3 Şubat 2022 Perşembe

Bilim İnsanları Biyografisi

  

 

 

 

Alfred Wegener (1880 - 1930)

 

Alman metorolog ve yerbilimci. Kıtaların kayması kuramını ortaya attı.

Wegener, başlangıçta tüm kıtaların Pangea adında tek bir kıta olduğunu, sonradan parçalanıp dağılarak zamanla günümüzdeki yerlerine ulaştığını ileri sürdü.

Kuzey Kutbu'nun araştırılmasına katkıları oldu. 

 

Blaise Pascal (1623 - 1662)

 

Fransız matematikçi, fizikçi ve felsefeci. Küçük yaşlardan beri  bilimle uğraşan Pascal, 16 yaşında "Konikler Üzerine Deneme" adlı kitabı yazdı.

18 yaşında bir hesap makinesi icat etti. Atmosfer basıncı, sıvıların dengesi, hidrolik pres, aritmetik üçgen konularında birçok çalışması var.

Fermat ile birlikte olasılıklar hesabını da buldu.

 

Cahit Arf (1910 - 1997)

 

Türk matematikçi. Doktora yapmak için gittiği Almanya'da matematikçi Helmut Hasse ile birlikte önemli çalışmalar yaptı.

Bu çalışmalar sonunda matematikte Hasse-Arf Kuramı'nı geliştirdi.

"Arf değişmezi", "Arf halkaları" ve "Arf kapanışları" gibi adıyla anılan matematiksel terimleri bilim dünyasına kazandırdı.

TÜBİTAK'ın kuruluşunda önemli rol oynadı.

 

Edwin Hubble (1889 - 1953)

 

ABD'li astrofizikçi. Güneş Sistemi'ni barındıran Samanyolu'ndan başka gökadalar da bulunduğunu saptadı.

Yaptığı gözlemler sonunda gökadaların, aralarındaki uzaklıkla bağlantılı bir hızla birbirlerinden uzaklaştıklarını buldu.

Bu, evrenin genişlemekte olduğu düşüncesini destekleyen bir keşif oldu.

 

Feza Gürsey (1921 - 1992)

 

Türk kuramsal fizikçi. Matematiksel  fizik ve yüksek enerji fiziği üzerine çalışmalar yaptı.

Çalışmalarıyla 1968'de TUBİTAK Bilim Ödülü, 1977'de Oppenheimer Ödülü, 1979'da Einstein Madalyası ve ilerleyen yıllarda çeşitli kurum ve kuruluşlardan ödüller ve onursal doktoralar kazandı.

 

Galileo Galilei (1564 - 1642)

 

İtalyan fizikçi, gökbilimci ve yazar.

Bütün cisimlerin yere aynı hızda düştüğünü keşfetti, eylemsizlik ilkesini ilk kez formüle etti.

Sarkacın salınımlarındaki eşzamanlılığı saptadı.

Teleskop kullanarak evreni gözlemleyen ilk kişi oldu.

Dünya'nın Güneş çevresinde döndüğünü söyledi, ama Engizisyon'un baskısı altında bu görüşünü geri almak zorunda kaldı.

 

Gregor Johann Mendel (1822 - 1884)

 

Kalıtımbilimin öncüsü Avusturyalı botanikçi.

Bitkiler üzerinde yaptığı çalışmalarda, bir türün özelliklerinin kalıtım yoluyla sonraki kuşaklara aktarıldığını buldu.

Mendel'in öne sürdüğü ilkeler, 20. yüzyılın başlarında yapılan deneylerle doğrulandıktan sonra, kalıtım kuramının bütün canlılar için geçerliliği saptanarak, biyolojinin temel ilkelerinden biri haline geldi.

 

Guiglielmo Marconi (1874 - 1937)

 

İtalyan fizikçi ve buluşçu. İlk başarılı telsiz telgraf sistemini geliştirdi.

Kısa dalga radyo iletişimi üzerine yaptığı çalışmalarla modern uzun erimli radyo yayımcılığının gelişmesini olanaklı kıldığı için, radyonun babası olarak bilinir.

Başka bilim insanlarının katkılarıyla geliştirilen radyo, televizyonun bulunuşuna dek en önemli kitle iletişim aracı olarak kaldı.

 

İhsan Ketin (1914 - 1995)

 

Türk yerbilimci. Tüm Türkiye'de gerçekleştirdiği çalışmalar sonucunda ülkemizdeki deprem bölgelerini belirledi.

Kuzey Anadolu Fay'ının yapısını inceledi ve tanımladı. Anadolu'nun batıya kaydığını ortaya koyan da odur.

Çalışmalarıyla yerbilim alanında birçok bilinmeyeni aydınlatan Ketin, bu alanda başarılı öğrenciler de yetiştirdi.

 

İsaac Newton (1642 - 1727)

 

İngiliz fizikçi, matematikçi, gökbilimci. Evrensel çekim yasasını keşfetti.

Ağırlık dediğimiz şeyle gökcisimleri arasındaki çekimin aynı şey olduğunu anladı.

Mekaniğin özünü oluşturan çalışmalar ve ışık üzerine deneyler yaptı.

Leibniz'le  aynı zamanda diferansiyel hesabın temellerini attı.

 

James Watt (1736 - 1819)

 

İskoç bilim adamı ve buluşçu.

Geliştirdiği buhar makinesi sanayi devrimini başlatacak ve insanlık tarihinde yeni bir çığır açılacaktı.

Watt ayrıca, güç ölçümünü standartlaştırabilmek amacıyla bir atın belli bir sürede yaptığı işi ölçerek "beygir gücü" adını verdiği bir güç birimi tanımladı.

 

Johannes Kepler (1571 - 1630)

 

Alman gökbilimci.

Dünya'nın ve diğer gezegenlerin eliptik bir yörüngede Güneş'in çevresinde dönmesiyle ilgili üç yasayı ortaya koydu.

Copernicus'tan bu yana Dünya ve öteki gezegenlerin Güneş çevresinde dairesel yörüngelerde dolandıkları düşünülüyordu.

 

Karl Werner Heisenberg (1901 - 1976)

 

Alman fizikçi ve felsefeci. 1925 yılında kuantum mekaniğinin matris biçimini geliştirdi.

Bu buluşuyla  Nobel ödülü kazanan fizikçi, asıl ününü 1927 yılında yayımladığı belirsizlik ilkesine borçludur.

Ayrıca girdaplanmanın hidrodinamiği, atom çekirdeği, kozmik ışınlar ve temel parçacıklar gibi konularda önemli çalışmaları var.

 

Louis Pasteur (1822 - 1895)

 

Fransız kimyacı ve biyolog. Fermantasyon üzerine çalıştığı sırada, mikropların kendiliğinden üremesinin söz konusu olmadığını gösterdi.

Bazı içeceklerin uzun süre saklanmasını sağlamak üzere geliştirdiği yöntem "pastörizasyon" adıyla anılır.

Şarbon aşısını keşfetti. Onu asıl üne kavuşturan kuduz aşısını bulması oldu.

 

Margaret Mead (1901 - 1978)

 

ABD'li antropolog (insanbilimci). Okyanusya halklarıyla ilgili kültürel çalışmalarıyla adını duyurdu.

Kadın hakları, çocuk yetiştirme, ahlak, nükleer silahlanma ırklararası ilişkiler, uyuşturucu kullanımı, nüfus planlaması, dünyadaki açlık gibi birçok sorunu inceledi ve kültürel farklılıklar konusunda yeni fikirler geliştirdi.

 

Marie Curie (1867 - 1934)

 

Radyoaktivite üzerine yaptığı çalışmalarla iki kez Nobel Ödülü kazanan  Polonya asıllı Fransız fizikçi.

Uranyumla yaptığı deneyleri sonucu radyoaktiviteyi keşfetti. Toryumun radyoaktif özelliğini buldu ve radyum elementini ayrıştırdı.

Çalışmalarıyla bir çığır açan Curie, Nobel ödülü alan ilk kadın, bu ödülü iki kere alan ilk bilim insanı oldu.

 

Max Planck (1858 - 1947)

 

Alman kuramsal fizikçi. Kuantum kuramını geliştirdi. Termodinamik yasaları üzerine çalıştı.

Kendi adıyla anılan Planck sabitini ve Planck ışınım yasasını buldu.

Ortaya attığı kuantum kuramı, o güne değin bilinen fizik yasaları içinde devrimsel ve çığır açıcı nitelikteydi.

 

Michael Faraday (1791 - 1867)

 

İngiliz fizikçi ve kimyacı.

19. yüzyılın en büyük bilim adamlarından biri olan Faraday, elektromanyetik indüklemeyi, manyetik alanın ışığın kutuplanma düzlemini döndürdüğünü buldu.

Elektrolizin temel ilkelerini belirleyen de odur.

Klor gazını sıvılaştırmayı ilk kez o başarmış, elektrik motorunu ve dinamoyu icat etmişti.

 

Nieis Bohr (1885 - 1962)

 

Danimarkalı fizikçi. Kuantum kuramını atom yapısının belirlenmesinde ilk kez uygulayarak, kendi adıyla anılan atom modelini oluşturdu.

Kuantum fiziğinin gelişmesinde 50 yıla yakın bir süre öncü rolü oynadı.

Ayrıca atom çekirdeğinin sıvı damlacığı modelini geliştirdi.

 

Sigmund Freud (1856 - 1939)

 

Avusturyalı hekim. Psikiyatride "psikanaliz" adı verilen bir yöntem geliştirdi.

Buna göre, ruhsal sorunların kaynağını, hastaların bastırdıkları ve bilinçaltına ittikleri sorunlarda aradı.

Hastaların bilinçaltındaki duygularını yüzeye çıkarmaya dayalı "psikoterapi" adı verilen bir yöntemle hastalarını iyileştirmeye çalıştı.

 

Thomas Alva Edison (1847 - 1931)

 

Bini aşkın buluş yapan ABD'li buluşçu.

Elektrik ampulü, gramofon, film gösterme aygıtı gibi buluşlarıyla günlük yaşamda vazgeçilemeyen aletlerin babası oldu.

İlk deneylerine on yaşında başlayan Edison, öldüğünde geriye bini aşkın buluş ve gözlemleriyle dolu 3400 not defteri bırakmıştı.  

 

Wilheim Conrad Röntgen (1845 - 1923)

 

Alman fizikçi. Modern fizik çağını başlatan ve tıpta çığır açan bir buluş olan X ışınlarını buldu.

Röntgen, başlangıçta bu ışınların yapısını tam olarak anlayamadığı için onları, bilinmeyen anlamında "X" olarak adlandırdı.

Kağıt, tahta, alüminyum gibi opak maddelerin içinden geçebilen bu ışınlar, sonraları Röntgen ışınları olarak anılmaya başlandı.

 

 

İngiltere'de trafik niçin soldan akar?

 



Bir zamanlar herkes İngilizler gibi yolun solundan gidiyordu. Bunun için de çok geçerli bir sebep vardı.

Yüzyıllarca önce yolun karşısından gelenin dost mu, yoksa düşman mı olduğunu kestirmek mümkün değildi. İnsanların çoğu sağ ellerini kullandıkları için, yolun solundan, duvar dibinden (yaya veya atla) giderek sol taraflarını emniyete alır, sağ ellerini kılıçlarını hemen çekecek şekilde hazır bekletirlerdi.

Yolun solundan seyahat, ilk defa 1300 yıllarında, papanın Roma'ya gelecek hacıların yolda karmaşaya sebep vermemeleri için, yolun solundan gitmelerini söylemesiyle resmileşti ve yüzyıllar boyu devam etti.

18. yüzyılın sonlarında ABD'de birçok atın çektiği posta arabalarında, sürücü koltuğu yoktu ve sürücü en arkada ve soldaki atın üstünde oturuyordu. Bu da yolun solundan gidildiğinde karşıdan geleni ve yolun kontrolünü zorlaştırmıyordu.

Çok geçmeden ABD'de trafik sağdan işlemeye başladı. Fransız İhtilali sırasında, ihtilalin liderlerinden Maximilien Robespierre, büyük bir olasılıkla Katolik kiliseye meydan okuyanlara bir jest olsun diye, Parislilerden yolların sağından gitmelerini istedi.

Bir süre sonra aslında kendisi de bir solak olan Napolyon, ordularındaki ikmal arabalarının yolların sağından gitmeleri emrini verdi ve zaptettiği her ülkede de bu uygulamayı hayata geçirdi.

İngiltere hiçbir zaman Napolyon tarafından zapt edilemediğinden İngilizler yolun solundan gitme alışkanlıklarından vazgeçmediler. Avustralya, Hindistan gibi tüm eski sömürgelerinde de bu usulü devam ettirdiler. Zaten İngilizler'de Amerikalılardan farklı olarak sürücü arabanın üstünde ve sağında oturuyordu.

Modern araba teknolojisinin gelişmesi ile bu gelişimin dünyada öncüsü olan ABD'de sürücü koltuğu ve direksiyon sağdan gidişe uygun olarak sola konuldu ve dünyanın birçok bölgesinde bu şekilde yaygınlaştı.

İngiltere'de ve eski sömürgelerinde, trafik akışını sağ şeride almanın faturası o kadar yüklüdür ki, artık isteseler de kolay kolay bunu yapamazlar.

Hangi ülkede olursanız olun, trafiğin yönü ister sağdan olsun ister soldan, karşıdan karşıya geçmeden önce, siz yine de her iki yöne bakmayı ihmal etmeyin.


Budizm

 



Budizm inancı, M.Ö. 563 yılında Kuzey Hindistan'da doğan Siddhartha Gautama'nın öğretilerinden kaynaklanır.  Zengin  bir aileden gelen Siddhartha, 29 yaşında sahip olduğu her şeyden vazgeçer. Hayatın  gerçek  anlamını araştırmak  için  bir dilenci  gibi yaşamaya başlar. M.Ö. 528 yılında bir bodhi ağacının altında otururken büyük bir aydınlanma yaşar. Bundan sonraki hayatını öğrendiklerini başkalarına anlatmaya adar.

Gautama'nın öğretilerinin (Dharma) ve Budizm inancının temel teması, bütün fenomenlerin bir zincirle birbirlerine bağlı olduğudur. Dünyanın tüm acılarının temel kaynağı bencil arzulardır. Bir insan ancak Buda'nın yolunu izleyerek yeniden doğum döngüsünden kurtulabilir. Hayatın amacı "Nirvana'ya" ermektir,   kelimesi kelimesine ifade edilirse "arzuları söndürmek".

Siddhartha Gautama "aydınlanmış olan" anlamına gelen "Buda" lakabıyla tanındı. M.Ö. 482'deki ölümün ardından keşişler, öğretilerinin Kuzey Hindistan' da yaygınlaşmasına yardımcı oldular.

M.Ö. 3. yüzyılda Hindistan  Maurya imparatoru  Asoka Budizm'in güneyde Seylan (Sri Lanka), kuzeyde Kaşmir'e (Pakistan) kadar ulaşmasına aracılık etti. Bugün Tayland sınırları içerisinde yer alan Syan'a (Siyam, günümüzde Tayland) ve Burma'ya misyonerler yolladı. Pek çok Budist anıtı ve manastırı inşa ettirdi.

M.S. 150 yıllarında Hindistan, Çin ve Roma imparatorluğu arasındaki    ticaret   Mahayana    keşişlerinin    Buda   öğretisini   Çin'e taşımalarına imkan sağladı. Temel Budist metinler M.S. 3. yüzyılda Çinceye çevrildi. M.S. 4. ve 5. yüzyıllarda Budizm Çin'in inanç sistemi haline geldi. Budizm M.S. 4. yüzyılda Kore' de ve son olarak M.S. 550-600 yılları arasında Japonya'da yaygınlaştı. Aynı süreçte Hindistan'da gerileyen Budizm, Hinduizm ile yer değiştirdi.


29 Ocak 2022 Cumartesi

Paraşütle ilk nasıl atlanıldı, kim atladı?

  


Aslında en çok merak edilen paraşütün icadından çok, onunla havadan ilk kimin atladığıdır. Kim böyle bir şeyi ilk defa denemeye cesaret etmiştir? Sanıldığının aksine paraşüt uçaktan sonra değil, yaklaşık bir yüzyıldan fazla bir zaman önce, balonla hemen hemen aynı tarihlerde ama çok ayrı çalışmalarla icat edilmiştir.

Paraşüt fikri eski Çin'e kadar gider. Günümüzde ki paraşüte benzer bir şeyler geliştirilmiş ama oyuncak olmaktan öteye geçememiştir. Leonardo da Vinci'nin de bu konudaki çalışmaları biliniyor. Bu fikri hayata ilk geçiren kişi ise Fransa'da 1783 yılında Louis-Sabestian Lenomand olmuştur.

Lenomand 4,5 metre yükseklikteki bir ağaçtan, omuzlarına birer adet bir çeşit şemsiye bağlayarak ilk deneyimini yapmıştır. Ancak o, buluşunu o seviyedeki bir yükseklikten, yangın çıkan bir binadan atlayarak kaçmak için düşünmüştü.

Ciddi anlamda ilk atlamanın şerefi ise Fransız Andre-Jack-ques Garnerin'e aittir. 1769 Paris doğumlu Garnerin Fransız ordusunda 1793 yılında müfettiş olmuş. İngiltere'de iki yıl hapis yatmış ve dönüşünde 1797 yılında ilk atlayışını bin metreden bir balondan yapmıştır. Bu ilk paraşüt şemsiye şeklindeydi, çapı yedi metreydi ve ketenden yapılmıştı. Garnerin daha sonra birçok gösteri atlayışı yapmış, hatta bir keresinde 1802 yılında İngiltere'de 2 bin 400 metreden atlamıştır.

Önceleri ketenden yapılan paraşütler, sonraları ipekten yapılmaya başlanıldı. Uçaktan ilk atlayışı gerçekleştiren ise 1912 yılında, ABD Kara Kuvvetleri'nden Yüzbaşı Albert Berry oldu.

Birinci Dünya Savaşı başlarında uçaktan paraşütle atlamanın pratik olmadığı görüşü hakim olduğundan, sadece gözetleme balonlarında görevli olanların, uçak saldırılarından kaçışlarında çok yaygın olarak kullanılmıştır.

Birinci Dünya Savaşı'nın sonlarına doğru paraşütün uçak pilotlarının da can dostu olduğu anlaşılmıştır. İkinci Dünya Savaşı'nda ise uçak ebatlarının büyümesi ve teknolojilerinin gelişmesi ile insanların ve birliklerin yere indirilmeleri dışında silahları indirmek, mahsur kalan birliklere ikmal malzemesi göndermek, ajanları indirmek gibi birçok alanda kullanılmışlardır.


Hattuşaş Antik Kenti

 


28 Ocak 2022 Cuma

TÜRK MİTOLOJİSİ'NDE ANNE

 




Anne, insanın hayatının başlangıcı olduğu için pek çok kültürde, mitolojide çeşitli anlamlar, kutsallaştırmalar kazanmıştır. Türk Mitolojisi'nde de anne işlevi üstlenen çeşitli unsurlara rastlamaktayız. Ama bunlara geçmeden önce ilkel sürü topluluğundan avcı toplayıcı topluma geçildiğinde, kadının bitki, meyve toplayıcılığı yapması ve ilkel tarımı başlatmasıyla kutsallaştırıldığını da belirtmemiz gerekir. Türk Mitolojisi'nde ağaçtan türemenin sebebi de bu geçim tarzıyla bağlantılıdır. Şamanlık yapanların kadın oluşu, Şaman erkeklerin kadınlıkla ilgili unsurları üzerinde taşımaları, toplumun kutsalla bütünleşmelerini sağlamak içindir. Bu kutsallık da yine kadının doğurganlığıyla ve bitki toplayıcılığından kaynaklanan geçim tarzına bağlı yüceltmeyle ilgilidir. Erkek egemen yapının kökleştiği topluluklarda Şaman kadınlar büyük ayinlere katılamamaktadır. Ayrıca dışarıdan alınan gelinin kabilenin büyük törenlerine katılamamasının kabile tanrısına yabancı olmasından kaynaklandığı belirtilir. Kazak ve Kırgızlarda dış evlilikle eve alınan kadın evin, çadırın ateş yakılan yerinden yukarı geçemez. Bu da evdeki ata ruhuna saygısızlık etmemek şeklinde yorumlanır. Türk mitolojisinde anne işlevini üstlenen tanrı, kutsal ruh ve varlıkları antropogonik (insanlığın nerden geldiğini ve nasıl oluştuğunu anlatan mitler) mitlerde görmekteyiz.

Antropogonik mitlerde ilk insanın, soyların yaratılışı, türeyişi anlatılır. İlk insanın yaratılışının anlatıldığı mitler kozmogonik mitlerin içinde yer alır. Evrenin, dünyanın, tabiatın yaratılması makro kozmosu oluşturuyorsa, insanın yaratılması mikro kozmosu oluşturmaktadır. Evrenin yaratılmasında kullanılan toprak, kil, ağaç, kamış gibi unsurların insanın yaratılmasında da kullanılması bu düşünceyi desteklemektedir. Türk Mitolojisi'nde dağda, dağın eteğindeki mağarada, ağaçta doğum motifleri de kozmolojik inanışlıda birleşmektedir. Dağ, ağaç nasıl dünyanın  ekseni,  dayanağı, merkeziyse, insan da dolayısıyla bu kozmolojinin temelinde yer almaktadır. Bunun en önemli sebeplerinden biri de insanın varoluşuyla evrendeki bütünlüğe, kutsal varlıkların dünyasına katılma isteğidir. Böylelikle insanın varlığı ve hareketleri dini bir anlam kazanmaktadır.  Ayrıca tüm  insan davranışları için illo tempore (tarihin başlangıcında) tanrılar veya medenileştirici kahramanlar tarafından ihdas edilmişlerdir; bunlar yalnızca çeşitli işleri, çeşitli beslenme biçimlerini, çeşitli aşk ve ifade şekillerin vb. ortaya koymakla kalmamışlar, aynı zamanda görünüşte önemsiz olan hareketleri de ortaya çıkartmışlardır. Hayat ve insan bedeni de bu şekilde kutsallaştırılmış olur. Kandaş, cinsel, yetişkin topluluklarına katılmak, ölüm ve tekrar doğum simgeciliğiyle ilgili törenlerle gerçekleşebilmektedir. Bu törenler sırasında evrenin, dünyanın, insanın yaratılışıyla ilgili kutsal anlatıları dile getirildiği görülmektedir.

Altaylar ve Yakutlardan derlenen yaratılış mitlerinde, ilk insanın yaratılışı kozmogonik bütünlük içinde anlatılır. Verbitski'nin derlediği Altay yaratılış mitinde Tanrı Ülgen yeri, göğü ve insanı yaratır. İlk yaratılan insanlar tanrı katı olan Altın Dağ'da bulunmaktadırlar. Gökten kovulunca dünyaya inerler. Verbitski'nin yayınladığı bu anlatının geniş özeti, insanın yaratılışıyla ilgili pek çok unsuru içerdiği  için yararlı olacaktır.

"Ülgen bizim dünyamızda yedi erkek cins insan ve o kadar da ağaç yarattı. İnsanın kemikleri kamıştan, vücudu ise balçıktan yaratıldı. İnsanın bedeni yaratıldıktan sonra Ülgen insanın kulağına ve burnuna üfürdü. İnsan canlı ve düşünen bir varlık haline geldi. Ülgen kulağa üfürünce ruh, buruna üfürünce de akıl girdi. Yedi insanı yarattıktan sonra Ülgen Altın Dağ'ın bulunduğu doğu yönüne yöneldi, bir erkek ve bir ağaç daha yaratarak Altın Dağ'ın batı cephesine koydu. Ülgen sekizinci adamın ruhuna ve aklına çok üfürdü ve ona şöyle dedi: Ben iyi ve kötüyü yaratıyorum, sen de herkesi yönet, kime açlıktan, kime tokluktan ölüm ver, kime de bolluk ver! Sen bil... Sekiz adamı yarattıktan sonra Ülgen yedi yıl onları gözetimsiz bırak tı. Bu zaman zarfından sonra bakınca gördü ki, sekiz adam olduğu gibi duruyor. Sekiz ağaç ise yedi kol halinde büyümüş. Ülgen bunu görünce şöyle dedi: Niçin böyle ağaçlar çoğalmışlar da insanlar yok?    O zaman Altın Dağ'daki sekizinci adam cevap verdi: Dişisi olmadan nasıl çoğalırlar? Ülgen ona şöyle dedi: Yaratma anında ben sana sen bil, sen bil; kimin aç olduğunu, kimin yetişeceğini, iyiliği ve kötülüğü sen bil demiştim. Sen şimdi yedi kişiye gel, ben üç gün sonra sana döneceğim. Sekizinci insan yedi kişiye geldi ve kendi kendine şöyle dedi: Ülgen bana sen bil, sen bil demişti. Şimdi ne yapılacağını bileceğim . Ülgen' in yarattığı gibi kadınları yaratmaya başladı. Kamıştan kemikler, balçıktan beden yaptı. Fakat yapmış olduğu şeyler elinde kırıldı, dağıldı, ellerinde buruşturdu. Avuç içinde tutarak ona üfürdü. Bu arada Ülgen tarafından gönderilen bir köpek ağzında bir mektupla geldi. Bu mektupta sekizinci adama Maytere isminin verildiği yazılıydı.


Üçüncü gün Ülgen Maytere'ye geldiğinde, yapılan son kadın henüz cansızdı. Maytere Ülgen'i karşılamaya gitti. Kendi yarattıklarını gözetmesi için köpeği görevlendirdi. Erlik de özellikle bunu bekliyordu. Henüz tamamlanmamış yaratıklara gelerek onlara kendi nefesiyle üfürdü. Bu şekilde ruh ve aklı insana yerleştirdi. Fakat insan olması gerektiği gibi değildi; ruhu yılan gibi kindar ve pis  kokuyordu. Maytere bu olaydan habersizdi. Ülgen'i karşıladığında ona şöyle dedi:  Sen bana, sen bil, sen bil demiştin. Ben de insan-kadını yarattım, fakat onların henüz ruhu (canı) yok, sana sormaya geldim. Yaratmayı mı yoksa yarattırmayı mı emredersin? Ülgen birden şöyle söyledi: Hemen gel öne koş! Maytere döndüğünde kendi yapmış olduğu insanları canlı olarak görünce, köpek niçin Erlik'i bıraktın, o seni nasıl aldattı dedi. Köpek şöyle cevap verdi: Erlik bana kürk, ayakkabı ve yediğim zaman ölmeyeceğim lezzetli yemekler vereceğini vadetti. Maytere önceleri insanlar gibi hayat süren; yiyip içen, insanlarla konuşup anlaşan köpeğe bu günkü nitelikleri ceza olarak yükledi.

Daha sonra Maytere yedi erkeği çağırdı ve onlara Erlik'in yaratmış olduğu kadını göstererek, bu kadını içinizden kim alır dedi. Hiçbiri Maytere'ye ses çıkarmadı. Maytere, yedi kişiden birinin elinden tutarak kadına  getirdi.  Kadının yanına getirilen kişi şöyle dedi: Bu kişinin sureti, ruhu başka ve kokusu dayanılmaz.  Maytere diğerini getirdi. O  da  aynı  şeyleri  söyledi.  Üçüncü kişiyse  süratle kaçtı ve saklandı. Bu arada Ülgen geldi. Diğer dört erkekten birini Targın Nam diye isimlendirdi. Ülgen, Targın Nam'ın iki tarafından kaburga kemiklerinden tutarak kadını yarattı. Erlik tarafından canlandırılan kadın ve ondan üreyenler, Maytere tarafından iki deniz arasında bulunan ve güneş ve ay görmeyen bir yere hapsedildi

İnsanlar Erlik tarafından kandırıldıktan sonra, bu suçlarında dolayı Maytere onları 'Aruun Suclun'dan dünyaya kovar. Bu arada onlar artık Aruun Suclun'daki nitelikleri taşımazlar. Şu andaki niteliklerle cezalandırılırlar; çeşitli hastalıklar, kadınların doğurması vs:·


Radlof 'un derlediği Altay yaratılış mitinde de benzer unsurlar bulunur. Tanrı dünyayı yarattıktan sonra bir ağaç görür. "Dalsız budaksız bir ağaç bitmişti. Bu ağacı Tanrı gördü ve 'Dalları olmayan ağaca bakmak hoş bir şey değil; buna dokuz tane dal bitsin!' dedi. Ağaçta dokuz dal bitti. Tanrı yine şöyle dedi: Dokuz dalın kökünden dokuz kişi türesin ve bunlardan dokuz ulus olsun!"

Daha sonra Erlik, Tanrı'nın yarattığı insanları, hayvanları, kuşları görür, onun gibi yaratmak ister. İnsanların bir tarafındaki meyveyi yiyip diğer tarafındakilere dokunmadıkları bir ağacı görünce bunun sebebini sorar. O tarafı Tanrı'nın yasakladığını öğrenince, bekçi yılanın ağzına girip Törüngey'i ve karısı Eje'yi meyveleri yemeleri konusunda kandırır. Yedikleri anda tüyleri dökülür, utanırlar. Geri dönen Tanrı her şeyi öğrenir. Eje'ye kendi yaratıcılık vasfını yükleyerek onu insan doğurmak, doğum sancıları çekmekle cezalandırır. Tanrı, Törüngey'i Erlik'e uyduğu için, kendi aydınlık dünyasından mahrum edip yer altındaki karanlık dünyaya göndermekle tehdit eder. Erlik'i üç kat yerin altında karanlık dünyaya göndermekle cezalandırır. Maytere gelir, insanlara araba yapmayı, ot kökleri ve ısırgan otlarından yemek yapmayı öğretir. Mangdaşire de insanlara oltayla balık avlamayı, okla yay icat edip sincap vurmayı, hayvan beslemeyi  öğretir.

Bu anlatılarda insanın toprak, kil, ağaç veya kamıştan, Tanrı veya Tanrı'nın görevlendirdiği kutsal bir ruh tarafından burnuna, kulağına üflenerek yaratıldığı anlatılır. Evrenin temel unsurları olan toprak, su ve ağaç insanın da özü olur. Bu mitlerde dikkati çeken en önemli unsur da, insanların uygarlaştıncı bir kutsal ruh tarafından geçinebilmeleri ve beslenebilmeleri için eğitilmeleridir. Toplayıcılık ve avcılık en önemli geçim faaliyetleri olarak karşımıza çıkar. Bu mitleri oluşturan toplumların kökleriyle ilgili fikir sahibi oluruz. Hayvanların ve bitkilerin onların hayatındaki rollerinin salt gerçek dünya bazında değil mitolojik düzeyde de işlendiğini görürüz.

İlk insanın yaratılışıyla ilgili bir başka metin de on beşinci yüzyılda Türk-Memluk kaynaklarında geçer. Aybek  ed-Devadari'nin tarih kitabında, hicri 211 yılında Ulu Han Ata Bitikçi adlı Türkçe kitabın Farsça  tercümesinden  alındığı  belirtilmiştir.  Efsaneye  göre ilk çağlarda yağmurdan oluşan seller Karadağcı denilen dağdaki mağaraya çamur sürükler. Bu çamurlar mağaradaki insana benzeyen yarıklara dökülür. Su ve toprak yarıkta dokuz ay kalır, rüzgar eser, güneşin ısısı (ateş) pişirir. Erkek, güneşin çok sıcak olduğu saratan (yengeç)  burcunda, kadın ise yaz sonunda güneşin sıcaklığını yitirdiği sünbüle (başak) burcunda meydana gelir. Erkeğin adı Ay Atam, kadının ise Ayva'dır. İkisi evlenirler, dünyaya kırk çocuk gelir. Bunlar birbirleriyle evlenip çoğalırlar. Anne ve babaları ölünce çıktıkları mağaraya gömüp ağzını  altın  kapıyla kapadılar,  çiçekler  koydular. Bu metinde özellikle evrenin, dünyanın dört unsurdan oluşmasıyla bağlantılı olarak insanın da bunlardan meydana geldiği anlatılmıştır. İslami kültür çevresinde son derece tabiatçı bir bakış açısıyla yaratılış açıklanmıştır. Ayrıca ataerkil düşüncenin etkisiyle kadının eksik olduğu, çünkü onun tam yaratılabilmesi için mevsimin, sıcaklığın yeterli olmadığı vurgulanır. Tek tanrılı dinlerde  karşımıza çıkan Adem ve Havva'dan çoğalan insanlar motifı de burada yer almıştır. Ayrıca Verbitski ve Radlof'un metinlerinde insana  etik  değerler  yüklenirken bu metinde böyle bir unsura rastlamıyoruz. Önceki metinlerde iyilik ve kötülük ayrımı yapılmış, gökyüzü, Tanrı ve kutsal ruhlar iyi, yeraltı ve Erlik kötülüğün temsilcisi olmuşlardır. Ayrıca insana iyi ve kötüyü tercih etme hakkı verilmiştir.

Radlof'un Altay'da Lebed Tatarlarından derlediği yaratılış mitinde kadının yaratılmasına şeytan sebep olmaktadır. "Tanrı önce yeryüzünde tek başına yaşayan insan yarattı. Bu insan erkekti. Bir gün Tanrı'nın yarattığı erkek uyurken şeytan onun göğsüne bastı. Bunun üzerine erkeğin kaburgalarından bir kemik ayrılarak yere düştü. Bu kemik biraz daha uzayınca, bundan kadın meydana geldi:' Ataerkil düşüncenin hakim olduğu bu anlatıda erkeği Tanrı, kadınıysa şeytan yaratmıştır.

Radlof 'un Altayca Kara Orman Tatarlarından derlediği yaratılış mitinde de benzer bir anlayış hakimdir. "Evvel zamanda büyük Payana insan yaratmıştı. Fakat insana can (ruh) veremiyordu. O, can istemek maksadıyla büyük Kuday'a gitti. Köpeğe de şöyle dedi: Sen burada dur, havla ve dikkatli ol! Köpek orada kaldı. Bunun üzerine Erlik gelerek köpeği kandırmak maksadıyla konuşmaya başladı: Senin kılların yok, ben sana onların altın olanlarını vereceğim. Sen de bana bu cansız insanı ver dedi. Köpek altın kılları elde etmek için insanı ona verdi. Erlik ise insanı baştan aşağı tükürüğe boyadı. Kuday can vermek için geldiğinde Erlik kaçtı. Kuday tükürüklü insana baktı, fakat onu temizleyemedi ve ters çevirdi. Bu yüzden tükürük insanın içinde kaldı. Sonra Kuday köpeği döverek şöyle dedi: Köpek, sen fena olacaksın! İnsan sana ne isterse yapsın, seni dövsün, öldürsün, sen tamamıyla bir köpek olacaksın dedi." İnsan, Tanrı tarafından yaratıldığında temizdir, fakat Erlik insanın ruhunu kirletir. İnsanın iç dünyası kötüdür, kirlidir şeklindeki düşüncenin temeli, yaratılışta, kökende Erlik'e bağlanarak izah edilmiştir. Bu mit, İstanbul’da ve Erzurum’da derlenen iki efsaneyle olay örgüsü açısından benzer unsurlara sahiptir. Sadece Kuday ve Erlik yerine Allah ve Şeytan diye adlandırılan şahıs kadrosuyla farklılık gösterir.

Uno Holmberg'in yayınladığı bir Yakut efsanesinde ilk insanın yaratılışı şöyle anlatılır: " Tanrı dünyayı yarattıktan sonra, içinde yedi taş insan suretinin bulunduğu taştan büyük bir ev yapar. Bu kez Adam insan suretlerine bekçilik için bırakılır. Şeytan çıplak olan Adama yırtılması mümkün olmayan bir elbise vereceğini söyleyerek onu kandırır ve suretlere yaklaşır. Bunun üzerine onlar kirlenir ve toprak haline gelir. Daha sonra tanrı yaptığı suretlere bakmaya gelince durumu görür ve bekçiyi azarlayıp bir köpeğe dönüştürür. Yarattığı suretlerin de içini dışına çevirir ve onlara ruh üfler."

Yine Holmberg'in verdiği bir Altay anlatısında ilk insanlar şöyle yaratılmıştır: "Tanrı ülgen, etleri için toprağı, kemikleri için taşı kullanarak ilk olarak erkeği sonra da onun kaburga kemiğinden kadını yaratır. Onlara ruh verebilecek birini aramak üzere bulunduğu yeri terk eder ve söz konusu çifti beklemesi için tüysüz bir köpeği yoktan var eder. Ancak Erlik'in dışkısını yiyen köpek tüylerle kaplanınca, Şeytan'ın yaratılan ilk çifte yaklaşmasında  mahzur  görmez.  Şeytan, bir kamış boruyu anüsten sokarak uyumakta olan çiftin içine ruh üfler. Ülgen geri döndüğünde, insanları yalnız görünce yeni bir insan yaratıp yaratmadığından şüphelenir.  Böylece düşünürken bir kurbağa ortaya çıkar ve bu mahluklar için (kötü ruha sahip olmalarından dolayı) kendisini sorumlu hissetmemesini, onlara yaşamak ve ölmek hususunda karar hakkı tanımasını söyler. Bunun  üzerine ülgen onlara yaşama izni verir."

Buraya kadar özetlenen veya alıntı yapılarak aktarılan  metinlerde insanın topraktan yaratılması, Tanrı'nın ona üfleyerek ruh ve hayat vermesi, kadının erkeğin kemiğinden yaratılması, insanla ağacın Tanrı katında yer almaları, kötü ruh olan Erlik tarafından insanların aldatılması, Tanrı'nın sözüne uymamaları, Tanrı'nın katından kovulmaları Kitabı Mukaddes'le benzerlikler taşımaktadır. Yine de Altaylılardan derlenen yaratılış mitolojilerinde sadece insan türünün değil,  insan soylarının çeşitli  şekillerde yaratılışları da anlatılmıştır. On dokuzuncu yüzyılda derlenen bu metinlerde pek çok kültürden, inanıştan etkilenen şamanlığın içinde, tek tanrılı dinlerin olduğu kadar, Hint inanışlarının etkisinin bulunması normaldir.

İlk insan Adem'in yaratılışı, İslami anlatılarda Kur'an'ın çeşitli ayetlerinde, hadislerde yer alır. Bu unsurlarda Altay ve Yakut anlatıları arasında benzerlikler bulunur. Özellikle Adem'in kaburga kemiğinden Havva'nın yaratılmasında olduğu gibi. Bu durum Hristiyanlık ve İslamiyet'in  Şamanizm'e  etkisi olarak yorumlanır.  Fakat bu durum tersi de olabilir. Hadislerde Allah, Adem'i yaratmak için gerekli olan toprağı almak üzere dünyaya önce Cebrail'i, sonra da Azrail'i gönderir. Azrail'in getirdiği çeşitli renklerdeki toprak suyla karıştırılıp kırk yıl bekletilir, sonra da Allah ona başından ruh üfler. Orta Asya’daki çeşitli topluluklardan derlenen mitolojik anlatılarla

 


Ebulgazi Babadır Han'ın Şecere-i Terkime adlı eserinde Adem'in yaratılmasıyla ilgili bölümde benzerlikler görülür.

"Yüce Tanrı meleklere, ' Topraktan insan yapıp can vererek yeryüzünde kendi yerime halife bırakacağım' deyince melekler, 'Onlar yukarıdaki döşekle aşağıdaki döşeği zapt edemezler (gökyüzünü ve yeryüzünü tutamazlar). O yüzden sana asi olurlar, yoktan yaratman daha iyidir' dediler. Yüce Tanrı 'Siz benim bildiğimi bilmezsiniz, gidin topraktan bir kişinin suretini yapın' dedi. Azrail Tanrı'nın emriyle yeryüzündeki her türlü topraktan alıp Mekke-i Muazzama ile Taif'in arasında toprağı   balçık haline getirip Adem'in şeklini yaptılar. (Aradan) birkaç yıl geçtikten sonra yüce Tanrı ona can verdi ve bin yıl bu dünyada durdu. Adem Arapçadır. Arap(lar) deriye adem der, her şeyin dışına deri derler. Melekler toprağı, yeri kazıp içinden almadılar, dışında alıp Adem'in şeklini yaptılar. Onun için Adem dediler. Onların cennete gidenleri, oradan çıkanları ve yeryüzündeki yaşayanlarının hikayeleri halk içinde meşhurdur (halk arasında bilinir). Onun için anlatmadık."

Bu alıntıda yer alan,  Tanrı'nın insan yaratıp yeryüzüne kendisinin temsilcisi olarak bırakmak istemesi, insanın topraktan ve sudan (balçıktan) yaratılması, Tanrı'nın ona can vermesi, toprağın yüzüyle, insanın derisinin vurgulanması Şaman inanışlarını yansıtan Altay ve Yakut anlatılarıyla benzeşir. Hun, Göktürk ve Uygurların türeyişleriyle ilgili anlatılardaysa özellikle hayvan, ağaç, dağ ve ışık unsurlarının önemli bir yere sahip olduğu görülür.


Bahattin Uslu’nun Türk Mitolojisi adlı kitabından alıntılanmıştır.

Hattuşaş Antik Kenti

 


Siyahkaya Barajı / Silopi / Şırnak