8 Ekim 2022 Cumartesi

DÎNİ SÖZLÜK “C-Ç”

 CELSE:

 

Namazda iki secde arasında hareketsiz bir miktâr oturma.

 

Rükûda ve secdelerde ve kavmede (rükûdan kalkıp ayakta dururken) ve celsede beden tumânînet (hareketsizlik) bulduktan sonra biraz durmalıdır ki, Hanefî âlimlerinin çoğu buna vâcib demiştir. İmâm-ı Ebû Yûsuf ve İmâm-ı Şâfiî ve Mâlik ise farz demiştir. Bâzı Hanefî âlimleri de sünnet demişlerdir. Müslümanların çoğu bunu yapmıyor. Bu bir ameli yapana ve meydana çıkarana, Allah yolunda harb edip canını veren yüz şehid sevâbından çok sevap verilir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Celse-i Hafîfe:

 

İkinci secdeyi yapıp kıyâma kalkmadan önce olan kısa oturma.

 

Şâfiî mezhebinde Celse-i hafîfe sünnettir. (İbn-i Hacer)

 

CELVETİYYE:

 

Evliyânın büyüklerinden Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.

 

Celvetiyye, Bayramiyye tarîkâtinin koludur. Çünkü Azîz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinin yolu, Üftâde, Hızır Dede ve Akbıyık Sultan vâsıtasıyle Hacı Bayrâm-ı Velî'ye bağlanır. Bu yol, hazret-i Ali'den geldiği için zikr-i cehrî (sesli zikir) esastır. Kelîme-i tevhîdin söylenmesine devam bu yolun esaslarındandır. Celvetiyye yolu, Aziz Mahmûd Hüdâyî hazretlerinden sonra, Selâmiyye, Hakkıyye, Fenâiyye ve Hâşimiyye adıyle dört kısma ayrılmıştır. Onun bir duâsı şöyledir: "Yâ Rabbî! Kıyâmete kadar bizim yolumuza katılanlar, bizi sevenler, ömründe bir kerre türbemize gelip rûhumuza fâtihâ okuyanlar, bize talebe olanlar denizde boğulmasınlar. Ömrünün sonlarında fakîrlik görmesinler, îmânlarını kurtararak gitsinler ve öleceklerini bilip haber versinler." (Hüseyin Vassâf)

 

CEM':

 

Birleştirme, bir araya getirme.

 

1. İkindi namazını öğle namazıyla, yatsı namazını akşam namazıyla birlikte kılma.

 

Seferî olmayan (104 kilometreden az giden) Hanefî mezhebindeki bir yolcu, Şâfiî mezhebine uyarak iki namazı cem' edemez. (Şemseddîn Remlî)

 

Seferî olan (104 kilometreden fazla yola gitmeye karar veren) bir Hanefî, yolculuk sırasında, diğer üç mezhebe uyarak, araba mola verdiği zaman, öğle ile ikindiyi ve akşam ile yatsı namazlarını cem edebilir. (Hayreddîn Remlî)

 

Hanefî mezhebinde yalnız Arafat meydanında ve Müzdelife'de hacıların iki namazı cem' etmeleri lâzımdır. (Abdullah Mûsulî)

 

2. Tasavvufta bir makam. Fenâ ve sekr (mânevî sarhoşluk) makâmı da denir.

 

Cem' makamında Cenâb-ı Hakk'ın varlığı zuhur ve istilâ edip, sâlik (tasavvuf yolcusu) kendi mevhum olan varlığını yok bulur. Hallâc-ı Mansûr'un Ene'l-Hak, Bâyezîd-i Bistâmî'nin Sübhânî sözleri ve benzerleri bu makamda, Allahü teâlâdan başka hiçbir şey görmeyince söylenen sözlerdir. Allahü teâlâ mahlûkları (yarattıkları) ile birleşik değildir. Onların aynı ve benzeri değildir. O hiçbir bakımdan yarattıklarına benzemez. Hallâc-ı Mansur; "Ene'l-Hak" demekle, "Ben Hakk'ım, Hak teâlâ ile birleştim" demek istemedi. Böyle diyen kâfir olur. Onun sözünün mânâsı: "Ben yokum. Hak teâlâ vardır" demektir. (İmâm-ı Rabbânî, Muhammed Ma'sûm)

 

Cem'ul-Cem':

 

Tasavvufta bir makâmın adı. Sahv (uyanıklık) makâmı. Bekâ makâmı da denir.

 

Cem'ul Cem' makâmına kavuşanlar, hakîkî müslümanlıkla şereflenirler, insanlara Allahü teâlânın emir ve yasaklarını anlatmaya, onları terbiye etmeye lâyık olurlar. (Muhammed Ma'sûm)

 

Cem'ul Cem' makâmında olanların râhatı ubûdiyette (kullukta), lezzetleri tâattedir. (Muhammed Ma'sûm)

 

CEMÂAT:

 

Topluluk.

 

1. İbâdet etmek için bir araya gelen topluluk.

 

Cemâatle kılınan namaza, yalnız kılınan namazdan yirmi yedi kat fazla sevâb verilir. (Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

 

Güzel bir abdest alıp, mescidlerden birine cemâatle namaz kılmak için gidenin, Allahü teâlâ her adımına bir sevâb yazar, her adımında amel defterinden bir günâhı siler ve Cennet'te onu bir derece yükseltir. (Hadîs-i şerîf-Et-Tergib vet-Terhîb)

 

Nâfile namazları cemâatle kılmak mekrûhtur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Ey kardeşim! Sizin için üç şeyi seviyorum. Kur'ân-ı kerîmi gece gündüz okumanızı, cemâate devâmınızı ve kötü işlere mâni olmanızı. (Abdullah ibni Avn)

 

Açıkta, gizlide her zaman Allahü teâlâdan kork. Beş vakit namazı cemâatle kıl. Harama yönelme. Böylece, Allahü teâlâya yakınlardan olursun. (Abdullah bin Dînâr)

 

Dünyâda, Allahü teâlânın sevdikleri ile berâber bulunmak ve cemâatle namaz kılmaktan daha lezzetli bir şey kalmadı. (Câkîr el-Kürdî)

 

2.  Peygamber efendimiz ve Eshâbının bildirdiği hak yol üzere bulunan müslümanlar, Ehl-i sünnet vel-cemâat.

 

Şeytan, insanın kurdudur. Kenarda köşede kalmış, sürüden ayrılmış koyunu kurt yakaladığı gibi, şeytan da cemâatten ayrılanları yakalar. Sakın cemâatten ayrılmayınız. (Hadîs-i şerîf-Muhtasar fî İlm-il-Hadîs)

Cemâat rahmettir. Ayrılık azâbdır. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

 

Cemâate yapışınız. Çünkü Allahü teâlâ bu ümmeti dalâlet üzere bir araya getirmez.(Hadîs-i şerîf-Tirmizî)

 

Kim cemâatten bir karış ayrılırsa, İslâm ipini boynundan çıkartmıştır. (Hadîs-i şerîf-Müsned-i Ahmed bin Hanbel)

 

Cemâat-i İslâmiyye:Ebü'l-A'lâ el-Mevdûdî'nin Pakistan'da kurduğu bozuk teşkîlât.

 

Cemâat-i İslâmiyye reisleri, Ümmet-i Muhammediyye'yi parçalamak ve Ehl-i sünnetin dışında sapık bir çığır açmak gâyesiyle yeni bir teşkîlât kurdular ve kendilerinden başkasının doğru yolda olmadığını söylediler. (Mevlevî Ebû Ahmed)

 

CEMÂL:

 

1. Güzellik.

 

Kadın ya malı, ya cemâli veya dîni için alınır. Siz dîni için alınız. Malı için alan, malına kavuşamaz. Yalnız cemâl için alan cemâlinden mahrûm kalır. (Hadîs-i şerîf-Menâic-ül-İbâd)

 

2. Allahü teâlânın lütuf ve rızâ sıfatı.

 

Allahü teâlâ kıyâmet günü mahşer yerinde, kâfirlere ve günâhı olan mü'minlere, kahr ve celâl, sâlih olan mü'minlere ise lütuf ve cemâl sıfatiyle muâmele edecektir. (Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî).

 

3. Zât, yüz.

 

Resûlullah'ın mübârek cemâlini bir kere görmek ve biraz huzûrunda oturmak insanı öyle derecelere kavuşturur ki, bunlar başka türlü hiç bir şeyle ele geçmez. (Ebû Tâlib-i Mekkî)

 

4.     Çirkinliği gidermek, vakar sâhibi olmak ve şükr etmek için nîmeti göstermek. Çirkinliğe, başkalarının iğrenmelerine, hakâret etmelerine sebeb olacak şeyleri yapmamak, bunları gidermek.

 

Cemâl için temiz, güzel giyinmek mübahdır. Bunun için bulunduğu yerde âdet olan şeylerden haram olmıyan en iyilerini kullanmak lâzımdır. Gösteriş ve öğünmek için nîmeti göstermek, cemâl olmaz, kibir (büyüklenmek) olur. Nefsin zaîf, azgın olduğunu gösterir. (Seâdet-i Ebediyye)

 

CEMÎL (El-Cemîl):

 

Allahü teâlânın isim-i şerîflerinden. Cemâl sâhibi.

 

Allahü teâlâ Cemîldir, cemâl sâhiblerini sever. (Hadîs-i şerîf-Bahr-ur-Râik)

 

CEM'İYYET:

 

Topluluk. Kalbde hâsıl olan mânevî toparlanma, huzur, Allahü teâlâ ile berâber olma hâli.

 

Beş vakit namazı cemâat ile kıldıktan sonra, bütün vakitlerinde Allahü teâlâyı zikretmek (hatırlamak, anmak) lâzımdır. Kalbde başka hiç bir şeye yer vermemelidir. Zikr yapmakta gevşeklik duyulursa, kalbin niçin dağıldığını araştırmalıdır. Bundan sonra kalbin cem'iyyetine çalışmalı ve boyun bükerek, ağlayarak, kalbdeki karartının gitmesi için Allahü teâlâya yalvarmalıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Namazda, ayakta iken secde yerine, rükûda iken ayaklara, secdede burun ucuna ve otururken iki ellere ve kucağına bakılır. Bu söylenenler yapılır ve gözler etrâfa kaymaz ise, namaz cem'iyyetle kılınmış olur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

CEMRE:

 

Hacıların şeytan taşlarken attıkları taşlar veya bu taşların atıldığı yer. Çoğulu cimâr ve cemerât'tır. Minâ'da birbirlerine birer ok atımı mesâfede bulunan üç taş yığını vardır. Bunlardan birincisine Cemre-i ûlâ (birinci cemre), ikincisine Cemre-i vustâ (orta cemre) ve üçüncüsüne Cemre-i Akabe adı verilir.

 

Kurban bayramının birinci günü sabahı Meş'arilharâm denilen yerden güneş doğmadan önce Minâ'ya hareket edilir. Minâ'ya gelince, Mescid -i Hîf'e en uzak olan ve Cemre-i Akabe denilen yerde sağ elin baş ve şehâdet parmaklarıyla iki buçuk metreden veya daha uzaktan cemre yerini gösteren duvarın dibine yedi taş atılır. Sonra buradan gidip kurban kesilir. Taşlar atılırken Minâ'yı sağa, Mekke-i mükerremeyi sola almak sûretiyle önce Mescid-i Hîf'e en yakın olan Cemre-i ûlâya (birinci cemre), sonra Cemre-i vustâya (orta cemre), daha sonra Cemre-i Akâbe'ye taş atılır. Taşlar atılırken Bismillahi Allahü ekber denir. Bayramın ikinci günü öğle namazında Minâ'da okunan hutbeden sonra, üç cemreye yedişer taş atılır. Bayramın üçüncü günü de böyle yedişer taş atılır ki, hepsi kırk dokuz taş olur. Bunları öğleden önce atmak câiz değildir veya mekruhtur. Dördüncü gün de, Minâ'da fecrden (tan yerinin ağarması) güneşin batışına kadar dilediği zaman yedişerden yirmi bir taş daha atmak müstehâbdır (sevâbdır). Böylece yetmiş taş atılır. Cemrelere hayvan üzerinde taş atmak câizdir. (İbn-i Âbidîn)

 

CENÂBET:

 

Cünüplük. Gusül (boy abdesti) almayı gerektiren durum.

 

Soğuk, sıcak dedin abdest almadın,

 

Dünyâya daldın, namaz kılmadın.

Cenâbet gezip gusül etmedin,

 

Derse Allah, sen ne cevap verirsin?

 

(M. Sıddîk bin Saîd)

 

CENÂZ:

 

Ölü.

 

Acele etmek şeytandandır. Beş şey bundan müstesnâdır. Kızını evlendirmek, borcunu ödemek, cenâze hizmetlerini çabuk yapmak, misâfiri doyurmak, bir günâh işleyince derhal tövbe etmek. (Hadîs-i şerîf-Eşi'at-ül-Lemeât)

 

Cenâzeyi kırk adım taşıyanın kırk büyük günâhı affolur. (Hadîs-i şerîf-Künûz-üd-Dekâik)

 

Cenâzeye ve cenâze çıkan yere siyah örtü örtmek ve siyah giyinmek câiz değildir. (Kâdı Hindî)

 

CENNET:

 

Bahçe. Âhirette müslümanların nîmet ve mutluluk içerisinde sonsuz olarak yaşayacakları yer.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Rabbinizden (af ve) mağfiret istemeye ve Cennet'e girmeğe koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennet'in büyüklüğü, gökler ve yer küresi kadardır. Cennet, Allahü teâlâdan korkanlar için hazırlandı. Bunlar, az bulunsa da mallarını Allah yolunda verirler, öfkelerini belli etmezler, herkesi affederler. Allahü teâlâ, ihsân edenleri sever. (Âl-i İmrân sûresi: 133)

 

Dikkat edin, Cennet için hazırlanan yok mudur? Kâbe'nin Rabbi'ne (Allahü teâlâya)yemîn olsun ki, Cennet'te tehlike diye bir şey yoktur. Cennet, parlayan bir nûr, etrâfa yayılan bir kokudur. Binâları kuvvetlidir. Irmakları devamlı akar, bol ve kemâle ermiş meyve yeridir.(Hadîs-i şerîf-İhyâu Ulûmiddîn)

Cennet, anaların ayağı altındadır. (Hadîs-i şerîf-Nesâî, Ahmed bin Hanbel)

Allahü teâlâ arş ve kürsî altında, yedi kat göklerin üstünde, arşın nûru ile birbirinden yüksek sekiz Cennet yaratmıştır: Birincisi, Dâr-ül Cinân, beyaz incidendir. İkincisi, Dâr-üs-Selâm, kırmızı yâkuttandır. Üçüncüsü, Cennet-ül-Me'vâ, yeşil zeberceddendir. Dördüncüsü, Cennet-ül-Huld, kırmızı ve sarı mercandandır. Beşincisi, Cennet-ün-Naîm, beyaz gümüştendir. Altıncısı, Cennet-ül-Firdevs, kırmızı altındandır. Yedincisi Cennet-ül-Adn büyük beyaz incidendir. Sekizincisi Dâr-ül-Karâr, kırmızı altındandır. (Peygamberler Târihi)

 

Cennet'e girmek îmâna bağlıdır. Îmân da Allahü teâlânın ihsânıdır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Kalbinde zerre kadar îmânı olan kimse, Cehennem'de sonsuz kalmıyacak, Allahü teâlânın rahmetine kavuşarak Cennet'e girecektir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Şol Cennet'in ırmakları

 

Akar Allah deyû deyû.

Çıkmış İslâm bülbülleri,

 

Öter Allah deyû deyû.

 

(Yûnus Emre)

 

CERBEZE:

 

İşleri incelemek, anlamak kuvvetini, lüzumsuz yerlerde kullanmak, ukalâlık etmek, gereksiz aklî yorumlarda bulunmak. Hikmetin aşırısı.

 

Cerbeze sâhiblerinin ilim meclislerindeki yerleri herkesten geri olup, belki de kapıdan dışarı olması lâzım gelir. Çünkü insanların zihinlerini karıştırırlar. Bozarlar. (Ahmed Rıfat)

 

Rûhun fen kuvvetini (aklı) aşırı kullanmak cerbeze olmaz. Kötü olmaz. Din bilgilerini, fen bilgilerini ve matematiği ilerletmek için ne kadar çok inceler, araştırırsa, o kadar çok iyi olur. Cerbezeli insan, mümkün olmayan şeyleri anlamağa kalkışır. Müteşâbih (mânâsı açık olmayan) âyetlere mânâ verir. Kazâ ve kader üzerinde konuşur. Aklını, hîle, dedikodu ve maskaralık yapmak için kullanır. (Ali bin Emrullah)

 

Cerbeze huylu kimse, rûhun kuvveti olan aklını hiyle, dedikodu, maskaralık yapmak için kullanır. Belâdet (yâni kalın kafalı) huylu kimse, hakîkatleri anlayamaz. (Ali bin Emrullah)

 

CERH VE TA'DÎL:

 

Hadîs ilmine âit iki ıstılah (terim). Cerh, yaralamak. Bir hadîs âliminin, bâzı sebeplerle râvînin (hadîs rivâyet eden kimsenin) rivâyetini (naklini) reddetmesi. Ta'dîl, düzeltmek. Bir hadîs âliminin, bir râvinin rivâyetinin kabûl edilebileceğini açıklaması.

 

Hadîs âlimleri, din gayretleri ve müslümanların iyiliği için, bozuk ve yalancı olanları cerh ve ta'dîl yapmışlardır. Yoksa onların maksatları müslümanları kötülemek, gıybetlerini yapmak değildi. (Tirmizî)

 

CERRÂHİYYE:

 

Evliyânın büyüklerinden Nûreddîn Cerrâhî hazretlerinin tasavvuftaki yolu.

 

Cerrâhiyye tarîkatı, Alâeddîn Ali Köstendilî ve Şeyh Ramazan Mahfî vâsıtasıyle Halvetiyye'nin kollarından Ahmediyye'nin kurucusu olan Yiğitbaşı Ahmed Şemseddîn'e ulaşır. Nûreddîn Cerrâhî, talebelerine, Ehl-i sünnet îtikâdı üzere olmalarını ısrarla tenbih etmiş, bunun için Birgivî Vasiyetnâmesini okumalarını ve okutmalarını tavsiye etmiştir. (Hüseyin Vassaf)

 

Cerrâhiyye yolunun büyüğü Nûreddîn Cerrâhî hazretlerinin bir beyti şöyledir:

 

Dil (gönül) beytini pâk (temiz) eden,

 

Dervişi anka (kuşu) eden,

Âlem-i ilâhiye (ilâhî âleme) giden,

 

Mevlâ zikridir zikri.

 

CEVÂD:

 

Çok cömert. Allahü teâlânın isimlerinden.

 

Allahü teâlânın isimleri tevkîfîdir, yâni İslâm dîninin bildirmesine bağlıdır. İslâmiyet'in bildirdiği ismi söylemelidir. İslâmiyet'in bildirmediği isim söylenmez. Ne kadar güzel isim olsa da, söylenmemelidir. Meselâ Cevâd denir. Çünkü, İslâmiyet Cevâd demektedir. Fakat yine cömert mânâsında olan "Sahî" ismi söylenemez. Çünkü İslâmiyet, O'na sahî dememiştir. (Seyyid Şerif, Bâkıllânî)

 

Yemîn, yalnız Allahü teâlânın isimleriyle olur. Başka şeylerle yemîn olmaz. Allahü teâlânın isimlerinden; Halîm, Alîm, Cevâd gibi, insanlar için de kullanılan bir isim ile yemin ederken, Allahü teâlânın ismi olduğuna niyet etmek lâzımdır. (Dâmâd)

 

CEVÂMİ-ÜL-KELÎM:

 

Az kelime (söz) ile çok şey anlatma özelliği.

 

Bana cevâmi-ül-kelîm verildi. (Hadîs-i şerîf-Buhârî)

 

CEVÂZ:

 

Câiz olma.

 

CEVHER:

 

1) Mâhiyet, asıl, öz. Varlıkta kalabilmesi için başka bir mahlûka muhtâc olmayan, kendi kendine varlıkta kalabilen.

 

Araz, sıfat demektir. Cevher üzerinde bulunur. Yalnız başına bulunmaz. (Seyyid Şerif)

 

2)   Kıymetli, işlenebilir mâden. Mecâz olarak insanın istidâdı, yetişmeye elverişli olması manasına da kullanılır.

 

Yavrum o zamanki tövbenin, bağlılığın bir netice vermediğini sen de biliyorsun. Çünkü, Allahü teâlâyı seven ve unutmayanlardan uzak kalman, o seâdet tohumunun açılıp büyümesine mâni oldu. Fakat, o tohumun çürümemiş olması, bu yavrunun yetişmeye elverişli nefis bir cevher olduğunu göstermektedir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

CEVR:

 

Zulüm, haksızlık; adâletin zıddı.

 

Yeryüzü cevrle dolduktan sonra, benim Ehl-i beytimden (evlâdımdan) mutlaka birisi çıkar. Dünyâ daha önce nasıl zulüm ve cevr ile dolu ise o, dünyâyı adâletle doldurur. (Hadîs-i şerîf-Ebû Dâvûd)

 

Dînimizde, cevr edenlere azâb yapılacağı bildirilmiştir. (Muhammed Hâdimî)

 

CEYYİD:

 

Başka mâdenle karışım hâlinde basılmış altın ve gümüş paralardan, karışımında altın ve gümüş miktârı fazla olanlar.

 

CEZÂ:

 

İyi veya kötü karşılık.

 

Allahü teâlâ âyet-i kerîmelerde meâlen buyurdu ki:

 

İyiliğin cezâsı ancak iyiliktir. (Tâatleri yapıp, günah olan şeyleri terk etmenin karşılığı pekçok sevâbdır.) (Rahman sûresi: 60)

 

Kim bir hayırlı  ve güzel amelle (işle) gelirse, ona, on misli sevâb verilir. Kim de bir günâh ile gelirse(eğer af olunmazsa), ona ancak misli ile (günâhı kadarla) cezâ edilir. Onlar (sevapları noksanlaştırılmak veya cezâları artırılmak sûretiyle) haksızlığa uğratılmaz. (En'âm sûresi: 160)

 

Allahü teâlâ onlara zulmetmez. Onlar kendilerine zulmedip, ağır cezâları hak ettiler. (Nahl sûresi: 33)

 

Allahü teâlâ müslüman olmayanlara namaz kılmasını, oruç tutmasını emretmemiştir. Bunlar, Allahü teâlânın emirlerini almakla (kabûl etmekle) şereflenmemişlerdir. Namaz kılmadığı, oruç tutmadığı için bunlara cezâ verilmez. Bunlar yalnız küfrün (îmânsızlığın) cezâsı olan Cehennem'i hak etmişlerdir. (Abdülganî Nablüsî)

 

Cezâ suçun büyüklüğüne göre değişir. Suç küçük olur ve suçlu boynunu büküp yalvarırsa, bu suç dünyâ dertleriyle affolunabilir. Fakat, suç büyük, ağır olur ve suçlu inatçı olup saygısızlıkta bulunursa, bunun cezâsı âhirette sonsuz ve çok acı olmak lâzım gelir. (Ahmed Fârûkî)

 

Gördüğünüz her musîbet ve felâket, kızgınlığın, zulüm ve haksızlık etmenin cezâsıdır. (Abdülhakîm Arvâsî)

 

Hâşâ zulmetmez kuluna Hüdâsı,

 

Herkesin çektiği kendi cezâsı.

 

(Muhammed Sıddîk bin Saîd)

 

CEZBE:

 

Çekme, çekilme. Allahü teâlânın sevdiği bir kulu kendisine çekmesi, yüksek derecelere kavuşturması. Bu da nefsi terbiye ederek, Allahü teâlâyı çok anmakla olur.

 

Rahmân'ın cezbelerinden bir cezbe bütün insanların ve cinnîlerin sevâbları gibidir. (Hadîs-i şerîf-Sülûk Risâlesi)

 

Tasavvuf yolu iki kısımdır: Cezbe ve sülûk. Sülûk uğraşarak ilerlemektir. Sülûk tamamlandıkdan sonra cezbe lâzımdır. Sülûk olmadan maksada kavuşulamaz. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Cezbe, Allahü teâlânın ismini çok anmakla, sülûk, Lâ ilâhe illallâh sözünü çok söylemekle hâsıl olur. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Cezbenin sülûktan önce olması için sevilmiş olmak lâzımdır. İstenmedikçe çekilmek olmaz. Bu, Allahü teâlânın öyle bir ihsânıdır ki, dilediğine verir. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Sülûk (tasavvuf yoluna girip ilerleme) yapmadan hâsıl olan cezbe noksan ve bozuk olur. (Behâüddîn-i Buhârî)

 

CİBRÎL:

 

Peygamberlere vahy getirmekle vazîfeli melek Cebrâil de denir.

 

CİDÂL:

 

Kavga, çekişme, münâkaşa.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyurdu ki:

 

Hacda kadına yaklaşmak, günâh işlemek ve (hizmetçileri, arkadaşları  ve başkaları  ile)

 

cidâl yoktur. (Bekara sûresi: 197)

 

Başka hiç bir kusurun olmasa bile, kusur olarak cidâl sana yeter. (Ebü'd-Derdâ)

 

Hikmet (ilim) sâhiplerinden biri; "Yumuş ak, tatlı söz, insanda gizlenmiş kin kirini temizler" demiştir. Cidâl ve inâd ise, bunların zıddıdır. Cidâl ve inâd sebebiyle söylenilen kaba ve çirkin sözler, kalbi kırar, geçimi zorlaştırır, kızmaya sebeb olur, göğsü daraltır. (İmâm-ı Gazâlî)

 

CİHÂD:

 

İnsanların, İslâmiyeti işitmeleri, müslüman olmakla şereflenmeleri veya müslümanların dînine, vatanına ve nâmusuna saldıran düşmanı defetmek için yapılan muhârebe yâhut mal, can, söz, neşriyat ve diğer vâsıtalarla İslâmiyeti anlatmak ve müdâfa etmek.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

 

Mallarını, canlarını fedâ ederek din düşmanları ile Allah rızâsı için cihâd eden müslümanlar, oturup, ibâdet edenlerden daha üstündür. Hepsine de, Cennet'i söz veriyorum. (Nisâ sûresi: 95)

 

Allah yolunda cihâd eden kimselerin hâli, gündüzleri oruçlu olup, gecelerini ibâdetle geçiren, Allahü teâlânın âyetlerine itâat eden, namaz ve oruçtan dolayı hiç bir gevşeklik hissetmeyen kimsenin hâli gibidir ki, yine Allah yolunda cihâd eden üstündür. (Hadîs-i şerîf-Tergîb-ül-İbâd)

 

Cihâddan maksad, İslâm dînini yüceltmek ve din düşmanlarını zelîl etmektir. Cihâdda gâzî ve şehîdler için bildirilen sevâblar, niyet iyi ve hâlis oluncadır. (İmâm-ı Rabbânî)

 

Cihâd üç türlü yapılır: Birincisi beden ile yâni her türlü harb vâsıtası ile yapmaktır. İkincisi, her türlü neşriyât (basın ve yayın) vâsıtaları ile İslâmiyet'i insanlara yaymak ve duyurmaktır. Bu cihâdı İslâm âlimleri yapar. Üçüncüsü ise, duâ ile yapılan cihâddır. Bütün müslümanların bu cihâdı yapmaları farz-ı ayndır. (Muhammed Hâdimî, Birgivî)

 

Cihâd-ı Ekber:

 

Büyük cihâd. Nefsin, insan tabiatının, bedeninin kötü isteklerini yerine getirmemek için yapılan mücâdele.

 

Küçük cihâddan cihâd-ı ekbere döndük. (Hadîs-i şerîf-Mektûbât)

 

CİLBÂB:

 

Uzun ve geniş örtü, manto. Çoğulu Celâbîb'dir.

 

Allahü teâlâ Kur'ân-ı kerîmde meâlen buyuruyor ki:

 

Ey sevgili Peygamberim! Zevcelerine, kızlarına ve mü'minlerin kadınlarına cilbâblarını üstlerine giymelerini söyle... (Ahzâb sûresi: 59)

 

Haramdan olan cilbâb giyenin namazı kabûl olmaz (borçtan kurtulur, fakat sevâb verilmez). (Hadîs-i şerîf-Kitâbul Fıkh alel Mezâhib-il-Erbea)

 

Hayâ Cilbâbını Çıkarmak: Açıkça günâh işlemek.

 

Hayâ cilbâbını çıkaran kimse hakkında konuşmak gıybet olmaz. (Hadîs-i şerîf-Berîka)

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


7 Ekim 2022 Cuma

DOĞU GÖK TÜRK DEVLETİNİN KUVVETLENMESİ -3

 îl (îllig) Kağan Devri (621-630)


Ch'u-lo Kağan'ın ani ölümü üzerine önceki bölümde bahsettiğimiz büyük askerî planın hiç başlamadığı görülmektedir . Boşalan Doğu Gök-Türk tahtına geçecek olan kağanın seçiminde Ch'i-min Kağan zamanından beri Gök-Türk ülkesinde bulunan I-ch'eng hatun önemli rol oynadı. Her şeyden önce Ch'u - loiıun oğlu Wo-she Şadı zayıf ve çirkin olması sebebiyle tahta geçirtmeyip, onun yerine Chi-min'in en küçük oğlu Bagatur Şadi destekledi. Shih-pi'nin kardeşi olup devletin doğu kısmını idare eden bu şadın asıl ismi Tou-pi idi ve Ch'u-lo'nun da kardeşi oluyordu. Bu şad tahta çıktıktan sonra II (Hsie-li veya Chie-lİ) Kağan unvanını aldı. Arkasından hemen Çin'e elçi gönderip Chiı-lo Kağanın ölümünü bildirdi. T'ang İmparatoru Shih-pi'nin ölümünde yaptığı bütün yas törenlerini Ch'u-lo için de tekrarladı.



İl Kağan (Chie- li veya Hsie-lİ) konuyla ilgili bütün Çin kaynaklarının ittifakla bildirdiği üzere çok kuvvetli devlet ve ordunun başına geçmişti. Çin asıllı I-ch'eng hatunla o da evlendi Devletinin gücünden destek alarak başlıca politikası Çin'i baskı alnnda tutmak oldu. Bu esnada Gök-Türkler nezdinde bulunan T'ang hanedanı muhalifi çinliler, İl Kağan'a sürekli, onun babası Chi - min'in Sui hanedanı sayesinde tahta çıktığını hatırlatıyor ve şimdi de o hanedanın veliahdı Yang Cheng-tao'yu desteklemesi, bunun için T'ang hanedanını ortadan kaldırması gerektiğini telkin ediyorlardı. Diğer taraftan T'ang hanedanlığının resmen kuruluşundan bir kaç yıl geçmiş olmasına rağmen Çin'de durum hâlâ karışıktı. Bundan dolayı Gök-Türklerce pek hürmetkâr davranan Kao-tsu verdiği hediye vesair ikramlarla II Kaganın oluşturacağı tehlikeleri bertaraf etmeye çalışıyordu. Ancak, Çin 'e karşı baskı politikası gütmeye kesin kararlı olan il Kağan, onların elçilerine sürekli kibirli davranıyor ve de aşırı taleplerde bulunuyordu.




621 yılının üçüncü ayında Gök-Türk kuvvetleri Çinin Fen-yin bölgesine ve Shih eyaletlerine akınlar yaptılar. Fakat, Shih eyaletinin askerî valisi olan Wang Chi, bu hücumların bir kısmını önlemeyi başardı. Aslında bunlar Gök-Türklerin ufak çapta akınları idi. Esas büyük akın arkadan geliyordu. Nisan ayında Çin seddini geçen İl Kağanın hücumları Yen-men'a ulaştı. Burada Li Ta-cn tarafından durduruldular. Az sonra Ping eyaleti de Gök-Türk akınlarından kurtulamadı.

Ch'u-lo Kağanı zehirleterek ölümüne sebebiyet verdirmek suçundan Gök-Türk merkezinde hapsedilmiş olan Cheng Yüan-shou'yu kurtarmak için Li Kui adlı bir elçi altın ve ipekli kumaşlarla îl Kağana gönderildi . Altın ve ipekli kumaşlara rağbet etmeyen Kağan, Çin elçisinin yerlere kapanarak kendisini selâmlamasnı istemiş, elçi buna yanaşmayınca, onu tutuklamıştı. Diğer elçi sol saray muhafızları baş kumandanı unvanlı büyük general Ch'ang-sun Hsün-te'yı da hapse attı. Elçilerinin İl Kağan tarafından birbiri ardına tutuklanması üzerine Çin imparatoru da kendi başkentinde bulunan Gök-Türk elçilerini hapse attı. Bu sıralarda Çin sınırlarına doğru gelişen Gök-Türk akınlarının ardı arkası kesilmiyordu. Beşinci ayda tekrar T'ang İmparatorluğu topraklarına giren Gök-Türkler, Li Shu-liang kumandasındaki beş Çin ordusunu yendiler. Hatta Li Shu-liang'a savaş sırasında bir ok saplandı ve bir ay sonra öldü. Aynı yılın sekizinci ayında Tai eyaletine giren Gök-Türkler, kendilerine karşı koymaya çalışan Çin harekat orduları baş kumandanı Wang Hsiao-chi'yi bozguna uğrattılar. Arkasından ilerlemeye devam eden Gök-Türk ordusu Kuo-hsien kasabasını kuşattı. İki ay süren bu kuşatmadan sonra istediklerin elde ettikleri anlaşılan Gök-Türkler geri döndü .



Dokuzuncu ay içerisinde Ping, Liang ve Ling eyaletleri Gök-Türk hücumlarına maruz kaldı. Ancak Çin orduları artık savunmada başarılı olmaya başlamıştı. Üstelik Ling eyaleti baş kumandanı Yang Shih-tao, Gök-Türkleri yenmeye muvaffak oldu. Bu mağlubiyet İl Kağanın ordusuna fazla bir şey kaybettirmemiş olmalıdır. Çünkü on birinci ayda gelişen Gök-Türk akınlarında Heng, Ting, You ve İ gibi bölgeler tamamen İstilâ edilmişti. Bu akınlara T'ang hanedanı muhaliflerinden Kao K'ai-tao da iştirak etmişti.


622 senesinde imparator Kao-tsu, Kağan'a tekrar zengin hediyeler gönderdi ve bir çinli prensesle evlendirme teklifinde bulundu. İl Kağan, bu teklifi kabul etti ve Çin imparatorunun arzusu doğrultusunda hapiste tuttuğu Li Kui , Cheng Yüan-shou ve Ch'ang-sun Hsün-te'yı serbest bıraktı. On chin miktarında balık tutkalını hediye olarak gönderip, iki ülke arasının bundan sonra tutkalla yapıştırılmış gibi yakın olmasını söyledi. Bunu duyan Kao-tsu da onun elçileri Je-han Tegin'i, A-shih-na-te'yı ve diğer Gök-Türkleri ülkelerine geri yolladı.


Aynı sıralarda İl Kağan taaruzlarına devam ediyor ve T'ang muhalifleriyle birlikte Yen-meni muhasara altına alıyordu. Kuşatma bir ay kadar sürdü ve geri döndüler. Tai eyaleti garnizon kumandanı Li Ta-en, önce Gök-Türk ülkesinde açlık çıktığından dolayı, zor durumda kaldıklarını, dolayısıyla Ma-i şehrinin onlardan geri alınmasının kolay olacağı gerekçesiyle İmparatora teklifte bulunmuştu . Kao-tsu da Tu Ku-ch'engi ona yardımcı gönderdi . Lakin Tu Ktı-ch'eng vaktinde buluşması gereken noktaya gidemedi. Yalnız kalan Li Ta-en, İl Kağan ve T'ang hanedanı muhalifi çinli Liu Hei-ta tarafından kuşatıldı, imparator, bu sefer Li Kao-ch'ien'i yardıma gönderdi . Fakat, yiyeceği tükendiği için kaleden çıkma teşebbüsünde bulunan Li Ta-en, Gök-Türkler tarafından öldürüldü. İkinci ayda başlayıp, dördüncü ayda biten bu hadiselerden sonra Hsin eyaletine giren Gök-Türkler, büyük general Li Kao-ch'ien tarafından yenilgiye uğratıldılar. Çok geniş bir coğrafyaya yayıldığını anladığımız İl Kağan'in akınları durmuyordu. Altıncı ayda Shan-tung bölgesine akın yapıldı. Yen bölgesi prensi Li İ, Gök-Türkleri durdurmaya çalıştı.




Artık T'ang hanedanı kuvvetlenmeye başlamıştı. Dolayısıyla Gök-Türk akınlarına daha iyi savunma yapma yolunda önemli adımlar attılar; 622 yılının sekizinci ayında Ping eyaleti büyük baş kumandanı Li Shen-fu, Fen nehrinin doğusunda bulunan Gök-Türkleri yendi. İki bin at ele geçirdiği gibi beş yüz Gök-Türk askeri öldürmüştü. Aynı sıralarda İl Kağan bizzat kumanda ettiği yüz elli bin kişilik ordusu ile Yen-men geçidini aşarak, Ping eyaletine akın yaptı. Burada ordusunu iki bölüme ayırarak, bir bölümünü Yüan eyaletine gönderdi . Gök-Türkler, artık Çin'in çok içlerine girmişlerdi. Çinli kumandanlar, Gök-Türklerin dönüş yollarını kesme teşebbüsünde bulundular.



Bu sırada Çin sarayındaki bir müzakereden İl Kağanın Çin'e barış teklif ettiğini öğreniyoruz. Bazı Çinli devlet adamları bu teklifi hemen kabul etmek arzusunda idiler. Bazıları ise Çin'in çok fazla içlerine girmelerinin iyi bir fırsat olduğunu ileri sürerek savaşmak istediler. İmparator da savaşma taraftan idi. Ancak az sonra Lien eyaletine giren Gök-Türk orduları, Ta-chen geçidini ele geçirdiler. Barış teklif etme sırası T'ang imparatorluğuna gelmişti. Elçi olarak Cheng Yüan-shou, Kağan'a gönderildi. Çünkü o sırada Chie-shou şehrinden Chin eyaletine kadar yüzlerce li'lik alanda yarım milyon civarında Gök-Türk süvarisi dolmuştu. T'ang imparatorluğunun askerî bakımdan yapabileceği bir şey kalmamıştı. Bu durum göz önüne alındığında elçi Cheng Yüan-shou'va Gök-Türkler nezdinde yapacak çok şey düşüyordu . Adı geçen elçi bütün hünerini gösterdi. Önce İl Kağanı anlaşmayı bozmakla suçladı. Kağanın etkilendiğini görünce devam ederek "Gök-Türklerin, T'ang imparatorluğu topraklarını ele geçirseler bile buralarda yaşayamayacaklarını, ayrıca elde ettikleri ganimetlerin hepsinin, millete gittiğini, kağana bir şey kalmadığını, onun için en iyisinin Çin'le barış yapmak olduğunu, bu sayede hem savaş yorgunluğundan kurtulacağını, hem de Çin'den gelecek İpekli kumaşlar ve alımların hepsinin hazinesine gireceğini, aksi takdirde kağanın kendi kardeşleriyle arasının açılacağını ve felakete uğrayacaklarını" izah etti. Onun bu açıklamaları kağan üzerinde etkili oldu. Ordusunu topladı ve geri döndü.


iki ülke arasında barış akdedilmiş olmasına rağmen çinli kumandanlar bazı noktalarda Gök-Türklere taarruz ettiler. Dokuzuncu ayda meydana gelen bu olaylarda Yang Shih-tao ve emrindekiler, San-kuan dağında Wen Yen-po ve emrindeki generaller Heng dağında, An Hsing-kui ise Kan eyaletinde Gök-Türkleri yenilgiye uğrattılar. Böylece Çinliler, kendi yaptıkları anlaşmayı kendileri bozuyordu. On birinci ayda ise Li Ta-tsung, Ling eyaletinde, Yü-she Şadı yendi, Yü-she Şad'ın Wu-yüan'de idare ettiği topraklar tekrar Çinlilerin eline geçti.


Çinliler bu arkadan saldırılarıyla Gök-Türklerle yapmış oldukları barışı kendileri bozdular. 623 yılının beşinci ayında Lin eyaletine giren Gök-Türkler, yanlarına T'ang muhaliflerinden Liang Shih-tou yu da almışlardı. Daha sonra yine muhaliflerden Kao Kai-tao ile You eyaletine hücum ettiler. Ancak burada T'u Ti-ch'i tarafından geri püskürtüldüler.


Ma-i şehri çok önemli bir stratejik mevkiide bulunuyordu. Gök-Türkler ellerinde tuttukları bu şehri sürekli üs olarak kullanıyorlardı. Şehrin idaresi ise Gök-Türk askerleri ile T'ang muhaliflerinden Yüan Chün - changin elinde idi. Diğer bir muhalif Kao Man-cheng, T'ang hanedanına bağlanmak istiyordu. Bunun içinde gece Yüan Chün - chang'a hücum etmiş, ancak o zamanında haberdar olarak Gök-Türk ülkesine kaçmıştı. Yüan Chün chang tekrar Ma-i'yi almak için Tudun Şad ile birlikte hücum etti ise de yenildi. Altıncı ayda cereyan eden bu hadiselerden sonra Gök-Türkler tekrar Yüan Chün-chang'a yardımcı asker vererek, Ma-i üzerine gönderdiler. Ancak bu ordu Li Kao-ch'en tarafından yenildi. Arkasından çok geniş ve büyük bir Gök-Türk saldırısı gelmeye başladı. Yüan ve Shou eyaletleri Gök-Türklerin eline geçerken, imparator Kao-tsu kuzey sınırlarında askeri tedbirler aldı. İlerlemeye devam eden Gök-Türk ordusu sekizinci ayda Chen, Yüan, Shan-ho-chen ve Wei eyaletlerini tamamen istilâ etti. Büyük çapta gelişen Gök-Türk hücumlarından You eyaleti de dokuzuncu ayda nasibini aldı. Kao K'ai-tao da bu sırada yirmi bin Gök-Türk süvarisine kumanda ediyordu. Gök-Türkler bu sırada çok az görülen bir faaliyet icra etliler. Ts'ao P'an-i'yi elçi olarak gönderip, imparator Kao-tsu'ya Litt Shilı-jangin kendileriyle işbirliği yaptığını söyleyerek, onun idam ettirilmesine sebep oldular. Daha önceki olaylardan dolayı Ma-i şehrinin intikamını almak için onuncu ayda topyekun saldıran İl Kağan, gece kaleden çıkmak isteyen Li Kao-ch'i-en'in askerlerinin yarısını telef etti. Ancak çinli kumandan kaçmayı başardı. Şehri kuşatmaya devam eden Gök-Türk ordusuna hücum etmek için vazifelendirilen kumandan Liu Shih-jang korkusundan gelememişti.


Ancak bu esnada Çin'e bir elçi gönderen İl Kağan, bir çinli prensesle evlenmek istediğini bildirdi. İmparator kuşatmayı kaldırdığı taktirde İl Kagan'a bir prenses vereceğini açıkladı. Kağanın hatunu taarruzlara devam edilmesinde ısrar ediyordu. Uzun süredir kuşatma altında bulunan Ma-i'de yiyecek iyice azalmış, şehirdeki memurlardan Tu Shih-yüan, baş kumandan Kao Man-chengi öldürüp, şehri Gök-Türklere teslim etmişti, Gök-Türkler prensesle evlenmenin gerçekleşmesi için Ma-i şehrini Çin'e verdiler. Ancak, Gök-Türk saldırıları bu yılın sonuna kadar devam etti. On ikinci ayda Ting eyaleti istila edildi ise de burada bulunan Çin ordusu tarafından geri püskürtüldüler.


624 yılında da Gök-Türk orduları Çin topraklarında hücumlarını sürdürüyordu. Üçünçü ayda Yüan, beşinci ayda Shuo, altıncı ayda Tai eyaletleri Gök-Türk akınlarına maruz kaldılar. Fakat, adı geçen son eyaletteki Wu şehrinde mağlup edildiler. Yedinci ayda ise daha büyük bir Gök-Türk akını geldi. Yüan eyaleti tamamen işgal edilmişti. Arkasından Lung eyaleti de istilâ edildi. Wei-ch'ih Cheng-te ve Yang Shih-tao birliklerindeki kuvvetler ile bunlara karşı koymaya çalıştılar. Ancak, Yın-p'an bölgesi de Gök-Türkler tarafından işgal edildi. Diğer taraftan T'u-li Şadın kumanda ettiği kuvvetler Yüan Chün - chang ile Ping eyaletine akın yaptı.



Yıllardan beri süregelen Gök-Türk saldırılarından kurtulamayan T'ang imparatoru Kao-tsu'ya bazı devlet adamları, başkenti Ch'ang-an'dan daha güneye nakletmeyi tavsiye ettiler. Sadece daha sonra imparator olacak olan Li Shih-min, bu fikre itiraz etti. Vezirlerden Hsiao Yû ve bir kaçı da onu destekledi. Neticede İmparator, başkentini daha güneye taşımaktan vazgeçti. Bu ayın sonlarına doğru Tang hanedanı muhaliflerinden Yüan Chün-chang, Shuo eyaletine Gök-Türklerle beraber akın yaptı. Aynı esnada Kao-tsu, Chin ve Ch'i prenslerine Gök-Türklerle savaşma emri vermiş ve onlara Lan-ch'ih denilen havuzun yanında ziyafet vermişti.


Çin'in bütün kuzey eyaletlerinden başka ortalarına kadar da uzanan Gök-Türk akınları, sekizinci ayda da devam etti. Yüan, Hsin, Ping ve Sui eyaletlerine büyük akınlar yapıldı. Bu akınlara İl Kağan ile Shih-pi'nin oğlu T'u-li Kağan kumanda ediyorlardı. Sui eyaletinde askerî vali vali Liu Ta-chû, onları önlemeye çalıştı. Bu sırada uzun süren yağmurlar olmuş Çin ordusu gerekli erzak ve levazımatın nakliyle uğraşmak zorunda kalmıştı. You eyaleti önünde karşı karşıya gelen Çin ve Gök-Türk orduları henüz savaşa tutuşmadan Çin kumandanlarından Li Shih-min ileri çıkarak, İl Kağanı anlaşmayı bozmakla suçladı. T'u-li Kağanı da kendisiyle daha önce and içtiği halde buraya savaşmaya gelmekle itham etti. İki kağan da onun konuşmalarından etkilendiler. Özellikle T'u-li'nin Ch'in prensiyle ittifak ettiğini duymuş olmak, İl Kağanı onun hakkında şüpheye sürüklemişti.


Sonra Gök-Türk ordusu geri çekildi. İl Kağan geri dönme kararı vermiş olmasına rağmen, Çinli kumandan yağmur dolayısıyla Gök-Türklerin yaylarındaki zamkların eriyeceğini ve iyi kullanamayacaklarını ileri sürerek, kendi yaptığı anlaşmayı kendisi bozdu. Geceleyin Gök-Türklere saldıracaktı ki; Gök-Türkler uyandılar. Bunun üzerine T'u-li'ye özel adam gönderip, onunla anlaştı. Bu sırada İl Kağan savaşmak istiyor, fakat, Çinliler tarafından kandırılmış olan T'u-li karşı çıkıyordu.


Bu gelişmelerden sonra Çin'e karışı İl Kağanın tavrının değiştiğini görüyoruz. T'ang imparatoruna elçi göndererek, barış yapmak istediğini bildirdi. Bunun için de A-shih-na Ssu-mo unvanlı Chia-pi Tegin ve T'u-li Kağanı yollamıştı. A-shih-na Ssu-mo İl Kağanın üvey amcası oluyordu. Soğdlulara benzediği için şad olamamış sadece Chia-pi Tegin unvanıyla kalmıştı. Bu tegine Çin'de çok iyi muamele edilmiş, hatta İmparatorun yatağına kadar götürülmüştü . Çin'de bulunduğu sırada kendisine Ho-shun prensliği unvanı tevcih edildi. Bu ay içerisinde P'ei Ghi, Gök-Türklere elçi olarak gönderildi. Ch'i eyaleti askerî valisi Ghai Shao, Tu-yang vadisinde Gök-Türkleri mağlup ederken, dokuzuncu ayda Sui eyaletinde Li Ta-chü yendiği Gök-Türklerden üç tegini esir aldı. Fakat, Gök-Türk orduları akabinde Kan eyaletine girdi. Genellikle akın ve yağma karakteri taşıyan bu Gök-Türk hücumları sürerken, T'ang hanedanı hakim olduğu topraklarında kuvvetini iyice artırmıştı . Bundan başka yeğeni T'u-li Şada küsen ve Çin'e karşı uyguladığı baskı politikasını terketmeye başlayan İl Kağan, 625 yılının İlk ayında T'u-yü-hun'lar ile ticarî münasebet kurmak için imparator Kao-tsu'ya müracaat etti. Üçüncü ayda Gök-Türkler Lu eyaletine saldıracakları haberini yaydılar. Bunun üzerine Chin bölgesi prensi mukavemete hazırlandı. Sonra Gök-Türkler saldırıdan vazgeçtiler. Dördüncü ayda Liang eyaleti askerî garnizonuna baskı yaptılar. Hatta şehrin dış surlarını dahi aştılar. Askerî vali Liu Chün - chie, Gök-Türk hücumlarını önledi. Bundan sonra Gök-Türklerin hızla gelişen akınlarından korunmak için Pekin bölgesinden Shih-ling'e kadar savunma hattı meydana getiren Kao-tsu, yine de İl Kağanın Ling eyaletine akın yapmasına engel olamadı. Büyük generallerden Chang Chin'i ordu kumandanı tayin edip, Gök-Türkler üzerine gönderdi. Devletini sağlamlaştırıp, kuvvetinin artmasından sonra, T'ang imparatoru Kao-tsu, Gök-Türkleri aşağılamak için, bundan sonra mektup yerine ferman yazacağını devlet adamlarına ilân etti. Yedinci ay içinde İl Kağan, Hsiang eyaletine akın yaptı. Kağanı durdurmak isteyen Tai eyaleti baş kumandanı ise Hsin-ch'eng'da Gök-Türkler tarafından mağlubiyete uğratıldı.

Ani hücum silsilesine sekizinci ayda da devam eden İl Kağan, önce Ping, sonra Lİng, arkasından Lu , Ch'in ve Han eyaletlerini istilâ etti. Çin imparatoru, Li Ching ve Jen Kui gibi kumandanlarla savunma tedbirleri almaya çalıştı ise de yeniden yüz bin kişilik ordusuyla harekete geçen Gök-Türk ordusu, İl Kağan liderliğinde Shuo eyaletinde yağmalar yaptı. Bu olaydan az sonra T'ai-ku mevkiinde Gök-Türk ordularıyla savaşan çinli kumandan Chang Chin, bütün ordusu yok edilmek suretiyle mağlup edildi. Fakat, kumandanın kendisi kaçmayı başardı. Bu galibiyet esnasında Çin ordusu baş kumandanı Wen Yen-po'yu esir alan Gök-Türkler, onun önemli bir mevkiide olduğunu öğrenince, kendisine Çin'in askerî vaziyeti hakkında sorular sordular; fakat, yeterli cevap alamadılar. Akabinde Ling-wu mevkii ve de Sui eyaleti İl Kağan tarafından işgal edilmiş, ancak, o sonradan Çin'e elçi göndererek barış yapmak istediğini bildirip, istilâdan vazgeçmişti. Çok geniş bir alanı işgal eden İl Kağanın yaptığı yağmalarla hedefine ulaştığı anlaşılmaktadır. Çin'i tamamen fethetmenin kendi ülkesi menfaatine bir şey getirmeyeceğini düşünerek geri çekilmişti.



İl Kağanın geri çekilişinden sonra dokuzuncu ay İçerisinde bazı Gök- Türk beyleri tek başlarına hareket ederek akınlarda bulunuyorlardı. Fakat, küçük çapta yapılan bu harekâtın çoğu çinliler tarafından durduruldu. Bagatur Şad, Ping eyaletinde bir şehir ele geçirmiş, ancak sonra mağlup edilmişti. You eyaleti civarındaki Gök-Türkler de yenilip, İki bin kişi esir düşmüştü . Bununla birlikte Shan ve Ling eyaletleri, onbirinci ayda da P'eng eyaleti bir kısım Gök-Türk kuvvetleri tarafından İstilâ edildi.


Doğu Gök-Türk devletinin en kuvvetli çağlarını yaşadığı 615-626 yılları arasındaki dönemin son yılına girildiğinde yıllardan beri mutad olan Çin'e akın serisi devam ediyordu. 627 yılının ikinci ayında Yüan eyaleti hücuma maruz kalırken, üçüncü ayda Liang eyaleti tecavüze uğradı. Daha sonra bu akınlar Li You-liang tarafından önlendi . Bu arada Gök-Türk ülkesinde bulunan Wo Yang-yin adlı Çin elçisi elli adamıyla İl Kağanın otağına baskın yapıp, onu öldürmek istemişti. Ancak zamanında bundan haberdar olan Gök-Türkler onu yakaladılar.


Dördüncü ayda önce Shuo, Yüan, Ching eyaletlerini geçiren İl Kağan, çinli kumandan Li Ching ile Hsia-shih mıntıkasında savaştı. Geri çekilen Gök-Türk ordusu, Batı Hui eyaletini istilâ etti. Beşinci ayda Ch'in ve Lan eyaletleri, batı Gök-Türk askerî birlikleri tarafından işgal edildi. Bir ay sonra Çin seddinin dışındaki Sarı nehir havzasında bir kaç on bin süvariyle karargah kuran Gök-Türklerden Yü-she Şad, Wu-ch'eng kalesini kuşattı. Daha sonra Wei ve Lung eyaletleri de Gök-Türk akınlarına maruz kaldı. Yedinci ayda ise Ch'in eyaletinde Chai Shao, mağlup ettiği Gök-Türklerden bir tegin ve binden fazla asker öldürmüştü.

Sekizinci ayda İl Kağan, T'u-li Kağan ile birlikte yüz binden fazla sayıda olan ordularıyla Kao-ling'i ele geçirmişler, Ching eyaletinde ise çinli kumandan Wei-ch-'ih Ching-te'ya mağlup olmuşlardı. Hatta bu sırada A-shih-te Wu-mei-ch'o adlı erkin esir düşerken, binden fazla Gök-Türk askeri öldürüldü. Bu mağlubiyeder üzerine İl Kağan, karargâhını Wei Suyu kenarında kurdu. Chıh-shih-ssu-li adlı elçiyi Çin ordularının hareketini öğrenmek maksadıyla, T'ang imparatorluğu tahtına yeni çıkmış olan T'ai-tsung'a gönderdi Gök-Türk elçisi Çin sarayına vardığında kendi ülkesinin gücünü övdü. Yeni imparator, onun bu hareketine kızarak, Gök-Türkleri altın ve ipekli elbiseleri aldıkları halde Çin'e saldırıp anlaşmayı bozmakla suçladı. Arkasından elçiyi tutukladı. Bazı devlet adamları Gök-Türk elçisinin hapse atılmasının doğru olmadığını söyledilerse de imparator, o şekilde davranırsa Gök-Türklerin kendisinin onlardan korktuğunu düşünür diyerek kabul etmedi.



Yeni imparator önce kendisi altı veziri ile hızla Wei nehrinin kenarına, kağanın bulunduğu mıntıkaya geldi. İki taraf karşı karşıya geldiklerinde T'ai-tsung, İl Kağanı yine anlaşmayı bozmakla suçladı. Bu arada kalabalık bir Çin ordusu beklenmedik bir şekilde ince bir patikadan çıkıp, oraya gelmişti. İmparator, kağanla baş başa kalıp, konuşmaya devam ettiler. Çin imparatoru Gök-Türklerin kendi ülkesi içlerine fazla girdiklerini ve bu yüzden tedirgin oldukları kanaatinde idi. Neticede İl Kağan ile T'ai-tsung anlaşma yaptılar Anlaşmanın belli başlı dört ana maddesi vardı. Pien-ch'iao adlı köprüde yapılan bu barışta, Çin imparatoru beyaz at kurban ederek and içti. Varılan kararlara göre: Gök-Türkler, çinlilere at sığır verirken, karşılığında ipek, gümüş altın vesair malları alacaklardı; Gök-Türk ordusu geri çekildikten sonra her iki taraf bir birine saldırmayacaktı; çinli esirler iade edilecekti; T'ang hanedanıyla Gök-Türkler yakın dostluk tesis edeceklerdi. Gök-Türkler askerî bakımdan Çin'e nazaran çok daha kuvvetli oldukları halde T'ang hanedanıyla kendilerini eşit sayan bir anlaşma yapmışlardı. Ancak, Gök-Türk ordusunun dağınık durumu, Çin imparatorunun gözünden kaçmamıştı. Çin'in göz kamaştırıcı malları hakikaten ileri gelen Gök-Türk beylerini etkilemiş, savaşma arzuları kaybolmuştu. İşte Çin imparatoru bu sebebten Gök-Türklerle eşit şartlarda anlaşma yapma cüretini göstermiş ve başarmıştı. T'ang hanedanının ileri gelen devlet adamları dahi imparatorlarının bu hareketlerinden endişe etmişlerdi. İmparator, ayrıca Gök-Türklerin altın ve ipekli kumaşları alınca geri çekileceklerini ve savaşmaya önem vermeyeceklerini biliyordu. İl Kağan bir ay sonra yani dokuzuncu ayda, T'ai-tsung'a üç bin at ile on bin koyun hediye ederek, anlaşmaya uyduğunu gösterdi. Bunları kabul etmeyen Çin imparatoru, Gök-Türkler tarafından götürülen çinlilerin iadesini istiyordu.



Ahmet Taşağıl'ın Göktürkler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Halfeti / Şanlı Urfa

 


6 Ekim 2022 Perşembe

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE GEÇEN KİŞİLER, KAVRAMLAR VE TANRILAR - 35

 JALMUS


Masallarda adı geçen devasa bir yaratık; dev. Genellikle insan biçimli olarak betimlenir. Siyah ya da sarı renklidir. Kimi zaman alt dudağı yerde, üst dudağı gökte bir zenci olarak tanımlanırlar. Elinde çoğu zaman hayvan başlı bir sopası veya topuzu bulunur. Bu topuza çokmar denir. İnsan ve koyun yemeyi sevdikleri söylenir. 




JASTIRNAK


Pençeli canavar. Dağlık alanlarda veya ormanlarda yaşar. Vücudu kıllıdır. Derisi koyu konur (kahverengi) olarak betimlenir. Bazen normal insan görünümüne, hatta güzel bir kız kılığına girer. Ancak gerçekte köpek başı gibi çirkin bir kafası vardır. Tırnakları çelik gibidir ve açtığında kartalın pençelerine benzer. Bazen de bakırdan olduğu söylenir. Ayaklarıysa keçi ayağını andırır. Bu yaratıklar aileleriyle birlikte yaşarlar ve onlara zarar veren olursa ömürleri boyunca intikam almak için peşine düşerler. İnsana suyun içindeyken zarar verdiklerine inanılır. Bu nedenle suda oynarken boğulmasından korkulan çocuklar onların adıyla korkutulur. İnsanların delirmelerine neden oldukları da söylenir. Kimi yörelerde Castırnak, Caskıynak ve Caskırnak birbirinin kardeşi olan üç farklı varlık olarak anlatılır. Karakırnak adıyla bilinen türleri de bulunur.



KALDAZ HANlM


Ateş tanrıçası. Ateşin koruyucusu olarak görülür. Başka bir görüşe göre mal (sığır) ve büyükbaş hayvanların koruyucusudur. Emrindeki olan canlılara Kaldazın adı verilir. Altay efsanelerinde anlatıldığına göre kel kadın şamanlar ölüleri bile diriltir. Güneşli bir günde kar yağdırır, fırtına çıkarır.



KALGANÇI


Kalgançı Çağ da denir. Kıyamet gününü ifade eder. Kalganan (sıçrayıp kalkılan) gün, dünyanın ve/veya evrenin yok olacağı daha sonra tüm ölülerin tekrar diriltileceği gündür. Bu inanca göre yeryüzünün varlığı sürekli değildir. Günün birinde yaşam sona erecek ve tüm canlılar yok olacaktır. Kıyamet belirtisi olarak suçlar çoğalacak, günahlar artacak, insanlarda Tanrı korkusu kalmayacaktır. Nihayet İyilik Tanrısı Ülgen'le, Kötülük Tanrısı  Erlik  arasında  çıkacak  büyük savaşın sonunda tüm insanlık yok olacaktır. Denizin dibindeki dokuz çatallı Karataş dokuz yerinden ayrılacak ve demirden atlara binmiş dokuz savaşçı yeryüzüne saldıracaktır. Tanrı Bay-Ülgen tüm canlıların öldüğünü, kendisinden başka kimse kalmadığını görünce; "Kalkın ey ölüler!" diye bağıracaktır. Onun bu çağrısı üzerine ölüler mezarlarından kalkacaklardır.



KAM


Şamanlara Türk dillerinde verilen genel ad. İlkel topluluklarda doğaüstü güçlerle iletişime geçebildiğine inanılan din adamı.  Ruhlarla irtibat kurabildiği kabul edilir. Dualarıyla hastaları sağaltabilir ve törenlerle kötü ruhları kovabilir. Aynı zamanda büyücü ve hekimdir. Değişik ritüelleri yerine getirir. Gök Tanrı tarafından görevlendirildiğine ve yine onun isteğiyle üstün güçlerle donatıldığına, bazı gizli bilgilere vakıf olduğuna inanılır.  Her Şamanın  kendi  özel yöntemiyle ulaştığı coşa (vecd, trans) yani kendinden geçme halinde, ruhuyla göklere yükselmek, yeraltına inmek ve oralarda dolaşmak, bazı bilgilere ulaşmak, tanrısal  ilhama erişmek gibi yetenekleri bulunur.  Coşku halinde ruhlarla iletişim kurar. Bu coşkuya en azından başlangıç aşamasında ulaşabilmek için müzik ve ritim büyük öneme sahiptir. Dans ederek kendinden geçer. Maddi dünyayla olan bağlarını zihnen koparır. Bütün kamların çok derin sezgileri, geniş düş güçleri vardır. Derin bir coşkunluğa kapılarak kendinden geçer. Kendine gelene kadar gökleri ve uzayı, yeraltı dünyasını gezdiğine, ruhları gördüğüne, gizli alemleri dolaştığına inanılır.  Şamanlar ruhları egemenliği altına alarak ölüler (özellikle ata ruhları), doğal güçler (doğa ruhları) ve şeytanlada iletişime  geçerler. Şaman, gerektiğinde  kendisine yardımcı olacak ruhları dünyanın her yanına dağılmış olsalar bile çağırabilir. Bu çağrıyı genellikle davul veya tefini çalarak yapar. Ancak başka bir müzik aleti de kullanabilir, hatta bir çalgıya hiç gerek duymayabilir. Şamanizmle tanrı-doğa-insan arasında sürüp  giden ve hiç  kopmayan bir bağlantının bulunduğu öngörülür ve Şamanın bu döngü içerisinde ruhlar alemiyle insanlar arasında aracı olduğuna inanılır. Tanrı ilk Şamanı yarattığında onun evinin önüne dokuz dallı  (Moğollara göre sekiz dallı) bir ağaç dikmiştir. Bu nedenle her şaman kendisini temsil eden bir ağaç diker. Bu ağaca "Turuğ" adı verilir. Rivayete göre tanrı Ülgen bu ilk Şamana "Senin adın bundan böyle Kam olacak'' diyerek adını vermiştir. Yakutların geleneksel halk dininde anlatıldığına göre; ilerleyen zamanlarda tanrı Ayığ Han yeryüzüne üç Şaman daha göndermiş ve bunların çadırlarının önüne de yine birer tane ağaç dikmiştir. Dolayısıyla şamanların ağaçlarının bulunması, kutsal Yaşam Ağacı Ulukayının yeraltı, yeryüzü ve gökyüzü arasında bir köprü görevi gördüğü şeklinde algılanmasıyla ilgilidir. Moğollara göre Holongoto adlı kutlu kişi kamlığın dokuz derecesini düzenleyen gelenekleri oluşturmuş ve buyruğuna 99 erkek ve 99 kadın Şaman alarak Sayan Dağları'na çekilmiştir. Türk-Moğol kültüründe erkek Şamanlar için sıfat olarak "Toyun/Toyon" (efendi, sahip) tabiri, kadın Şamanlar içinse "Hotun/Hoton" (hanımefendi, kraliçe) tabiri  kullanılır.  Asya halk inanışına göre iki tür kam bulunur:

1. Ak (Aktoyun) : İyi ruhlarla iletişime geçen Şaman.

2. Karakam (Karatoyun): Kötü ruhlarla iletişime geçen Şaman.



Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak