25 Nisan 2022 Pazartesi

KUŞLARIN GÖÇLERİ

 GÖÇ ZAMANINI NASIL BELİRLİYORLAR?

Kuşların nasıl ve neden göç etmeye başladıkları, "göç kararı"nı neye dayanarak aldıkları yüzyıllardır merak edilen bir konudur. Kimi bilim adamları göçün nedenini mevsim değişikliklerine, kimileri de yiyecek arayışına bağlarlar. Önemli olan, bu uzun mesafeli uçuşların kendi bedenlerinden başka hiçbir korunmaya, teknik donanıma ve güvenliğe sahip olmayan bu hayvanlar tarafından nasıl gerçekleştirildiğidir. Çünkü göç olayı yön bulma, gıda depolama, uzun süre uçabilme gibi beceriler gerektirmektedir. Bu özelliklere sahip olmayan bir hayvanın birdenbire göç eden bir hayvana dönüşmesi mümkün değildir.

Bu konuya cevap vermek için yapılan deneylerden biri şöyledir: Bahçe bülbülleri, ısı ve ışık gibi iç koşulları değiştirilebilen bir laboratuvarda deneylere tabi tutulmuştur. İçerideki koşullar dışarıdakilerden farklı olarak düzenlenmiştir. Örneğin dışarıda kış mevsimi yaşanırken, laboratuvarda bahar ortamı sağlanmıştır, bunun üzerine kuşlar içerideki şartlara göre vücutlarındaki düzenlemeleri yapmışlardır. Aynı göç vaktinin yaklaştığı zamanlarda yaptıkları gibi, yakıt için yağ depolamışlardır. Fakat kuşlar, yapay mevsime göre kendilerini ayarlayıp, erkenden göç edecekmiş gibi hazırlansalar da, göç hareketine vaktinden önce girişmemişlerdir. Kuşlar dışarıdaki mevsime uymuşlardır. Bu sonuç kuşların göçe başlama kararını mevsim şartlarını gözlemleyerek almadıklarının bir ispatıdır. 

Peki kuşlar göç vaktini neye dayanarak belirlerler? Bilim adamları bu sorunun cevabını hala bulamamışlardır. Bu nedenle, canlılarda, kapalı bir ortamda zamanlama yapabilmeyi ve mevsim değişikliklerini ayırt edebilmeyi sağlayan bir "iç saat"in var olduğunu düşünüyorlar. Ama, "kuşların bir iç saati var, bu sayede göç vaktini anlıyorlar" cevabı bilim dışı bir cevaptır. Bu nasıl bir saattir, vücudun hangi organına bağlı olarak çalışmaktadır ve nasıl oluşmuştur? Bu saatin bozulması, geri kalması durumunda ne olur? 

Aynı sistemin sadece tek bir göçmen kuş için değil, bütün göç eden canlılar için geçerli olduğunu düşünürsek bu soruların cevapları daha da önem kazanır.

Bilindiği gibi göçmen kuşlar aynı yerden göçe başlamazlar, çünkü her biri aynı yerde bulunmamaktadır. Çoğu tür, önce belirli bir yerde toplanır, sonra hep birlikte göçe başlarlar. Peki bu zamanlamayı nasıl yapmaktadırlar? Nasıl olup da, kuşların sahip oldukları kabul edilen "saat"ler, birbiriyle bu denli uyumludur? Bu denli düzenli bir sistemin kendi kendine oluşması düşünülebilir mi?

Göç gibi planlı bir hareketin kendi kendine oluşması imkansızdır. Ayrıca kuşlarda ve göç eden diğer tüm canlılarda ne çeşitte olursa olsun bir saat yoktur. Göç eden bütün canlılar bunu her sene kendi belirledikleri zamanlarda yaparlar, ama bunu bir iç saate uyarak yapmazlar. 


ENERJİ KULLANIMI

Kuşlar uçmak için büyük bir enerji sarfederler. Bu yüzden de kara ve denizdeki tüm canlılardan daha çok yakıta ihtiyaç duyarlar. Örneğin, 3.000 km.’lik Hawai-Alaska mesafesini katedebilmek için bir kaç gramlık "sarısalkım kuşu", yolculuğu boyunca 2.5 milyon kez kanat çırpmak zorundadır. Buna rağmen 36 saat gibi uzun bir süre havada kalabilmektedir. Bu yolculuğu sırasındaki sürati ise saatte ortalama 80 km.dir. Bu kadar yorucu bir uçuş sırasında, kuşların kanındaki asit miktarı aşırı derecede artar ve yükselen vücut ısısı nedeniyle de kuş bayılma tehlikesiyle karşı karşıya kalır. Bazı kuşlar bu tehlikeyi karaya inerek engellerler. Peki engin denizlerin üzerinde göç etmekte olanlar nasıl kurtulacaktır? Kuş bilimciler bu durumda kuşların kanatlarını mümkün olduğu kadar açıp, kendilerini bırakarak serinlediklerini gözlemlemişlerdir.

Göçmen kuşların metabolizmaları da, bu işi kaldıracak kadar güçlüdür. Örneğin göç eden en küçük kuş olan "kolibri"nin vücudundaki metabolizma hareketi, bir filinkinden 20 kat daha fazladır. Kuşun vücut sıcaklığı 62°C’ye ulaşır.


UÇUŞ TEKNİKLERİ

Kuşlar, böyle zorlu uçuşlar için uygun bir tarzda yaratılmış olmalarının yanında, bir de elverişli rüzgarlardan faydalanmalarını sağlayacak yeteneklerle donatılmışlardır.

Örneğin leylek, yükselmekte olan ılık hava akımlarıyla 2.000 m.ye kadar çıkar, ardından kanat çırpmaksızın bir sonraki ılık hava akımına doğru süzülür.

Kuş sürülerinin bir başka uçuş tekniği ise "V" şeklindeki uçuştur. Bu sayede, önde giden kuvvetli ve büyük kuşlar, karşı hava akımına karşı bir çeşit kalkan oluşturarak, daha zayıf olanların işlerini kolaylaştırırlar. Uçak mühendisi Dietrich Hummel bu şekilde bir organizasyonun sürü genelinde %23 tasarruf sağladığını ispatlamıştır.


YÜKSEK İRTİFADA UÇUŞ

Göçmen kuşların bir bölümü çok yüksek irtifada uçarlar. Örneğin kazlar 8.000 m. yükseklerde uçabilirler. Atmosferin, 5.000 m.'de bile deniz seviyesine kıyasla %63 daha az yoğun olduğu hatırlandığında kazların uçtuğu yüksekliğin ne denli akılalmaz olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü, atmosferin bu denli seyrek olduğu bir yükseklikte uçan kuş, daha hızlı kanat çırpmak ve dolayısıyla daha fazla oksijen bulmak zorundadır.

Ancak bu hayvanların ciğerleri, yükseklerdeki oksijenden maksimum oranda faydalanabilecek şekilde yaratılmıştır. Memeli hayvanlarınkinden farklı bir şekilde çalışan akciğerler, kuşların seyrek havadan normalden fazla enerji almalarını sağlar.


MÜKEMMEL DUYMA YETENEĞİ 

Kuşlar göçleri sırasında hava olaylarına da dikkat ederler. Örneğin yaklaşan bir fırtınanın odağına girmemek için yollarını değiştirirler. Kuşların bu özelliğini araştıranlardan ornitolog Melvin L. Kreithen bazı kuşların atmosferde çok uzak mesafelere yayılan son derece küçük frekanslı sesleri işittiklerini saptamıştır. Bu sayede göçmen kuş, bulunduğu yerden çok uzaktaki bir dağın üzerinde patlayan fırtınayı veya yüzlerce kilometre ileride, denizin üzerindeki gök gürültüsünü işitebilmektedir. Ayrıca, kuşların göç yollarını, hava şartlarının genelde tehlikeli olduğu bölgelerden uzak tuttukları da bilinmektedir.


YÖN ALGILAMA

Kuşlar, binlerce kilometrelik uçuşları sırasında, pusula, harita ya da benzeri yön belirleyicilerden yoksun olarak, nasıl doğru yönü bulmaktadırlar?...

Bununla ilgili olarak ilk öne sürülen teori, kuşların yer şekillerini ezberledikleri ve böylece yolu şaşırmadan katedebildikleri şeklindeydi. Ama yapılan deneyler, bu teorinin yanlış olduğunu göstermiştir. 

Konuyla ilgili olarak güvercinler üzerinde yapılan bir deneyde, hayvanların gözlerine etrafı görmelerini engelleyen donuk lensler takılmıştır. Ancak, böylece yeryüzü şekillerini görmeleri engellenmiş güvercinler, sürülerinden birkaç kilometre ötede bırakılsalar bile, yine gidecekleri yolu bulabilmişlerdir. 

Daha sonra yapılan araştırmalarda, dünyanın manyetik alanının özellikle kuş türleri üzerinde etkili olduğu anlaşılmıştır. Yapılan çeşitli çalışmalarla, kuşların yerin manyetik alanından yararlanarak yönlerini bulmalarını sağlayan oldukça gelişmiş bir "manyereseptör" (manyetik alan algılayıcısı) sistemine sahip oldukları ortaya konmuştur. Bu sistem sayesinde, kuşlar, göç sırasında dünyanın değişen manyetik alanını hissederek, yönlerini belirlemektedirler. Deneyler, göçmen kuşların, manyetik alandaki %2'lik bir değişimi bile algıladıklarını göstermiştir.


Alıntıdır.


Kuzey Avrupa Söylenceleri - 11

 VII. Bölüm


(Gııttorm ihanetini itiraf eder. Brunhild Gunnar'a geleceği söyler ve intihar eder. Gudrun, Sigurd'un yasını tutar. Brunhild ve Sigurd birlikte gömülürler.)


Kardeşler şatoya Sigurd'un cesediyle dönünce Gudrun acı ve öfkeye boğuldu. "Soyguncu masalınız doğru olabilir" dedi, "ama Sigurd'un cesedinin önünde durup masumluğunuzu ilan etmenizi istiyorum. Suçluysanız, yarasından taze kan akıp sizi mahkûm edecektir" dedi.


"Bir daha savaşa gittiğinizde" diye ekledi, "Sigurd'un size yardım etmesi için yanınızda olmasını boşuna bekleyeceksiniz! 


O sizin gücünüzdü, onsuz erinç bulamayacaksınız. Şimdi kardeşinizin cesedine bakın ve ölümünde parmağınız olmadığına yemin edin!"

Guttorm yanıtladı: “Yalan sözler yeter! Sigurd arkası bana dönük ırmaktan su içmeye eğildiğinde, av ceketine işlediğin yapraktan kılıcımı ona ben soktum. Ben kardeşlerimin işini yapıyordum sevgili kız kardeşim, ama Sigurd Brunhild'i suçladı. Sigurd'un son sözleri masumluğunu kanıtladı. Gunnar, sana hiçbir biçimde zarar vermediğine ve Brunhild'e kardeş olduğuna yemin etti."


"Ah sevgili kardeşlerim! Siz bana acı getirdiniz" diye bağırdı Guttorm. "Sevgi ve dostluk yeminlerinizi bozdunuz, krallığınız da çöplük olsun! Sigurd'un altını sizi kendi ölümünüze sürüklesin! Sigurd'un Grani'yi senin için Brunhild'e sürdüğü gün lanetli bir gündü. Bu kadın elbette ki insanların en nefret edilesidir! Cesur bir adamı mahvetti ve karısına acı getirdi!"


Hogni "Kaderimiz gözlerimizin önünde yuvarlanıyor!" diye bağırdı. "Bu pis iş nedeniyle, yaşamımız boyunca hiçbir iyilik göremeyeceğiz!"

Gunnar kışkırttığı bu cinayetten pişman olmuştu bile. Brunhild'in çılgın gülüşlerini duyunca, "Yüreği taştan biri gibi gülüyorsun" dedi. "Varlığının ta içine kadar kötülük dolu olmalısın. Kardeşin Atli'yi öldürmüş olsan ve sonra onun cesedine baksan, kendini nasıl hissederdin?"


"Atli benim gözlerimin önünde Ölmeyecek" dedi Brunhild, "o, senden de, Hogni'den de daha çok yaşayacak ve büyük bir kral olacak! Bana gelince, ben kendi yaşamıma son vereceğim!"


"ölümü değil yaşamı seç" diye yalvardı Gunnar, "bütün servetimi sana veririm!"


Karısı dinlemeyince Gunnar, Hogni'den onu ikna etmesini istedi. Ama Hogni "Bırak Brunhild karar verdiği gibi ölsün" dedi, "bize kötülükten başka bir şey getirmedi!"


Sigurd'un cesedinin yakılacağı gün Brunhild hâzinesini topladı, herkesi yanına çağırdı. Kılıcını aldı, koltuk altından soktu ve sakince ölümün kendisini almasını bekledi. "Gelin" dedi, "hazine isteyen gelsin, altınımı alsın."


Sonra Gunnar'a "Hâlâ yaşam soluğum varken, sana korkunç geleceğini anlatacağım" dedi. "Düşman silahlarına doğru  koşacaksın, sen ve ailenin başına uğursuzluklar gelecek. Çünkü Sigurd'a verdiğin yemini bozup onu öldürdün, sadakatini kötülükle ödüllendirdin. Sigurd beni senin için kazandığında bile sana sadık kaldı. Üç gece benim yatağımda uyudu, aramıza keskin ağızlı kılıcı Gram'ı onurunun işareti olarak koydu."


"Gudrun'u, o istemese de kardeşim Atli'yle evlenmeye zorlayacaksın. O da ona Andvari'nin yüzüğünü verecek. Atli, Andvari'nin hâzinesini ele geçirmek için seni öldürecek, ama hâzinenin onun hırslı ellerine geçmesini engellemek için onu Ren Irmağı'nın dibine gömeceksin. Gudrun Atli'yi ve oğullarını öldürerek sizin öcünüzü alacak. Kendisini denize attığında, Andvari'nin yüzüğü, hâzinesinin geri kalanı gibi, derin sulara dönecek. Böylece ölüm seni ve akrabalarını alacak ve Andvari'nin hâzinesinin sulara dönmesiyle cücenin laneti gerçekleşmiş olacak."


Brunhild "Cesedimi Sigurd'un cenaze ateşine götürün. Ateşin çevresine zengin kilimler ve altın kalkanlar yerleştirin. Sonra beni Sigurd'un yanına yatırın ve kalkanlı salonumda benimle yattığı zamanki gibi kılıcı aramızda olsun. Karı-koca gibi yanacağız ve bu dünyayı birlikte terk edeceğiz" diye sözlerini tamamlayıp öldü.


Bu sırada Gudrun, Sigrud'un örtülü cesedinin başında kuru gözlerle ve sessizce oturuyordu. Birçok kraliçe gelip, sevdiklerini yitirdiklerinde nasıl yalnız kaldıklarını anlattılar. Bütün insanların ortak kaderini kabul etmeyi kolaylaştırmak için arkadaşlığın sıcaklığı ve yüklerin paylaşılmasını ummuşlardı.


Sonunda Gudrun'un kız kardeşi kefeni çekip açtı ve "Kocana bak Gudrun" dedi, "öp onu, çünkü yeryüzünde senin sevgin kadar gerçek olanı bilmiyorum. Sigurd senin can kaynağındı!"


O zaman Gudrun'un yüreği eridi ve acı gözlerinden seller gibi boşandı. "Sigurd'um" diye ağladı, "geyiğin herkesten yukarıda olması gibi herkesin üstündeydi. Gümüşün yanındaki altın gibi parlıyordu. Takılan en parlak mücevher, bir prensesin taşıdığı en değerli taştı."


“Sigurd yaşadığı sürece, en soylu savaşçılar arasında en büyük saygıyı görüyordum. Şimdi o öldü, bir ağaçtaki yaprak çokluğuna karışıp giden yalnız bir söğüt yaprağından başka bir  şey değilim. Bir daldan yaprakların dökülmesi gibi, benim neşem de sona erdi ve artık beslenemediklerinden kuruyup ölecekler. Kocamın tatlı sözlerini, sevgisini, dostluğunu özlüyorum."


Koca cenaze ateşi yakıldığında, Gunnar Brunhild'in istediğini yaptı. Sigurd'un cesedi ateşe Brunhild'inkiyle birlikte yerleştirildi ve aralarına Gram konuldu. Alevler yükselip gül parmaklarını göğe doğru uzattıkça, odunu ve eti birlikte tükettiler. Brunhild böylece Sigurd'un yanında yandı. Kaderinin yaşamda birleşmesine izin vermediği erkeğe ölümde kavuştu. Sigurd'un ünü ise, insanlar dünya üstünde yaşadıkça yaşayacak. 



Donna Rosenberg'in Dünya Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Mardin

 


Örümcek ağının özelliği nedir?

 Örümcekler günümüz teknolojisinin bile çözemediği inanılmaz canlılardır. Örümcek ağının çok özel nitelikleri olan sağlamlık ve esneklik bugüne kadar taklit edilemedi. Aynı çaptaki bir çelik telden iki kat daha güçlü olan bu doku ne kadar çekilirse çekilsin orijinal durumuna dönecek kadar esnektir.

Örümcek ağları kendine yüksek hızla çarpan nesneleri yırtılmadan esneyerek frenler. Tekrar gerisin geriye yaylanmadığından nesne ters yöne fırlamaz, yapışır kalır. Örümcek ağının esneme kapasitesi bugün yapay olarak üretilmiş en iyi telin neredeyse dört katıdır.

Bu maddeyi yapay olarak elde etmeyi hala başaramayan bilim insanlarının örümcek çiftliği kurup, örümcekleri sağarak, ipliklerini aldıklarını biliyor muydunuz? Yaklaşık 2.5 santimetre boyundaki bu örümceklerden günde hayvan başına 320 metre (yaklaşık 3-5 gram) iplik elde ediliyor ve bu iplikler ABD ordusuna kurşun geçirmez yelek yapmada kullanılıyor.

Dünyada 34 bin örümcek cinsi tespit edilmiştir. Yani her cins örümcek farklı özellikler taşır. Örümceklerin hepsinde zehir bezleri vardır, ama karadul örümceği, kahverengi örümcek gibi çok az türü insana zarar verebilir. Dünyanın en büyük örümceği ise Güney Amerika’nın kuzey kısmında yaşayan “Goliath Tarantula” isimli dev örümcektir. Erkeğinin bacağının boyu 25 santimetreyi bulur. Kurbağaları, kertenkeleleri, fareleri ve hatta küçük yılanları yakalayıp yiyecek kadar güçlüdür.

Örümcekler, diğer böceklerden farklı olarak sekiz bacağa ve sekiz göze sahiptirler. Büyüme safhasında bir bacak kırılırsa yerine yenisi gelebilir. Vücutları iki parça olup arka kısmındaki bezlerden ağ üretimi başlar, buradaki çok ince deliklerden sıvı ve damlalar halinde verilen ağ malzemesi dışarı çıkar çıkmaz donar.

Örümcek ağının her tarafı yapıştırıcı değildir. Kurban ağa yakalanınca yapışkan kısmı bildiklerinden kendileri de ağa yakalanmadan onun yanına kadar giderler. Örümcek ağını amacına göre farklı şekillerde örer. Ağdaki ipliklerin de cinsleri yerlerine göre farklıdır. Yumurtaların sarmalanması için ürettiği yumuşak iplik onu aynı zamanda bir uçurtma gibi uçurabilir. Ağın ana yapısı, dairesel kısımları, avı yakalayacak kısmı için elastikiyetleri ve sağlamlıkları farklı ipler üretir.

Örümceklerin birçok türünde erkeğine göre 4 – 5 kat büyük olan dişinin çiftleştikten sonra erkeğini yediği doğrudur. Ancak bu erkeklerin bir gecelik zevk uğruna katlandıkları bir sonuç değil, kendi nesillerini devam ettirebilmek, kendi evlatlarını üretebilmek için kendilerini dişiye kurban etmeleridir.


Alıntıdır.


YABAN ARISI "PEPSİS"İN TARANTULA İLE SAVAŞI

 Dev yaban arısı "pepsis" üreme mevsimi boyunca, diğer birçok hayvanın aksine, yuva yapmak, kuluçkaya yatmak gibi işlerle uğraşmaz. Çünkü yaratılışında ona verilen üreme mekanizması çok farklıdır. Yaban arısı, dünyanın en iri ve en zehirli örümceği olan tarantulayı kullanarak yumurtalarını besleyip-koruyacaktır.

Tarantulalar genellikle toprak altında kazdıkları tünellerde saklanırlar. Ancak yaban arısı, tarantulanın kokusuna hassas özel algılayıcılarla donatılmıştır ve bu nedenle avını bulması pek de zor olmaz. Ancak tarantula sık rastlanacak türden bir hayvan değildir. Bu yüzden yaban arısının tek bir tarantula bulmak için saatlerce toprak üzerinde yürüdüğü olur. Bu yolculuk sırasında duyargalarının hassasiyetlerini kaybetmemesi için onları sık sık temizlemeyi de ihmal etmez.

Tarantula bulunduğunda ise büyük bir savaş başlar. Tarantulanın asıl silahı öldürücü olan korkunç zehiridir. Mücadelenin ilk başında tarantula hemen arıyı sokar. Ama bu yaban arıları (pepsis) tarantulanın zehirine karşı özel bir panzehirle korunmuştur. Vücutlarındaki özel bir salgı sayesinde örümceğin kuvvetli zehirinden etkilenmezler. 

Bu durumda örümceğin arıya karşı yapabileceği pek bir şey yoktur. Sokma sırası arıya gelmiştir. Örümceği karnının sol üst tarafından sokan arı zehirini buraya boşaltır. Örümceğin vücudunun bu kısmının seçilmesi son derece ilginçtir; çünkü örümceğin en hassas yeri bu bölgedir. Olayın en ilgi çekici yanı bu aşamadan sonra başlar: Arının zehiri, tarantulayı öldürmek için değil onu felç etmek için vücuduna konulmuştur. 

Hareketsiz kalan tarantulayı sürükleyerek uygun bir yere taşıyan yaban arısı, burada bir çukur kazar ve tarantulayı çukurun içine taşır. Bundan sonra tarantulanın karnında bir delik açan yaban arısı buraya tek bir yumurta bırakır.

Birkaç gün içinde yumurtadan pepsisin yavrusu çıkar. Yavru değişim geçireceği koza dönemine kadar tarantulanın etini yiyerek beslenecek ve onun vücudu içinde korunacaktır. 

Yaban arısı, üreme mevsimi boyunca bırakacağı 20 yumurtanın her biri için, bir tarantula bulmak zorundadır.

Bu inanılmaz yönteme baktığımızda görünen, arının üreme sisteminin özel olarak tarantulaya ayarlanmış biçimde yaratıldığıdır. Aksi halde, arının vücudunda tarantula zehrine karşı panzehir bulunması, ya da tarantulayı felç edecek nitelikte bir sıvı salgılaması hiçbir şekilde açıklanamaz.


Alıntıdır.


Hitit uygarlığının sonunu kuraklık getirmiş

 Eski çağ tarihi uzmanı Prof. Dr. Hasan Bahar, kuraklığın Anadolu'da tarih boyunca hüküm süren pek çok medeniyetin en büyük sorunu olduğunu söyledi. Prof. Dr. Bahar, Hitit uygarlığının kuraklıktan en çok etkilenen medeniyet olduğunu dile getirdi. 


Hititler'in, Anadolu topraklarında Kral 4. Tuthalia zamanında yaşanan kuraklık nedeniyle çok zor durumda kaldığı, MÖ 1250 yıllarında yaşanan kuraklığın Hititler'in sonunu hazırladığı belirtildi. 

Selçuk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi, Eski Çağ Tarihi uzmanı Prof. Dr. Hasan Bahar, son yıllarda yaşanan kuraklığın, Anadolu'da tarih boyunca hüküm süren pek çok medeniyetin de en önemli problemlerinden biri olduğunu belirtti. 

Bahar, Anadolu'da hüküm sürmüş kavimler içinde kuraklıktan en fazla etkilenen medeniyetin milattan önce hüküm süren Hititler olduğunu vurguladı. Tarihî kaynaklara göre başkenti, Çorum sınırları içinde yer alan Hattuşaş olan, Hitit İmparatorluğu'nun yaşadığı kuraklığın kaç yıl sürdüğü tam olarak bilinmiyor. 

Hititler'in sürekli savaştıkları Mısır ile ünlü Kadeş anlaşmasını imzalayarak, bir barış dönemine girdiklerini belirten Bahar, "Bu dönem ve sonrasında Hititler, kimsenin topraklarına göz dikemeyeceği kadar güçlü bir devletti. Hititler en parlak dönemlerini yaşarken 3. Hattuşiliş'in oğlu 4. Tuthalia döneminde, Anadolu'da büyük bir kuraklık yaşandı." dedi. 

Bu kuraklığın yıkıcı etkiler bıraktığının kesin olduğunu belirten Bahar, "Ağaç halkalarını sayma yöntemiyle ahşapların yaşını hesaplayan ABD'li ünlü Arkeolog Prof. Dr. Peter Ian Kuniholm'a göre, Hititler döneminde yaşanan kuraklığın şiddeti, o döneme ait ağaçların yağışsızlık nedeniyle büyüyememesi, buna bağlı olarak da son derece dar halkalara sahip olmasından net bir şekilde anlaşılıyor." diye konuştu. Bahar, Kadeş anlaşması nedeniyle aralarında derin dostluklar oluşan Mısır'ın, kıtlık yaşayan Hititler'e, gemilerle buğday yardımı getirdiğini ifade etti. Bu topraklarda yoğun şekilde su azlığı sorunu yaşayan Hititler'in suya çok büyük önem verdiklerine dikkat çeken Bahar, "Bu nedenle Hititler'den günümüze sadece Konya'da Ereğli İvriz, Ilgın Layburt, Kadınhanı Köylütolu, Hatıp Kuruta, Fasıllar, Eflatunpınar gibi çok sayıda anıt havuz bulunmaktadır. Hititler suya öyle önem veriyordu ki temiz su kaynağını kirleten kişinin suçu ölümdü. Bu durum, Hititler ve bu topraklarda tarih boyunca yaşamış medeniyetlerin en büyük sorununun kuraklık olduğunu açık şekilde gösteriyor." diye konuştu. 


Alıntıdır.


GUGUK KUŞU

 Guguk kuşunun, başka kuşların yuvalarına yumurtlayıp, yavrularını bu yuvalardaki ebeveynlere baktırdığını biliyor muydunuz?...

Dişi guguk, yumurtlama vakti geldiğinde adeta zamanla yarışır. Devamlı uyanık ve dikkatli olan kuş, yapraklar arasında gizlenerek, yuva yapan çiftleri gözler. Daha önceden iyi tanıdığı bir kuş türünün yuva yaptığını görünce ne zaman yumurtlaması gerektiğine karar verir. Artık, yavruya bakacak kuş belirlenmiştir.

Guguk, bakıcı kuşun yumurtlamaya başladığını görür görmez harekete geçer. Kuş yumurtladıktan sonra yuvadan ayrılır ayrılmaz, hiç vakit kaybetmeden yuvaya gider ve kendi yumurtasını bırakır. Ama burada çok akıllıca bir şey daha yaparak, yuvanın gerçek yumurtalarından birini aşağı atar. Bu, yuvanın sahibi olan kuşun şüphelenmesini engelleyecektir.

Anne guguk kuşu, yavrusunun güvenilir bir hayata atılması için şaşılacak kadar mükemmel bir strateji ve zamanlama yapmaktadır. Çünkü dişi guguk bir mevsimde 1 değil tam 20 tane yumurta yapar. Buna uygun olarak, çok sayıda bakıcı ebeveyn saptayıp, bunları gözetlemesi ve yumurtlama zamanlarını iyi ayarlaması gerekmektedir. Anne gugukların iki günde bir yumurtlamaları ve her yumurtanın yumurtalıkta beş günde oluşması dolayısıyla, kuşun kaybedecek bir dakikası yoktur.

12 günlük bir kuluçka devresi geçirip yumurtadan çıkan guguk yavrusu, 4 gün sonra gözlerini ilk kez açtığında, ona çok müşfik davranan -ama aslında kendisinin olmayan- ebeveynleri ile karşılaşır. Yumurtasından çıkar çıkmaz ilk işi de, ebeveynlerin olmadığı bir zamanda, yuvadaki diğer yumurtaları aşağı atmaktır. Bakıcı ebeveynler kendilerinin sandıkları yavruyu büyük bir özenle beslerler. Yavrunun yuvadan ayrılacağı 6. haftaya doğru karşımıza ufak iki kuşun (ebeveynin) doyurduğu koca bir kuşun, yani guguğun ilginç görüntüsü çıkar. 


Alıntıdır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak