometre uzaklıkta Issık gölünün yakınında Esik kurganında çok sayıda eser meydana çıkarılmıştır (Diyarbekirli 1973: 294). Altaylar'a doğru gidildiğinde doğu Altay'da Balıklıgöl civarında Ulagan ırmağı sahilindeki Pazırık yaylasında bulunan kurganlar kazılmıştır (İnan 1991: 261). Buradaki kurganlardan da çok sayıda eser meydana çıkarılmıştır.


Bu kadar geniş coğrafyaya yayılmış olan İskit eserleri İskit sanatının gelişimi ve yayılışı hakkında önemli ipuçları vermektedir. Hatta birbirleriyle karşılaştırma ve stil kritiği yapmaya imkân vermektedir. İskit Hayvan Üslubu bu geniş coğrafyaya yayıldığı gibi, gelişim de göstermektedir. İskitlerde görülen bu sanat anlayışı Hunların ve daha sonraki Türk topluluklarının sanatlarında da görülmekte ve hatta onlar İskit sanat eserleriyle mukayese edilebilmektedir.


3) İskit Kurgan Buluntuları



İskit sanatının gelişimi ve yayılışı konusunda da belirtildiği üzere, Asya içlerinden Avrupa içlerine kadar çok geniş bir sahaya yayılmış olan İskit kurganlarında bu kültüre ışık tutabilecek çok sayıda sanat eseri meydana çıkarılmıştır. Bu eserlerin büyük çoğunluğunda, çeşitli hayvan mücadelelerine yer verilmiştir. Bu şekilde hayvan mücadelelerinin konu olarak ele alındığı sanata "Göçebe-Hayvan Sanatı" adı verilmektedir.




Alföldi, Andersson, Borovka, Fettich, Merhart, Minns, Rostovtzeff ve Takacs gibi bazı önemli araştırıcılar üslubun coğrafî yayılımı, mahallî özellikleri, motifleri ve karakterlerini değerli çalışmalarla aydınlatmışlardır. İskit Hayvan Üslubu için kuvvetli stilizasyonla, canlı natüralizm karakteristiktir. Motif olarak hemen hemen yalnız hayvanlar ve hayvan uzuvları kullanılmıştır. Hayvanların en çok yer verilen ve dikkati çekenleri geyik, keçi, kedi, köpek, kurt, at, ayı ve yırtıcı kuşlar gibi çoğunluğu yabani olanlarıdır (Tallgren 1933: 259).




İskit kurganlarına yalnız insan ve atlar gömülmemiştir. Yapılan arkeolojik kazılar soncunda fevkalade değerli eşyalar ortaya çıkarılmıştır. Bu eşyalar arasında eyerler, koşum takımları, kazanlar, oklar, bıçaklar, kılıçlar, mücevherler, mobilyalar, halılar, kilimler vb. bulunmaktadır.


Buluntular içerisinde at koşum takımları önemli bir yer tutmaktadır. Göçebe sanatının en belirgin özellikleri, at koşum takımlarında görülmektedir. Bunların en güzel örnekleri Pazırık'ta bulunmuştur (Rice 1958: 129). Atların bulunduğu yerde çok ince işlenmiş ve üzerlerine çeşitli resimler çizilmiş toka ve levhacıklar ile üzengi, gem gibi koşum takımlarından kalıntılar elde edilmiştir (İnan 1987: 497). Atlarla birlikte çok sayıda eyer ele geçmiştir. Eyerlerin etrafı daha çok püsküllerle süslenmiştir. Üstleri ise, efsanevi hayvanlarla aplike yapılmak suretiyle doldurulmuştur (Rudenko 1953: 101). At ve geyik maskeleri de bulunmuştur. Bu maskelerin yüz kısımları iyice stilize edilerek süslenmiştir. Bu maskelerden başka, bir de kaplan maskesi bulunmuştur (Kiselev 1951: 383). İskit eserleri arasında kazanlar, oklar, bıçaklar da bulunmuştur. Mesela Chertomlyk'ten bir küçük kazan, oklar, sadak ve kemik saplı bıçaklar bulunmuştur (Rice 1958: 96). Ahşaptan yapılmış at koşumu süsleri, küçük masalar, kaplar, havan elleri ve birçok ev eşyaları ağaçların yontulması suretiyle yapılmıştır (Ögel 1984: 64). İskit kurganlarından çok sayıda altın diadem, başlık, gerdanlık, bilezik, küpe, yüzük ve kolye ele geçirilmiştir (Rice 1958: 144).


Kurgan buluntuları madenden, ahşaptan, yünden ve topraktan oluşmaktaydı. Madeni buluntuların büyük çoğunluğu tunç ve altındı. Topraktan ise çeşitli kap ve küpler yapılmıştı. Yün ve keçeden yapılan eşyalar arasında halılar ve kilimler önemli bir yer tutmaktaydı. Ahşap eşyayı ise daha çok mobilyalar meydana getirmekteydi.



Giysiler


Arkeolojik kalıntı ve buluntulardan İskit giyim kuşamı hakkında bilgi sahibi olabiliyoruz. Darius'a ait kitabelerde bir de Saka olarak adlandırılmış figür bulunmaktadır. Bu figür silahsız ve yerel giysilerle tasvir edilmiştir. Onun tek ayırt edici özelliği başlığı ve sakallı yüzüdür. Buradan ana hatlarıyla vücudu sıkıca saran ceket ve pantolon, püskülsüz yuvarlak tepeli başlık ve bağcıkla bileğe bağlanmış ayakkabı giydiği dikkati çekmektedir. Elbette bu giyim diğer toplumların giyimlerinden farklılık göstermektedir (Minns 1913: 60). Bu tür giyimin en güzel örneğini Kazakistan'da Alma-Ata yakınlarında Esik kurganından çıkartılmış ve literatüre "Altın elbiseli adam" olarak giren hükümdarın giyimi göstermektedir. Bu şahıs, başında yüksekçe bir başlık taşımaktadır. Bu İskit/Saka toplulukları sivri başlık taşımışlardır. Ancak bu başlık türünün daha da sivri olduğu bilinmektedir. Hatta Perslerin İskit topluluklarından bir grubu "Saka tigrakhauda" olarak tanımlamaları ok şeklinde sivri başlık giyen Sakalar olarak bilindiklerini göstermektedir. Arkeolojik boyutu ile de en önemli buluntu bu Esik buluntusudur. Ayrıca ceket, pantolon ve çizme rahat bir şekilde görülebilmektedir. Ceket adeta bir gocuk şeklinde olup, belde kalın bir kemer bu gocuk üzerinde bulunmaktadır (Akişev 1978: 69). İşte böyle bir giyim, ömrünün önemli bir kısmı at üzerinde geçen İskitler için karakteristikti. Kadınlar da erkekler gibi ata binip, ok atıp savaştıklarından, muhtemelen ata kolay binebilecekleri kıyafetleri giymiş olmalıydılar.



Süs ve Mücevherler


İskit kurganlarından bol miktarda süs ve mücevher ortaya çıkartılmıştır. Çünkü İskitli kadın ve erkeklerde elbiseleri altın plakalarla süslemek yaygın bir alışkanlıktı. Maddi yönden zayıf olanlar tunç kullanıyorlardı. Bu plakalar çoğunlukla dikiş yerlerine ve elbise kenarları boyunca yerleştiriliyordu. Nadiren elbise üzerine serpilmekteydi. Bu plakalar her boy ve şekilde yapılmışlardı. Üzerlerine insan, hayvan figürleri ve desenler işlenmiştir. Plakalar çoğunlukla mezar duvarına asılmış elbiselerin çürümesi sonucu düşmüştür. Hem kadınlar hem de erkekler süs malzemesi kullanıyorlardı. Özellikle yüksek başlıkların arkasında altın süsler takmaktaydılar. Bu giyim tarzı en iyi Kul Oba'da bulunan eserlerde gösterilmektedir (Minns 1913: 62).




Küpeler de yaygın olarak kullanılırdı. Erkekler sadece bir tane takardı. Kadınların ise, birkaç çift küpeyle birlikte gömüldüğü kanıtlanmıştır. Bilezikler gerdanlıklardan çok daha çeşitliydi. Kul Oba'da hükümdarın bileklerinde bulunan bilezik özel süslemenin en güzel örneklerinden biridir. Takıların basit olanı halkalardır. Bunlar gümüş ve tunçtan yapılmışlardır. Yüzükler de önemli bir yer tutuyordu. Bunlar altın, gümüş, cam, bakır, demir, hatta taştan yapılıyordu (Minns 1913: 63-64).


Bu konar-göçerler normal takılardan başka günümüzde nazar boncuğuna benzer nesneler kullanıyorlardı. Kolye ve bileziklere hayvan dişi, küçük külçe altınlar, çakmaktaşı takıyorlardı. Değerli madenleri alamayanlar boncuk yapmak için el yapımı kil ve taş, ithal cam ve hatta istiridye kabuğu kullanmışlardır (Minns 1913: 64).




Aynalar


İskit kurganlarından çıkartılmış olan buluntulardan sayıları en fazla olanları arasında aynalar yer almaktadır. Özellikle İskitli kadınlar kendilerini süslü elbiseler içinde beğenmek için aynalar kullanırlardı. Bu aynaların değişik tipte olanları vardı. En yaygın olarak kullanılanları kutu içinde saklanan yuvarlak, sapsız aynalardır. Diğeri ise sapından tutulan aynalardır. Bunların kemik, tunç ve altın saplı olanları vardı. Bunların sapı İskit hayvan figürleriyle süslenmiştir (Minns 1913: 65).






Savaş Araç Gereçleri


Atlı kavimlerin en belirgin silahı yaydır. Yaylar hakkında bilgi veren çok sayıda tasvir bulunmaktadır. Bu yaylar bilinen "C" şeklinde değildir. Kul-Oba vazosunun üzerindeki yay şekliyle, Olbia'daki paralar üzerinde bulunan okçuların elindeki yayların şekli uyuşmaktadır. Bu yaylar Amazonlar tarafından da kullanılmışlardır. Kul-Oba ve Olbia paralarında yay ve ok kılıflarının birleşik hali gösterilmiştir. Yayların bu şekilde karmaşık kavislere sahip olmasının amacı, at sırtında rahat bir şekilde kullanmaya ve kılıfın taşınmasını kolaylaştırmaya yöneliktir. Birleşik yay ve ok kılıfları sadece İskit kültürüne aittir. Sonraları komşu ülkelere de yayılmıştır. İskitler onu sol taraflarına takmaktaydılar. Ok uçları taştan, kemikten, demirden ve özellikle tunçtan yapılıyordu. Ancak tipik ok ucu şeklinin üçgen olduğu görülmektedir. Kurganlardan bol miktarda ok ucu bulunmuştur. Ayrıca çeşitli kurganlarda mızrak uçları da ortaya çıkartılmıştır. Bunların çoğunun demir olduğu tesbit edilmiştir (Minns 1913: 88).


İskitlerde kılıç ve hançer kullanımı yaylar kadar karakteristik değildir. Ancak kurganlardan kılıç ve hançerler ortaya çıkartılmıştır. Arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkartılan bu buluntular yazılı kaynaklarda belirtilenlerle örtüşmekte ve bu belgelerde verilen bilgileri doğrulamaktadır. Kurganlardan, kılıç ve hançerlerden başka bıçaklar da bulunmuştur. Bunların silah olarak değil de genel amaçlı kullanıldıkları düşünülmektedir. İskitler baltalar da kullanmışlardır. Bu baltalar çok geniş sahaya yayılmışlardır. Onların baltadan başka gürz de kullandıkları belgelenmiştir. İskitler savaş araç gereçleriyle bağlantılı olarak eye ve bileğitaşı da kullanmışlardır. Kazı sonucunda ortaya çıkartılmış olan buluntular bunu açık bir biçimde göstermektedir (Minns 1913: 73).


At Arabaları


At arabaları İskitlerin en önemli karakteristik eserlerindendir. Bunu hem arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılmış buluntular, hem de yazılı kaynaklar belgelemektedir. Krasnokutsk ve Chertomlyk'te at arabasına ait unsurlar ortaya çıkartılmıştır. Burada teker parçaları, dingiller, çiviler, civatalar, perçinler ve çeşitli metal şeritler bulunmuştur. Hippokrates tarafından tasvir edilenler kadar büyük, üzerinde tekerlekli olduğu için ikamet edilen evler bulunmuştur. At donanımları ve arabaları altın ve tunç plakalarla süslenmiştir (Minns 1913: 75).




Gönderler


At arabalarıyla birlikte, ne için kullanıldığı belli olmayan bazı süs eşyaları da kullanılmıştır. Bunların hepsinde değneğin ucuna yerleştirilmesi için bir yuva bulunmaktadır. Bunların cenaze arabalarını süslemek için kullanıldığı düşünülmektedir. Örneğin Aleksandropol'de mızrak başlığına benzeyen soketlerden ikisinin başı bir çeşit üç başlı çatalla kaplanmıştır. Her uçta bir kuş bulunmaktadır. Her kuşun ağzında da bir çan bulunmaktadır. Chertomlyk'dekiIerde aslan, geyik ve kuş tasvirli olanları ortaya çıkartılmıştır. Karakteristik olarak bir geyik figürü Chymreva yakınında Belozerko'dan bulunmuştur. Yazılı kaynaklarda İskitlerin ejderhalı gönderlerinden bahsedilmektedir. Ancak bahsedilenle tunç grifonlar arasında bir ilişki bulunmamaktadır. Yuvalarına yerleştirilmiş figürler gönderlerin ucuna kaplanmıştır. Göktürklerin gönderlerinde bir kurt bulunmaktadır. Çünkü onlar soylarının kurttan geldiğine inanıyorlardı. Muhtemelen çeşitli İskit topluluklarında grifon ve geyik aynı düşünceyi gösteriyordu (Minns 1913: 78).



Kazanlar ve Diğer Kaplar


İskitlere ait eşyalar arasında kazanlar önemli bir yere sahiptirler. Onlara ait eşyalar arasında demlikler ve çanak çömlekler de bulunmaktadır. Özel hançerler ve at arabalarıyla birlikte, bakır ve tunç kazanlar da İskit kültürünün önemli parçalarını oluşturmaktadırlar. Kazanlar ayırt edici gövdeleriyle ortaya çıkmışlardır. Yarıküre şeklindeki gövde ayak olarak kullanılan bir kesik koni üzerine yerleştirilmiştir. Kulp çıkıntıları kazanın üst kısmının kenarlarındadır. Kurganlardan günlük hayatta kullanılan içecek kapları da çıkartılmıştır. Bunlar gayet basit yapılmış kap türleridir (Minns: 1913: 80-81).

 

SONUÇ






Yaklaşık olarak MÖ 8. yüzyılda tarih sahnesine çıkan ve bu tarihten MS 2. yüzyıla kadar hâkimiyetlerini devam ettiren İskitler, doğuda Çin Seddi'nden batıda Tuna nehrine kadar uzanan geniş bir sahada varlıklarını, biraz önce verilen rakamlardan da anlaşılacağı üzere, yaklaşık olarak 1000 yıl gibi oldukça uzun bir zaman korumuşlardır. Onlar bu coğrafyada Atlı Kavimler Medeniyetini oluşturan kavimlerin ana grubunu meydana getirmiştir. Oldukça geniş coğrafyaya yayılmış olan İskitler değişik kavimler tarafından tanınarak onların kaynaklarına geçmişlerdir. Bundan dolayı İskitlerin adı Grek kaynaklarında Skythai, Pers kaynaklarında Saka ve Çin kaynaklarında Sai (Sak) olarak geçmiştir. Pers kaynaklarında üç Saka grubundan bahsedilmekte olup, bunlar Saka tiay para daray, Saka haumavarga ve Saka tigrakhauda'dır. Saka tiay para daray, yani Hazar Denizi'nden Tuna nehrine kadar uzanan coğrafyada yaşayan Sakalar, Grek kaynaklarında Skythai olarak adı geçen İskitlerle aynıdır. Pers kaynaklarında adı geçen Saka haumavarga için ise, Çinliler Sai adını kullanmıştır. Çin kaynaklarında Sai, Pers kaynaklarında Saka haumavarga olarak geçen doğu Sakaları için Grekler Sakai Amyrgioi tabirini kullanmıştır. Grekler doğu Sakaları olan Sakai Amyrgioi'nin haricinde bütün Sakaları Skythai, yani İskit adıyla anmışlardır. Bunun sebebi ise, Orta Asya İskitleri ya da doğu İskitleri olarak kabul ettiğimiz Saka haumavarga'yı coğrafî uzaklıktan dolayı tanımaları mümkün olmadığından, ancak Perslerden bu adı alarak kullanmış olmalarıdır. Persler ise, bütün Saka gruplarını yakından tanıma imkânı bulmuştur.


İskitler çok geniş bir coğrafyada ayrı gruplar halinde yaşamıştır. Pers kaynaklarında geçen adıyla Saka tigrakhauda ortada, Saka ti-ay para daray, yani "Qui trans mare habitant" olarak kabul ettiğimiz, denizin ötesindeki Sakalar onların batı tarafında yaşamıştır. Saka haumavarga olarak belirtilen Sakalar da Saka tigrakhauda'nın doğusundaki bölgede yaşamıştır.


Pers kaynaklarında adı geçen bu üç Saka grubu zaman zaman ortak düşmanlarına karşı bir araya gelmiştir. Hatta söz konusu Saka grubu liderlerinin genel durum değerlendirmesi için bir arada toplanabildikleri de bilinmektedir. Daha açık bir ifadeyle, antik kaynaklarda, Darius üç gruba ayrılmış Sakalara karşı savaş ilan ettiğinde, Saka liderleri Sakesphares, Homarges ve Thamyris'in istişare için bir araya geldikleri belirtilmektedir. Üç Saka grubunun birbirleriyle bağlantılı olduğunu ve böylece ortak düşman olan Perslere karşı birlikte hareket ettiklerini, Darius'un önce kendi imparatorluğunun kuzey ve kuzeydoğu sınırlarına, daha sonra da denizin ötesindeki Sakalara sefer düzenleme ihtiyacı duymasından da anlamaktayız. İskit yayılışının doğudan batıya doğru olduğunu, Perslerin kuzey, kuzeydoğu ve kuzeybatılarındaki gelişmelere yabancı kalmadıklarını ve onları yakından tanıma imkânı bulduklarını bildiğimizden, Perslerin üç Saka grubunu da tanıdıklarını ve herhangi bir yanlışlık yapmadıklarını kabul ediyoruz. Perslerin yaşadığı coğrafya da hesaba katılınca, onların üç Saka grubunu çok iyi tanıdıklarını söylememiz mümkün oluyor. Buradan Perslerin bütün İskitleri Saka, Greklerin de kendi coğrafyalarına çok uzak kalan Saka haumavarga hariç olmak üzere, genelde Sakaları İskitler olarak tanıdıkları sonucunu çıkarabiliyoruz.


İskitlerin tarihi, dili, dini, gelenek ve görenekleri, sanatları hakkında yazılı kaynaklar ve arkeolojik malzemelerden bilgi sahibi olabiliyoruz. Çok geniş bir sahaya yayılmış olan İskitlerin çeşitli kavimlerle münasebetleri ve onlarla mücadelelerini Pers, Asur ve Grek kaynaklarından öğreniyoruz. Antik kaynaklardan dilleri, dinleri, gelenek ve görenekleri hakkında bilgi sahibi oluyoruz. Sanatları hakkında ise arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan çok sayıda sanat eseri bize ışık tutuyor.


Antik kaynaklar ve arkeolojik malzemelerle haklarında bilgi sahibi olduğumuz İskitlerin kökleri de, bu çalışmaların artmasıyla araştırılmaya başlamıştır. Bu konuda çeşitli fikirler ortaya atılmıştır. Bunlar, İranîlik, Slavlık ve Ural-Altay ırkı görüşleridir. İskitlerin İranî bir kavim olduğu fikrini daha çok Almanlar, Slav olduğu fikrini ise, yalnız Ruslar savunmuştur. İranî bir kavim olduğu görüşünün savunucuları kazılar sonucunda ortaya çıkarılan az sayıda filolojik malzeme ve dinlerini dikkate alarak İskitlerin İranî bir kavim olduğunu, hatta bir kısmı Almanların ataları olduğunu ileri sürmüştür, Slav kavmi olduğunu savunanlar, arkeolojik kazılar sonucunda ortaya çıkarılan vazolar üzerindeki resimlerden hareketle, o vazolar üzerindeki insan figürlerinin Slavların ataları olduğunu ileri sürmüştür.


Eskiden bu yana en kuvvetli görüş olan Ural-Altay ırkı görüşü ve bunlar içerisinde de İskitlerin Türklüğü fikri gitgide daha fazla taraftar bulmuş ve bilim adamları çeşitli yönleriyle meseleyi değerlendirmiştir.


Biz de İskit tarih ve kültürü üzerine yazılı kaynakları inceleyerek ve arkeolojik malzemeyi de değerlendirerek yaptığımız bu çalışmamızda, ilk yurtlarının Türk coğrafyası olduğunu belirterek, adlarının Türklükle olan bağlantısını ortaya koyduk. Gerek Sus ve çevresinden toplanılan çiviyazılı metinler ve gerekse antik kaynaklardaki bazı adlardan İskitlerin diliyle Türk dili arasında bağlantı kurarak, elde edilen kelimeleri Türkçe ile ilişkilendirebiliyoruz. Saka tigrakhauda'ya ait olduğu kabul edilen Eşik kurganından çıkarılmış olan yazı ve onun dili de bizi Türkçe ve Türk yazısına götürmektedir. Bu kurgandan çıkartılmış olan yazının daha sonraki Türklerin, özellikle Göktürklerin kullandığı Orhun yazısının prototipi olduğu kabul edilmektedir.


İskitlerin hayat tarzları, kullandıkları arabalar, besledikleri hayvanlar, ata iyi binebilmeleri ve hayatlarının büyük bir kısmının at üzerinde geçmesi diğer eski Türk topluluklarını hatırlatmaktadır. Aynı hayat tarzının, önceki yüzyıla kadar yaşamış olan bozkır Türk topluluklarında varlığını da biliyoruz.


İskitlerin gelenek ve göreneklerine bağlılıkları, genelde at kurban etmeleri ve onlarda domuz kültürünün olmaması, hatta ölü gömme âdetleri eski Türk topluluklarınınkine aynen uymaktadır.


İskit kurganlarından çıkarılan sanat eserleri de büyük önem taşımaktadır. Göçebe Hayvan Üslubu adı verilen ve stilize hayvan figürleriyle süslenmiş olan buluntular eski Türk sanat eserleriyle bağlantı kurabilmemize imkân vermektedir. Özellikle Hun sanatının, İskit sanatının bir devamı olduğunu söylememizi mümkün kılmaktadır.




İskitlerin dinlerinin, dillerinin, sanatlarının, gelenek ve göreneklerinin eski Türklerinkiyle bağlantıları ve bu kadar çok yönlü benzerliklerin olması, İskitlerin büyük çoğunluğunun, özellikle hâkim tabakanın Türk olduğu kanaatini doğurmaktadır. Çünkü bu derece çok benzerlik ve hatta aynılık bizi bu düşünceye sevketmektedir. Fakat zaman içerisinde batı kolu olarak kabul ettiğimiz grup, diğer etnik gruplar içerisinde eriyerek kaybolmuştur. Asıl ana kütleyi oluşturan Saka tigrakhauda ve doğu kolu olan Saka haumavarga daha sonraki devirlerde de varlıklarını sürdürerek, Orta Asya'da kurulan Türk devletlerinin ve günümüz Orta Asya Türklüğünün oluşumunda temel teşkil etmiştir. Günümüzde kendini hâlâ Saka olarak belirten Türk topluluklarının varlığı da bunu açık bir şekilde göstermektedir.




İskitlerin boy ve boylar birliği esasına göre yapılandıkları görülmektedir. Askerî bakımdan süvari birliklerinin oluşturulduğu ve turan taktiği ya da kurt oyunu adı verilen savaş taktiğinin en iyi uygulayıcıları oldukları dikkati çekmektedir. Hem çağdaşı kavimlerin kaynaklarındaki İskit diliyle ilgili kelimeler, hem de İskitlerin kendilerine ait bazı yazılı belgeler bize İskit dili hakkında bir dereceye kadar ışık tutmaktadır. Dinî inançları, gelenekleri ve sanat anlayışları ile bağlantılı bilgiler gün geçtikçe daha da artmaktadır. Buluntular "Hayvan üslubu" adı verilen bozkır sanatının en güzel örneklerini oluşturmaktadır. Böylece İskit kültürünün kendi çevresinde oluşup geliştiği ve doğrudan bozkırlarla da bağlantılı olduğu görülmektedir.


İskit kültürü, İskitlerin geniş bozkır coğrafyası üzerinde yayılmaları ile bir yaygınlık vasfına bürünmüştür. Mançurya'dan Macaristan'a kadar bu geniş sahada onlara ait kültürel unsurları bulmak mümkündür. Ayrıca onların Kafkaslar ve Ön-Asya'ya yayılmaları sonucunda kültürel izleri bu coğrafyalara da yayılmıştır. Özellikle yapılan son arkeolojik kazılar ve ortaya çıkartılan buluntular bunu en iyi şekilde göstermektedir. İskit kültürünün bu coğrafî yayılımının yanında, uzun zaman sürecinde takip edilebilmesi, elbette onların uzun zaman diliminde tarih sahnesinde kalmalarıyla bağlantılı bir durumdur. Bundan dolayı İskit kültürü bozkır kültürlerinin çok önemli bir halkasını oluşturmaktadır. Bu kültürlerin bütün unsurları İskit kültüründe görülmektedir. Başlangıçta yalnız arkeolojik kaynaklarla takip edilebilen bozkır kültürünün İskitlerle birlikte hem arkeolojik hem de yazılı kaynaklarla takip edilebilmesi önemini daha da artırmaktadır. Kendilerinden sonra tarih sahnesine çıkan bozkır kavimleri, özellikle Türk kökenli kavimlerin kültürleri ile İskit kültürü arasındaki paralellik ve benzerlikler de ayrıca dikkate değer bir husus olarak görülüyor. Ortaya çıkartılan buluntular her geçen gün bu bağlantıları daha da güçlendiriyor. Artık İskit/Saka adıyla anılan toplulukların Türk kültür dairesi içersinde aldıkları yeri sağlam temellere dayalı olarak ortaya koyuyor.



İlhami Durmuş'un İskitler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak