4 Nisan 2022 Pazartesi

Yarasalar niçin kan emer?

 Çoğumuz belki hayatımızda hiç yarasa görmemişizdir. Çünkü yarasalar insanlardan uzaklarda, genellikle mağara kovuklarında yaşar ve geceleri zifiri karanlıkta ortaya çıkarlar. Yarasalar tabiatın harikulade yaratıklarından biridir. İnanılmaz özelliklere ve örnek bir toplumsal dayanışmaya sahiptirler.

Dünyada dokuz yüz değişik yarasa çeşidi olduğu biliniyor. Kan ile beslenmeleri insanların gözünde onları vampir ile özdeşleştirmiş, hep korkulan bir hayvan olmuşlardır. Halbuki yarasaların çoğu kan ile beslenmez. Zararlı böcekleri yiyerek insanlığa faydaları dokunur. Sadece bir yarasa bir saat içinde üç yüz böcek yiyebilir. Muz, avokado gibi ticari değeri yüksek ağaçların çoğalmaları için polenlerinin taşınmasında en önemli rolü yarasalar oynar.

Şimdi gelelim yarasaların şaşırtıcı özelliklerine. Bir kere yarasa uçabilen tek memeli hayvandır. Dünyada nüfus sayısı olarak da ikinci sıradadırlar. Dünyanın en küçük memelisi de bir yarasa türüdür. İlk olarak Tayland'da keşfedilen bu minik yarasa 2-3 gram ağırlığında ve bir yaban arısı büyüklüğündedir.

Yarasalar yönlerini bulmak ve beslenmek için çok yüksek titreşimli ses dalgaları yayarlar. Bu ses dalgalarının frekansları 20 binin üzerinde, yani ultrasonik oldukları için insanlar bunları duyamaz. Bu ultrasonik sesler yerdeki avdan yansıyarak yarasaya geri gelir. İşitme sistemi ile bu geri gelen sesi algılayan yarasa avının bulunduğu yeri kesinlikle saptar. Hatta devamlı gönderdiği ses dalgaları sayesinde onun hareketini de izleyebilir. Yarasaların bazılarının bir çeşit sonar olan bu sistemi o kadar gelişmiştir ki, dişilerini arayan erkek kurbağaların seslerinden büyüklüklerini ve iyi bir av olup olmadıklarını anında saptayabilirler.

Yarasalar gece ava çıkmak için, ay varsa onun kayboluşunu, yani tam karanlığı beklerler. Sıcak kanlı memeli hayvanların kanları ile beslenen yarasalar genellikle atları sığırlara tercih ederler. Salgısında bulunan pıhtılaşmayı önleyici bir madde 20-30 dakika kanın sürekli akmasını sağlar ve beslenme gerçekleşir. Bir kez kanını emdikleri hayvanla karşılaşırlarsa diğerlerini bırakıp yine ona saldırırlar.

Vampir yarasalar arka arkaya iki gece kan içmedikleri takdirde ölürler. Her gece vücut ağırlığının en az yarısı kadar kan içmek zorundadırlar. Doğumdan sonra anne, emzirmenin yanında yavruya takviye olarak, kusarak kan da verir. Bu yetersiz kalırsa bir başkası yardımcı olur. Hatta yetişkin yarasaların, ölmek üzere olan bir başkasına ağızdan kan verip onu kurtardıkları görülmüştür. Toplumsal dayanışmanın bu kadar güçlü olduğu az canlı topluluğu vardır.


Alıntıdır.


HİTİTLER

 Hitit Devleti’nin başkenti Hattuşaş’ta (Boğazköy) ele geçirilen çiviyazılı tabletler, krallığın kuruluşunu biraz destansı da olsa açıklamaktadır. Anitta Metni adı verilen bu tabletler grubunda, Kussara kralı Anitta’nın zaferlerinden söz edilir. Küçük prenslikler halindeki Nesa halkı Anadolu’nun siyasi anlamda birliğini sağlamak amacıyla zaman zaman birbirleriyle bile çatışmaya girmiştir.


Nesa kralı Pitana ile Kussara kralı Anitta’nın bu birliği sağlamak için ilk harekete geçenler olduğu anlaşılmaktadır. Anitta Metni’nden öğrenildiği kadarıyla, Kussara kralı Anitta, babasının ülkesini de alarak büyük bir güç haline gelmiştir. Anitta’nın Ullama, Harkluna, Hatti ve Zalpa ülkelerini ele geçirerek Nesa şehrini başkent yaptığı anlaşılmaktadır. Anitta’yla ilgili başka buluntular Kayseri Kültepe’de ve Yozgat Alişar’da ortaya çıkarılmıştır. Arkeolojik ve filolojik çalışmalar sonucunda Nesa şehrinin Kültepe-Kaniş olduğu anlaşılmıştır.


Anitta’nın, Hattuşaş’ı nasıl aldı ise aynı tabletlerde şöyle anlatılmaktadır: «Hattuşaş şehri açlıktan kırılınca, tanrım Siu onu taht tanrıçası Halmasuit’e teslim etti. Ve ben bir gecede onu güçle aldım ve şehrin yerine yabani otlar ektim. Benden sonra kim kral olur da, Hattuşaş’ı yeniden iskan ederse, o Gökyüzünün Fırtına Tanrı’nın lanetine uğrasın.» Kralın lanetine rağmen 1. Hattuşili’nin Hattuşaş’ı başkent yapması şehrin stratejik konumuyla açıklanır. Anitta’yla Hattuşili arasında yaklaşık 100 yıl boşluk vardır; kral listeleri de olmadığı için bu boşluğu kapatmak mümkün değildir. Öldükten sonra tanrılaşan ve kendisine kurban sunulan kral ve kraliçeler listesinde de Anitta’nın adına rastlanmaz. Ancak, Hititlerin başka devletlerle yaptıkları anlaşmalarda ve herhangi bir olay üzerine yazılan tarihlerin giriş bölümünde o güne nasıl gelindiği çeşitli yönlerden anlatılır. 1. ve II. Hattuşili dönemlerine ait bu tür belgelerde kralların atası olarak «Kussaralı Adam»dan, yani Anitta’dan söz edilir. Ne var ki gerek 1. Hattuşili’nin saltanat dönemine ait yazılı belgelerde, gerekse Hurri kökenli kral Telepinu’nun ünlü Telepinu Fermanı’nda kurucu olarak Kral Labarna ve Kraliçe Tavananna’dan söz edilir. Telepinu Fermanı’nda «Ülke küçüktü, fakat sefere çıktığı her yerde düşman ülkesini güç kullanarak egemenliği altına aldı; denizi sınır olarak kabul etti» diye yazar. Ne var ki günümüzdeki araştırmalara rağmen bu konuda çözüm getirici bir bilgi elde edilememiştir. Hitit Krallığı’nın kurucusu 1. Hattuşili kabul edilmektedir.


KRALLIK DÖNEMİ


Hitit Devleti’ndeki arşiv belgelerine ve diğer buluntulara göre ilk kral 1. Hattuşili’dir. M.Ö. 1660-1630 arasında hüküm süren 1. Hattuşili döneminde, Toroslar’ın ötesine, Kilikya ve Suriye’ye ulaşıldı. Sonra başa geçen Murşili’nin Kuzey Suriye ve Babil’e seferler yaptığı bilinmekle birlikte sonuçları hakkında bilgi yoktur. Bu tarihten sonra tahta geçen krallar ve yönetimleri konusunda hemen hemen hiç bilgi bulunmamaktadır. Murşili döneminde başlayan iç karışıklıklar daha sonra artarak devam etti. Devletin elinde tuttuğu topraklar birer birer kaybedildi. MÖ 1535’te başa geçen Telepinu’ya kadar bu çöküş sürdü. Telepinu, getirdiği yasal önlemlerle hem iç karışıklıkları bir ölçüde durdurdu, hem de tahta çıkmayı kurallara ve koşullara bağladı. Sürekli akınlarla büyük zararlara yol açan Kaşkalarla savaştı.


Konfederasyon biçimindeki krallığa bağlı küçük prensliklerden bazılarıyla antlaşmalar imzaladı. Hitit tarihi için çok önemli bir belge olan Telepinu Fermanı’nda, kendi yaptıklarını sıralarken devletin egemenliğini tehlikeye sokan iç karışıklıkları anlatır. Ayrıca kendisinden önceki kralların listesini verir. Vesayet kurumuna ve yönetim anlayışına getirdiği yenilikleri yine Telepinu Fermanı’nda görmek mümkündür. Ne var ki Telepinu’nun sağladığı bu huzurlu yıllar, kendisinden sonra gelen kralların yetersizliği nedeniyle çok kısa sürdü. M.Ö. 1500’den M.Ö. 1460’a kadar olan dönem bu yüzden karanlıktır.


HİTİT İMPARATORLUĞU


M.Ö. l460’ta başa geçen II. Tuthalya’yla birlikte Hitit Devleti için yeni bir dönem başladı. M.Ö.’de Yukarı Mezopotamya’da bir devlet kuran, kısa bir gerileme dönemi geçirdikten sonra, M.Ö. VI. yy’da yeniden eski gücüne kavuşan Mitanni Krallığı, imparatorluk olma sürecindeki Hitit Devleti’nin en korkulu düşmanıydı. Tuthalya Mitannilerin yanı sıra Hititlere karşı saldırılar düzenleyen Kaşkalarla da savaşmak zorunda kaldı. Halep şehrini geri alarak Mitanni Devleti’nin denetimini ele geçirdi; bu durum Hititlere önemli bir avantaj sağladı. Daha sonra tahta çıkan krallar döneminde ilerleme sağlanamadı. Tam tersine Kaşka saldırıları yoğunlaştı. III. Tuthalya’nın saltanatı sırasında Hattuşaş Kaşkalarca yakılıp yıkıldı.


M.Ö. 1380’de tahta çıkanı Şuppiluliuma, Hititlerin yeniden güçlenmesini sağladı. İmparatorluğun sınırların, Kuzey Suriye, Fırat’ın batısı, Doğu ve Kuzey Anadolu’da genişletti. Kargamışı alarak oğlunu Halep kralı yaptı. Böylece güçlü Mısır ve Asur imparatorluklarına Hititlerin ağırlığını hissettirdi. Ancak oğlunun Mısır’da öldürülmesi üzerine Kuzey Suriye prensliklerini alarak, Güney Suriye’yle Filistin’e egemen olan Mısır’a gözdağı verdi.


1. Şuppilulima’nın ölümünden sonra karışıklıklar yeniden başladı, ancak yerine geçen oğlu II. Murşili kısa sürede duruma hakim oldu. MÖ 1339’dan 1306’ya kadar tahtta kalan II. Murşili, çoğunlukla anlaşmalar yaparak ve diplomasi yoluyla diğer devletlerle iyi ilişkiler kurdu. İmparatorluğun sınırlarını güvenceye aldı. Yine II. Murşili tarafından hazırlanmış olan anlaşmalardan, resmi ve Mısır ile Suriye’ye ilişkin belgelerden kendisinin ve babasının iktidarı hakkında önemli bilgiler edinilmektedir. Konfederasyondan ayrılmak isteyen Arzava ülkesiyle yapılan savaşlar bu dönemin en önemli olayıdır. Savaşlar sonucunda Arzava tekrar konfederasyona katıldı.


II. Murşili’den sonra tahta çıkan en büyük oğlu Muvatalli ayaklanmalar ve saldırılarla uğraştı. Yoğun Kaşka saldırıları yüzünden Muvatalli’nin yönetim merkezini Dattaşa’ya taşıdığı bilinmektedir. Dattaşa’nın Adana yakınlarında olduğu tahmin edilmektedir. İmparator, kardeşi Hattuşili’yi de başkentte, Hattuşaş’ta bıraktı. Muvatalli’nin bir başka amacı da Suriye’yi ele geçirmekti. Dolayısıyla oraya yakın bir bölgede bulunmak avantaj sağlayacaktı. Bu arada Hitit İmparatorluğu’nun güçlenmesinden kaygı duyan Asur ve Mısır imparatorlukları Hitit topraklarına saldırılar düzenlemeye başladılar. Asurlular Mitanni Devleti’ne saldırdılar. Mitannileri kurtaran imparator bu kez kendisinden yardım isteyen Amurru prensini bahane ederek Kuzey Suriye’ye giren Mısır’a savaş açtı. Mısır firavunu Il. Ramses ile Hitit imparatoru Muvatalli, 1299’da Mi (Orontes) Irmağı kıyısında Kadeş’te karşı karşıya geldiler. Savaşın sonucu konusunda net bilgiler yoktur.


Bir askeri ayaklanma sırasında öldürüldüğü ileri sürülen Muvatalli’nin yerine Urhi-Teşup geçti. Muvatalli’nin bir kapatmadan olan oğlu Urhi-Teşup, yönetim merkezini yeniden Hattuşaş’a taşıdı. Ancak yeni imparator daha çok huzursuzluk kaynağı oldu. Amcası Hattuşili’ye karşı ayaklandı. Yedi yıllık bir karışıklıktan sonra yakalanıp öldürüldü. M.Ö. 1275’te III. Hattuşili adıyla tahta çıkan Hattuşili, barışçı bir siyaset izledi. Asurluların giderek tehlikeli olması Hitit ve Mısır imparatorluklarının anlaşmaya zorladı. Tarihte Kadeş Antlaşması adıyla bilinen anlaşmanın Mısır kopyası Mısır Karnak Tapınağı’nda, Hitit kopyası ise Hattuşaş devlet arşivinde bulundu. Kadeş Savaşı’yla ilgili bilgilere ise yalnız Mısır tapınaklarından Ebu Simbel, Karnak ve Luksor’da rastlanır. Kadeş Antlaşması sonrasında II. Ramses’in bir Hitit prensesiyle evlendiğini, bu evlilik onuruna Ebu Simbel’e dikilen taştan öğrenmekteyiz. Böylece her iki imparatorluk arasında sağlam bir barış kurulmuş olmaktadır. Hattuşili dönemi belgelerinde imparatorun mührü yanında bir başka mühür daha vardır. Hurrili bir rahibin kızı olan Kraliçe Pudu-Hepa bu mührün sahibidir. Kraliçenin yönetimde, iç ve dış siyasette oldukça etkili olduğu anlaşılmaktadır. Hattuşili Amurru Prensliği’ni de Mısır gibi evlilik yoluyla bağlaşığı haline getirdi. Kuzey Suriye’yi garanti altına aldı. Çünkü tampon devlet Mitanni Krallığı’nı ortadan kaldıran Asurluların önünde hiç engel kalmamıştı. 


M.Ö. 1250’de tahta çıkan IV. Tuthalya, genç ve deneyimsiz olduğu için devletin zayıflayıp gücünü yitirmesinde en büyük etkendi. Toprak kayıpları, Anadolu’da başlayan ayaklanmalar, Kaşka saldırıları devletin çöküşünü hazırladı. Deniz Halkları’nın göçleri ve Asurluların Fırat bölgesine saldırılan IV. Tuthalya döneminin diğer önemli olaylarıdır. III. Arnuvanda ve II. Şuppiluliuma’nın egemenlikleri döneminde de devletin çöküşü devam etti. Şuppiluliuma saltanatının Ege göçleriyle sarsıldığı bilinmektedir. Birçok prensliğin bağımsızlığını ilan etmesi toprak kayıpların hızlandırdı. Mısır kaynaklarından öğrenildiği kadarıyla Tuthalya’nın oğulları döneminde kıtlık ve kıyılara yapılan saldırılar devleti zorlamıştır. Hititlere ait son belge M.Ö. 1187’ye aittir. M.Ö.1180’de Frigyalılar tarafından başkent yakılıp yıkılarak Hitit İmparatorluğu’nun varlığına son verilmiştir.




GEÇ HİTİT PRENSLİKLERİ




Kitabı Mukaddes’te sık sık adı geçen Hititlerin, Geç Hitit şehir devletlerini kuranlar olması mümkündür. Frig istilasından kurtulan Hititler daha güneye çekilerek kavim-kabile temelindeki şehir devletlerini kurdular. Güney ve Güneydoğu Anadolu ile Kuzey Suriye topraklarındaki bu devletlerin siyasi tarihi hakkında Asur yıllıklarından bilgi edinilmektedir. Uzun süre Asur ve Urartu egemenliğinde kalan prenslikler II. Sargon döneminde (M.Ö VIII. yy) Asur eyaleti haline getirildiler. M.Ö. VII. yy’ın başında da varlıklarını tümüyle yitirdiler. Tabal (Kayseri, Niğde, Nevşehir, Ürgüp çevresi), Gurgum, Kargamış, Zincirli (Malatya çevresi), Hattina (Antalya çevresi), Kue (Çukurova çevresi), Hilakku (Tarsus bölgesi) belli başlı şehir devletleridir.




Kaynak: Axis 2000


Gündelik Hayatımızda Mutfak Tarihi - 3

 Düdüklü Tencere


Gaz kanununu bulan ünlü fizikçi Robert Boyle’un öğrencisi Deniş Papin 12 Nisan 1682’de Londra’da Royal Society’de buharlı tenceresinde pişen ilk yemeği arkadaşlarına yedirdi. Papin bu icadı 1679’da yapmıştı. Yemeğin lezzetinden hoşlanan dernek üyesi Christopher Wren en sert malzemeyi yumuşacık yapan bu buharlı sindirici adlı tencere için broşür hazırladı. Broşür çok ilgi gördü ve av hayvanları, fasulye, vb. pişirmek isteyen Londralıların evlerinde birçok buharlı sindirici patladı. Açık ateşe uygun olmadığı anlaşılan tencereden vaz geçildi.


1810’da Napoleon ordu için yiyeceklerin korunmasını sağlayan bir sistem bulana ödül vaat edince Nicholas Appert pişirme, steril etme ve şişeleme tekniği geliştirerek buharla pişirmeyi tekrar gündeme getirdi.


Aziz Nesin 1950’li yıllarda montaj sanayiini eleştirmek için düdüklü tencere fabrikası müdürünü şöyle konuşturur: “Düdüklü tencere fabrikası için lazım olan malzeme, yani tencere, tencere kapağı, vidaları, düdük vesaire parçaları hep Amerika’dan gelir. Ama biz burada monte eder, düdüklü tencere yaparız. Yani Türk işçisinin alın teriyle olur. Üzerine ‘Yerli Malı’ diye de madeni bir etiket koyarız. Bu etiketler de Amerika’dan gelir. Fabrika, Türk ve Amerikan sermayesiyle ortak kurulmuştur. Parası bizden, akıl vermek onlardan! Fakat son zamanlarda parçalar gelmediği için düdüklü tencere yapmakta zorluk çekiyoruz...”



Isıya Dayanıklı Cam


Isıya dayanıklı cam Almanya’da 19. yüzyıldan beri sanayide kullanılıyordu, fakat kimse bu malzemeyi yemek pişirmekte kullanmayı düşünmemişti. New York’ta Corning Cam İşleri Şirketinin laboratuvarında çalışan Dr. Jesse Littleton 1913 yılında bir bataryanın kâse biçimindeki cam bölümünü keserek bunda kek pişirmişti. 1916 yılında şirket ilk cam fırın eşyasını piyasaya sürdü. Bu ürünler ağır, kalın olduğu gibi renkleri atıyordu ve içlerinde kılcal damarlar oluşuyordu. Ayrıca ateşe dayanıklılık derecelerinin de artırılması gerekiyordu. Uzun denemelerden sonra 1936 yılında fırın ve ocakta kullanılabilecek ilk cam ürün piyasaya çıkarıldı. Porselen gibi görünen kırılmaz camın piyasaya çıkışı ise 1970’i buldu. Türkiye’de 70’lerin sonunda ısıya dayanıklı cam eşya yurtdışından geliyordu. Paşabahçe’nin ürettiği Borcam bu alandaki ihtiyacı karşılayarak cins isim niteliğini kazandı.




Buzdolabı


Yiyeceklerin uzun süre saklanabilmesi için kullanılan soğutma sistemlerinin tarihi çok eskilere gider. Ev yapılacak yerin saptanması için çeşitli yerlere et asılarak çürüme sürelerinin gözlemlenmesi, sonradan oluşacak mahalleye adı verilen Ankara valisi Abidin Paşa’nın da uyguladığı çok eski bir yöntemdir. Evlerdeki kilerin havalandırma tekniği, avlulardaki kuyular, evler ve ticarethanelere dağdan getirilen veya yeraltı mahzenlerinde biriktirilen kar ve buzun satılması çeşitli yöntemlerdendir. İstanbul’da Katırcı ve Zulmet dağlarından getirilen kar ve buz Kârhane-i amire tarafından Eyüp’teki karlıklarda samanla örtülerek saklanır ve hanedan mensuplarına, devlet adamlarına, tekke ve sebillere tahsisatlarına göre buz verilirdi. 1879 ve 1889 tarihlerinde Şura-yı Devlet, devlete ait arazide kar kuyuları işletenlerden alınan vergiler hakkındaki başvuruları karara bağlamıştı. 1903’te de İstanbul Belediyesi ile “İngiltere tebasından Corc Arturbikr” arasında imzalanan mukavelename ile soğuk hava mahzenleri inşa ve işletme imtiyazı verilmiş, Bomonti Kardeşler Feriköy’de buz fabrikası kurarak İstanbul’un buz ihtiyacını çağdaş yöntemlerle karşılamaya başlamışlardı.


Kır gezmelerinde karpuzun kesilerek güneşe konması, karpuz suyunun hızla buharlaştırılması ve buharla yükselen moleküllerin kinetik enerjisinin buhar tarafından soğurulması, karpuzu soğutmanın yaygın yöntemidir. Ev avlusunda taşlıklara serinlemek için serpilen su da aynı ilkeye dayanır. Buzdolabında uygulanan gazların hızla genleştirilmesi de aynı yöntemden yola çıkmaktadır.


Yöntemin mekanik kullanımı ve elektrik, gaz veya petrolle çalışan emmeli bir soğutma düzeneği bulunan veya kompresör ve motorla basınçlı düzenekle soğutma yapan buzdolaplarının icadı 1748’de William Cullen’in üniversite çevresinde sınırlı kalan Glasgovv deneylerine kadar uzanır. Ticari amaçlı ilk soğutma düzeneği ABD ’de Alexander C. Twinning tarafından gerçekleştirildi ve Twinning yaptığı buhar sıkıştırma makinesiyle ürettiği buzu 1856’da satmaya başladı. Birkaç yıl sonra ABD, Avusturya ve Fransa’da ticarethaneler için soğutucular yapılmaya başlanmıştı. 1859’da Fransız Ferdinand Carre hava yerine çok daha düşük bir sıcaklıkta sıvılaşan ve daha fazla ısı soğuran amonyağı kullanmaya başladı. Carre’nin tekniği bugünkü soğutucuların temel anlayışını oluşturmaktaysa da, amonyak kötü kokulu ve zehirli bir gaz olduğu için tehlikeli kazalara yol açabiliyordu. Buzdolabının evlere ve ticarethanelere 1910’lu yıllarda girmeye başlamasına karşın, amonyak yerine yapay soğutucu madde bulma araştırmaları yürütülerek 1920’lerde en yaygını freon olmak üzere çok sayıda yapay madde bulundu.


Evlerde kullanılan buzdolaplarının çoğunda, 1920’lerde geliştirilen kompresör ve soğurma tekniklerinde sağlanan gelişmeler sonucu buhar sıkıştırmak, kompresörlü yöntem bulunur. 1960’larda buzdolabı üretiminde, Jean Peltier’in 1834’de Peltier etkisi adını verdiği iki farklı iletkene elektrik uygulandığında bağlantı noktasının bir yanının soğuduğuna ilişkin buluşundan yararlanılmaya başlanmıştır.


Buzdolabının Türkiye’ye girişi 1930’lu yıllarda oldu. Levis Hek ve şeriki “otomatik soğuk hava makinası” satarak reklamlarında buz elde etmenin kolaylığını överken, Burla Biraderler Frigidaire marka buzdolaplarını getirmeye başladılar; buzdolabının adı da bu dönemde frijitördü. 50’li yıllarda talep arttı fakat döviz sorunu ve pahalılığı nedeniyle ithalat talebi karşılayamıyordu. 1958 yılında Arçelik yılda beş bin adet üretim hedefiyle buzdolabı yapımına başladı. Bugünkü Profilo 1961’de Profil adıyla üretime başladı. Arçelik’in 13, Profilo’nun 7 kez Türkiye Sınai Kalkınma Bankası’ndan kredi alarak yürüttükleri yerli üretim sonucunda bugün hanelerin % 97’si buzdolabına sahip. 1970’li yıllardan sonra başka firmalar da üretime başladılar ama halen yılda 600 bin adet üretim kapasitesi olan sektörün % 90’ı bu iki şirketin elinde.



Bulaşık Makinesi


Bulaşık makinesi önce evdeki hizmetçilerin özensizliğinden bunalan zengin hanımlar için icat edildi. Illinoisli bir politikacının karısı olan Josephine Cochrane verdiği yemeklerle tanınıyordu ve “Kimse bulaşık makinesi icat etmezse ben ederim,” diyerek sorununa çare aramıştı. Kocaman bir bakır kazanın üstüne yerleştirilen kompartmanlardaki bulaşık motor yardımıyla kazanın üstünden geçirilirken, aşağıdan sıcak köpüklü sular püskürtülüyordu. İcat Illinois otel ve restoranlarından teklif alınca Bay Cochrane Aralık 1886’da patent aldı ve makinesi 1893 Chicago Dünya Fuarı’nda en büyük ödülü kazandı.


O zamanın evlerindeki su kapasitesi bu makineyi kullanmaya yetmediğinden makine yaygınlaşmamıştı. 1914’de Cochrane şirketi daha küçük boyutlardaki ev modelini ürettiyse de beklenen talebi bulamadı. 1915’te şirketin yaptığı araştırmaya göre, ev kadınlarının çoğu bulaşık yıkamayı akşam yorgunluğundan sonra kendi başlarına kaldıkları rahatlatıcı bir iş olarak görüyordu. Şirketler bulaşık makinesinin bulaşığı ellerin dayanamayacağı ısıda yıkadığını ve mikropları öldürdüğünü reklamlarda öne çıkarsalar da, 1950’lere kadar rağbet fazla olmadı. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra gelen zenginlik ve kadınların koca ve çocuklardan bağımsız boş zaman isteğinin artmasıyla bulaşık makinesi yaygınlaşmaya başladı.


Türkiye’de tek üretici olan Arçelik 72 parçadan oluşan Leydi modelini 10 Mayıs 1985’te 280 bin lira fiyatla piyasaya çıkardı. Bugün yılda 500 bin adet üretime ulaşmış durumda.



Konserve Açacağı


İlk teneke konserveler 1810’da İngiltere donanması için üretilmişti. 1817’de Amerika’da yiyecek saklamak için kullanılmaya başlanmış olsalar da 1861’e kadar yaygınlaşmadılar. Amerikan iç savaşıyla artan ihtiyaç teneke konserveyi yaygınlaştırdı. Ancak konservenin nasıl açılacağı konusu hiç düşünülmemişti, ele geçen ilk alet, bıçak, çekiç, vb. kullanılıyordu. Ancak ilk tenekeler de kocaman, sert ve genellikle içerdikleri yiyeceklerden ağırdı.


İlk konserve açacağı patentini 1858’de Ezra J. Warner aldı. Yarı bıçak, yarı orak şeklindeki bu aleti kullanmak zor ve tehlikeliydi. Aleti geliştiren ABD ordusu iç savaşta bunu kullandı. Bugünkü anlamıyla tenekenin ağzının çevresinde dönerek konserveyi açan açacağı William W. Lyman icat etti ve 1870’de patentini aldı. 1925’te ilk kez testere dişli çark eklendi ve 1931 ’de ilk elektrikli konserve açacağı yapıldı.


“Kulağıma yemek odasından sesler geliyordu:


- Ayol öyle açılmaz o... Nerede kutu açacağı?


- Sen bana ver.


- Bırak canım, ekmek bıçağını getir sen...


Derken bir çığlık duyuldu.


(...) Gözlerim faltaşı gibi açılmıştı.


- Aman oğlum, nasıl açtın?


- Sizin okumanız, yazmanız yok mu? Dedi. İşte burada yazıyor ya...


(...) Kutuyu açmak için üst tarafdaki küçük ucu tutup sola doğru çevirmek kâfidir,” (Aziz Nesin, “Konserve Kutusu”, Koltuk, 1957).



Kudret Emiroğlu’nun

GÜNDELİK HAYATIMIZIN TARİHİ

kitabından alıntılanmıştır.


Fırat Nehri / Kemaliye

 


Osmanlı imparatorluğu: Canlanma ve Gerileme

 Osmanlı imparatorluğu ilk büyük yenilgisini, 1571 yılında Batı Yunanistan sahilinde, inebahtı Savaşı'nda aldı. Venedik, ispanya, Papalık, Cenova ve diğerlerinin yer aldığı Kutsal Birlik Donanması, yaklaşık 200 Osmanlı gemisinin bir kısmını yok edip bir kısmını da ele geçirerek donanmaya büyük bir zarar verdiler. Hıristiyan güçler bunun Osmanlı için son derece kritik bir yenilgi olduğuna inanmasına rağmen, Osmanlılar kısa sürede donanmalarını yeniden inşa edip, Doğu Akdeniz'in kontrolünü bir yüzyıl daha ellerinde tutmaya devam ettiler.

Ne var ki Osmanlı imparatorluğu' nda dağılmanın işaretleri ortaya çıkmaya başlamıştı. Zayıf sultanların döneminde eyaletlerin etkinliği artmaya başladı. Yine de Osmanlı ordusu isyancıları yenilgiye uğratıp tam kontrolü sağlamaya devam edebilecek kadar güçlüydü. III. Murat (1574-1595) döneminde imparatorluk genişlemeye devam etti. Kafkaslar ve Azerbaycan  fethedildi.  Ne  var  ki  sonraki  yüzyılın başlarında bu bölgeler tıpkı Irak gibi elden çıkacaktı. 1645-1669 yılları arasında Venedik' le yapılan savaş sırasında Venedik donanması istanbul'a saldırdı. Yine de Osmanlılar zafer kazandı ve Kıbrıs ele geçirildi.

Osmanlılar , Avrupa'nın merkezi sayılan Avusturya'nın başkenti  Viyana'da stratejik kazanımlar elde etmeye karar verdiler. 1683 yılı bir  dönüm noktasıydı. Osmanlı ordusu 150.000  askeriyle   şehri yaklaşık üç ay kuşatma altında tuttu. Daha sonra karışık bir Avrupa gücü tarafından geri çekilmeye zorlandılar. Bu birliği Polonya Kralı III. Jan kumanda ediyordu. Bu tarih Osmanlıların Avrupa'daki ilerlemesinin sonunu işaret ediyordu.

Daha sonra Avrupa ile olan savaş Osmanlıların Doğu Avrupa'daki pek çok bölgeyi kaybetmesine neden oldu. Avusturya imparatorluğu gibi ciddi bir tehdidin yanına, daha sonra yükselen bir güç olan Rusya da eklendi. Böylece 1800'lerde bir zamanların muazzam gücü olan Osmanlı imparatorluğu, Avrupa'nın hasta adamı olarak görülmeye başlandı.


Alıntıdır.


TARİH TERİMLER SÖZLÜĞÜ

  

A

 

Afaroz : Kişiyi dinden çıkarma cezasıdır. Aforoz edilen kişi ile toplum bütün ilişkilerini keserdi. Kral bile aforoz edilebilirdi.

 

Akçe :Gümüş sikke demektir. Akçe'nin altından olanınaysa sikke-i hasene denir.

Osmanlı Devleti’nde ilk bakır akçe Osman Bey zamanında bastırıldı.

Orhan Bey zamanında akçe gümüş olarak bastırıldı.

 

Ankara Savaşı (1402) : Timur, 1402 yılında Anadolu'ya girerek, Sivas'ı aldı.

Yıldırım Bayezit ve Timur Çubuk Ovası'nda karşılaştı.

1402 yılında meydana gelen Ankara Savaşı'nda Osmanlı ordusu yenildi ve Yıldırım Bayezit esir düştü.

Ankara Savaşı'nın Sonuçları

1. Yıldırm Bayezit Timur'a esir düştü ve esaret altında öldü.

2. Anadolu'da Türk birliği bozuldu ve beylikler yeniden kuruldu.

3. Batı'ya olan Türk ilerleyişi yavaşladı ve İstanbul'un fethi gecikti.

4. Bizans İmparatorluğu geçici bir süre de olsa kendini toparlama fırsatı buldu.

5. Fetret Dönemi başladı.

 

Antropoloji :İnsan ırklarını inceleyerek sınıflandıran bilim dalıdır.

 

Arkeoloji :Kazı bilimidir. Tarih öncesi dönemlerin aydınlatılmasında yararlanılmaktadır.

 

B

 

I. Balkan Savaşı :

I. Balkan Savaşı'nın Nedenleri

1. Osmanlı Devleti'ni Avrupa'dan atmak isteyen Rusya'nın Balkanlar'da yeni kurulan devletleri bir araya getirip ittifak kurmalarını sağlaması.

2. Balkan Devletleri'nin Tarblusgarp Savaşı'nın çıkmasını fırsat bilmeleri.

3. Osmanlı ordusu ve yönetiminde ikiliklerin yol açtığı iç karışıklıkların Balkan Devletlerince biliniyor olması ve bu devletlerin Osmanlı Devleti'nin zayıf olmasından yararlanmak istemeleri

 

I. Balkan Savaşı

Rusya'nın Pan-İslavizm politikası etkili oldu.

Balkan devlertleri, Osmanlı'daki iç karışıklıklardan yararlanarak, tek tek Osmanlı Devleti'ne Savaş açtı.

Osmanlı'ya karşı ilk savaş açan Karadağ oldu.

Sırbistan ve Bulgaristan'a da Osmanlı Savaş açtı.

Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti.

Osmanlı Çatalca önlerine kadar çekildi.

Büyük yenilgiler alan Osmanlı Devleti barış görüşmelerine başladı.

 

I. Balkan Savaşı'nın Sonuçları

1. Arnavutluk bağımsızlığını ilan etti.

2. Osmanlı Devleti savaşı kaybetti ve Çatalca önlerine kadar çekildi.

3. Avrupalı Devletler Balkan yarımadasının yeni haritasını belirlemek için Londra Konferansı'nı topladı.

4. Osmanlı Devleti Midye-Enez hattının batısında kalan bütün topraklarını kaybetti. Arnavutluk ile Ege Adaları'nın durumu büyük devletlerin kararına bırakıldı.

5. Londra Antlaşması'nın imzalanmasını engellemek isteyenler 23 Ocak 1913'te Bab-ı Ali Baskını'nı gerçekleştirdiler.

 

II. Balkan Savaşı :

II. Balkan Savaşı'nın Nedenleri

1. Londra Antlaşması'nda en büyük payı Bulgaristan almıştı. Öteki Balkan Devletleri bu duruma itiraz ettiler.

2. Yunanistan özellikle Bulgaristan'ın Ege Denizi'ne açılmasına karşı çıkıyordu.

3. Paylaşılamayan yerlerin arasında başta Makedonya geliyordu.

4. Sonuçta Balkan Devletleri, Bulgaristan'a saldırdı ve II. Balkan Savaşı çıktı.

 

II. Balkan Savaşı

Osmanlı Devleti I. Balkan Savaşı'nda yenilince bu bölgede boşluk doğdu.

Osmanlı Devleti'nden aldıkları toprakları paylaşamayan Balkan Devletleri birbirine düştü.

Sırbistan Makedonya'nın Bulgaristan'a verilmesine itiraz etti.

Yunanistan Makedonya'dan daha fazla toprak istedi.

Romanya Bulgaristan'dan Dobruca'yı istedi.

Bulgaristan, Yunanistan ve Sırbistan'a savaş açtı.

Romanya da Bulgaristan'a savaş açtı.

Osmanlı Edirne'yi geri aldı.

Bulgaristan barış istedi.

 

II. Balkan Savaşı'nın Sonuçları

Balkan Devletleri kendi aralarında savaşa başlayınca Osmanlı Ordusu Midye-Enez hattını aşıp, Edirne ve Kırklareli'yi tekrar aldı.

İkinci Balkan Savaşının sonucunda şu antlaşmalar yapıldı.

a) İstanbul Antlaşması (29 Eylül 1913)

b) Atina Antlaşması (14 Kasım 1913)

c) Bükreş Antlaşması (10 Ağustos 1913)

Osmanlı Devleti, Ege adalarını kaybetti. İmroz, Bozcaada ve Meis dışındaki bütün Ege adaları Yunanistan'da kaldı.

Arnavutluk bağımsız oldu.

Makedonya elimizden çıktı.

Batı Trakya, Bulgaristan'a verildi ve Osmanlı Devleti'nin elinde sadece Doğu Trakya kaldı.

 

Bilimsel Tarih : Olayları neden-sonuç ilişkisi içinde bilimsel olarak inceler. Tarih bilinci bu sayede ortaya çıkmıştır.

 

C

 

Cem Sultan Olayı : Fatih'in ölümü üzerine Amasya sancağında bulunan Bayezit devşirmelerin desteğiyle tahta geçti.

Konya sancağında bulunan ve Türkmenlerin desteklediği Şehzade Cem bunun üzerine taht mücadelesine başladı.

Memluklerin'de desteklediği Cem Sultan, Bursa'yı aldı ve adına para bastırıp hutbe okuttu.

1481'de Yenişehir Ovası'nda yenilen Cem, Konya'ya kaçtı.

II. Bayezit'in gönderdiği kuvvetlere yenilen Cem Sultan, önce Mısır'da Memlüklülere, ardından da Rodos şövalyelerine sığındı.

Yıllarca Avrupa'da dolaştırılan Cem Sultan, 1495 yılında Napoli'de öldü.

 

Coğrafya :Coğrafi bölgelerin özelliği ve iklimi tarihi olayların değerlendirilmesinde etkilidir.

Örneğin Fenikelilerin deniz ticareti ile uğraşmalarının nedeni coğrafyalarının tarıma elverişli olmamasıdır.

 

Cumhuriyetçilik : Devlet başkanının belli bir süre için seçilerek iş başına geldiği devlet ya da yönetim biçimidir.

 

Ç

 

Çaldıran Savaşı (1514) : Doğu Anadolu'ya sahip olmak isteyen Şah İsmail bölgedeki Şii Türkmen aşiretlerini Osmanlı'ya karşı ayaklandırıyordu.

Yavuz İran seferi öncesi Dulkadiroğlu Alaüddevle'den yardım istedi fakat isteği reddedildi.

1514'te Osmanlı orduları İran ordularını Çaldıran Savaşı'nda yendi.

 

Çanakkale Savaşı :

İngiltere ve Fransa 19 Şubat 1915'te Çanakkale'ye saldırdılar.

18 Mart'ta büyük bir saldırıya geçen İngiliz ve Fransız donanması, büyük kayıp verip geri çekildi.

İngilizler, sömürge ülkelerden topladıkları kuvvetlerini Arıburnu'ndan karaya çıkardılar.

Bu arada Yarbay Mustafa Kemal Çanakkale cephesine atandı.

9 Ocak 1916'da Çanakkale düşmandan tamamen temizlendi.

 

Çanakkale Savaşı'nın Sonuçları

250 bin Türk asker ve subayı şehit düştü ve yaralandı.

Rusya'ya gerekli olan silah ve cephane ulaştırılamadı. Bu durum Rusya'nın çökmesi ve savaştan çekilmesine neden oldu.

Birinci Dünya Savaşı uzadı.

Rusya'da ihtilal oldu ve Çarlık Rusya yıkılıp yerine Sovyet Rusya kuruldu.

Savaşın uzaması ve İngilizler'in Çanakkale'de yenilmesi sömürge yönetimlerini zorlaştırdı.

Savaşın uzaması, savaşla ilgili olmayan sanayi dallarının gerilemesine neden oldu, bundan da Japonya ve A.B.D. kazançlı çıktı.

Mustafa Kemal'in Çanakkale'de kazandığı başarı, O'nun daha sonra milli mücadelenin lideri olmasında etkili oldu.

 

D

 

Devlet : Toplum halinde yaşayan insanların, aralarındaki düzeni kurmak ve sürdürmek için oluşturdukları güce denir.

 

Devletçilik :Ekonomik alanda doğrudan doğruya devletin müdahalesini öngören sistemdir.

 

Diplomatik : Fermanlar, beratlar ve dönemin yazışmalarını inceler. Siyaset bilimi olarak da adlandırılır. Başlangıç noktası Kadeş Barışının imzalanmasıdır.

 

93 Harbi (1877-1878 Osmanlı-Rus Savaşı) :

1876 yılında, Avrupalı Devletlerin Balkanlar'da kalıcı çözüm bulmak amacıyla topladıkları İstanbul Konferansı'nda Balkanlar konusunda ağır şartlar getirilmesi üzerine, Osmanlı Devleti şartları kabul etmemiş, daha sonra düzenlenen Londra Konferansı da aynı şekilde sonuçlanmıştı.

İki konferansta da Osmanlı Devleti'nin şartları kabul etmemesi üzerine, Rusya 1877 yılında Osmanlı Devleti'ne savaş açmıştı. Bu savaşta Plevne savunması ile Gazi Osman Paşa üyük kahramanlıklar göstermiş, fakat Rusların, Yeşilköy'e kadar ilerlemelerine engel olunamamıştı. Bunun üzerine padişah II. Abdülhamit, barış isteğinde bulunmuş ve 3 Mart 1878'de Yeşilköy (Ayestefanos) Antlaşması imzalanmıştı.

 

E

 

Endülüjans : Günahlardan kurtulmak amacıyla kiliseden satın alınan belgedir.

 

Engizisyon Mahkemeleri : Kilisenin başkanlığında toplanır, genellikle kilisenin öğretilerine karşı çıkanlara ölüm cezası verirdi.

 

Enterdi : Belli bir bölgede kilisenin bir süre nikah, vaftiz, ölü gömme gibi dini törenleri durdurmasıdır.

 

Epigrafi : Kitabeleri inceler. Örneğin : Göktürk ve Kültepe yazıtları.

 

Etnografya :Toplumların öz kültürlerini inceleyen bilim dalıdır.

 

F

 

Fetret Devri (1402-1413) :

I. Bayezit'in oğullarından Süleyman Rumeli'de, Musa Bursa'da, İsa Balıkesir'de ve Mehmet de Amasya'da hükümdarlığını ilan etti.

Kardeşler arasında taht kavgası başladı ve Anadolu'nun siyasi birliği sarsıldı.

Mehmet Çelebi 1413'te kardeşlerini ortadan kaldırarak Osmanlı tahtına geçti.

Osmanlı Devleti, 11 yıl süren Fetret Devri'nde, sağlam devlet örgütü ve yerleşmiş sosyal kurumlar sayesinde yıkılmaktan kurtuldu.

 

Filoloji : Dil Bilimidir. Toplumların dillerini inceler.

 

G

 

Genç Türkler (Jön Türkler) :Tanzimat döneminin sonlarına doğru, bazı Osmanlı aydınları (Namık Kemal, Şinasi, Ziya Paşa, Hüseyin Avni Paşa) Genç Osmanlılar adıyla bir cemiyet kurdular. Bunlar; Osmanlı ülkesinde yaşayan herkesin, din, dil, ırk farkı gözetmeksizin eşit tutulması halinde azınlıkların ayrılmaktan ve devlet kurmaktan vazgeçeceklerini savunuyorlardı. Bu düşüncelerinin uygulanabilmesi için de; Meşrutiyet'in ilan edilmesi, temel hak ve özgürlüklerin bir anayasa ile korunması gerektiğine inanıyorlardı. Bu nedenle II. Abdülahamit'e baskı yapıp 1876 yılında Meşrutiyet'in ilanını sağladılar.

 

Genel Tarih : İnsanoğlunun yeryüzündeki bütün geçmişini siyasi, sosyal, ekonomik ve kültürel tarihini başlangıçtan günümüze inceler.

Örneğin : Dünya Tarihi

 

H

 

Hakem Olayı :Sıffin Savaşı'nda bir sonuç alınamayınca taraflar, iki taraftan da seçilecek birer hakemin kararına başvurmayı gerekli gördü.

Hz. Ali'nin hakemi Ebu Musa el-Eş'ari, Muaviye'nin hakemi ise Amr İbn-ül As oldu.

Hakemler Muaviye'nin entrikası sonucu onu halife seçti.

 

Halkçılık :  Bir milleti oluşturan çeşitli meslek ve toplumsal grupları içinde bulunduran insanların, halk tarafından halk içinde yönetilmesi.

 

Heraldik : Mühür bilimidir. Eski mühürleri inceler.

 

Hikayeci Tarih : Tarihi olayları neden-sonuç ilişkisi belirtmeden, belgelere dayandırmadan, efsanelere göre inceler. İlk temsilcisi Heredot'tur.

 

I

 

 

 

İ

 

İlk Çağ :Yazının bulunmasıyla başlayıp (M.Ö. 4000-3500) Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışına kadar sürer. En uzun süren çağ olarak bilinir.

 

İnkılap :Bir halden başka hale dönüşme, biçim değiştirme, devrim anlamına gelir. Diğer taraftan, inkılap, toplumların çeşitli alanlarda, toplumun ihtiyaçlarına göre birtakım düzenlemelerle birlikte yeni bir düzen getirmesidir. Atatürk inkılapçılığı; toplumsal ihtiyaçları karşılamak için kurallar koymayı, düzenlemeler yapılırken izlenecek yol ve yöntemler belirlemeyi öngörür.

 

J

 

 

 

K

 

Kapitülasyonlar :

Fransa'ya Kapitülasyonların Verilmesinin Siyasal Nedenleri

Kanuni'nin, Avrupa'da Şarlken'e karşı giriştiği mücadelede, Fransa'yı yanına çekmek istemesi.

Kanuni'nin Avrupa Hristiyan birliğini parçalamak istemesi.

Avrupa'da bir bağlaşık elde etmek isteği.

Fransa ile 1535 tarihinde bir antlaşma imzalandı.

 

Karlofça Antlaşması (1699) : Avusturya, Lehistan, Venedik ve Osmanlı Devleti arasında imzalandı.

1. Temeşvar ve Banat Yaylası dışında kalan bütün Macaristan ve Erdel Avusturya'ya verildi.

2. Hırvatistan'ın bir bölümü Avusturya'ya verildi; Sava ırmağı sınır oldu.

3. Podolya ve Ukrayna Lehistan'a verildi.

4. Dalmaçya kıyıları ve Mora, Venedik'e verildi. Korint Osmanlılarda kaldı.

5. Antlaşmanın süresi 25 yıl olacak ve Avusturya'nın garantisinde bulunacaktı.

 

Kasr-ı Şirin Antlaşması (1639) :

1. Azerbaycan ve Revan İran'a bırakıldı.

2. Bağdat Osmanlı Devleti'ne bırakıldı.

3. Zağros Dağları iki ülke arasında sınır oldu.

Bu antlaşma ile XVII. yüzyıl Osmanlı-İran savaşları sona erdi ve bugünkü Türkiye-İran sınırı büyük ölçüde çizildi.

 

Katolikler :Başındaki kişiye Pap denir. Dinsel merkezi Roma'dır.

 

Kavimler Göçü : Çin baskısından kaçan Kuzey Hunları, M.S. 375'de Batı'ya göç etmeye başladılar. Hun göçleri sonunda Karadeniz'in Kuzeyi'ndeki Germen kavimleri Batı'ya göç etti. Doğu Germen kavimlerinin göçü sonucunda , Roma İmparatorluğu, M.S. 395 tarihinde, Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrıldı.

 

Kimya : C14 metodunu kullanarak eski kullanılmış araç ve gereçlerin yaşları hakkında bilgi verir.

 

Kronoloji : Takvim bilimidir. Tarihi olayların oluş sırasını verir.

 

L

 

Laiklik :Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması, devlet düzeninin ve hukuk kurallarının dine değil, akla ve bilime dayandırılması, fakat kimsenin inancına ve vicdan hürriyetine karışılmamasıdır.

 

M

 

31 Mart Olayı :

31 Mart Olayı'nın Çıkmasında Etkili Olan Olaylar nelerdi?

1. İttihat ve Terakki Partisi'nin iktidarı yeterince ele geçirememesi

2. Ahrar Partisi'nin meşrutiyet karşıtı çalışmaları

3. Volkan Gazetesi ve İttihad-ı Muhammedi derneğinin meşrutiyet karşıtı çalışmaları

4. Halkın meşrutiyete ve gayrimüslimlerle olan eşitliğe sıcak bakmamaları

5. Ordudan atılan Meşrutiyet karşıtı subayların kışkırtması

6. Bulgaristan'ın 5 Ekim 1908'de bağımsızlığını ilan etmesi

7. 6 Ekim 1908'de Avusturya'nın, Bosna-Hersek'i işgali

 

31 Mart Olayı Nasıl Oldu?

Volkan Gazetesi başyazarı Hasan Fehmi 6 Nisan 1909'da öldürüldü.

Cenazesi meşrutiyet karşıtı gösteriye dönüştü.

Gösteri giderek isyana dönüştü.

İsyan Selanik'te duyulunca, Hareket Ordusu adındaki birlik İstanbul'a hareket etti.

Hareket Ordusu'nun kurmay başkanı Mustafa Kemal'di.

İsyan 24 Nisan 1909'da bastırıldı.

 

31 Mart Olayı'nın Sonuçları

1. II. Abdülhamit tahttan indirildi ve yerine V. Mehmet Reşat geçti.

2. Padişah'ın yetkileri kısıtlandı, meclisin yetkileri artırıldı.

3. Mustafa Kemal ilk kez bir siyasi olaya karışmış oldu.

 

II. Meşrutiyet :

II. Meşrutiyet'in İlan Edilme Nedenleri

İç Nedenler

II. Abdülhamit'in II. Meşrutiyet'in İlanını Kabul Etmesinin Sebepleri :

1. İttihat ve Terakki Cemiyeti'ne bağlı olan bazı subayların Rumeli'de ayaklanması

2. Tahta, Osmanlı hanedanından başka bir kişinin geçeceği söylentisi

3. Serez'den bir ordunun İstanbul'a yürüyeceğine dair padişaha gelen telgraf

4. Ordu ve halk arasında isyan belirtilerinin ortaya çıkması

Dış Etkenler

En önemli dış etken "Reval görüşmesi" dir.

Reval Görüşmesi'nde şu kararlar alınmıştır:

1. Ruslar, Balkanlar'da serbest bırakılacak

2. İstanbul ve Boğazlar Ruslara verilecek

3. Makedonya Bölgesi'nde ıslahat yapılacak

 

Mısır Seferi : Yavuz'un İran seferi sırasında Şah İsmail ile Memlüklüler Osmanlı'ya karşı bağlaşma yapmıştı.

Yavuz, 1516 yılında Mısır üzerine sefere çıktı. 1516 yılında Mercidabık Savaşı ile Memluk ordusu bozguna uğratıldı.

Mercidabık zaferi ile Osmanlı Devleti, Suriye ve Filistin'i ele geçirdi.

Yavuz Sultan Selim, 1517 yılında tekrar Mısır seferine devam etti.

 

Milliyetçilik :  Bireylerin ait oldukları milletin varlığını ve birliğini sürdürmesi ve yüceltmesi için diğer bireylerle ortak çalışma bilincine sahip olmasıdır.

N

 

Nümizmatik : Eski paraları inceleyerek, toplumların ekonomik yapısı hakkında bilgi verir.

 

O

 

Orta Çağ :Batı Roma İmparatorluğunun yıkılışından (476), İstanbul'un Türkler tarafından fethine kadar (1453) sürer.

 

Ortodokslar :Başındaki kişiye Patrik denir. Merkezi İstanbul'dur.

 

Otlukbeli Savaşı (1473) : Osmanlılar ile Akkoyunlu Devleti arasında Anadolu'da egemenlik kurma mücadelesi bulunmaktaydı.

Akkoyunlu hükümdarı Uzun Hasan Karakoyunlu Devleti'ni yıkarak, Sivas'a kadar gelmişti.

Candaroğulları ve Karamanoğlu beyleri de Uzun Hasan'a sığınmıştı.

1473 tarihinde yapılan Otlukbeli Savaşı ile Akkoyunlu Devleti yenildi.

 

 

Ö

 

Öğretici Tarih : Tarihi olaylardan ders almak ve liderleri örnek alarak yönlendirici rol oynamak amaçlanır.

 

Özel Tarih : Sadece bir devlet ya da milletin siyasi ekonomik ve kültürel tarihini inceler.

Örneğin :Türkiye Cumhuriyeti Tarihi

 

P

 

Paleografya :Toplumların eskiden kullandıkları yazıları inceler. (Mısır hiyeroglifi, Sümerlerin çivi yazısı, Türklerin Orhun ve Uygur abideleri gibi) Bu bilim dalı tarih öncesi dönemlerin aydınlatılmasında etkili değildir.

 

Pasarofça Antlaşması (1718) : Osmanlı Devleti ile Avusturya arasında imzalanan bu antlaşma ile :

1. Yukarı Sırbistan, Belgrat, Sırmiyum, Batı Eflak ve Banat Yaylası (Temeşvar) Avusturya'ya bırakıldı.

2. Venedik'ten alınan Mora ve Grit Osmanlılarda kaldı.

3. Arnavutluk ve Dalmaçya kıyılarındaki bazı kaleler Venedik'e verildi.

Antlaşmanın Önemi :

1. Osmanlı Devleti, Batı'nın üstünlüğünü tamamen kabul etti ve toprak kurtaramayacağını anladı.

2. Osmanlılar, Ortodoksları koruma görevini son kez yerine getirdi.

3. İngiltere ve Hollanda'ya verilen ayrıcalıklar Kapitülasyona dönüştürüldü.

4. Pasarofça Antlaşması'nın yarattığı barış ortamında Lale Devri'ne girildi ve ilk defa Batı tipinde ıslahatlara gidildi.

 

Patrona Halil İsyanı : Lale Devri'nde Avrupa tarzında yapılan ve Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'nın kişiliği ile özdeşleştirilen ıslahatlar, ulemadan ve yeniçerilerden bir takım kişilerin çıkarlarına ters düşmüştü. Lale Devri ile birlikte artan Lüks yaşantı, fakir halkın tepkisine yol açmıştı.

O yıllarda İran ile yapılan savaşlar da devam etmekteydi.

Sadrazam Damat İbrahim Paşa'nın İran seferine gitmek istememesi, ona karşı olanlara bulunmaz bir fırsat vermiş, Bayezit Hamamı tellaklarından Patrona Halil ve Muslu Beşe ismindeki iki Arnavut önderliğinde bir grup 1730 yılında isyana başlamışlardı.

Vergilerden şikayet eden halk ve İran Seferi'ne katılmak istemeyen Yeniçeriler de isyana katılınca, isyan giderek büyümüş, saraya giden asiler, padişah III. Ahmet'ten Damat İbrahim Paşa'nın kafasını istemişlerdi. Kendilerine teslim edilen Nevşehirli Damat İbrahim Paşa'yı idam eden asiler, tekrar saraya yürüyerek, padişah III. Ahmet'i tahttan indirerek yerine I. Mahmut'u geçirdiler. Bu isyanla Lale Devri sona ermiş oldu.

 

Preveze Deniz Savaşı : Avrupalılar Osmanlı'nın Akdeniz'deki üstünlüğüne son vermek amacıyla Papa'nın önderliğinde Haçlı donanması hazırladılar.

Haçlı donanması Andre Dorya komutasında, Osmanlı donanması ise Barboros Hayrettin Paşa komutasındaydı.

27 Eylül 1538 tarihinde meydana gelen Preveze Deniz Savaşı'nda Barbaros Haçlı donanmasını bozguna uğrattı.

Bu savaşla Akdeniz egemenliği tamamıyla Osmanlıların eline geçti.

 

R

 

 

 

S

 

Sikke:Osmanlı Devleti'nde genel kullanımdaki madeni paraya denir.

 

Siyasi Tarih : Uluslararası siyasi olayları savaşları barışları ve ittifakları inceler.

Örneğin : Osmanlı Siyasi Tarihi

 

Sokullu Mehmet Paşa Dönemi : Sokullu Mehmet Paşa; Kanuni, II. Selim ve III. Murat dönemlerinde sadrazamlık yaptı.

Bu dönemde 1566'da Sakız Adası Cenevizliler'den alındı.

Yemen'in egemenliği sağlandı.

1571 yılında Venediklilerden Kıbrıs Adası alındı.

1571'de İnebahtı Savaşı'nda Haçlı donanmasına yenildi.

Tunus Osmanlı topraklarına katıldı.

Lehistan 1575'te Osmanlı himayesine girdi.

1577'de Fas Portekizlilerden alındı.

 

Sokullu Mehmet Paşa'nın Projeleri

Sokullu sadrazamlığı süresince Doğu Avrupa Türkleri ile Kafkasya bölgesini Osmanlı Devleti'ne bağlamak istedi.

Don ve Volga Irmaklarını bir kanalla birleştirerek, Karadeniz'den Hazar'a geçmeyi planladı.

1579 yılında Süveyş Kanalı'nı açmayı düşündü, böylece, Hindistan ve Endonezyadaki Müslümanlara yardım etmeyi planladı.

Sokullu 1579 yılında hançerlenerek öldürüldü, projeleri de uygulamaya konulamadan yarım kaldı.

 

Sosyal Tarih : Toplumların her türlü faaliyetlerini inceler.

 

Sosyoloji : Toplum bilimidir. Tarihi olayları sosyoloji konularını hesaba katarak inceler.

 

Ş

 

 

 

T

 

Talas Savaşı :

Nedeni : Çinliler ve Arapların Orta Asya'yı denetim altına almak istemeleri.

Çinliler, Orta Asya'yı denetimleri altına almak amacıyla 747 yılında Türkistan'a sefer düzenledi.

Abbasiler, Karluk, Yağma ve Çiğil Türkleri'nin yardımı ile 571 yılında Talas'da Müslümanlar Çinlileri yendi.

Sonuçları :

1. Orta Asya Çinlileşmekten kurtuldu

2. Türkler, İslamiyet'i kabul etmeye başladı.

3. Kağıt, matbaa, barut, pusula gibi Çinlilerin geliştirdiği aletler, Müslümanlar tarafından öğrenilmeye başlandı.

 

Tarih :Geçmiş insan topluluklarının, savaşlarını ve barışlarını, kültür ve uygarlıklarını, sosyo-ekonomik yapılarını, neden-sonuç ilişkisi içinde zaman ve yer göstererek, belgelere dayalı, inceleyen bilim dalıdır.

 

Toponomi : Yer adlarını inceleyerek tarihe yardımcı olur.

 

Tarblusgarp Savaşı :

Tarblusgarp Savaşı'nın Nedenleri

1. Siyasi birliğini geç sağlayan İtalya'nın sömürge arayışına çıkmış olması

2. İtalya'nın sömürge elde etmek amacıyla Trablusgarp'a göz dikmesi

İtalya, Avrupa devletlerinin de onayını alarak 28 Eylül 1911'de Trablusgarp'a asker çıkardı.

 

Tarblusgarp Savaşı

Osmanlı Devleti Trablusgarp'a deniz yolu ile asker gönderemedi.

Mısır üzerinden de asker gönderemedi.

Gönüllü subaylar Trablusgarp'a gizlice gönderildi.

Bu subaylar büyük başarılar elde ettiler.

İtalya Çanakkale'ye saldırdı, başarılı olamayınca On iki Ada'yı işgal etti.

Bu arada Birinci Balkan Savaşı çıktı.

Osmanlı Devleti, 18 Ekim 1912 tarihinde İtalya ile Uşi Antlaşması'nı imzalayıp savaştan çekildi.

 

U

 

Uygarlık Tarihi : Bütün ulusların meydana getirdikleri uygarlık eserlerini kültür ve medeniyet ürünlerini inceler.

Örneğin : Çin Uygarlığı

 

Ü

 

 

 

V

 

 

 

Y

 

Yakın Çağ : 1789 Fransız İhtilali ile başlayıp, günümüze kadar sürer.

 

Yeni Çağ :İstanbul'un fethinden, 1453 tarihinde başlayıp, 1789 tarihli Fransız İhtilaline kadar sürer.

 

Z

 

Alıntıdır.

3 Nisan 2022 Pazar

İnsan Hücresindeki Ciltlerce Bilgi

 DNA'da kayıtlı bulunan bilgi pek hafife alınacak gibi değildir. Öyle ki, insanın tek bir DNA molekülünde tam bir milyon ansiklopedi sayfasını veya başka bir deyişle yaklaşık 1000 kitabı dolduracak miktarda bilgi bulunur. Dikkat edin; tam 1.000.000 ansiklopedi sayfası veya 1000 kitap... Yani, her bir hücrenin çekirdeğinde, insan vücudunun işlevlerini kontrol etmeye yarayan bir milyon sayfalık bir ansiklopedinin içerebileceği miktarda bilgi kodlanmıştır. Bir benzetme yapmak istersek, dünyanın en büyük ansiklopedilerinden birisi olan 23 ciltlik "Encyclopedia Britannica"nın bile toplam 25 bin sayfası vardır. Bu durumda, karşımıza inanılmaz bir tablo çıkar. Mikroskobik hücrenin içindeki, ondan çok daha küçük bir çekirdekte bulunan bir molekülde, milyonlarca bilgi içeren dünyanın en büyük ansiklopedisinin 40 katı büyüklüğünde bir bilgi deposu saklı durmaktadır. Bu da yaklaşık 1000 ciltlik, dünyada başka eşi, benzeri olmayan dev bir ansiklopedi demektir. Her gün, 24 saat boyunca, hiç durmadan, her saniyede insanın gen bilgilerinden bir tanesi okunacak olsa, bu işlemin tamamlanması için 100 yıl geçmesi gerekmektedir. DNA'daki bilginin kitap haline getirildiğini varsaydığımızda ise, bu kitapları üst üste koyduğumuz takdirde, kitapların yüksekliği 70 metreye erişecektir. Yapılan tesbitlere göre ise, bu dev ansiklopedi yaklaşık 3 milyar farklı "konu"da bilgiye sahiptir. Eğer DNA'daki bilgileri kağıt üzerine yazılı hale getirseydik, kağıtların uzunluğu Kuzey Kutbu'ndan Ekvator'a kadar uzanacaktır. 

Bu örnekler, DNA'nın ne kadar muuzzam bir bilgiye sahip olduğunun bir göstergesidir. Peki ama, nasıl olur da, bir molekülün bilgi sahibi olmasından söz edebiliriz? Çünkü, burada sözünü  ettiğimiz bir bilgisayar veya kütüphane değil, yalnızca protein, yağ ve su moleküllerinden oluşan, milimetreden yüzbinde biri küçüklüğünde bir et parçasıdır. Bu küçücük et parçasının içinde, değil milyarlarca bilgi, tek bir bilginin var olması ve onun bu bilgiyi muhafaza etmesi bile son derece hayret verici bir mucizedir. 

Günümüzde, bilginin saklandığı en ileri teknoloji bilgisayarlardır. Bundan 30 yıl önce, oda büyüklüğündeki bir bilgisayarın sahip olabildiği bilgiyi, bugün  küçük "disk"ler saklayabilmektedir... İnsan zekasının asırlardır edindiği bilgi birikimi ve yıllar süren çabaları sonucunda  geliştirdiği bu son teknoloji bile daha tek bir hücre çekirdeğinin bilgi saklama kapasitesine uzaktan yakından ulaşabilmiş değil. Böyle muazzam bir kapasiteye sahip olan DNA'nın küçüklüğünü yansıtması açısından, ünlü mikrobiyoloji profesörü Michael Denton'ın yaptığı şu karşılaştırma sanırız yeterlidir:

Bugüne kadar yaşamış, gelmiş geçmiş her canlı türünün bütün özellikleri bilgi olarak DNA'ya yüklense toplam DNA hacmi bir çay kaşığının ancak küçük bir kısmını doldururdu. Dahası geriye şu ana kadar yazılmış bütün kitapları saklayabilecek kadar boşluk kalırdı. 

Gözle göremediğimiz, çapı milimetrenin milyarda biri büyüklüğünde olan, atomların yanyana dizilmesiyle oluşmuş bir zincir, acaba böyle bir bilgiye ve hafızaya nasıl sahip olabilir? Bu soruya şunu da ekleyin: Vücudunuzdaki 100 trilyon hücreden her biri bir milyon sayfayı ezbere biliyorken, acaba siz zeki ve şuurlu bir insan olarak hayatınız boyunca kaç ansiklopedi sayfası ezberleyebilirsiniz? Daha da önemlisi, hücre bu bilgileri kusursuzca, son derece koordineli ve planlı bir şekilde ve asla hata yapmadan ilgili yerlerde kullanır. Hatta daha insan var olmadan önce, hücreleri faaliyet halinde onu inşa etmeye başlamıştır bile…


Alıntıdır.


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak