8 Ağustos 2022 Pazartesi

Britanya Adalarının Söylenceleri - 7 İngiltere-İskandinavya

 Beowulf


II. Bolüm


(Dan kahraman Unferth haksız biçimde Beowulf u eleştirir. Beowulf tek başına Grendel'le savaşır ve onu öldürür.)


Şölenden sonra, halkı arasında büyük onur kazanmış Danlı savaşçı Unfert, Kral Hrothgar'ın ayakucuna oturdu. Unferth'in yüreği, kendisinin savaşta karşılaşmaktan korktuğu dev canavarı öldürmek için topraklarına davetsiz gelen atılgan, cesur deniz yolcusu Beowulf'tan duyduğu kıskançlık ve kızgınlıkla yanıyordu. İçindeki gizli kızgınlığını açığa vuran sözleri döktü:


"Aptal biçimde övüngen, kışın kabarmış deniz sularının azgın dalgalarında bir yüzme yarışında Breca'ya karşı çabalayarak dalgalarla boğuşan ve yaşamını tehlikeye atan Beowulf sen misin? Seni seven ya da senden nefret eden hiç kimsenin seni tehlikeli isteklerinden caydıramadığını duydum. Yedi gece boyunca suların pençesinde yüzdün. Senden daha güçlü olan Breca, yüzmede seni geçti. Sabah gelgiti onu halkına, evine, surla çevrili kasabasına ve hâzinesine kavuşturdu."


"Unferth, dostum, aklın likörle uyuşmuş, Breca ve benimle ilgili öyküyü tersine çevirmiş. Gerçek şu ki, kimse dalgalarda benden daha güçlü ve denizde benden daha dayanıklı olamaz" diye yanıtladı Beowulf.


"Breka ve ben, o çocukça övünmeyi yaptığımız ve balina yolunda yaşamımızı tehlikeye attığımız zaman henüz çocuktuk. Biz azgın deniz balıklarının saldırısına karşı koymak için elimiz¬ de keskin kılıçlarımızı taşıyarak yüzdük. Breca ve ben beş gece boyunca yükselen suların dalgalarında yan yana hızla yüzdük. Sonunda sürükleyen dalgalar, buz gibi soğuk hava, acı veren korkunç kuzey rüzgârlarıyla boğuşmak ve gecenin gelmesi bizi ayrı düşürdü.”


"Büyük dalgalar azgın deniz balıklarının öfkesini uyandırdı. İyi ki zincir örme, el yapımı kalın savaş gömleğimi giymişim. Vahşi bir deniz canavarı beni dibe çekti ve öldürücü pençesiyle sıkıca tuttu. Ama altından yapılmış elbisem göğsümü korudu. Kılıcımın ucu o korkunç canavarın kalbine saplandı ve savaş silahımı onun göğsüne gömdüm."


"Diğer doymak bilmez korkunç deniz yaratıkları çevremde toplandılar ve göğsümdeki zincirlerden tuttular. Her birine kılıcımın ucunu tattırdım. Onların yiyeceklerini ellerinden aldım, çünkü beni yakalayacaklarını ve ölmüş etimle ziyafet çekeceklerini düşünüyorlardı" diyerek Beowulf konuşmasını sürdürdü.


"Parlak sabah ışığı, toprağın üzerinde parıldadığında, onları kıyıda savaş kılıcımın açtığı kanlı yaralarıyla ve kılıcımın darbelerinden ölmüş olarak ters dönmüş buldu. Kılıcımın çıplak yanıyla dokuz canavar öldürdüm. Balina-yolundaki derin suları geçen deniz yolcularını bir daha saldırılarıyla rahatsız edemediler."


"Gece yapılan daha zor bir savaş ya da deniz akıntılarında daha kötü durumda kalan hiç kimseyi şimdiye dek duymadım. Dalgalar çekildiğinde, kara çıkıntılarını ve Finlerin rüzgârlı duvarlarını görebildim. Dalgalı deniz taşkını beni onların topraklarına sürükledi. İşte Wjrd, ölümü yazılmamış kişiyi, eğer cesaretli davranırsa böyle esirger."


"Korku dolu ve kan lekeli kılıç uçlarının olduğu gözü pek saldırılarınızı hiç duymadım sizin" diye sürdürdü Beowulf konuşmasını. "Gerçekten, aklınız ve yüreğiniz beni inandırabilecek kadar keskin olsaydı, Grendel, Heorot şatosuna bu denli korkunç baskınlar yapamazdı. O her zaman kimi seçse boğazlıyor ve yiyor, hiçbirini bağışlamıyor, çünkü mızraklı Danların öfkesinden korkmasına gerek olmadığını öğrendi."


"Ama şimdi, Geatların ruhu, gücü ve ustalığı Grendel'i savaşa çağıracak. Toprakların üstünde sabah ışığı parıldadığında, mızraklı Danların korku duymaksızın bu şarap salonuna geri dönebileceğine yemin ederim size!"

Hrothgar'ın Heorot şatosu, kahramanların eğlence ve gülme sesleriyle bir kez daha çınladı. Beowulf'un büyük işlerini duyan Danların efendisi, hazine dağıtıcı ve halkının çobanı, Beowulf'un başarılı olacağından emindi. Hrothgar'ın nazik tavırlı kraliçesi, adeti olduğu üzere altın parlaklığında giysiler giymiş olarak konukları selamladı ve onlara likör sundu.


Güneş ışığı renginin, öğleden sonraki geç vakitlerde solmaya başlamasıyla, kral, akşam dinlencesi için çekildi ve bütün Mızraklı Danlar onunla birlikte kalktı. Biliyorlardı ki yakında Grendel gölgelerden süzülecek ve avını yüksek şatonun içinde gizlice avlayacaktı.


Hrothgar Beowulfa şöyle dedi: "Ellerim bir kılıç ve bir kalkan taşıyabildiğinden beri, bu büyük şatoyu korumak için kendi insanlarımdan başkasına asla güvenmedim. Aklına büyük savaşlarını getir. Korkunç canavar, ustalığının gücünü bilsin. Başarırsan seni en büyük hâzinelerle ödüllendireceğim."


Bu sözlere Beowulf'un yanıtı şu oldu: "Gemimi sulara saldığımda, ya doğumuma yaraşacak yiğit savaşlar yapmak ya da canavarın güçlü pençeleriyle parçalanmış bedenimin önünüze serilmesiyle yüz yüze kalmak kararını vermiştim."


Fırtına-Geatlar, mızraklı Danların kalmaktan korktukları şatoda geceyi geçirmek için hazırlandılar. Beowulf büyük gücüne inanarak altından zincir örmeli savaş gömleğini, domuzlu miğferini ve ağır süslü kılıcını çıkardı ve sabaha dek koruması için adamlarından birine verdi.


Uzanmadan önce Beowulf şöyle konuştu: "Grendel kadar güçlü ve cesurum, kılıcımla onu kolayca öldürebilirim, çünkü onun silah kullanmakta becerisi yok. Ama kılıçsız ve kalkansız dövüşeceği için ben de öyle dövüşeceğim. Tanrı hangimizi isterse ona zafer armağan etsin."


Daha sonra yiğit Beowulf yere uzandı, ama uyanık ve tetikte bekledi. Denizler aşan cesur arkadaşları uyumak için uzandılar. Bu parlak şatoda bulduğu insanları parçalamaktan Grendel'in büyük zevk aldığını bilen her Geat, sessizce evini düşündü. Yüreğinde ailesini, evini, yetiştiği kasabasını bir daha asla göremeyeceği korkusunu duydu. Ama Rab, Geatlardan bir adamın, cesareti ve gücüyle düşmanlarını yenme kaderini yazmıştı. Yüce Tanrı ölümlüleri sonsuza dek yönetir!


Gölgelerde gezinen Grendel, puslu kırlardan ayrılıp gecenin karanlığında kahramanların şatosuna doğru süzüldü'. Büyük kuleli şatoda biri dışında herkes uyuyordu. Beowulf uyanıktı, gözlüyor ve bekliyordu. Başlayacak olan savaştan ötürü gergindi, çünkü düşmanına olan kızgınlığı yüreğini taşkınlıkla doldurmuştu.


Grendel puslu kırlardan çıktı ve çabukça insanların hazine evi, altınla parıldayan Heorot'a doğru uzun adımlarla yürüdü. Tanrının öfkesini taşıyordu ve mutsuz bir yaratıktı. Kanlı baskınlar yapmayı aklına koyan korkunç yaratık, kızgınlıkla ellerini kapının üzerine koydu, kilidi demirden yapılmış olmasına rağmen azgın gücüyle kapıyı bir an önce açmak için zorladı.


Hızla içeriye girdi. Gözlerinde bir alev parıltısı yanıyordu. Uyuyan savaşçılarla bir kez daha dolmuş şatoyu görünce yüreği sevinçle doldu. Uğursuz inine dönmeden önce onların hepsini parçalamayı umuyordu, çünkü böylesine büyük bir ziyafet görüntüsü onu doymak bilmez bir açlıkla iştahlandırmıştı. Ama Wyrd'in hükmüydü, bu geceden sonra Grendel bir daha insan etiyle beslenemeyecekti.


Beowulf, Grendel'in iğrenç yağmasına başlamasını izledi. Canavar aniden uyuyan bir savaşçıyı yakaladı, bedenini parçalara ayırdı, etini kemikleriyle birlikte lokmaladı, kanını içti ve kanlı parçalarıyla onu yuttu. Kısa zamanda bütün ceseti tüketmişti.


Daha sonra boylu boyunca uzanmış Beowulf'a doğru yürüdü ve korkunç pençeleriyle yiğit yürekli kahramanı kavradı. Beowulfun öfkeyle dolu korkunç pençesi Grendel'in kolunu kavradı. Grendel daha önce böyle korkulu bir düşmanla karşılaşmamıştı. Korku canavarın aklına ve yüreğine yayıldı. Cesareti uçup gitti. Yalnızca karanlığa kaçmayı ve uğursuz yalnızlığına dönmeyi diliyordu, ama Beowulf onu sıkıca yakalamıştı.


Beowulf ayağa fırladı ve bütün gücüyle Grendel'in eline asıldı. Devin parmaklanın kopardı. Şato iki düşmanın sürdürdüğü amansız, öldüresiye savaşla çınladı ve sallandı. Duvarlar çatırdadı, ama içindeki ve dışındaki demir sürgüler Heorot şatosunu bu korkunç kavgada ayakta tuttu. Mızraklı Danlar, Grendel'in acıyla uluma, çığlık ve feryatlarının sesinden korkuyla titrediler.


Beowulf'un cesur adamları, babalarından kalan güven verici kılıçlarıyla Grendel'e her yandan vurarak ona yardım etmeye çalıştılar. Dünyadaki en keskin kılıçların onun nefret dolu yüreğini yaralayamayacağının ayırdında değildiler. Çünkü korkunç şeytan her keskin silaha karşı bir tılsımla korunmuştu.


Böylece ikisi azgın bir biçimde savaşmayı sürdürdüler. Döğüşmeleri boyunca Beowulf, Grendel'in kolunu bir mengenenin kavraması gibi yakalamıştı, Grendel kurtulmaya çalışıyordu. Yavaş yavaş Grendel'in omuzunda bir yara açıldı. Sinirler dışarı fırladı ve kemikler eklemlerden koptu. Beowulf Grendel'in kolunu bedeninden ayırmıştı. Savaşı ve savaşla birlikte şan ve onuru kazanmıştı.


Grendel, ölümüne yaklaşırken, korkunç acılar içinde puslu bataklı kırlardaki yalnız inine kaçtı. Sonunun geldiğini biliyordu. Canı bedeninden ayrıldı ve tanrı-tanımaz ruhu cehenneme gitti.


Uzaklardan gelen yiğit ve cesur savaşçı Beowulf, mızraklı Danların yüzük dağıtan kralı Hrothgar'a verdiği sözü tuttu. Kahraman, Heorot'u amansız saldırılardan temizledi ve iğrenç canavardan kurtardı. Büyük zaferinin işareti olarak, Beowulf herkesin görmesi için Grendel'in kanlı kolunu ve pençesini altın işlemeli çatının üzerine koydu.


Sabah, birçok cesur savaşçı Grendel'in dev pençesini ve ayak izlerini şaşkınlıkla izleyerek parlak şatonun çevresinde gezindiler. Ne mızraklı Danlar ne de fırtınalı Geatlar, sakat kalmış canavarın bozguna uğramış, ölümü bekleyen, yorgun yüreğiyle kırlara doğru kaçtığı düşüncesine üzüldü. Savaşçılar korkusuzca bataklıklı kırlarda Grendel'in kanlı izlerini sürdüler. Pıhtılaşmış kanla kaynayan bataklığı buldular, pis sular sıcak kanla köpürüyor ve fokurduyordu. Grendel'den hiçbir iz görmeyince Beowulf'un zaferini kutlamak için neşeyle geri döndüler.


Birçok eski destan bilen Hrothgar’ın ozanı, Beowulf'un büyük zaferinin öyküsünü hemen ustalıkla tasarladı. Ozan, Beowulfu korkunç bir ejderhayı öldüren ve birikmiş hâzinesini alan Volsunglu Sıgurd'a benzetmişti.

Kral Hrothgar, altın yüzükler dağıtıcı, Heorot'a girdi ve zaferin dehşet verici işaretini gördü, Grendel'in koluna bakarak, "bu görüntü için tanrıya şükran duyuyorum" diye haykırdı. "Çok değil, yüksek kuleli Heorot kanla ve kan lekeleriyle doluyken, bu büyük dünyada hiç kimsenin bize yardım edemeyeceğinden korkuyordum. Bu andan sonra, Beowulf, seni oğlum gibi seveceğim. Yaşadığım sürece asla başka servet istemeyeceksin. Daha küçük hizmetleri için güçsüz savaşçılara büyük hazineler vermiştim. Burada yaptıkların sonsuza dek yaşayacak, ün sağlayacak sana! Tanrı sana iyi bir yaşam vermeyi sürdürsün!''


Heorot, yapılanın bu en iyisi, daha sonra bütünüyle temizlendi ve büyük kutlama için süslendi. Altınla ışıldayan kilimler, çatırdamış duvarlarda parlıyordu. Çok fazla onarım gerekiyordu, çünkü canavar, bedeninden geri kalanla kaçarken yalnızca şatonun damını sağlam olarak bırakmıştı.

Hrothgar, Beowulf'a aralarında güçlü bir kılıç, iğneyle işlenmiş bir savaş sancağı, altın yularlı sekiz at ve mücevherlerle işlenmiş ve süslenmiş eski bir eğerin de olduğu zengin bir armağan yığını verdi. Deniz yolculuğuna Beowulf'la birlikte çıkan arkadaşları da armağanlar ve Grendel'in öldürdüğü savaşçının ailesine verilmek üzere altın karşılığı bir ödeme, ıvergild aldılar.


Ziyafet, içki, masal anlatımı ve armağanların verilmesi sona erdiğinde, Hrothgar akşam dinlenmesi için çekildi. Mızraklı Danların çoğu ve Fırtına-Geatların hepsi onu izledi; Heorot'u geçmiş günlerde olduğu gibi orada uyuyacak savaşçılara bıraktılar.


Yüksek kuleli şatoda kalanlar, yerleri yataklar ve yastıklarla kapladılar ve yataklarının başlarına sıraları ittiler. Parlayan kalkanlarını ve kınlarından çıkarılmamış kılıçlarını baş taraflarına koydular, zincirden örülü giysilerini ve savaş mızraklarını yanlarına yerleştirdiler. Miğferlerini sıraların üzerine dizdiler. Bu her zaman savaşa hazır olmak için yaptıkları gelenekti.


Mızraklı Danlar iyi insanlardı, ama Wyrd'in onlara ördüğü kaderden habersizdiler. 




Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.


Safranbolu / Karabük

 


Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


İSKİT ADI VE İSKİTLERİN YAYILDIĞI COĞRAFYA

 


 Hazar Denizi'nden Tuna Nehrine Kadar İskitler



Hazar Denizi'nin batısından başlamak üzere Tuna nehrine kadar Karadeniz'in kuzeyindeki sahaya İskitler yayılmıştır. Bunların yayıldıkları coğrafya hakkında antik kaynaklarda önemli bilgiler vardır. Bu kaynaklar arasında Herodotos'un verdiği bilgi önemli bir yer tutmaktadır. Ayrıca yapılan arkeolojik kazılar sonucunda meydana çıkarılan maddî kültür unsurları da İskitlerin yayıldıkları coğrafya hakkında bize fikir vermektedir.


Adı geçen bölgede yaşayan İskitler, Pers kaynaklarında "denizin ötesindeki Sakalar" olarak adlandırılmıştır. Herodotos bu bölgede yaşayan İskitlerin oturduğu yerler hakkında iki farklı bilgi vermektedir. Bunlardan birincisi Pers Kralı Darius'un İskitya seferi dolayısıyla söyledikleridir (Herodotos VI: 101-102). Buna göre, İskitya toprakları kare şeklinde, dama tahtasını andırır bir düzlüktür. Burada çarpışan ordular, büyük ırmaklar ve dağlar yüzünden hiçbir güçlüğe uğramadan dama taşları gibi, kolayca dolaşmaktadır. İkincisi ise, Herodotos'un Olbia'daki Greklerden ve Aristeas adında, MÖ 7. yüzyılda yaşamış olan bir seyyahın söylemiş olduğu destan dizelerinden öğrenmiş olduğu bilgilerdir.




Buna göre, Güney Rusya'da Olbia kentinden kalkarak, kuzeye doğru gidilirse, önce Hypanis nehrinin denize yakın kıyılarında oturan Kallipidaia İskitlerine rastlanır (Herodotos IV: 17). Daha kuzeyde Tyras nehri ile Hypanis nehrinin orta yataklarının birbirlerine yaklaştıkları yerde Halizonlar yaşamaktaydılar. Bunların yaşayışları da Kallipidailerinki gibi, İskitlerinkinden epeyce değişik olup, çiftçilikle uğraşmaktaydılar. Buğday, darı, mercimek, soğan ve sarımsak, yetiştirdikleri belli başlı ürünlerdi. Halizonların yukarısında çiftçi İskitler vardı. Bunlar da buğday yetiştirmekteydiler. Daha yukarıda ise Neuriler yaşamaktaydı. Bunların kuzeyinde ise, iskân edilmemiş bölgeler bulunmaktaydı (Herodotos IV: 17).


Deniz yönünden gelirken Borysthenes nehrini geçince, ağaçlı bir bölge gelmekte, bu bölgenin iç kesimlerinde ise, çiftçi İskitler oturmaktaydılar. Bunlar kendilerinin adının Olbiopolitler olduğunu söylemekteydiler (Herodotos IV: 18). Bu çiftçi İskitlerin oturduğu bölge, doğuda Pantikapes, kuzeyde ise Borysthenes nehirleri arasında yer almaktaydı. Bundan sonra gelen bölge çöllerle kaplı olup, buralarda İskit soyundan olmayan Adrophaglar oturmaktaydılar. Adrophagların bölgesini geçtikten sonra ise, yeniden çöller başlamaktaydı. Bu çöllerin başladığı yerlerde ise insan yaşamamaktaydı (Herodotos IV: 18).


Herodotos, sözünü ettiğimiz çiftçi İskitlerin doğusunda, Pantikapes'i geçince, göçebe İskitlerin sürülerini otlattıklarını ve bu bölgenin Gerros ırmağına kadar uzandığını belirtmektedir. Gerros'tan ötesi ise, hükümran İskitlerin ülkesi olup, güney yönünde Taurika'ya, doğu yönünde Palus-Maiotis üzerinde bulunan ve Kremnes adı verilen limana ve Tanais nehrine kadar uzanan toprakları kaplamaktaydı. İskitlerin en yiğit ve en kalabalık bölümü bu bölgede oturuyordu. Kuzeyde hükümran İskitlerin ötesinde, İskit olmayan Melankhlenoslar yaşamaktaydı. Melankhlenosların ülkesini geçtikten sonra ise, yeniden çöller ve bataklıklar başlamakta (Herodotos IV: 20); Tanais nehrini geçtikten sonra ise, İskitya sona ermekteydi (Herodotos IV: 21).



İlhami Durmuş'un İskitler adlı kitabından alıntılanmıştır.

Balıklı Göl / Şanlı Urfa


 

Göbekli Tepe / Şanlı Urfa

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak