1 Eylül 2022 Perşembe
Uygur Yazıtları
Şine-Usu Yazıtı:
Orhun-Selenga nehirleri arasındaki Şine-Usu gölü yakınında, Uygur Kağanlığı’na ait bir kitabe bulunmuştur. Bu yazıt “Teñride Bolmış il itmiş Bilge Kağan” adına dikilmiş ve Gök-Türk harfleriyle yazılmıştır. Yazıtın Moyun Çur Kağan’a (746-753) ait olduğu tahmin edilmektedir. VIII. yüzyılda dikilmiştir. Yazıtta Türk boyları arasındaki mücadelelerden söz edilmektedir. Tarduş, Töles ve Kırgız kavimlerinden de bahsedilmekte, Uygur hanının Çikler üzerine yürümesi ve Basmıllarla mücadelesi anlatılmaktadır.
Kara Balgasun Yazıtı:
Gök-Türk alfabesiyle yazılan diğer bir yazıt Uygurların ilk hükümet merkezi olan kuzeydeki Kara Balgasun’da bulunmuştur. Türkçe, Çince, Soğdça olarak üç dilde yazılan bu yazıt, başlangıçtan IX. yüzyılın ilk çeyreğine kadar Uygur tarihini konu alır. Ay Tengride Kut Bulmuş Alp Bilge Kağan (808-821) adına dikilmiştir. Yazıtın Türkçe olan kısmı çok tahrip olunmuştur. Sadece bazı kelimeler okunmaktadır. Soğdça olan yüzü ise çok fazla silinmiştir. Sadece Çince kısmı sağlam kalmıştır.
Yazıtta, Uygurların hükûmet merkezinin Orhun ovasında olduğu yazılıdır. Dokuz Oymaklı Uygurlardan, Basmıllardan, Üç Oymaklı Karluk’tan, kuzeyde yer alan Kien-Kun (Kırgız) Devleti’nden bahsedilmektedir. Uygur kağanının Lo-yang seferinden (762) ve onun Çinli T’ang hanedanını desteklemesinden bahis vardır.
“Çin imparatoru Uygurlarla sarsılmaz kardeş hükümet ve ebedi akraba devlet etmeğe sözleşmişlerdi” denilmektedir. Bu arada, Uygur ülkesine dört Mani rahibin geldiğinden söz edilmektedir. Bunlar Mani dinini yaymaya çalışıyorlardı. Kağan bu dinin yayılmasını teşvik etmiştir. Yazıtlarda yerleşik hayata geçmekle ilgili atıflar da vardır. Uygur kağanı çoraklarda gezenleri tatlı diller dökerek yerleşmeye davet etmektedir.
Alıntıdır.
GÖK-TÜRK DEVLETİNİN İKİYE AYRILMASI VE DOĞU GÖK-TÜRK DEVLETİ - 5
Tardu'nun Askeri Gücünün Bertaraf Edilmesi
600 yılının haziran ayında Tardu'nun yine Çİn sınırlarına akın yaptığı görülmektedir. Ling-wu ve Ma-i garnizonlarına çinliler yeni yığınaklar yapular. Ling-wu-'da Chin bölgesi prensi Kuang ve Yang Su, Mai'de ise Han prensi Liang ile Shib Wan-sui kumandan olarak vazife almışlardı. Bu arada Ch'ang Sun-sheng, Çin'e teslim olmuş yabancıların kumandanı sıfatıyla Ch'in eyaleti ordusu başkumandanı oldu. Ch'ang Sun - shengin bu ordulara katılmasıyla durum birden değişti. Çünkü Gök-Türk ordusunu çok iyi tanıyan bu casus-elçi yeni bir hile düşündü . Gök-Türk ordusuyla savaşmak yerine onların su kaynaklarına kolayca zehir akıtılırsa, orduları zayıflayabilirdi. Yine onun düşündüğü gibi yapıldı. Gök-Türklerin askerlerinin bu hayvanlarının su içtiği kaynaklara gizlice zehir akıtıldı, Bu sulardan içen Gök-Türk askerlerinin büyük bir kısmı öldüğü gibi, hayvanlarının da çoğu telef oldu. Perişan olan Gök-Türk halkı zehir akıtma olayından habersiz olduğu için bunu "göğün suyu bulandırdığı (zehirlediği)" şeklinde yorumlayarak, gece yola çıkıp oradan uzaklaştılar. Bu arada Ch'ang Sun-sheng onları takip etmiş ve binden fazlasını öldürtmüştü. Ağır mağlubiyete uğramış olan Gök-Türk ordusu geri çekiliyorken, çinli kumandanlar takibe çıktı. Yüz li'den fazla süren bu takip sonunda Gök-Tûrklerden bir kaç bin kişi daha öldürülmüştü. Askerî gücü iyice zayıflayan Tardu, gerilere çekilmişti. Gobi Çölü'nûn içine giren Çin ordusu da geri döndü. Çİn ordusu geri döndükten sonra Shih Wan-sui'in kazandığı başarılar, diğer Çinli devlet adamları tarafından kıskanılmış ve "zaten Gök-Türklerin kendiliklerinden teslim olacakları, Çin sınırlarının kuzeyinde hayvanlarını otlatacakları" iddiasıyla küçümsenmiştir.
Yukarıda bahsettiğimiz başarısızlıklara rağmen Tardu ülkesinde tek hakim olmaya devam ediyordu. 601 yılının Çin sınırlarına tekrar hücum etti. Heng-an mevkiinde çinli kumandan Han Hung'u bozguna uğrattı. Bozguna uğrayan Çin ordusunun kemiklerinin yığıldığı yere daha sonra Budist tapınağı yapılacaktır.
a - Tardu'nun Ch'i-min'i Ortadan Kaldırma Teşebbüsü:
Yukarıda çok sayıda Gök-Türk boyunun gidip, Ch'i-mip Kagan'a bağlandığını söylemiştik . Onun bulunduğu Ta-li kalesinde nüfusun aniden artması üzerine Ch 'ang Sun -sheng buraya onları kontrol altına almak için gönderildi. Bu esnada Gobi Çölü'nün doğusundaki bölgeler Ch'i- min'in idaresi altında idi. Ülkenin tek hakimi olan Tardu, Ch'i-min varlığını kendi aleyhine tehlike kabul ediyordu. Kardeşinin oğlu İlteber unvanlı şahsı çölün doğusuna saldırmak üzere gönderdi . Ancak, tam bu sırada Çin ordusu harekete geçip, Ilteberin geçeceği yolları kapadı. Yanında az kuvveti olan ilteber geri döndü . Neticede bu tehlikeden kurtulan Ch'i-min, Sui imparatoruna teşekkür mektubu göndererek" Büyük Sui'in bilge imparatorunun zavallı halkını beslediğini, bunu yerin ve göğün bildiğini, bütün kabilelerin imparatora bağlı olduğunu; diğer boyların da bağlanacağını, hepsinin Pai-lao'ya girip, burada yaşayacaklarını at ve koyunların dağları, vadileri dolduracağını, Ch'i-min'in kuru ağacın yeniden yeşermesi, kuru kemiğin yeniden edenmesi gibi çok fazla büyüyeceğini, büyük Sui'in at ve koyun işleriyle iştigal edeceğini" bildirdi. Çin imparatoru onun bu mektubundan memnun olmuş ve Chao Chung-ch'ing'i Ch'i-min İçin Ting-hsiang'da kale yapmak üzere vazifelendirmişti.
b - Tardu 'ya Karşı Büyük Askeri Harekât ve Töles Boylarının İsyanı:
Çinliler, Gök-Tûrk Devletinin tek hakimi olan Tardu (Pu-chia) 'yu devirmek, onun yerine Çin'de kendilerinin desteğiyle kağanlığını ilân eden Ch'i-min'i kuzeye yerleştirmek istiyorlardı. Bunun için iki koldan harekete geçme planı hazırladılar. Birinci koldan daha önce Gök-Türklere karşı bazı başarılar kazanmış olan Yang Su, Yün eyaletine baş kumandan tayin edilerek, yollandı. Diğer taraftan Ch'ang Sun-sheng, Ch'i-min'e onun kuvvetleriyle başka bir yoldan Tardu İle çarpışmak üzere yola çıkti(601). 602 yılının mayıs ayında Gök - Türklerden A-wu-ssu-li Erkin ve beraberindeki kuvvetler, güneye ilerleyip, Ch'i-min'e saldırdılar . Ch'i - min'in yanında bulunan çinli kumandan Sarı nehrin kuzeyine geçmiş, fırsattan istifade eden Erkin ani bir hareketle Ch'i-min'i bastırmıştı. Aslında bundan önce Hu-hsie gibi Töles boyları Ch'i-min'e itâat etmişler. Ancak, sonradan bundan vazgeçip, ayrılmışlardı.
Ch'i-min'i bozguna uğratan, A-wu-ssu-li Erkin, ondan beş-altı bin Türk insanını geri almayı başarmış ve iki yüz bin hayvanını ele geçirmişti. Fakat, çinli başkumandan Yang Su, derhal harekete geçti. Emrindeki bütün orduları seferber ettiği bu savaşta 60 li'den fazla bir alanda dönerek çarpışmalar oldu. Gök-Türkler kuzeye çekildi. Gece takibe çıkan Yang Su, onların bulunduğu yere yaklaştığında iki kişiyi önden Gök-Türkleri kandırmak için gönderdi . İki çinliye inanan Erkin ve adamları, hazırlıksız bir şekilde Çin ordusuna yakalanıp, ağır bir mağlubeyete uğradılar; Ch'i-min'deri aldıkları hayvan ve İnsanları geri bırakmak zorunda kaldılar. Yang Su'nun emrindeki generallerden silahşor Liang Mo, bu çarpışmalarda esas saldırıyı yapmıştı. Baş kumandan Yang Su, generaller Chang Ting-ho ve Liu Sheng i farklı yollardan Gök-Türklerin üzerine yollamış, bunlar çok sayıda asker yakalayıp ve öldürüp geri dönmüşlerdi. Çin ordusu geri dönünce Tardu'ya bağlı olduğu anlaşılan kuvvetler, Ch'i-min'e bir hücum daha yaptılar. Yang Su, bu sefer Fan Kui vasıtasıyla K'u-chie-ku'da onları tekrar yendi.
Tardu'nun Sonu ve Ch'i-min'in Doğu Gök-Türk Devletinin Kağanı Olması
Çin baskısı ve arka arkaya gelen maglubiyeder neticesinde Tardu'nun askeri gücü çok zayıflamıştı. Bundan faydalanan Töles boyları birer birer ayaklanmaya başladılar. Ssu-chie (Izgil), Fu-li (Börü), Chü - hun, Hu-sa, A-pa ve P'u-ku gibi daha isimlerini öğrenemediğimiz ondan fazla Töles boyu ayaklanmıştı Batı Gök-Türklerinden Ch'u – lo Kağan ve yabgusu Tölesler tarafından mağlubiyete uğrayınca, isyanın önü bir türlü alınamadı. Doğudaki Moğol kabilelerinden K'u - mo-hsi, Hsi ve beş boy da harekete geçtiler. Ülkesi karışan Tardu, T'u-yü-hunlara sığındı. Bundan sonra onun akıbeti hakkında kaynaklarda bilgi bulamıyoruz. Dolayısıyla 603 yılının sonunu Tardu'nun nihayeti olarak kabul etmek durumundayız.
Tardu'nun ortadan kalkmasıyla boş kalan Gök-Türk tahtına, Çin'de onlara tabî olarak yaşayan Ch'i-min oturdu. Ch'ang Sun-shengin refakatinde Gök-Türk ülkesine yönelerek Ta-li kalesinden ayrılmıştı. Ancak Doğu Gök-Türk devletinin merkezi ötüken'e gitmedi. Gobi çölünün doğusunda Chi-k'ou (çölün ağzı) diye adlandırılan mevkiye yerleşti. Onun Ötüken'e gitmeyip, Sui hanedanına yakın bir mevkide bulunmasıyla, normal olarak Çin'in daha çok tesirinde kalacak, diğer taraftan her hangi bir isyanla karşılaştığında Çin'e sığınabilecek veya yardım alabilecek idi . Çinli Ch'ang Sun-shengin askerî desteğiyle güvenli bir şekilde Chi-k'ou'ya yerleşen Ch'i-min Kagan'a, Tardu'nun ortadan kalkmasıyla başı boş kalan boyların çoğu itaat etti.
Doğu Gök-Türk devletinin tahtına Çin'e bağlı bir kağan geçmesine rağmen ülkede bütün Chi-min'e İtaat etmediği, dolayısıyla Çin'e bağlılığı kabul etmediği anlaşılmaktadır. Bunu Han bölgesi prensi Liangin imparator Yang'a sunduğu 604 yılındaki bir rapordan anlıyoruz. Prens, Gök-Türklerin kuvvetlendiğini, Çin'in mukabil askerî hazırlıklar yapması gerektiğini söylemişti. Bu rapor uyarınca hemen askerî hazırlıklara başlandı. Gök-Türkler sık sık hücuma geçip Çin sınırlarına tecavüz ettiler. Gök-Türklere karşı savaşmakla vazifelendirilen prens Liang mağlup edildi. Söz konusu Gök-Türk akınlarının hangi kumandan veya hangi boy tarafından yapıldığı kaynaklarda yazılmadığı için bilinememektedir. Yukarıda da bahsettiğimiz gibi çinli tarihçiler Gök-Türklerİn kazandığı askerî başarıları bir-iki karakterle kısaca ifade ederlerken, Çinlilerin elde ettiği başarıları gayet teferruatıyla zikretmektedirler. Yine aynı yıl Sui imparatoruna isyan eden çinli kumandanlardan Wang Kui, Gök-Türklere sığınmak istiyordu. Fakat, yolda imparatorun kuvvetleri tarafından önü kesilmiş o da kendini öldürmüştü.
a - Ch'i-tan İsyanının Gök-Türk ve Çin Askerleriyle Bastırılması:
Mukan Kağan zamanında Gök-Türklere tabî olan Moğol asıllı Ch'i-tan'lar, Işbara devrinde devletin zayıflaması neticesinde isyan etmişlerdi. Tou-lan ve Tardu Kağanların ortadan kalkması yerlerine Çin destekli zayıf Chi - min'in Doğu Gök-Türk devleti tahtına oturması üzerine serbest kalan ve kuvvetlenen Ch'i-tan'lar, Çinin Yıng eyaletini işgal ettiler. Sui hanedanı aniden gelişen bu tehlikeli durumu kendi askerleri yerine Gök-Türklerin kini kullanarak önlemek İstedi. Çünkü bir bozkır kavmi olan Ch'i-tan'lar savaş karakteri yönünden Gök-Türklere benziyordu. Zaten Sui imparatorluğuna bağlılığını defalarca bildirmiş olan Ch'i -min Kağan derhal yirmi bin asker çıkararak, çinli kumandan Wei Yün-ch'i'nin emrine verdi. Çinli general yirmi bin kişiyi dört ayrı kola ayırdı. İleri harekata başlayan bu ordu uyumlu değildi. Gök-Türk askerleri, çinli generalin taktiklerini beğenmemişlerdi . Bu uyumsuzluk devam ederken, kendini tutamayan Ho-kan unvanlı bir Gök-Türk ileri atıldı. Fakat, Ch'i-tanlar onu öldürüp kesik başını geri yolladılar. Diğer Gök-Türk kumandanları buna çok üzüldüler, kesik başa bakamadılar.
Çin askerî taktiği ile başarılı olamayınca Wei Yün-ch'i yeni bir plan hazırladı. Ch'i-tan'ların daha önce Gök-Türklere duyduğu kinden istifade etmeyi düşünerek, onlara bir elçi gönderip yalanla Gök-Türklerin Kao-li(Kore)lerle ticaret yapmak için Liu kalesine gittiklerini, bu yüzden öldürüldüklerini söyledi. Bu arada Çinli kumandan kendi sınırlarına dönmüştü . Gök-Türklerin bertaraf edildiğine inanan Ch'i-tan'lar, hazırlıksız bir şekilde 50 li (yaklaşık 28 km) ilerlediler. Bu sırada pusuda olan Gök-Türk askerleri hızla bunlara saldırdı. Bozguna uğrayan Ch'i-tan'la-rın on binden fazlası yakalandı. Reislerinin çoğu öldürüldü . Ele geçen kızların ve sürülerin yarısı Gök-Türklerin, diğer yarısı Çinlilerin olmuştu.
b - Ch'i-min'in Çinlileşmek İstemesi:
604 yılının sonunda Doğu Gök-Türk devleti tahtına kesin olarak oturan Ch'i - min, Çin'e bağlılığını sürdürüyordu. Bunu daha sonra Sui imparatorluğu topraklarını istilâ eden Ch'i-tanların bastırılmasına yirmi bin süvari göndererek göstermişti. Aradan bir kaç yıl geçmesine rağmen Ch'i-min, Çin'in kuzeyinde kağanlık yapmaya alışamadı. 599-603 yılları arasında Çin'de yaşadığı devrede Çin kültürünün etkisinde kalmıştı. Bozkırın sert iklimi ve zor hayat şartlarının yanında güneyde sıcak ve nemli hava, kolay hayat tarzı Ch'i-mİn'e çok tesir etmiş; dolayısıyla Çin'e hayranlık duymaya başlamıştı. Kendisinin kağan olması yolunda Çinlilerin uzun zaman verdiği destek ve yardımlar sebebiyle de Ch'i-min'in Çin'e minneattar kaldığını söylemek mümkündür .
Bundan dolayı 607 yılının ilk baharında Çin sarayına imparatoru ziyarete geldiğinde, Ch'i-min Kağan, Çinliler gibi yaşamak istediğini bildirdi, imparator Yang, onun teklifini kabul etmedi. Ertesi gün tekrar arzusunu ısrarlı bir şekilde bildiren Ch'i-min'in bu tavrını imparator "Gök-Türklerin artık tamamen çözülmesi" şeklinde yorumladı. Sonra Ch'an-yu nün çözüldüğünü bunun kendi bakanlarının bir başarısı olduğunu söyledi. Bütün vezirlerine işlenmiş güzel ipeklerden bol bol bağışladı. Hunlar zamanına atıfta bulunarak onların yıkılıp Ch'an-yü unvanlı hükümdarlarının (Hu-han-ye) çinlileşmesiyle Ch'i-min'in durumunu aynileştiriyordu. Aynı yılın haziran ayında imparator Yang, kuzey eyaletlerinde keşfe çıktı. Bir ay sonra Ch'i-min Kağan oğlu olan T'uo-t'e Tegin'i imparatorun bulunduğu yere gönderdi . Arkasında da ağabeyinin oğlu Pi-li-chia (Bilge) Tegin'i yine imparatorun konvoyuna gönderdi . En sonunda tekrar elçi yollayıp, Çin sınırlarına girerek, imparatoru bizzat karşılamak istediğini bildirdi ise de Çin İmparatoru bunu kabul etmedi. İmparator Yangin konvoyu Yü-lin mevkiine geldiğinde, Ch'i-min Kağan ve hatunu I-ch'eng prenses seyyar saraya (imparatorun otağı) gelip, onu ziyaret ettiler. Ch'i-rnin, Sui İmparatoruna üç bin baş at sunarken, memnun kalan Çin imparatoru Yang karşılık olarak on iki bin top ipek sundu.
Ch'i-min Kaganin bu davranışlarından iyice cesaretlenen Sui imparatoru, Çin sınırlarından çıkıp, Gök-Türk ülkesine girmeye karar verdi. Bundan sonra Chou - chün'e yöneldi. Kendisinin bu yeni teşebbüsünden Ch'i-min'in endişelenebileceğini göz önüne alarak, Ch'ang Sun-shengi onun yanına yolladı. Bu elçi Ch'i-min'in yanına vardığında Doğu Gök-Türklerine bağlı boyların reisleri de toplanmıştı. Ch'ang Sun-sheng, bazı boyların isyan niyetinde olduklarını, dolayısıyla oraya gelecek olan imparatorun tehlikede bulunduğunu ima etti. Bunun üzerine Ch'i-min de gerekli tedbirleri aldı. Bütün boylar Yü-lin'den Ch'i-min'in otağına üç bin li uzunluğunda bin adım genişliğinde bir yol düzenledi.
Ch'ang Sun-shengin kendi geçeceği yolları temizleyip, muhafaza aluna almasından çok memnun olan imparator Yang, ona hayran olmuştu. Bu sırada Ch'i-min Kağan, Çin imparatoruna elçiyle mektup göndermiş, çinlileşmek isteğini açıkça bildirmişti. Söz konusu mektupta önceki imparatorun (Wen) çok büyük iyilikler yaptığını söyleyen Ch'i-min, Gök-Türk ülkesinden kaçarak onun yanına sığındığını ölecek iken, beslenip hayat bulduğunu, sonra kağan olup, Gök-Türk ülkesine döndüğünü, şimdi imparatorun vassalını ziyaret ederek şereflendirdiğini, bundan faydalanarak, boylarına liderlik edip, çinliler gibi giyinmek, yaşamak istediğini belirtti. Fakat, imparator yine kabul etmedi. Eylül ayında Ch'i-min'e cevabî mektup gönderen imparator Yang, "Gobi çölünün kuzeyinin tam olarak sakinleşip Çin'e bağlanmadığını ileri sürerek, madem iyi niyeti ve Çin'e bağlı olduğunu söylüyor; o halde hala uzaklarda savaşa ihtiyaç var iken neden elbise değiştirip Çinlileşmek istediğini" sordu.
Ch'i-min Kağan ile hatunu t-ch'engin Çin'e gelişi sırasında imparator Yang, Shih Yang adlı bir bakanını onları karşılamak üzere gönderdi . Ch'i - min ve hatununun gelişinde büyük bir gösteri yapmak isteyen Sui imparatoru, İçinde bir kaç bin insanın oturabileceği büyük bir çadır kurdurdu. Bu büyük çadırda Ch'i - min'in şerefine muhteşem bir eğlence tertip etti. Dans edildi ve müzik çalındı. Gök-Türklerin yanında Soğdlular da hayran kalmışlardı. Orada bulunan bütün yabancılar (Gök-Türk, Soğd, Hsi, K'u-mo-hsi vb.) sığır, koyun, at ve deveden bir kaç on milyon sundular. Bunları sunarken de birbirleriyle adeta yarış etmişlerdi . Arkasından tören sırasında yirmi milyon top ipek Ch'i-min'e sunuldu. Ona sunulanlar, diğer sunulanların hepsinden farklı idi. Üstelik savaş arabasına koşulan atlardan verilmiş ve onun sancağının propagandası yapılmıştı. Ch'i-min'in ismini özel olarak selâmlayan İmparator, onu bütün prenslerin, beylerin üstünde bir yere oturtmuş, özel ilgi göstermişti. Doğu Gök-Türk devletini Ch'i -min liderliğinde hakimiyeti altına alan Sui imparatoru Yang, tertip ettiği bu eğlence sayesinde, onun Çin nazarında diğer yabancılardan üstün ve farklı olduğunu göstermişti. Esasen onun niyeti Ch'i-min sayesinde bütün kuzey ülkelerini kontrol etmek idi.
Fakat, Çin imparatorunun yabancıları Çin topraklarına sokması ve yakınlaşması bazı çinli devlet adamların memnun etmiyordu. İmparatorun nedimelerinden Ho Ch'ou "Gök-Türklerin, Çin'in boş yerlerini, dağlarının yapısını öğrendiklerini, bu sebepten daha sonra tehlike oluşturacaklarını" ima etti.
Bu eğlence törenlerinden sonra Gök-Türk topraklarına giren Çin imparatorunu karşılamak için Ch'i-min, imparatora bir çadır hazırladı, imparator, onun çadırını ziyaret ettiğinde, bir kap içkiyi yerlere yatarak hürmet gösterip ona sundu. Ch'i - min'in ileri gelen adamları da bu esnada yerlere kapanmıştı . Böylesine karşılanmaktan çok memnun olan imparator, Büyük Hun imparatorluğu döneminde Hu-han-ye ve dönemini hatırlatan bir şiir söyledi. Arkasından Ch'i-min ve hatununa birer çömlek altın sundu. Ayrıca çok miktarda renkli elbise, örtü, yatak ve benzeri şeyleri teginler ve daha aşağı rütbelerde olanlara, makamlarına göre farklı olarak verildi. Bundan sonra geri dönen imparatoru, Ch'i-min, Çin sınırlarına kadar takip etti. Sui hanedanı topraklarına ulaşıldığında imparator, onu geri gönderdi.
Ch'i-min Kaganin çinlileşme isteği bir türlü dinmiyordu. 608 yılında da bu arzusu yolunda faaliyetlerde bulundu, Ağustos ayında Çin sarayına giden Ch'i-min için Sui imparatoru, Wan-shou-shu'da bir kale yaptırttı. Kalenin içinde ev oda inşaa edilmişti. İçine çin yatakları, perdeleri ve benzeri zengin eşyalar konulup, burada ikamet eden Ch'i-min'in gözü bir nebze boyandı. Aynı yıl Hami kalesini ele geçirmek isteyen Çin ordusuna yardımcı yollama gönderme kararı alan, Ch'i-min göndermedi. Bunun sebebi de Hami'yi ellerinde bulunduran T'u - yü - hunların, küçük oğlu Baga Şad(daha sonra II Kagan)'nın annesinin ülkesi olmasıydı. Ch'i-min'in gitmemesi üzerine Hami'liler hazırlık yapmaktan vazgeçtiler. Ancak çinli kumandan Hsie Shih-hsiung, hazırlıksız yakaladığı şehir ve kaleyi ele geçirdi . Han hanedanı zamanında yapılmış olan eski kaleyi tamir için binden fazla zırhlı muhafız bırakıp geri döndü.
609 yılının ilkbaharında tekrar Çin sarayına gelen Ch'i-min'e aşırı hürmet gösterilip, çok miktarda hediye bağışlandı.
Bu devrede Kore(Kao-li)'lilerin, Doğu Gök-Türk devletiyle yakınlaşmak için Ch'i-min'e elçi gönderdikleri görülmektedir. Ancak, Ch'i-min, Çin'in aleyhine her hangi bir ittifaka girmeyi reddetmiştir. Kore elçisi daha sonra imparatorun huzuruna geldiğinde Sui imparatoru ona ülkesine gidip, krallarının derhal gelip itaat ettiğini bildirmesini söylemesini istemiş; aksi takdirde Ch'i-min'i üzerine saldıracağını açıklamıştır.
Ahmet Taşağıl'ın Göktürkler adlı kitabından alıntılanmıştır.
31 Ağustos 2022 Çarşamba
İSKİTLERİN SİYASÎ TARİHİ
KAVİMLER GÖÇÜ VE İSKİTLERİN TARİH SAHNESİNE ÇIKIŞLARI
Tarih öncesi devirlerden başlayan göçler aralıklarla devam etmiştir. Bu göçlerin hemen hepsinin siyasî ve askerî sebepleri vardır. Tarih öncesi devirlerde yapılan göçlerin sebeplerini, o devreyi aydınlatabilecek yazılı kaynaklar bulunmadığından tam olarak açıklayabilme imkânı her zaman bulunmamaktadır. Genelde yukarıda da belirttiğimiz üzere, siyasî ve askerî sebeplerinin olduğu bir gerçektir. Burada ele alacağımız göç, MÖ 8. yüzyılda İskitlerin tarih sahnesine çıkışlarıyla ilgili olanıdır.
1) Kavimler Göçü
Yaklaşık olarak MÖ 800'lerde bugünkü Moğolistan ve Türkistan'da meydana gelen ve uzun süren bir kuraklık, Orta Asya'nın ve Güney Rusya'nın bozkır bölgelerinde, kayda değer bir nüfus baskısına sebep olmuştur. Otlakların kuraklıktan etkilenmesi, doğu bozkırlarında yaşayan Hiung-nu (Hun) kabilelerinin Çin'in kuzeybatı sınırına kaymalarına yol açmıştır (Tarhan 1979: 365).
Çin kaynaklarından öğrendiğimize göre, MÖ 8. yüzyılın başlarında Hiung-nular Çinlilerle ve Choularla savaşmışlardır. Bunun sebebi olarak da, Chouların her yerde garnizonlar kurmaları ve Hiung-nular'ın otlaklarının küçülmesi gösterilmektedir (Eberhard 1987: 38-39). İmparator Suan onlara karşı askerî bir harekette bulunmuştur (Vernadsky 1943: 50). Bunun sonucunda Hiung-nular Çin sınırının batısına kadar çekilmişler ve orada bulunan komşularını yerlerinden oynatmışlardır. Böylelikle diğer kabilelerin de batılarında bulunan kabilelere hücum etmeleri, çok geçmeden bozkırda müthiş bir göç hareketinin başlamasına zemin hazırlamıştır. Her kabile, yeni otlaklar elde edebilmek amacıyla batıdaki komşularına saldırmak zorunda kalmıştır (Rice 1958: 43).
2) İskitlerin Tarih Sahnesine Çıkışları
İskitler yukarıda da belirttiğimiz üzere, doğudan batıya doğru kavimlerin birbirlerini sıkıştırmaları sonucunda ortaya çıkmıştır. Bunların MÖ 8. yüzyılda Kimmerlerin ülkesine geldikleri kabul edilmektedir (Kretschmer 1921: 923). Herodotos, göçebe İskitlerin Asya'da yaşadıklarını ve Massagetler'le yaptıkları savaştan yenik çıkarak, Kimmerlerin yanına göçtüklerini bildirmektedir (Herodotos IV: 11). Fakat İskitlerle Greklerin tanışmaları Grek ticaret kolonileri zamanına rastlamaktadır. Bilindiği üzere, Grekler Karadeniz kıyılarına koloniler kurarak, birtakım ticari faaliyetlerde bulunmuşlardır (Mansel 1971: 169). Bu kolonizasyon hareketleri İskitler hakkında fazla bilgi sahibi olmamıza yetmemektedir. Malzemelerin arkeolojik buluntulardan oluşması ve yazılı kaynakların olmaması sağlıklı sonuçlar çıkarma imkânını ortadan kaldırmaktadır.
İskitlerin adına ilk kez Asur kaynaklarında rastlanmaktadır. Asur imparatorlarından Asarhaddon (MÖ 680-668) devrine ait Prizma (B)'de adları geçmektedir. Bu vesikaya göre Asarhaddon, imparatorluğun kuzey ve kuzeydoğu sınırlarını tehdit eden Kimmer ve Mannaların saldırılarını bertaraf etmek maksadıyla İskit hükümdarı Bartatua ile anlaşmayı tercih etmiş ve ona kızını vererek, İskitlerin adı geçen kavimlere karşı savaşmasını sağlamıştır (Luckenbill 1968: 207).
Asur kaynaklarında İskitler hakkında Grek kaynaklarındaki kadar fazla bilgi olmamasına rağmen, Greklerin tarihî değer taşıyan ilk kaynağının Herodotos'un eseri olduğu düşünüldüğünde, İskitler hakkında bilgi veren ilk Asur kaynağının, bundan yaklaşık olarak 200 yıl önce ortaya çıktığı anlaşılır. Buradan çıkarabileceğimiz başka bir sonuç da, MÖ 8. yüzyılın içerisinde Orta Asya'dan çıkan İskitlerin MÖ 7. yüzyılın ilk çeyreği içerisinde hissedilir bir güç olacak şekilde Asur sınırına kadar ulaşmış olduğudur. Bu ifadeden, İskitlerin Hazar Denizi'nin batısı, Tuna nehrinin doğusu ve Karadeniz'in kuzeyindeki Kimmer yurdunun dışında, Ön-Asya'ya kadar çok kısa zamanda yayılmış oldukları gerçeği de ortaya çıkmaktadır. İskitlerin tarihini çok daha öncelere götürmek isteyenler bulunmakla birlikte, sağlıklı sonuçların alınabilmesi yazılı kaynak olmamasından dolayı mümkün olamamaktadır. Bizce, İskitler yukarıda adı geçen Kimmer yurduna, Asarhaddon'un adlarını zikrettiği dönemden önce, MÖ 8. yüzyılın ortaları ya da bu tarihten biraz daha sonra gelmiş olmalıdır.
İSKİTLERİN DİĞER KAVİMLERLE İLİŞKİLERİ
İskitlerin tarih sahnesine çıktıktan sonra çeşitli kavimlerle ilişkisi olmuştur. Bu ilişki genelde mücadeleleri yansıtmaktadır. Hazar Denizi ve Tuna nehri arasındaki coğrafyaya geldiklerinde Kimmerler'le karşılaşmışlar, onlarla mücadele edip yurtlarından kovarak, onları takip etmişlerdir. Bu esnada Urartulular, Persler ve Asurlularla karşılaşmış ve onlarla mücadele etmişlerdir. İskitlerin mücadele ettiği diğer bir kavim de bozkır kavimlerinden biri olan Sarmatlar'dır.
1) İskit-Kimmer İlişkileri
Kaynaklardan öğrendiğimize göre, İskitler doğudan batıya doğru yöneldiklerinde, Karadeniz'in kuzeyinde bulunan ve Hazar Denizi'nden Tuna nehrine kadar uzanan geniş coğrafyada Kimmerler'le karşılaşmışlardır. Herodotos'un bildirdiğine göre, İskitler yukarıda bahsettiğimiz coğrafyaya gelince, Kimmerler büyük bir istila karşısında oldukları düşüncesiyle bir araya gelip durumu görüşmüşler. Hükümdarları ve halkın bir kısmı yurtlarını olması muhtemel bir istilaya karşı savunmayı düşünürken, diğer bir kısmı ise, İskitlerle savaşmaktansa, yurtlarını terk etmeyi daha uygun görmüştür. Sonunda bu düşünce ayrılığından dolayı ikiye ayrılan halk, birbiriyle savaşmış ve geriye kalanlar da yurtlarını terk etmiştir (Herodotos IV: 11). Buradan anlaşıldığına göre İskitler, Kimmer ülkesine doğudan girdiklerinde ülkenin doğu bölümünde bulunan Kimmerler'le ilk teması kurmuşlar ve diğer bölgelerde yaşayan Kimmerler, İskitlerin batıya doğru geldiklerini ve durumun kendileri için kötü sonuç getireceğini anlamışlardır.
Kimmerler MÖ 8. yüzyılın son on yılı içerisinde yönelmişlerdir. Şüphesiz bu göçün merkezini Karadeniz'in kuzeyinde bulunan bozkırlar oluşturmuştur. Kimmerler oradan hareketle Kafkas yolunu seçerek (Streck 1975: CCCLXXI), Kafkas geçitlerini aşmışlar (Lehmann-Haupt 1921: 398) ve Urartu topraklarına yayılarak Anadolu'yu istila etmeye başlamışlardır (Tarhan 1983: 110).
Kimmerleri yurtlarından eden İskitler, Yakındoğu'ya kadar onları takip ederek kovalamışlardır (Tarhan 1970: 22). İskitlerin önünde Doğu Anadolu'ya gelen Kimmerler, Urartululara saldırmışlardır (Lewy 1926:347). MÖ 8. yüzyılın sonları ve MÖ 7. yüzyılın başlarında Asur sınır bölgesinde önemli değişiklikler olmuştur (Prasek 1968: 112). Anadolu'nun doğusundaki Urartu, MÖ 8. yüzyılın ortalarında bir taraftan Kuzey Suriye ve Fırat'a kadar, diğer taraftan Kafkaslar'a kadar uzanan büyük bir devlet olmuştu. Bunlar gerek Sargon ve haleflerinin, gerekse Kafkas geçitlerinde gittikçe büyüyen Kimmer tehlikesi yüzünden Asur nüfuz bölgesinden çekilmişlerdir. Urartu Kimmer mücadelesi sonucunda istilacıların yolu Anadolu'nun içlerine doğru çevrilmiş ve Urartu devleti de çökmekten kurtulmuştur (Tansuğ 1949: 536).
İskitler, Kimmerlerin ardından Kafkaslar'ı doğudan dolaşarak, Hazar Denizi kıyısını takiben Derbent- Demirkapı geçitleri üzerinden Azerbaycan'a ve İran'a (Herodotos IV: 12), daha genel bir deyimle Ön-Asya dünyasına dalgalar halinde akmaya başlarlar. Lehmann-Haupt'un Winckler'e dayanarak verdiği bilgilere göre, Kimmerlerin Urartu'nun kuzeydoğu eyaletlerine, Urmiye gölünün batı kıyılarına kadar yayıldığı, Urmiye gölünün güneydoğusunda oturan İşkuzalar tarafından Mannaların ülkesine saldırıldığı ve göçün batıya doğru yöneldiği kabul ediliyor (Lehmann-Haupt 1921:406). Buradan da anlaşılacağı üzere, Kimmerleri batıya gitmeye zorlayan sebeplerin başında doğudan gelen baskı yer almaktadır. Ayrıca, Kimmerleri batıya, yani Anadolu'nun içlerine iten sebepler arasında, Kimmerler ve Anadolu'daki kavimler arasında daha önce gerçekleşmiş ilişkiler ve böylece Kimmerlerin Anadolu'nun en azından bir bölümünü tanımış olmaları düşünülebilir.
Asur vesikalarında ilk olarak Kimmerlerin ortaya çıkışı Kral Sargon (MÖ 722-705) zamanına rastlamaktadır (Lewy 1926: 347). Bu tarih İskitlerin ilk grubunun Kimmer yurduna yerleşmelerine tekabül eden tarihe yakınlık göstermektedir ve Çin İmparatoru Su-an'ın, Hiung-nular'a karşı giriştiği cezalandırma tedbirleriyle harekete geçen Asya kökenli kavimlerin batıya doğru yapmış oldukları göçlerle doğrudan ilişkilidir.
2) İskit-Urartu İlişkileri
Urartulular yerleşmiş oldukları coğrafya itibarıyla, Kafkaslardan Ön-Asya'ya açılan kapılar üzerinde bulunmaktaydılar. Urartuluların güneylerinde bulunan Asur'la olduğu kadar olmasa da, Kafkaslar'dan inen göçebe kavimlerle ilişkileri olmuştur. Bunlardan ilkini Kimmerler, ikincisini ise, onları takip eden İskitler oluşturmuştur.
Kimmerleri takip ederek Doğu Anadolu'ya, Urartu ülkesine ulaşan İskitlerle Urartu Kralı II. Rusa (MÖ 685- 645) akıllıca bir politika izleyerek, bir anlaşma yapmıştır (Tarhan 1984: 113). Ancak, İskitlerle Urartuluların dostlukları uzun sürmemiş ve 7. yüzyılın sonları ve 6. yüzyılın başlarında İskitler Urartu yerleşim merkezlerine baskınlar düzenleyerek bu merkezleri yakıp yıkmışlardır (Schmökel 1961: 639).
II.Rusa tarafından inşa ettirilen Teişabaini kenti ve kalesi MÖ 7. yüzyılın sonlarına doğru İskitler tarafından zaptedilerek tahrip edilmiştir. Burada yapılan kazılarda İskitlerin kullanmış olduğu ok uçları, orada yerleşik olan ve orayı savunanların cesetleri bulunmuştur (Schmökel 1961: 639). Yine II. Rusa tarafından inşa ettirilen Rusahinili kentinin de MÖ 7. yüzyılın sonları ile 6. yüzyılın başlarında İskitler tarafından yakılıp yıkıldığı sanılmaktadır. Kaleye yapılan baskın sonunda çatı ve ahşap malzemenin yanarak çökmesi, kerpiç duvarların pişerek tuğlalaşmasına neden olmuştur. Kazılar sırasında ortaya çıkarılan 30 santimetrelik kül ve yangın artığı tabakası yangının şiddetini göstermektedir. Yangın ve yıkımdan sonra, Toprakkale'de herhangi bir yeni yerleşme olmamıştır (Belli 1982: 175).
Urartulular tarih sahnesine çıktıktan sonra, Asurlular ile ilişkide bulunmuş ve onlarla savaşmışlardır. MÖ 8. yüzyılın sonlarına doğru Kafkaslar'dan inen Kimmerler'le de mücadele eden Urartulular, onları takip ederek gelen İskitlerle zaman zaman anlaşmalarına rağmen, onların MÖ 7. yüzyılın sonlarında ve 6. yüzyılın başlarında gerçekleşen istilalarına karşı koyamayarak, yaklaşık olarak MÖ 585 yıllarında (Belli 1982: 178) tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Böylelikle İskit-Urartu ilişkileri, İskitlerin Urartu devletini ortadan kaldırmalarıyla son bulmuştur.
3) İskit-Asur İlişkileri
Kimmerlerin yurtlarını ellerinden alarak, onları takip eden İskitler Kafkaslar'ı aşarak, Urartu devleti üzerinden Asur devletinin kuzey sınırlarına kadar ulaşmıştır. Kimmerlerin hemen arkasından gelen İskitler Kimmerler'le birlikte Asur kaynaklarına geçmiştir.
Asarhaddon zamanında Asur devletinin kuzey ve kuzeydoğu sınırları Kimmerler ve İskitlerin istilasına uğramıştır. Asarhaddon İskit hükümdarı Bartatua ile anlaşarak, kızını ona vermiştir (Streck 1975: CCCLXXIV). Bu Asur ve İskit dostluğu sonucunda Asur Kralı Asarhaddon Hubaşna'ya (Konya Ereğlisi) kadar giderek, Kimmer başbuğu Teuşpa'yı ve müttefiki olan Hilakku devletini mağlup etmiştir (Landsberger 1927: 79). Bu arada İskitler de boş durmayarak, Kimmerleri batıya doğru sıkıştırmaya başlamıştır. Bunun sonucunda Kimmerler Anadolu'nun içlerine kadar yayılmıştır (Minns 1970: 189). İskitlerle anlaşma yaparak batıya doğru Kimmerlerin üzerine yürüyen ve onlara karşı zafer kazanan Asarhaddon, bu zaferinden Til Barsib stelinde de bahsetmektedir. Bu vesikaya göre, Hilakkular İskit ordularını yenen Mannalar'la birleşerek, Asur devletine karşı isyan etmişler ve fakat Asur kralı bu isyanı bastırmıştır (Kınal 1991: 258).
Asarhaddon devri vesikalarında İskitler hakkında verilen bilgileri klasik Yunan yazarlarının rivayetleri de desteklemektedir. Gerçekten de Herodotos'ta, Prototeus oğlu Madyas idaresinde büyük bir İskit ordusunun Avrupa'dan kovduğu Kimmerleri takip etmek üzere, Asya'ya girdiklerine ve Med topraklarına vardıklarına dair bir kayıt vardır (Herodotos 1: 103). Herodotos'ta Prototeus şeklinde adı geçen İskit hükümdarının Asur vesikalarında adı geçen ve Asur kralı Asarhaddon ile anlaşan hükümdar Bartatua olduğu genelde kabul edilmektedir (Lehmann-Haupt 1921: 404).
Urartu devletinin Azerbaycan tarafındaki eyaleti parçalanınca, İskitler hükümdarları Bartatua ve oğlu Madyes idaresinde, bizzat Urartuluların ülkesini işgal etmek ve oradaki Sakızı kendilerine başkent yapmak ve de buradan Kızılırmak'a kadar uzanan batı istikametindeki bölgeyi kontrol altında tutmak amacıyla kuzey Persia'da kalmışlardı. Onlar bu dönemde çok güçlü görünüyorlardı. Gerçekten de MÖ 626'da Asurlular onların yardımı ile Medlerin yaptığı Ninive kuşatmasını kırmışlardı. Başarılarından dolayı zafer sarhoşluğuna kapılan İskitler, MÖ 611 yılında Filistin'e ulaşıncaya kadar Suriye'yi baskı altına almışlardı.
Mısır'a karşı herhangi ileri bir hareket ise, Kral Psametikos tarafından haraç ödemek suretiyle önlenmişti (Minns 1970: 189). Bu zaman zarfında Medler Babilliler'le ittifak yapmışlar. Onların birleşik orduları, Asurlulara karşı yürümüşler ve bu defa müttefik kuvvetler bir zamanların bu güçlü imparatorluğunu tahrip etmişlerdir (Rice 1958: 45).
Ninive'nin düşmesinden sonra Medler, vakit geçirmeden İskitleri memleketlerinden çıkarabilmek ve hiç durmaksızın bu atlı kavimleri, Persia'yı istilaya başladıkları noktadan Asya içlerine geri itinceye kadar gerekeni yapmak için, yeniden kuvvetlerini toplamışlardı (Memiş 1978: 28). Medlerin baskısı karşısında, Batı Asya'nın büyük bir bölümüne 28 yıl hükmeden İskitler (Herodotos IV: 1), tekrar Urartuluların yaşamış olduğu coğrafyaya çekilmişlerdir. Belki de bu tarihte onların bir kısmı üç asır sonra Partları meydana getirecek olan akrabaları Dahailer'le karışarak, Hazar Denizi ve Aral gölü arasında yer alan bozkır bölgesini işgal etmek için yeniden doğuya doğru dönmüşlerdi. Diğerleri Skytho-Dravidler içerisindeki İskit karışımını göz önünde bulunduracak olursak, Hindistan'a kadar itilmiş olabilirler. Bu arada başka bir grup da Urartu bölgesinde kalmıştır. Böylece büyük çoğunluğu batı bozkırlarında kalan İskitler, orada refah içerisinde yaşayan akrabalarını görmüşler ve Güney Rusya'nın verimli topraklarına yerleşmişlerdir (Rice 1958: 46).
MÖ 8. yüzyılın sonlarına doğru Asur yazılı kaynaklarında adları geçen ve daha sonraki Asur kaynaklarında da adlarından bahsedilen ve Asur Kralı Asarhaddon'un anlaşmak zorunda kaldığı İskitlerin Asur devleti ile ilişkileri, yaklaşık olarak bu coğrafyaya ulaşmalarından bir asır sonra, Asur devletinin ortadan kaldırılması neticesinde son bulmuştur.
4) İskit-Pers İlişkileri
İskit-Pers ilişkilerinin eskiçağ tarihi içerisinde önemli bir yeri olup, bu ilişki uzun bir süre devam etmiştir. Medlerin yerine geçen Akamenitler sülalesi döneminde İskitler büyük bir güç kaybetmelerine rağmen, siyasî bir kuvvet olarak varlıklarını devam ettirmişler. İran destanlarına bakılırsa bunlar Afrasyap'tan sonra tekrar büyük bir devlet haline gelerek, bir aralık tekrar İran'ı kendi nüfuzları altına almışlardır. Büyük Kirus (MÖ 555-528) zamanında Sakaların Babil ve Asurlulara karşı düşmanca hareketleri ve Hazar Denizi'nin güneybatı sahilinde yaşayan Herkanlılarla bir olarak Asurlulara karşı asker gönderdikleri ve sonuçta Kirus ile birleştikleri zikredilmektedir. Fakat Sakaların Türkistan'daki esas zümreleri Kirus'a tabi değildi. Babil, Lidya gibi Ön-Asya devletleri ile uzun savaşlar yapan Kirus kendi yanında Saka devleti gibi kuvvetli bir devletin bulunmasını tehlikeli bulduğundan bunları kendi idaresine tabi kılmak için uğraşmıştır (Togan 1987: 31-32).
Kirus bu arada Anadolu'ya da bir sefer düzenlemiştir. MÖ 547 yılına doğru Lidya Kralı Kroisos harekete geçerek, İran'ın nüfuz bölgesinde olan Kapadokya'ya girmiştir. Bunun üzerine Kirus Lidyalıları yalnız Kapadokya'dan çıkarmakla ve eski sınır olan Kızılırmak'ın batısına sürmekle kalmamış, Lidyalıları izleyerek başkent Sardes kapılarına dayanmış ve onları o yörede büyük bir yenilgiye uğratmıştır. Sardes kısa bir kuşatmadan sonra zaptedilmiştir. Bu suretle Lidya krallığı yıkıldıktan sonra Persler Harpagos ve Mazares adında komutanlarının idaresinde Batı Anadolu'ya girerek, orada bulunan şehirleri teker teker ele geçirmişlerdir (Mansel 1971: 253).
MÖ 539 yılında Kirus Babil'i zaptetmek ve büyük bir törenle şehre girmek suretiyle Babil devletini krallığına katmıştır. Kirus ömrünün son yıllarını İran'ın kuzeydoğusunda oturan bozkır kavimleri ve en çok Sakalarla savaşmakla geçirmiş ve aşağı Oxus bölgesinde MÖ 529 yılında ölmüştür (Mansel 1971: 254). Burada Kirus'un ölümüne neden olan savaşta Pers ordusu ağır bir yenilgiye uğratılmıştır. Savaş dar bir boğazda yapılmış Saka ordusuna komuta eden Tomris (Sakaların bayan lideri) ve askerleri büyük başarı kazanmışlardır (Durmuş 1996: 89). Bu savaşta "turan taktiği" ya da "kurt oyunu" adı verilen bozkır savaş taktiği ustaca uygulanmıştır.
MÖ 8. yüzyılın sonlarında Kimmerlerin Anadolu'ya akınları, onları takip eden İskitlerin de Anadolu'nun doğusundaki birtakım faaliyetleri, Asurluların Anadolu içlerine doğru yaptıkları seferler, Anadolu'nun siyasî gücünü iyice zayıflatarak, Anadolu'da Pers hâkimiyetinin tesisi de önemli bir rol oynamıştır. Pers kralları Anadolu'nun batısına kadar kısa zamanda ulaşma imkânını bulmuşlardır.
Pers hâkimiyeti Kirus'un oğlu Kambiz'in yerine geçen I. Darius zamanında da devam etmiştir. Darius da hem doğuya hem de batıya seferler düzenlemiştir. İlk seferini MÖ 518-517 yıllarında Orta Asya Sakalarına yapmış ve savaşarak, sonunda savaşın galibi olmuştur (Togan 1987: 33). Darius, Behistun Kitabesi'nde sivri başlıklı Sakaların ülkesine sefer yaptığını, onların bir kısmını yendiğini, bir kısmını öldürdüğünü, liderlerinden birisi olan Sakunkha'yı esir ettiğini bildirmektedir (Hinz 1939: 365). Bize kadar ulaşan tarihî kaynaklarda, Darius'un Türkistan Sakalarına karşı yaptığı sefere ait fazla bilgi yoktur. Yalnız Togan'ın Polyen'e dayanarak verdiği bilgiye göre, Darius Sakalar ile yaptığı savaşta kendi askerlerine Saka askerî kıyafeti giydirerek, hile ile hareket etmiştir. Bundan dolayı Saka reisleri mağlup olarak çöllere çekilmiş, Sirak isminde bir çoban Darius'un ordusuna kasten yanlış yol göstererek, onları çöl ortasına sokup memleketini kurtarabilmiştir (Togan 1975: 33). Buradan da anlaşılacağı üzere, Darius'un Saka reislerinden Sakunkha'yı esir etmesine rağmen, diğer Saka reisleri memleketlerini bütünüyle esarete düşmekten kurtarabilmişlerdir.
Pers Kralı Darius, denizin ötesindeki Sakalara karşı da bir sefer yapmayı planlamıştır. MÖ 513 yıllarına doğru Batı Anadolu'da Ege denizi kıyısında bazı kaynaşmalar olduğunu haber alan Darius dikkatini Anadolu'ya çevirmiştir. Aynı yıl Trakya üzerinden Karadeniz İskitlerine karşı harekete geçmiştir (Sevin 1982: 316). Anadolu üzerinden harekete başlayan Darius, Samos'lu Mandrosle tarafından inşa edilen bir köprü üzerinden İstanbul Boğazı'nı geçerek, Trakya içlerine doğru yönelmiştir (Herodotos IV: 87). Batıya doğru ilerlemeye başlayan Darius, İskitlerin, kendisinin mezar yazıtında bildirildiği üzere "denizin, ötesindeki Sakalar"ın üzerine yürümüştür (Mansel 1971: 255).
Darius İskitya içlerine doğru yavaş yavaş ilerlemeye başlamıştır. Bu arada İskitler de boş durmayarak, komşularıyla birlikte Perslere karşı koymayı amaçlamışlardır. Komşu kabilelere başvurarak, onları aralarında ittifak yapmak için ikna etmeye çalışmışlar. Başarılarının kalabalık olmalarına bağlı olduğunu, aksi takdirde Darius'un hepsini teker teker ezebileceğini, halbuki birlik olurlarsa, Pers kralının onları mağlup etmesinin güç olacağını anlatmaya çalışmışlardır. Gelon, Budin ve Sarmat hükümdarları İskitlere yardım etmeyi uygun görmüşler. Buna karşılık kuzeyde oturan kabileler İskitlerin bu teklifini kabul etmemişlerdir (Herodotos IV: 118-119).
Darius yoluna devam ederek, Don nehrini geçmiş ve Volga'ya doğru ilerlemiştir. İskitler ise, onun önünde geri çekilmiştir. Pers kralının, Tuna nehri üzerindeki köprüyü savunmaları için İonyalılara verdiği 60 günlük süre hızla dolarken, onun askerleri bu yararsız kovalamacadan yavaş yavaş bıkmaya başlamıştır. Ancak İskitler doğuya doğru geri çekilmeye devam etmiştir (Rice 1958: 47). Bu durum karşısında canı sıkılan ve bir sonuç alamayan Darius, İskit hükümdarı İdanthyrsos'a bir haber göndermiştir. İskit hükümdarına, kendini güçlü hissediyorsa, kaçmayarak savaşa girmesini, eğer kendisinde o gücü görmüyorsa, huzuruna çıkarak haraç olarak toprak ve su getirmesini istemiştir (Herodotos IV: 126). Bunun üzerine İskit hükümdarı da Darius'a bir cevap verme ihtiyacını duyarak, ondan korkmadığını, kendilerinin kentleri ve dikili ağaçları olmadığından dolayı savaşa girmek istemediğini; fakat atalarının mezarlarını bulurlarsa, o zaman savaşacaklarını bildirmiştir (Herodotos IV: 127).
İskitlerle savaşma imkânı bulamayan Darius geri çekilmeye karar vermiş ve askerlerini köprüye kadar getirerek, Tuna nehrini geçirmeyi başarmıştır. Böylece Darius felaketten kurtulmuştur (Rice 1958: 48). Belki de İskitlerin Kafkasya yoluyla İran üzerine akın yapmalarına karşı bir tedbir olarak genellikle İskitleri doğudan olduğu gibi batıdan da kuşatmak fikrinde olan Darius (Togan 1987: 33), İskitlerin oyalama taktiği karşısında gün geçtikçe daha da güç durumda kalarak, geri çekilmesinin kendisi ve ordusu için daha akılcı olduğunu düşünmüştür. Böylece Darius İskitlere karşı yapmış olduğu seferde herhangi bir başarı sağlayamamıştır. Şüphesiz, Darius'un bu şekilde başarısız olmasında bir bozkır topluluğu olan Karadeniz Sakaları'nın savaş taktik ve stratejilerinin büyük ölçüde etkisi olmuştur. Büyük bir güç olarak Sakalar gerek Kirus, gerekse Darius zamanında Persleri uzun süre uğraştırmışlardır (Durmuş 1997: 52).
5) Sarmat-İskit İlişkileri
İskitlerin ilişki içerisinde bulunduğu kavimlerden birisi de kendileri gibi bir bozkır kavmi olan Sarmatlardır. Sarmatlar İskitlerin doğusunda bulunan sahada yaşamışlardır. Herodotos'un bildirdiğine göre, İskit ve Sarmatların hayat tarzında yakın benzerlik bulunmaktaydı (Herodotos IV: 117). Sarmat kızları ata biniyor, ok atıyor, at üzerinde kargı savuruyor, düşmanla savaşarak, üç düşman öldürmedikçe evlenmiyorlardı (Hippokrates'?': XVII).
Herodotos Amazonların Sarmat kadın savaşçıları olduğunu bildirmektedir (Herodotos IV: 110). Bunu Tiflis'ten sekiz mil uzaktaki Zemo Avchala'da, 1928 yılında, bir grup tarım işçisi tarafından bulunan bir kadın savaşçıya ait mezarın keşfi ispatlamaktadır. Kadın çömelmiş bir vaziyette gömülmüş olup, silahları hemen yanına konulmuştu. Bu mezarın bir Sarmat Amazonu'na ait olması kuvvetle muhtemeldir (Memiş 1987: 31-32).
İskitya'nın batı sınırları Keltlerin saldırılarına maruz kalırken, doğu tarafı da Volga nehrinin ötesinden gelen Sarmatlar tarafından tehdit edilmeye başlamıştır. MÖ 3. yüzyılın başlarında Sarmatlar, Don nehrinin doğu kıyılarına yaklaşmışlar ve aynı yüzyılın sonlarına doğru da Don nehrinin batı kıyısına geçmeyi başarmışlardır. Sürekli sıkıştırılan İskitler MÖ 2. yüzyılın başlarına kadar eski imparatorluklarının yalnızca bir bölümünü, özellikle orta kısmını ellerinde tutabilmişlerdir (Vernadsky 1943: 73).
MÖ 2. yüzyılın başında Keltlerin ve Sarmatların saldırıları sonucunda iyice güçsüz duruma düşen İskitler, aynı yüzyılın sonuna doğru yeniden güçlenmiş ve onların hükümdarı Scylurus MÖ 110 yılında Neopolis'i kendilerine başkent yapmıştır. Fakat Sarmatlar, Avrasya bozkırlarını geçmek için İskitleri mütemadiyen batıya doğru itmişlerdir. Sarmat savaşçıları yeni teçhizatlarıyla ileri hareketlerinde tam bir başarı elde etmişler. Sarmatların metal üzengiyi de icat etmeleri, onların ordularında ağır süvari birliklerinin kurulmasını kolaylaştırmıştır. İskitler bu modern kuvvete mağlup olmuşlardır. MS 2. yüzyıla kadar varlıklarını koruyabilen İskitler, bu yüzyılda Güney Avrupa'ya doğru ilerleyen Gotlar tarafından tamamen ortadan kaldırılmıştır (Rice 1958: 50).
İlhami Durmuş'un İskitler adlı kitabından alıntılanmıştır.
Britanya Adalarının Söylenceleri - 9 İngiltere-İskandinavya "Beowulf"
IV. Bölüm
(Beowulf, krallığını bir ejderha yağma ettiğinde elli yıldır kraldır. Yeğeni Wiglaf'ın yardımıyla canavarı öldürür, fakat kendisi de bu aşamada Ölümcül bir darbe almıştır.)
Savaş kılıçları, Fırtına-Geatların kralı Hygelac'ı öldürdü. Bir süre sonra Beowulf, Geatland'ın kralı oldu. Elli kış boyunca topraklarını iyi yönetti.
Ağzından alevler fışkıran korkunç bir ejderha gecenin karanlığında Geatland'ın üzerinde apansızın uçtuğu ve ateşten soluğuyla binaları yaktığı zaman, artık yaşlı, ak saçlı bir kraldı. Üç yüz kış boyunca, bu ürkütücü ejderha taş kuleli bir höyükteki gizli hâzinelerin üzerinde sessiz ve gizli nöbet tutmuştu. Höyük, yeryüzünün altında derinlere ve uçurumların yüksekliğine uzanan deniz kayalıklarının dibine inşa edilmişti. Taş höyüğün aşağısında bin kıştır gizli kalmış bir yol bulunuyordu.
Böylesine büyük bir hazine, böyle bir yapıda sır içinde nasıl saklı kalmıştı? Uzun yıllar önce güçlü bir kral olan yalnız bir savaşçı, kabilesinin hayatta kalan son insanıydı. Çok önceleri ölüm bütün halkının canını almış ve ona kabilesinin hâzinelerinin koruyucusu olmak kalmıştı. Kral, bütün canlıların karşı konulmaz kaderinin ölüm olduğunu ve kısa zaman sonra sonsuz uykudaki kabilesine katılacağını biliyordu. Ecel onu almadan soylu kabilesinin hâzinesini saklamak İstemişti.
Kıyıdaki dalgaların yakınında, dışardan girişi gizlenmiş, yeni oluşmuş boş bir höyük bulunuyordu. Savaşçı, kabilesinin bu paha biçilmez eski hâzinesini höyüğün taş duvarlarının içine taşıdı ve oraya gizledi.
Yüksek sesle şöyle dedi: "Dünya! Soyluların bu servetini içinde sakla. Çünkü savaşçılar artık onu koruyamayacaklar. İyi insanlar bu ışık saçan altınları ilk bulduklarında onlar senin zengin bedeninin içindeydi. Şimdi servetini sana geri veriyorum. ölüm, o dehşetli kötülük, savaşta kan bağım olan herkesi yok etti. Bu parıltılı kılıcı kuşanacak, bu altın işlemeli kap ve bu değerli şarap kadehini parlatacak hiç kimse kalmadı."
"Bu sert, altın kaplamalı miğfer artık kirlendi, çünkü işleri onu parlatmak olanlar da sonsuz uykularında uyuyorlar. Bu zincir geçmeli savaş gömleği, kavgada savaşçılara eşlik etmek için boşuna bekliyor. Her ikisi de pas içinde çürüyor. Savaşlar görmüş, kalkanların çarpmasına ve demir kılıç ağızlarının vuruşlarına direnmiş bu koşumlar da artık parçalanmalı. Şatoda eğlenecek, arp sesleri duyacak, ata binecek ve atmaca seyredecek hiç kimse yaşamıyor artık, ölüm bütün kabilemi aldı, yüreğim acıyla dolu."
Yalnız savaşçı, son bir koruma olarak kabilesinin hâzinesi üzerine bir lanet, kıyamete kadar sürecek bir tılsım bıraktı. Her kim bu altın defineyi alırsa, bela ve ölüm onu izleyecekti. Çok geçmeden ölüm, savaşçının yüreğini kavradı ve onu da aldı.
Saklı hazine, yedi yüz kış el değmeden kaldı. Daha sonra korkunç ateş ejderhası höyüğü buldu ve orayı kendinin uğursuz ini yaptı.
Üç yüz kış boyunca bu güçlü ejderha höyükte rahatsız edilmeden yaşadı ve eski, büyük hâzineyi korudu. Bütün hâzineyi ezbere biliyordu. Her uykudan önce ve sonra hazînenin her biri eşsiz parçalarını saydı. Sahip olduklarının zevkiyle sayısız saatler geçirdi.
Bir gün, Beowulf'un tahta çıkışının ellinci yılında bir köle efendisini kızdırdı ve kırbaçlanma korkusuyla kaçtı. Korunaklı gizli bir yer ararken, höyüğe giden eski yolda tökezledi. Höyüğün altındaki girişi buldu ve mezar olduğunun ayırdına varmadan taş duvarlar içindeki barınağa girdi. Bu taş duvarlar içerisinde kocaman mücevherleri, altın işlemeli eserleri ve altın kaplamalı nesneleri bulunca şaşkınlığa düştü. Yığılmış hazine yerde duruyor ve uyuyan bir ateş yılanı onu koruyordu.
Köle, ateş yılanını gördüğünde yüreğini korku ve dehşet bastı. Ejderhanın başının yanında ışıldayan güzel bir altın kadeh dikkatini çekti. Sessizce canavara yaklaştı, kadehi kavradı ve hızla uzaklaştı. Wyrd onu korumuştu, çünkü ecel günü henüz gelmemişti.
Köle, affedilmek ve barışmak umuduyla kadehi efendisine verdi. Efendisi armağanı kabul etti, çünkü eski kadeh olağanüstü güzel ve eşsizdi.
Ateş ejderhası uyandığında kocaman hâzinesini saydı ve altın kadehinin kayıp olduğunu gördü. Çılgınca höyüğün içinde oraya buraya süründü. Umutsuzca kadehi aradı, ama yüksek taş duvarlar içinde hiçbir yerde bulamadı.
Sonunda kızgınlık içerisinde hırsızın izlerinin kokusunu aldı. Kokuyu izleyerek, uğursuz ininden ayrıldı. Höyük tümseğinin çevresindeki toprağı sabırsızlıkla kokladı, eşi görülmemiş kadehini çalan hırsızı bulmak istiyordu. Ararken, düşünceleri, hırsıza duyduğu öfkeden çok, öç alma zevkine dönüşmeye başladı.
Korkunç yaratık eşsiz kadehinin çalınmasının öcünü almayı kafasına koymuştu. Aralarından birinin suçu için bütün Geatları cezalandıracaktı. Akşama dek inatla bekledi. Güneş ışığı solmaya başladığında korkunç canavar saklandığı ininden dışarı süründü. Geceleyin, ateş dolu demirci ocağı gibi alevlerini kusarak, Geat halkının evlerini yakarak gökyüzünde alçaktan uçtu. Göklere saçılan göz kamaştırıcı ateşlerin kızıllığı, iğrenç ejderhanın korkunç gücünü gösteriyordu. Ürkütücü öfkesi bütün yürekleri korkuyla doldurdu.
Günün ilk ışıklarından önce şeytan höyüğüne, gizli taş şatosuna ve saklı altın hâzinesine geri uçtu. Korku dolu savaş silahının ve ininin uğursuz yerinin, güvenliğini sağlayacağına inanıyordu. Ama ejderha kendini aldatıyordu. Onun yaşamı da Geatların hazine dağıtan krallarının yaşamı kadar kısa takdir edilmişti. Çünkü yaşlı bir adam olsa da Beowulf, halkını koruyacaktı.
Beowulf, kralların o en iyisi, ateş ejderhasının yıkıcı baskınlarını hemen öğrendi. Çünkü korkunç şeytan, Fırtına-Geatların şanlı armağanlarla dolu şatolarını yakmıştı. Beowulf, ateş yılanının alev saçan soluğunun, kahramanların şatosunu kül yığınına çevirdiğini gördüğünde yüreği derin bir üzüntüyle doldu. Eski yasaları çiğneyip dünyanın yöneticisini, sonsuzluğun efendisini bilmeden çok kızdırmış olabileceğinden korktu. Soylularına bu korkunç yaratığı öldürmeyi planladığını söyledi.
"Sevgili Beowulf, bu hazine bekçisiyle savaşta karşı karşıya gelme! Bırak korkunç ateş yılanı uğursuz ininde yatsın. Dünya sona erene dek höyüğünde gömülü kalsın!" diyerek Beowulf'a karşı çıktılar.
Ama Beowulf'un soyluları, onu bu cesur kararından caydıramadılar. Efendilerine, insanlarının koruyucusuna ve savaşçıların komutanına bilge öğütlerini kabul ettiremediler. Yüzüklerin efendisi, kendi ulu kaderini elinde tutuyordu. O, iyi bir kraldı!
"Artık bir delikanlı değilim, ama her zaman halkımın koruyucusu olacağım" diye haykırdı Beowulf. "Ateş yılanını arayacağım, ama büyük savaşçı ordumla değil. Ne kavgadan ne de iğrenç ejderhanın büyük gücünden ve savaşmadaki ustalığından korkuyorum. Birçok kez büyük tehlikeler atlattım. Grendel'i ve Grendel'in annesini öldürdüm, birçok güçlü deniz yılanıyla başettim. Bu ejderhayı öldürmek için yalnızca kendi canımı tehlikeye atacağım!"
Geatların yaşlı, yüzük veren kralı, demircilerine kendisi için parlak bir demir kalkan yapmalarını buyurdu. Ihlamur ağacından yapılmış kalkanları onu bu korkunç canavarın ateş saçan soluğundan koruyamazdı.
Beowulf kendine eşlik etmeleri için en yürekli on bir savaşçısını seçti. Yüzüklerin efendisi korkunç ejderhanın gazabının nedenini öğrenmişti; hırsıza onları ateş canavarının inine götürmesini emretti. Adamların çoğunun yüreğine korku girmişti. Çünkü ejderha ürkütücü bir düşmandı. Kahramanlardan yalnızca en yüreklisi höyüğün içine girmeye cesaret edip yaratığın saçtığı ateşlerle karşılaşacaktı.
Vardıklarında, kavgada güçlü, Geatların altın yürekli dostu Beowulf yoldaşlarına veda etti. Ruhu keder ve huzursuzlukla doluydu, ölüme hazırdı. Wyrd onun ruhunun hâzinesini arayacak ve ruhunu bedeninden ayıracaktı.
Cesur miğferli savaşçı şöyle dedi: "Gençliğimde sayısız kavgalara ve tehlikelere nasıl meydan okuduğumu anımsıyorum. Eğer ateş ejderhası inini terk edip benim peşime düşerse, her şeyin efendisi Wyrd'in izin verdiğince onunla savaşacağım. Büyük övgüler kazandıracak yiğit işler yapacağım. Ellerim ve güçlü kılıcım Naegling'in ağzı, saklı hazine için savaşacak!"
"Eğer yapabilirsem, bu ateş yılanına karşı kılıç ya da başka bir silah kullanmayacağım. Grendel'i bir zamanlar kavradığım gibi onu ellerimle yakalayacağım. Ama ateşle, dumanlarla ve öldürücü zehirle karşılaşacağımdan, zincirden örülü savaş gömleğimi ve ışıltılı demir kalkanımı kullanmam gerekecek. Kaderimden kaçmayacağım. Wyrd, örmesi gerektiği gibi örecek kaderimi. Dövüşmek için sabırsızım! Cesaretimle ve savaştaki ustalığımla böbürlenmeye ihtiyacım yok."
"Höyüğün yanında bekleyin" dedi Beowulf savaşçılarına. "Savaşımız ölümüne olacak. Bu sizin savaşınız değil. Görev yalnızca benim. Yiğitliğim ve savaş gücümle açgözlü ateş ejderhasının altınını alacağım ya da savaşta öleceğim!"
Beowulf, daha sonra birçok çetin savaşın galibi, kendi gücünden ve ustalığından emin olarak parıltılı kalkanını yalçın deniz kayalıklarının dibine taşıdı. Hiçbir korkak, dövüşmek için bu yolu seçemezdi! Alevli bir ateş yumağı höyükten dışarı fırlıyordu. Yüzüklerin efendisi, eğer höyükten içeri girmeye çalışırsa ejderhanın hâzinesinin yanındaki ateş tufanının onu yakıp öldüreceğini biliyordu.
İyi kral, ateş şeytanına öfkeyle meydan okudu. Sesi höyüğün duvarlarında yankılandı ve ateş yılanının öfkesini artırdı.
Ejderhanın ateş saçan soluğu höyükten dışarı fırladı, yer onun öfkeli alevlerinin gürültüsüyle gümbürdedi. Beowulf, Geatların efendisi, ışıltılı kalkanını kaldırdı; kanla sertleştirmiş eski kalıcı Naegling'i kınından çıkardı.
Vahşi yaratık yüreğinde sevinçle, kavga için dışarı çıktı; düşmanını bulmak ve yüreğine korku salmak için sabırsızdı. Beowulf, savaş koşumları içinde, direşken yürekle beklerken ateş yaratığı da savaş çığlıkları atıyordu.
Ejderha kaderiyle yüzleşmek için ilerlerken, Beowulf da kendi kaderine yaklaşıyordu; çünkü Wyrd iyi krala zafer ihsan etmemişti. Demir kalkanı bedenini ve canını koruyamayacaktı.
Beowulf, Naegling'i kaldırdı, bütün gücüyle ateş yaratığına vurdu. Ama o kahramanların dostu eski kılıç, bu kavgada ün kazanamadı. Naegling'in güçlü ağzı kesmez oldu, ejderhanın sert kemiklerini parçalayamadı.
Beowulf bu kez kötülüklerle kuşatılmıştı. Kalkanı yoğun sıcaklık altında eriyordu. Naegling gücünü yitirmişti. Cesur kral, Geat halkının kalkanı, bir başka zaferle övünemedi. Sonunda ölümle yüzleştiğini anladı. Büyük görkemle ve sonsuz ünle süren uzun yaşamı artık solmuştu. Her yaşta yaşam değerliydi, ün ikinci gelirdi. Beowulf dünyadan göçmek istemiyordu. Hep kalacağı uzak bir yere son yolculuğunu yapmak istemedi. Ama bütün ölümlüler, dünyadaki günleri sona erince kaderleriyle yüzleşmeliydiler.
Beowulf'un kılıç darbesi, yalnızca azgın ateş yılanının yüreğinde nefreti körüklemişti. Yaşlı krala girdap gibi saran korkunç alevlerini bir ateş seli gibi yeniden püskürttü.
Beowulf'a eşlik eden Geatler, kralın can yoldaşları, büyük bir dehşetle savaşı izlediler. Cesaret ve önderlerine bağlılık göstererek krallarını kurtarmak için atılabilirlerdi. Ama yalnızca kendi canlarını kurtarmayı düşündüler ve ormanın içine kaçtılar.
On bir seçkin adamdan yalnızca Beowulf'un yeğeni, genç savaşçı Wiglaf sadık bir yüreğe ve bu ilk kavgasına girme cesaretine sahipti. Wiglaf, kralının ona bahşettiği bütün onurları, ailesinin servetini ve mülkünü düşündü. Geri çekilmekle kralının cömertliğinin karşılığını ödememiş olurdu. Kralını yardımsız ölüme göndermek affedilemez bir suçtu.
Sesini duyabileceklerini bilerek "yoldaşlar!" diye bağırdı. "Anımsayın, bal likörünü nasıl bize yüzükler veren efendimiz onuruna içtik. Yardımımıza ihtiyaç duyarsa, savaş koşumlarımızın, miğferlerimizin ve ışıltılı kılıçlarımızın borcunun karşılığını ona ödeyeceğimize söz verdik. Bu yolculukta cesaretimizden, ustalığımızdan ve zafer kazanma isteğimizden ötürü kendisine eşlik etmemiz için bizi seçti."
"Bütün insanlar arasında, en usta ve yiğit savaşları o yaptı. Bu çetin savaşı yardımsız kazanmayı umuyordu, ama bizim gücümüze ve cesaretimize ihtiyacı var. Korkunç alevleriyle büyük korku salan bu iğrenç ejderhayla savaşarak ona yardım edelim!"
"Tanrı biliyor ki, bir korkak gibi yaşamaktansa alevlerin bedenimi, altın dağıtan kralımın bedeniyle birlikte sarmasını yeğlerim. Ben en azından savaş koşumlarımı, cesaretimi ve ustalığımı kralımla paylaşacağım" diye haykırdı.
Wiglaf azimle ıhlamur ağacından yapılmış kalkanını kavradı, kılıcım çekti ve Beowulf'a doğru koştu. Kalkanı yanabilirdi.
Kılıcı eriyebilirdi. Ama Wiglaf'ın yüreği en sert madendendi. Cesareti, ejderhanın ateşten soluğuna ve katledilme korkusuna karşı durabilecekti.
Wiglaf dumanlar içinden yolunu bulmaya çalışırken şöyle bağırdı: "Sevgili Beowulf, gençliğinde, yaşadığın sürece zafer ve ün kazanmak için nasıl yemin ettiğini anımsıyor musun? Şimdi bütün gücünü toplamalısın ve canını korumalısın! Sana yardım edeceğim!"
Wiglaf'ın sesini işiten korkunç şeytan ikinci bir alev saldırısına girişti, nefret duyduğu bu savaşçılara ateş yağdırdı. Ateş dalgaları genç savaşçının kalkanını yaktı, Beowulf'un kalkanının arkasına siper aldı Wiglaf.
Wiglaf'ın varlığı yaşlı kralda zafer umudu uyandırdı. Bir kez daha Beowulf'un yüreği ateşten düşmanına karşı öfkeyle doldu. Büyük gücünün çalkalanmasıyla, yüzükler efendisi ateş yılanına doğru hamle yaptı, Naegling'i ejderhanın başına sapladı. Ama Naegling kırıldı. Bu son savaşta yiğit kılıç yaşlı kralı aldattı. Güçlü de olsa hiçbir insan yapımı kılıcın ona yengi sağlayamaması Beowulf'un kaderiydi. Elleri bu silahı kullanmak için çok giiçlüydü. Umutsuzca geri çekildi.
Geri çekildiğini görünce, korkunç ateş ejderhası üçüncü kez Beowulf'un üzerine saldırdı. Onu boğazından kavradı ve yırtıcı dişlerini onun etine batırdı. Yaşlı kralın kanı dalgalar halinde damarlarından dışarı fırladı.
Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.
-
Fırtınanın Savurduğu Bir Halkın Mücadelesi AMERİKA BİRLEŞİK DEVLETLERİ'NİN KURULUŞU (1783) AMERİKA'DA KOLONİLERİN KURULMASI Amerik...
-
PROTESTANLIĞIN DOĞUŞU Reform; kelime anlamıyla; «bir şeyin aslını bozmadan onda yapılan değişiklikler» şeklinde tarif edilirse de ıstılahi...
-
Şu altı şey zararlıdır: 1- Amirlerin sefih olması. 2- Kan dökülmesi. 3- Hükmün satılması. 4- Akrabadan uzak...