16 Ağustos 2022 Salı

Taşıt tutması nasıl oluyor?

 Ne kadar hızla ve ne kadar uzak mesafeye gitmelerine bağlı olmadan, insanlar hareket halindeki vasıtaların içinde mide bulandırıcı bir rahatsızlık hissederler.

Dış kulağımızın görevi işitmeyi sağlamaktır ama iç kulağımız dengemizden sorumludur. Hareket halinde olduğumuzda, iç kulağımızın içindeki sıvı çalkalanır ve sinir sistemimiz vasıtası ile beynimize sinyal gider. Eğer arabanın içinde bir şey okuyorsanız veya arabanın içinde bir şeye bakıyorsanız, gözlerden beyne hareket halinde olmadığınız sinyali gider ama iç kulaklarınızdan giden sinyal farklıdır. O, vücudunuzdaki sarsıntıdan dolayı hareket halinde olduğunuzu bildirir. Bu iki sinyal arasındaki fark, halk arasında "araba tutması" diye adlandırılan, mide bulandırıcı etkiyi yaratır.

Aslında dalgalı denizde seyreden bir gemideki insanı deniz tutması ne ise hareket halindeki bir arabanın içindeki insanı taşıt tutması da aynı şeydir. Denizdeki hareket tam anlamı ile üç boyutlu olduğundan etkisi daha fazladır. Baş ağrısı, baş dönmesi, nabızdaki artış ve mide bölgesindeki baskı hissi ile kusma ihtiyacı en belirgin özelliklerdir. Bunlara ilaveten deniz tutmasında, bulantıdan önce stres hormonları da salgılanmaya başladıklarından rahatsızlık ve panik hissi iyice kuvvetlenmektedir.

Arabada iken gözlerinizle, bir uzağa, bir yakına bakarsanız, bu taşıt tutma probleminize yardımcı olabilir. Bu nedenlerdir ki, arabayı kullananlarda taşıt tutması olayı görülmez. Çünkü araba, kullananın kontrolü altındadır. Sürücü arabanın ne zaman duracağını veya hızlanacağını, ne yöne dönüleceğini bilmektedir. Taşıt tutması gençlerde daha çok görülür, çünkü yaşlandıkça ve çok seyahat ettikçe, iç kulağın hareketlere karşı hassasiyeti azalır.

Bir görüşe göre, taşıt tutmasındaki denge bozukluğu, bulanık görme gibi belirtilerde beyine gönderilen sinyaller, zehirlenince beyine yollanan sinyallerle aynı. Bu nedenle de beyin mideye kusma ve içindeki zehri boşaltma emrini veriyor.

Taşıt tutmasına karşı önerilerimiz şöyle: Kitap okumayın, zihniniz başka şeylerle meşgul olsun. Olay aslında beyinde oluştuğundan, onu başka bir şeyle meşgul edin. Zihinsel veya kelime oyunları oynayın. Mide bozucu şeyler yemeyin, çok gerekirse bunun için üretilmiş ilaçları, kulak arkasına yapıştırılan bantları kullanın.

Çinli doktorlar yüzyıllardır taşıt tutmasına karşı akapuntur tedavisi uyguluyorlar. Bu uygulamadan siyah ve beyaz insanların yüzde 50-60'ı etkilendiği halde Asyalıların hemen hepsi etkileniyor. Bu farkın da sinir sistemindeki bir genetik temele dayandığı sanılıyor.

Alıntıdır.


Bugut Yazıtı

 


1956 yılında Moğolistan’ın Bugut şehri yakınında bulunan ve Gök-Türkler dönemine ait olan yeni bir yazıttır. Bilim dünyasına önemli yenilikler kazandırdı. Bu yazıt, Gök-Türk döneminde yazılanların en eski tarihlisiydi. Gök-Türklerin ilk kağanı Bumin’in oğlu Mahan Tigin’in (553-572) mezar taşı olan bu yazıtın 581’de dikildiği tahmin edilmektedir. Taşın üç tarafı Soğd dilinde yazılmış olup, dördüncü yüzü Sanskrit ve Brahman dillerindedir. Gök-Türklerin ilk dönemine ait olan bu yazıtın Türk dilinde değil de Soğdça yazılmış olması dikkat çekicidir. İpek Yolu üzerinde yaşayan ve İranî bir halk olan Soğdlar, Doğu ve Batı Gök-Türklerin yönetim divanında önemli siyasi, kültürel ve ekonomik roller oynamışlardır. Bumin Kağan’ın 545’de Çin’e gönderdiği ilk elçi bir Soğdlu idi. 

Yazıtın Soğd dilinde olması, Gök-Türk Devleti’nin resmî dilinin (en azından ilk zamanlar) Soğdça olduğu ihtimalini güçlendirmektedir.

Yazıtın ilginç bir özelliği de tepesinde bulunan kurt ve kurdun karnında insan figürü kabartması bulunmasıdır. Bu durum eski Türk efsanelerindeki dişi kurdu hatırlatmaktadır. Yazıtta Gök-Türklerin sosyal yapısı ve toplumun hiyerarşik yapılanması hakkında bilgiler verilmektedir. Kağan ve akrabalarından, şadapıt’lar, tarkan’lar, kurkapın’lar, sengün’ler, tudun’lar ve süvarilerden söz edilmektedir. Yazıtın içeriğinden Budizm inancının Türkler içinde etkili olduğu anlaşılmaktadır.

Alıntıdır.

Hezil Çayı Irak Sınırı / Silopi


 

15 Ağustos 2022 Pazartesi

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa


 

Yavuz Sultan Selim Köprüsü / İstanbul

 


İznik / Bursa

 


Gündelik Hayatımızda Temizlik - 1

 Banyoda


Temizlik anlayışında dikkat çeken özellikler Batı’yla karşılaştırınca ortaya çıkmaktadır. Batılıların hijyen duygusu güçlüyken, Anadolu’da mundarlık kavramı önemlidir. Örneğin, Batılı bulaşıkla çamaşırını aynı yerde yıkayabilmekte, ama yere düşen ekmeği bizler gibi öpüp başına koyduktan sonra rahatça yiyememektedir. Temizlik anlayışının bir başka yönü de, evlerinin temizliğine önem veren «Türklerin, sokak ve mahalle konusunda duyarsız davranmalarıdır. Bu yapılanmada çöp alışkanlığı kadar mahalle örgütlenmesinin değişimi de önem taşımıştır.


1500’lü yıllarda Anadolu’ya gelen Avrupalı seyyahlar (Richer, Pierrc Belon, Paulo Giovio, vb.) Türklerin temizliğini hayranlıkla anlatırlar. Oysa Orta Asya hakkındaki tarihi bilgiler Türklerde güçlü bir su kültü bulunduğunu, suyu kirletmemek için yıkanmaya sınırlamalar getirildiğini göstermektedir. Cengiz Han yasasına göre elbiseler yıkanmadan eskiyene kadar giyilip iyice yıpranınca atılmalıdır. Yıkanırken suyu dökünmemek, el ve başı yıkamak için suyun ağıza alınıp ellere püskürtülmesi Moğol, Başkırt ve Kırgızlarda yakın döneme kadar devam etmiştir. Taharetlenmek için suyu kirletmek büyük günahtır ve Anadolu’da dinsel bir uygulama olarak kabul edilmiş olan taş kullanımı gelenekselliğin güçlü olduğu yerlerde sürmektedir. Büyük Türkolog Wilhelm Radloff (1837-1918), Kırgız rehberinin bile bir Altaylının çadırına girdiğinde pislik ve kokuya dayanamadığını ve dışarı çıkıp kustuğunu anlatmaktadır.


Hindistan’da İndus uygarlığı, Eski Mısır, Girit’te özel ve kamusal yıkanma yerlerinin geçmişi IO 3-2 bin yıllarından itibaren başlıyorsa da, hamam Roma’da toplumsal yaşamın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Roma hamam geleneği, Avrupa’da ünlenen ve Güney Kore’de seks hizmeti veren yerlere ad olduğu için Dışişleri Bakanlığı’nın müdahale ettiği ‘Türk hamamı’ kültüründe devam ederken, Orta ve Batı Avrupa yıkanma konusunda Roma’nın izleyicisi olmamıştır. Roma’yı işgal eden barbar Germen kabileleri hamamları tahrip ettiği gibi, Hıristiyan Kilisesi de soyunarak yıkanmayı günah saymıştır. 320 yılında din adamlarının hamamlara gitmesi yasaklanmış, 692 yılında yasağa uymayan din adamlarının kiliseden, halktan kişilerin cemaatten atılmaları kararlaştırılmıştır.


XIV. Louis sağlık güncesine göre, 64 yılda, 1647 ile 1711 arasında, yalnızca bir kez yıkanmıştır. Saint Simon onun için şöyle yazar: “Mösyö her tür parfümü kullanırdı ve bir temizlik timsaliydi.”


Yıkanma ve hamam Avrupa’nın büyük şehirlerinde 15., 16. yüzyıllarda görülmeye başlamışsa da, yıkanma âdeti fıçılara girmekti ve buharlı kabinler ancak çok zenginler için söz konusuydu. 16. yüzyılda hamamların tekrar azalmasına frengi hastalığının yarattığı korku ile Kalvinist ahlak anlayışı neden oldu. Doğu Avrupa dışında mevcut hamamlar da zenginler için randevu evi işlevi görmeye başladı. 1788’de Fransa’da yazları bir iki kere yıkanılıyordu. İngiltere’de 1800’lerde Lady Montagu kirli ellerini görüp şaşıran bir beyefendiye, ayaklarımı görse ne yapacak diye sormaktan kendisini alamamıştı.


Avrupa, saray ve sokaklarından başlayarak temizlenmeyi öğrendi. İngiltere’de 1830’larda, kolera salgınından sonra, işyerleri ve evlere su ve kanalizasyon bağlanmaya başlanması önemli bir adım oluşturdu. Sabun ve soda bulmanın kolaylaşması da temizlenme sürecine katkıda bulundu. Evlerde banyo yapılması Avrupa’da 1900’lerde yaygınlaştı.



Banyo


Anadolu hamamlar, ılıcalar, çeşmeler ülkesiydi. Hamama gitmek Roma dönemindekine özdeş olmasa da benzer biçimde toplumsal faaliyetler arasında kadın ve erkekler için önemli bir yer tuttuğu gibi, dinsel inançlar gereği köy evlerine varana kadar dolap biçiminde gusulhaneler vardı. Eski İstanbul evlerinde ise mermer, taş, çini, çinko kaplı, bazılarında duvara gömülü, altındaki ateşlikte su ısıtmaya mahsus küp de bulunan mağsel denen odalar olurdu.


Suyun mahalle çeşmesinden sağlandığı, çamaşır ve hamam günü bahçelerde kazanlarla odun ateşinde ısıtıldığı günler elbette kolay değildi. Sonra evlere, Latince balneum’dan gelen halk dilinde baneum sözcüğünün İtalyanca bagnare (yıkanmak) fiilinden türetilen bagno'dan Tiirkçeye geçmesiyle öğrenilen ‘banyo’lar yapılmaya başlandığında, önce kurnalar ve hamam tasları, kese ve lifler korundu. Zamanla evin dışından içine girmiş olan tuvaletler apartman dairelerinde ikileşti, alaturka tuvaletin yanı sıra banyolara bir de alafranga tuvalet eklendi. Küvetsiz ve duşsuz banyo eksik kabul edilmeye başlanıp, çamaşır makineleri de devreye girdiğinde, yer kazanmak için feda edilmesi gereken alaturka tuvalet olunca, görünüşte Batı biçimi egemenliğini kurmuş oldu. Fakat denizde yüzmek önce deniz hamamı, sonra deniz banyosu olmaktan çıkıp (güneş ve kum banyosu daha dayanıklı çıktı) plaja ve yüzmeye dönüştüğünde, büyük şehirlerde su sıkıntısından banyo yapmak sorun olmuştu. Küvetler kullanma suyu saklanan yerler olduktan sonra, yıkanmak için ‘oturma yeri’ olan küvetler ve duşakabinler üretildi.


Eski temizlik anlayışı, aşağıda görüleceği gibi, temelde yeni biçimlerle sürdü.



Küvet


Girit’teki Knossos sarayında IO 1700 yılından kalma küvetler vardır. Sarayda kanalizasyon sistemi olmasına karşın, küvetler bu sisteme bağlanmamıştır ve sapları bulunmasından dışarı çıkartılıp boşaltıldıkları anlaşılmaktadır. Girit’ten Eski Yunanistan’a taşınan saray küvetleri Roma’da havuz ve hamamlara dönüşmüştür.


Fransızca cuvette, leğen olarak kullanılan kapların genel adıdır. Bizde çocuklar leğende yıkanır, onların da akan suyla yıkanması esastır, Avrupa kültüründe ise suyun içine girilir. İslam fıkıhında suyun temiz kabul edilme koşullarına ilişkin ayrıntılı hükümler getirilmiş, Anadolu’da “kırk taştan atlayan” suyun temiz olduğu inanca dönüşmüştür. Akan suda yıkanmak kural olduğu için küvete girmek, kültürel olarak yıkanma dışıdır.


Eski Yunan ve Romalıların ahşap, mermer, gümüş küvetler yaptırdıkları görülmektedir. Ortaçağda küvetler sadeleşmiş, mutlakiyet döneminde tekrar gösterişli küvetler gündeme gelmiştir. I679’da XIV. Louis’nin, her halde yıkanmaya karar verdiğinde kullanması için yapılmış mermer küveti vardır ve suyu sıcak tutmak zor olduğu için içi kumaş ve dantelle kaplanmıştır. Avrupa hamamlarında pabuç biçimli küvetler de yapılmış, ahşap, bakır, kurşun, saç küvetler kamusal veya özel mekânların temel yıkanma aracı olmuştur. Bugün emaye ve seramik küvetler revaçtadır.


Tabii yıkanmak için evinde banyosu olan burjuvanın, plastik tekneler çıkmadan önce çocukları içinde yıkadığımız çinko leğenlerde veya kovboy filmlerinde gördüğümüz fıçılarda yıkandığını düşünemeyiz; 14. yüzyıldan itibaren cuvette’lerin yerini, temel ilke aynı da olsa baignoire’ler aldı. Şemseddin Sami Fransızca-Türkçe sözlüğünde baignoire'i “banyo teknesi”, cuvette'i “leğen” diye açıkladığına göre bu işte onun günahı yok, ama Osmanlıların baignoire çıkmadan önce cuvette sözcüğünü alacak kadar eski tarihte küvet sahibi olduğunu veya Fransızlarla böyle bir ilişkiye girdiğini düşünmediğimize göre, herhalde Levantenin biri sözcükleri karıştırdı! 1930’lara kadar küvet yerine çevirisiyle ‘banyo leğeni’ de denilmiş olduğunu da unutmamak lazım.


Küvetin Anadolu’ya yayılış yerleri ve biçimi hakkında Ispir’in Hunutlu (bugün Çamkaya) köylülerinin anlattığı anekdotla bilgi sahibi oluyoruz: 1915 Ermeni tehcirinden sonra Ermeni evlerine giren Müslümanlar bu evlerde gördükleri çinko küvetlerin ne olduğunu çıkaramamış, neye yaradığını anlamak için kafa yormuşlar. Ermeni evlerine Ispir’e kadar giren küvetler Amerikan misyoner okullarının etkisine bağlanmaktadır.



Duş


Bugün şehirli bir ABD yurttaşı her sabah evden çıkmadan duş alır, banyo yapmak bir tür gevşeme ve zevk biçimi sayılırken, duş toplumsal yaşama katılmadan önce yerine getirilen zorunluluktur.


Duşun tarihi tepeden boca edilen su anlamında çok eski, bugünkü banyolarda yer alan biçimiyle yenidir. Buz gibi şelalelerin altına girmek veya baştan aşağı bir kova su boşaltmak da aynı işi görüyordu. Eski Yunanlılarda duş İO 4. yüzyıldan itibaren gelişmiş biçimiyle görülürken, bugün Amerikan filmlerinde gördüğümüz gibi daha çok kamusal alandaki toplu duş biçiminde yaygındı. Zengin Yunanlılar için, kölenin küvetin içinde başından aşağı dökeceği bir kova su daha sağlıklı, hele ıspanaklar için soğuğu makbuldü. Platon da sıcak su ve buhar odalarının zayıf ve yaşlılara uygun olduğunu yazar. Atletler soğuk suyla yıkanır, kir ve terlerini demir veya tunç, altın veya gümüş kazıyıcı ile kazıyarak temizler, keçi yağı ve külden yapılan sabundan çok pudra, yağ ve bu kazıyıcılar kullanılırdı. Gene de, hayvan başlı duşların altında yıkanan atletleri gösteren vazo resimleri günümüze ulaşmıştır.


Evlerde banyoların olağanlaşmasıyla duş modelleri de geliştirilmeye başlandı. 1810’larda Ingiltere’de üretilen ‘kraliyet duşu’nu Ingiliz kibarları bile tuhaf karşılamıştı. Bu duş pompalıydı ve aynı suyu tekrar tekrar kullanıyordu. Bu duş temizlenmekten çok süslenme amaçlıydı çünkü duşa giren kişi koni biçiminde, bugünkü bonelerin atası olan parfümlü bir başlık giyiyor böylece bütün vücut giyinmeden önce güzel kokularla sıvanmış oluyordu.


1800’Ierde Amerika’da duş evlere girmeye başladı ve küvetler de ona göre biçim değiştirdi. 1830’larda ABD ’de Virginia iskemle duşu yaygınlaştı. Bu duş ahşaptandı ve piyano iskemlesine benzer iskemlesi vardı. Duş küvete yerleştirilir, elle çalışan pompa suyu yukarı gönderir, ayakla çalışan bir pedalin hareket ettirdiği bir fırça sırtı keselerdi. Hem temizler hem de masaj yapardı.


1850’lerde sıcak ve soğuk su boruları kurşundan olan duş yapıldı. Vana ile suyun sıcaklığı ayarlanıyordu. 1880-90’larda duşlar bugünküne benzedi. 1889’da J. L. Mott Demir İşleri her sınıftan insan için birçok duş modeli geliştirdi. Patenti kendisine ait, vücudun her tarafına sıcak su gönderen bir model de vardı. Her tarafı borularla dolu küvet kullanıcının görünmemesini de sağlıyordu. Kataloga göre bu duş, küvetlere veya Türk ve Rus banyolarına da uygulanabilirdi. Türk ve Rus banyoları Amerikalıların duşla tanıştıkları ilk yerlerdi. Ortak sıcak su havuzları ve buhar odaları ile soğukluklar bulunan bu hamamlarda duşlar banyodan önce ve sonra kullanılıyordu. Ama bu duşların ömrü uzun olmamıştı.


Şehir alt yapılarının ve orta sınıfların gelişimi ile standartlaşan duş, aynı standartları benimseyen ülkelere taşındı. Fransızcada 1588 yılına tarihlenen ve İtalyanca douge’den geldiği bildirilen douche sözcüğü, İtalyanca doccia, Almanca Dusche, Yunanca dus biçimiyle yayıldı.



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.

Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak